ZADU’L-MEAD |
İKİNCİ KİTAP PEYGAMBER'İN (S.A.) İBADETLER KONUSUNDAKİ TUTUMU |
ANA SAYFA
Kur’an Hadis Sözlük Biyografi
G) HZ. PEYGAMBER'İN
(S.A.) NAFİLE ORUÇLARI
1- Şaban Ayında Oruç Tutması
2- Pazartesi, Perşembe ve Eyyam-ı Biz
Oruçları
3- Zilhicce Orucu
4- Şevval Orucu
5- Aşure Orucu
6- Arafat'ta Oruç Tutmaması
7- Cumartesi ve Pazar Günleri Orucu
8- Bütün Seneyi Oruçlu Geçirmek
9- Nafile Orucun Kazası
10- Sadece Cuma Günü Tutulan Oruç
1- Şaban Ayında Oruç
Tutması:
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) galiba hiç iftar etmeyecek denilinceye kadar oruç
tuttuğu da, galiba hiç oruç tutmayacak denilinceye kadar oruç tutmadığı da
olurdu. Ramazan'dan başka hiçbir ayın tamamım oruçlu geçirmedi. Hiçbir ayda da
Şaban ayında tuttuğu kadar çok oruç tutmadı. Hiçbir ayı oruçsuz geçirmedi.
Üç aylarda da bugün bazı
insanların yaptığı gibi devamlı oruç tutmadı. (Üç ayların tamamını oruçlu
geçirmedi.) Recep ayını kesinlikle oruçlu geçirmedi, bu ayda oruç tutmayı
müstehab da saymadı. Aksine, Receb ayında oruç tutmayı yasakladığı rivayet
edilmiştir. Bunu İbn Mace rivayet etmiştir.
2- Pazartesi, Perşembe
ve Eyyam-ı Biz Oruçları:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) pazartesi ve perşembe oruçlarına dikkat ederdi.
İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: "Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
ister yolcu ister mukim olsun, dolunay günleri (eyyam-i biz = ayın 13, 14 ve
15. günleri) oruç tutardı." Hadisi, Nesai kaydetmiştir. Dolunay günleri
oruç tutmayı teşvik ederdi,
İbn Mes'ud (r.a.) der
ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), her kameri ayın parlak üç günü
oruç tutardı. Hadisi Ebu Davud ve Nesai rivayet etmişlerdir.
Hz. Aişe (r.anha) der
ki: "Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), orucu ayın hangi günleri
tuttuğuna önem vermezdi." Hadisi Müslim zikretmiştir. Bu rivayetler
arasında çelişki yoktur.
3- Zilhicce Orucu:
Zilhicce'nin 10. günü
orucuna gelince, bu konuda ihtilaf edilmiştir. Hz. Aişe: "Hz. Peygamber'i
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Zilhicce'nin onuncu günü kesinlikle oruçlu
görmedim." demiştir. Hadisi Müslim kaydet mistir. Hz. Hafsa der ki:
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), dört şeyi terketmemiştir: Aşure günü,
Zilhicce'nin onuncu günü ve her aydan üç gün oruç tutmak ile sabah namazının
iki rekat sünneti. Hadisi İmam Ahmed (r.h.) rivayet etmiştir.
İmam Ahmed'in,
hanımlarından birinden naklettiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), Zilhicce'nin dokuzuncu günü, aşure günü (Muharrem'in 10. günü), her
aydan üç gün yahut pazartesi ile perşembe günü oruç tutardı. Başka bir
rivayette de: "İki perşembeyi" şeklinde geçmektedir. Şayet hadis
sahihse, isbat eden, yasaklayana tercih edilir.
4- Şevval Orucu:
Şevval ayından 6 gün
oruç tutmaya gelince, Hz. Peygarhber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurduğu sahihtir: "Ramazanla beraber 6 günlük Şevval orucu, bütün bir
yılı oruçlu geçirmeye denktir."
5- Aşure Orucu:
Aşure orucuna gelince,
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu günün orucunu, diğer günlerin
orucuna tercih ediyordu. Medine'ye gelince, yahudilerin aşure günü oruç
tuttuğunu ve bu güne hürmet ettiğini gördü ve: "Biz Musa'ya (a.s.) daha
layığız" buyurarak, aşure günü oruç tuttu ve bu günde oruç tutulmasını
emretti. Bu, Ramazan orucu farz kılınmazdan önce idi. Ramazan orucu farz
kılınınca: "Aşure orucunu dileyen tutar, dileyen de terkeder."
buyurdu.
a) Bu Konudaki
İtirazlar:
1- Bazı alimler buna
karşı çıkarak şöyle demişlerdir: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Medine'ye ancak Rebilevvel ayında geldi, nasıl İbn Abbas "Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Medine'ye geldiğinde yahudilerin aşure günü oruç tuttuğunu
gördü" diyebilir?
2- Bu konuda başka bir
itiraz, Sahihayrfda sabit olan Hz. Aişe hadisidir. Hz. Aişe anlatıyor: Kureyş,
cahiliyye döneminde aşure günü oruç tutardı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) da tutardı. Medine'ye hicret edince aşure günü oruç tuttu ve bu gün
oruç tutmayı emretti. Ramazan orucu farz kılınınca: "(Aşure orucunu)
dileyen tutar, dileyen terkeder." buyurdu.
3- Bir başka itiraz da
yine Sahihayn'da geçen bir hadistir: Abdullah b. Mes'ud, öğle yemeğindeyken
Eş'as b. Kays yanına geldi. İbn Mes'ud:, Ebu Muhammed, yemeğe buyur. Eş'as:
Bugün aşure günü değil mi? İbn Mes'ud: Aşure günü nedir, bilir misin? Eş'as:
Nedir? İbn Mes'ud dedi ki: O, Ramazan orucu farz kılınmazdan önce Rasulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) oruç tuttuğu bir gündür. Ramazan orucu farz
kılınınca, onu terketti.
Müslim, Sahih'inat İbn
Abbas'tan rivayet etmiştir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aşure
günü oruç tutup, başkalarına da oruç tutmayı emredince: Ya Rasulullah! Bu,
yahudilerin ve hıristiyanların hürmet ettiği bir gündür dediler. Bunun üzerine
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "İnşallah önümüzdeki yıl
dokuzuncu gün oruç tutarız." buyurdu. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) bir sonraki yılın aşuresi gelmeden vefat etti.
