ZADU’L-MEAD

İKİNCİ KİTAP PEYGAMBER'İN (S.A.)

İBADETLER KONUSUNDAKİ TUTUMU

 

ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

İ) HZ. PEYGAMBERİN (S.A.) CUMA KONUSUNDAKİ TUTUMLARI

 

1- Cuma Gününün Üstünlüğü

2- İlk Cuma Namazı

3- Hz. Peygamber'in (s.a.) İlk Hutbesi

4- Cumanın Özellikleri

5- Hz. Peygamber'in (s.a.) Hutbelerinin Özellikleri

6- Hz. Peygamber'in (s.a.) Hutbe Esnasındaki Tavırları

7- Cuma Namazından Önce Sünnet Namaz Yoktur

8- Cumadan Sonraki Sünnet Namaz

 

1- Cuma Gününün Üstünlüğü:

 

Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdukları naklolunmaktadır: "Bizler (diğer semavi din mensublarına göre) en sonra gelenleriz; kıyamet günü ise en başa geçecek ilkleriz. Şöyle ki, bizden öncekilere kitap gönderildi. Ardından onlar, Allah'ın kendilerine/arz kıldığı gün, bu (cuma günü) iken, bu konuda görüş ayrılığına düştüler (de başka günleri takdis ettiler). Allah bugünü tayin edip bizi doğruya ulaştırdı. Artık bu meselede insanlar bize uymuştur. Yahudilerin (ibadet günü) yarın, hıristiyanlarınki ise öbür gündür. "

 

Müslim Sahih'inde Ebu Hureyre (r.a.) ve Huzeyfe'den (r.a.) rivayet eder ki, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlardır: "Allah, bizden öncekileri cumadan şaşırttı. Yahudilerin özel günü cumartesi, hıristiyanlarınki ise pazar oldu. Derken Allah, bizi dünyaya getirdi ve bize cuma gününü gösterdi. Böylece cuma, cumartesi, pazar günlerini (ibadet günü) kılmış oldu. İşte bu şekilde onlar kıyamet günü yine bizim peşimizden geleceklerdir. Bizler en son gelen dünyalılarız. Kıyamet günü en başta gelen bizler olacağız. Herkesten önce lehine hüküm verilenler bizler olacağız."

 

Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde ve Sünen kitaplarında Evs b. Evs yoluyla Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şu hadis naklolunmaktadır: "Günlerinizin en faziletli olanlarından biri de cuma günüdür. Allah Adem'i o gün yarattı. Adem'in ruhu o gün alındı. Sur'a o gün üflenecek ve o gün kıyamet kopacaktır. Bu sebeple o gün bana çok salat ü selam gönderiniz. Çünkü salat ü selamlarınız bana arzolunur." Sordular:

 

—Ey Allah'ın Rasulü! Sen çürümüşken bizim salat ü selamlarımız sana nasıl arzolunur?

 

Şu cevabı verdi:

 

"Şüphesiz Allah, yere, peygamberlerin cesedlerini yemeyi haram etmiştir." Ayrıca bu hadisi Hakim Müstedrek\t, İbn Hibban da Sahihimde rivayet etmiştir.

 

Tirmizi Sünen'inde Ebu Hureyre'den Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Üzerine güneş doğan günlerin en hayırlısı cuma günüdür. O gün Allah, Adem'i yaratmıştır. Adem o gün cennete konulmuş ve yine o gün çıkarılmıştır. Kıyamet de cumadan başka bir günde kopmayacaktır." Tirmizi "Bu hadis hasen-sahihtir" demiş, Hakim ise sahih hükmünü vermiştir.

 

Yine Müstedrek'te, Ebu Hureyre'den merfu yolla (Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nisbet edilerek) şu hadis nakledilmektedir: "Günlerin efendisi, cuma günüdür. Adem o gün yaratılmış, o gün cennete konulmuş ve o gün cennetten çıkarılmıştır. Kıyamet de cumadan başka bir günde kopmayacaktır.

 

İmam Malik, Muvatta adlı eserinde Ebu Hureyre'den aktardığı şu hadisi kaydeder: "Üzerine güneş doğan günlerin en hayırlısı cuma günüdür. Adem o gün yaratılmış, o gün (yeryüzüne) indirilmiş, o gün tevbesi kabul edilmiş ve o gün vefat etmiştir. Kıyamet o gün kopacaktır. Cinler ve insanlar dışında bütün yaratıklar cuma günü mutlaka tanyeri ağardıktan gün doğuncaya kadar, kıyamet belki bugün kopar korkusuyla kulak kabartırlar. O gün içinde öyle bir saat vardır ki, müslüman bir kul namaz kıldığı halde o saate rastlar da Allah'tan bir şey dilerse muhakkak Allah, onun dileğini yerine getirir." Ebu Hureyre sözlerine devamla şu olayı anlatıyor: Ka'b (el-Ahbar): "Bu, her senede bir gündür" dedi. Ben: "Hayır, her cumadır" dedim. Bunun üzerine Ka'b gitti Tevrat'ı okudu ve: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) doğru söylemiş" dedi. Bu olaydan sonra Abdullah b. Selam'la karşılaştım. Ona, Ka'b'la görüşmemi anlattım. ibn Selam: "O saatin hangi saat olduğunu biliyorum." dedi. "Öyleyse bana söyle" dedim. "Cuma günü içindeki en son saattir" dedi. "Nasıl olur? Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): Müslüman bir kul namaz kıldığı halde ona rastlarsa... buyurdular; bu (en son) saatte ise namaz kılınmaz" diye itiraz ettim, İbn Selam: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): Namaz kılmak için bir yere oturup bekleyen kişi, namaz kılıncaya kadar namazdadır, buyurmadılar mı?" diye karşılık verdi.

 

İbn Hibban da Sahihinde merfu olarak şu hadis-i şerifi naklediyor: "Güneş, cuma gününden daha hayırlı bir gün üzerine doğmamıştır. "

 

İmam Şafii'nin Müsned'inde Enes b. Malik'den (r.a.) rivayet edilen şu hadis yer almaktadır: Enes diyor ki: Cibril (a.s.), Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldi. Elinde beyaz bir ayna ve aynada (siyah) bir nokta vardı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sordu:

 

—Bu nedir? Cibril cevap verdi:

 

—Bu, cuma günüdür. Sen ve ümmetin bu günle taltif olundunuz. İnsanlar, yahudi ve hıristiyanlar bu günde size uymuşlardır. Bu günde sizin için hayır vardır. Bu günde bir an vardır ki, inançlı bir kul o anda" Allah'a dua edip hayır dilerse, muhakkak duası kabul olunur. Biz bugüne "Mezid = Bereketli gün" diyoruz.

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):

 

—Ey Cibril! Mezid günü, ne demektir? diye sordu.

 

—Rabbin, Firdevs cennetinde, içinde miskten tepecikler bulunan çok geniş bir vadi yarattı. Cuma günü olunca Allah (c.c.) meleklerinden dilediği kadar indirir. (Vadinin) etrafında, üzerlerinde peygamberlerin oturakları bulunan nurdan minberler vardır. Allah bu minberleri yakut ve zebercedlerle süslü altın minberlerle kuşatmıştır; bunların üzerlerinde de şehitler ve siddıklar bulunmaktadır. Peygamberlerin arkasından şehidler ve sıddiklar o tepeciklere otururlar. Allah (c.c), onlara hitaben buyurur ki: "Ben, sizin Rabbinizim. Ben size olan va'dimi tuttum. Şimdi benden isteyin isteyebildiğinizi, vereyim." Onlar da cevaben: "Rabbimiz! Biz, Senin rızanı istiyoruz." derler. Bunun üzerine Allah (c.c): "Ben, sizden razıyım. İstediğiniz her şey sizindir. Benim katımda dahası var." buyurur. Onlar da cuma gününü, bu günde Rableri kendilerine hayırlar ihsan ettiği için severler... İşte bu gün, yüceler yücesi Rabbinin (c.c), Arş üzerine istiva ettiği gündür. O gün Adem'i yarattı. Kıyamet de o gün kopacaktır.

 

İmam Şafii, bu hadisi şu senedle rivayet etmiştir: İbrahim b. Muhammed - Musa b. Ubeyde - Ebu'l-Ezher Muaviye b. İshak b. Talha - Abdullah b. Ubeyd - Umeyr b. Enes.

 

Sonra Şafii diyor ki: İbrahim, Ebu İmran İbrahim b. el-Ca'd'dan, o da Enes'ten buna benzer bir hadis nakletmektedir.'

 

İmam Şafii, bu üstadı İbrahim hakkında iyi düşünürdü. Fakat İmam Ahmed b. Hanbel (r.h.) onun hakkında: Mutezilidir, cehmidir, kaderidir... Onda her bela vardır" demiştir.

 

Bu hadisi ayrıca Ebu'l-Yeman el-Hakem b. Nafi, Safvan'dan, o da Enes'ten, Enes de: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: "Cibril, bana geldi..." şeklinde hadisi nakletmektedir.

 

Muhammed b. Şuayb da, Gufra'nın azadlı kölesi Ömer yoluyla Enes'ten nakletmektedir.

 

Ebu Zahye de Osman b. Umeyr yoluyla Enes'ten rivayet etmektedir.

 

Ebu Bekir b. Ebi Davud, bu hadisin bütün rivayet yollarım bir araya toplamıştır.

 

Ahmed b. Hanbel, Müsned'inde Ali b. Ebi Talha yoluyla Ebu Hureyre'den şu hadisi rivayet ediyor: Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) birisi sordu: "Niçin bu güne cuma adı verildi?" Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdular: "Çünkü o günde baban Adem'in çamuruna şekil verildi. Bütün canlılar o gün ölecektir. Yeniden diriliş o gündür. Allah'ın yakalaması o gündür. O günün sonunda üç saat vardır ki, bunlardan birinde Allah'a dua edenin duası kabul olunur.

 

Hasan b. Süfyan en-Nesevi Müsned'inde, Ebu Mervan Hişam b. Halid el-Ezrak - Hasan b. Yahya el-Huşeni - Gufra'nın azadlı kölesi Ömer b. Abdillah - Enes b. Malik zinciriyle rivayet eder ki Enes, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu işitmiş: "Elinde, ortasında siyah bir benek bulunan beyaz ayna şeklinde bir şeyle Cibril, bana geldi. Sordum:

 

—Ey Cibril! Bu nedir?

 

Cevap verdi:

 

—Bu, Cumadır. Senin için ve senden sonra da ümmetin için bayram olsun diye bunu sana getirmekle görevlendirildim.

 

—Ey Cibril! O günde bizim için ne var?

 

—O gün sizin için pekçok hayır vardır. Sizler, en sonra gelenlersiniz. Kıyamet günü ise siz başa geçeceksiniz. O günde bir saat vardır ki, müslüman bir kul o saatte namaz kılar, Allah'tan herhangi bir şey dilerse, mutlaka Allah ona dilediğini verir.

 

—Ey Cibril! Öyleyse bu siyah nokta nedir?

 

—Bu, cuma günündeki bir saattir. Cuma, günlerin efendisidir. Biz, ona "Mezid Günü" deriz.

 

—Ey Cibril! Mezid Günü ne demektir?

 

—Rabbın, Cennette beyaz miskten, çok geniş bir vadi yarattı. ahiret günlerinden cuma günü olunca Rab (c.c). Arş'ından, Kürsi'sine iner.

 

Kürsi nurdan minberlerle kuşatılır. Bu minberlere peygamberler oturur. Minberler, altın kürsilerle kuşatılır. Onlara 4a sıddıklar ve şehidler oturur. Köşk sahipleri köşklerinden iner misk tepeciklerine otururlar. Minber ve kümlerde oturanların meclisteki üstünlüklerini görmezler. Sonra celal ve ikram sahibi yüceler yücesi Mevla zuhur eder ve şöyle der: "İsteyin Benden isteyebildiğinizi" Hep birden derler: "Ey Rab! Senden hoşnutluk dileriz.'' Allah, onlardan hoşnut olduğunu söyler, ardından ekler: "İsteyin Benden isteyebildiğinizi" Herkes dileklerini bildirir. Nihayet onlardan herbir kulun ihtiyacı sona erer.

 

(Cibril devamla) der ki: Sonra onlara hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir insanın hatırına bile gelmeyen şeyler verilir. Sonra da Cebbar olan Allah, Kürsi'sinden Arşına, köşk sahipleri de köşklerine yükselir.,

 

Onlar ya beyaz inciden, ya kırmızı yakuttan ya da yeşil zümrütten birer odadır. Onlarda ne bir yarık, ne bir çatlak vardır. İçleri apaydınlıktır. Nehirleri içlerindedir. Yahut da (Cibril) şöyle dedi: Hepsi bir ayardadır, birbirine yakındır. Meyveleri içlerindedir. İçlerinde hanımlar, hizmetçiler ve meskenler vardır. (Cibril) dedi ki: Tıpkı dünya halkının dünyada birbirlerine yağmuru müjdeledikleri gibi cennet halkı da cennette birbirlerine cuma gününü müjdelerler. "

 

İbn Ebi'd-Dünya Sıfatu'l-Cenne adlı kitabında Ezher b. Mervan er-Rakkaşi - Abdullah b. Arafe es-Şeybani - Kasim b. Mutayyib - el-A'meş - Ebu Vail - Huzeyfe zinciriyle Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şu hadisi nakletmektedir: Cibril, elinde en güzel, en parlak görünüşlü bir ayna ile yanıma geldi. Fakat ne görelim, aynanın ortasında siyah bir parıltı yok mu! Sordum:

 

—Aynada gördüğüm bu parıltı nedir?

 

—Cumadır.

 

—Cuma ne demek?

 

—Rabbinin günlerinden büyük bir gündür. Şimdi sana onun dünyadaki şeref ve faziletini, dünyadakiler için o günden beklenen faydalan ve bugünün ahirette hangi isimle anıldığını haber vereceğim. Dünyadaki şeref ve faziletine gelince; Çünkü Allah (c.c.) halkın işini o günde bir araya getirmiştir. Dünyadakiler için o günden beklenen fayda da şudur: Bu günde öyle bir an vardır ki, o anda, kadın olsun erkek olsun müslüman bir kul Allah'tan (c.c.) bir hayır dilerlerse mutlaka Allah, onların dileklerini yerine getirir, ahiretteki şerefine, faziletine ve ismine gelince; Allah (c.c), cennetlikleri cennete, cehennemlikleri de cehenneme yollayınca üzerlerinden bu günler ve geceler geçmeye başlar. O gece ve gündüzlerin içindeki her gece ve gündüzün miktarını ve anlarım ancak Allah (c.c.) bilir. Cuma günü olup cennet halkı cumalarına çıkınca bir tellal cennet halkına: "Ey cennet halkı! Mezid vadisine çıkın!" diye bağırır. Mezid vadisinin uzunluk ve genişliğini Allah'tan başka hiç kimse bilemez. Bu vadide dorukları gökte misk tepecikleri vardır.

 

Peygamberlerin hizmetçileri nurdan minberler, mü'minlerin hizmetçileri de yakut kürsiler çıkarırlar. Bu minber ve kürsiler yerlerine konup herkes yerini alınca Allah, onların (Peygamberler ve mü'minlerin) üzerlerine Müsire denilen bir rüzgar gönderir. Bu rüzgar misk yayar. Miski, peygamberler ve mü'minlerin elbiseleri altından girdirir, yüzlerinde ve saçlarında (ortaya) çıkartır.

 

O miskle ne yapılacağını -kendisine yeryüzündeki bütün güzel kokular verilse herhangi biriniz karısı ne yapabilirse- işte bu rüzgar o kadından daha iyi bilir.

 

Sonra Allah (c.c.) Arş'ı taşıyan meleklere: "Onu, oradakilerin aralarına bırakın" diye vahyeder. Allah'tan işittikleri ilk söz şu olur: "Beni görmeden Bana baş eğen, peygamberlerimi tasdik eden, emrime uyan kullarım! Yaklaşın Bana. İsteyin isteyebildiğinizi. Bu gün, Mezid günüdür." Hep bir ağızdan: "Rabbimiz! Yüzünü görmek isteriz" derler. Allah (c.c.) perdeleri aralar, onlara tecelli eder. Onları O'nun nurundan bir tek parça öyle bir bürür ki, şayet yanmamalarına hükmetmiş olmasa onları bürüyen o nurdan yanar kavrulurlardı. Sonra onlara: "Yerlerinize dönün" komutu verilir. Allah herbirine daha önceki derecesinden bir kat daha fazlasını verir. Herkes yerine döner. Fakat onları bürüyen Allah'ın nurundan dolayı birbirlerini göremezler. Artık hanımlarının yanlarına varınca nur onlardan ayrılır, böylece ilk suretlerine dönerler. Hanımları: "Yanımızdan çıktığınızda çehreniz başkaydı, şimdi bir başka!" diye şaşkınlıklarını belirtirler. Onlar da: "Çünkü Allah (c.c.) bize tecelli etti. O'ndan görebildiğimizi gördük". derler.

 

Vallahi, hiçbir yaratık Allah'ı ihata edemez. Ancak Allah, onlara dilediği kadarıyla celal ve azametini gösterir. İşte onların "O'ndan görebildiğimizi gördük" demeleri de bundandır.

 

Onlar (peygamberler ve mü'minler) cennetin misk kokuları ve nimetleri içinde her hafta bir öncekine göre bir kat daha derece itibariyle yükseltilmiş olarak rahat bir hayat sürerler.

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: "İşte bu ayet bunu gösterir: Yaptıklarına karşılık onlar için saklanan, gözleri ışıl ışıl edecek nimetleri hiç kimse bilemez. [Secde, 17] Ayrıca bu hadisi, buna benzer ifadelerle Ebu Nuaym, Sıfatu'l-Cenne adlı eserinde isme b. Muhammed - Musa b. Ukbe - Ebu Salih - Enes senediyle rivayet etmiştir.

 

Ebu Nuaym yine Sıfatu'l-Cenne adlı eserinde el-Mes'udi - el-Minhal - Ebu Ubeyde yoluyla Abdullah (b. Mes'ud)'un şöyle dediğini nakleder: Dünyadayken cumaya koşuşun. Çünkü Allah (c.c), her cuma beyaz kafurdan bir tepe üzerinde cennet halkına gözükür. Allah'a yakınlıkları, cumaya acele etmeleri ölçüsündedir. Allah, onlara daha önce görmedikleri yeni ihsanlarda bulunur. Ailelerinin yanına kendilerine sunulan yeni yeni ihsanları almış olarak dönerler.

 

 

 

2- İlk Cuma Namazı:

 

İbn İshak der ki: Muhammed b. Ebi Ümame b. Sehl b. Huneyf bana babası (Ebu Ümame)'den, o da Abdurrahman b. Ka'b b. Malik'den rivayet etti. Abdurrahman: "Babam Ka'b gözlerini kaybettikten sonra onu ben gözetir oldum. Cuma namazına götürdüğümde ne zaman cuma ezanını işitse Ebu Ümame, Es'ad b. Zürare için rahmet dilerdi. Böyle bir müddet devam etti. Sonra kendi kendime: Nedir bu, niçin bunun sebebini babama sormuyorum? dedim. Her zaman olduğu gibi yine (bir gün) onu cumaya götürdüm. Yine cuma ezanını işitince Es'ad b. Zürare'ye rahmet diledi. Sordum:

 

—Babacığım! Her zaman cuma ezanını işittiğinde Es'ad b. Zürare'ye rahmet okuyorsun. Bunun sebebi nedir?

 

—Ey yavrucuğum! Çünkü Es'ad, bize Nakiu'l-Hadamat denilen bir kara taşlıktaki Beyada oğullarının köyünde Hezmü'n-Nebit semtinde Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelmeden önce Medine'de ilk cuma namazını kıldıran kişidir.

 

—O gün kaç kişiydiniz?

—Kırk erkek idik."

 

Beyhaki der ki: "Muhammed İbn İshak raviden işittiğini (semamı) söyler, ravi de sika (güvenilir) biri olursa sened doğrulur. Bu hadisin senedi hasen-sahihtir."

 

Derim ki: Bu olay, cumanın başlangıcı oldu. Sonra Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye geldi. İbn İshak'ın da dediği gibi Küba'da Amr b. Avf oğulları yanında pazartesi, salı, çarşamba ve perşembe günleri kaldı ve bu esnada onların mescidlerini tesis etti. Sonra cuma günü (yola) çıktı. Salim b. Avf oğullarının yanlarına vardığında cuma vakti girdi. (Ranuna) vadisinin ortasındaki mescidde cuma namazını kıldırdı. Bu namaz Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'de kıldırdığı ilk cuma namazı oldu. Bu olay Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendi mescidini inşa etmezden önce gerçekleşmişti.

 

 

 

3- Hz. Peygamber'in (s.a.) İlk Hutbesi:

 

İbn İshak dedi ki: Ebu Seleme b. Abdurrahman'dan bana ulaşan bir habere göre -Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) söylemediğini söyledi göstermekten Allah'a sığınırız- Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ilk hutbesi şöyle olmuştu: Hitabet için cemaatın arasında ayağa kalktı. Allah'a yaraşır bir şekilde O'na hamd etti, övgüde bulundu. Sonra şunları söyledi:

 

Ey insanlar! Kendiniz için ahirete önceden azık gönderiniz. Elbet bilirsiniz ki vallahi herbiriniz ölecek, sürüsünü çobansız bırakacaktır. Sonra Rabbi Allah -arada ne bir tercüman, ne bir alıkoyucu engel bulunacak- ona şöyle diyecektir: "Sana, Benim elçim gelip buyruklarımı tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verdim, ihsanda bulundum. Ya sen kendin için ahirete ne gönderdin!" O da sağma-soluna bakacak, hiçbir şey göremeyecek. Sonra önüne bakacak, orada da cehennemden başkasını göremeyecek. Öyleyse yarım hurma ile de olsa kendisini cehennemden korumaya gücü yeten (o hayrı) işlesin. Onu da bulamayan güzel sözle kendini korumaya çalışsın.