Bu da gösteriyor ki
Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aşure günü oruç tutması ve
başkalarına da tutmalarını emretmesi vefatından bir yıl önce idi. Önceki
hadiste, bunun Medine'ye gelişinde tutulduğu ifade ediliyor. İbn Mes'ud, aşure
orucunun Ramazan orucunun farz kıhnışıyla terk edildiğini haber vermektedir.
Yukarıda geçen ibn Abbas hadisi buna muhalefet etmektedir. Farziyeti terk
olundu denilemez, çünkü Sahihayn'da, Muaviye b. Ebi Süfyan'dan rivayet
olunduğuna göre zaten farz kılınmamıştır. Muaviye der
ki: Rasulullah'ı
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyururken işittim: "Bu, aşure
günüdür. Allah Teala bu günde oruç tutmanızı farz kılmamıştır. Ama ben
oruçluyum. Dileyen oruç tutsun, dileyen tutmasın." Muaviye bunu kesinlikle
Mekke fethinden sonra işitmiştir.
4- Bir başka itiraz
Müslim'in, Sahihimde Abdullah b. Abbas'tan yaptığı şu rivayettir: Rasulullah'a
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yahudiler ve hıristiyanlar bu güne hürmet
ediyorlar" denildiğinde, şöyle buyurdu: "Gelecek yıla çıkarsam,
dokuzuncu gün oruç tutacağım." Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
bir sonraki yılın aşuresini göremeden vefat etti. Sonra yine Müslim, Sahihimde
Hakem b. A'rac'dan rivayet etmiştir: Hakem anlatıyor: Abdullah b. Abbas'ın
yanına vardım. Zemzem kuyusunun başında ridasım yastık yapmış yatıyordu. Aşure
orucu hakkında bana bilgi verir misin? dedim. ibn Abbas: Muharrem hilalini
gördüğünde saymaya başla, dokuzuncu gün gelince oruç tut, dedi, Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu orucu böyle mi tutardı? deyince; Evet, dedi.
5- Bir başka itiraz:
Aşure orucu İslam'ın ilk günlerinde farz idiyse Rasulullah niçin kaza
etmelerini emretmedi, halbuki geceden niyet etmeleri gerekirken edememişlerdi;
farz değil idiyse Müsned'de ve diğer hadis kitaplarında değişik yönlerden
gelmiş rivayetlerde geçtiği gibi Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir
şeyler yemiş olanların o andan itibaren oruca başlamalarını nasıl emir buyurmuş
olabilir? Gerçekten de Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), o gün bir
şeyler yiyen kişilerin, günün geri kalanında oruç tutmasını emir buyurmuştu. Bu
durum ancak farz olan oruç için böyle olabilir. Bir de İbn Mes'ud'un
"Ramazan orucu farz kılınınca aşure orucu terkedildi, ama müstehab olarak
kaldı" sözü nasıl sahih olur?
6- Bir başka itiraz, İbn
Abbas'ın aşure günü olarak Muharrem'in dokuzuncu gününü belirlemesi ve
Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) da böyle oruç tuttuğunu haber
vermesi: İbn Abbas, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Aşure
günü oruç tutunuz, yahudilere muhalefet etmek için de ya bir gün öncesinde ya
da bir gün sonrasında oruç tutunuz." buyurduğunu rivayet etmiştir. Bunu
İmam Ahmed kitabında böyle kaydetmektedir. Oysa yine İbn Abbas (r.a.):
"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Muharrem'in onuncu günü,
aşure orucu tutmamızı emretti." demektedir. Hadis Tirmizi'dedir.
b) Bu İtirazlara Cevap:
Allah'ın yardımı,
desteği ve muvaffak kılması ile bu itirazların cevabı şöyledir:
1- Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye geldiğinde yahudileri aşure günü oruç
tutarken gördüğüne dair birinci itiraza gelince, bu rivayette onları oruç tutar
halde bulduğu günün, hemen geldiği gün olduğuna dair bir şey yoktur. Çünkü Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye Rabiulevvel'in on ikinci
pazartesi günü gelmiştir. Fakat bunu ilk öğrenişi, Medine'ye gelişinden sonraki
ikinci yılda olmuştur. Eğer ehl-i kitap, oruçlarım kameri takvime göre
hesaplıyorsa, Rasulullah Mekke'de iken durum böyle değildi. Güneş takvimine
göre hesaplıyorsa, zaten itiraz tamamıyla yok olur. Allah Teala'nın Hz. Musa'yı
(a.s.) kurtardığı gün, Muharrem'in onuncu günü olan aşure, günüdür. Ehl-i kitap
o günü güneş takvimine göre tesbit etmiş olur ki bu ise Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Rabiulevvel ayında Medine'ye gelişine
rastlamaktadır. Ehl-i kitabın orucu güneş takvimine göre hesaplanmaktadır.
Müslümanların orucu ise kameri takvime göredir. Hacları ve aylar dikkate alınarak
yerine getirilen vacip veya müstehap ibadetlerinin tamamı da böyledir. Artık
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Biz Musa'ya sizden daha
layığız" buyurmasıyla, bu güne hürmet gösterilmesi ve bu günün
belirlenmesinde öncelik hakkının kime ait olduğuna dair hüküm açıklığa kavuşmuş
oldu. Hıristiyanlar, oruçlarını belirleme konusunda onu yılın değişik aylarına
tesadüf eden bir mevsimine denk getirmekle hata ettikleri gibi; yahudiler de
güneş takvimini kullandıklarından güneş takvimine göre seneyi dolaşan aşure
gününün yıldönümünü belirlemede hata ediyorlardı.
2- Kureyş, cahiliye
döneminde aşure günü oruç tutardı, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
de tutardı, şeklindeki ikinci itiraza gelince; Kureyş'in bu güne hürmet
ettiğinde hiç şüphe yoktur. O günde Kabe'ye örtü çekiyorlar ve o günde oruç
tutmayı da hürmetin tamamlayıcısı kabul ediyorlardı. Fakat onu hilallere göre
hesap ediyorlardı. Halbuki yahudilere göre Muharrem'in onuncu günü idi. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye geldiğinde, yahudileri bu
onuncu güne hürmet eder ve oruç tutar halde buldu da sebebini sordu. Yahudiler:
"Bugün, Allah Teala'nın Hz. Musa'yı ve kavmini Firavun'dan kurtardığı
gündür." dediler. Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
da: "Biz Musa'ya sizden daha layığız, daha yakınız." dedi ve bugünün
hürmetini kabul edip destekleyerek hem kendisi oruç tuttu, hem de ashabının
oruç tutmasını emir buyurdu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
kendisinin ve ümmetinin Hz. Musa'ya (a.s.) yahudilerden daha layık ve yakın
olduğunu haber vermiştir. Hz. Musa (a.s.) Allah'a şükretmek için o gün oruç
tutmuşsa, biz bu konuda ona uymaya yahudilerden daha yakın ve daha layığız.