 

Çünkü bir iyiliğe karşılık on mislinden yedi yüz misline kadar sevap verilir. Selam size. Allah'ın rahmet ve bereketleri üzerinizde bulunsun.'

 

İbn İshak diyor ki: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir sonraki hutbesinde şöyle buyurdular:

 

—Şüphesiz hamd, Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım dilerim. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola ilettiğini hiç kimse saptıramaz. Saptırdığını da hiç kimse doğru yola iletemez. Tanıklık ederim ki, Allah'tan başka tapılacak yoktur. O tekdir, ortağı yoktur. Sözlerin en güzeli Allah'ın Kitab'ıdır. Allah, kimin kalbini Kur'an'la süsler ve onu küfürden sonra islamiyete girdirir, o da Kur'an'ı insanların sözlerine tercih ederse, işte o kimse kurtuluşa ermiştir. Şüphesiz Kur'an, sözlerin en güzeli ve en belağatlisidır. Allah'ın sevdiğini seviniz! Allah'ı bütün kalbinizle seviniz! Allah'ın kelamını (okumaktan) ve Allah'ı anmaktan usanmayınız. Allah'ın kelamına karşı kalbleriniz katı kalmasın. Çünkü O, Allah'ın yarattığı herşeyin en hayırlısını ayırıp, seçer. Allah, Kitabında amellerin hayırlısını, kulların seçkinlerini, sözlerin iyisini ve insanlar için helal-haram ne varsa hepsini zikreder. Allah'a kulluk ediniz, O'na hiçbir şeyi ortak tutmayınız. O'na yaraşır şekilde O'ndan saakmınız. Kendi ağızlarınızla Allah'a verdiğiniz güzel sözleri tutunuz. Allah'ın aranıza ihsan ettiği tek bir ruhla birbirinizi seviniz. Şunu bilesiniz ki Allah, kendisine verilen sözün yerine getirilmemesine gazaplanır. Selam size. Allah'ın rahmeti ve bereketleri üzerinizde bulunsun.

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir kısım hutbeleri, O'nun hutbelerdeki tavırları bahsinde yukarıda geçti.

 

 

 

4- Cumanın Özellikleri:

 

Bu güne tazim ve saygı göstermek, başka günlerde yapmadığı ibadetleri bu günde yapmak Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) özel tavırlarındandı. Alimler, cumanın mı yoksa arefe gününün mü daha faziletli olduğunda iki farklı görüş ileri sürmüşlerdir: Bu iki görüş İmam Şafii'ye müntesip alimlerce ileri sürülmüştür.

 

 

1. Cuma Günleri Sabah Namazında Secde ve Dehr Surelerini Okun

 

1- Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), cuma günleri sabah namazında Secde ve Dehr surelerini okurdu. Bilgisiz pekçok kimse bu sureleri okumaktan maksat (Secde suresinde secde ayeti geçtiği için) bu namaza ait olmak üzere fazladan bir secde yapmak olduğunu zannediyor ve bu secdeye "Cuma secdesi" adını veriyor; bu sureyi okumadıklarında, içinde secde ayeti geçen başka bir sure okumayı müstehap görüyorlar. Bundan dolayı cahillerin kuruntularına meydan vermemek için cuma günleri sabah namazında devamlı bu sureyi okumayı bazı imamlar mekruh saymışlardır. Şeyhülislam İbn Teymıye'nin şöyle dediğini işittim:

 

"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma günleri sabah namazında bu iki sureyi okurdu. Çünkü bu sureler, cuma günü olmuş ve olacak hadiseleri içermektedir. Bu iki surede Hz. Adem'in yaratılışı, ahiret hayatının tasviri ve kulların yeniden diriltilişleri anlatılmaktadır ki, bütün bu olaylar cuma günü olacaktır. Bu surelerin bu günde okunması, o günde olmuş ve olacak şeyleri ümmete hatırlatma hedefine yöneliktir. (Namaz sonunda yapılan) secde ise (okunan sureye) tabi olarak gelmiştir; yoksa doğrudan doğruya hedef olup da namaz kılanın, uygun düştüğü yerde maksatlı olarak okuyacağı bir şey değildir."İşte bu durum cuma gününün hususiyetlerinden biridir.

 

 

2. Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Çokça Salavat Getirmek:

 

Cuma günü ve gecesi Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) çokça salavat getirme müstehab kılınmıştır. Allah elçisi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki: "Cuma günü ve cuma gecesi bana çokça salavat getiriniz."

 

Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) insanların efendisi, cuma günü ise günlerin efendisidir. Bu günde O'na salavat getirmede diğer günlerde olmayan bir meziyetin mevcudiyeti yanında bir başka hikmet vardır ki o da şudur: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ümmeti dünya ve ahirette her ne hayra nail olmuşlarsa O'nun sayesinde nail olmuşlardır. Allah, O'nun yüzü suyu hürmetine hem dünya hem ahiret saadetini onlara bahsetmiştir. Onlara verilecek en büyük lütuf ve ihsanlar, cuma günü ellerine geçecektir: Cennetteki köşk ve saraylarına o gün gönderileceklerdir; cennete girdikleri zaman kendilerine fazladan ihsanlar bahşedilecek olan Mezid günü, o gündür; dünyada iken o gün onlar için bayram günüdür; o gün Allah (c.c.) hepsinin isteklerini yerine getirip, ihtiyaçlarını giderir, hiçbirinin isteğini geri çevirmez. Bütün bunlar sadece O'nu peygamber tanımalarına karşılık olarak O'nun sayesinde ve O'nun aracılığıyla kendilerine verilmiştir. O halde teşekkür etmek, minnet borcundan kurtulmak ve birazcık da olsa hakkını ödeyebilmek için cuma günü ve gecesi O'na çokça salatu selam yollamalıyız.

 

 

3. Cuma Namazı ve Müslümanların Toplanması:

 

Cuma namazı: İslam'ın en kuvvetli farzlarından ve müslümanların en büyük toplantılanndandır. Arefe günü Arafat'ta bir araya gelişi istisna edersek, cuma toplantısı, en kalabalık bir toplantı ve müslümanların uymaları gerekli en kuvvetli bir farzdır.

 

Küçümseyerek bu toplantıyı terkedenin kalbini Allah mühürler. Kıyamet günü cennet halkının (Allah'a) yakınlığı ve Mezid günü ziyarete gitme önceliği, imama cuma günkü yakınlıkları ve cumaya erken gelişlerine göre olacaktır.

 

 

4. Cuma Günü Gusletmek:

 

Cuma günü gusül emredilmiştir. Bu emir gerçekten müekked (kuvvetli) bir emirdir. Bu guslün vücubu, şu hususların vücubundan daha kuvvetlidir: Vitir namazı, namazda besmele okuma; kadınlara dokunma, erkeklik aletine el sürme, namazda kahkaha atma, burun kanaması, kan aldırma ve kusma gibi hususların birinden dolayı abdest alma; Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) son teşehhüdde salatu selam gönderme ve imama uymuş kişinin (Kur'an) okuması".

 

Cuma guslünün vücubu (farziyeti) hususunda alimlerce üç görüş ortaya atılmıştır: 1) Olumsuz (yani farz değildir), 2) Olumlu (farzdır), 3) Tafsile tabidir: Kendisinde giderilmesi gereken bir koku bulunan kimseye vacip, böyle bir koku bulunmayan kimseye ise müstehaptır. Bu üç görüş hanbeli alimlerce ileri sürülmüştür.

 

 

5. Güzel Koku Sürünmek:

 

Güzel koku sürünmek. O gün güzel koku sürünmek haftanın diğer günlerinde sürünmekten daha faziletlidir.

 

 

6. Misvak Kullanmak:

 

Misvak kullanmak (dişleri temizlemek). O gün misvak kullanmanın diğer günlerdekine oranla bir üstünlüğü vardır.

 

 

7. Namaza Erken Gitmek:

 

Cuma namazı için camiye erken gitmek.

 

 

8. Hutbeye Kadar ibadetle Meşgul Olmak:

 

İmam minbere çıkıncaya kadar namaz kılma, zikir çekme, Kur'an okuma gibi ibadetlerle meşgul olma.

 

 

9. Hutbe Okunurken Susmak:

 

İki görüşten en doğru olanına göre, hatibin hutbe okuduğunu işiten kimseye susmak farzdır. Şayet susmazsa asılsız ve boş yere konuşan biri durumuna düşer ki, bu duruma düşen cuma sevabından mahrum kalır. Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdukları rivayet edilir. "Yanındakine sesini kes, diyene cuma sevabı yoktur. "

 

 

10. Cuma Günü Kehf Suresini Okumak:

 

O gün Kehf suresini okumak. Hz. Peygamberden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şu hadis nakledilmektedir: "Cuma günü Kehf suresini okuyanın ayaklarının altından ufuklara doğru bir nur yükselir, bu nur, kıyamet günü onu aydınlatır. Ayrıca iki cuma arasında işlediği günahlar affedilir."

 

Bu hadisi, Said b. Mansur, Ebu Said el-Hudri'nin sözü olarak vermiştir ki, bu daha uygundur.

 

 

11. Zeval Vaktinde Namaz:

 

İmam Şafii (r.h.) ve ona uyanlara göre cuma günü zeval vaktinde (yani güneş tam ortadayken) namaz kılmak mekruh değildir. Üstadımız Ebu'l-Abbas İbn Teymiye'nin tercihi de budur. Üstadımız bu görüşünde Leys (b. Ebi Süleym)'in Mücahid - Ebu'l-Halil - Ebu Katade senediyle Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) rivayetinde Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma günü dışında diğer günlerde günün tam ortasında namaz kılmayı mekruh saydığı ve: "Şüphesiz cehennem -cuma dışında- alevlendirilir" buyurduğu hadise itimad etmiş değildir. O, cumaya gelen kişinin, imam minbere çıkıncaya kadar namaz kılmasının müstahablığı noktasına dayanmaktadır. Sahih bir hadiste şöyle Duyurulmaktadır:

 

"Bir kimse cuma günü gusleder, temizlenebildiği kadar temizlenir, yağından yağlanır, yahut evindeki güzel kokulardan sürünür de camiye çıkar ve yan yana oturan iki kişi arasım ayırmadan bir yere oturur, sonra kendisine takdir edilen namazı kılar, sonra da imam minberde konuşmaya başlayınca susarsa, o cuma ile diğer cuma arasındaki günahları bağışlanır." Hadisi Buhari rivayet etmiştir/26*

 

Bu hadisde Hz, Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cumaya gelen kişiyi kendisine takdir edilmiş namazları klimaya teşvik etmiş, namaz kılmaktan -imamın minbere çıkma vakti dışında- menetmemiştir.

 

Bu yüzden İmam Ahmed b. Hanbel'in tabi olduğu ve Hz. Ömer ibnu'l-Hattab'ın (r.a.) içinde bulunduğu seleften pek çok alim şöyle demiştir: "imamın minbere çıkması namaza, hutbesi de konuşmaya manidir." Namaza mani olarak günün yan olmasını değil, imamın minbere çıkmasını görmüşlerdir.

 

Bir de insanlar mescidde, tavan altında bulunduklarından zeval vaktinin farkına varmıyorlardı. Camideki kimse namazla meşgul olduğundan zeval vaktini bilemezdi. İnsanların omuzlarına basarak dışarı çıkıp güneşe bakarak yeniden yerine dönmesi de mümkün olmazdı. Böyle yapması da zaten meşru değildi.

 

Yukarıda geçen Ebu Katade hadisi hakkında Ebu Davud der ki: Hadis mürseldir. Çünkü Ebu'l-Halii, Ebu Katade'den hadis işitmemiştir. Mürsel hadisle amel edilmiş ve kıyasla yahut sahabi kavliyle destek görmüş, ya da mürsel rivayette bulunan ravinin mürselleri imamlar tarafından tercih edildiği ve bu ravinin zayıf, metruk... vb. ravilerden rivayette bulunmadığının bilinmiş olması gibi takviye edici hususlar bulunursa böyle bir mürselle amel edilir.

 

Bu hadisi başka şahid hadisler de kuvvetlendirmektedir: imam Şafii'nin kitabında zikrettiği hadis: İshak b. Abdullah - Said b. Ebi Said - Ebu Hureyre senediyle Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem), cuma dışında diğer günlerde gündüzün tam ortasında güneş zevalden ayrılıncaya kadar namaz kılmaktan nehyettiği rivayet edilmiştir.

 

İmam Şafii (r.h.) bu hadisi Ihtilafu'l-Hadis adlı eserinde aynen bu şekilde rivayet etmiştir. Kitabu'l-Cuma adlı eserinde ise şu senedle naklediyor: İbrahim b. Muhammed - İshak (b. Abdullah)...

 

Abu Halid el-Ahmer de Abdullah b. Said el-Makburi adlı Medineli bir şeyh - Ebu Hureyre - Hz. Peygamber {s.a.) senediyle rivayet etmiştir.

 

Beyhaki ise hadisi, el-Ma'rife adlı eserinde Ata b. Aclan - Ebu Nadra - Ebu Said (eİ-Hudri) ve Ebu Hureyre senediyle (bu iki sahabiden) şu ifadelerle naklediyor: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), cuma günü dışında, gündüzün tam ortasında namaz kılmaktan nehyederdi." Ancak Beyhaki'nin de dediği gibi bu hadisin senedinde sözü delil teşkil etmeyecek şahıs vardır. Beyhaki: "Ancak bu hadisler Ebu Katade hadisine eklenince biraz kuvvet kazanırlar" diyor.

 

İmam Şafii der ki: "Cumaya erken gidip imam minbere çıkıncaya kadar namaz kılmak, insanların önemli işlerindendir." Beyhaki diyor ki: Şafii'nin işaret ettiği husus sahih hadislerde mevcuttur ki, o da şudur: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cumaya erken gitmeye ve herhangi bir istisna getirmeksizin imam minbere çıkıncaya kadar namaz kılmaya teşvik etmiştir. Böylece cuma günü gündüzün tam ortasında namaz kılmayı mubah gösteren bu hadislere uygun düşmektedir. Bize Ata, Tavus, Hasan ve Mekhul'den bu konuda ruhsat olduğu nakledilmiştir.

 

Ben derim ki: Günün tam ortasında namaz kılmanın mekruh oİup olmadığında alimler görüş ayrılığına düşmüş ve ortaya üç görüş çıkmıştır:

 

a) Bu vakit, hiçbir zaman kerahet vakti değildir. İmam Malik bu görüştedir.

 

b) Hem cuma günü, hem de diğer günlerde kerahet vaktidir. Ebu Hanife'nin ve meşhur rivayete göre İmam Ahmed'in görüşü budur.

 

c) Cuma günü dışında kerahet vaktidir. Cuma günü ise kerahet vakti değildir. İmam Şafii de bu görüştedir.

 

 

12. Cuma Namazında Okunan Sureler:

 

Cuma namazında Cuma ve Münafikun yahut AMa ve Gaşiye surelerini okumak. Müslim'in Sahih'inde naklettiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), cuma namazında bu sureleri okurdu.

 

Yine Müslim'in Sahih'inde Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma namazında Cuma ile Gaşiye surelerini okuduğu nakledilmektedir. Bu rivayetlerin hepsi Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) menkul sabit rivayetlerdir.

 

(Yukarıda zikri geçen) her sureden bir bölüm okumak yahut bu iki sureden birini iki rekatta okumak müstehap değildir. Sünnete aykırıdır. Oysa cahil imamlar devamlı böyle yapmaktadırlar.

 

 

13. Cuma Bayram Günüdür;

 

Cuma, her hafta yinelenen bir bayram günüdür. Ebu Abdillah İbn Mace, Sünen 'inde, Ebu Lübabe b. Abdilmünzir'den Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Cuma günü, günlerin efendisi ve Allah katında en büyük bir gündür. Allah katında bu gün hem Kurban, hem de Ramazan bayramı günlerinden daha büyük bir gündür. Onda beş üstün özellik vardır:

 

1) Allah, Adem'i o gün yarattı.

2) Adem'i o gün yeryüzüne indirdi.

3) Allah Adem'in o gün canını aldı.

 

4) O günde öyle bir an vardır ki, o anda kul -haram dışında- Allah'tan ne isterse Allah, onun isteğini muhakkak yerine getirir.

 

5) Kıyamet, o gün kopacaktır. Bu yüzden mukarreb melek, gök, yer, rüzgar, dağ, ağaç ne varsa hepsi cuma gününden korku duyar. "

 

 

14. Cuma Günü Güzel Giyinmek:

 

O gün herkesin bulabildiği en güzel elbiseleri giymesi müstehabdır. İmam Ahmed, Müsned'mde Ebu Eyyub'un Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu işittim dediğini rivayet ediyor: "Bir kimse cuma günü gusleder, varsa güzel koku sürünür, en güzel elbiselerinden birini giyer de vakarlı, ağırbaşlı bir şekilde evinde çıkıp camiye gider sonra da hatırına gelirse namaz kılar ve kimseye eziyet vermezse ve de imamın minbere çıkmasından itibaren namazı kılıp bitirinceye kadar ses çıkarmazsa bunlar iki cuma arasındaki günahları için keffaret olur."

 

Ebu Davud'un Sünen'inde nakledildiğine göre Abdullah b. Selam» Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma günü minberde şöyle dediğini işitmiş; "Ne olur, herbiriniz iş elbisesinden başka cuma için iki parça elbise alıverse?"

 

İbn Mace'nin Sünen'inde Hz. Aişe'den (r.anha) yapılan bir rivayete göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma günü cemaata hitap ediyordu; üzerlerinde yamalı elbiseler gördü. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Ne olur, herbiriniz iş elbisesinden başka cuma günleri için iki parça elbise alsa?!"

 

 

15. Camiyi Tütsülemek:

 

O gün camiyi tütsülemek müstehabdır. Said b. Mansur'un Nuaym b. Abdullah el-Mücmir'den naklettiğine göre Hz. Ömer İbnü'l-Hattab (r.a.) her cuma, gün yarılanınca Medine Camiinin tütsülenmesini emrederdi.

 

Derim ki: Nuaym, bu yüzden "el-Mücmir = tütsücü" lakabını almıştır.

 

 

16. Cuma günü Yolculuğa Çıkmak:

 

Cuma günü, cuma vakti girdikten sonra kendisine namaz farz olan kimsenin, namazı kılmadan yolculuğa çıkması, caiz değildir. Vakit girmeden önce çıkılması konusunda ise alimlerce üç görüş ileri sürülmüştür. Bunların hepsi de İmam Ahmed'in görüşü olarak aktarılmıştır: 1) Caiz değildir, 2) Caizdir, 3) Özellikle cihad için olursa caizdir.

 

İmam Şafii (r.h.) mezhebince, cuma günü zevalden sonra yola çıkmak haramdır. İbadet ve taat için yolculuğa çıkma konusunda Şafii mezhebinde iki farklı bakış açısı vardır: 1) Haramdır; Nevevi'nin tercihi budur, 2) Caizdir; Rafii'nin tercihi de budur.

 

Zevalden önce yolculuğa çıkma konusunda iki içtihad nakledilmiştir: Bu içtihadlardan eski olanına göre caiz; yenisine göre ise zevalden sonra yolculuğa çıkmak gibidir (yani haramdır).

 

Maliki mezhebine gelince; et-TefrV adlı eserin sahibi (İbn Cellab; Ö.378/988) diyor ki: Hiç kimse cuma günü zevalden sonra namazı kılmadan yolculuğa çıkamaz. Zevalden önce çıkmakta bir sakınca yoktur. Mukim kimsenin tanyeri ağardıktan sonra cuma kılmadan yola çıkmaması daha tercihe şayandır.

 

Ebu Hanife ise sefere çıkmanın şart aranmaksızın mutlak surette caiz olduğu görüşündedir. Darakutni, el-Efrad adlı eserinde İbn Ömer'den (r.anhüma) Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: "Kim cuma günü yerleşik olduğu yerden yolculuğa çıkarsa, melekler seferinde hiç kimsenin ona arkadaşlık etmemesi için beddua ederler." Bu hadisin ravileri arasında İbn Lehia vardır (ki o da ihtilaflı bir ravidir).

 

İmam Ahmed, Müsned'inde Hakem - Miksem - İbn Abbas senediyle rivayet eder ki: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Abdullah b. Ravaha'yı bir müfreze içinde gönderdi. Bu hal cuma gününe rastlamıştı. Abdullah'ın arkadaşları yola koyuldu. Abdullah ise; arkada kalır, Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile beraber namazımı kılar, sonra onların arkasından yetişirim, diye düşünerek müfreze ile birlikte çıkmadı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), namazı kıldırınca onu gördü ve sordu: "Arkadaşlarınla beraber gitmekten seni alıkoyan nedir?" Abdullah: "Seninle beraber namaz kılıp sonra onların arkasından yetişmek istedim." cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yeryüzünde ne varsa Allah için sadaka olarak versen, yine de onların yola koyulmalarının savabına ulaşamazsın." buyurdular.

 

Bu hadis, Hakem'in Miksem'den hadis işitmemiş olmasından dolayı illetli (kusurlu) bulunmuştur.

 

Yolcu, yol arkadaşlarını kaçırmaktan korkmazsa durum böyledir. Ama arkadaşlarını kaçırmaktan ve arkadaşlarına yetişemeyeceğınden korkarsa, onun için her halükarda yolculuk caizdir. Çünkü bu cumaya ve cemaata gitmeyi düşüren bir özürdür. Herhalde Evzai'nin "Hayvanına eğer vurmuş olan bir yolcu cuma ezanını işittiğinde durum ne olur?" sorusuna verdiği cevabında "yoluna devam etsin" dediği rivayeti de bu şekilde yorumlanabilir. Aynı şekilde İbn Ömer'in (r.a.): "Cuma, yolculuktan alıkoymaz" sözü de böyle yorumlanmalıdır. Şayet maksatları mutlak surette seferin caiz olması ise işte bu tartışma konusudur. Artık arada hakem, delildir. Abdürrezzak Musannef adlı eserinde Ma'mer - Halid el-Hazza' - İbn Sirin yahut başka biri aracılığıyla rivayet eder ki: Hz. Ömer cuma namazını kıldıktan sonra üzerinde yol elbisesi bulunan bir adam görünce sordu: "Bu ne hal?" Adam: "Yolculuğa çıkmaya niyetlendim. Fakat namaz kılmadan yola çıkmak istemedim" dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Vakti girmedikçe cuma, yolculuktan seni alıkoymaz." diye karşılık verdi. Bu da zevalden sonra yolculuğu yasaklayıp zevalden Öncesinde ise yasaklamayan lan n görüşüdür.

 

Yine Abdürrezzak, es-Sevri - el-Esved b. Kays - El-Esved'in babası Kays senediyle nakleder ki: Hz. Ömer İbnü'l-Hattab, yolcu görünümlü bir adam gördü. Adam: "Bugün cuma olmasaydı yola çıkacaktım" dedi. Hz. Ömer, bunun üzerine: "Cuma, yolcuyu yolundan alıkoymaz. Zeval vakti girmedikçe yola çıkabilirsin." diye karşılık verdi.

 

Yine (Abdürrezzak), es-Sevri - İbn Ebi Zi'b - Salih b. Kesir senediyle ez-Zühri'nin: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma günü kuşluk vaktinde namaz kılmadan önce yola çıktı." dediğini nakleder.!

 

Ma'mer'in de şöyle dediğini zikrediyor: Yahya b. Ebi Kesir'e: "Bir adam cuma günü yolculuğa çıkabilir mi?" diye sordum; mekruh olduğunu söyledi. Bu konuda ruhsat bulunduğunu anlatmaya başladım. Bunun üzerine bana: "Bir adamın cuma günü yolculuğa çıkıp da mekruh sayacağı (yahut hoşuna gitmeyen) hususlarla karşılaşmaması pek nadirdir. Bu konuyu incelersen sen de bu sonuca ulaşırsın." dedi.

 

İbnü'l-Mübarek, el-Evzai'den nakille Hassan b. Ebi Atıyye'nin şöyle dediğini zikreder: "Bir adam cuma günü yolculuğa çıkınca gündüzün bizzat kendisi onun aleyhinde, ihtiyaç halinde yardım görmemesi ve yolculuğunda hiç kimsenin onunla arkadaşlık etmemesi için beddua eder."

 

el-Evzai, İbnü'l-Müseyyeb'in: "Cuma günü yolculuk, namazdan sonradır." dediğini zikrediyor.

 

İbn Cüreyc diyor ki: Ata'ya: "Bir adam cuma gecesini büyük bir köyde geçirirse, cumayı kıhncaya kadar oradan ayrılmasın, denildiği sana ulaştı mı?" diye sordum. "Evet, bu mekruhtur" cevabını verdi. "Peki perşembeden yola çıkarsa?" diye sordum. "Hayır, mekruh değildir. O gündüz ona zarar vermez" karşılığını verdi.

 

 

17. Namaza Yürüyerek Gitmek:

 

Cumaya gidenin her adımına bir yıllık (nafile) oruç ve namaz sevabı vardır.

 

Abdürrezzak, Ma'mer - Yahya b. Ebi Kesir - Ebu Kılabe - Ebu'l-Eş'as es-San'ani - Evs b. Evs senediyle Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduklarım rivayet eder: "Kim cuma günü guslettirir ve kendisi de gusleder, erkenden camiye gider, ilk safları tutar ve imama yakın olur da ses çıkarmadan hutbeyi dinlerse, attığı her adıma bir senelik -nafile- oruç ve namaz sevabı verilir. Bu, Allah'a kolaydır." Bu hadisi İmam Ahmed de Musned'inde rivayet etmiştir.

 

İmam Ahmed diyor ki: "Guslettirmek" sözü hanımıyla cinsi münasebette bulunmak anlamına gelir. Veki (v. 197/812) de bu sözün, bu anlama geldiğini söylemiştir.

 

 

18. Cuma Günü Günahlara Keffarettir:

 

Bu gün günahların silindiği gündür. İmam Ahmed, Müsned'ınuc Selman'dan naklediyor: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana "Cuma günü nedir, bilir misin?" diye sordu. Ben de: "Allah'ın, babanız Adem'i yarattığı gündür." diye cevap verdim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: "Fakat cumanın ne olduğunu ben bilirim. Bir adam temizlenir, ama çok iyi temizlenir, sonra cumaya gelir de imam namazım bitirinceye kadar susarsa ölüme sebep (büyük günahlarından) sakınıldığı müddetçe bütün bu amelleri o cuma ile gelecek cuma arasındaki günahlarına keffaret olur."'

 

Yine Müsned'Ğt Ata el-Horasani'den yapılan rivayete göre Nübeyse el-Hüzeli, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Müslüman cuma günü gusleder, sonra evinden çıkıp hiç kimseyi incitmeden camiye gelir; şayet İmam daha henüz minbere çıkmamışsa münasip gördüğü kadar namaz kılar, çıkmışsa oturur sonra da imam sözünü bitirip cuma namazını kıldırmcaya kadar imama kulak verip dinlerse o cumada bütün günahlan bağışlanmazsa ertesi cumaya keffaret olur."

 

Buhari'nin Sahihimde Selman'dan şu hadis rivayet edilir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyururlar ki: "Bir kimse cuma günü gusleder, temizlenebildiği kadar temizlenir, yağından yağlanır yahut evindeki güzel kokulardan sürünür de camiye çıkar ve yanyana oturan iki kişi arasım ayırmadan bir yere oturur, sonra kendisine takdir edilen namazı kılar, sonra da imam minberde konuşmaya başlayınca susarsa, o cuma ile diğer cuma arasındaki günahları bağışlanır, "

 

Ahmed'in Müsned'inde de Ebu'd-Derda'dan rivayet edilir ki; Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular: "Bir kimse cuma günü gusleder, sonra elbiselerini giyer, varsa güzel koku sürünür, ardından ağırbaşlı vakarlı adımlarla cumaya gider, hiç kimseyi çiğnemez ve incitmez, kendisine takdir edilen namazı kılar sonra imam görevini tamamlayıp arkasına dönünceye kadar (ses çıkarmadan) beklerse, iki cuma arasında işlediği günahları bağışlanır.

 

 

19. Diğer Günlerde Cehennem Kızıştırılır:

 

Cuma günü dışında diğer bütün günlerde cehennem kızıştırılır, alevlendirilir. Bu konuda Ebu Katade hadisi yukarıda geçmişti. Allah daha iyi bilir ya, bunun sırrı şudur: O gün Allah katında en faziletli gündür. O günde cehennemin alevlenmesini ve kızışmasını önleyecek taatlar, ibadetler yapılarak Allah'a dualar edilir, yalvanlıp yakanhr. Bu yüzden o günde, mü'minler diğer günlere oranla daha az günah işlerler. Hatta serkeşler dahi cumartesi ve diğer günlerde yapmaktan sakınmadıkları şeyleri o gün yapmaktan sakınırlar.

 

Bu hadisten açıkça anlaşılacağı üzere burada kastolunan, cehennemin dünyada iken alevlen dirilmesi ve cuma dışında her gün tutuşturulup kıziştırılmasıdır. Kıyamet günü ise cehennem azabı aralıksız sürer, bir günlük dahi olsa oraya düşenlerden azap hafifletilmez. Bundan dolayı cehennem halkı, cehennem bekçilerinden rica ederler, bir gün dahi olsa azaplarını hafifletmesi için Rablerine dua etsinler diye. Ancak onlar, bu ricalarına kulak asmazlar.

 

 

20. İcabet Saati:

 

Cuma günü içinde "saatü'l-icabe" adı verilen bir an vardır ki, o anda müslüman bir kul Allah'tan bir şey dilese muhakkak Allah o dileğini verir. Buhari ve Müslim'in Sahih irinde Ebu Hureyre'den (r.a.) nakledilen bir hadiste Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Cuma günü içinde öyle bir vakit vardır ki, müslüman bir kul namaz kıldığı halde o vakte rastlar da Allah'tan bir şey dilerse muhakkak Allah onun dileğini yerine getirir." buyururlar. Bu sözleri söylerken de eliyle bu vaktin çok kısa olduğuna işaret ediyordu.

 

Müsned'de, Ebu Lübabe b. Abdiimünzir yoluyla Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdukları naklediliyor: "Cuma günü, günlerin efendisi ve Allah katında en büyük bir gündür. Allah katında bu gün, hem Kurban, hem de Ramazan bayramı günlerinden daha büyük bir gündür. Onda beş üstün özellik vardır:

 

1) Allah, Adem'i o gün yarattı.

2) Adem'i o gün yeryüzüne indirdi.

3) Allah, Adem'in o gün canım aldı.

 

4) O günde öyle bir an vardır ki, o anda kul -haram dışında- Allah'tan ne isterse Allah, onun isteğini muhakkak yerine getirir.

 

5) Kıyamet o gün kopacaktır; bu yüzden mukarreb melek, gök, yer, rüzgar, dağ, ağaç ne varsa hepsi cuma gününden korku duyar."

 

Alimler bu saat hakkında görüş ayrılığına düşmüşler, kaldırıldığı yahut devam ettiği konusunda iki ayrı görüş ileri sürmüşlerdir. "Kaldırılmamıştır, halen devam ediyor" diyenler de "Günün belli bir vaktinde midir, yoksa belli değil midir?'* sorusuna birbirine zıt iki cevap vermişlerdir. Belli olmadığını söyleyenler de bu sefer "Günün saatleri içinde oynar mı, oynamaz mı?" sorusuna da yine iki farklı cevap sunmuşlardır. Belli olduğunu söyleyenler ise 11 değişik görüş ileri sürmüşlerdir:

 

1) İbnü'l-Münzir der ki: Bize nakledildiğine göre Ebu Hureyre (r.a.) şöyle demiştir: Tanyeri ağardıktan güneş doğuncaya ve ikindi namazından güneş batıncaya kadar.

 

2) Zeval vaktinde. İbnü'l-Münzir, bu görüşü Hasan el-Basri ve Ebu'l-Aliye'nin görüşü olarak vermiştir.

 

3) Müezzin cuma namazı ezanım okuduğunda. İbnü'l-Münzir, bu görüş bize Hz. Aişe'den (r.anha) nakledilmiştir, diyor.

 

4) İmam minberde hutbe okurken oturup (namazdan) ayrılıncaya kadar, İbnü'l-Münzir, bu görüş Hasan el-Basri'den nakledilmiştir diyor.

 

5) Ebu Bürde'nin görüşü: Allah'ın namaz için tercih ettiği saat.

 

6) Ebu's-Sevvar el-Adevi'nin (V.101/719) görüşü: Diyor ki: Güneşin zevalinden itibaren namaz vakti girinceye kadar bu arada dua kabul olunur, derlerdi

 

7) Ebu Zerr'in görüşü: Güneşin bir karış yükselmesinden itibaren başlayıp bir kulaç yükselinceye kadar devam eden müddet.

 

8) İkindi namazı ile güneşin batımı arasındaki müddet. Bu görüşte olanlar: Ebu Hureyre, Ata, Abdullah b. Selam, Tavus. Buraya kadar olan bütün bu görüşleri İbnü'l-Münzir nakletmiştir.

 

9) İkindi (namazından) sonraki en son saat. Bu görüş İmam Ahmed ile sahabe ve tabiinin cumhurunun görüşüdür.

 

10) İmamın minbere çıkmasından namazı bitirinceye kadar geçen müddet. Nevevi ve diğer bazı alimler nakletmişlerdir.

 

11) Gündüzün üçüncü saati. el-Muğni sahibi (ibn Kudame) adı geçen eserinde nakletmiştir. Ka'b der ki: "Bir insan, cuma günlerim zaman dilimlerine ayırsa, o saati yakalar." Hz. Ömer de: "Bir günde bir ihtiyaç talebi pek kolaydır." demiştir.

 

Bütün bu= görüşlerin en ağır basanları, sabit hadislerin de ihtiva ettiği iki görüştür; herbiri diğerinden daha ağırlıklıdır:

 

Birincisi: İmamın iki hutbe arasında oturmasından namaz bitinceye kadar geçen müddet. Bu görüşün delili, Müslim'in Sahih'inde Ebu Musa el-Eş'ari'nin oğlu Ebu Bürde'den naklettiği şu hadistir: İbn Ömer, Ebu Bürde'ye soruyor: "Cuma saati hakkında baban, Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nakille sana bir şey söyledi mi?" "Evet, diyor Ebu Bürde. Allah Rasulü'nden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) işittiği şu hadisi anlatırken babamın ağzından duydum: O saat, imamın hutbede oturmasından namaz kılıncaya kadar geçen müddettir,"

 

İbn Mace ve Tirmizi, Amr b. Avf el-Müzeni'den Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduklarım rivayet ederler: "Cuma gününde bir saat vardır ki, o saatta kul Allah'tan ne dilerse muhakkak Allah ona dilediğini verir." Sordular: "Ey Allah'ın Elçisi! Hangi saattir, o?" Cevap verdi: "Cuma namazının kılınmaya başlamasından itibaren namazdan çıkıncaya kadar geçen süredir."

 

İkincisi: İkindiden sonra. İki görüşün en ağır basanı da budur. Abdullah b. Selam, Ebu Hureyre, İmam Ahmed ve daha pek çok kimse bu görüştedir. Bu görüşün delili; İmam Ahmed, Müsned'inde Ebu Said (el-Hudri) ve Ebu Hureyre'den naklen Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduklarını rivayet eder: "Cuma günü öyle bir saat vardır ki, müslüman bir kul Allah'tan bir hayır dilemeyi o saate rastgetirirse mutlaka Allah, onun dileğini yerine getirir. O saat, ikindiden sonradır."

 

Ebu Davud ve Nesai, Cabir'den naklen Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduklarını rivayet ederler: "Cuma günü, on iki saattir. O günde bir saat vardır ki, o saatte bir müslüman Allah'tan bir şey dilerse muhakkak Allah, onun dileğini yerine getirir. O saati, ikindiden sonraki en son saatte arayınız. "

 

Said b. Mansur, Sünen'inde Ebu Seleme b. Abdurrahman'dan nakleder ki; Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabından bazı zatlar bir araya gelip cuma günü içindeki "saati" görüştüler. Dağıldıklarında bu saatin, cuma gününün en son saati olduğunda aralarında bir görüş ayrılığı yoktu.

 

İbn Mace'nin Sünen'inde Abdullah b. Selam'ın şöyle dediği naklediliyor: Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hazır bulunduğu bir toplantıda şunları söyledim: "Biz, gerçekten Allah'ın Kitabında (yani Tevrat'ta), cuma günü öyle bir saat vardır ki, o saate mü'min bir kul namaz kılarken rastgelir ve Allah'tan (c.c.) bir şey dilerse, Allah mutlaka onun arzusunu yerine getirir, diye bir hüküm buluyoruz." Abdullah diyor ki: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "yahut bir saatin bir parçası" diye bana işarette bulundu. Ben de: "Doğru söyledin, ey Allah'ın elçisi! Yahut bir saatin bir parçası" dedim. "O, hangi saattir?" diye sordum. "Gündüz saatlerinin en sonuncusudur" cevabını verdi. "Ama o saat, namaz saati değil ki" dedim. "Evet, öyle. Mü'min kul, namazını kılar, sonra bir yere oturur ve oturmasına sebep de yalnız namazsa o kul, namazdadır." buyurdular.

 

İmam Ahmed'in Mtisned'inde Ebu Hureyre'den yapılan bir rivayete göre Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sordular: "Niçin bu güne cuma adı verildi?" Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdular: "Çünkü o günde baban Adem'in çamuruna şekil verildi. Bütün canlılar toptan o gün ölecektir. Yeniden diriliş o gündür. Allah'ın yakalaması o gündür. O günün sonunda üç saat vardır ki, bunlardan birinde Allah'a dua edenin duası kabul olunur."

 

Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai Sünelerinde Ebu Seleme b. Abdurrahman yoluyla Ebu Hureyre'den naklen Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu naklederler: "Üzerine güneş doğan günlerin en hayırlısı cuma günüdür. Adem o gün yaratılmış, o gün (yeryüzüne) indirilmiş, o gün tevbesi kabul edilmiş ve o gün vefat etmiştir. Kıyamet o gün kopacaktır. Cinler ve insanlar dışında bütün yaratıklar mutlak cuma günü tanyeri ağardıktan gün doğuncaya kadar, kıyamet belki bu gün kopar korkusuyla kulak kabartırlar. O gün içinde öyle bir saat vardır ki, müslüman bir kul namaz kıldığı halde o saate rastlar da Allah'tan bir istekte bulunursa muhakkak Allah onun arzusunu yerine getirir." .... Ka'b (el-Ahbar): "Bu, her senede bir gündür." dedi. Bunun üzerine ben (Ebu Hureyre): "Hayır, her cumadadır." dedim. Ka'b gitti. Tevrat'ı okudu ve: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) doğru söyledi" dedi... Ebu Hureyre der ki: Sonra Abdullah b. Selam'la karşılaştım. Ona, Ka'b'la yaptığım görüşmeyi anlattım. İbn Selam: "O saatin hangi saat olduğunu biliyorum" dedi. "Öyleyse bana haber ver" dedim. "Cuma günü içindeki en son saattir." dedi. "Nasıl olur? Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): Müslüman bir kul namaz kıldığı halde ona rastlarsa... buyurdular; bu (en son) saatte ise namaz kılınmaz?" diye itiraz ettim. İbn Selam: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): Namaz kılmak için bir yere oturup bekleyen kişi, namaz kıhncaya kadar namazdadır, buyurmadilar mı?" diye karşıladı. "Evet, öyle" dedim. "İşte bu da böyledir." cevabını verdi.

 

Tirmizi der ki: Bu hadis, hasen-sahihtir. Bir kısmı Sahihayn'da rivayet edilmiştir.

 

İcabet saati, imamın hutbeye başlamasından, namazı bitirinceye kadar geçen süredir diyenler, Müslim'in Sahih'inde Ebu Musa el-Eş'ari'nin oğlu Ebu Bürde'den rivayet ettiği şu hadisi delil olarak ileri sürerler: Ebu Bürde diyor ki: Abdullah b. Ömer bana sordu: "Cuma saati hakkında baban, Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nakille sana birşey söyledi mi?" Ben de cevap verdim: "Evet, Allah Rasulü'nden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) işittiği şu hadisi anlatırken babamın ağzından duydum: O saat, imamın hutbede oturmasından namazı kıldırıncaya kadar geçen süredir."

 

Namaz saatidir diyenler ise Tirmizi ve İbn Mace'nin Amr b. Avf el-Müzeni'den naklettikleri hadisi delil gösterirler. Amr diyor ki; Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduklarını işittim: "Cuma gününde bir saat vardır ki, o saatta kul Allah'tan ne dilerse muhakkak Allah ona dilediğini verir." Sordular: "Ey Allah'ın Elçisi! Hangi saattir o?" Cevap verdiler: "Cuma namazının kılınmaya başlanmasından itibaren namazdan çıkıncaya kadar geçen süredir." Ancak bu hadis zayıftır.

 

Ebu Ömer İbn Abdilber (v.463/1070) diyor ki: Bildiğim kadarıyla bu hadisi yalnızca Kesir b. Abdullah b. Amr b. Avf, babası yoluyla dedesinden nakletmiştir. Kesir ise rivayet ettiği hadis delil olacak bir kimse değildir.

 

Oysa, Ravh b. Ubade (V.205/820), Avf - Muaviye b. Kurre - Ebu Bürde senediyle nakleder ki: Ebu Musa (el-Eş'ari), Abdullah b. Ömer'e: "İcabet saati, imamın hutbeye çıkmasından namazın kılınmasına kadar geçen süredir." demiş ve buna karşılık İbn Ömer, ona: "Allah, seni isabet ettirdi" demiştir.

 

Abdurrahman b. Huceyre'nin (V.83/702) rivayetine göre Ebu Zer'e, karısı, cuma günü mü'min kulun duasının kabul olunduğu saati sordu. Ebu Zer, karısına: "Güneşin çok az yükselmesiyle birliktedir. Ondan sonra bana soru sorarsan, sen boşsun" dedi.