Özellikle şu: "Şeriatımız aksini söylemedikçe; bizden öncekilerin şeriatı
bizim de şeriatımızdır." prensibini düşündüğümüzde.
Hz. Musa'nın (a.s.) o
gün oruç tuttuğunu nereden biliyorsunuz? denilirse, biz deriz ki: Sahihayn'da.
sabit olduğuna göre Rasululah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bunu yahudilere
sorduğunda onlar: Bugün, Allah'ın Musa'yı ve kavmini kurtardığı, Firavun'u ve
kavmini boğduğu, büyük bir gündür. Musa, Allah'a şükretmek için o gün oruç
tuttu, biz de bu günde oruç tutarız, dediler. Bunun üzerine Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Biz Musa'ya sizden daha yakın ve daha
layığız." dedİ ve hem oruç tuttu hem de oruç tutulmasını emir buyurdu.
Onları bu konuda destekleyip yalanlamayınca, Hz. Musa'nın (a.s.) o gün, Allah'a
şükretmek için oruç tuttuğu böylece anlaşılmış oldu. Aşure gününe gösterilen bu
hürmet, hicretten önce gösterilen hürmete eklendi ve bu günün değeri daha da
arttı. Hatta Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), o gün oruç tutulması
için, o ana kadar yemiş olanların da o andan itibaren oruca başlaması için
çarşı-pazarda tellal çağırttı. Görünen o ki, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) onlara bunu zorunlu kılmış ve ileride geleceği gibi onlara bu aşure
orucunu farz kılmıştır.
3- Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ramazan orucu farz kılınmadan önce aşure günü oruç
tuttuğunu ve Ramazan orucu farz kılınınca onu terkettiğini gösteren üçüncü
itiraza gelince; bundan kurtuluş yoktur. Çünkü Ramazan orucundan önce aşure
günü oruç tutmak farzdı. Bu durumda müstehab oluşu değil, farz oluşu terk
edilmiş olur. Böyle olduğu ortaya çıkar ve kesinleşir. Çünkü, vefatından bir
yıl önce kendisine yahudilerin oruç tuttuğu söylendiğinde Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Gelecek yıla çıkarsam dokuzuncu gün oruç
tutacağım" demiştir, ki bu "onuncu günle birlikte" anlamına
gelir. Yine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yahudilere
muhalefet ediniz. Ya bir gün Öncesinde ya da bir gün sonrasında oruç
tutunuz." buyurmuştur. Yani aşure günüyle birlikte. Bunun, işin sonunda
söylendiğinde şüphe yoktur. Fakat ilk zamanlarda Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), kendisine bir şey emredilmeyen konularda ehl-i kitaba
uymaktan hoşlanırdı. Böylece aşure orucunun müstehablığının terkedilmediği
anlaşılmaktadır.
Aşure orucu farz
kılınmadı diyen kişi iki şeyden birini kabul etmelidir: Ya müstehab oluşu
terkedilmiştir demelidir -ki o zaman müstehablık diye bir şey kalmaz- ya da
bunu söyleyen Abdullah b. Mes'ud'un şahsi görüşü budur ve o aşure günü oruç
tutmanın müstehap olduğunu bilmiyordu demelidir ki bu uzak bir ihtimaldir. Çünkü
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabını, o gün oruç tutmaya teşvik
etmiş ve aşure orucunun geçmiş yıhn günahlarına keffaret olacağını haber
vermiştir. Sahabe-i kiram da Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
vefatına kadar aşure orucuna devam etmişler ve O'ndan (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) aşure orucunu yasakladığına ve mekruh olduğuna dair bir harf bile
rivayet etmemişlerdir. Bundan da müstehap oluşunun değil, farz oluşunun terk
edildiği anlaşılmaktadır.
Buhari ve Müslim'in,
sıhhatinde ittifak ettikleri Muaviye hadisine göre, aşure orucunun farz
olmadığı ve kesinlikle farz kılınmadığı açıktır, denilirse şöyle cevap verilir:
a) Muaviye hadisi, bu
orucun farziyetinin sürekli olmadığını ve onun artık şimdi farz olmadığını
açıkça ortaya koymaktadır. Bu hadis, daha önce var olup da sonradan neshedilen
bir farziyetin olmadığını ifade etmiyor. Daha önceleri farz olup da sonra
farziyeti neshedilmiş bir oruç olması halinde "Allah Teala onu bize farz
kılmadı" demek imkansız değildir.
b) İkinci cevap da
şudur: Nihayet olumsuzluk geçmiş zamanı ve bugünü genel olarak kapsamış
olabilir. Dolayısıyla geçmişte farz kılmışının delilleri geçmişe tahsis olunur
ve farzın devamında olumsuzluktan vazgeçilir.
c) Üçüncü bir cevap: Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aşure orucunun farziyyeti ve vücubiyeti
konusunda Kur'an'dan yararlanarak olumsuz bir ifade kullanmıştır. Buna, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Allah Teala onu bize farz
kılmadı" sözü delildir. Bu, ayetten başka, bir delille farz kılınmasına
engel değildir. Allah Teala'nın kullarına farz kıldığı, Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashaba farz kılındığını haber verdiğidir. Nitekim
Allah Teala "Oruç size farz kılındı." buyurmuştur. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ise, Allah Teala'nın farz kıldığı oruca dahil
olduğunu vehmedenlerin kuşkusunu gidermek için aşure orucunun Allah Teala'nın
farz kıldığı oruca dahil olmadığını haber vermiştir. Önceden tutulması
emredilip de sonra bu farz oruçla neshedilen aşure orucunun emredilmesiyle
bunun arasında bir çelişki yoktur. Bunu şu husus da ortaya koyar: Muaviye bu
sözü Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke fethinden sonra,
Ramazan orucunun farziyetinin kesinleşmesi ve aşure orucunun farziyetinin de neshedilmesinin
akabinde işitmiştir. Aşure orucunun emredilişine ve o ana kadar yiyenlerin
hemen oruca başlamaları için tellal çağırtıhşma şahit olanlar, Rasulullah'ın
Medine'ye gelişinde Ramazan orucu farz kılınmadan önce buna da şahit oldular.