 

Bu görüşü (yani imanı hutbeye çıkıp namaz bitinceye kadar geçen zaman olduğunu) savunanlar bir de Ebu Hureyre hadisinde geçen "namaz kıldığı halde..." sözünü delil olarak ileri sürmüşlerdir. Çünkü ikindi namazından sonraki vakitte namaz kılınmaz. Hadisin zahir (açık) ifadesini kabul evladır. Ebu Ömer (İbn Abdilber) diyor ki: Bu görüşü savunanlar, ayrıca Hz. Ali'nin Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) rivayet ettiği şu hadisi delil getirirler: "Güneş zevalden kayıp gölgeler doğuya yönelince ve ruhlar rahatlayınca Allah'a dileklerinizi arzediniz. Çünkü o saat tevbekarların saatidir." Sonra Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O, şüphesiz tevbe edenleri bağışlayıcıdır."'[İsra, 25] ayetini okudu.'

 

Said b. Cübeyr, İbn Abbas'ın (r.anhüma) şöyle dediğini rivayet eder: "Cuma günü adı geçen saat, ikindi namazı ile güneşin batması arasında geçen süredir." Said b. Cübeyr, ikindi namazını kılınca güneş batıncaya kadar hiç kimse ile konuşmazdı. Selefin çoğunluğunun görüşü budur; hadislerin de ekseri bunu göstermektedir. Bunu, icabet saati namaz saatidir, görüşü takip eder. Geri kalan görüşlerin delilleri yoktur.

 

Bence, namaz saati de icabet umudu bulunan bir saattir. O halde her ikisi birden (yani hem namaz saati, hem ikindiden sonraki süre) icabet saatidir. Her ne kadar hususi saat ikindiden sonraki en son saat olsa da... Bu en son saati günün belli bir saatidir, ne öne geçer ne geri kalır. Namaz saati ise önce geçse de, geri kalsa da her halükarda namaza bağlıdır. Çünkü müslümanların bir araya gelip namaz kılmalarının, niyazlarının Allah'a (c.c.) yalvarıp yakarmalarının, duaların kabulünde tesiri vardır. Öyleyse müslümanların bir araya geldikleri saat, duaların kabulü umulan bir saattir. Bütün hadisler bunda ittifak eder. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ümmetini bu iki saatte Allah'a (c.c.) yalvarıp yakarmaya, dua etmeye teşvik etmiş olur.

 

Bu meseleye örnek olarak şu hadisi gösterebiliriz: Takva üzere kurulan mescidin hangi mescid olduğu sorulduğunda Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O, sizin şu mescidinizdir." buyurup eliyle Medine mescidine işaret etmiştir. Bu durum ayetin, kendisi hakkında indiği Kuba mescidinin takva üzere kurulmuş olmasına aykırı düşmez. Aksine her ikisi de takva üzere kurulmuştur.

 

Aynı şekilde, cuma içindeki saat hakkında Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Cuma namazının kılınmaya başlanmasından itibaren namazdan çıkıncaya kadar geçen süredir" buyurmasıyla diğer hadiste geçen "Onu ikindiden sonraki en son saatte arayınız" buyurması arasında bir çelişki yoktur.

 

İsimlerde buna benzer bir durum da Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şu hadis-i şerifleridir: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), ashabına şu soruyu yöneltir: "Siz aranızda rakub (çocuk isteyen) diye kime dersiniz?" Cevap verdiler: "Çocuğu doğmayana!" Bunun üzerine Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyururlar: "Rakub, çocuklarından hiçbirini kendinden önce (ahirete) göndermeyendir."

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), rakub'un böyle bir durum içinde bulunan kimse olduğunu haber verdi. Çünkü o kimse, "kendinden önce ahirete çocuklarından birini gönderen kimseye verilen sevabı elde edememiştir. Bu da çocuğu doğmayana rakub denmesine aykırı düşmez.

 

Diğer bir örneği; Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabına şu soruyu sorar: "Sizler aranızda müflis (iflas etmiş) diye kime dersiniz?" Karşılık verirler: "Parası, malı olmayana!" Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Kıyamet günü dağlar gibi sevablarla gelen, ama şunu tokatlamış bunu dövmüş, ötekinin kanını dökmüş bir halde gelen bu yüzden de tokatlanan, dövülen... kimseler tarafından sevabından alınan kimse, işte iflas eden odur."

 

Bir başka örnek: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyururlar ki: "Yoksul; etrafta dolaşan ve bir iki lokma, bir iki hurma ile çevirilebilen kişi değildir. Asıl yoksul insanlardan istemeyen, farkına varılmadığı için de kendisine sadaka verilemeyen kimsedir. "

 

İkindiden sonraki en son saat olan bu saat bütün din saliklerince tazim edilmektedir. Ehl-i Kitab'a göre de bu saat icabet saatidir. Bu mesele değiştirmede, tahrifte bir garazkarlıklarının bulunabileceği şeylerden değildir. Onların iman edenleri de bunu itiraf etmiştir.

 

Gün içinde oynadığım kabullenenlerin görüşüne gelince: Bunlar, bu görüşü ileri sürmekle, Kadir gecesi konusunda söylenen şeyleri burada da tekrarlayarak hadisler arasını uzlaştırmayı düşünmüş olmalıdırlar. Ama bu görüş güçlü değildir. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Kadir gecesi hakkında: "Siz onu ya Ramazan'dan beş gece kala yahut yedi gece kala, yahut da dokuz gece kala arayınız." buyurmuşlardır. Fakat cuma saati hakkında böyle bir hadis gelmemiştir.

 

Hem Kadir gecesi hakkında gelen hadisler arasında, bu gecenin açıkça şu veya bu gece olduğunu ifade eden hiçbir hadis yoktur. Ama cuma saati konusundaki hadisler bunun aksinedir. Öyleyse aralarındaki fark ortaya çıktı demektir.

 

Bu saatin kaldırıldığını savunanların görüşüne gelince; bu görüş tıpkı, Kadir gecesi kaldırıldı diyenin görüşüne benzemektedir. Şayet bu sözü söyleyen kimse bu saat biliniyordu; fakat ona dair bilgi ümmetten kaldırıldı demek istiyorsa ona şu cevap verilir: Ona dair bilgi bütün ümmetten kalkmış değildir, bazılarından kaldırılmıştır. Eğer gerçekliği, icabet saati oluşu kaldırılmıştır demek istiyorsa, bu söz açık ve sahih hadislere aykırı batı! bir sözdür, itimad edilmez. Allah en iyi bilendir.

 

 

21. Cuma Namazı:

 

Cuma günü içinde, toplanıp bir araya gelme, özel sayıda cemaat, vatanında veya herhangi bir yerde yerleşik olma şartı, imamın açıktan okuması... gibi diğer farz namazlarda bulunmayan özelliklere sahip olan "cuma namazı" vardır. İkindi namazını istisna edersek bu namaz konusundaki sıkılığa benzer bir sıkılık hiçbir namaz hakkında söz konusu olmamıştır. Dört Sünen kitabında, Sahabi Ebu'l-Ca'd ed-Damri'den naklen Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdukları rivayet edilir:

 

"Kim üç cuma namazını önemsemediğinden dolayı terkederse Allah onun kalbini mühürler, " Tirmizi diyor ki: Hadis, hasendir. Ebu'l-Ca'd ed-Damri'nin adını Muhammed b. İsmail'e (yani İmam Buhari'ye) sordum; "Adı bilinmiyor" dedi ve ekledi: "Bu hadisten başka Hz". Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onun rivayet ettiği bir hadis bilmiyorum."

 

Yine Sünen kitaplarında nakledildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cumayı kılmayanın bir dinar, bulamazsa yarım dinar sadaka vermesini emretmiştir. Bu hadisi Ebu Davud ve Nesai, Kudame b. Vebere yoluyla Semure b. Cündüb'den rivayet etmişlerdir. Ancak Ahmed b. Hanbel: "Kudame b. Vebere kimdir bilinmiyor." demiş, Yahya b. Main ise onun "sika = güvenilir" olduğunu söylemiştir. Buhari'nin de "Onun Semure'den işitmiş olması sıhhatli değildir." dediği naklediliyor.

 

Müslümanlar cumanın farz-ı ayn olduğunda icma etmişlerdir. Ancak İmam Şafii'nin farz-ı kifayedir dediğine dair bir söz hikaye edilmekteyse de bu ona yapılan yanlış bir yakıştırmadır. Bu yanlış şuradan kaynaklanmaktadır: İmam Şafii: "Bayram namazı, cuma kendilerine vacib olanlara vacibtir." demiş, -yukarıdaki yanlış sözü- nakleden de buradan hareketle bayram namazı farz-ı kifaye olduğuna göre Cuma da böyle olsa gerek zannetmiştir. Bu doğru değildir. Aksine imam Şafii'nin bu sözü, onun bayram namazının bütün topluma vacib olduğu görüşünde olduğunu açıkça ifade eder. Bu söz iki ihtimal taşır: Bayram namazının; 1) Cuma gibi farz-i ayn olması, 2) Farz-ı kifaye olması. Zira farz-ı kifaye, farz-ı aynlar gibi eşit olaraktan bütün topluma farzdır. Sadece vacib olduktan sonra bir kısmının yapmasıyla diğerlerinden düşüp düşmemesi konusunda birbirlerinden ayrılırlar...

 

 

22. Hutbe:

 

O gün hutbe okunur ki, bunda şu gayeler güdülür: Allah'a övgü ve tazim; O'nun birliğine ve Peygamberi Hz. Muhammed'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gerçek Peygamber olduğuna tanıklık; kullara, Allah katında önemli günleri hatırlatma; onları Allah'ın cezasından ve azabından sakındırma; Allah'a ve O'nun cennetlerine yaklaştıracak şeyler tavsiye etme; O'nun gazabına uğratacak, cehennemine götürecek şeylerden menetme... İşte hutbenin, cuma günü camide hutbe dinlemek için toplanmanın gayesi budur.

 

 

23. Cuma Gününü İbadete Ayırmak:

 

Cuma gününü ibadete ayırmak müstahabdır. Bu günde farz ve müstehab türünden çeşitli ibadetler yapmanın diğer günlerdekine göre bir üstünlüğü vardır. Allah (c.c), her dinin saliklerine, ibadetle meşgul olacakları ve her türlü dünya meşguliyetlerinden uzak kalacakları bir gün tayin etmiştir. İşte cuma günü de ibadet günüdür. Günler içinde bugün, aylar içinde Ramazan ayı gibidir. Bu gün içindeki "icabet saati" ise, Ramazan ayı içindeki Kadir gecesi gibidir. Bu yüzden bu günü kusursuz ve noksansız olanın diğer günleri de kusursuz olur; Ramazan'ı kusursuz ve noksansız geçenin de senesinin diğer günleri kusursuz olur; haccı kusursuz ve noksansız olanın da ömrünün geri kalan günleri kusursuz olur. O halde cuma günü haftanın, Ramazan senenin ve hac da ömrün ölçüsüdür. Başarı Allah'tandır.

 

 

24. Cuma Günü Erkenden Camiye Gitmek:

 

Hafta içinde cuma günü sene içindeki bayram gibi olduğundan; bayram, namaz ve kurbanı ihtiva ettiği ve cuma günü de namaz günü olduğundan dolayı Allah (c.c.) bu günde erkenden camiye gitmeyi kurbana bedel ve onun yerini tutan bir ibadet saymıştır. Cuma günü erkenden camiye gidene hem namaz, hem de kurban sevabı verilir. Sahihayn'&a. Ebu Hureyre'den nakledildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlardır:

 

"İlk saatte (cuma namazına) giden bir deve, ikinci saatte giden bir inek, üçüncü saatte giden de boynuzlu bir koç kurban etmiş gibi sevap alır."'

 

Burada hadiste geçen saatler hakkında fakihler iki ayrı görüş ortaya koymuşlardır:

 

1) Bu saatler gündüzün evvelinden (yani güneşin doğumundan) başlar. Şafİi, Ahmed b. Hanbel ve diğerlerinin bilinen görüşleri budur.

 

2) Zeval vaktinden sonraki altıncı saatin küçük bölümleri. İmam Malik mezhebinde bilinen ve bazı Şafülerin de tercih ettikleri görüş budur. Bu grubu temsil edenler görüşlerini doğrulamak için iki delil ileri sürdüler:

 

a) Hadiste geçen "ravah" sözcüğü, yalnızca zevalden sonra gitmek anlamına kullanılır. Bu sözcük, sadece zevalden önce gitme anlamına gelen "gudüvv" sözcüğünün karşıtıdır. Allah (c.c.) buyurur ki: "Sabah vakti gidişi (gudüvvü) bir aylık mesafe, öğleden sonra gidişi (ravahı) bir aylık mesafe."[Sebe, 12] Lugat bilgini el-Cevheri diyor ki: "Ravah, yalnız zevalden sonra olur."

 

b) Selef, şüphesiz hayra son derece rağbetliydiler. Oysa cumaya güneş doğar doğmaz gitmezlerdi. İmam Malik, gündüzün evvelinde erkenden camiye gitmeyi inkar etmiş ve; "Medinelilerin böyle yaptıklarını görmedik" demiştir.

 

Birinci görüşü savunanlar Cabir'in (r.a.), Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) naklettiği şu hadisi delil olarak ileri sürerler: "Cuma günü, on iki saattir." Derler ki: Bilinen saatler, işte bu, on iki saattir. Onlar da iki türlüdür: 1) Ta'dil saatleri, 2) Zaman saatleri.

 

Derler ki: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), (yukarıdaki hadiste erken gelmenin faziletlerini sayarken) altıya kadar çıktı. Bundan fazlasını söylemedi. Bu da bizim görüşümüze delil olur. Çünkü saat, içinde cumanın şartlarının icra edildiği saatin küçük bölümleri demek olsaydı -o saatten maksadın herkesçe bilinen saatler olmasının aksine- altı küçük bölüme inhisar etmezdi. Zira altıncı saat çıkıp yedinci saat girince imam minbere çıkar amel defterleri dürülür ve bundan sonra hiç kimsenin ibadeti yazılmaz. Nitekim Ebu Davud'un Sünen'inde Hz. Ali'den (r.a.) nakledilen bir hadiste bu husus açıkça belirtilmiştir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyuruyorlar ki:

 

"Cuma günü olunca şeytanlar sancaklarını ellerine alıp çarşı-pazara koşarlar. İnsanlara ihtiyaçlarını, önemli işlerini hatırlatarak oyalarlar ve onları çeşitli bahanelerle cumadan alıkoymaya (çalışırlar). Melekler de koşup mescidlerin kapılarına oturur, ta imam minbere çıkıncaya kadar birinci saatte geleni, ikinci saatte geleni... yazarlar."

 

Ebu Ömer b. Abdilber der ki: İlim adamları bu saatler konusunda farklı görüşler ileri sürdüler. Bir kısmı, Hz. Peygamber (s .a.), bunlarla güneşin doğmasından ve aydınlanmasından itibaren başlayan saatleri kasdetmiştir, dediler. Onlara göre bu vakitte erkenden cumaya gitmek daha faziletlidir. es-Sevri, Ebu Hanife, Şafii ve alimlerin çoğunluğu bu görüştedir. Hatta hepsi erkenden cumaya gitmeyi müstehab sayar.

 

İmam Şafii (r.h.) diyor ki: Bir kimse tan ağardıktan sonra, güneş doğmadan cuma namazı için erkenden camiye gitse iyi olur.

 

el-Esrem anlatıyor: Ahmed b. Hanbel'e, İmam Malik b. Enes'in "Cuma günü sabah erkenden gitmek gerekmez" dediğini haber verdiler. Bunun üzerine İmam Ahmed: Bu söz Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hadisine aykırıdır. Subhanallah! Hayret doğrusu! Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) böyle erken giden kimse için "Deve kurban eden gibidir" buyurduğu halde, o nasıl bu görüşü ortaya atabilmiştir?!

 

ibn Abdilber diyor ki: İmam Malik'e gelince; Yahya b. Ömer'in Harmele'den naklettiğine göre Harmele: "Bu gündüzün ilk saatlerinde gitmek midir, yoksa Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu sözüyle zevalden sonra gitmeyi mi kasdetmiştir?" diye bu saatlerin ne anlama geldiğini ibn Vehb'e soruyor. İbn Vehb de cevap veriyor: Bunu Malik'e sordum, şöyle dedi: "Kalbime gelen şudur: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bu sözleriyle içinde o saatlerin bulunduğu tek bir saati kasdetmiş olsa gerektir. İşte bu saatin birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci yahut altıncı vaktinde gelenlere (hadiste anılan sevaplar verilecektir). Bu şekilde olmasaydı, ikindi vaktinde gündüz saati dokuz yahut buna yakın oluncaya kadar cuma kılınmış olmazdı."

 

İbn Habib Malik'in bu görüşüne karşı gelir ve birinci görüşe eğilim gösterirdi. İbn Habib diyor ki: Malik'in bu sözü, hadisin yorumunda bir tahriftir ve kabulü birkaç yönden imkansızdır. Bu saatlerin, bir tek saat olmasının imkansızlığını şu husus sana gösterir: Güneş, gündüzün altıncı saatinde göğün tam ortasından batıya yönelir (yani zeval vakti girer). Bu saat ise ezan okuma ve imamın hutbeye çıkma vaktidir. Bu da gösterir ki bu hadiste geçen saatler, gündüzün bilinen saatleridir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sözlerine günün ilk saatleriyle başlayarak: "Kim birinci saatte gelirse deve kurban etmiş gibi olur..." buyurdular. Sonra "...beşinci saatte yumurta sadaka vermiş gibi olur." buyurdular. Sonra da erken gelme kesildi, ezan vakti girdi. Artık hadisin anlamı sözlerinden açıkça anlaşılmaktadır.

 

Ancak, sözün yeri değiştirilip tahrif edilmiş; hiç olmayacak bir tarzda, akla mantığa aykırı bir şekilde açıklanmıştır. Bu yorumu getiren kişi Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) teşvik ettiği bir konuya -sabah erkenden camiye gitme konusuna- insanların değer vermemeleri yolunu açmış ve hadiste anlatılan bütün hususların, güneşin zevaline yakın bir tek saatte olup bittiğini iddia etmiştir. Oysa bu konu hadislerde gündüzün evvelinde erkenden cumaya gitme şeklinde gelmiştir. Bu meseleyi Vazıhu's-Sünen adlı kitabımızın konuyla ilgili bölümünde yeter derece açıklığa kavuşturduk ve o hadisleri kaydettik.

 

Bu sözlerin hepsi Abdülmelik b. Habib'in sözleridir.

 

Sonra Ebu Ömer (İbn Abdilber), onun bu sözlerine cevap vermiş ve demiştir ki: Bu, onun İmam Malik'e (r.h.) haksız hücumlarıdır. Karşı geldiği, akla mantığa aykırı ve tahrif edilmiş bir yorum saydığı sözü söyleyen asıl kendisidir. Malik'in görüşüne, imamların naklettiği sahih hadisler şahittir. Yine onun görüşünün bir diğer şahidi de ona göre (şer'i - fer'i delillerden olan) Medinelilerin amelidir. Bu konuda Medinelilerin amelini delil saymak doğru olur. Çünkü bu mesele her cuma tekrarlanan bir meseledir, bütün alimlere kapalı kalmaz. İmam Malik'in delil saydığı hadislerden

 

biri şudur: ez-Zühri, Said b. el-Müseyyeb yoluyla Ebu Hureyre'den nakleder ki, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlardır:

 

"Cuma günü olunca, mescid kapılarının herbirinde birtakım melekler durur, mescide giren insanları teker teker sırasıyla yazarlar. Cumaya erkenden gelen, bir deve kurban etmiş olur, onun peşinden gelen bir inek kurban etmiş gibi olur; onu takip eden bir koç kesmiş gibi olur... -Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), tavuk ve yumurtaya varıncaya kadar zikredip devamla buyurdular ki: İmam, minberde oturunca amel defterleri dürülür, melekler de hutbeyi dinlemeye koyulurlar."

 

İbn Abdilber sözünü sürdürerek diyor ki; Hadisteki sözlere dikkat ediniz! Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), meleklerin insanları teker teker sırasıyla yazdıklarım, cumaya erken gelenin (müheccir) bir deve, onu takip edenin bir inek... kurban etmiş gibi olacağım söylemiş ve ilk geleni "müheccir" diye nitelemiştir. Bu sözcük "el-hacira'' sıcağın şiddetli zamanı olan gündüz ortası" ve "et-tehcir = günün ortası olup ısısı artmak, öğle sıcağında yürümek" kökünden türetilmiştir. Bu hal ise cumaya kalkılan vakitte olur, güneşin doğma vaktinde değil. Zira güneşin doğma vakti ne haciradır, ne de tehcirdir.

 

Hadiste "Sonra onun peşinden gelen, ... sonra da onun peşinden gelen..." denilmiş, saat zikredilmemiştir. Hadis bu lafızla pekçok yoldan rivayet edilmiştir, et-Temhid adlı eserimizde bütün bu rivayetler zikredilmiştir. Rivayetlerin bir kısmında: "Cumaya çabuk davranan bir deve kurban etmiş gibi olur" şeklindeyse de ekserisinde: "Erken giden bir deve kurban etmiş gibi olur." lafzı mevcuttur. Bir kısmında da cumaya ilk saatin başında gidenin bir deve kurban etmiş gibi olacağına ve o saatin sonunda giden için de aynen bunun geçerliiiği söz konusu olduğuna; ikinci saatin ister başında, ister sonunda gidenin bir inek kurban etmiş gibi olacağına delil teşkil edecek sözler vardır.

 

İmam Şafii'nin müntesiblerinden bazıları derler ki: Hz. Peygamber, (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Cumaya erken giden, bir deve kurban etmiş gibi olur." sözüyle kızgın öğle sıcağında cumaya gitmeyi kasdetmemiştir. Bu sözüyle, cumaya gitmek için dünyevi gayeler taşıyan iş ve meşgaleleri terketmekle, bir deve kurban etmiş gibi olur demek istemiştir. Bu kelime, vatanı terkedip başka yerlere gitmek anlamına gelen "hicret' kökünden türetilmiştir.

 

"Muhacirun = hicret edenler" de bu yüzden bu adı almışlardır. İmam Şafii (r.a.) der ki: "En iyisi cumaya yürüyerek erken gitmendir."

 

Buraya kadar nakledilen bütün bu sözler Ebu Ömer (İbn Abdilber)'in sözleridir.

 

Ben derim ki: Gündüzün evvelinde erkenden cumaya gitmeye karşı oluş üç noktadan kaynaklanıyor:

 

1- Ravah sözüğü: Bu sözcük sadece zevalden sonra için kullanılır deniyor, 2- Tehcir sözcüğü: Bu da yalnızca sıcağın şiddetli olduğu öğle vaktinde olur deniyor, 3- Medinelilerin tatbikatı: Çünkü onlar gündüzün evvelinde erkenden camiye gitmezlerdi, deniyor.

 

1) "Ravah" sözcüğüne gelince; şüphe yok ki, zevalden sonra gitme anlamına kullanılır. Bu anlama gelişi daha çok "guduvv" kelimesiyle birlikte kullanıldığındadır.

 

"Sabah vakti gidişi bir aylık mesafe, öğleden sonra gidişi bir aylık mesafe" ayetinde [Sebe, 12] ve "Kim erkenden mescide gider ve geç dönerse, her erken gidişinde yahut geç dönüşünde Allah onun için cennette bir konak hazırlar. " hadisinde olduğu gibi şair de aşağıdaki beyitte bu anlama kullanmıştır: "Sabah-akşam ihtiyaçlarımız için koştururuz. Yaşayanın ihtiyacı tükenmez."

 

Ravah, bazan gitmek, yürümek manalarına kullanılır. Bu manalara gelmesi, " kelimesiyle birlikte kullanılmadığı zaman sözkonusudur.

 

Lügat bilgini el-Ezheri, et-Tehzib adlı eserinde der ki: Bazı arapların "ravah" kelimesini, her vakitte yürüyüş için kullandıklarını işittim. Kalabalık yürüdüğünde diyorlar. Aynı şekilde "gadev" de bu manaya kullanılıyor. Onlardan biri bir arkadaşına ... "yürü" diyor; arkadaş grubuna hitap ederken de "yürüyün" diyor. Diğer biri ise: "yürümez misiniz?" diye soruyor. Sahih ve sabit hadislerde (cumaya gitme konusunda) gelen bu sözcük de bu anlama gelir; cumaya gitmek ve cumaya koşmak anlamındadır: Zevalden sonra gitmek anlamında değildir.

 

2) "et-tehcir" ve "el-müheccir" lafızlarına gelince; bu lafızlar "el-hecir" ve "el-hacir" köklerinden türetilmiştir. el-Cevheri der ki: Bu (İki lafız) sıcağın şiddetli olduğu öğle ortası anlamına gelir. Bu manaya gelmek üzere Arapçada şu söz kullanılır: "Gün kızıştı"

 

Şair imriü'l-Kays, bir beytinde der ki: "O (sevgiliyi anmayı) bırak! Teselli bulmak için Hızlı koşan genç, dinamik bir deveyle uğraş; Öğle vakti güneş tepeye dikilip gün kızıştığında"

 

"Ailemize hacira (öğleyin güneşin kızışma) vaktinde geldik." derler. Tehcir ve teheccür kelimeleri öğle sıcağında yürümek anlamına gelir. Medinelilerin ortaya attıkları görüş de buna dayanmaktadır.

 

Başkaları da şöyle diyor: Tehcir lafzı hakkında söylenebilecek söz, ravah lafzı hakkında söylenilen söz gibidir. Çünkü bu lafız mutlak olarak söylenildiğinde erken gitmek kasdolunur.

 

el-Ezheri, et-Tehztb'uc diyor ki: İmam Malik, Sümey (v.131/748) - Ebu Salih - Ebu Hureyre yoluyla Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduklarını rivayet eder: "insanlar camiye erken gitmenin (tehcirin) sevabını bilselerdi, birbirleriyle yarış ederlerdi. "

 

Başka bir merfu hadisde Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyururlar ki: "Cumaya erken giden (müheccir) bir kurban kesmiş gibi olur."

 

el-Ezheri devamla der ki: Pekçok insan bu hadislerde geçen "tehcir" kelimesinin zeval vaktinde sıcağın kızıştığı gün ortası anlamına gelen "hacira"dan tef'il vezninde türetilmiş bir kelime olduğu görüşünü ileri sürer. Oysa bu yanlıştır. Doğrusu, Ebu Davud el-Mesahifi'nin en-Nadr b. Şümeyl'den (v.203/818) naklettiği şu sözdür: "Cuma için olsun, başka şeyler için olsun tehcir etmek, herşeyde erken davranmak ve acele etmek demektir. Halil'in (v. 170/786) de böyle dediğini işittim." Bu sözleri, bu hadisin yorumu münasebetiyle söylemiştir.

 

el-Ezheri diyor ki: Doğru olan da budur. Hicazhların ve |o civarda bulunan Kays kabilesinin kullanımı böyledir. Şair Lebid bir beytinde der ki:

 

"Cariyeler ve köleler topluluğu erken davrandıktan sonra (ancak) öğle sıcağında yola koyuldular. Artık Selma onlara yetişemez... Onları bırakamaz da."

 

Şair bu beytinde "hecr-öğle sıcağı" kelimesi ile "ibtikar = erken davranma" kelimesini bir arada kullanmıştır. Hicaz ve civarında'ravah kelimesi gitmek, yürümek anlamında kullanılır.

 

Hangi vakitte olursa olsun, bir topluluk, hızla geçip derler.

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ise "İnsanlar camiye erken gitmenin sevabını bilselerdi, birbirleriyle yanş ederlerdi" buyurmakla bütün namazlara erken gitmeyi, yani hepsinin de ilk vakitlerinde camiye gitmeyi kasdetmiştir. el-Ezheri diyor ki: Diğer (Hicaz ve civarı dışındaki) Araplar ise derler; bu sözle adamın öğle vaktinde yola çıktığım kasdederler. Hacira, günün ortası demektir.

 

el-Ezheri devamla şöyle diyor: ibnü'l-Arabi'nin Nevadir'inden Sa'leb'e aktarılan Ci'sine b. Cevvas er-Rabei'nin Hevesine hitaben söylediği bir şiiri el-Münziri bana okudu. Şiirde şöyle deniyordu:

 

"Hatırlar mısın adağımı, yeminimi? Hani sen, Cefr'deki daracık bir yoldaydın, Bana karşı hızlı koşan küheylan gibi coşkundun; Ama Hacr sa'ı ile değil, Halidi sa'ı ile, Kırk çeken yükümü taşıyamamıştın. Tan ağarınca erkenden yola çıkan develerle Bir yolculuk esnasında arkadaşlık etmemiştin. Sonra onların yürüdüğü gecede sen yürümemiş, gece yola devam etmemiştin.

 

Onlar İse dar ve tozlu yolların enlerini dürüp gidiyorlardı. Sanki tacir çırağının, ticaret kumaşlarını dürmesi gibi."

 

el-Ezheri diyor ki: Şiirde geçen tinde erkenden yola çıkmak anlamındadır.

 

3) Medinelilerin günün evvelinde cumaya gitmediklerine gelince; bu, sonuçta onların İmam Malik (r.h.) zamanındaki tatbikatından başka birşey değildir. Bu da delil teşkil etmez. Hatta Medinelilerin icmaının (şer'i) delil olduğunu ileri sürenlere göre bile bu durum delil olamaz. Çünkü bunun içinde sadece günün erken saatinde cumaya gitmemek yatmaktadır. Bu da kesinlikle caiz bir durumdur. Kişinin hem kendisinin hem de ailesinin faydasına olan şeylerle, geçim işleriyle ve diğer dini ve dünyevi işlerle uğraşması bazan günün evvelinde cumaya gitmesinden daha faziletli olabilir. Şüphesiz namazdan sonra diğer bir namazı beklemek ve bir kimsenin diğer bir namazı kılıncaya kadar namaz kıldığı yerde oturması, gidip tekrar ikinci bir namazı kılmak için başka bir vakitte geri dönmesinden daha faziletlidir. Nitekim Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyururlar ki:

 

"(Bir namazı kılıp başka bir) namazı bekleyen sonra imamla birlikte kılan kişinin sevabı, namazı kılıp ailesinin yanına dönen kimseninkinden daha fazladır."

 

"Namazı bekleyen kimse namaz kıldığı yerde oturduğu müddetçe melekler devamlı onun için dua ederler."

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bir namazı kıldıktan sonra başka bir namazı kılmak için beklemenin, Allah tarafından günahların silinip derecelerin yükseltilmesine vesile olan amellerden ve bağlılığın sembollerinden olduğunu haber vermiştir,

 

Diğer bir hadiste şöyle buyrulmuştur:

 

"Bir farz namazı kılıp bir başkasını daha kılmak için oturup bekleyen kimseyle Allah meleklerine övünür."

 

Bu hadisler gösteriyor ki, sabah namazını kıldıktan sonra oturup cumayı bekleyene, gidip sonra vaktinde gelene verilenden daha çok sevab verilir. Medinelilerin yahut diğerlerinin böyle yapmamış olmaları, bu amelin mekruh olduğunu göstermez. Günün evvelinde erken davranarak cumaya gelmek konusu da aynen böyledir. Allah en iyi bilendir.

 

 

25. Cuma Günü Sadaka Vermek:

 

Cuma gününde sadaka vermenin, diğer günlerde vermeye göre bir üstünlüğü vardır. Haftanın diğer günlerine bakarak bu günde verilen sadaka, diğer aylara bakarak Ramazan'da verilen sadaka gibidir.

 

Şeyhülislam İbn Teymiye'yi -Allah ruhunu aziz etsin- gözetledim; cuma kılmak için evinden çıktığında evinde ekmek yahut başka bir şey ne bulursa yanına alır yolda gizlice sadaka olarak verirdi. Kendisinden dinledim, diyordu ki: "Allah, Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) münacaattan önce sadaka vermemizi emrettiğine göre, (Allah'a) münacaattan önce sadaka vermek hem daha faziletli hem de fazilete daha layıktır."

 

Ahmed b. Züheyr b. Harb, babası Ebu Hayseme Züheyr b. Harb - Cerir - Mansur - Mücahid - İbn Abbas senediyle nakleder ki: Ebu Hureyre ile Ka'b bir araya geldi. Ebu Hureyre: "Cuma günü içinde öyle bir saat vardır ki, bir müslüman adam namaz kılarken o saate rastgelir, Allah'tan (c.c.) bir dilekte bulunursa muhakkak Allah dedi. Bunun üzerine Ka'b söze başladı: "Ben, size cuma gününden bahsedeceğim: Cuma günü olunca insanoğlu ve şeytanlar dışındaki bütün varlıklar gökler, yer, kara, deniz, dağlar, ağaçlar.... o gün (kıyametin kopmasından) endişe ederler, korku içinde olurlar... Melekler, camilerin kapılarını tutar. İmam minbere çıkıncaya kadar gelenleri sırayla yazarlar. İmam minbere çıkınca defterlerini kapatırlar. Artık bundan sonra gelenler üzerlerine farz olan Allah hakkı için gelmiş olurlar. O gün tıpkı cünüplükten gusleder gibi gusletmek ergenlik çağına girmiş herkesin vazifesidir. O günde verilen sadakanın sevabı, diğer günlerde verilen sadakanın sevabından daha büyüktür. Güneş, cuma günü gibi bir gün üzerine ne doğdu, ne battı."

 

Bu sözleri nakleden ibn Abbas diyor ki: "Ka'b ve Ebu Hureyre'nin konuşmaları bu kadar. Bence bir kimse, şayet hanımının güzel kokusu varsa sürünmelidir."

 

 

26. Mezid Günü:

 

O gün Allah (c.c.) cennetteki mü'min dostlarına tecelli edecek, onlar da O'nu ziyaret edeceklerdir. Allah'a en yakın olacak kişi, imama en yakın olandır; ziyarete en başta gidecek olan da cuma namazına en önce giden olacaktır.

 

Yahya b. Yeman, Şerik'den Ebu'l-Yakzan yoluyla Enes b. Malik'in "katımızda fazlası da vardı"[Kaf, 35] ayeti hakkında "Allah, her cuma mü'minlere tecelli eder" dediğini nakletmiştir.

 

Teberani, el-Mu'cem (el-Kebir) adlı eserinde Ebu Nuaym el-Mes'udi - el-Minhal b. Amr - Ebu Ubeyde senediyle Abdullah (b. Mes'ud'un) şöyle dediğini nakleder: "Cumaya gitmekte yarışın. Çünkü Allah (c.c.) her cuma kafurdan bir tepe üzerinde cennet halkına gözükür. Allah'a yakınlıkları, cumaya acele etmeleri ölçüsüncedir. Allah, onlara daha Önce görmedikleri yeni ihsanlarda bulunur. Ailelerinin yanına, kendilerine sunulan yeni ihsanları almış olarak dönerler." Sonra Abdullah camiye girdi, iki adamla karşılaştı. Bunun üzerine: "İki adam... Ben, üçüncüyüm. Dilerse Allah, üçüncüye de ihsanda bulunur" dedi.

 

Beyhaki, Şu'abu'l-İman adlı eserinde Alkame b. Kays'ın şöyle dediğini zikrediyor: Abdullah b. Mes'ud (r.a.) ile birlikte bir cumaya gittim. Abdullah, kendinden önce camiye üç kişinin gelmiş olduğunu görünce: Dört kişinin dördüncüsüyüm. Dördün dördüncüsü de uzak değildir, deyip Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) işittiğini söylediği şu hadisi nakletti: "İnsanlar, kıyamet günü cumaya gitme önceliklerine göre Allah'a yakın oturacaklardır. En önde ilk giden, ondan sonra ikinci, ondan sonra üçüncü, ondan sonra da dördüncü... giden oturacaktır." Sonra Abdullah: "Dördün dördüncüsü de uzak değildir" dedi.

 

Darakutni, Kitabu'r-Ru'yet adlı eserinde Ahmed b. Selman ti. el-Hasan - Muhammed b. Osman b. Muhammed - Mervan b. Cafer - Haşimoğullarının azadlı kölesi Ebu'l-Hasan Nafi' - Ata b. Ebi Meymüne - Enes b. Malik (r.a.) senediyle Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduklarını nakleder:

 

"Cuma günü olunca mü'min erkekler Rablerini görecektir. Allah'a ilk önce bakacak kişi her cuma erkenden camiye giden olacaktır. Mü'min kadınlar ise Ramazan ve Kurban bayramı günleri Allah'ı göreceklerdir. "

 

(Yine Darakutni), Muhammed b. Nuh - Muhammed b. Musa b. Süfyan es-Sükkeri - Abdullah b. el-Cehm er-Razi - Amr b. Ebu Kays - Ebu Tayyibe - Asım - Ebu'l-Yakzan Osman b. Umeyr - Enes b. Malik (r.a.) yoluyla rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyururlar ki:

 

"Cibril yanıma geldi. Elinde beyaz bir ayna, aynada siyah benek gibi bir şey vardı. Sordum:

 

—Ey Cibril! Bu nedir? Cevap verdi:

 

—Bu, cumadır. Allah, hem senin hem de senden sonra ümmetin için bayram olsun diye bu günü sana sunuyor.

 

—O günde bizim için ne vardır?

 

—Sizin için o günde hayır vardır. O günde sen ilk olacaksın. Yahudi ve hıristiyanlar sırada senden sonra gelecekler. Senin için o gün içinde bir saat vardır ki bir kul, o saatte Allah'tan (s.c.) kendi payına düşen bir

 

şey istese mutlaka verir. Kendi payına düşen bir şey yoksa ondan daha üstün olanını verir. O kulun başına gelmesi takdir edilen bir serden de Allah onu korur. Böyle bir şey yoksa bundan daha büyük bir şerri ondan defeder.

 

 —Peki, bu siyah benek nedir?

 

—Cuma günündeki saattir. Cuma günü bizim gözümüzde günlerin efendisidir. Ahiret halkı ona "Mezid Günü" der.

 

—Ey Cibril! Mezid günü ne demek?

 

—Anlatayım. Rabbin, cennette beyaz miskten, çok geniş bir vadi yarattı. Cuma günü olunca Kürsi'sine iner. Sonra Kürsi nurdan minberlerle kuşatılır. Peygamberler gelir, onların üzerine otururlar. Sonra bu minberler, altın minberlerle kuşatılır. Sıddıklar ve şehidler gelir, onlar da bu altın minberlerin üzerine otururlar. Köşk sahipleri gelir tepecikler üzerine otururlar.

 

Sonra Rableri Allah (c.c.) onlara tecelli eder; O'nu seyrederler. Allah buyurur: "Ben, size karşı sözümü yerine getirdim, nimetlerimi tamamladım. Burası Benim lütuf, ihsan yerimdir. İsteyin Ben'den isteyebildiğinizi." Onlar da hoşnutluk isterler. Allah buyurur: "Benim hoşnutluğum, sizi (cennet) yurdumda konuk etti, ihsanımı size ulaştırdı. İsteyin Ben'den isteyebildiğiniz!." Yine hoşnutluk isterler; Allah da hoşnut olduğunu bildirir. Sonra kullar, istekleri, arzuları bitip tükeninceye kadar isteyebildiklerini isterler. Sonra onlar için bu anda bir kapı açılır, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın kalbine gelmeyen şeylerle karşılaşırlar. Daha sonra izzet sahibi Hz. Allah yükselir; peygamberler ve şehidler de O'nunla birlikte yükselir. Köşk sahipleri köşklerine dönerler. Her köşk yarık ve çatlak bulunmayan bir tek inciden yahut kırmızı bir yakuttan ya da yeşil zebercedden oluşmaktadır. Kapıları, üst odaları, sofaları ve kilitleri de hep aynı madenlerdendir. İçlerinde nehirleri devamlı akar. Meyveler içlerine sarkmış vaziyettedir. Köşklerin içinde hanımlar, hizmetçiler vardır. Allah'ın (c.c.) ihsanlarını daha fazla elde etmek ve O'nun mübarek yüzüne bakma dolayısıyla cuma gününe ihtiyaçları olduğu kadar başka hiçbir şeye muhtaç değildirler. O gün ise Mezid Günüdür. "

 

Bu hadisin pekçok senedleri vardır. Ebu'l-Hasan ed-Darakutni, hepsini de Kitabu'r-Ru'yet adlı eserinde vermiştir.

 

 

27. "Şahid" Cuma Günüdür:

 

Allah'ın Kitab'ında kendisine yemin ettiği "şahid" cuma günü olarak tefsir edilmiştir.

 

Humeyd b. Zenceveyh, Abdullah b. Musa - Musa b. Ubeyde - Eyyub b. Halid - Abdullah b. Rafi' - Ebu Hureyre senediyle Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduklarım nakleder:

 

"Va'dolunan gün kıyamet günü, meşhud gün arefe günü, şahid ise cuma günüdür. Cuma gününden daha üstün bir gün üzerine güneş ne doğdu, ne battı. O gün içinde öyle bir saat vardır ki, o saatte mü'min bir kul Allah'tan bir hayır dilerse Allah muhakkak dileğini yerine getirir yahut bir serden Allah'a sığınırsa Allah, onu o serden mutlaka korur."'

 

Bu hadisi Müsned'inde Haris b. Ebi Üsame, Ravh yoluyla Musa b. Ubeyde'den nakletmiştir.

 

Taberani, Mu'cem'inde Muhammed b. İsmail b. Ayyaş - onun babası İsmail - Damdan b. Zür'a - Şurayh b. Ubeyd - Ebu Malik el-Eş'ari senediyle Hz. Peygamber'in şöyle buyurduklarım nakleder:

 

"Va'dolunan gün kıyamet günü, şahid cuma günü ve meşhud arefe günüdür. Cuma gününü AKah bizim için saklamıştır. Orta namaz ikindi namazıdır."

 

Bu hadis Cübeyr b. Mut'im'den de rivayet edilmiştir.

 

Ben derim ki: Doğrusu -Allah en iyi bilendir- bu açıklama, Ebu Hureyre'nin tefsiri olsa gerek. İmam Ahmed b. Hanbel diyor ki: Muhammed b. Ca'fer, Şu'be'den o da AH b. Zeyd ve Yunus b. Ubeyd'den onlar da Haşim oğullarının azadlı kölesi Ammar'dan o da Ebu Hureyre'den bize naklederler ki -Ali b. Zeyd, Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kadar çıkardı. Yunus ise Ebu Hureyre'yi aşmadı- (iki farklı rivayete göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) veya Ebu Hureyre) "Şahid ve meşhuda andolsun ki" ayetini tefsir ederken, "Şahid cuma günü, meşhud arefe günü ve va'dolunan gün kıyamet günü'dür." demiştir.'

 

 

28. Kıyametin Kopacağı Gün:

 

İnsanlar ve cinler dışında bütün yaratıklar, gökler, yer, dağlar, denizler... o günden (kıyamet kopacak diye) korku duyar, heyecan içinde olurlar.