Ramazan orucu, hicretin ikinci yılında farz kılındı ve RasuMlah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) dokuz Ramazan oruç tuttuktan sonra vefat etti. Aşure orucunun
emredildiğine şahit olanlar, buna, Ramazan orucu farz kılınmadan önce şahit
olmuşlardır. Farziyetinin kaldırılışının haber verildiğine şahit olanlar ise,
buna Ramazan orucu farz kılındıktan sonra, işin sonunda şahit olmuşlardır. Bu
metod izlenmezse bu bölümdeki hadisler çelişir ve çatışır.
Geceden niyet
edilmemiştir ki nasıl farz olsun. Zira Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Oruca geceden niyet etmeyen oruç tutmamıştır." buyurmuştur,
denilirse; ona da şöyle cevap veririz:
Bu hadisin, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sözü mü yoksa Hz. Hafsa ve Hz.
Aişe'nin sözü mü olduğunda ihtilaf vardır. Hz. Hafsa hadisini, Ma'mer, Zühri,
Süfyan b. Uyeyne ve Zühri'den rivayette bulunan Yunus b. Yezid el-Eyli bu
hadisi mevkuf olarak rivayet ederken, bazıları da merfu olduğunu
söylemişlerdir. Hadisçilerin çoğunluğu; mevkuf olması daha doğrudur, demişlerdir.
Tirmizi: "Bunu Nafi', İbn Ömer'den, onun sözü olarak rivayet etti."
demiştir. Hadisçilerden bir kısmı, merfu olarak rivayet eden ravinin
güvenilirliği ve adaletli oluşu sebebiyle hadisin merfuluğunu sahih kabu!
etmişlerdir. Hz. Aişe hadisi de merfu ve mevkuf olarak rivayet edilmiş ve merfu
oluşunun sahih olup olmadığında ihtilaf edilmiştir. Merfu oluşu sabit olmazsa
zaten konuşmaya gerek yoktur. Merfu olduğu sabit ise, hadisin Ramazan orucunun
farz kılınmasından sonra söylendiği anlaşılır. Öyleyse bu, aşure günü orucunun
emr ediliş inden sonradır ve bir vacib hükmünün yenilenmesidir -ki bu da
geceden niyet etmektir-, yoksa Allah Teala'nın hitabıyla sabit olan bir hükmü
neshetmek değildir. Aşure günü orucunun gündüz yapılan bir niyetle geçerli
sayılması, Ramazan orucunun ve geceden niyet etmenin farz kılınmasından
öncedir. Sonra Ramazan orucunun farz kıhnmasıyla aşure orucunun farziyyeti
nesholundu ve geceden niyet etmenin farziyyeti yenilendi. Bu birinci görüştür.
İkincisi ise Hanefilerin
görüşüdür. Aşure günü orucunun farziyyeti iki şeyi kapsamaktadır: Aşure günü
orucunun farziyyeti ve bu oruca gündüz niyet etmenin caiz olması. Sonra bir
farzın muayyenliği diğer bir farzla nesholundu. Fakat oruca gündüz niyet
etmenin yeterli oluşu neshedilmeden kaldı.
Üçüncü görüş, farzın
bilgiye bağlı oluşudur. Aşure orucunun farz kılındığı gündüz öğrenilmiştir;
bundan ötürü, geceden niyet etme imkanı yoktur. Nitekim niyet, farz yenilendiği
ve bu durum öğrenildiği vakit farz kılındı. Eğer böyle olmasaydı güç
yetirilemez bir teklif olurdu ki, bu imkansızdır. Bu yolu tutanlar diyorlar ki:
Buna göre Ramazan hilalinin görüldüğü, gündüz vakti delille sabit olunca
farziyeti öğrenmenin hemen peşinden yapılan bir niyetle orucun geçerli
sayılması da böyledir. İşte oruca gündüz niyet etmenin aslı, aşure günü
orucudur. Bu ise üstadımızın (ibn Teymiyye'nin) görüşüdür. Gördüğünüz gibi bu,
en doğru ve şeriatın usul ve kaidelerine en uygun görüş olup, pek çok hadis-i
şerif buna delil olmakta, dağıldığı zannedilen parçalarım bir araya toplayıp
zaruret olmadığı halde nesih vardır iddiasından kurtarmaktadır. Bunun dışındaki
görüşler, şeriatin kaidelerinden bazılarına veya bazı rivayetlere aykırı
düşmekten kurtulamaz. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) farz kılınan
kıble değişikliği kendilerine ulaşmadığından, nesholunan kıbleye (Mescid-i
Aksa'ya) yönelerek namaz kılan bazı Küba ahalisine, bir kısmını bu şekilde
kıldıkları namazlarını iade etmelerini nasıl emir buyurmadı ise; yine aşure
orucunun farz kılınışı hakkındaki haber kendilerine ulaşmadığından, ya da farz
kılmış sebebini öğrenmeye imkan bulamadıklarından ötürü yeyip içen kişilere de
öylece aşure orucunu kaza etmelerini emir buyurmadı. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), farz olan geceden niyet etmeyi terketmiştir, denilemez.
Çünkü geceden niyet etmenin farz olması, geceden niyet edilecek amelin farz
kılmışının bilinmesine bağlıdır. Bu ise gayet açıktır.
Bu görüşün, şöyle
söyleyenin görüşünden daha sahih olduğunda da şüphe yoktur: Aşure orucu farzdı.
Gündüz vakti niyet etmek suretiyle tutulması yeterliydi. Sonra farziyyetine ait
hüküm nesholundu, dolayısıyla farziyyetine ilişkin diğer hükümler de
neshedilmiş oldu. Onlardan birisi de bu oruca, gündüz niyet etmenin caiz
olmasıydı. Çünkü farziyyetine ilişkin hükümler kendisine tabidir. Tabi olunan
ortadan kalkınca, tabi olanlar ve kendisiyle ilişkili hükümler de onunla
birlikte ortadan kalkar. Gündüzden yapılan bir niyetle farz orucun tutulmasına
yeterli sayılması, bugünün özelliklerine ilişkin hükümlerden değildi. Aksine farz
kılınan oruca ilişkin hükümlerdendi. Farz oruç, ortadan kalkmamış, ancak tayin
olunduğu mekan değişmiştir. Bir yerden bir yere taşınmıştır. Gündüzden niyet
etmenin geçerli olup olmaması asıl orucun tayininden değil, tabilerindendir.