 

Ebu'l-Cevvab, Ammar b. Ruzeyk - Mansur - Mücahid - İbn Abbas senediyle rivayet ediyor: Ka'b ve Ebu Hureyre bir araya geldiler. Ebu Hureyre söze başladı: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: "Cuma içinde öyle bir saat vardır ki, o saatte müslüman bir kul Allah'tan dünya ve ahiret hayrı dilerse muhakkak Allah onun dileğini yerine getirir." Bunun üzerine Ka'b söz aldı: "Şimdi size cumadan bahsedeceğim: Cuma günü olunca insanoğlu ve şeytanlar dışındaki bütün yaratıklar, gökler, yer, dağlar, denizler... o günden (kıyamet kopar diye) korku içinde olurlar. Melekler camilerin kapılarını tutar, imam minbere çıkıncaya kadar gelenleri sırayla yazarlar. İmam minbere çıkınca defterlerini kapatırlar. Artık bundan sonra gelenler üzerlerine farz olan Allah hakkı için gelmiş olurlar. O gün tıpkı cünüplükten gusleder gibi gusletmek, ergenlik çağına girmiş herkesin vazifesidir. O günde verilen sadakanın sevabı diğer günlerde verilen sadakanın sevabından daha üstündür. Güneş, cuma günü gibi bir gün üzerine ne doğdu, ne battı."

 

ibn Abbas diyor ki: "Ka'b ve Ebu Hureyre'nin sözleri bu kadar. Bence bir kimse, o gün şayet hanımının güzel kokusu varsa sürünmelidir."

 

Ebu Hureyre'nin Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) naklettiği bir hadis-i şerif'de şöyle buyurulmaktadır: "Güneş, cuma gününden daha üstün bir gün üzerine ne doğar, ne batar. Şu iki grup yaratıktan -insan ve cinlerden- başka bütün canlılar cuma gününden korku duyarlar." Bu hadis sahihtir.

 

Bütün yaratıkların cuma gününden korku duymaları şundan kaynaklanmaktadır: Kıyamet o gün kopacak, kainat katlanacak, o gün dünya harab olacak, insanlar cennet veya cehennemde kalacakları yerlere o gün gönderilecek.

 

 

29. Allah'ın Bu Ümmete Sakladığı Gün:

 

Cuma, Allah'ın bu ümmet için sakladığı ve onlardan önceki kitap ehlini şaşırttığı bir gündür.

 

Buhari'nin Sa/nTi'inde Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: "Güneş, cuma gününden daha hayırlı bir gün üzerine ne doğdu, ne battı. Allah bu günü tayin edip bizi doğruya ulaştırdı. Diğer ümmetler ise şaşırdılar. Artık bu meselede insanlar bize uymuştur. Yahudilerin (ibadet günü) cumartesi, hıristiyanlarınki ise pazardır." Başka bir hadiste: "Allah, onu bize sakladı" ilavesi vardır.

 

İmam Ahmed b. Hanbel, Ali b. Asım - Husayn b. Abdurrahman - Ömer b. Kays - Muhammed b. el-Eş'as yoluyla Hz. Aişe'den rivayet ediyor: Hz. Aişe diyor ki: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanındaydım. Bir Yahudi girmek için izin istedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) izin verdiler. Yahudi: "es-Samu aleyke" dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ve aleyke = senin üzerine de olsun" diye karşılık verdi. Hz. Aişe diyor ki: İçimden bir söz söylemek geldi ama söylemedim. Sonra ikincisi geldi, aynı şekilde söyledi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de "Ve aleyke" diye karşılık verdi: Yine içimden bir söz söylemek geldi ama söylemedim. Üçüncüsü geldi: "es-Samü aleyküm = ölüm üzerinize olsun" dedi. Bunun üzerine ben: "Hayır... Ölüm ve Allah'ın gazabı, sizin üzerinize olsun, maymunların, domuzların kardeşleri! Allah'ın Elçisini, Allah'ın (c.c.) selamlamadığı bir şekilde mi selamlıyorsunuz?!" diye söze karıştım. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana baktı ve buyurdular: "Sakin ol! Allah, çirkin söz söylemeyi de çirkin sözlerle atışmayı da sevmez. Onlar bir söz söylediler, biz de sözlerini onlara iade ettik. Bize hiçbir zararı dokunmadı; ama kıyamete kadar onlara bağlı kalır. Onlar, bize, şu meselelerde hased ettikleri gibi hiçbir şeyde hased etmezler: 1- Cuma günü: Allah bize onu tayin edip gösterdi, onlar ise şaşırdılar, 2- Kıble: Allah bize onu tayin edip,

 

gösterdi, onlar şaşırdılar, 3- İmamın arkasında söylediğimiz "amin" sözü.

 

Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde Ebu Hureyre'den naklen Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdukları rivayet edilir: "Bizler (diğer semavi din mensublarına göre) en sonra gelenleriz. Ama kıyamet günü en başa geçecek olan biziz. Ancak onlara bizden önce kitap gönderildi, onlardan sonra da bize gönderildi. (Yahut onlara bizden önce kitap gönderilmiş ve onlardan sonra da bize gönderilmiş olmasına rağmen) Allah'ın kendilerine farz kıldığı gün, bu (cuma günü) iken, bu konuda görüş ayrılığına düştüler (de başka günleri takdis ettiler). Allah bu günü tayin edip bizi doğruya ulaştırdı. Artık bu meselede insanlar bize uymuştur. Yahudilerin (ibadet günü) yarın, hıristiyanlarınki ise öbür gündür."

 

Hadiste geçen "beyde" kelimesi Ebu Ubeyd'in anlattığına göre iki türlü kullanılmaktadır: 1- Beyde şeklinde "b" ile, bu kullanım yaygındır, 2- Meyde şeklinde "m" ile. Bu kelimenin anlamı konusunda iki görüş vardır: 1) "Ancak, yalnız, başka" manalarına gelen "gayr" kelimesiyle aynı manadadır. İki mananın en yaygın kullanımı budur. 2) "üzerinde, üzerine, rağmen" anlamlarına gelen "ala" kelimesiyle aynı anlamdadır. Ebu Ubeyd, bu anlama geldiğini gösteren şu beyti, nakletmiştir:

 

"Helak olsam da ses çıkarmayacağını tahminime rağmen, Kasden yaptım bunu."

 

 

30. Allah'ın Seçtiği Gün;

 

Cuma günü Allah'ın, haftanın günleri arasından seçtiği gündür. Nitekim Allah senenin ayları arasından Ramazan ayım, geceler arasından Kadir gecesini, yeryüzü içinde Mekke'yi ve yarattığı insanlar arasından da Hz. Muhammed'i (Sallallahu aleyhi ve Sellem) seçmiştir.

 

Adem b. İyas, Ebu Muaviye Şeyban - Asım b. Ebu'n-Necud - Ebu Salih yoluyla Ka'b el-Ahbar'ın şöyle dediğini nakleder:

 

Allah (c.c.) aylar arasında tercih yaptı, Ramazan ayını tercih etti. Günler arasında tercih yaptı, cuma gününü tercih etti. Geceler arasında tercih yaptı, Kadir gecesini tercih etti. Saatler arasında tercih yaptı, namaz saatini tercih etti. Cuma (namazı), o cumadan diğer cumaya kadar işlenen (küçük) günahlara keffaret olur, sevabı da üç kat artırır. Ramazan orucu, o Ramazanla diğer Ramazan arasındaki günahları affettirir. Hac vazifesini yapmak, o hac ile diğer hac arasındaki günahları affettirir. Yapılan umre, kendisiyle diğer umre arasındaki günahları affettirir. Kişi iki sevap arasında, işlediği sevap ile yapmak istediği sevap arasında -yani iki namaz arasında- vefat eder. Ramazanda şeytanlar zincirlerle bağlanır. Cehennemin kapıları kapatılır, cennetin kapıları açılır. Bu ayda; "Ey hayrı arayan! Gel! Bütün istediklerin Ramazan'dadir." diye nida edilir. Hiçbir gecede yapılan ibadet, Ramazanın son on gecesinde yapılan ibadet kadar Allah katında sevimli ve makbul değildir.

 

 

31. Ruhların Bedenlerle Buluştuğu Gün:

 

Cuma günü ölülerin ruhları kabirlerine yaklaşır, bedenlerle irtibat kurarlar. Bu günde kendilerini ziyaret edenleri, yanlarından geçenleri, selam verenleri ve aralarına katılanları (ölenleri) diğer günlerdeki tanımalarına nazaran çok daha iyi tanır ve bilirler. O gün ölülerin, dirilerin buluştuğu gündür. O gün kıyamet kopunca öncekiler - sonrakiler, yeryüzü-gözyüzü sakinleri, Allah-kul, amel eden ve yaptığı amel, zulüm gören ona zulmeden zalim ve güneş-ay buluşurlar. Oysa bu ikililer o zamana kadar daha Önce hiç bir araya gelmemişlerdi. O gün buluşma ve kaynaşma günüdür. Bu yüzden insanlar dünyada iken diğer günlere bakarak bu günde daha sık buluşur, görüşürler. O gün karşılaşma günüdür.

 

Ebu't-Teyyah Yezid b. Humeyd anlatıyor: Mutarrif b. Abdullah kırlara çıkardı. Cuma gecesi olunca gece yeni başlarken atına biner yola çıkardı. Yolunu kamçısı aydınlatırdı. Yine böyle bir gece yola çıktı. Mezarlığa varınca atı üzerinde hafifçe kestirdi. Mutarrif diyor ki: Bu esnada kabirdekileri gördüm. Kabirdeki her şahıs kabri üzerine oturmuştu. Beni görünce;

 

"Siz cuma gününü biliyor musunuz?" diye sordum. "Evet, dediler. O gün kuşların ne dediğini de biliriz." 'Teki, kuşlar ne derler?" diye sordum. "Hayırlı günden selam size, selam size! derler." diye cevap verdiler.

 

İbn Ebi'd-Dünya, el-Menamal ve diğer eserlerinde, Asim el-Hacderi'nin ailesinden bir zatın anlattığı şu rüyayı kaydediyor: Ölümünden iki yıl sonra Asim el-Hacderi'yi rüyamda gördüm. Aramızda şu konuşma geçti; sordum:

 

—Sen ölmemiş miydin?

—Evet, öyle.

—Peki şimdi neredesin?

 

—Yeminle söylüyorum, cennet bahçelerinden birindeyim. Ben ve bir grup arkadaşım her cuma gecesi ve sabahı Bekir b. Abdullah el-Müzeni'nin yanında toplanıyor, sizin haberlerinizi alıyoruz.

 

—Toplanıp bir araya gelen cisimleriniz mi yoksa ruhlarınız mı?

—Heyhat, cisimler çürüdü toprak oldu! Buluşanlar sadece ruhlardır.

—Sizi ziyaretimizin farkına varıyor musunuz?

—Cuma akşamı, bütün cuma günü boyunca ve cumartesi gecesi güneş doğuncaya kadar ziyaretinizi biliriz.

—Neden bu durum diğer bütün günler için geçerli olmuyor?

—Çünkü cuma gününün bir üstünlüğü ve yüceliği vardır.

 

Yine İbn Ebi'd-Dünya anlatıyor: Muhammed b. Vasi' her cumartesi seher vaktinde mezarlığa gider kabirlerin başında durur, onları selamlar, onlar için dua eder, sonra dönüp gelirdi. Dediler ki: "Ziyaretinizi bu gün yerine pazartesi günü yapsanız!" Bunun üzerine: "Bana kadar ulaşan bir habere göre Ölüler, cuma günü ile ondan bir önceki ve bir sonraki günde kendilerini ziyaret edenleri bilirlermiş" diye karşılık verdi.

 

Süfyan es-Sevri'den naklediyor: Diyor ki: Bana ulaştığına göre Dahhak demiştir ki: "Kim cumartesi günü güneş doğmadan önce bir kabri ziyaret ederse ölü, onun ziyaretini bilir." Sordular: "Bu nasıl olur?" Cevap verdi: "Cuma gününün şerefinden dolayı."

 

 

32. Cuma Orucu:

 

Tek olarak yalnızca cuma günü oruç tutmak mekruhtur, İmam Ahmed'in açık ifadesi böyledir.

 

el-Esrem anlatıyor: Ebu Abdillah'a (Ahmed b. Hanbel) cuma günü oruç tutma meselesini sordular. O da yalnızca o güne mahsus olmak üzere oruç tutmayı yasaklayan hadisi söyledi. Sonra ardından dedi ki: "ancak tutmakta olduğu oruç o güne denk gelmişse caizdir. Yalnızca o güne mahsus olarak oruç tutmak ise caiz değildir."

 

Bu sözler üzerine sordum: "Bir adam, bir gün oruç tutuyor, bir gün yiyor, iftarı perşembeye, orucu cumaya ve yine iftarı cumartesiye rastgeliyor. Bu durumda yalnızca cuma orucu tutmuş gibi mi oluyor?" İmam Ahmed, bu soruma karşılık: "Caiz olmayan, kasden o güne özgü olmak üzere oruç tutmaktır. Sadece cuma günü kasıtlı oruç tutmak mekruhtur."

 

Malik ve Ebu Hanife o gün oruç tutmayı diğer günlerde olduğu gibi mubah saymışlardır. Malik diyor ki: "İlim ve fıkıh adamlarından ve kendilerine uyulan imamlardan hiçbirinin cuma günü oruç tutmayı yasakladığım işitmedim. O gün oruç tutmak güzeldir. İlim adamlarından birisinin o gün oruç tuttuğunu gördüm, onun bu konuyu araştırdığını sanıyorum."

 

İbn Abdilber der ki: Cuma orucu konusunda Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nakledilen hadisler birbirini tutmamaktadır. İbn Mes'ud (r.a.), Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) her ay üç gün oruç tuttuğunu naklediyor ve: "Cuma günü O'nun iftar ettiğini çok az görmüşümdür" diyor. Bu hadis, sahihtir. İbn Ömer'in (r, anhüma) de "Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma günü iftar ettiğini hiç görmedim" dediği rivayet ediliyor. Bu hadisi İbn Ebi Şeybe, Hafs b. Gıyas - Leys b. Ebi Süleym - Umeyr b. Ebi Umeyr - ibn Ömer senediyle zikretmiştir.

 

İbn Abbas da devamlı o gün oruç tuttuğunu nakletmiştir.

 

Malik'in sözettiği ilim adamının Muhammed b. el-Münkedir (v. 130/|47) olduğunu söylüyorlar. Bazıları ise Safvan b. Süleym'dir (v. 132/749) diyorlar:

 

ed-Deraverdi, Safvan b. Süleym'den naklen Cuşem oğullarından bir adamın, Ebu Hureyre'nin Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şu hadisi rivayet ettiğini işittiğini naklediyor: "Kim cuma günü oruç tutarsa, ona, dünya günlerine benzemez ay gibi berrak ve parlak on ahiret günü sevabı yazılır."

 

Cuma orucunda aslolan bir hayır ameli olmasıdır. Yalnızca muhalifi bulunmayan bir delille yasaklanabilir.

 

Derim ki: Asla kusur bulunamaz bir sıhhatte olan muhalif sahih hadis vardır. Buhari ve Müslim'in Sa/i/Ti'lerinde Muhammed b. Abbad'dan naklediliyor: Muhammed diyor ki; Cabir'e: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma orucunu yasakladı mı?" diye sordum, "Evet" cevabını verdi.

 

Müslim'in Sahihimde Muhammed b. Abbad'ın şöyle dediği rivayet edilmekte: Cabir b. Abdullah'a, Beytullah'ı tavaf ettiği bir sırada; "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma orucunu yasakladı mı?" diye sordum. "Şu yapının Rabbine yemin ederim ki, evet." diye karşılık verdi.

 

Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre'den naklediyor: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduklarını işittim: "Hiçbiriniz bir gün öncesinde yahut bir gün sonrasında oruç tutmadıkça cuma günü oruç tutmasın." Bu lafızla Buhari rivayet etmiştir.

 

 

Müslim'in Sahih'inde Ebu Hureyre'den naklediliyor: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: "Geceler arasında yalnız cuma gecesini ibadete ayırmayın. Günler içinde yalnız cuma günü oruç tutmayın; ancak birinizin tuttuğu oruç o güne denk gelirse tutabilir."

 

Buhari'nin Sahih'inde, Peygamberimizin hanımı Cüveyriye bt. Haris'den naklen anlatıldığına göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bu hanımının oruçlu olduğu bir cuma günü yanına girdiğinde ona soruyor: "Dün oruç tuttun mu?" "Hayır" cevabını alıyor. "Peki yarın tutmak istiyor musun?" sorusuna: "Hayır" cevabını alınca da "Orucunu boz" diyor.

 

Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde İbn Abbas'tan naklen Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdukları naklediliyor: "Yalnız cuma günü oruç tutmayın."

 

Yine Müsned'de nakledildiğine göre; Cünude el-Ezdi anlatıyor: Bir cuma Ezd kabilesinden yedi kişiyle birlikte Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) huzuruna girdim. Ben sekizincileri idim. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kahvaltı yapıyordu. "Kahvaltıya buyrun" dedi. Biz: "Oruçluyuz, ey Allah'ın Rasulü!" dedik. "Dün oruç tuttunuz mu?" diye sordu. "Hayır" diye karşılık verdik. "Peki, yarın tutacak mısınız?" diye sordu; bu sefer de: "Hayır" cevabını verdik. "O halde orucunuzu bozun." dedi. Artık Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile beraber yedik. Cuma vaktinde hitap etmek için minbere çıkıp oturduğunda bir kap su istedi, minber üzerindeyken halkın gözü önünde suyu içti. Bu davranışıyla Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), cuma günü oruç tutmadığını halka göstermek istemişti.

 

Yine Müsned'de Ebu Hureyre'den nakledilen bir hadiste Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyururlar ki: "Cuma günü, bayram günüdür. Bayram gününüzü, oruç günü haline getirmeyin. Ancak o günden önceki veya sonraki günde oruç tutacaksanız o gün de tutabilirsiniz."

 

İbn Ebi Şeybe, Süfyan b. Uyeyne - İmran b. Zabyan - Hukeym b. Sa'd senediyle Hz. Ali b. Ebi Talib'in (r.a.) şöyle dediğini nakleder: "Herhangi biriniz ay içerisinde bazı günlerde nafile oruç tutarsa perşembe günü oruçlu olsun, cuma günü oruç tutmasın. Çünkü o gün, yemek, içmek ve zikir günüdür. Allah o kimse için iki yararlı günü bir araya getirmiş olur: 1) Oruç tuttuğu gün, 2) Müslümanlarla beraber ibadet ettiği gün."

 

İbn Cerir, Muğire'den naklen İbrahim (en-Nehai)'nin şu sözünü zikreder: "Onlar (sahabe) cuma orucunu, namaza güç elde etmek için mekruh sayarlardı."

 

Derim ki: Cuma orucunun niçin mekruh olduğunda gözönünde bulundurulacak üç husus vardır:

 

1- Birisi (İbrahim en-Nehai'nin zikrettiği) bu husus. Ancak ek olarak, bir gün önce veya sonra oruç tutulduğunda mekruhluğun ortadan kalkması burada problem olmaktadır.

 

2- O gün bayram günüdür. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buna işaret etmiştir. Bu husus illet gösterildiğinde iki problem ileri sürülüyor: 1) Bayram günü oruç tutmak haram olduğu halde cuma günü oruç tutmak haram değildir. 2) Mekruhluk, yalnız o güne özgü olarak oruç tutmamakla ortadan kalkmaktadır. Bu iki probleme şöyle cevap verilir: Cuma günü yılın bayramı değil, haftanın bayramıdır. Haramlık sadece yılın bayramında oruç tutmada sözkonusudur. Bir gün önce yahut sonra oruç tutarsa o gün cuma ve bayram olduğu için oruç tutmuş olmaz. O güne mahsus oruç tıkmaktan doğan kusur ortadan kalkmış olur. Hatta cuma oruç tuttuğu günler arasına bağımlı olarak girmiş olur. İmam Ahmed'in (r.h.) Müsned'inde, Nesai ve Tirmizi'nin Sünenlerinde Abdullah b. Mes'ud'dan rivayet ettikleri: "Cuma günü Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iftar ettiğini çok az görmüşümdür." hadisi -şayet sahihse- buna bağlanır. Eğer bu hadis sahihse o zaman Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) oruç tuttuğu günler arasına, cuma bağımlı olarak girerdi; yoksa yalnız o güne mahsus oruç tuttuğu olmazdı diye yorumlamak belirginleşir. Çünkü kendisinden nakledilen yalnız o güne mahsus oruç tutmayı yasaklayan sahih hadis vardır. Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde rivayet edilen yasaklayıcı sabit hadisler nerede, Sahih sahihlerinden hiçbirinin rivayet etmediği ve Tirmizi'nin de gariblİğine hükmettiği cevaz hadisi nerede! Açık ve sahih hadislere nasıl karşı gelebilir, sonra da onların önüne geçebilir?!