"Aşure orucu hiç farz
kılınmadı" diyenin görüşünden de üstadın görüşü daha sahihtir. Çünkü oruç
tutma emri sabittir. Emrin genel bir ilanla kuvvetlendirilmesi, ayrıca yemiş
olanların da hemen o andan itibaren oruca başlamalarının emredilmesi oruç tutma
emrini iyice pekiştirmiştir. Bütün bunlar açıktır, farziyyetini
güçlendirmektedir. İbn Mes'ud: "Ramazan orucu farz kılınınca aşure orucu
terkedildi." diyor. Daha önce yukarıda geçen ve daha başka delillerle
müstehap olarak kaldığı malumdur. Böylece terk edilenin aşure orucunun farziyyeti
olduğu ortaya çıkmıştır. İşte bu konuda insanlar, anlattığımız bu beş türlü
görüştedirler. Allah en iyisini bilendir.
4- Dördüncü itiraza
gelince: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Gelecek yıla sağ
çıkarsam, dokuzuncu gün oruç tutacağım." buyurmuş ve bir sonraki yıla ömrü
vefa etmemişti. İbn Abbas ise: "Rasülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
dokuzuncu gün oruç tutardı" diye rivayet etmiştir. İbn Abbas hem onu hem
bunu rivayet etsin, her ikisi de sahih olsun ve aralarında çelişki bulunmasın,
nasıl olur? İbn Abbas'm, Hz. Peygamberdin (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
dokuzuncu gün oruç tuttuğunu ve gelecek yıla sağ çıkarsa, yine dokuzuncu gün
oruç tutacağını haber vermiş olması, ya da Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) niyetlenmesine ve vadetmesine dayanarak O'nun böyle yaptığını haber
vermiş olması mümkündür. Mukayyed bir ifade ile bundan haber vermesi sahih
olur. Yani sağ kalsaydı, böyle yapardı, diye haber verebilir. Tuttuğunu
biliyorsa, o zaman da mutlak bir ifade ile haber vermesi sahih olur. Her iki
ihtimale göre de bu iki hadis birbirini nakzetmez.
5- Beşinci itirazın
cevabı yeterince verildi.
6- Altıncı itiraza
gelince, ibn Abbas'ın: "Hazırlan ve dokuzuncu gün olunca oruç tut"
sözü idi. İbn Abbas rivayetlerinin tamamı üzerinde düşünen kişinin kafasında bu
itiraz yok olur ve onun ne kadar geniş bir ilme sahip olduğunu anlar. Çünkü o,
aşure orucunu yalnız dokuzuncu güne tahsis etmemiş, sadece soruyu sorana:
"Dokuzuncu gün oruç tut" demiştir. Bütün insanların "aşure
günü" kabul ettiği Muharrem'in onuncu gününü, soru soranın da aşure günü
olarak bilmesiyle yetinmiş ve soru sorana onuncu günle birlikte dokuzuncu gün
de oruç tutması gerektiğini bildirmiş ve Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) da böyle oruç tuttuğunu haber vermiştir. Ya böyle yapmış olmalıdır -ki
evla olan budur-, ya da Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) fiilini
aşure orucunu emretmesine ve gelecekte onu tutmaya niyetlenmesine hamletmiş
olmalıdır. İbn Abbas'ın diğer rivayetleri de buna delildir: "Ondan ya bir
gün öncesinde ya da bir gün sonrasında oruç tutunuz" hadisini de;
"Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize aşure orucunu, Muharrem'in
onuncu günü tutmamızı emretti." hadisini de rivayet eden odur. İbn
Abbas'tan gelen bütün bu rivayetler hem birbirini doğrulamakta hem de
desteklemektedir.
c) Aşure Orucu Üç
Türlüdür:
Aşure orucu üç türlüdür.
En iyisi, hem bir gün öncesinde hem de bir gün sonrasında oruç tutmaktır. Bunun
ardından dokuzuncu veya onuncu gün ile birlikte oruç tutulması gelmektedir ve
hadislerin çoğu böyle yapılmasına delalet etmektedir. Bundan sonra da sadece
onuncu gün oruç tutulması gelmektedir.
Sadece dokuzuncu gün
oruç tutulmasına gelince, hadisleri tam olarak anlayamayan, metinlerini ve
senedlerini incelemeyen, dil bilgisinden ve şeriatdan uzaklaşmıştır. (Yani
yanlışlık yapmıştır.) Doğru olana eriştiren Allah Teala'dır. Bazı alimler başka
bir yol izleyerek şöyle demişlerdir: Bu ibadeti yerini. ne getirmekle beraber
bundan maksad, ehl-i kitaba muhalefet etmek olduğu aşikardır. Bu ise iki
şekilde yapılabilir: Ya onuncu günü dokuzuncu güne aktarmakla, ya da her iki
gün oruç tutmakla. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Gelecek yıla çıkarsak dokuzuncu gün oruç tutarız." hadisi iki
ihtimali de taşımaktadır. Maksadı anlaşılmadan Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) vefat etti. O halde iki gün birden oruç tutmak ihtiyatlı olur. Daha
önce açıkladığımız görüş, Allah'ın izni ile en doğru görüştür. İbn Abbas
hadislerinin tamamı da buna delalet etmektedir. Çünkü Ahmed b. Hanbel'in
rivayet ettiği hadiste Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Yahudilere muhalefet etmek için ya bir gün öncesinde ya da bir gün
sonrasında oruç tutunuz." ve Tirmizi'nin rivayet ettiği hadiste de:
"Aşure orucunu onuncu gün tutmamız emredildi." buyurması, tutmuş
olduğumuz yolun doğruluğunu açıklamaktadır. Allah en iyi bilendir.
6- Arafat'ta Oruç
Tutmaması:
Arefe günü Arafat'ta
oruç tutmamak da Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünnetindendi.
Bu, Sahihayn'da rivayet olunmuştur.
Rivayet edildiğine göre
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), "Arafat'ta arefe günü orucu
tutulmasını yasaklamıştır." Sünen sahipleri böyle rivayet etmişlerdir.
Yine arefe orucunun, geçen yılın günahlarına keffaret olduğu konusundaki
rivayet de sahihtir. Hadisi Müslim rivayet etmiştir.
Arafat'ta orucunu
bozmasına dair pek çok hikmetler sayılmıştır:
1- Oruç tutmayan (oruç
tutana göre) güçlü olacağı için daha iyi dua eder.
2- Yolculukta oruç
bozmak farz oruçtan bile daha faziletli olduğu göre, nafile oruçtan nasıl
olmaz?