 

3- Sedd-i zeria: Dinde olmayan şeyleri dine katma ve dünyevi işlerden tamamen sıyrılarak bazı günleri ibadete ayırmak suretiyle Hıristiyan ve yahudilere benzeme vesilesi olan kapıları kapamak. Buna ek olarak şöyle de denebilir. Bu günün, diğer günlerden üstünlüğü açık olduğundan dolayı o günde oruç tutmaya çağıran sebep güçlüdür. Halkın birbirlerine bakarak cuma orucunu sürekli hale getirmeleri ve diğer günlerin orucu için düzenlemedikleri tören ve merasimleri düzenlemeleri büyük ihtimaldir. Burada da şeriattan olmayanı şeriata katma sözkonusudur. Bu amaçla -Allah en iyi bilendir ya- geceler arasında yalnız cuma gecesini ibadete ayırmak yasaklanmıştır. Çünkü bu gece, en faziletli gecelerden biridir. Hatta bazıları, Kadir gecesinden de üstün saymıştır. İmam Ahmed'den gelen bir rivayet bu görüş doğrultusundadır. Böyle olduğu içindir ki o geceyi ibadete ayırmak ihtimali büyüktür. Sari' bu yüzden vasıtayı kesti ve o geceyi ibadete ayırmayı yasaklamakla bu kapıyı kapadı. Allah en iyi bilendir.

 

Soru: Başka bir günü oruca ayırma konusunda ne dersiniz?

 

Cevap: Pazartesi, arefe ve aşure günü gibi bizzat Şari'in belirlediği günleri ayırmak sünnettir. Cumartesi, salı, pazar, çarşamba gibi başka bir günü ayırmak ise mekruhtur. Bunların en mekruh ve harama en yakın olanı da oruç tutmak, tazim göstermek için kafirlerin bayram günlerini ayırmalarına en çok benzeyenidir.

 

 

33. insanların Bir Araya Geldiği Gün:

 

O gün insanların bir araya geldiği ve kendilerine, varlık sahasına çıkış ve yeniden dirilişin hatırlatıldığı bir gündür. Allah (c.c), her ümmet için ibadetle uğraşacakları, varlık sahasına çıkışı ve yemden dirilişi anmak için toplanacakları ve alemlerin Rabbi Allah önünde ayakta durup en büyük toplantıyı yapacakları günü hatırlayacakları, hafta içinde bir gün tayin etmiştir. Bu gözetilen maksada en uygun gün de Allah'ın yaratıkları bir arada toplayacağı gün olan cuma günüdür. Allah o günü şeref ve üstünlüğe sahip bu ümmet için saklamıştır. Kendisine itaat için bugünde toplanmayı meşru kılmış ve lütfuna ulaşmak için bu ümmetin diğer ümmetlerle o günde buluşmalarını takdir buyurmuştur. Öyleyse o gün dünyada şer'an, ahirette ise takdiren toplantı günüdür.

 

Gün yarılanınca, hutbe ve namaz vakti boyunca cennet ve cehennem halkı yerlerinde bulunurlar. Nitekim birçok yönden gelen rivayete göre Ibn Mes'ud: "Kıyamet günü, gün yarılanınca cennet halkı konaklarına cehennem halkı yerlerine çekilir, öğle uykusuna yatarlar." demiş: "O gün, cennetliklerin kalacakları yer çok iyi, öğle uykusuna yatıp dinlenecekleri yer çok güzeldir."[Furkan, 24] ve "Sonra gerçekten öğleyin dinlenecekleri yer cehennemdir. " ayetlerini okumuştur. Onun kıraatinde ayet aynen bu şekildedir.

 

Bu yüzden günlerin yedi olduğunu, sadece kendilerine kitap gönderilen milletler bilebilir. Kitapları bulunmayan milletler bunu bilemezler; ama bunlar arasından, peygamberlerin ümmetlerinden bilgi alan kimseler bilebilirler. Çünkü burada günlerin yedi olduğunu gösteren ve duyularla algılanabilen bir alamet yoktur; ay, sene ve mevsimleri gösteren alametler vardır. Allah gökleri, yeri ve bunlar arasındaki varlıkları altı günde yaratıp peygamberleri ve elçileri aracılığıyla kullarına bunu tanıtınca kullar için hafta içerisinde bunları, yaratılma hikmetini ve niçin yaratıldıklarını, kainatın müddetini, gökler ve yerin katlanmasını, işin tıpkı Allah'ın yarattığı ilk zamana geri döneceğini ve bütün bunların gerçek bir vaad ve doğru bir söz olduğunu hatırlatıcı bir gün tayin edip meşrulaştırdı. Bundan dolayı Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma günü sabah namazında Secde ve Dehr surelerini okurdu. Çünkü bu iki sure yaratılış, diriliş, yaratıkların haşri, kabirlerinden çıkartılıp cennet yahut cehenneme gönderilmeleri gibi olmuş ve olacak hadiseleri ihtiva etmektedir. İlmi ve bilgisi kıt bazı kimselerin zannettikleri gibi Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bu sureyi içinde secde ayeti geçtiği için okumamıştır. Bu kimseler bu yanlış düşüncelerinden dolayı başka bir sureden secde ayeti okuyor, cuma sabah namazının secde ayeti okumakla üstün tutulduğuna inanıyor ve bunu yapmayana da hoşgörüyle bakmıyorlar.

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bayramlar ve diğer günlerdeki büyük toplantılarda aynen böyle tevhidden, yaratılış ve yeniden dirilişten, peygamberlerin ümmetleriyle geçirdikleri hadiselerden, peygamberleri yalanlayan ve onlara küfredenleri Allah'ın nasıl helak edip bedbaht eylediğinden, inanan ve onları tasdik edenleri ise nasıl kurtarıp sağlık ve selamete ulaştırdığından bahseden bir sure okurdu.

 

Nitekim bayram namazlarında Kaf ve Kamer surelerini; bazan da A'la ile Gaşiye surelerini okurdu. Cuma namazında bazan Cuma suresini okurdu. Çünkü bu sure cuma namazını kılma, ona koşma ve namaza engel her türlü işi terketme emri ile iki cihanda kurtuluşa ermek için Allah'ı çokça anma emrini ihtiva etmektedir. Zira Allah'ı (c.c.) anmayı unutmak iki cihanda da perişanlığa ve helaka sebep olur. ikinci rekatta Münafikun suresini okurdu. Böylece ümmeti koyu münafıklıktan sakındırdığı gibi mallarının ve çocuklarının onları cuma namazından ve Allah'ı anmaktan alıkoymasından da sakındırmış ve böyle yaparlarsa kesinlikle perişan olacaklarım bildirmiş, kurtuluşlarının en büyük sebeplerinden biri olan sadaka verme fiiline teşvik etmiş; ölüm zamanı gelip çattığında ecelin ertelenmesini ister, yeniden dünyaya dönüşü temenni eder, fakat istek ve temennilerine kulak asılmaz bir duruma düşmemeleri için uyarıda bulunmuş olurdu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) huzuruna bir heyet çıktığında onlara Kur'an dinletmek isterse işte böyle yapardı. Bu yüzden açıktan okunan namazlarda kıraati uzatırdı. Nitekim akşam namazını hem A'raf (iki rekata paylaştırmak suretiyle) hem de Tur ve Kaf süreleriyle kıldırmıştır. Sabah namazını yüz kadar ayet okuyarak kıldırırdı.

 

 

 

5- Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hutbelerinin Özellikleri:

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hutbelerinde, inanç esasları olan Allah'a, meleklerine, kitablanna, peygamberlerine, Allah'a kavuşmaya imandan cennet ve cehennemden; Allah'ın dostları ve buyruğuna uyanlar için hazırladığı mükafatlar ile düşmanları ve kendisine isyan edenlere hazırladığı cezalardan bahsederken aynı üslubla bunları zihinlere yerleştirirdi. Onun hutbesinden kalbler iman ve tevhidle, marifetulleh (Allah'ı tanıma, Allah bilgisi) ve Allah'ın günlerinin bilgisiyle dolup taşardı. Başkalarının hutbeleri gibi yalnızca bütün canlılar arasında ortak olan -geçen hayata ağlayıp sızlanma, ölümle korkutma gibi- hususları ihtiva etmezdi. Çünkü böyle hutbeler kalbde Allah'a iman, tevhid, Allah'a özgü bilgi, O'nun günlerini hatırlama hasıl etmez; nefisleri Allah sevgisine, O'na kavuşma arzusuna sürüklemez. Dinleyiciler, öleceklerini, mallarının paylaştırılacağını, toprağın cesedlerini çürüteceğini öğrenmekten başka hiçbir fayda elde etmeden çıkıp giderler.

 

Keşke böyle bir hutbeyle hangi iman, hangi tevhid, hangi marifet, hangi faydalı ilim hasıl olur, bir bilebilsem?!

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ashabının hutbelerini düşünen kişi görür ki, bu hutbeler hidayet ve tevhidi açıklamaya; Allah'ın (c.c.) sıfatlarını ve temel iman esaslarını anlatmaya; Allah'a davet etmeye, Allah'ı kullarına sevdiren nimetleri ile O'nun gazabından korkutan günlerini anlatmaya; onlara kendisini sevdiren Allah'ı anma ve O'na şükretme emri vermeye yeterliydiler. Allah'ı kullara sevdiren isimlerini, sıfatlarını ve O'nun azametini zikrederler; kulları Allah'a sevdiren ibadet, şükür ve zikir gibi hususları emrederlerdi. Dinleyenler O'nu sevmiş, O da onları sevmiş olarak dönerlerdi. Sonra uzun zaman geçti. Nübüvvet nuru gizlendi. Şer'i kanunlar ve emirler, hakikatleri ve maksatları gözetilmeksizin yapılan merasimler halini aldı. Bu şer'i kanun ve emirlere merasim şeklini verdiler, onları nelerle istiyorlarsa bunları da o şeylerle süsler oldular. Ardından bu merasim ve törenleri terkedilmez adetler haline getirdiler; asıl terkedilmemesi gereken maksatları terkettiler. Hutbeleri kafiyeli sözlerle, şiirlerle, nüktelerle ve edebiyatın süsleme sanatlarıyla süsler oldular. Böylece kalblerin hutbede alacakları nasib noksanlaştı, hatta yok oldu. Hutbenin maksadı yitirildi.

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hutbelerinden muhafaza edilenlere bakılacak olursa, hutbesinden daha çok Kur'an ve bilhassa Kaf suresini okuduğu görülür. Haris b. Nu'man'ın kızı Ümmü Hişam diyor ki: "Ben Kaf suresini ezberlediysem, yalnızca Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) minber üzerinde hutbe söylerken O'nun mübarek ağızlarından ezberlemişimdir."

 

Ali b. Zeyd b. Ced'an'ın rivayet ettiği zayıf bir senedle nakledilen, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hutbelerinden bize kadar intikal eden bir hutbesi şöyledir:

 

"Ey insanlar! Ölmeden önce Allah'a (c.c.) tevbe ediniz. Meşgul olmadan Önce hayır ameller işlemeye hız veriniz. Rabbinizle aranızdaki bağlan O'nu çok zikretmek, gizli-aşikar sadaka vermek suretiyle güçlendiriniz. Hem böylece mükafat alır, övülür, rızıklandınlırsınız.

 

Bilesiniz ki, Allah (c.c), şu makamımda, şu ayımda, şu yılımda kıyamete kadar cuma. namazını üzerinize farz kılmıştır. Bir kimse, başında adil veya zalim bir devlet başkam olduğu halde cumayı kılmaya imkan bulup

 

da inkar ettiğinden yahut hafife aldığından dolayı ben hayattayken yahut ölümümden sonra terkeder kılmazsa, Allah iki yakasını bir araya getirmesin, işinde bereket vermesin. Dikkat ediniz! Tevbe edinceye kadar böyle bir kimsenin kıldığı namaz namaz değil, aldığı abdest abdest değil, tuttuğu oruç oruç değil, verdiği zekat zekat değil, yaptığı hac hac değil! O'na bereket de yoktur. Şayet tevbe ederse Allah tevbesini kabul buyurur. Dikkat ediniz! Kadın erkeğe, a'rabi muhacire, serkeş kimse mü'mine imamlık etmesin! Ancak sultan, otoritesiyle onu bu işe zorlar ve sultanı nkıhcından, kırbacından korkması hali müstesna."

 

Diğer bir hutbesi de şöyledir: '

 

"Hamd Allah'a mahsustur. O'ndan yardım diler, O'ndan bağışlama bekleriz. Nefislerimizin şerlerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola ilettiğini hiç kimse saptıramaz; saptırdığını da hiç kimse doğru yola erdiremez. Tanıklık ederim ki, Allah'tan başka tapılacak yoktur; O tektir, ortağı yoktur. Yine tanıklık ederim ki, Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şüphesiz O'nun kulu ve elçisidir. Kıyamet saati önünde onu müjdeleyici ve uyarıcı olarak hakla göndermiştir. Allah ve Rasulüne itaat eden doğru yolu bulmuştur. Onlara isyan edense yalnızca kendisine zarar vermiş olur. Allah'a hiçbir zarar veremez." Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir. İnşaallah, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hac esnasında yaptığı hitabeler ileride (hac bahsinde) gelecektir.

 

 

 

6- Hz. Peygamber'in (s.a.) Hutbe Esnasındaki Tavırları:

 

Hutbeye çıktığı zaman gözleri kızarır, sesi yükselir, öfkesi artar; sanki heyecanlı heyecanlı: "Düşman üstünüze sabah - akşam saldırmak üzeredir" diye haber vererek bir orduyu uyarıyormuşçasına bir hal alır, ardından: "Benim peygamber olarak gönderilmemle kıyamet arasındaki müddet şu ikisi gibidir." buyurur, işaret ve orta parmaklarını birbirine yanaştırır ve derdi ki: "Şüphesiz sözlerin en hayırlısı Allah'ın kitabıdır. En iyi yol Muhammed'in yoludur, işlerin en fenası uydurulup dine katılan bid'atlerdir. Her bid'at sapıklıktır." Sonra da şöyle buyururlardı: "Ben, her mümine kendi canından daha yakın, daha layıkım. Kim vefat eder, geride bir mal bırakırsa ailesine kalır. Kim de bir borç yahut çoluk çocuk bırakırsa borcunu ben öder, çoluk çocuğuna ben bakarım." Hadisi, Müslim rivayet etmiştir.

 

Müslim'in aynı hadisi başka lafızlarla naklettiği diğer bir rivayette "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma hutbesinde Allah'a hamdeder, O'na övgüler söyler; sonra bunun peşinden yüksek sesle konuşmayabaşlardi..." deniliyor ve hadisin geri kalan kısmı zikrediliyor.

 

Hadisin diğer bir rivayet şekli de şöyledir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Allah'a hamdeder, O'na layık olduğu şekilde övgüler söyler, sonra: "Allah kimi doğru yola iletirse, onu hiç kimse sapıtamaz. Sapıttığını da hiç kimse doğru yola iletemez. Sözlerin en iyisi Allah'ın Kitabıdır."

 

Nesai'nin naklettiği diğer bir lafız ise şöyledir: "Her bid'at sapıklıktır. Her sapıklık cehennemdedir."

 

Hamd, övgü ve şehadetten sonra hutbelerinde "Erama ba'du" derdi.

 

Hutbeyi kısa tutar, namazı uzatır, çokça zikreder ve az sözle çok mana ifade eden kelimeler seçerdi. "Doğrusu kişinin namazının uzunluğu ve hutbesinin kısalığı onun fıkhını ( = ince anlayış sahibi olduğunu) gösterir." buyururdu.'

 

Hutbede, ashabına İslam'ın prensiplerini ve şer'i kanunları öğretir; hutbe söylerken içeri giren sahabiye iki rekat namaz kılmasını emretmesinde olduğu gibi, şayet hutbe esnasında emredilmesi yahut yasaklanması gereken bir durum ortaya çıkarsa onlara yapmalarını yahut yapmamalarını emrederdi.

 

İnsanların omuzlarına basa basa ileri geçmeye çalışan kimseyi men ederek oturmasını emretmiştir.

 

O esnada ortaya çıkan bir ihtiyaçtan dolayı yahut ashabından birisinin soru sorması üzerine hutbeyi keser, ona cevap verir, sonra kaldığı yerden hutbesine devam eder, tamamlardı.

 

Bazan gerek duyarsa minberden iner sonra geri dönerek hutbesini tamamladığı da olurdu. Nitekim bir keresinde torunları Hasan ile Hüseyin'i (r.anhüma) almak için minberden inmiş, onları kucaklayıp minbere çıkartmış ve hutbesini tamamlamıştır.

 

Hutbe esnasında bir adama: "Ey falan, buraya gel! Ey falan, otur! Ey falan, namaz kıl!" diye seslendiği olurdu.

 

Duruma göre ashabına hutbede emirler verirdi. Aralarında sıkıntı içinde, ihtiyaç sahibi birini görünce onlara, o kişiye sadaka vermelerini emreder ve buna teşvikte bulunurdu.

 

Hutbe esnasında Allah Teala'yı anarken ve O'na dua ederken işareti parmağı ile işaret ederdi.

 

Yağmur yağmadığı için kuraklık başgösterince hutbede ashabı için yağmur duası ederdi."

 

İnsanların toplanması için biraz zaman tanırdı. Halk toplandığında tek başına onların yanına çıkardı. Böyle anlarda Önünde tellallık yapacak bir çavuşu yoktu, ne başına ne omuzlarına şal atardı, ne de siyah giyerdi. Camiye girince, orada bulunanlara selam verirdi. Minbere çıktığında yüzünü halka çevirir, selam verirdi. Kıbleye yönelik dua etmezdi. Sonra oturur, Bilal ezana başlardı. Ezan bitince Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ayağa kalkar; bir haber vermek gibi herhangi bir şeyle ezan ile hutbe arasını ayırmaksızın hutbeye başlardı.

 

Eline ne bir kılıç alırdı ne de başka bir şey. Minber yapılmadan önceler!

 

bir yay'a yahut bastona dayanırdı. Savaş halinde yay'a, cumada ise bastona dayanırdı. Kılıca dayandığına dair herhangi bir nakil yoktur. Bazı cahillerin, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) daima kılıca dayanırdı, bunun sebebi ise dinin kılıçla ayakta durduğunu göstermektir, şeklindeki zanları aşırı cehaletlerindendir. Çünkü Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) minber yapıldıktan sonra kılıç, yay gibi herhangi bir şeyle, minber yapılmadan önce de elinde kılıç minbere çıktığına dair hiçbir nakil yoktur. O yalnız ve yalnız bir bastona yahut yaya dayanarak hutbe okurdu.

 

"Minberi üç basamaklıydı. Minber yapılmazdan önce bir hurma kütüğüne dayanarak hutbe okurdu. Minbere geçince hurma kütüğü acı acı inledi, bütün camide bulunanlar işitti. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) minberden inip onu kucakladı. Enes diyor ki: "Hurma kütüğü, daha önce dinler olduğu vahyi dinleyemez olduğundan ve Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yakınlığım kaybettiğinden acı acı inlemiştir."

 

Minber mescidin ortasına konmadı, batı tarafına duvara yakın bir yere yerleştirildi. Minberle duvar arasında bir koyun geçecek kadar boşluk bırakılmıştı.

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma dışında onun üzerine oturduğunda yahut cumada ayakta hutbe okurken, ashabı yüzlerini O'na doğru çevirirlerdi, Hz. Peygamberin'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) mübarek yüzü hutbe esnasında onların kıblesi olurdu.

 

Ayağa kalkar, hutbe okur; sonra birazcık oturur, tekrar ayağa kalkar ikinci hutbeyi okurdu. İkinci hutbe bitince Bilal kamet getirmeye başlardı. Halka, kendisine yaklaşmalarını ve susup dinlemelerini emrederdi. Bir adam yanındakine "sus" derse boş konuşmuş olacağım bildirir: "Boş konuşan cuma sevabından mahrum kalır" b uçururlardi. Yine buyururlardı ki: "Cuma günü imam hutbe okurken konuşan, kitap taşıyan merkep gibidir. Yanındakine, sus diyene cuma sevabı yoktur." Bu hadisi İmam Ahmed rivayet etmiştir.

 

Übey b. Ka'b anlatıyor: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Cuma günü ayakta Tebareke suresini okudu. Bize, Allah'ın günlerini hatırlattı. Ebu'd-Derda yahut Ebu Zer bana kaş göz edip duruyor "Şu sure ne zaman indirildi? Şimdiye kadar işitmemiştim" diyordu. Übey, kendisine soru soran zata sus diye işaret etti. Namazdan dağılınca o zat, Übeyy'e "Sana, şu sure ne zaman indirildi diye sordum, söylemedin!" dedi. Bunun üzerine Übey: "Bugün, namazından hiçbir sevap elde edemedin, boş sözden başka." diye karşılık verdi. O zat, Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gitti, durumu anlattı ve Übeyy'in kendisine söylediği sözleri de nakletti. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Übeyy doğru söylemiş." buyurdular. Bu hadisi İbn Mace ve Said b. Mansur nakletmişlerdir, aslı Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde mevcuttur.

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyuruyorlar ki: "Cumaya üç kısım insan gelir: 1) Cumaya gelir boş yere konuşur. İşte onun cumadan nasibi budur. 2) Biri de gelir dua eder. İşte bu, Allah'tan (c.c.) bir şey istemiş bir kimsedir. Allah dilerse isteğini verir, dilerse vermeyiverir. 3) Diğer biri de gelir sükut eder dinler; hiçbir müslümanın üzerinden atlayıp ileri geçmez, kimseyi incitmez, sıkıntı vermez. İşte bu davranışlar o cuma ile peşinden gelen cumaya ve ondan sonraki üç güne kadar işlenen (küçük) günahlara keffarettir. Çünkü Allah Teala 'Kim bir iyilik yaparsa kendisine on katı verilir.[En'am, 160] buyurmaktadır." Bu hadisi Ahmed b. Hanbel ve Ebu Davud rivayet etmişlerdir.

 

 

 

7- Cuma Namazından Önce Sünnet Namaz Yoktur:

 

Bilal ezam bitirince Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hutbeye başlar; hiç kimse iki rekat namaz kılmak için asla ayağa kalkmazdı. Sadece bir kere ezan okunurdu. Bu da gösterir ki, cuma, bayram gibidir, cumadan önce sünnet namaz yoktur. Alimlerce ileri sürülen iki görüşün en doğrusu budur, sünnetteki uygulama da bunu gösterir. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) evinden çıkıp camiye gelirdi. Minbere çıkınca da, Bilal cuma ezanına başlardı. Bilal ezanı bitirince Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ara vermeden hutbeye başlardı. Gözle görülen budur. Peki sünneti ne zaman kılıyorlardı?! Bilal (r.a.) ezam bitirince hepsi ayağa kalkar, iki rekat namaz kılarlardı diye tahmin yürüten kimse, sünnet konusunda bilgisi en kıt cahil insan demektir. Cumadan önce sünnet namaz yoktur şeklinde ileri sürdüğümüz görüş, İmam Malik ile kendisinden yapılan en yaygın nakle göre İmam Ahmed'in görüşleri ve Şafii alimlerin ileri sürdüğü iki görüşten biri de budur.:

 

Cumadan önce Sünnet Namazın Varlığını Söyleyenlerin Delilleri ve Münakaşası:

 

1- Cumadan önce sünnet namazın varlığını söyleyenlerden bir kısmı şu delili ileri sürmüşlerdir: Cuma kısaltılmış bir öğle namazıdır. Bu yüzden burada da öğle namazının hükümleri geçerlidir.

 

Bu son derece zayıf bir delildir. Çünkü cuma, açıktan okuma, cemaat sayısı, hutbe ve muteber olabilmesi için ileri sürülen şartlarla öğle namazından ayrılan, vakit konusunda onunla uyuşan başlı başına bir namazdır. Münakaşa konusu olan meseleyi, birleştikleri noktalara katmak, ayrıldıkları noktalara katmaktan daha münasip değildir. Aksine ayrıldıkları noktalara katmak daha münasiptir. Zira ayrılık noktaları birleşme noktalarından daha fazladır.

 

2- Kimileri de öğle namazına kıyas ederek sünnet namazının varlığım isbata çalışmıştır. Yine bu da fasid bir kıyastır. Çünkü sünnet, Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelen söz ya fiildir, yahut da Hulefa-i Raşid'inin sünnetidir. Bizim meselemizde ise bunlardan hiçbiri yoktur. Böyle bir konuda kıyas yoluyla sünnet ortaya koymak caiz değildir. Zira bu, yapılış sebebi Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) devrinde kesinleşen şeylerdendir. O yapmamış, meşru da görmemişse bu durumda o şeyin yapılmaması sünnettir. Bayram namazından önce veya sonra kıyas yoluyla bir sünnet namaz meşrulaştırmak da buna benzer. Bundan dolayı geceyi Müzdelife'de geçirene gusletmek sünnet olmadığı gibi şeytan taşlamak, tavaf etmek, ay ve güneş tutulmasında namaz kılmak, yağmur duasında bulunmak için de gusletmek sünnet değildir. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ashabı bütün bu ibadetleri yaptıkları halde bunlar için gusletmemişlerdir.

 

3- Bir kısmı da Buhari'nin Sahihimde zikrettiği şu hususu delil olarak ileri sürmüşlerdir. Buhari, "Cumadan önce ve sonra namaz kılma bahsi" diye bir başlık koyarak Abdullah b. Yusuf - Malik - Nafi' - İbn Ömer yoluyla rivayet ediyor ki; "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) öğle namazından önce ve sonra ikişer rekat, akşamdan sonra evinde iki rekat ve yatsıdan önce iki rekat namaz kılardı. Evine dönünceye kadar cumadan sonra namaz kılmazdı. Eve varınca iki rekat namaz kılardı. "

 

Bu hadis delil gösterilemez. Buhari bu sözüyle cumadan önce sünnet namaz olduğunu isbat etmek istememiştir. Onun maksadı, yalnızca cumadan Önce veya sonra namaz kılma konusunda herhangi bir hadis nakledilip edilmediğini ortaya koymaktır. Sonra bu hadisi zikretmiş, böylece Hz. Peygamberin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sadece cumadan sonra sünnet namaz kıldığını, öncesinde kıldığı konusunda ise herhangi bir rivayet gelmediğini göstermek istemiştir.

 

Buhari aynı şeyi "Bayram Namazı" bölümünde de yapmıştır. Orada "Bayram namazından önce ve sonra namaz kılma bahsi" diye bir başlık atıyor ve Ebu'l-Mualla'nın; "Said'den işittim, diyordu ki, İbn Abbas bayram namazından önce namaz kılmayı mekruh sayardı." dediğini nakledip sonra Said b. Cübeyr yoluyla İbn Abbas'tan şu rivayette bulunuyor: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) evinden çıktı, camiye gelince iki rekat namaz kıldırdı. Bundan ne önce, ne sonra namaz kıldı. Yanında Bilal vardı. .."

 

Bayram için de aynen cuma için attığı başlığı atmış, bayram namazından önce ve sonra namaz kılmanın meşru olmadığını gösteren bir hadis zikretmiştir. Bu tutumu da gösterir ki, cumadan maksadı da aynıdır.

 

4- Bazıları da şu zanm ileri sürüyor: Cuma öğle namazına bedeldir. Hadiste de öğle namazından önce ve sonra namaz kılmanın sünnet olduğu zikredilmiştir ki, cumanın da böyle olduğunu gösterir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "evine dönünceye kadar cumadan sonra namaz kılmazdı." şeklinde nakledilen bu sözü İbn Ömer, cumadan sonraki sünnet namazın nerede kılınacağını bildirmek ve bunun eve döndükten sonra kılınacağını açıklamak için söylemiştir.

 

Bu, yanlış bir zandır. Çünkü Buhari, "Farz namazlardan sonra nafile kılma bahsi"nde, İbn Ömer'in (r.a.) şöyle dediğini naklediyor: "Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile beraber öğle namazından önce ve sonra ikişer rekat, akşamdan sonra iki rekat, yatsıdan sonra iki rekat ve cumadan sonra iki rekat namaz kıldım." Bu da apaçık gösteriyor ki, sahabeye göre cuma namazı öğleden ayrı başlı başına bir namazdır. Aksi halde "öğle" adı altına gireceği için onun adını anmaya gerek duymazdı. Öyleyse, yalnızca cumadan sonra sünnet namaz var olduğunu söylediğine göre cumadan önce sünnet namazın olmadığı bilinmiş olur.

 

5- Kimileri de İbn Mace'nin, Sünen'inde Ebu Hureyre ve Cabir'den naklettiği şu hadisi delil olarak ileri sürüyor: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hutbedeyken Süleyk el-Gatafani geldi. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona: "Gelmeden önce İki rekat namaz kıldın mı?" diye sordu. "Hayır" cevabım alınca: "Öyleyse hemen hafifçe iki rekat namaz kıl." buyurdu. Hadisin senedindeki raviler, sika (güvenilir) ravilerdir.

 

Ebu'l-Berekat İbn Teymiye (v.652/1254) diyor ki: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Gelmeden önce..." buyurmaları, bu iki rekat namazın cumanın sünneti olduğunu ve tahiyyetü'l-mescid namazı olmadığını gösterir.

 

Bu zatın torunu, üstadımız Ebu'l-Abbas İbn Teymiye dedesinin bu sözlerine karşı diyor ki: Bu yanlıştır (galattır). Buhari ve Müslim'in Sa/z/A'lerinde Cabir'den nakledilen malum bir hadiste deniyor ki: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma günü hutbedeyken bir adam içeri girdi. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Namaz kıldın mı?" diye sordu. "Hayır" cevabını alınca da "İki rekat namaz kıl." diye emir buyurdu. Yine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "İçinizden biri imam hutbedeyken cumaya gelirse hafifçe iki rekat namaz kılsın." buyurmuşlardır. Bu hadiste tam muhafazalı olan işte budur. İbn Mace'nin tek olarak rivayet ettiği hadisler çoğu zaman sahih değildir.

 

Anlam itibariyle üstadın sözleri böyle.

 

Üstadımız Ebu'l-Haccac Hafız el-Mizzi der ki: Bu, ravilerin kelimeyi yanlış söylemelerinden (tashif) kaynaklanmaktadır. Aslı "Oturmadan önce namaz kıldın mı?" şeklindeydi. İstinsah eden yanlış yazdı. İbn Mace'nin kitabını, itina göstermeyen raviler elden ele dolaştırırlardı. Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde durum tersinedir. Çünkü bu kitapları hafızlar elden ele dolaştırmışlar ve zabtına, tashihine itina göstermişlerdir. Bu yüzden İbn Mace'nin Sözen'inde pek çok yanlışlıklar ve değiştirmeler ( = tashif) vuku bulmuştur.

 

Ben derim ki: Bunun doğruluğunu şu da gösterir: Cuma namazından önceki ve sonraki sünnetleri kayıt etmeye itina gösteren ve bu konuda eser veren fakihler olsun, muhaddisler olsun ve diğerleri olsun bunlardan hiçbiri bu hadisi, cuma namazından önceki sünnet konusunda zikretmemişlerdir. Yalnızca, imam minberdeyken camiye girenin tahiyyetü'l-mescid namazı kılmasının müstehab olduğu konusunda zikretmişlerdir. Bu durumda tahiyyetü'l-mescid namazı kılmayı menedenlere karşı bu hadisi delil olarak ileri sürmektedirler. Şayet bu namaz, cumanın sünneti olsaydı orada zikredilmesi, konuya bu başlığın verilmesi, bu şekilde ezberlenip şöhret yapması tahiyyetü'l-mescid namazına göre daha münasib olurdu.

 

Yine Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu iki rekat namazı kılmayı yalnız içeri girene emretmesi de, bu namazın tahiyyetü'l-mescid olmasından kaynaklandığını gösterir. Şayet cumanın sünneti olsaydı, elbet orada oturanlara da emreder, yalnızca içeri girene özgü bir namaz saymazdı.

 

6- Bir kısmı da Ebu Davud'un Sünen'inde Müsedded - İsmail - Eyyub - Naff yoluyla naklettiği şu haberi delil gösteriyor: İbn Ömer, cumadan önce namazı uzatırdı. Cumadan sonra evinde iki rekat kılardı. Kendisi, "Hz. Peygamber {s.a.) de böyle yapardı" diye nakletmiştir.

 

Bu rivayette, cumadan önce sünnet namaz olduğunu gösteren bir delil yoktur. "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de böyle yapardı." demekle, yalnızca Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cumadan sonra evinde iki rekat namaz kılardı, bu iki rekatı camide kılmazdı demek istemiştir. En faziletli olanı da bu iki rekatı evde kılmaktır. Nitekim Buhari ve Müslim'de, İbn Ömer'in: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), cumadan sonra evinde iki rekat namaz kılardı." dediği nakledilmektedir. Yine Ebu Davud'un Sünen'mde nakledildiğine göre: İbn Ömer, Mekke'de iken cuma namazını kılınca öne doğru ilerledi, iki rekat namaz kıldı. Sonra tekrar ilerledi, dört rekat daha kıldı. Medine'de ise cumayı kılınca evine döndü, iki rekat namaz kıldı, camide namaz kılmadı. Bu durum kendisine hatırlatılınca: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de böyle yapardı." demiştir. İbn Ömer'in cumadan önce kıldığı uzun namaz ise herhangi bir nafile namazdır. Cumaya gelen kimsenin imam minbere çıkıncaya kadar namazla meşgul olması en uygun olanıdır. Nitekim bu husus daha önce Ebu Hureyre ve Nübeyşe el-Huzeli'nin Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) naklettikleri hadiste geçmiştir.

 

Ebu Hureyre, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu naklediyor: "Kim cuma günü gusleder, sonra camiye gelir, kendisi için takdir olunan namazı kılar; ardından imam hutbeyi bitirinceye kadar susar dinler, sonra da onunla birlikte namaz kılarsa, o cuma ile diğer cuma arasındaki günahları -bunların üç günlük ilavesiyle beraber- affolunur."

 

Nübeyşe el-Huzeli'nin naklettiği hadiste de Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyuruyorlar ki: "Müslüman cuma günü gusleder, sonra evinden çıkıp hiç kimseyi incitmeden camiye gelir, şayet imam daha henüz minbere çıkmamışsa münasip gördüğü kadar namaz kılar, çıkmışsa oturur; sonra da imam sözünü bitirip cuma namazını kıldırıncaya kadar imama kulak verir dinlerse, o cumada bütün günahları bağışlanmazsa ertesi cumaya keffaret olur."

 

Sahabenin de -Allah onlardan razı olsun- tutumları işte böyleydi.

 

İbnü'l-Münzir diyor ki: Bize, İbn Ömer'in cumadan önce on iki rekat namaz kıldığı nakledilmiştir.

 

Rivayete göre İbn Abbas sekiz rekat kılardı. Bu da gösterir ki onlar bu namazı herhangi bir nafile olarak kılmaktaydılar. Bu yüzden bu konuda kendilerinden nakledilen rekat sayısında ihtilaf edilmiştir. Tirmizi, Sünen'ınĞe der ki: Nakledildiğine göre İbn Mes'ud cumadan önce ve sonra dörder rekat kılardı. İbnü'l-Mübarek ve es-Sevri, bu görüşü benimsemişlerdir.

 

İshak b. İbrahim b. Hani en-Nisaburı anlatıyor: Ebu Abdillah'ı (Ahmed b. Hanbel) izledim. Cuma günü olunca güneşin zeval vaktine yaklaştığını bilinceye dek namaz kılardı. Zevale yaklaşınca müezzin ezan okuyuncaya kadar namaz kılmazdı. Müezzin ezana başlayınca kalkar, iki rekat yahut aralarını selamla ayırarak dört rekat namaz kılardı. Cumanın farzını kılınca camide bekler, sonra çıkardı. Cuma camisinin civarındaki bir mescide gelir, orada iki rekat namaz kılar, sonra otururdu. Bazan dört rekat kılıp oturduğu da olurdu. Sonra kalkar ayrıca iki rekat daha namaz kılardı. Bu altı rekat Hz. Ali'den gelen hadise göredir. Bazan altı rekattan sonra bir altı rekat, yahut daha az veya daha çok namaz kıldığı da olurdu. Onun bu tatbikatından, kendisine müntesip bazı alimler, cumadan önce iki yahut dört rekat kılmak sünnettir rivayetini çıkardılar. Oysa bu apaçık olmadığı gibi olayın akışından da çıkartılabilecek bir şey değildir. Çünkü Ahmed b. Hanbel yasak vakitte namaz kılmazdı. Yasak vakit geçince ayağa kalkar, imam minbere çıkıncaya kadar nafile namazım tamamlardı. Bazan dört rekat yetiştirebilirdi, bazan da ancak iki rekat kılabilirdi.

 

7- Bazıları da cumadan önce sünnet namazın var olduğuna İbn Mace'nin Sürten'inde, Muhammed b. Yahya - Yezid b. Abdirabbih - Bakıyye - Mübeşşir b. Ubeyd - Haccac b. Ertat - Atıyye - Avi - İbn Abbas senediyle rivayet ettiği şu hadisi delil gösteriyor. İbn Abbas diyor ki:

 

"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cumadan önce dört rekat namaz:*kilardı. Bu dört rekatın arasım hiçbir şeyle ayırmazdı."

 

İbn Mace "Cumadan önce namaz kılma bahsi" diye bir başlık atmış ve bu hadisi zikretmiştir.

 

Bu hadisin senedinde pekçok bela vardır:

 

1) Bakıyye b. el-Velid. Tedlisçilerin lideridir. Bu hadisi mu'anan rivayet metoduyla nakletmiştir. İşittiğini (sema') açıkça belirtmemiştir.

 

2) Mübeşşir b. Ubeyd. Rivayet ettiği hadisler münkerdir (münkeru'l-hadis). Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah diyor ki: Babamın şöyle dediğini işittim: "Mübeşşir b. Ubeyd isimli ravi Humus'tadır. Onun Kufeli olduğunu sanıyorum. Bakıyye ve Ebu'l-Muğire ondan hadis nakletmişlerdir. Onun hadisleri, düzmece yalan hadislerdir." Darakutni de: "Mübeşşir b. Ubeyd'in naklettiği hadisler metruktür (metrukü'l-hadis). Onun hadislerine mütabaat edilmez."

 

3) Haccac b. Ertat, zayıf ve müdellistir.

 

4) Atıyye el-Avfi. Buhari: "Hüşeym onun hakkında iyi söylemezdi" diyor. Ahmed b. Hanbel ve bazı alimler onu zayıf bulmuşlardır.

 

Beyhaki diyor ki: "Atıyye el-Avfi'nin naklettiği hadisler delil olarak kullanılamaz. Mübeşşir b. Ubeyd el-Hımsi'nin hadis uyduran biri olduğu söylenmektedir. Haccac b. Ertat'ın naklettiği hadisler de delil olarak kullanılamaz."

 

Kimileri de diyor ki: Herhalde bu üç zayıf adamdan biri tarafından hadis - zabt ve itina gösterme sıfatlarına sahip olmadıkları için - tersine çevrilmiş (maklub) olsa gerektir ve dolayısıyla hadis "cumadan sonra" şeklinde iken "cumadan Önce dört rekat..." şeklinde olması halinde Sahih'&z nakledilene uygunluk arzeder. Buna benzer bir durum olarak İmam Şafii'nin, Abdullah b. Ömer el-Amri'den nakledilen "Ganimetten, süvariye iki piyadeye bir pay verilir" hadisi hakkında söylediği bu sözler zikredilebilir. Şafii diyor ki: Herhalde Abdullah b. Ömer el-Amri, Nafi'in "Ganimetten ata iki, piyadeye bir pay verilir." dediğini işitti de bundan sonra "Ganimetten süvariye iki, piyadeyedir pay verilir." diye rivayette bulundu. Böyle bir tahminle kardeşi Ubeydullah'ın rivayet ettiği hadise uygunluğu sağlanmış olur. Ubeydullah b. Ömer'in hafıza bakımından kardeşi Abdullah'tan daha ileri olduğunda ilim adamlarından hiçbiri şüphe etmez.

 

Derim ki: Şeyhülislam İbn Teymiye'nin, Ebu Hureyre tarafından nakledilen şu hadis hakkında söylediği söz de böyledir: "Cehennemlikler ahirette cehenneme atıldıkça, cehennem: Daha yok mu? diye soracak. Bu durum izzet sahibi Allah'ın ayağını oraya basarak cehennemde kilerin birbiri üstüne yığılıp cehennemin: Yetişir! Yetişir! demesine kadar sürecektir. Cennete gelince; Allah, onun için yeniden bir halk yaratır." Üstad ibn Teymiye diyor ki: Ravilerden biri tersine çevirip "Cehenneme gelince; Allah, onun için yeniden bir halk yaratır." demiştir.

 

Derim ki; Yine bu duruma diğer bir örnek, Hz. Aişe'nin naklettiği şu hadistir: "Bilal gece ezan okur. Siz İbn Ümmi Mektum ezan okuyuncaya kadar yiyin, için." Bu hadis, Buhari ve Müslim'de rivayet edilmiştir. Ravilerden biri tersine çevirip: "İbn Ümmi Mektum gece ezan okur. Siz, Bilal ezan okuyuncaya kadar yiyin, için." diye nakletmiştir.

 

Bana göre Ebu Hureyre'nin naklettiği şu hadis de yine bu duruma örnek verilebilir: "Herhangi biriniz namaz kılarken (secdeye gideceğinde) devenin çöküşü gibi çökmesin. Dizlerinden önce ellerini yere koysun." Zannederim Ebu Hureyre -Allah daha iyi bilir ya- Hz. Peygamber'in, "Ellerinden önce dizlerini yere koysun" sözünde yanılmış, yukarıdaki gibi rivayet etmiştir. Nitekim Vail b. Hucr diyor ki: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) secde edeceği zaman ellerinden önce dizlerini yere koyardı." Hattabi gibi bazı alimler: "Vail b. Hucr hadisi, Ebu Hureyre hadisinden daha sahihtir." diyorlar. Bu mesele genişçe bu kitapta daha önce incelendi. Allah'a hamdolsun.

 

 

 

8- Cumadan Sonraki Sünnet Namaz:

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cumayı kılınca evine girer, iki rekat sünnet namaz kılardı. Cumayı kılanlara, cumadan sonra dört rekat namaz kılmayı emretmiştir. Üstadımız Ebu'l-Abbas İbn Teymiye: "Camide kılarsa dört, evinde kılarsa iki rekat namaz kılar." demiştir. Onun bu sözüne hadisler delildir. Ebu Davud, İbn Ömer'in camide kılarsa dört, evinde kılarsa iki rekat namaz kıldığım naklediyor.

 

Buhari ve Müslim'de İbn Ömer'den gelen bir hadiste: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), cumadan sonra evinde iki rekat namaz kılardı." deniliyor.

 

Müslim'in Ebu Hureyre'den naklettiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Herhangi biriniz cumayı kılınca, ondan sonra dört rekat namaz kılsın." buyurmuşlardır. Allah en iyi bilendir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

J) HZ. PEYGAMBERİN (S.A.) BAYRAM NAMAZLARI