3- Hz. Peygamber'in Veda
haccında arefe günü cuma günü idi ve Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem); yalnızca cuma günü tek bir gün oruç tutmayı yasaklamıştı. Her ne kadar
cuma günü için değil arefe günü için oruç tutuyor olsa da, bu vesileyle sadece
cuma günü oruç tutmayı yasakladığını pekiştirmek amacıyla insanlara kendisinin
oruç tutmadığını göstermek istedi.
Üstadımız (İbn Teymiyye)
başka bir yol tutmuştur: Ona göre, insanlar, bayram günlerinde toplandıkları
gibi toplandıklarından dolayı arefe günü, Arafat'takiler için bayramdı. Ve bu
toplantı Arafat'ta olmayanlara değil Arafat'ta olanlara has kılınmıştı. Nitekim
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Sünen sahiplerinin rivayet ettikleri
hadiste buna işaret etmiştir: "Arafat'a çıktığımız gün, kurban kestiğimiz
gün ve Mina'da bulunduğumuz gün biz ehl-i İslam'ın bayramıdır." Bayram
oluşu o topluluğa dahil olanların bu günlerde toplanmalarından ötürü olduğu
malumdur. Allah en iyisini bilendir.
7- Cumartesi ve Pazar
Günleri Orucu:
Rivayete göre Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), cumartesi ve pazar günleri çok oruç
tutar ve bununla yahudi ve hıristiyanlara muhalefet etmeyi amaçlardı. Nitekim
Müsned'de ve Nesai'nin Sünen'inde, ibn Abbas'ın kölesi Küreyb'ten rivayet
olunduğuna göre Kureyb diyor ki: İbn Abbas ve Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ashabından bazıları beni, Ümmü Seleme'ye Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) en çok hangi günler oruç tuttuğunu sormam için
gönderdiler. Ümmü Seleme: "Cumartesi ve pazar" dedi ve Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu iki gün müşriklerin
bayramıdır; ben de onlara muhalefet etmeyi severim. " buyurduğunu ilave
etti. Bu hadisin sıhhati şüphelidir. Çünkü hadis, Muhammed b. Ömer b. Ali b.
Ebi Talib'in rivayeti olup onun bazı hadisleri münker bulunmuştur. Abdülhak,
Ahkam adlı eserinde İbn Cüreyc'den', o Abbas b. Abdillah b. Abbas'tan, o da
amcası Fazl'dan, Fazl'm: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize
ait bir vahada (amcası) Abbas'ı ziyaret etti." dediğini rivayet ettikten
sonra da "isnadı zayıftır" diyor. ibn Kattan da: "Hadis,
söylediği gibi zayıftır. Muhammed b. Ömer'in durumu bilinmiyor." diyerek,
cumartesi ve pazar günü orucuna dair Ümmü Seleme'den rivayet ettiği bu hadisi
zikretti ve ekledi: Abdülhak onu sahih görerek sükut etmiştir, Muhammed b.
Ömer'in durumu bilinmemektedir, ondan rivayette bulunan oğlu Abdullah b.
Muhammed b. Ömer'in durumu da bilinmemektedir. Buna göre ben hadisi
"hasen" görüyorum. Allah en iyisini bilendir.
İmam Ahmed ve Ebu Davud,
Abdullah b. Büsr el-Sülemi'den, o kızkardeşi Samma'dan rivayet etmiştir: Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Üzerinize farz kılınan oruç
(Ramazan ayı içindeki cuma günleri) müstesna cumartesi günü oruç tutmayınız.
Sizden biriniz (cumartesi günü) ancak bir üzüm kapçığı veya bir ağaç parçası
bile bulsa onu çiğnesin (oruç tutmamış olsun)." buyurmuştur.
Ulema bu iki hadis
hakkında ihtilaf etti. Allah rahmet etsin İmam Malik, Abdullah b. Büsr hadisini
kastederek: "Bu yalandır" dedi. Onun böyle dediğini Ebu Davud
kaydetmiştir. Tirmizi: "Bu hadis hasendir", Ebu Davud: "Bu hadis
mensuhtur", Nesai: "Bu muztarib bir hadistir" dedi. Alimlerden
bir cemaat şöyle demiştir: "Bu hadisle Ümmü Seleme hadisi arasında çelişki
yoktur. Bu günün orucunun yasaklanması yalnızca cumartesi günü (tek bir gün)
oruç tutmak sebebiyledir. Bunun üzerine Ebu Davud, Sadece Cumartesi Günü Oruç
Tutmanın Yasaklanması Babı diye bir bölüm açmıştır. Cumartesi günü oruç tuttuğu
hadisi, pazar günüyle birlikte tuttuğunu ifade eder." Dediler ki: Bunun
benzeri bir mesele yalnızca cuma günü oruç tutmanın yasaklanması, ancak bir gün
öncesiyle veya bir gün sonrasıyla beraber tutulmasının caiz olması meselesidir.
O gün oruç tutmanın sözkonusu güne bir tür saygı olduğunu ve saygı göstermek
hususunda ehl-i kitaba muvafakat etmek anlamına geldiğini söyleyenin zannı
böylece giderilir. Karşı çıkmaları o günde oruç tutmayı kapsasa bile, hürmet ve
saygı göstermek ancak tek başına o günde oruç tutmakla olabilir. Şüphesiz
hadis, sadece o gün oruç tutmak hakkında değildir. O gün, bir gün öncesiyle
veya sonrasıyle birlikte oruç tutulmasına gelince, bunda herhangi bir saygı
gösterme sözkonusu değildir. Allah en iyisini bilir.
8- Bütün Seneyi Oruçlu
Geçirmek:
Peşpeşe, devamlı oruç
tutmak (serd-i savm) ve savm-i dehr (buti bir seneyi oruçlu geçirmek)
Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünnetinden değildi. Aksine:
"Dehr orucu tutan, ne oruç tutmuştur, ne de tutmamıştır."
buyurmuştur. Bu sözüyle oruç tutulması haram kılınan günlerde oruç tutan
kimseyi kasdetmiş değildir. O, bunu, "Dehr orucu tutan kişi hakkında
görüşünüz nedir?" diye soran kimseye cevap olarak söylemiştir. Halbuki
haram kılınmış bir şeyi yapana "Ne tutmuştur, ne de tutmamıştır."
denilmez. Çünkü bu cevap, oruç tutup tutmamasının eşit olduğunu, sevap veya
ceza gerektirmeyeceğini çağrıştırmaktadır. Allah'ın tutulmasını haram kıldığı
orucu tutan böyle değildir (haramı işlediği için cezası vardır). Bu, haram kılman
oruca dair sorulan soruya uygun bir cevap değildir. Aynı zamanda savm-i dehri
müstehab görenlere göre de hem müstehabi, hem de haramı işlemiş olur. Çünkü
onlara göre hem oruç tutulması müstehab günlerde oruç tutarak müstehab işlemiş,
hem de oruç tutulması haram olan günlerde oruç tutarak haram irtikab etmiştir.
Her iki durumda da "Ne oruç tutmuştur, ne de tutmamıştır" denilmez.
Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sözünü buna yorumlamak açık bir
yanlıştır.
Hem oruç tutulması haram
olan günler, şeriatte müstesnadır ve o günlerde oruç tutmak şer'an mümkün
değildir. Bu günler şeriate göre gece ve hayız günleri gibidir. (Geceleyin ve
hayız günlerinde oruç tutulmadığı gibi, bu günlerde de tutulmaz.) Dolayısıyle
sahabe-i kiram o günlerde oruç tutulup tutulmayacağım sormamışlardır. Çünkü
oruç tutulması haram olan günlerin oruca elverişli olmadığını biliyorlardı. Hem
haram kılındığını bilmeselerdi, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
sahabeye: "Ne oruç tutmuştur, ne de tutmamıştır." diye cevap vermezdi.
Zira hadisde haram kılınışa dair bir açıklama yoktur.
O'nun kuşku götürmez
sünneti şudur: Bir gü» oruç tutup bir gün yemek savm-i dehrden daha
faziletlidir ve Allah'a daha hoş gelir. Peşpeşe bütün seneyi oruçlu geçirmek
(savm-i dehr) mekruhtur. Mekruh olmasaydı, şu üç imkansız şeyden biri
gerekirdi:
1) Savm-i dehrin, Allah
Teala'ya bir gün oruç tutup, bir gün tutmamaktan, (Hz. Davud orucundan) daha
hoş gelmesi ve daha faziletli olması gerekirdi. Çünkü savm-i dehr diğerinden
amel olarak daha fazladır. (Savm-i dehr tutan, Hz. Davud orucu tutandan sayı
hesabıyla daha çok oruç tutmuştur.) Fakat şu sahih hadisle bu reddedilmiştir:
"Allah'a en hoş gelen oruç Davud orucudur." Ve savm-i dehr, Hz. Davud
orucundan daha faziletli değildir.
2) Ya da faziletçe eşit
olmaları gerekirdi ki bu da mümkün değildir.
3) Veya her iki kutbu
birbirine eşit bir mubah olmaları, ne müstehab ne de mekruh olmamaları
gerekirdi ki, bu da mümkün değildir. Çünkü ibadetlerde böyle bir özellik
bulunmaz. Aksine ya yapılma tarafı ağır basar, ya da yapılmama. En iyi bilen
Allah'dır.
Denilirse ki: Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kim, Ramazan orucunu tutar,
sonra Şevval ayından da 6 gün oruç tutarak ona eklerse, savm-i dehr tutmuş gibi
olur." her aydan üç gün oruç tutan kişi için de: "İşte bu, savm-i
dehre denktir." buyurmuştur. Hadis, savm-i dehrin, kendisine denk
tutulanlardan daha faziletli ve bunun da istenen bir şey olduğuna delalet eder.
Sevabı diğer oruç tutanların sevabından daha çoktur, öyle ki bu oruçları
tutanlar kendisine benzetilmiştir.
Cevap: Ölçüsü
belirtilmiş bir konudaki bu tesbihin bizzat kendisi bu orucun müstehab
oluşundan öte caiz olmasını bile gerektirmez. Yalnızca, eğer müstehap olsaydı
sevapda ona benzerdi anlamını icabettirir. Böyle olduğunun delili hadisin
bizzat kendisindedir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) her ay üç gün
oruç tutmayı savm-i dehr'e denk görmüştür. Zira bir iyiliğin on kat sevabı
vardır. Bu ise, her ay üç gün oruç tutanın 360 gün oruç tutan sevabını elde
etmesini gerektirir. 360 gün oruç tutmanın ise kesinlikle haram olduğu
malumdur. Öyleyse burada kastedilen 360 gün oruç tutmanın meşru olduğunun
takdir edilmesi halinde bu sevabın hasıl olduğudur. Şevval ayında 6 gün oruç
tutmanın Ramazan orucuyla birlikte bir senelik oruç tutmaya denk olduğunu ifade
eden hadis de böyledir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu
belirttikten sonra: "Kim bir iyilik yaparsa 10 kat sevab kazanır"
ayetini [En'am, 160] okudu. İşte bu 36 günlük oruç, 360 günlük oruca denk gelir.
Oysa 360 gün oruç tutmak ise ittifakla caiz değildir. Fakat bunun benzeri
adeten kendisine benzetilenin davranışının mümkün olmadığı hatta muhal olduğu
konularda gelebilir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) böyle yapan
kimseyi bunu yapmanın mümkün olduğu takdir edilerek ona benzetmiştir. Nitekim
cihada denk bir amelin var olup olmadığına dair soru soran sahabiye:
"Mücahid cihada gittiğinde (dönünceye kadar) usanmaksızm namaz kılmayı ve
bozmaksızın oruç tutmayı başarabilir misin?" diye karşılık vermiştir.
Şer'an 360 gün oruç tutmak nasıl mümkün değilse bunun da adeten mümkün
olmayacağı malumdur. Faziletli ameli ara vermeden namaz kılmaya ve oruç tutmaya
benzetmiştir. Bunun açık bir ifadeyle: Allah'ın en çok sevdiği namaz, Hz.
Davud'un namazıdır ve bu namaz, sahih sünnetin açık ifadesiyle gecenin tamamını
namazla geçirmekten daha faziletlidir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) yatsı ve sabah namazlarım cemaatle kılan kişinin bütün bir geceyi
namazla geçirmiş gibi olacağım da örnek vermiştir.
Soru: Peki Ahmed b.
Hanbel'in Müsned'inde geçen; Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Savm-i dehr tutan kişinin üzerine cehennem şöyle oluncaya kadar
daraltılıp sıkıştırılır" buyurup avucunu yumdu, şeklindeki Ebu Musa
el-Eş'ari hadisi hakkında ne diyeceksiniz?
Cevap: Hadisin anlamı
hakkında ihtilaf edilmiştir. Bir görüşe göre, başkası ondan daha faziletlidir
diye inandığı, nefsini zahmete soktuğu, ona yük yüklediği ve Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünnetinden yüz çevirdiği için bu hususta sadece
söz konusu orucu tutana has bir daraltmadır. Diğerlerine göre ise, bu şahıs
için cehennem öyle daraltıldı ki, ona orada bir yer kalmadı. Bu grup bu te'vili
şu sebeple tercih etti: Oruçlu, nefsine şehvet yollarını oruçla daraltınca
Allah da ona cehennemi daralttı ve orada onun için bir yer kalmadı. Çünkü Allah
cehennemin yollarını o kişi için daralttı. Birinci grup hadisin o şekilde
tevilini şu sebeble tercih etti: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu
anlamı kasdetseydi "O kişi için daraltıldı" derdi. "Kişinin
üzerine daraltma" ifadesi, ancak kişi cehennemde olursa mümkündür. Dediler
ki: "Bu te'vil savm-i dehrin mekruh olduğunu ifade eden hadislere uygundur
ve adı geçen orucu tutan oruç tutmamış kişi gibidir." Allah en iyisini
bilir.
9- Nafile Orucun Kazası:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ailesinin yanına girer ve "Yanınızda,
yiyecek bir şey var mı?" diye sorardı. "Yok" derlerse,
"Öyleyse ben oruçluyum" derdi. Böylece nafile oruca gündüzden niyet
ederdi. Zaman zaman nafile oruca niyet eder, sonra da bozardı. Hz. Aişe
(r.anha), Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hem öyle hem de böyle
yaptığını haber vermiştir. İlki Sahih-i Müslim'de, ikincisi de Nesai'nin Kitab'ındadır.
Sünen'de Hz. Aişe'nin rivayet ettiği şu hadise gelince: "Ben ve Hafsa
oruçlu idik. Bize canımızın çektiği bir yiyecek geldi. Ondan yedik. Sonra
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldi. Hafsa beni atlatarak -ne de
olsa babasının kızıydı- Rasulullah'a sordu: Ey Allah'ın Rasulü, oruçluyduk,
bize canımızın çektiği bir yiyecek geldi. Biz de ondan yedik. Rasulullah:
Yerine bir gün kaza orucu tutun! buyurdu. " Hadis illetlidir.
Tirmizi şöyle der: Malik
b. Enes, Ma'mer, Abdullah b. Ömer, Ziyad b. Sa'd ve pekçok hadis hafızı
Zühri'den o da Hz. Aişe'den mürsel olarak rivayet etmişler ve senedde
"Urve'den" ifadesini kullanmamışlardır. En sahihi budur. Hadisi Ebu
Davud ve Nesai, Hayve b. Şurayh - İbnü'l-Had - Urve'nin kölesi Zümeyl - Urve
yoluyla Hz. Aişe'den mevsul olarak rivayet etmişlerdir. Nesai; "Zümeyl
meşhur değildir." diyor. Buhari ise: "Zümeyl'in Urve'den, Yezid b.
el-Had'ın Zümeyl'den hadis işittiği bilinmiyor, bu hadisle delil
getirilmez", demiştir.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) oruçlu olduğu halde bir yere misafir olduğunda orucunu
tamamlardı, bozmazdı. Nitekim Ümmü Süleym'in yanına girdiğinde, Ümmü Süleym,
Peygamberce (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hurma ve yağ getirmişti,
"Yağınızı kırbasına ve hurmanızı kabına geri koyun, çünkü ben
oruçluyum" buyurmuştu. Fakat Ümmü Süleym Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) yanında ev halkı (ehl-i beyti) gibiydi. Üstelik Sahih'te Ebu
Hureyre'den (r.a.) rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Biriniz oruçlu iken yemeğe davet edildiğinde 'ben oruçluyum'
desin." buyurmuştur.
İbn Mace, Tirmizi ve
Beyhaki'nin Hz. Aişe'den merfu olarak rivayet ettikleri; "Bir yere misafir
olan, kendisini ağırlayanların izni olmaksızın oruç tutmasm!" hadisi
hakkında Tirmizi: "Hadis münkerdir, sikalardan hiç birinin bu hadisi Hişam
b. Urve'den rivayet ettiğini bilmiyoruz." demiştir.
10- Sadece Cuma Günü
Tutulan Oruç:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gerek fiil, gerek söz ile yalnız cuma günü oruç
tutmanın mekruh olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca Cabir b. Abdullah, Ebu Hureyre,
Cuveyriye bt. el-Haris, Abdullah b. Amr, Cünade el-Ezdi ve daha başka
sahabilerden Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sadece cuma günü
(bir tek gün) oruç tutmayı yasakladığı sahih olarak rivayet edilmiştir.İmam
Ahmed'in rivayetine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashaba
cuma günü oruç tutmadığını göstermek için cuma günü minberde iken su içmiş ve
cuma günü oruç tutmanın o günün bayram günü olması sebebiyle yasaklandığını
ifade etmiştir. Nitekim Ahmed b. Hanbel'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği
hadiste, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Cuma günü bayram
günüdür. Bayram gününüzü oruç günü haline getirmeyiniz. Ancak öncesinde
(perşembe) veya sonrasında (cumartesi) oruç tutarsanız, o başka."
buyurmaktadır.
"Bir gün önceki ve
bir gün sonraki günde oruç tutmakla bayram günü oruç tutulmaz." denilirse,
şöyle cevap verilir: Cuma günü bayrama benzetildiğinde, ona benzemesinden
ötürü, oruç tutmak için özellikle cumayı seçmenin yasak olduğu sonucu çıkar.
Artık bir gün önce veya bir gün sonra oruç tutarsa onu özellikle seçmiş olmaz.
Hükmü de ayın tamamı veya on günü ya da bir gün oruç tutup bir gün yemek
suretiyle tutulan veya arefe ve aşure günü tutulan oruçların Cuma gününe
rastlaması gibidir. Sayılanların hiçbirinde oruç tutmak mekruh değildir.
Soru: Peki, Abdullah b.
Mes'ud hadisini ne yapıyorsunuz? Abdullah b. Mes'ud diyor ki:
"Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma günü oruç yediğini
görmedim." (Yani cuma günleri devamlı oruç tutardı.) Bu hadisi, Sünen
sahipleri kaydetmiştir.
Cevap: Sahihse kabul
ederiz ve bir gün öncesiyle veya bir gün sonrasıyla birlikte oruç tutulacağına
hamledilmesi ortaya çıkmış olur. Sahih değilse reddederiz, çünkü garip
hadislerdendir. Tirmizi de, hadis hakkında: "Bu hadis, hasendir,
garibtir." demektedir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: