ZADU’L-MEAD |
İKİNCİ KİTAP PEYGAMBER'İN (S.A.) İBADETLER KONUSUNDAKİ TUTUMU |
ANA SAYFA
Kur’an Hadis Sözlük Biyografi
İ) HZ. PEYGAMBERİN
(S.A.) CUMA KONUSUNDAKİ TUTUMLARI
1- Cuma Gününün Üstünlüğü
2- İlk Cuma Namazı
3- Hz. Peygamber'in (s.a.) İlk Hutbesi
4- Cumanın Özellikleri
5- Hz. Peygamber'in (s.a.) Hutbelerinin
Özellikleri
6- Hz. Peygamber'in (s.a.) Hutbe
Esnasındaki Tavırları
7- Cuma Namazından Önce Sünnet Namaz
Yoktur
8- Cumadan Sonraki Sünnet Namaz
1- Cuma Gününün
Üstünlüğü:
Buhari ve Müslim'in
Sahihlerinde, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdukları
naklolunmaktadır: "Bizler (diğer semavi din mensublarına göre) en sonra
gelenleriz; kıyamet günü ise en başa geçecek ilkleriz. Şöyle ki, bizden
öncekilere kitap gönderildi. Ardından onlar, Allah'ın kendilerine/arz kıldığı
gün, bu (cuma günü) iken, bu konuda görüş ayrılığına düştüler (de başka günleri
takdis ettiler). Allah bugünü tayin edip bizi doğruya ulaştırdı. Artık bu
meselede insanlar bize uymuştur. Yahudilerin (ibadet günü) yarın,
hıristiyanlarınki ise öbür gündür. "
Müslim Sahih'inde Ebu
Hureyre (r.a.) ve Huzeyfe'den (r.a.) rivayet eder ki, Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlardır: "Allah, bizden öncekileri cumadan
şaşırttı. Yahudilerin özel günü cumartesi, hıristiyanlarınki ise pazar oldu.
Derken Allah, bizi dünyaya getirdi ve bize cuma gününü gösterdi. Böylece cuma,
cumartesi, pazar günlerini (ibadet günü) kılmış oldu. İşte bu şekilde onlar
kıyamet günü yine bizim peşimizden geleceklerdir. Bizler en son gelen
dünyalılarız. Kıyamet günü en başta gelen bizler olacağız. Herkesten önce
lehine hüküm verilenler bizler olacağız."
Ahmed b. Hanbel'in
Müsned'inde ve Sünen kitaplarında Evs b. Evs yoluyla Hz. Peygamber'den
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) şu hadis naklolunmaktadır: "Günlerinizin en
faziletli olanlarından biri de cuma günüdür. Allah Adem'i o gün yarattı.
Adem'in ruhu o gün alındı. Sur'a o gün üflenecek ve o gün kıyamet kopacaktır.
Bu sebeple o gün bana çok salat ü selam gönderiniz. Çünkü salat ü selamlarınız
bana arzolunur." Sordular:
—Ey Allah'ın Rasulü! Sen
çürümüşken bizim salat ü selamlarımız sana nasıl arzolunur?
Şu cevabı verdi:
"Şüphesiz Allah,
yere, peygamberlerin cesedlerini yemeyi haram etmiştir." Ayrıca bu hadisi
Hakim Müstedrek\t, İbn Hibban da Sahihimde rivayet etmiştir.
Tirmizi Sünen'inde Ebu
Hureyre'den Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu
rivayet ediyor: "Üzerine güneş doğan günlerin en hayırlısı cuma günüdür. O
gün Allah, Adem'i yaratmıştır. Adem o gün cennete konulmuş ve yine o gün
çıkarılmıştır. Kıyamet de cumadan başka bir günde kopmayacaktır." Tirmizi
"Bu hadis hasen-sahihtir" demiş, Hakim ise sahih hükmünü vermiştir.
Yine Müstedrek'te, Ebu
Hureyre'den merfu yolla (Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nisbet
edilerek) şu hadis nakledilmektedir: "Günlerin efendisi, cuma günüdür.
Adem o gün yaratılmış, o gün cennete konulmuş ve o gün cennetten çıkarılmıştır.
Kıyamet de cumadan başka bir günde kopmayacaktır.
İmam Malik, Muvatta adlı
eserinde Ebu Hureyre'den aktardığı şu hadisi kaydeder: "Üzerine güneş
doğan günlerin en hayırlısı cuma günüdür. Adem o gün yaratılmış, o gün
(yeryüzüne) indirilmiş, o gün tevbesi kabul edilmiş ve o gün vefat etmiştir.
Kıyamet o gün kopacaktır. Cinler ve insanlar dışında bütün yaratıklar cuma günü
mutlaka tanyeri ağardıktan gün doğuncaya kadar, kıyamet belki bugün kopar
korkusuyla kulak kabartırlar. O gün içinde öyle bir saat vardır ki, müslüman
bir kul namaz kıldığı halde o saate rastlar da Allah'tan bir şey dilerse
muhakkak Allah, onun dileğini yerine getirir." Ebu Hureyre sözlerine
devamla şu olayı anlatıyor: Ka'b (el-Ahbar): "Bu, her senede bir
gündür" dedi. Ben: "Hayır, her cumadır" dedim. Bunun üzerine
Ka'b gitti Tevrat'ı okudu ve: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
doğru söylemiş" dedi. Bu olaydan sonra Abdullah b. Selam'la karşılaştım.
Ona, Ka'b'la görüşmemi anlattım. ibn Selam: "O saatin hangi saat olduğunu
biliyorum." dedi. "Öyleyse bana söyle" dedim. "Cuma günü
içindeki en son saattir" dedi. "Nasıl olur? Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): Müslüman bir kul namaz kıldığı halde ona rastlarsa...
buyurdular; bu (en son) saatte ise namaz kılınmaz" diye itiraz ettim, İbn
Selam: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): Namaz kılmak için bir
yere oturup bekleyen kişi, namaz kılıncaya kadar namazdadır, buyurmadılar
mı?" diye karşılık verdi.
İbn Hibban da Sahihinde
merfu olarak şu hadis-i şerifi naklediyor: "Güneş, cuma gününden daha
hayırlı bir gün üzerine doğmamıştır. "
İmam Şafii'nin
Müsned'inde Enes b. Malik'den (r.a.) rivayet edilen şu hadis yer almaktadır:
Enes diyor ki: Cibril (a.s.), Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
geldi. Elinde beyaz bir ayna ve aynada (siyah) bir nokta vardı. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) sordu:
—Bu nedir? Cibril cevap
verdi:
—Bu, cuma günüdür. Sen
ve ümmetin bu günle taltif olundunuz. İnsanlar, yahudi ve hıristiyanlar bu
günde size uymuşlardır. Bu günde sizin için hayır vardır. Bu günde bir an
vardır ki, inançlı bir kul o anda" Allah'a dua edip hayır dilerse,
muhakkak duası kabul olunur. Biz bugüne "Mezid = Bereketli gün"
diyoruz.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem):
—Ey Cibril! Mezid günü,
ne demektir? diye sordu.
—Rabbin, Firdevs
cennetinde, içinde miskten tepecikler bulunan çok geniş bir vadi yarattı. Cuma
günü olunca Allah (c.c.) meleklerinden dilediği kadar indirir. (Vadinin)
etrafında, üzerlerinde peygamberlerin oturakları bulunan nurdan minberler
vardır. Allah bu minberleri yakut ve zebercedlerle süslü altın minberlerle
kuşatmıştır; bunların üzerlerinde de şehitler ve siddıklar bulunmaktadır.
Peygamberlerin arkasından şehidler ve sıddiklar o tepeciklere otururlar. Allah
(c.c), onlara hitaben buyurur ki: "Ben, sizin Rabbinizim. Ben size olan
va'dimi tuttum. Şimdi benden isteyin isteyebildiğinizi, vereyim." Onlar da
cevaben: "Rabbimiz! Biz, Senin rızanı istiyoruz." derler. Bunun
üzerine Allah (c.c): "Ben, sizden razıyım. İstediğiniz her şey sizindir.
Benim katımda dahası var." buyurur. Onlar da cuma gününü, bu günde Rableri
kendilerine hayırlar ihsan ettiği için severler... İşte bu gün, yüceler yücesi
Rabbinin (c.c), Arş üzerine istiva ettiği gündür. O gün Adem'i yarattı. Kıyamet
de o gün kopacaktır.
İmam Şafii, bu hadisi şu
senedle rivayet etmiştir: İbrahim b. Muhammed - Musa b. Ubeyde - Ebu'l-Ezher
Muaviye b. İshak b. Talha - Abdullah b. Ubeyd - Umeyr b. Enes.
Sonra Şafii diyor ki:
İbrahim, Ebu İmran İbrahim b. el-Ca'd'dan, o da Enes'ten buna benzer bir hadis
nakletmektedir.'
İmam Şafii, bu üstadı
İbrahim hakkında iyi düşünürdü. Fakat İmam Ahmed b. Hanbel (r.h.) onun
hakkında: Mutezilidir, cehmidir, kaderidir... Onda her bela vardır"
demiştir.
Bu hadisi ayrıca
Ebu'l-Yeman el-Hakem b. Nafi, Safvan'dan, o da Enes'ten, Enes de: Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: "Cibril, bana geldi..."
şeklinde hadisi nakletmektedir.
Muhammed b. Şuayb da,
Gufra'nın azadlı kölesi Ömer yoluyla Enes'ten nakletmektedir.
Ebu Zahye de Osman b.
Umeyr yoluyla Enes'ten rivayet etmektedir.
Ebu Bekir b. Ebi Davud,
bu hadisin bütün rivayet yollarım bir araya toplamıştır.
Ahmed b. Hanbel,
Müsned'inde Ali b. Ebi Talha yoluyla Ebu Hureyre'den şu hadisi rivayet ediyor:
Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) birisi sordu: "Niçin bu güne
cuma adı verildi?" Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdular:
"Çünkü o günde baban Adem'in çamuruna şekil verildi. Bütün canlılar o gün
ölecektir. Yeniden diriliş o gündür. Allah'ın yakalaması o gündür. O günün
sonunda üç saat vardır ki, bunlardan birinde Allah'a dua edenin duası kabul
olunur.
Hasan b. Süfyan
en-Nesevi Müsned'inde, Ebu Mervan Hişam b. Halid el-Ezrak - Hasan b. Yahya
el-Huşeni - Gufra'nın azadlı kölesi Ömer b. Abdillah - Enes b. Malik zinciriyle
rivayet eder ki Enes, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurduğunu işitmiş: "Elinde, ortasında siyah bir benek bulunan beyaz ayna
şeklinde bir şeyle Cibril, bana geldi. Sordum:
—Ey Cibril! Bu nedir?
Cevap verdi:
—Bu, Cumadır. Senin için
ve senden sonra da ümmetin için bayram olsun diye bunu sana getirmekle
görevlendirildim.
—Ey Cibril! O günde
bizim için ne var?
—O gün sizin için pekçok
hayır vardır. Sizler, en sonra gelenlersiniz. Kıyamet günü ise siz başa
geçeceksiniz. O günde bir saat vardır ki, müslüman bir kul o saatte namaz
kılar, Allah'tan herhangi bir şey dilerse, mutlaka Allah ona dilediğini verir.
—Ey Cibril! Öyleyse bu
siyah nokta nedir?
—Bu, cuma günündeki bir
saattir. Cuma, günlerin efendisidir. Biz, ona "Mezid Günü" deriz.
—Ey Cibril! Mezid Günü
ne demektir?
—Rabbın, Cennette beyaz
miskten, çok geniş bir vadi yarattı. ahiret günlerinden cuma günü olunca Rab
(c.c). Arş'ından, Kürsi'sine iner.
Kürsi nurdan minberlerle
kuşatılır. Bu minberlere peygamberler oturur. Minberler, altın kürsilerle
kuşatılır. Onlara 4a sıddıklar ve şehidler oturur. Köşk sahipleri köşklerinden
iner misk tepeciklerine otururlar. Minber ve kümlerde oturanların meclisteki
üstünlüklerini görmezler. Sonra celal ve ikram sahibi yüceler yücesi Mevla
zuhur eder ve şöyle der: "İsteyin Benden isteyebildiğinizi" Hep
birden derler: "Ey Rab! Senden hoşnutluk dileriz.'' Allah, onlardan hoşnut
olduğunu söyler, ardından ekler: "İsteyin Benden isteyebildiğinizi"
Herkes dileklerini bildirir. Nihayet onlardan herbir kulun ihtiyacı sona erer.
(Cibril devamla) der ki:
Sonra onlara hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir insanın
hatırına bile gelmeyen şeyler verilir. Sonra da Cebbar olan Allah, Kürsi'sinden
Arşına, köşk sahipleri de köşklerine yükselir.,
Onlar ya beyaz inciden,
ya kırmızı yakuttan ya da yeşil zümrütten birer odadır. Onlarda ne bir yarık,
ne bir çatlak vardır. İçleri apaydınlıktır. Nehirleri içlerindedir. Yahut da
(Cibril) şöyle dedi: Hepsi bir ayardadır, birbirine yakındır. Meyveleri içlerindedir.
İçlerinde hanımlar, hizmetçiler ve meskenler vardır. (Cibril) dedi ki: Tıpkı
dünya halkının dünyada birbirlerine yağmuru müjdeledikleri gibi cennet halkı da
cennette birbirlerine cuma gününü müjdelerler. "
İbn Ebi'd-Dünya
Sıfatu'l-Cenne adlı kitabında Ezher b. Mervan er-Rakkaşi - Abdullah b. Arafe
es-Şeybani - Kasim b. Mutayyib - el-A'meş - Ebu Vail - Huzeyfe zinciriyle Hz.
Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şu hadisi nakletmektedir: Cibril,
elinde en güzel, en parlak görünüşlü bir ayna ile yanıma geldi. Fakat ne
görelim, aynanın ortasında siyah bir parıltı yok mu! Sordum:
—Aynada gördüğüm bu
parıltı nedir?
—Cumadır.
—Cuma ne demek?
—Rabbinin günlerinden
büyük bir gündür. Şimdi sana onun dünyadaki şeref ve faziletini, dünyadakiler
için o günden beklenen faydalan ve bugünün ahirette hangi isimle anıldığını
haber vereceğim. Dünyadaki şeref ve faziletine gelince; Çünkü Allah (c.c.)
halkın işini o günde bir araya getirmiştir. Dünyadakiler için o günden beklenen
fayda da şudur: Bu günde öyle bir an vardır ki, o anda, kadın olsun erkek olsun
müslüman bir kul Allah'tan (c.c.) bir hayır dilerlerse mutlaka Allah, onların
dileklerini yerine getirir, ahiretteki şerefine, faziletine ve ismine gelince;
Allah (c.c), cennetlikleri cennete, cehennemlikleri de cehenneme yollayınca
üzerlerinden bu günler ve geceler geçmeye başlar. O gece ve gündüzlerin
içindeki her gece ve gündüzün miktarını ve anlarım ancak Allah (c.c.) bilir.
Cuma günü olup cennet halkı cumalarına çıkınca bir tellal cennet halkına: "Ey
cennet halkı! Mezid vadisine çıkın!" diye bağırır. Mezid vadisinin uzunluk
ve genişliğini Allah'tan başka hiç kimse bilemez. Bu vadide dorukları gökte
misk tepecikleri vardır.
Peygamberlerin
hizmetçileri nurdan minberler, mü'minlerin hizmetçileri de yakut kürsiler
çıkarırlar. Bu minber ve kürsiler yerlerine konup herkes yerini alınca Allah,
onların (Peygamberler ve mü'minlerin) üzerlerine Müsire denilen bir rüzgar
gönderir. Bu rüzgar misk yayar. Miski, peygamberler ve mü'minlerin elbiseleri
altından girdirir, yüzlerinde ve saçlarında (ortaya) çıkartır.
O miskle ne yapılacağını
-kendisine yeryüzündeki bütün güzel kokular verilse herhangi biriniz karısı ne
yapabilirse- işte bu rüzgar o kadından daha iyi bilir.
Sonra Allah (c.c.) Arş'ı
taşıyan meleklere: "Onu, oradakilerin aralarına bırakın" diye
vahyeder. Allah'tan işittikleri ilk söz şu olur: "Beni görmeden Bana baş
eğen, peygamberlerimi tasdik eden, emrime uyan kullarım! Yaklaşın Bana. İsteyin
isteyebildiğinizi. Bu gün, Mezid günüdür." Hep bir ağızdan: "Rabbimiz!
Yüzünü görmek isteriz" derler. Allah (c.c.) perdeleri aralar, onlara
tecelli eder. Onları O'nun nurundan bir tek parça öyle bir bürür ki, şayet
yanmamalarına hükmetmiş olmasa onları bürüyen o nurdan yanar kavrulurlardı.
Sonra onlara: "Yerlerinize dönün" komutu verilir. Allah herbirine
daha önceki derecesinden bir kat daha fazlasını verir. Herkes yerine döner.
Fakat onları bürüyen Allah'ın nurundan dolayı birbirlerini göremezler. Artık
hanımlarının yanlarına varınca nur onlardan ayrılır, böylece ilk suretlerine
dönerler. Hanımları: "Yanımızdan çıktığınızda çehreniz başkaydı, şimdi bir
başka!" diye şaşkınlıklarını belirtirler. Onlar da: "Çünkü Allah
(c.c.) bize tecelli etti. O'ndan görebildiğimizi gördük". derler.
Vallahi, hiçbir yaratık
Allah'ı ihata edemez. Ancak Allah, onlara dilediği kadarıyla celal ve azametini
gösterir. İşte onların "O'ndan görebildiğimizi gördük" demeleri de
bundandır.
Onlar (peygamberler ve
mü'minler) cennetin misk kokuları ve nimetleri içinde her hafta bir öncekine
göre bir kat daha derece itibariyle yükseltilmiş olarak rahat bir hayat
sürerler.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: "İşte bu ayet bunu gösterir:
Yaptıklarına karşılık onlar için saklanan, gözleri ışıl ışıl edecek nimetleri
hiç kimse bilemez. [Secde, 17] Ayrıca bu hadisi, buna benzer ifadelerle Ebu
Nuaym, Sıfatu'l-Cenne adlı eserinde isme b. Muhammed - Musa b. Ukbe - Ebu Salih
- Enes senediyle rivayet etmiştir.
Ebu Nuaym yine
Sıfatu'l-Cenne adlı eserinde el-Mes'udi - el-Minhal - Ebu Ubeyde yoluyla
Abdullah (b. Mes'ud)'un şöyle dediğini nakleder: Dünyadayken cumaya koşuşun.
Çünkü Allah (c.c), her cuma beyaz kafurdan bir tepe üzerinde cennet halkına
gözükür. Allah'a yakınlıkları, cumaya acele etmeleri ölçüsündedir. Allah,
onlara daha önce görmedikleri yeni ihsanlarda bulunur. Ailelerinin yanına
kendilerine sunulan yeni yeni ihsanları almış olarak dönerler.
2- İlk Cuma Namazı:
İbn İshak der ki:
Muhammed b. Ebi Ümame b. Sehl b. Huneyf bana babası (Ebu Ümame)'den, o da
Abdurrahman b. Ka'b b. Malik'den rivayet etti. Abdurrahman: "Babam Ka'b
gözlerini kaybettikten sonra onu ben gözetir oldum. Cuma namazına götürdüğümde
ne zaman cuma ezanını işitse Ebu Ümame, Es'ad b. Zürare için rahmet dilerdi.
Böyle bir müddet devam etti. Sonra kendi kendime: Nedir bu, niçin bunun
sebebini babama sormuyorum? dedim. Her zaman olduğu gibi yine (bir gün) onu
cumaya götürdüm. Yine cuma ezanını işitince Es'ad b. Zürare'ye rahmet diledi.
Sordum:
—Babacığım! Her zaman
cuma ezanını işittiğinde Es'ad b. Zürare'ye rahmet okuyorsun. Bunun sebebi
nedir?
—Ey yavrucuğum! Çünkü
Es'ad, bize Nakiu'l-Hadamat denilen bir kara taşlıktaki Beyada oğullarının
köyünde Hezmü'n-Nebit semtinde Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
gelmeden önce Medine'de ilk cuma namazını kıldıran kişidir.
—O gün kaç kişiydiniz?
—Kırk erkek idik."
Beyhaki der ki:
"Muhammed İbn İshak raviden işittiğini (semamı) söyler, ravi de sika
(güvenilir) biri olursa sened doğrulur. Bu hadisin senedi hasen-sahihtir."
Derim ki: Bu olay,
cumanın başlangıcı oldu. Sonra Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Medine'ye geldi. İbn İshak'ın da dediği gibi Küba'da Amr b. Avf oğulları
yanında pazartesi, salı, çarşamba ve perşembe günleri kaldı ve bu esnada
onların mescidlerini tesis etti. Sonra cuma günü (yola) çıktı. Salim b. Avf
oğullarının yanlarına vardığında cuma vakti girdi. (Ranuna) vadisinin
ortasındaki mescidde cuma namazını kıldırdı. Bu namaz Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'de kıldırdığı ilk cuma namazı oldu. Bu
olay Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendi mescidini inşa etmezden
önce gerçekleşmişti.
3- Hz. Peygamber'in
(s.a.) İlk Hutbesi:
İbn İshak dedi ki: Ebu
Seleme b. Abdurrahman'dan bana ulaşan bir habere göre -Hz. Peygamber'e
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) söylemediğini söyledi göstermekten Allah'a
sığınırız- Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ilk hutbesi şöyle
olmuştu: Hitabet için cemaatın arasında ayağa kalktı. Allah'a yaraşır bir
şekilde O'na hamd etti, övgüde bulundu. Sonra şunları söyledi:
Ey insanlar! Kendiniz
için ahirete önceden azık gönderiniz. Elbet bilirsiniz ki vallahi herbiriniz
ölecek, sürüsünü çobansız bırakacaktır. Sonra Rabbi Allah -arada ne bir
tercüman, ne bir alıkoyucu engel bulunacak- ona şöyle diyecektir: "Sana,
Benim elçim gelip buyruklarımı tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verdim, ihsanda
bulundum. Ya sen kendin için ahirete ne gönderdin!" O da sağma-soluna
bakacak, hiçbir şey göremeyecek. Sonra önüne bakacak, orada da cehennemden
başkasını göremeyecek. Öyleyse yarım hurma ile de olsa kendisini cehennemden
korumaya gücü yeten (o hayrı) işlesin. Onu da bulamayan güzel sözle kendini
korumaya çalışsın.
Çünkü bir iyiliğe
karşılık on mislinden yedi yüz misline kadar sevap verilir. Selam size.
Allah'ın rahmet ve bereketleri üzerinizde bulunsun.'
İbn İshak diyor ki: Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir sonraki hutbesinde şöyle
buyurdular:
—Şüphesiz hamd, Allah'a
mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım dilerim. Nefislerimizin şerlerinden,
amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola ilettiğini
hiç kimse saptıramaz. Saptırdığını da hiç kimse doğru yola iletemez. Tanıklık
ederim ki, Allah'tan başka tapılacak yoktur. O tekdir, ortağı yoktur. Sözlerin
en güzeli Allah'ın Kitab'ıdır. Allah, kimin kalbini Kur'an'la süsler ve onu
küfürden sonra islamiyete girdirir, o da Kur'an'ı insanların sözlerine tercih
ederse, işte o kimse kurtuluşa ermiştir. Şüphesiz Kur'an, sözlerin en güzeli ve
en belağatlisidır. Allah'ın sevdiğini seviniz! Allah'ı bütün kalbinizle
seviniz! Allah'ın kelamını (okumaktan) ve Allah'ı anmaktan usanmayınız.
Allah'ın kelamına karşı kalbleriniz katı kalmasın. Çünkü O, Allah'ın yarattığı
herşeyin en hayırlısını ayırıp, seçer. Allah, Kitabında amellerin hayırlısını,
kulların seçkinlerini, sözlerin iyisini ve insanlar için helal-haram ne varsa
hepsini zikreder. Allah'a kulluk ediniz, O'na hiçbir şeyi ortak tutmayınız.
O'na yaraşır şekilde O'ndan saakmınız. Kendi ağızlarınızla Allah'a verdiğiniz
güzel sözleri tutunuz. Allah'ın aranıza ihsan ettiği tek bir ruhla birbirinizi
seviniz. Şunu bilesiniz ki Allah, kendisine verilen sözün yerine
getirilmemesine gazaplanır. Selam size. Allah'ın rahmeti ve bereketleri
üzerinizde bulunsun.
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir kısım hutbeleri, O'nun hutbelerdeki tavırları
bahsinde yukarıda geçti.
4- Cumanın Özellikleri:
Bu güne tazim ve saygı
göstermek, başka günlerde yapmadığı ibadetleri bu günde yapmak Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) özel tavırlarındandı. Alimler, cumanın mı yoksa
arefe gününün mü daha faziletli olduğunda iki farklı görüş ileri sürmüşlerdir:
Bu iki görüş İmam Şafii'ye müntesip alimlerce ileri sürülmüştür.
1. Cuma Günleri Sabah
Namazında Secde ve Dehr Surelerini Okun
1- Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), cuma günleri sabah namazında Secde ve Dehr surelerini
okurdu. Bilgisiz pekçok kimse bu sureleri okumaktan maksat (Secde suresinde
secde ayeti geçtiği için) bu namaza ait olmak üzere fazladan bir secde yapmak
olduğunu zannediyor ve bu secdeye "Cuma secdesi" adını veriyor; bu
sureyi okumadıklarında, içinde secde ayeti geçen başka bir sure okumayı
müstehap görüyorlar. Bundan dolayı cahillerin kuruntularına meydan vermemek
için cuma günleri sabah namazında devamlı bu sureyi okumayı bazı imamlar mekruh
saymışlardır. Şeyhülislam İbn Teymıye'nin şöyle dediğini işittim:
"Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma günleri sabah namazında bu iki sureyi
okurdu. Çünkü bu sureler, cuma günü olmuş ve olacak hadiseleri içermektedir. Bu
iki surede Hz. Adem'in yaratılışı, ahiret hayatının tasviri ve kulların yeniden
diriltilişleri anlatılmaktadır ki, bütün bu olaylar cuma günü olacaktır. Bu
surelerin bu günde okunması, o günde olmuş ve olacak şeyleri ümmete hatırlatma
hedefine yöneliktir. (Namaz sonunda yapılan) secde ise (okunan sureye) tabi
olarak gelmiştir; yoksa doğrudan doğruya hedef olup da namaz kılanın, uygun
düştüğü yerde maksatlı olarak okuyacağı bir şey değildir."İşte bu durum
cuma gününün hususiyetlerinden biridir.
2. Hz. Peygamber'e
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Çokça Salavat Getirmek:
Cuma günü ve gecesi Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) çokça salavat getirme müstehab
kılınmıştır. Allah elçisi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki: "Cuma
günü ve cuma gecesi bana çokça salavat getiriniz."
Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) insanların efendisi, cuma günü ise günlerin efendisidir. Bu
günde O'na salavat getirmede diğer günlerde olmayan bir meziyetin mevcudiyeti
yanında bir başka hikmet vardır ki o da şudur: Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ümmeti dünya ve ahirette her ne hayra nail olmuşlarsa O'nun
sayesinde nail olmuşlardır. Allah, O'nun yüzü suyu hürmetine hem dünya hem
ahiret saadetini onlara bahsetmiştir. Onlara verilecek en büyük lütuf ve
ihsanlar, cuma günü ellerine geçecektir: Cennetteki köşk ve saraylarına o gün
gönderileceklerdir; cennete girdikleri zaman kendilerine fazladan ihsanlar
bahşedilecek olan Mezid günü, o gündür; dünyada iken o gün onlar için bayram
günüdür; o gün Allah (c.c.) hepsinin isteklerini yerine getirip, ihtiyaçlarını
giderir, hiçbirinin isteğini geri çevirmez. Bütün bunlar sadece O'nu peygamber
tanımalarına karşılık olarak O'nun sayesinde ve O'nun aracılığıyla kendilerine
verilmiştir. O halde teşekkür etmek, minnet borcundan kurtulmak ve birazcık da
olsa hakkını ödeyebilmek için cuma günü ve gecesi O'na çokça salatu selam
yollamalıyız.
3. Cuma Namazı ve
Müslümanların Toplanması:
Cuma namazı: İslam'ın en
kuvvetli farzlarından ve müslümanların en büyük toplantılanndandır. Arefe günü
Arafat'ta bir araya gelişi istisna edersek, cuma toplantısı, en kalabalık bir
toplantı ve müslümanların uymaları gerekli en kuvvetli bir farzdır.
Küçümseyerek bu
toplantıyı terkedenin kalbini Allah mühürler. Kıyamet günü cennet halkının
(Allah'a) yakınlığı ve Mezid günü ziyarete gitme önceliği, imama cuma günkü
yakınlıkları ve cumaya erken gelişlerine göre olacaktır.
4. Cuma Günü Gusletmek:
Cuma günü gusül
emredilmiştir. Bu emir gerçekten müekked (kuvvetli) bir emirdir. Bu guslün
vücubu, şu hususların vücubundan daha kuvvetlidir: Vitir namazı, namazda
besmele okuma; kadınlara dokunma, erkeklik aletine el sürme, namazda kahkaha
atma, burun kanaması, kan aldırma ve kusma gibi hususların birinden dolayı abdest
alma; Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) son teşehhüdde salatu selam
gönderme ve imama uymuş kişinin (Kur'an) okuması".
Cuma guslünün vücubu
(farziyeti) hususunda alimlerce üç görüş ortaya atılmıştır: 1) Olumsuz (yani
farz değildir), 2) Olumlu (farzdır), 3) Tafsile tabidir: Kendisinde giderilmesi
gereken bir koku bulunan kimseye vacip, böyle bir koku bulunmayan kimseye ise
müstehaptır. Bu üç görüş hanbeli alimlerce ileri sürülmüştür.
5. Güzel Koku Sürünmek:
Güzel koku sürünmek. O
gün güzel koku sürünmek haftanın diğer günlerinde sürünmekten daha
faziletlidir.
6. Misvak Kullanmak:
Misvak kullanmak
(dişleri temizlemek). O gün misvak kullanmanın diğer günlerdekine oranla bir
üstünlüğü vardır.
7. Namaza Erken Gitmek:
Cuma namazı için camiye
erken gitmek.
8. Hutbeye Kadar
ibadetle Meşgul Olmak:
İmam minbere çıkıncaya
kadar namaz kılma, zikir çekme, Kur'an okuma gibi ibadetlerle meşgul olma.
9. Hutbe Okunurken
Susmak:
İki görüşten en doğru
olanına göre, hatibin hutbe okuduğunu işiten kimseye susmak farzdır. Şayet
susmazsa asılsız ve boş yere konuşan biri durumuna düşer ki, bu duruma düşen
cuma sevabından mahrum kalır. Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdukları rivayet edilir.
"Yanındakine sesini kes, diyene cuma sevabı yoktur. "
10. Cuma Günü Kehf
Suresini Okumak:
O gün Kehf suresini
okumak. Hz. Peygamberden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şu hadis
nakledilmektedir: "Cuma günü Kehf suresini okuyanın ayaklarının altından
ufuklara doğru bir nur yükselir, bu nur, kıyamet günü onu aydınlatır. Ayrıca
iki cuma arasında işlediği günahlar affedilir."
Bu hadisi, Said b.
Mansur, Ebu Said el-Hudri'nin sözü olarak vermiştir ki, bu daha uygundur.
11. Zeval Vaktinde Namaz:
İmam Şafii (r.h.) ve ona
uyanlara göre cuma günü zeval vaktinde (yani güneş tam ortadayken) namaz kılmak
mekruh değildir. Üstadımız Ebu'l-Abbas İbn Teymiye'nin tercihi de budur.
Üstadımız bu görüşünde Leys (b. Ebi Süleym)'in Mücahid - Ebu'l-Halil - Ebu Katade
senediyle Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) rivayetinde Allah
Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma günü dışında diğer günlerde günün
tam ortasında namaz kılmayı mekruh saydığı ve: "Şüphesiz cehennem -cuma
dışında- alevlendirilir" buyurduğu hadise itimad etmiş değildir. O, cumaya
gelen kişinin, imam minbere çıkıncaya kadar namaz kılmasının müstahablığı
noktasına dayanmaktadır. Sahih bir hadiste şöyle Duyurulmaktadır:
"Bir kimse cuma
günü gusleder, temizlenebildiği kadar temizlenir, yağından yağlanır, yahut
evindeki güzel kokulardan sürünür de camiye çıkar ve yan yana oturan iki kişi
arasım ayırmadan bir yere oturur, sonra kendisine takdir edilen namazı kılar,
sonra da imam minberde konuşmaya başlayınca susarsa, o cuma ile diğer cuma
arasındaki günahları bağışlanır." Hadisi Buhari rivayet etmiştir/26*
Bu hadisde Hz, Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) cumaya gelen kişiyi kendisine takdir edilmiş
namazları klimaya teşvik etmiş, namaz kılmaktan -imamın minbere çıkma vakti
dışında- menetmemiştir.
Bu yüzden İmam Ahmed b.
Hanbel'in tabi olduğu ve Hz. Ömer ibnu'l-Hattab'ın (r.a.) içinde bulunduğu
seleften pek çok alim şöyle demiştir: "imamın minbere çıkması namaza,
hutbesi de konuşmaya manidir." Namaza mani olarak günün yan olmasını
değil, imamın minbere çıkmasını görmüşlerdir.
Bir de insanlar
mescidde, tavan altında bulunduklarından zeval vaktinin farkına varmıyorlardı.
Camideki kimse namazla meşgul olduğundan zeval vaktini bilemezdi. İnsanların
omuzlarına basarak dışarı çıkıp güneşe bakarak yeniden yerine dönmesi de mümkün
olmazdı. Böyle yapması da zaten meşru değildi.
Yukarıda geçen Ebu
Katade hadisi hakkında Ebu Davud der ki: Hadis mürseldir. Çünkü Ebu'l-Halii,
Ebu Katade'den hadis işitmemiştir. Mürsel hadisle amel edilmiş ve kıyasla yahut
sahabi kavliyle destek görmüş, ya da mürsel rivayette bulunan ravinin
mürselleri imamlar tarafından tercih edildiği ve bu ravinin zayıf, metruk...
vb. ravilerden rivayette bulunmadığının bilinmiş olması gibi takviye edici
hususlar bulunursa böyle bir mürselle amel edilir.
Bu hadisi başka şahid
hadisler de kuvvetlendirmektedir: imam Şafii'nin kitabında zikrettiği hadis:
İshak b. Abdullah - Said b. Ebi Said - Ebu Hureyre senediyle Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), cuma dışında diğer günlerde gündüzün tam
ortasında güneş zevalden ayrılıncaya kadar namaz kılmaktan nehyettiği rivayet
edilmiştir.
İmam Şafii (r.h.) bu
hadisi Ihtilafu'l-Hadis adlı eserinde aynen bu şekilde rivayet etmiştir.
Kitabu'l-Cuma adlı eserinde ise şu senedle naklediyor: İbrahim b. Muhammed -
İshak (b. Abdullah)...
Abu Halid el-Ahmer de
Abdullah b. Said el-Makburi adlı Medineli bir şeyh - Ebu Hureyre - Hz.
Peygamber {s.a.) senediyle rivayet etmiştir.
Beyhaki ise hadisi,
el-Ma'rife adlı eserinde Ata b. Aclan - Ebu Nadra - Ebu Said (eİ-Hudri) ve Ebu
Hureyre senediyle (bu iki sahabiden) şu ifadelerle naklediyor: "Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), cuma günü dışında, gündüzün tam
ortasında namaz kılmaktan nehyederdi." Ancak Beyhaki'nin de dediği gibi bu
hadisin senedinde sözü delil teşkil etmeyecek şahıs vardır. Beyhaki:
"Ancak bu hadisler Ebu Katade hadisine eklenince biraz kuvvet
kazanırlar" diyor.
İmam Şafii der ki:
"Cumaya erken gidip imam minbere çıkıncaya kadar namaz kılmak, insanların
önemli işlerindendir." Beyhaki diyor ki: Şafii'nin işaret ettiği husus
sahih hadislerde mevcuttur ki, o da şudur: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) cumaya erken gitmeye ve herhangi bir istisna getirmeksizin imam minbere
çıkıncaya kadar namaz kılmaya teşvik etmiştir. Böylece cuma günü gündüzün tam
ortasında namaz kılmayı mubah gösteren bu hadislere uygun düşmektedir. Bize
Ata, Tavus, Hasan ve Mekhul'den bu konuda ruhsat olduğu nakledilmiştir.
Ben derim ki: Günün tam
ortasında namaz kılmanın mekruh oİup olmadığında alimler görüş ayrılığına
düşmüş ve ortaya üç görüş çıkmıştır:
a) Bu vakit, hiçbir
zaman kerahet vakti değildir. İmam Malik bu görüştedir.
b) Hem cuma günü, hem de
diğer günlerde kerahet vaktidir. Ebu Hanife'nin ve meşhur rivayete göre İmam
Ahmed'in görüşü budur.
c) Cuma günü dışında
kerahet vaktidir. Cuma günü ise kerahet vakti değildir. İmam Şafii de bu
görüştedir.
12. Cuma Namazında
Okunan Sureler:
Cuma namazında Cuma ve
Münafikun yahut AMa ve Gaşiye surelerini okumak. Müslim'in Sahih'inde
naklettiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), cuma namazında
bu sureleri okurdu.
Yine Müslim'in
Sahih'inde Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma namazında Cuma ile
Gaşiye surelerini okuduğu nakledilmektedir. Bu rivayetlerin hepsi Hz.
Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) menkul sabit rivayetlerdir.
(Yukarıda zikri geçen)
her sureden bir bölüm okumak yahut bu iki sureden birini iki rekatta okumak
müstehap değildir. Sünnete aykırıdır. Oysa cahil imamlar devamlı böyle
yapmaktadırlar.
13. Cuma Bayram Günüdür;
Cuma, her hafta
yinelenen bir bayram günüdür. Ebu Abdillah İbn Mace, Sünen 'inde, Ebu Lübabe b.
Abdilmünzir'den Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurduğunu rivayet ediyor: "Cuma günü, günlerin efendisi ve Allah katında
en büyük bir gündür. Allah katında bu gün hem Kurban, hem de Ramazan bayramı
günlerinden daha büyük bir gündür. Onda beş üstün özellik vardır:
1) Allah, Adem'i o gün
yarattı.
2) Adem'i o gün
yeryüzüne indirdi.
3) Allah Adem'in o gün
canını aldı.
4) O günde öyle bir an
vardır ki, o anda kul -haram dışında- Allah'tan ne isterse Allah, onun isteğini
muhakkak yerine getirir.
5) Kıyamet, o gün
kopacaktır. Bu yüzden mukarreb melek, gök, yer, rüzgar, dağ, ağaç ne varsa
hepsi cuma gününden korku duyar. "
14. Cuma Günü Güzel
Giyinmek:
O gün herkesin
bulabildiği en güzel elbiseleri giymesi müstehabdır. İmam Ahmed, Müsned'mde Ebu
Eyyub'un Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu
işittim dediğini rivayet ediyor: "Bir kimse cuma günü gusleder, varsa
güzel koku sürünür, en güzel elbiselerinden birini giyer de vakarlı, ağırbaşlı
bir şekilde evinde çıkıp camiye gider sonra da hatırına gelirse namaz kılar ve
kimseye eziyet vermezse ve de imamın minbere çıkmasından itibaren namazı kılıp
bitirinceye kadar ses çıkarmazsa bunlar iki cuma arasındaki günahları için
keffaret olur."
Ebu Davud'un Sünen'inde
nakledildiğine göre Abdullah b. Selam» Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) cuma günü minberde şöyle dediğini işitmiş; "Ne olur, herbiriniz iş
elbisesinden başka cuma için iki parça elbise alıverse?"
İbn Mace'nin Sünen'inde
Hz. Aişe'den (r.anha) yapılan bir rivayete göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) cuma günü cemaata hitap ediyordu; üzerlerinde yamalı elbiseler
gördü. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Ne olur, herbiriniz iş elbisesinden
başka cuma günleri için iki parça elbise alsa?!"
15. Camiyi Tütsülemek:
O gün camiyi tütsülemek müstehabdır.
Said b. Mansur'un Nuaym b. Abdullah el-Mücmir'den naklettiğine göre Hz. Ömer
İbnü'l-Hattab (r.a.) her cuma, gün yarılanınca Medine Camiinin tütsülenmesini
emrederdi.
Derim ki: Nuaym, bu
yüzden "el-Mücmir = tütsücü" lakabını almıştır.
16. Cuma günü Yolculuğa
Çıkmak:
Cuma günü, cuma vakti
girdikten sonra kendisine namaz farz olan kimsenin, namazı kılmadan yolculuğa
çıkması, caiz değildir. Vakit girmeden önce çıkılması konusunda ise alimlerce
üç görüş ileri sürülmüştür. Bunların hepsi de İmam Ahmed'in görüşü olarak
aktarılmıştır: 1) Caiz değildir, 2) Caizdir, 3) Özellikle cihad için olursa
caizdir.
İmam Şafii (r.h.)
mezhebince, cuma günü zevalden sonra yola çıkmak haramdır. İbadet ve taat için
yolculuğa çıkma konusunda Şafii mezhebinde iki farklı bakış açısı vardır: 1)
Haramdır; Nevevi'nin tercihi budur, 2) Caizdir; Rafii'nin tercihi de budur.
Zevalden önce yolculuğa
çıkma konusunda iki içtihad nakledilmiştir: Bu içtihadlardan eski olanına göre
caiz; yenisine göre ise zevalden sonra yolculuğa çıkmak gibidir (yani
haramdır).
Maliki mezhebine
gelince; et-TefrV adlı eserin sahibi (İbn Cellab; Ö.378/988) diyor ki: Hiç
kimse cuma günü zevalden sonra namazı kılmadan yolculuğa çıkamaz. Zevalden önce
çıkmakta bir sakınca yoktur. Mukim kimsenin tanyeri ağardıktan sonra cuma
kılmadan yola çıkmaması daha tercihe şayandır.
Ebu Hanife ise sefere
çıkmanın şart aranmaksızın mutlak surette caiz olduğu görüşündedir. Darakutni,
el-Efrad adlı eserinde İbn Ömer'den (r.anhüma) Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: "Kim cuma günü
yerleşik olduğu yerden yolculuğa çıkarsa, melekler seferinde hiç kimsenin ona
arkadaşlık etmemesi için beddua ederler." Bu hadisin ravileri arasında İbn
Lehia vardır (ki o da ihtilaflı bir ravidir).
İmam Ahmed, Müsned'inde
Hakem - Miksem - İbn Abbas senediyle rivayet eder ki: Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), Abdullah b. Ravaha'yı bir müfreze içinde gönderdi. Bu hal
cuma gününe rastlamıştı. Abdullah'ın arkadaşları yola koyuldu. Abdullah ise;
arkada kalır, Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile beraber namazımı
kılar, sonra onların arkasından yetişirim, diye düşünerek müfreze ile birlikte
çıkmadı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), namazı kıldırınca onu
gördü ve sordu: "Arkadaşlarınla beraber gitmekten seni alıkoyan
nedir?" Abdullah: "Seninle beraber namaz kılıp sonra onların
arkasından yetişmek istedim." cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yeryüzünde ne varsa Allah için sadaka olarak
versen, yine de onların yola koyulmalarının savabına ulaşamazsın."
buyurdular.
Bu hadis, Hakem'in
Miksem'den hadis işitmemiş olmasından dolayı illetli (kusurlu) bulunmuştur.
Yolcu, yol arkadaşlarını
kaçırmaktan korkmazsa durum böyledir. Ama arkadaşlarını kaçırmaktan ve
arkadaşlarına yetişemeyeceğınden korkarsa, onun için her halükarda yolculuk
caizdir. Çünkü bu cumaya ve cemaata gitmeyi düşüren bir özürdür. Herhalde
Evzai'nin "Hayvanına eğer vurmuş olan bir yolcu cuma ezanını işittiğinde
durum ne olur?" sorusuna verdiği cevabında "yoluna devam etsin"
dediği rivayeti de bu şekilde yorumlanabilir. Aynı şekilde İbn Ömer'in (r.a.):
"Cuma, yolculuktan alıkoymaz" sözü de böyle yorumlanmalıdır. Şayet
maksatları mutlak surette seferin caiz olması ise işte bu tartışma konusudur.
Artık arada hakem, delildir. Abdürrezzak Musannef adlı eserinde Ma'mer - Halid
el-Hazza' - İbn Sirin yahut başka biri aracılığıyla rivayet eder ki: Hz. Ömer
cuma namazını kıldıktan sonra üzerinde yol elbisesi bulunan bir adam görünce sordu:
"Bu ne hal?" Adam: "Yolculuğa çıkmaya niyetlendim. Fakat namaz
kılmadan yola çıkmak istemedim" dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Vakti
girmedikçe cuma, yolculuktan seni alıkoymaz." diye karşılık verdi. Bu da
zevalden sonra yolculuğu yasaklayıp zevalden Öncesinde ise yasaklamayan lan n
görüşüdür.
Yine Abdürrezzak,
es-Sevri - el-Esved b. Kays - El-Esved'in babası Kays senediyle nakleder ki:
Hz. Ömer İbnü'l-Hattab, yolcu görünümlü bir adam gördü. Adam: "Bugün cuma
olmasaydı yola çıkacaktım" dedi. Hz. Ömer, bunun üzerine: "Cuma,
yolcuyu yolundan alıkoymaz. Zeval vakti girmedikçe yola çıkabilirsin."
diye karşılık verdi.
Yine (Abdürrezzak),
es-Sevri - İbn Ebi Zi'b - Salih b. Kesir senediyle ez-Zühri'nin: "Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma günü kuşluk vaktinde namaz kılmadan
önce yola çıktı." dediğini nakleder.!
Ma'mer'in de şöyle
dediğini zikrediyor: Yahya b. Ebi Kesir'e: "Bir adam cuma günü yolculuğa
çıkabilir mi?" diye sordum; mekruh olduğunu söyledi. Bu konuda ruhsat
bulunduğunu anlatmaya başladım. Bunun üzerine bana: "Bir adamın cuma günü
yolculuğa çıkıp da mekruh sayacağı (yahut hoşuna gitmeyen) hususlarla
karşılaşmaması pek nadirdir. Bu konuyu incelersen sen de bu sonuca
ulaşırsın." dedi.
İbnü'l-Mübarek, el-Evzai'den
nakille Hassan b. Ebi Atıyye'nin şöyle dediğini zikreder: "Bir adam cuma
günü yolculuğa çıkınca gündüzün bizzat kendisi onun aleyhinde, ihtiyaç halinde
yardım görmemesi ve yolculuğunda hiç kimsenin onunla arkadaşlık etmemesi için
beddua eder."
el-Evzai,
İbnü'l-Müseyyeb'in: "Cuma günü yolculuk, namazdan sonradır." dediğini
zikrediyor.
İbn Cüreyc diyor ki:
Ata'ya: "Bir adam cuma gecesini büyük bir köyde geçirirse, cumayı kıhncaya
kadar oradan ayrılmasın, denildiği sana ulaştı mı?" diye sordum. "Evet,
bu mekruhtur" cevabını verdi. "Peki perşembeden yola çıkarsa?"
diye sordum. "Hayır, mekruh değildir. O gündüz ona zarar vermez"
karşılığını verdi.
17. Namaza Yürüyerek
Gitmek:
Cumaya gidenin her
adımına bir yıllık (nafile) oruç ve namaz sevabı vardır.
Abdürrezzak, Ma'mer -
Yahya b. Ebi Kesir - Ebu Kılabe - Ebu'l-Eş'as es-San'ani - Evs b. Evs senediyle
Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduklarım rivayet
eder: "Kim cuma günü guslettirir ve kendisi de gusleder, erkenden camiye
gider, ilk safları tutar ve imama yakın olur da ses çıkarmadan hutbeyi
dinlerse, attığı her adıma bir senelik -nafile- oruç ve namaz sevabı verilir.
Bu, Allah'a kolaydır." Bu hadisi İmam Ahmed de Musned'inde rivayet
etmiştir.
İmam Ahmed diyor ki:
"Guslettirmek" sözü hanımıyla cinsi münasebette bulunmak anlamına
gelir. Veki (v. 197/812) de bu sözün, bu anlama geldiğini söylemiştir.
18. Cuma Günü Günahlara
Keffarettir:
Bu gün günahların
silindiği gündür. İmam Ahmed, Müsned'ınuc Selman'dan naklediyor: Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana "Cuma günü nedir, bilir misin?"
diye sordu. Ben de: "Allah'ın, babanız Adem'i yarattığı gündür." diye
cevap verdim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
buyurdular ki: "Fakat cumanın ne olduğunu ben bilirim. Bir adam
temizlenir, ama çok iyi temizlenir, sonra cumaya gelir de imam namazım
bitirinceye kadar susarsa ölüme sebep (büyük günahlarından) sakınıldığı
müddetçe bütün bu amelleri o cuma ile gelecek cuma arasındaki günahlarına
keffaret olur."'
Yine Müsned'Ğt Ata
el-Horasani'den yapılan rivayete göre Nübeyse el-Hüzeli, Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Müslüman
cuma günü gusleder, sonra evinden çıkıp hiç kimseyi incitmeden camiye gelir;
şayet İmam daha henüz minbere çıkmamışsa münasip gördüğü kadar namaz kılar,
çıkmışsa oturur sonra da imam sözünü bitirip cuma namazını kıldırmcaya kadar
imama kulak verip dinlerse o cumada bütün günahlan bağışlanmazsa ertesi cumaya
keffaret olur."
Buhari'nin Sahihimde
Selman'dan şu hadis rivayet edilir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
buyururlar ki: "Bir kimse cuma günü gusleder, temizlenebildiği kadar
temizlenir, yağından yağlanır yahut evindeki güzel kokulardan sürünür de camiye
çıkar ve yanyana oturan iki kişi arasım ayırmadan bir yere oturur, sonra
kendisine takdir edilen namazı kılar, sonra da imam minberde konuşmaya
başlayınca susarsa, o cuma ile diğer cuma arasındaki günahları bağışlanır,
"
Ahmed'in Müsned'inde de
Ebu'd-Derda'dan rivayet edilir ki; Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdular: "Bir kimse cuma günü gusleder, sonra elbiselerini giyer,
varsa güzel koku sürünür, ardından ağırbaşlı vakarlı adımlarla cumaya gider,
hiç kimseyi çiğnemez ve incitmez, kendisine takdir edilen namazı kılar sonra
imam görevini tamamlayıp arkasına dönünceye kadar (ses çıkarmadan) beklerse,
iki cuma arasında işlediği günahları bağışlanır.
19. Diğer Günlerde
Cehennem Kızıştırılır:
Cuma günü dışında diğer bütün
günlerde cehennem kızıştırılır, alevlendirilir. Bu konuda Ebu Katade hadisi
yukarıda geçmişti. Allah daha iyi bilir ya, bunun sırrı şudur: O gün Allah
katında en faziletli gündür. O günde cehennemin alevlenmesini ve kızışmasını
önleyecek taatlar, ibadetler yapılarak Allah'a dualar edilir, yalvanlıp
yakanhr. Bu yüzden o günde, mü'minler diğer günlere oranla daha az günah
işlerler. Hatta serkeşler dahi cumartesi ve diğer günlerde yapmaktan
sakınmadıkları şeyleri o gün yapmaktan sakınırlar.
Bu hadisten açıkça
anlaşılacağı üzere burada kastolunan, cehennemin dünyada iken alevlen dirilmesi
ve cuma dışında her gün tutuşturulup kıziştırılmasıdır. Kıyamet günü ise
cehennem azabı aralıksız sürer, bir günlük dahi olsa oraya düşenlerden azap
hafifletilmez. Bundan dolayı cehennem halkı, cehennem bekçilerinden rica
ederler, bir gün dahi olsa azaplarını hafifletmesi için Rablerine dua etsinler
diye. Ancak onlar, bu ricalarına kulak asmazlar.
20. İcabet Saati:
Cuma günü içinde
"saatü'l-icabe" adı verilen bir an vardır ki, o anda müslüman bir kul
Allah'tan bir şey dilese muhakkak Allah o dileğini verir. Buhari ve Müslim'in
Sahih irinde Ebu Hureyre'den (r.a.) nakledilen bir hadiste Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Cuma günü içinde öyle bir vakit vardır ki,
müslüman bir kul namaz kıldığı halde o vakte rastlar da Allah'tan bir şey
dilerse muhakkak Allah onun dileğini yerine getirir." buyururlar. Bu
sözleri söylerken de eliyle bu vaktin çok kısa olduğuna işaret ediyordu.
Müsned'de, Ebu Lübabe b.
Abdiimünzir yoluyla Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdukları naklediliyor: "Cuma günü, günlerin efendisi ve Allah katında
en büyük bir gündür. Allah katında bu gün, hem Kurban, hem de Ramazan bayramı
günlerinden daha büyük bir gündür. Onda beş üstün özellik vardır:
1) Allah, Adem'i o gün
yarattı.
2) Adem'i o gün
yeryüzüne indirdi.
3) Allah, Adem'in o gün
canım aldı.
4) O günde öyle bir an
vardır ki, o anda kul -haram dışında- Allah'tan ne isterse Allah, onun isteğini
muhakkak yerine getirir.
5) Kıyamet o gün
kopacaktır; bu yüzden mukarreb melek, gök, yer, rüzgar, dağ, ağaç ne varsa
hepsi cuma gününden korku duyar."
Alimler bu saat hakkında
görüş ayrılığına düşmüşler, kaldırıldığı yahut devam ettiği konusunda iki ayrı
görüş ileri sürmüşlerdir. "Kaldırılmamıştır, halen devam ediyor"
diyenler de "Günün belli bir vaktinde midir, yoksa belli değil midir?'*
sorusuna birbirine zıt iki cevap vermişlerdir. Belli olmadığını söyleyenler de
bu sefer "Günün saatleri içinde oynar mı, oynamaz mı?" sorusuna da
yine iki farklı cevap sunmuşlardır. Belli olduğunu söyleyenler ise 11 değişik
görüş ileri sürmüşlerdir:
1) İbnü'l-Münzir der ki:
Bize nakledildiğine göre Ebu Hureyre (r.a.) şöyle demiştir: Tanyeri ağardıktan
güneş doğuncaya ve ikindi namazından güneş batıncaya kadar.
2) Zeval vaktinde.
İbnü'l-Münzir, bu görüşü Hasan el-Basri ve Ebu'l-Aliye'nin görüşü olarak
vermiştir.
3) Müezzin cuma namazı
ezanım okuduğunda. İbnü'l-Münzir, bu görüş bize Hz. Aişe'den (r.anha)
nakledilmiştir, diyor.
4) İmam minberde hutbe
okurken oturup (namazdan) ayrılıncaya kadar, İbnü'l-Münzir, bu görüş Hasan
el-Basri'den nakledilmiştir diyor.
5) Ebu Bürde'nin görüşü:
Allah'ın namaz için tercih ettiği saat.
6) Ebu's-Sevvar el-Adevi'nin
(V.101/719) görüşü: Diyor ki: Güneşin zevalinden itibaren namaz vakti girinceye
kadar bu arada dua kabul olunur, derlerdi
7) Ebu Zerr'in görüşü:
Güneşin bir karış yükselmesinden itibaren başlayıp bir kulaç yükselinceye kadar
devam eden müddet.
8) İkindi namazı ile
güneşin batımı arasındaki müddet. Bu görüşte olanlar: Ebu Hureyre, Ata,
Abdullah b. Selam, Tavus. Buraya kadar olan bütün bu görüşleri İbnü'l-Münzir
nakletmiştir.
9) İkindi (namazından)
sonraki en son saat. Bu görüş İmam Ahmed ile sahabe ve tabiinin cumhurunun
görüşüdür.
10) İmamın minbere
çıkmasından namazı bitirinceye kadar geçen müddet. Nevevi ve diğer bazı alimler
nakletmişlerdir.
11) Gündüzün üçüncü
saati. el-Muğni sahibi (ibn Kudame) adı geçen eserinde nakletmiştir. Ka'b der
ki: "Bir insan, cuma günlerim zaman dilimlerine ayırsa, o saati
yakalar." Hz. Ömer de: "Bir günde bir ihtiyaç talebi pek
kolaydır." demiştir.
Bütün bu= görüşlerin en
ağır basanları, sabit hadislerin de ihtiva ettiği iki görüştür; herbiri
diğerinden daha ağırlıklıdır:
Birincisi: İmamın iki
hutbe arasında oturmasından namaz bitinceye kadar geçen müddet. Bu görüşün
delili, Müslim'in Sahih'inde Ebu Musa el-Eş'ari'nin oğlu Ebu Bürde'den
naklettiği şu hadistir: İbn Ömer, Ebu Bürde'ye soruyor: "Cuma saati hakkında
baban, Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nakille sana bir şey
söyledi mi?" "Evet, diyor Ebu Bürde. Allah Rasulü'nden (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) işittiği şu hadisi anlatırken babamın ağzından duydum: O
saat, imamın hutbede oturmasından namaz kılıncaya kadar geçen müddettir,"
İbn Mace ve Tirmizi, Amr
b. Avf el-Müzeni'den Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurduklarım rivayet ederler: "Cuma gününde bir saat vardır ki, o saatta
kul Allah'tan ne dilerse muhakkak Allah ona dilediğini verir." Sordular:
"Ey Allah'ın Elçisi! Hangi saattir, o?" Cevap verdi: "Cuma
namazının kılınmaya başlamasından itibaren namazdan çıkıncaya kadar geçen
süredir."
İkincisi: İkindiden
sonra. İki görüşün en ağır basanı da budur. Abdullah b. Selam, Ebu Hureyre,
İmam Ahmed ve daha pek çok kimse bu görüştedir. Bu görüşün delili; İmam Ahmed,
Müsned'inde Ebu Said (el-Hudri) ve Ebu Hureyre'den naklen Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduklarını rivayet eder: "Cuma
günü öyle bir saat vardır ki, müslüman bir kul Allah'tan bir hayır dilemeyi o
saate rastgetirirse mutlaka Allah, onun dileğini yerine getirir. O saat,
ikindiden sonradır."
Ebu Davud ve Nesai,
Cabir'den naklen Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduklarını
rivayet ederler: "Cuma günü, on iki saattir. O günde bir saat vardır ki, o
saatte bir müslüman Allah'tan bir şey dilerse muhakkak Allah, onun dileğini
yerine getirir. O saati, ikindiden sonraki en son saatte arayınız. "
Said b. Mansur,
Sünen'inde Ebu Seleme b. Abdurrahman'dan nakleder ki; Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabından bazı zatlar bir araya gelip cuma günü
içindeki "saati" görüştüler. Dağıldıklarında bu saatin, cuma gününün
en son saati olduğunda aralarında bir görüş ayrılığı yoktu.
İbn Mace'nin Sünen'inde
Abdullah b. Selam'ın şöyle dediği naklediliyor: Allah Rasulü'nün (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) hazır bulunduğu bir toplantıda şunları söyledim: "Biz,
gerçekten Allah'ın Kitabında (yani Tevrat'ta), cuma günü öyle bir saat vardır
ki, o saate mü'min bir kul namaz kılarken rastgelir ve Allah'tan (c.c.) bir şey
dilerse, Allah mutlaka onun arzusunu yerine getirir, diye bir hüküm
buluyoruz." Abdullah diyor ki: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
"yahut bir saatin bir parçası" diye bana işarette bulundu. Ben de:
"Doğru söyledin, ey Allah'ın elçisi! Yahut bir saatin bir parçası"
dedim. "O, hangi saattir?" diye sordum. "Gündüz saatlerinin en
sonuncusudur" cevabını verdi. "Ama o saat, namaz saati değil ki"
dedim. "Evet, öyle. Mü'min kul, namazını kılar, sonra bir yere oturur ve
oturmasına sebep de yalnız namazsa o kul, namazdadır." buyurdular.
İmam Ahmed'in
Mtisned'inde Ebu Hureyre'den yapılan bir rivayete göre Hz. Peygamber'e
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) sordular: "Niçin bu güne cuma adı
verildi?" Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdular: "Çünkü
o günde baban Adem'in çamuruna şekil verildi. Bütün canlılar toptan o gün
ölecektir. Yeniden diriliş o gündür. Allah'ın yakalaması o gündür. O günün sonunda
üç saat vardır ki, bunlardan birinde Allah'a dua edenin duası kabul
olunur."
Ebu Davud, Tirmizi ve
Nesai Sünelerinde Ebu Seleme b. Abdurrahman yoluyla Ebu Hureyre'den naklen Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu naklederler:
"Üzerine güneş doğan günlerin en hayırlısı cuma günüdür. Adem o gün
yaratılmış, o gün (yeryüzüne) indirilmiş, o gün tevbesi kabul edilmiş ve o gün
vefat etmiştir. Kıyamet o gün kopacaktır. Cinler ve insanlar dışında bütün
yaratıklar mutlak cuma günü tanyeri ağardıktan gün doğuncaya kadar, kıyamet
belki bu gün kopar korkusuyla kulak kabartırlar. O gün içinde öyle bir saat
vardır ki, müslüman bir kul namaz kıldığı halde o saate rastlar da Allah'tan
bir istekte bulunursa muhakkak Allah onun arzusunu yerine getirir." ....
Ka'b (el-Ahbar): "Bu, her senede bir gündür." dedi. Bunun üzerine ben
(Ebu Hureyre): "Hayır, her cumadadır." dedim. Ka'b gitti. Tevrat'ı
okudu ve: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) doğru söyledi"
dedi... Ebu Hureyre der ki: Sonra Abdullah b. Selam'la karşılaştım. Ona,
Ka'b'la yaptığım görüşmeyi anlattım. İbn Selam: "O saatin hangi saat
olduğunu biliyorum" dedi. "Öyleyse bana haber ver" dedim.
"Cuma günü içindeki en son saattir." dedi. "Nasıl olur? Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): Müslüman bir kul namaz kıldığı halde
ona rastlarsa... buyurdular; bu (en son) saatte ise namaz kılınmaz?" diye
itiraz ettim. İbn Selam: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
Namaz kılmak için bir yere oturup bekleyen kişi, namaz kıhncaya kadar namazdadır,
buyurmadilar mı?" diye karşıladı. "Evet, öyle" dedim. "İşte
bu da böyledir." cevabını verdi.
Tirmizi der ki: Bu
hadis, hasen-sahihtir. Bir kısmı Sahihayn'da rivayet edilmiştir.
İcabet saati, imamın
hutbeye başlamasından, namazı bitirinceye kadar geçen süredir diyenler,
Müslim'in Sahih'inde Ebu Musa el-Eş'ari'nin oğlu Ebu Bürde'den rivayet ettiği
şu hadisi delil olarak ileri sürerler: Ebu Bürde diyor ki: Abdullah b. Ömer
bana sordu: "Cuma saati hakkında baban, Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) nakille sana birşey söyledi mi?" Ben de cevap verdim:
"Evet, Allah Rasulü'nden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) işittiği şu hadisi
anlatırken babamın ağzından duydum: O saat, imamın hutbede oturmasından namazı
kıldırıncaya kadar geçen süredir."
Namaz saatidir diyenler
ise Tirmizi ve İbn Mace'nin Amr b. Avf el-Müzeni'den naklettikleri hadisi delil
gösterirler. Amr diyor ki; Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurduklarını işittim: "Cuma gününde bir saat vardır ki, o saatta kul Allah'tan
ne dilerse muhakkak Allah ona dilediğini verir." Sordular: "Ey
Allah'ın Elçisi! Hangi saattir o?" Cevap verdiler: "Cuma namazının
kılınmaya başlanmasından itibaren namazdan çıkıncaya kadar geçen süredir."
Ancak bu hadis zayıftır.
Ebu Ömer İbn Abdilber (v.463/1070)
diyor ki: Bildiğim kadarıyla bu hadisi yalnızca Kesir b. Abdullah b. Amr b.
Avf, babası yoluyla dedesinden nakletmiştir. Kesir ise rivayet ettiği hadis
delil olacak bir kimse değildir.
Oysa, Ravh b. Ubade
(V.205/820), Avf - Muaviye b. Kurre - Ebu Bürde senediyle nakleder ki: Ebu Musa
(el-Eş'ari), Abdullah b. Ömer'e: "İcabet saati, imamın hutbeye çıkmasından
namazın kılınmasına kadar geçen süredir." demiş ve buna karşılık İbn Ömer,
ona: "Allah, seni isabet ettirdi" demiştir.
Abdurrahman b. Huceyre'nin
(V.83/702) rivayetine göre Ebu Zer'e, karısı, cuma günü mü'min kulun duasının
kabul olunduğu saati sordu. Ebu Zer, karısına: "Güneşin çok az
yükselmesiyle birliktedir. Ondan sonra bana soru sorarsan, sen boşsun"
dedi.
Bu görüşü (yani imanı
hutbeye çıkıp namaz bitinceye kadar geçen zaman olduğunu) savunanlar bir de Ebu
Hureyre hadisinde geçen "namaz kıldığı halde..." sözünü delil olarak
ileri sürmüşlerdir. Çünkü ikindi namazından sonraki vakitte namaz kılınmaz.
Hadisin zahir (açık) ifadesini kabul evladır. Ebu Ömer (İbn Abdilber) diyor ki:
Bu görüşü savunanlar, ayrıca Hz. Ali'nin Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) rivayet ettiği şu hadisi delil getirirler: "Güneş zevalden
kayıp gölgeler doğuya yönelince ve ruhlar rahatlayınca Allah'a dileklerinizi
arzediniz. Çünkü o saat tevbekarların saatidir." Sonra Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O, şüphesiz tevbe edenleri
bağışlayıcıdır."'[İsra, 25] ayetini okudu.'
Said b. Cübeyr, İbn
Abbas'ın (r.anhüma) şöyle dediğini rivayet eder: "Cuma günü adı geçen
saat, ikindi namazı ile güneşin batması arasında geçen süredir." Said b.
Cübeyr, ikindi namazını kılınca güneş batıncaya kadar hiç kimse ile konuşmazdı.
Selefin çoğunluğunun görüşü budur; hadislerin de ekseri bunu göstermektedir. Bunu,
icabet saati namaz saatidir, görüşü takip eder. Geri kalan görüşlerin delilleri
yoktur.
Bence, namaz saati de
icabet umudu bulunan bir saattir. O halde her ikisi birden (yani hem namaz
saati, hem ikindiden sonraki süre) icabet saatidir. Her ne kadar hususi saat
ikindiden sonraki en son saat olsa da... Bu en son saati günün belli bir
saatidir, ne öne geçer ne geri kalır. Namaz saati ise önce geçse de, geri kalsa
da her halükarda namaza bağlıdır. Çünkü müslümanların bir araya gelip namaz
kılmalarının, niyazlarının Allah'a (c.c.) yalvarıp yakarmalarının, duaların
kabulünde tesiri vardır. Öyleyse müslümanların bir araya geldikleri saat,
duaların kabulü umulan bir saattir. Bütün hadisler bunda ittifak eder. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ümmetini bu iki saatte Allah'a (c.c.)
yalvarıp yakarmaya, dua etmeye teşvik etmiş olur.
Bu meseleye örnek olarak
şu hadisi gösterebiliriz: Takva üzere kurulan mescidin hangi mescid olduğu
sorulduğunda Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O, sizin şu
mescidinizdir." buyurup eliyle Medine mescidine işaret etmiştir. Bu durum
ayetin, kendisi hakkında indiği Kuba mescidinin takva üzere kurulmuş olmasına
aykırı düşmez. Aksine her ikisi de takva üzere kurulmuştur.
Aynı şekilde, cuma
içindeki saat hakkında Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
"Cuma namazının kılınmaya başlanmasından itibaren namazdan çıkıncaya kadar
geçen süredir" buyurmasıyla diğer hadiste geçen "Onu ikindiden
sonraki en son saatte arayınız" buyurması arasında bir çelişki yoktur.
İsimlerde buna benzer
bir durum da Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şu hadis-i
şerifleridir: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), ashabına şu soruyu
yöneltir: "Siz aranızda rakub (çocuk isteyen) diye kime dersiniz?"
Cevap verdiler: "Çocuğu doğmayana!" Bunun üzerine Efendimiz
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyururlar: "Rakub, çocuklarından hiçbirini
kendinden önce (ahirete) göndermeyendir."
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), rakub'un böyle bir durum içinde bulunan kimse
olduğunu haber verdi. Çünkü o kimse, "kendinden önce ahirete çocuklarından
birini gönderen kimseye verilen sevabı elde edememiştir. Bu da çocuğu doğmayana
rakub denmesine aykırı düşmez.
Diğer bir örneği; Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabına şu soruyu sorar: "Sizler aranızda
müflis (iflas etmiş) diye kime dersiniz?" Karşılık verirler: "Parası,
malı olmayana!" Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Kıyamet
günü dağlar gibi sevablarla gelen, ama şunu tokatlamış bunu dövmüş, ötekinin
kanını dökmüş bir halde gelen bu yüzden de tokatlanan, dövülen... kimseler
tarafından sevabından alınan kimse, işte iflas eden odur."
Bir başka örnek: Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyururlar ki: "Yoksul; etrafta
dolaşan ve bir iki lokma, bir iki hurma ile çevirilebilen kişi değildir. Asıl
yoksul insanlardan istemeyen, farkına varılmadığı için de kendisine sadaka
verilemeyen kimsedir. "
İkindiden sonraki en son
saat olan bu saat bütün din saliklerince tazim edilmektedir. Ehl-i Kitab'a göre
de bu saat icabet saatidir. Bu mesele değiştirmede, tahrifte bir
garazkarlıklarının bulunabileceği şeylerden değildir. Onların iman edenleri de
bunu itiraf etmiştir.
Gün içinde oynadığım
kabullenenlerin görüşüne gelince: Bunlar, bu görüşü ileri sürmekle, Kadir
gecesi konusunda söylenen şeyleri burada da tekrarlayarak hadisler arasını
uzlaştırmayı düşünmüş olmalıdırlar. Ama bu görüş güçlü değildir. Çünkü Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Kadir gecesi hakkında: "Siz onu ya
Ramazan'dan beş gece kala yahut yedi gece kala, yahut da dokuz gece kala
arayınız." buyurmuşlardır. Fakat cuma saati hakkında böyle bir hadis
gelmemiştir.
Hem Kadir gecesi
hakkında gelen hadisler arasında, bu gecenin açıkça şu veya bu gece olduğunu
ifade eden hiçbir hadis yoktur. Ama cuma saati konusundaki hadisler bunun
aksinedir. Öyleyse aralarındaki fark ortaya çıktı demektir.
Bu saatin kaldırıldığını
savunanların görüşüne gelince; bu görüş tıpkı, Kadir gecesi kaldırıldı diyenin
görüşüne benzemektedir. Şayet bu sözü söyleyen kimse bu saat biliniyordu; fakat
ona dair bilgi ümmetten kaldırıldı demek istiyorsa ona şu cevap verilir: Ona
dair bilgi bütün ümmetten kalkmış değildir, bazılarından kaldırılmıştır. Eğer
gerçekliği, icabet saati oluşu kaldırılmıştır demek istiyorsa, bu söz açık ve
sahih hadislere aykırı batı! bir sözdür, itimad edilmez. Allah en iyi bilendir.
21. Cuma Namazı:
Cuma günü içinde,
toplanıp bir araya gelme, özel sayıda cemaat, vatanında veya herhangi bir yerde
yerleşik olma şartı, imamın açıktan okuması... gibi diğer farz namazlarda
bulunmayan özelliklere sahip olan "cuma namazı" vardır. İkindi
namazını istisna edersek bu namaz konusundaki sıkılığa benzer bir sıkılık
hiçbir namaz hakkında söz konusu olmamıştır. Dört Sünen kitabında, Sahabi
Ebu'l-Ca'd ed-Damri'den naklen Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdukları rivayet edilir:
"Kim üç cuma
namazını önemsemediğinden dolayı terkederse Allah onun kalbini mühürler, "
Tirmizi diyor ki: Hadis, hasendir. Ebu'l-Ca'd ed-Damri'nin adını Muhammed b.
İsmail'e (yani İmam Buhari'ye) sordum; "Adı bilinmiyor" dedi ve
ekledi: "Bu hadisten başka Hz". Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) onun rivayet ettiği bir hadis bilmiyorum."
Yine Sünen kitaplarında
nakledildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cumayı
kılmayanın bir dinar, bulamazsa yarım dinar sadaka vermesini emretmiştir. Bu
hadisi Ebu Davud ve Nesai, Kudame b. Vebere yoluyla Semure b. Cündüb'den
rivayet etmişlerdir. Ancak Ahmed b. Hanbel: "Kudame b. Vebere kimdir
bilinmiyor." demiş, Yahya b. Main ise onun "sika = güvenilir"
olduğunu söylemiştir. Buhari'nin de "Onun Semure'den işitmiş olması
sıhhatli değildir." dediği naklediliyor.
Müslümanlar cumanın
farz-ı ayn olduğunda icma etmişlerdir. Ancak İmam Şafii'nin farz-ı kifayedir
dediğine dair bir söz hikaye edilmekteyse de bu ona yapılan yanlış bir
yakıştırmadır. Bu yanlış şuradan kaynaklanmaktadır: İmam Şafii: "Bayram
namazı, cuma kendilerine vacib olanlara vacibtir." demiş, -yukarıdaki
yanlış sözü- nakleden de buradan hareketle bayram namazı farz-ı kifaye olduğuna
göre Cuma da böyle olsa gerek zannetmiştir. Bu doğru değildir. Aksine imam
Şafii'nin bu sözü, onun bayram namazının bütün topluma vacib olduğu görüşünde
olduğunu açıkça ifade eder. Bu söz iki ihtimal taşır: Bayram namazının; 1) Cuma
gibi farz-i ayn olması, 2) Farz-ı kifaye olması. Zira farz-ı kifaye, farz-ı
aynlar gibi eşit olaraktan bütün topluma farzdır. Sadece vacib olduktan sonra
bir kısmının yapmasıyla diğerlerinden düşüp düşmemesi konusunda birbirlerinden
ayrılırlar...
22. Hutbe:
O gün hutbe okunur ki,
bunda şu gayeler güdülür: Allah'a övgü ve tazim; O'nun birliğine ve Peygamberi
Hz. Muhammed'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gerçek Peygamber olduğuna
tanıklık; kullara, Allah katında önemli günleri hatırlatma; onları Allah'ın
cezasından ve azabından sakındırma; Allah'a ve O'nun cennetlerine yaklaştıracak
şeyler tavsiye etme; O'nun gazabına uğratacak, cehennemine götürecek şeylerden
menetme... İşte hutbenin, cuma günü camide hutbe dinlemek için toplanmanın
gayesi budur.
23. Cuma Gününü İbadete
Ayırmak:
Cuma gününü ibadete
ayırmak müstahabdır. Bu günde farz ve müstehab türünden çeşitli ibadetler yapmanın
diğer günlerdekine göre bir üstünlüğü vardır. Allah (c.c), her dinin
saliklerine, ibadetle meşgul olacakları ve her türlü dünya meşguliyetlerinden
uzak kalacakları bir gün tayin etmiştir. İşte cuma günü de ibadet günüdür.
Günler içinde bugün, aylar içinde Ramazan ayı gibidir. Bu gün içindeki
"icabet saati" ise, Ramazan ayı içindeki Kadir gecesi gibidir. Bu
yüzden bu günü kusursuz ve noksansız olanın diğer günleri de kusursuz olur;
Ramazan'ı kusursuz ve noksansız geçenin de senesinin diğer günleri kusursuz
olur; haccı kusursuz ve noksansız olanın da ömrünün geri kalan günleri kusursuz
olur. O halde cuma günü haftanın, Ramazan senenin ve hac da ömrün ölçüsüdür.
Başarı Allah'tandır.
24. Cuma Günü Erkenden
Camiye Gitmek:
Hafta içinde cuma günü
sene içindeki bayram gibi olduğundan; bayram, namaz ve kurbanı ihtiva ettiği ve
cuma günü de namaz günü olduğundan dolayı Allah (c.c.) bu günde erkenden camiye
gitmeyi kurbana bedel ve onun yerini tutan bir ibadet saymıştır. Cuma günü
erkenden camiye gidene hem namaz, hem de kurban sevabı verilir.
Sahihayn'&a. Ebu Hureyre'den nakledildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlardır:
"İlk saatte (cuma
namazına) giden bir deve, ikinci saatte giden bir inek, üçüncü saatte giden de
boynuzlu bir koç kurban etmiş gibi sevap alır."'
Burada hadiste geçen
saatler hakkında fakihler iki ayrı görüş ortaya koymuşlardır:
1) Bu saatler gündüzün
evvelinden (yani güneşin doğumundan) başlar. Şafİi, Ahmed b. Hanbel ve
diğerlerinin bilinen görüşleri budur.
2) Zeval vaktinden
sonraki altıncı saatin küçük bölümleri. İmam Malik mezhebinde bilinen ve bazı
Şafülerin de tercih ettikleri görüş budur. Bu grubu temsil edenler görüşlerini
doğrulamak için iki delil ileri sürdüler:
a) Hadiste geçen
"ravah" sözcüğü, yalnızca zevalden sonra gitmek anlamına kullanılır.
Bu sözcük, sadece zevalden önce gitme anlamına gelen "gudüvv"
sözcüğünün karşıtıdır. Allah (c.c.) buyurur ki: "Sabah vakti gidişi
(gudüvvü) bir aylık mesafe, öğleden sonra gidişi (ravahı) bir aylık mesafe."[Sebe,
12] Lugat bilgini el-Cevheri diyor ki: "Ravah, yalnız zevalden sonra
olur."
b) Selef, şüphesiz hayra
son derece rağbetliydiler. Oysa cumaya güneş doğar doğmaz gitmezlerdi. İmam
Malik, gündüzün evvelinde erkenden camiye gitmeyi inkar etmiş ve; "Medinelilerin
böyle yaptıklarını görmedik" demiştir.
Birinci görüşü
savunanlar Cabir'in (r.a.), Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
naklettiği şu hadisi delil olarak ileri sürerler: "Cuma günü, on iki
saattir." Derler ki: Bilinen saatler, işte bu, on iki saattir. Onlar da
iki türlüdür: 1) Ta'dil saatleri, 2) Zaman saatleri.
Derler ki: Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), (yukarıdaki hadiste erken gelmenin faziletlerini
sayarken) altıya kadar çıktı. Bundan fazlasını söylemedi. Bu da bizim
görüşümüze delil olur. Çünkü saat, içinde cumanın şartlarının icra edildiği
saatin küçük bölümleri demek olsaydı -o saatten maksadın herkesçe bilinen
saatler olmasının aksine- altı küçük bölüme inhisar etmezdi. Zira altıncı saat
çıkıp yedinci saat girince imam minbere çıkar amel defterleri dürülür ve bundan
sonra hiç kimsenin ibadeti yazılmaz. Nitekim Ebu Davud'un Sünen'inde Hz.
Ali'den (r.a.) nakledilen bir hadiste bu husus açıkça belirtilmiştir. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyuruyorlar ki:
"Cuma günü olunca
şeytanlar sancaklarını ellerine alıp çarşı-pazara koşarlar. İnsanlara
ihtiyaçlarını, önemli işlerini hatırlatarak oyalarlar ve onları çeşitli
bahanelerle cumadan alıkoymaya (çalışırlar). Melekler de koşup mescidlerin
kapılarına oturur, ta imam minbere çıkıncaya kadar birinci saatte geleni,
ikinci saatte geleni... yazarlar."
Ebu Ömer b. Abdilber der
ki: İlim adamları bu saatler konusunda farklı görüşler ileri sürdüler. Bir
kısmı, Hz. Peygamber (s .a.), bunlarla güneşin doğmasından ve aydınlanmasından
itibaren başlayan saatleri kasdetmiştir, dediler. Onlara göre bu vakitte
erkenden cumaya gitmek daha faziletlidir. es-Sevri, Ebu Hanife, Şafii ve
alimlerin çoğunluğu bu görüştedir. Hatta hepsi erkenden cumaya gitmeyi müstehab
sayar.
İmam Şafii (r.h.) diyor
ki: Bir kimse tan ağardıktan sonra, güneş doğmadan cuma namazı için erkenden
camiye gitse iyi olur.
el-Esrem anlatıyor:
Ahmed b. Hanbel'e, İmam Malik b. Enes'in "Cuma günü sabah erkenden gitmek
gerekmez" dediğini haber verdiler. Bunun üzerine İmam Ahmed: Bu söz Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hadisine aykırıdır. Subhanallah!
Hayret doğrusu! Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) böyle erken giden
kimse için "Deve kurban eden gibidir" buyurduğu halde, o nasıl bu görüşü
ortaya atabilmiştir?!
ibn Abdilber diyor ki:
İmam Malik'e gelince; Yahya b. Ömer'in Harmele'den naklettiğine göre Harmele:
"Bu gündüzün ilk saatlerinde gitmek midir, yoksa Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bu sözüyle zevalden sonra gitmeyi mi kasdetmiştir?" diye
bu saatlerin ne anlama geldiğini ibn Vehb'e soruyor. İbn Vehb de cevap veriyor:
Bunu Malik'e sordum, şöyle dedi: "Kalbime gelen şudur: Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), bu sözleriyle içinde o saatlerin bulunduğu tek
bir saati kasdetmiş olsa gerektir. İşte bu saatin birinci, ikinci, üçüncü,
dördüncü, beşinci yahut altıncı vaktinde gelenlere (hadiste anılan sevaplar
verilecektir). Bu şekilde olmasaydı, ikindi vaktinde gündüz saati dokuz yahut
buna yakın oluncaya kadar cuma kılınmış olmazdı."
İbn Habib Malik'in bu
görüşüne karşı gelir ve birinci görüşe eğilim gösterirdi. İbn Habib diyor ki:
Malik'in bu sözü, hadisin yorumunda bir tahriftir ve kabulü birkaç yönden
imkansızdır. Bu saatlerin, bir tek saat olmasının imkansızlığını şu husus sana
gösterir: Güneş, gündüzün altıncı saatinde göğün tam ortasından batıya yönelir
(yani zeval vakti girer). Bu saat ise ezan okuma ve imamın hutbeye çıkma
vaktidir. Bu da gösterir ki bu hadiste geçen saatler, gündüzün bilinen
saatleridir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sözlerine günün ilk
saatleriyle başlayarak: "Kim birinci saatte gelirse deve kurban etmiş gibi
olur..." buyurdular. Sonra "...beşinci saatte yumurta sadaka vermiş
gibi olur." buyurdular. Sonra da erken gelme kesildi, ezan vakti girdi.
Artık hadisin anlamı sözlerinden açıkça anlaşılmaktadır.
Ancak, sözün yeri
değiştirilip tahrif edilmiş; hiç olmayacak bir tarzda, akla mantığa aykırı bir
şekilde açıklanmıştır. Bu yorumu getiren kişi Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) teşvik ettiği bir konuya -sabah erkenden camiye gitme
konusuna- insanların değer vermemeleri yolunu açmış ve hadiste anlatılan bütün
hususların, güneşin zevaline yakın bir tek saatte olup bittiğini iddia
etmiştir. Oysa bu konu hadislerde gündüzün evvelinde erkenden cumaya gitme
şeklinde gelmiştir. Bu meseleyi Vazıhu's-Sünen adlı kitabımızın konuyla ilgili
bölümünde yeter derece açıklığa kavuşturduk ve o hadisleri kaydettik.
Bu sözlerin hepsi
Abdülmelik b. Habib'in sözleridir.
Sonra Ebu Ömer (İbn
Abdilber), onun bu sözlerine cevap vermiş ve demiştir ki: Bu, onun İmam Malik'e
(r.h.) haksız hücumlarıdır. Karşı geldiği, akla mantığa aykırı ve tahrif
edilmiş bir yorum saydığı sözü söyleyen asıl kendisidir. Malik'in görüşüne,
imamların naklettiği sahih hadisler şahittir. Yine onun görüşünün bir diğer
şahidi de ona göre (şer'i - fer'i delillerden olan) Medinelilerin amelidir. Bu
konuda Medinelilerin amelini delil saymak doğru olur. Çünkü bu mesele her cuma
tekrarlanan bir meseledir, bütün alimlere kapalı kalmaz. İmam Malik'in delil
saydığı hadislerden
biri şudur: ez-Zühri,
Said b. el-Müseyyeb yoluyla Ebu Hureyre'den nakleder ki, Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlardır:
"Cuma günü olunca,
mescid kapılarının herbirinde birtakım melekler durur, mescide giren insanları
teker teker sırasıyla yazarlar. Cumaya erkenden gelen, bir deve kurban etmiş
olur, onun peşinden gelen bir inek kurban etmiş gibi olur; onu takip eden bir
koç kesmiş gibi olur... -Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), tavuk ve
yumurtaya varıncaya kadar zikredip devamla buyurdular ki: İmam, minberde
oturunca amel defterleri dürülür, melekler de hutbeyi dinlemeye
koyulurlar."
İbn Abdilber sözünü
sürdürerek diyor ki; Hadisteki sözlere dikkat ediniz! Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), meleklerin insanları teker teker sırasıyla yazdıklarım,
cumaya erken gelenin (müheccir) bir deve, onu takip edenin bir inek... kurban
etmiş gibi olacağım söylemiş ve ilk geleni "müheccir" diye
nitelemiştir. Bu sözcük "el-hacira'' sıcağın şiddetli zamanı olan gündüz
ortası" ve "et-tehcir = günün ortası olup ısısı artmak, öğle
sıcağında yürümek" kökünden türetilmiştir. Bu hal ise cumaya kalkılan
vakitte olur, güneşin doğma vaktinde değil. Zira güneşin doğma vakti ne
haciradır, ne de tehcirdir.
Hadiste "Sonra onun
peşinden gelen, ... sonra da onun peşinden gelen..." denilmiş, saat
zikredilmemiştir. Hadis bu lafızla pekçok yoldan rivayet edilmiştir, et-Temhid
adlı eserimizde bütün bu rivayetler zikredilmiştir. Rivayetlerin bir kısmında:
"Cumaya çabuk davranan bir deve kurban etmiş gibi olur" şeklindeyse
de ekserisinde: "Erken giden bir deve kurban etmiş gibi olur." lafzı
mevcuttur. Bir kısmında da cumaya ilk saatin başında gidenin bir deve kurban
etmiş gibi olacağına ve o saatin sonunda giden için de aynen bunun geçerliiiği
söz konusu olduğuna; ikinci saatin ister başında, ister sonunda gidenin bir
inek kurban etmiş gibi olacağına delil teşkil edecek sözler vardır.
İmam Şafii'nin
müntesiblerinden bazıları derler ki: Hz. Peygamber, (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Cumaya erken giden, bir deve kurban etmiş gibi olur."
sözüyle kızgın öğle sıcağında cumaya gitmeyi kasdetmemiştir. Bu sözüyle, cumaya
gitmek için dünyevi gayeler taşıyan iş ve meşgaleleri terketmekle, bir deve kurban
etmiş gibi olur demek istemiştir. Bu kelime, vatanı terkedip başka yerlere
gitmek anlamına gelen "hicret' kökünden türetilmiştir.
"Muhacirun = hicret
edenler" de bu yüzden bu adı almışlardır. İmam Şafii (r.a.) der ki:
"En iyisi cumaya yürüyerek erken gitmendir."
Buraya kadar nakledilen
bütün bu sözler Ebu Ömer (İbn Abdilber)'in sözleridir.
Ben derim ki: Gündüzün
evvelinde erkenden cumaya gitmeye karşı oluş üç noktadan kaynaklanıyor:
1- Ravah sözüğü: Bu sözcük
sadece zevalden sonra için kullanılır deniyor, 2- Tehcir sözcüğü: Bu da
yalnızca sıcağın şiddetli olduğu öğle vaktinde olur deniyor, 3- Medinelilerin
tatbikatı: Çünkü onlar gündüzün evvelinde erkenden camiye gitmezlerdi, deniyor.
1) "Ravah"
sözcüğüne gelince; şüphe yok ki, zevalden sonra gitme anlamına kullanılır. Bu
anlama gelişi daha çok "guduvv" kelimesiyle birlikte
kullanıldığındadır.
"Sabah vakti gidişi
bir aylık mesafe, öğleden sonra gidişi bir aylık mesafe" ayetinde [Sebe,
12] ve "Kim erkenden mescide gider ve geç dönerse, her erken gidişinde
yahut geç dönüşünde Allah onun için cennette bir konak hazırlar. "
hadisinde olduğu gibi şair de aşağıdaki beyitte bu anlama kullanmıştır:
"Sabah-akşam ihtiyaçlarımız için koştururuz. Yaşayanın ihtiyacı tükenmez."
Ravah, bazan gitmek,
yürümek manalarına kullanılır. Bu manalara gelmesi, " kelimesiyle birlikte
kullanılmadığı zaman sözkonusudur.
Lügat bilgini el-Ezheri,
et-Tehzib adlı eserinde der ki: Bazı arapların "ravah" kelimesini,
her vakitte yürüyüş için kullandıklarını işittim. Kalabalık yürüdüğünde
diyorlar. Aynı şekilde "gadev" de bu manaya kullanılıyor. Onlardan
biri bir arkadaşına ... "yürü" diyor; arkadaş grubuna hitap ederken
de "yürüyün" diyor. Diğer biri ise: "yürümez misiniz?" diye
soruyor. Sahih ve sabit hadislerde (cumaya gitme konusunda) gelen bu sözcük de
bu anlama gelir; cumaya gitmek ve cumaya koşmak anlamındadır: Zevalden sonra
gitmek anlamında değildir.
2) "et-tehcir"
ve "el-müheccir" lafızlarına gelince; bu lafızlar
"el-hecir" ve "el-hacir" köklerinden türetilmiştir.
el-Cevheri der ki: Bu (İki lafız) sıcağın şiddetli olduğu öğle ortası anlamına
gelir. Bu manaya gelmek üzere Arapçada şu söz kullanılır: "Gün
kızıştı"
Şair imriü'l-Kays, bir
beytinde der ki: "O (sevgiliyi anmayı) bırak! Teselli bulmak için Hızlı
koşan genç, dinamik bir deveyle uğraş; Öğle vakti güneş tepeye dikilip gün
kızıştığında"
"Ailemize hacira
(öğleyin güneşin kızışma) vaktinde geldik." derler. Tehcir ve teheccür
kelimeleri öğle sıcağında yürümek anlamına gelir. Medinelilerin ortaya
attıkları görüş de buna dayanmaktadır.
Başkaları da şöyle
diyor: Tehcir lafzı hakkında söylenebilecek söz, ravah lafzı hakkında
söylenilen söz gibidir. Çünkü bu lafız mutlak olarak söylenildiğinde erken
gitmek kasdolunur.
el-Ezheri, et-Tehztb'uc
diyor ki: İmam Malik, Sümey (v.131/748) - Ebu Salih - Ebu Hureyre yoluyla Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduklarını rivayet eder:
"insanlar camiye erken gitmenin (tehcirin) sevabını bilselerdi,
birbirleriyle yarış ederlerdi. "
Başka bir merfu hadisde
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyururlar ki: "Cumaya erken
giden (müheccir) bir kurban kesmiş gibi olur."
el-Ezheri devamla der
ki: Pekçok insan bu hadislerde geçen "tehcir" kelimesinin zeval
vaktinde sıcağın kızıştığı gün ortası anlamına gelen "hacira"dan
tef'il vezninde türetilmiş bir kelime olduğu görüşünü ileri sürer. Oysa bu
yanlıştır. Doğrusu, Ebu Davud el-Mesahifi'nin en-Nadr b. Şümeyl'den (v.203/818)
naklettiği şu sözdür: "Cuma için olsun, başka şeyler için olsun tehcir
etmek, herşeyde erken davranmak ve acele etmek demektir. Halil'in (v. 170/786)
de böyle dediğini işittim." Bu sözleri, bu hadisin yorumu münasebetiyle
söylemiştir.
el-Ezheri diyor ki:
Doğru olan da budur. Hicazhların ve |o civarda bulunan Kays kabilesinin
kullanımı böyledir. Şair Lebid bir beytinde der ki:
"Cariyeler ve
köleler topluluğu erken davrandıktan sonra (ancak) öğle sıcağında yola
koyuldular. Artık Selma onlara yetişemez... Onları bırakamaz da."
Şair bu beytinde "hecr-öğle
sıcağı" kelimesi ile "ibtikar = erken davranma" kelimesini bir
arada kullanmıştır. Hicaz ve civarında'ravah kelimesi gitmek, yürümek anlamında
kullanılır.
Hangi vakitte olursa
olsun, bir topluluk, hızla geçip derler.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ise "İnsanlar camiye erken gitmenin sevabını
bilselerdi, birbirleriyle yanş ederlerdi" buyurmakla bütün namazlara erken
gitmeyi, yani hepsinin de ilk vakitlerinde camiye gitmeyi kasdetmiştir.
el-Ezheri diyor ki: Diğer (Hicaz ve civarı dışındaki) Araplar ise derler; bu
sözle adamın öğle vaktinde yola çıktığım kasdederler. Hacira, günün ortası
demektir.
el-Ezheri devamla şöyle
diyor: ibnü'l-Arabi'nin Nevadir'inden Sa'leb'e aktarılan Ci'sine b. Cevvas
er-Rabei'nin Hevesine hitaben söylediği bir şiiri el-Münziri bana okudu. Şiirde
şöyle deniyordu:
"Hatırlar mısın
adağımı, yeminimi? Hani sen, Cefr'deki daracık bir yoldaydın, Bana karşı hızlı
koşan küheylan gibi coşkundun; Ama Hacr sa'ı ile değil, Halidi sa'ı ile, Kırk
çeken yükümü taşıyamamıştın. Tan ağarınca erkenden yola çıkan develerle Bir
yolculuk esnasında arkadaşlık etmemiştin. Sonra onların yürüdüğü gecede sen
yürümemiş, gece yola devam etmemiştin.
Onlar İse dar ve tozlu
yolların enlerini dürüp gidiyorlardı. Sanki tacir çırağının, ticaret
kumaşlarını dürmesi gibi."
el-Ezheri diyor ki:
Şiirde geçen tinde erkenden yola çıkmak anlamındadır.
3) Medinelilerin günün
evvelinde cumaya gitmediklerine gelince; bu, sonuçta onların İmam Malik (r.h.)
zamanındaki tatbikatından başka birşey değildir. Bu da delil teşkil etmez.
Hatta Medinelilerin icmaının (şer'i) delil olduğunu ileri sürenlere göre bile
bu durum delil olamaz. Çünkü bunun içinde sadece günün erken saatinde cumaya
gitmemek yatmaktadır. Bu da kesinlikle caiz bir durumdur. Kişinin hem kendisinin
hem de ailesinin faydasına olan şeylerle, geçim işleriyle ve diğer dini ve
dünyevi işlerle uğraşması bazan günün evvelinde cumaya gitmesinden daha
faziletli olabilir. Şüphesiz namazdan sonra diğer bir namazı beklemek ve bir
kimsenin diğer bir namazı kılıncaya kadar namaz kıldığı yerde oturması, gidip
tekrar ikinci bir namazı kılmak için başka bir vakitte geri dönmesinden daha
faziletlidir. Nitekim Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyururlar
ki:
"(Bir namazı kılıp
başka bir) namazı bekleyen sonra imamla birlikte kılan kişinin sevabı, namazı
kılıp ailesinin yanına dönen kimseninkinden daha fazladır."
"Namazı bekleyen
kimse namaz kıldığı yerde oturduğu müddetçe melekler devamlı onun için dua
ederler."
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), bir namazı kıldıktan sonra başka bir namazı
kılmak için beklemenin, Allah tarafından günahların silinip derecelerin
yükseltilmesine vesile olan amellerden ve bağlılığın sembollerinden olduğunu
haber vermiştir,
Diğer bir hadiste şöyle
buyrulmuştur:
"Bir farz namazı
kılıp bir başkasını daha kılmak için oturup bekleyen kimseyle Allah meleklerine
övünür."
Bu hadisler gösteriyor
ki, sabah namazını kıldıktan sonra oturup cumayı bekleyene, gidip sonra
vaktinde gelene verilenden daha çok sevab verilir. Medinelilerin yahut
diğerlerinin böyle yapmamış olmaları, bu amelin mekruh olduğunu göstermez.
Günün evvelinde erken davranarak cumaya gelmek konusu da aynen böyledir. Allah
en iyi bilendir.
25. Cuma Günü Sadaka
Vermek:
Cuma gününde sadaka vermenin,
diğer günlerde vermeye göre bir üstünlüğü vardır. Haftanın diğer günlerine
bakarak bu günde verilen sadaka, diğer aylara bakarak Ramazan'da verilen sadaka
gibidir.
Şeyhülislam İbn
Teymiye'yi -Allah ruhunu aziz etsin- gözetledim; cuma kılmak için evinden
çıktığında evinde ekmek yahut başka bir şey ne bulursa yanına alır yolda
gizlice sadaka olarak verirdi. Kendisinden dinledim, diyordu ki: "Allah,
Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) münacaattan önce sadaka vermemizi
emrettiğine göre, (Allah'a) münacaattan önce sadaka vermek hem daha faziletli
hem de fazilete daha layıktır."
Ahmed b. Züheyr b. Harb,
babası Ebu Hayseme Züheyr b. Harb - Cerir - Mansur - Mücahid - İbn Abbas
senediyle nakleder ki: Ebu Hureyre ile Ka'b bir araya geldi. Ebu Hureyre:
"Cuma günü içinde öyle bir saat vardır ki, bir müslüman adam namaz
kılarken o saate rastgelir, Allah'tan (c.c.) bir dilekte bulunursa muhakkak
Allah dedi. Bunun üzerine Ka'b söze başladı: "Ben, size cuma gününden
bahsedeceğim: Cuma günü olunca insanoğlu ve şeytanlar dışındaki bütün varlıklar
gökler, yer, kara, deniz, dağlar, ağaçlar.... o gün (kıyametin kopmasından)
endişe ederler, korku içinde olurlar... Melekler, camilerin kapılarını tutar.
İmam minbere çıkıncaya kadar gelenleri sırayla yazarlar. İmam minbere çıkınca
defterlerini kapatırlar. Artık bundan sonra gelenler üzerlerine farz olan Allah
hakkı için gelmiş olurlar. O gün tıpkı cünüplükten gusleder gibi gusletmek
ergenlik çağına girmiş herkesin vazifesidir. O günde verilen sadakanın sevabı,
diğer günlerde verilen sadakanın sevabından daha büyüktür. Güneş, cuma günü
gibi bir gün üzerine ne doğdu, ne battı."
Bu sözleri nakleden ibn
Abbas diyor ki: "Ka'b ve Ebu Hureyre'nin konuşmaları bu kadar. Bence bir
kimse, şayet hanımının güzel kokusu varsa sürünmelidir."
26. Mezid Günü:
O gün Allah (c.c.)
cennetteki mü'min dostlarına tecelli edecek, onlar da O'nu ziyaret
edeceklerdir. Allah'a en yakın olacak kişi, imama en yakın olandır; ziyarete en
başta gidecek olan da cuma namazına en önce giden olacaktır.
Yahya b. Yeman,
Şerik'den Ebu'l-Yakzan yoluyla Enes b. Malik'in "katımızda fazlası da
vardı"[Kaf, 35] ayeti hakkında "Allah, her cuma mü'minlere tecelli
eder" dediğini nakletmiştir.
Teberani, el-Mu'cem
(el-Kebir) adlı eserinde Ebu Nuaym el-Mes'udi - el-Minhal b. Amr - Ebu Ubeyde
senediyle Abdullah (b. Mes'ud'un) şöyle dediğini nakleder: "Cumaya
gitmekte yarışın. Çünkü Allah (c.c.) her cuma kafurdan bir tepe üzerinde cennet
halkına gözükür. Allah'a yakınlıkları, cumaya acele etmeleri ölçüsüncedir. Allah,
onlara daha Önce görmedikleri yeni ihsanlarda bulunur. Ailelerinin yanına,
kendilerine sunulan yeni ihsanları almış olarak dönerler." Sonra Abdullah
camiye girdi, iki adamla karşılaştı. Bunun üzerine: "İki adam... Ben,
üçüncüyüm. Dilerse Allah, üçüncüye de ihsanda bulunur" dedi.
Beyhaki, Şu'abu'l-İman
adlı eserinde Alkame b. Kays'ın şöyle dediğini zikrediyor: Abdullah b. Mes'ud
(r.a.) ile birlikte bir cumaya gittim. Abdullah, kendinden önce camiye üç
kişinin gelmiş olduğunu görünce: Dört kişinin dördüncüsüyüm. Dördün dördüncüsü
de uzak değildir, deyip Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
işittiğini söylediği şu hadisi nakletti: "İnsanlar, kıyamet günü cumaya
gitme önceliklerine göre Allah'a yakın oturacaklardır. En önde ilk giden, ondan
sonra ikinci, ondan sonra üçüncü, ondan sonra da dördüncü... giden
oturacaktır." Sonra Abdullah: "Dördün dördüncüsü de uzak
değildir" dedi.
Darakutni,
Kitabu'r-Ru'yet adlı eserinde Ahmed b. Selman ti. el-Hasan - Muhammed b. Osman
b. Muhammed - Mervan b. Cafer - Haşimoğullarının azadlı kölesi Ebu'l-Hasan
Nafi' - Ata b. Ebi Meymüne - Enes b. Malik (r.a.) senediyle Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduklarını nakleder:
"Cuma günü olunca
mü'min erkekler Rablerini görecektir. Allah'a ilk önce bakacak kişi her cuma
erkenden camiye giden olacaktır. Mü'min kadınlar ise Ramazan ve Kurban bayramı
günleri Allah'ı göreceklerdir. "
(Yine Darakutni),
Muhammed b. Nuh - Muhammed b. Musa b. Süfyan es-Sükkeri - Abdullah b. el-Cehm
er-Razi - Amr b. Ebu Kays - Ebu Tayyibe - Asım - Ebu'l-Yakzan Osman b. Umeyr -
Enes b. Malik (r.a.) yoluyla rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyururlar ki:
"Cibril yanıma
geldi. Elinde beyaz bir ayna, aynada siyah benek gibi bir şey vardı. Sordum:
—Ey Cibril! Bu nedir?
Cevap verdi:
—Bu, cumadır. Allah, hem
senin hem de senden sonra ümmetin için bayram olsun diye bu günü sana sunuyor.
—O günde bizim için ne
vardır?
—Sizin için o günde hayır
vardır. O günde sen ilk olacaksın. Yahudi ve hıristiyanlar sırada senden sonra
gelecekler. Senin için o gün içinde bir saat vardır ki bir kul, o saatte
Allah'tan (s.c.) kendi payına düşen bir
şey istese mutlaka
verir. Kendi payına düşen bir şey yoksa ondan daha üstün olanını verir. O kulun
başına gelmesi takdir edilen bir serden de Allah onu korur. Böyle bir şey yoksa
bundan daha büyük bir şerri ondan defeder.
—Peki, bu siyah benek nedir?
—Cuma günündeki saattir.
Cuma günü bizim gözümüzde günlerin efendisidir. Ahiret halkı ona "Mezid
Günü" der.
—Ey Cibril! Mezid günü
ne demek?
—Anlatayım. Rabbin,
cennette beyaz miskten, çok geniş bir vadi yarattı. Cuma günü olunca Kürsi'sine
iner. Sonra Kürsi nurdan minberlerle kuşatılır. Peygamberler gelir, onların
üzerine otururlar. Sonra bu minberler, altın minberlerle kuşatılır. Sıddıklar
ve şehidler gelir, onlar da bu altın minberlerin üzerine otururlar. Köşk
sahipleri gelir tepecikler üzerine otururlar.
Sonra Rableri Allah
(c.c.) onlara tecelli eder; O'nu seyrederler. Allah buyurur: "Ben, size
karşı sözümü yerine getirdim, nimetlerimi tamamladım. Burası Benim lütuf, ihsan
yerimdir. İsteyin Ben'den isteyebildiğinizi." Onlar da hoşnutluk isterler.
Allah buyurur: "Benim hoşnutluğum, sizi (cennet) yurdumda konuk etti,
ihsanımı size ulaştırdı. İsteyin Ben'den isteyebildiğiniz!." Yine
hoşnutluk isterler; Allah da hoşnut olduğunu bildirir. Sonra kullar, istekleri,
arzuları bitip tükeninceye kadar isteyebildiklerini isterler. Sonra onlar için
bu anda bir kapı açılır, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve
hiçbir insanın kalbine gelmeyen şeylerle karşılaşırlar. Daha sonra izzet sahibi
Hz. Allah yükselir; peygamberler ve şehidler de O'nunla birlikte yükselir. Köşk
sahipleri köşklerine dönerler. Her köşk yarık ve çatlak bulunmayan bir tek
inciden yahut kırmızı bir yakuttan ya da yeşil zebercedden oluşmaktadır.
Kapıları, üst odaları, sofaları ve kilitleri de hep aynı madenlerdendir.
İçlerinde nehirleri devamlı akar. Meyveler içlerine sarkmış vaziyettedir. Köşklerin
içinde hanımlar, hizmetçiler vardır. Allah'ın (c.c.) ihsanlarını daha fazla
elde etmek ve O'nun mübarek yüzüne bakma dolayısıyla cuma gününe ihtiyaçları
olduğu kadar başka hiçbir şeye muhtaç değildirler. O gün ise Mezid Günüdür.
"
Bu hadisin pekçok
senedleri vardır. Ebu'l-Hasan ed-Darakutni, hepsini de Kitabu'r-Ru'yet adlı
eserinde vermiştir.
27. "Şahid"
Cuma Günüdür:
Allah'ın Kitab'ında
kendisine yemin ettiği "şahid" cuma günü olarak tefsir edilmiştir.
Humeyd b. Zenceveyh,
Abdullah b. Musa - Musa b. Ubeyde - Eyyub b. Halid - Abdullah b. Rafi' - Ebu
Hureyre senediyle Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurduklarım nakleder:
"Va'dolunan gün
kıyamet günü, meşhud gün arefe günü, şahid ise cuma günüdür. Cuma gününden daha
üstün bir gün üzerine güneş ne doğdu, ne battı. O gün içinde öyle bir saat
vardır ki, o saatte mü'min bir kul Allah'tan bir hayır dilerse Allah muhakkak
dileğini yerine getirir yahut bir serden Allah'a sığınırsa Allah, onu o serden
mutlaka korur."'
Bu hadisi Müsned'inde
Haris b. Ebi Üsame, Ravh yoluyla Musa b. Ubeyde'den nakletmiştir.
Taberani, Mu'cem'inde
Muhammed b. İsmail b. Ayyaş - onun babası İsmail - Damdan b. Zür'a - Şurayh b.
Ubeyd - Ebu Malik el-Eş'ari senediyle Hz. Peygamber'in şöyle buyurduklarım nakleder:
"Va'dolunan gün
kıyamet günü, şahid cuma günü ve meşhud arefe günüdür. Cuma gününü AKah bizim
için saklamıştır. Orta namaz ikindi namazıdır."
Bu hadis Cübeyr b.
Mut'im'den de rivayet edilmiştir.
Ben derim ki: Doğrusu
-Allah en iyi bilendir- bu açıklama, Ebu Hureyre'nin tefsiri olsa gerek. İmam
Ahmed b. Hanbel diyor ki: Muhammed b. Ca'fer, Şu'be'den o da AH b. Zeyd ve
Yunus b. Ubeyd'den onlar da Haşim oğullarının azadlı kölesi Ammar'dan o da Ebu
Hureyre'den bize naklederler ki -Ali b. Zeyd, Hz. Peygamber'e (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) kadar çıkardı. Yunus ise Ebu Hureyre'yi aşmadı- (iki farklı
rivayete göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) veya Ebu Hureyre)
"Şahid ve meşhuda andolsun ki" ayetini tefsir ederken, "Şahid cuma
günü, meşhud arefe günü ve va'dolunan gün kıyamet günü'dür." demiştir.'
28. Kıyametin Kopacağı
Gün:
İnsanlar ve cinler
dışında bütün yaratıklar, gökler, yer, dağlar, denizler... o günden (kıyamet
kopacak diye) korku duyar, heyecan içinde olurlar.
Ebu'l-Cevvab, Ammar b.
Ruzeyk - Mansur - Mücahid - İbn Abbas senediyle rivayet ediyor: Ka'b ve Ebu
Hureyre bir araya geldiler. Ebu Hureyre söze başladı: Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: "Cuma içinde öyle bir saat vardır ki, o
saatte müslüman bir kul Allah'tan dünya ve ahiret hayrı dilerse muhakkak Allah
onun dileğini yerine getirir." Bunun üzerine Ka'b söz aldı: "Şimdi
size cumadan bahsedeceğim: Cuma günü olunca insanoğlu ve şeytanlar dışındaki
bütün yaratıklar, gökler, yer, dağlar, denizler... o günden (kıyamet kopar
diye) korku içinde olurlar. Melekler camilerin kapılarını tutar, imam minbere
çıkıncaya kadar gelenleri sırayla yazarlar. İmam minbere çıkınca defterlerini
kapatırlar. Artık bundan sonra gelenler üzerlerine farz olan Allah hakkı için gelmiş
olurlar. O gün tıpkı cünüplükten gusleder gibi gusletmek, ergenlik çağına
girmiş herkesin vazifesidir. O günde verilen sadakanın sevabı diğer günlerde
verilen sadakanın sevabından daha üstündür. Güneş, cuma günü gibi bir gün
üzerine ne doğdu, ne battı."
ibn Abbas diyor ki:
"Ka'b ve Ebu Hureyre'nin sözleri bu kadar. Bence bir kimse, o gün şayet
hanımının güzel kokusu varsa sürünmelidir."
Ebu Hureyre'nin Hz.
Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) naklettiği bir hadis-i şerif'de
şöyle buyurulmaktadır: "Güneş, cuma gününden daha üstün bir gün üzerine ne
doğar, ne batar. Şu iki grup yaratıktan -insan ve cinlerden- başka bütün
canlılar cuma gününden korku duyarlar." Bu hadis sahihtir.
Bütün yaratıkların cuma
gününden korku duymaları şundan kaynaklanmaktadır: Kıyamet o gün kopacak,
kainat katlanacak, o gün dünya harab olacak, insanlar cennet veya cehennemde
kalacakları yerlere o gün gönderilecek.
29. Allah'ın Bu Ümmete
Sakladığı Gün:
Cuma, Allah'ın bu ümmet için
sakladığı ve onlardan önceki kitap ehlini şaşırttığı bir gündür.
Buhari'nin Sa/nTi'inde
Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) buyurdular ki: "Güneş, cuma gününden daha hayırlı bir gün üzerine
ne doğdu, ne battı. Allah bu günü tayin edip bizi doğruya ulaştırdı. Diğer
ümmetler ise şaşırdılar. Artık bu meselede insanlar bize uymuştur. Yahudilerin
(ibadet günü) cumartesi, hıristiyanlarınki ise pazardır." Başka bir
hadiste: "Allah, onu bize sakladı" ilavesi vardır.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ali b. Asım - Husayn b. Abdurrahman - Ömer b. Kays - Muhammed b. el-Eş'as
yoluyla Hz. Aişe'den rivayet ediyor: Hz. Aişe diyor ki: Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanındaydım. Bir Yahudi girmek için izin istedi.
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) izin verdiler. Yahudi:
"es-Samu aleyke" dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Ve aleyke = senin üzerine de olsun" diye karşılık verdi. Hz. Aişe
diyor ki: İçimden bir söz söylemek geldi ama söylemedim. Sonra ikincisi geldi,
aynı şekilde söyledi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de "Ve
aleyke" diye karşılık verdi: Yine içimden bir söz söylemek geldi ama
söylemedim. Üçüncüsü geldi: "es-Samü aleyküm = ölüm üzerinize olsun" dedi.
Bunun üzerine ben: "Hayır... Ölüm ve Allah'ın gazabı, sizin üzerinize
olsun, maymunların, domuzların kardeşleri! Allah'ın Elçisini, Allah'ın (c.c.)
selamlamadığı bir şekilde mi selamlıyorsunuz?!" diye söze karıştım. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana baktı ve buyurdular: "Sakin
ol! Allah, çirkin söz söylemeyi de çirkin sözlerle atışmayı da sevmez. Onlar
bir söz söylediler, biz de sözlerini onlara iade ettik. Bize hiçbir zararı
dokunmadı; ama kıyamete kadar onlara bağlı kalır. Onlar, bize, şu meselelerde
hased ettikleri gibi hiçbir şeyde hased etmezler: 1- Cuma günü: Allah bize onu
tayin edip gösterdi, onlar ise şaşırdılar, 2- Kıble: Allah bize onu tayin edip,
gösterdi, onlar
şaşırdılar, 3- İmamın arkasında söylediğimiz "amin" sözü.
Buhari ve Müslim'in
Sahihlerinde Ebu Hureyre'den naklen Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdukları rivayet edilir: "Bizler (diğer semavi din
mensublarına göre) en sonra gelenleriz. Ama kıyamet günü en başa geçecek olan
biziz. Ancak onlara bizden önce kitap gönderildi, onlardan sonra da bize
gönderildi. (Yahut onlara bizden önce kitap gönderilmiş ve onlardan sonra da
bize gönderilmiş olmasına rağmen) Allah'ın kendilerine farz kıldığı gün, bu
(cuma günü) iken, bu konuda görüş ayrılığına düştüler (de başka günleri takdis
ettiler). Allah bu günü tayin edip bizi doğruya ulaştırdı. Artık bu meselede
insanlar bize uymuştur. Yahudilerin (ibadet günü) yarın, hıristiyanlarınki ise
öbür gündür."
Hadiste geçen
"beyde" kelimesi Ebu Ubeyd'in anlattığına göre iki türlü kullanılmaktadır:
1- Beyde şeklinde "b" ile, bu kullanım yaygındır, 2- Meyde şeklinde
"m" ile. Bu kelimenin anlamı konusunda iki görüş vardır: 1)
"Ancak, yalnız, başka" manalarına gelen "gayr" kelimesiyle
aynı manadadır. İki mananın en yaygın kullanımı budur. 2) "üzerinde,
üzerine, rağmen" anlamlarına gelen "ala" kelimesiyle aynı
anlamdadır. Ebu Ubeyd, bu anlama geldiğini gösteren şu beyti, nakletmiştir:
"Helak olsam da ses
çıkarmayacağını tahminime rağmen, Kasden yaptım bunu."
30. Allah'ın Seçtiği
Gün;
Cuma günü Allah'ın,
haftanın günleri arasından seçtiği gündür. Nitekim Allah senenin ayları
arasından Ramazan ayım, geceler arasından Kadir gecesini, yeryüzü içinde
Mekke'yi ve yarattığı insanlar arasından da Hz. Muhammed'i (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) seçmiştir.
Adem b. İyas, Ebu
Muaviye Şeyban - Asım b. Ebu'n-Necud - Ebu Salih yoluyla Ka'b el-Ahbar'ın şöyle
dediğini nakleder:
Allah (c.c.) aylar
arasında tercih yaptı, Ramazan ayını tercih etti. Günler arasında tercih yaptı,
cuma gününü tercih etti. Geceler arasında tercih yaptı, Kadir gecesini tercih
etti. Saatler arasında tercih yaptı, namaz saatini tercih etti. Cuma (namazı),
o cumadan diğer cumaya kadar işlenen (küçük) günahlara keffaret olur, sevabı da
üç kat artırır. Ramazan orucu, o Ramazanla diğer Ramazan arasındaki günahları
affettirir. Hac vazifesini yapmak, o hac ile diğer hac arasındaki günahları
affettirir. Yapılan umre, kendisiyle diğer umre arasındaki günahları
affettirir. Kişi iki sevap arasında, işlediği sevap ile yapmak istediği sevap arasında
-yani iki namaz arasında- vefat eder. Ramazanda şeytanlar zincirlerle bağlanır.
Cehennemin kapıları kapatılır, cennetin kapıları açılır. Bu ayda; "Ey
hayrı arayan! Gel! Bütün istediklerin Ramazan'dadir." diye nida edilir.
Hiçbir gecede yapılan ibadet, Ramazanın son on gecesinde yapılan ibadet kadar
Allah katında sevimli ve makbul değildir.
31. Ruhların Bedenlerle
Buluştuğu Gün:
Cuma günü ölülerin
ruhları kabirlerine yaklaşır, bedenlerle irtibat kurarlar. Bu günde kendilerini
ziyaret edenleri, yanlarından geçenleri, selam verenleri ve aralarına
katılanları (ölenleri) diğer günlerdeki tanımalarına nazaran çok daha iyi tanır
ve bilirler. O gün ölülerin, dirilerin buluştuğu gündür. O gün kıyamet kopunca
öncekiler - sonrakiler, yeryüzü-gözyüzü sakinleri, Allah-kul, amel eden ve
yaptığı amel, zulüm gören ona zulmeden zalim ve güneş-ay buluşurlar. Oysa bu
ikililer o zamana kadar daha Önce hiç bir araya gelmemişlerdi. O gün buluşma ve
kaynaşma günüdür. Bu yüzden insanlar dünyada iken diğer günlere bakarak bu
günde daha sık buluşur, görüşürler. O gün karşılaşma günüdür.
Ebu't-Teyyah Yezid b.
Humeyd anlatıyor: Mutarrif b. Abdullah kırlara çıkardı. Cuma gecesi olunca gece
yeni başlarken atına biner yola çıkardı. Yolunu kamçısı aydınlatırdı. Yine
böyle bir gece yola çıktı. Mezarlığa varınca atı üzerinde hafifçe kestirdi.
Mutarrif diyor ki: Bu esnada kabirdekileri gördüm. Kabirdeki her şahıs kabri
üzerine oturmuştu. Beni görünce;
"Siz cuma gününü
biliyor musunuz?" diye sordum. "Evet, dediler. O gün kuşların ne dediğini
de biliriz." 'Teki, kuşlar ne derler?" diye sordum. "Hayırlı
günden selam size, selam size! derler." diye cevap verdiler.
İbn Ebi'd-Dünya,
el-Menamal ve diğer eserlerinde, Asim el-Hacderi'nin ailesinden bir zatın
anlattığı şu rüyayı kaydediyor: Ölümünden iki yıl sonra Asim el-Hacderi'yi
rüyamda gördüm. Aramızda şu konuşma geçti; sordum:
—Sen ölmemiş miydin?
—Evet, öyle.
—Peki şimdi neredesin?
—Yeminle söylüyorum,
cennet bahçelerinden birindeyim. Ben ve bir grup arkadaşım her cuma gecesi ve
sabahı Bekir b. Abdullah el-Müzeni'nin yanında toplanıyor, sizin haberlerinizi
alıyoruz.
—Toplanıp bir araya
gelen cisimleriniz mi yoksa ruhlarınız mı?
—Heyhat, cisimler çürüdü
toprak oldu! Buluşanlar sadece ruhlardır.
—Sizi ziyaretimizin
farkına varıyor musunuz?
—Cuma akşamı, bütün cuma
günü boyunca ve cumartesi gecesi güneş doğuncaya kadar ziyaretinizi biliriz.
—Neden bu durum diğer
bütün günler için geçerli olmuyor?
—Çünkü cuma gününün bir
üstünlüğü ve yüceliği vardır.
Yine İbn Ebi'd-Dünya
anlatıyor: Muhammed b. Vasi' her cumartesi seher vaktinde mezarlığa gider
kabirlerin başında durur, onları selamlar, onlar için dua eder, sonra dönüp
gelirdi. Dediler ki: "Ziyaretinizi bu gün yerine pazartesi günü
yapsanız!" Bunun üzerine: "Bana kadar ulaşan bir habere göre Ölüler,
cuma günü ile ondan bir önceki ve bir sonraki günde kendilerini ziyaret
edenleri bilirlermiş" diye karşılık verdi.
Süfyan es-Sevri'den
naklediyor: Diyor ki: Bana ulaştığına göre Dahhak demiştir ki: "Kim
cumartesi günü güneş doğmadan önce bir kabri ziyaret ederse ölü, onun
ziyaretini bilir." Sordular: "Bu nasıl olur?" Cevap verdi:
"Cuma gününün şerefinden dolayı."
32. Cuma Orucu:
Tek olarak yalnızca cuma
günü oruç tutmak mekruhtur, İmam Ahmed'in açık ifadesi böyledir.
el-Esrem anlatıyor: Ebu
Abdillah'a (Ahmed b. Hanbel) cuma günü oruç tutma meselesini sordular. O da
yalnızca o güne mahsus olmak üzere oruç tutmayı yasaklayan hadisi söyledi.
Sonra ardından dedi ki: "ancak tutmakta olduğu oruç o güne denk gelmişse
caizdir. Yalnızca o güne mahsus olarak oruç tutmak ise caiz değildir."
Bu sözler üzerine
sordum: "Bir adam, bir gün oruç tutuyor, bir gün yiyor, iftarı perşembeye,
orucu cumaya ve yine iftarı cumartesiye rastgeliyor. Bu durumda yalnızca cuma
orucu tutmuş gibi mi oluyor?" İmam Ahmed, bu soruma karşılık: "Caiz
olmayan, kasden o güne özgü olmak üzere oruç tutmaktır. Sadece cuma günü
kasıtlı oruç tutmak mekruhtur."
Malik ve Ebu Hanife o
gün oruç tutmayı diğer günlerde olduğu gibi mubah saymışlardır. Malik diyor ki:
"İlim ve fıkıh adamlarından ve kendilerine uyulan imamlardan hiçbirinin
cuma günü oruç tutmayı yasakladığım işitmedim. O gün oruç tutmak güzeldir. İlim
adamlarından birisinin o gün oruç tuttuğunu gördüm, onun bu konuyu
araştırdığını sanıyorum."
İbn Abdilber der ki:
Cuma orucu konusunda Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nakledilen
hadisler birbirini tutmamaktadır. İbn Mes'ud (r.a.), Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) her ay üç gün oruç tuttuğunu naklediyor ve:
"Cuma günü O'nun iftar ettiğini çok az görmüşümdür" diyor. Bu hadis,
sahihtir. İbn Ömer'in (r, anhüma) de "Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) cuma günü iftar ettiğini hiç görmedim" dediği rivayet ediliyor.
Bu hadisi İbn Ebi Şeybe, Hafs b. Gıyas - Leys b. Ebi Süleym - Umeyr b. Ebi
Umeyr - ibn Ömer senediyle zikretmiştir.
İbn Abbas da devamlı o
gün oruç tuttuğunu nakletmiştir.
Malik'in sözettiği ilim
adamının Muhammed b. el-Münkedir (v. 130/|47) olduğunu söylüyorlar. Bazıları
ise Safvan b. Süleym'dir (v. 132/749) diyorlar:
ed-Deraverdi, Safvan b.
Süleym'den naklen Cuşem oğullarından bir adamın, Ebu Hureyre'nin Hz.
Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şu hadisi rivayet ettiğini
işittiğini naklediyor: "Kim cuma günü oruç tutarsa, ona, dünya günlerine
benzemez ay gibi berrak ve parlak on ahiret günü sevabı yazılır."
Cuma orucunda aslolan
bir hayır ameli olmasıdır. Yalnızca muhalifi bulunmayan bir delille
yasaklanabilir.
Derim ki: Asla kusur
bulunamaz bir sıhhatte olan muhalif sahih hadis vardır. Buhari ve Müslim'in
Sa/i/Ti'lerinde Muhammed b. Abbad'dan naklediliyor: Muhammed diyor ki; Cabir'e:
"Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma orucunu yasakladı
mı?" diye sordum, "Evet" cevabını verdi.
Müslim'in Sahihimde
Muhammed b. Abbad'ın şöyle dediği rivayet edilmekte: Cabir b. Abdullah'a,
Beytullah'ı tavaf ettiği bir sırada; "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) cuma orucunu yasakladı mı?" diye sordum. "Şu yapının Rabbine
yemin ederim ki, evet." diye karşılık verdi.
Buhari ve Müslim, Ebu
Hureyre'den naklediyor: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurduklarını işittim: "Hiçbiriniz bir gün öncesinde yahut bir gün
sonrasında oruç tutmadıkça cuma günü oruç tutmasın." Bu lafızla Buhari
rivayet etmiştir.
Müslim'in Sahih'inde Ebu
Hureyre'den naklediliyor: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
buyurdular ki: "Geceler arasında yalnız cuma gecesini ibadete ayırmayın.
Günler içinde yalnız cuma günü oruç tutmayın; ancak birinizin tuttuğu oruç o
güne denk gelirse tutabilir."
Buhari'nin Sahih'inde, Peygamberimizin
hanımı Cüveyriye bt. Haris'den naklen anlatıldığına göre Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), bu hanımının oruçlu olduğu bir cuma günü yanına
girdiğinde ona soruyor: "Dün oruç tuttun mu?" "Hayır"
cevabını alıyor. "Peki yarın tutmak istiyor musun?" sorusuna:
"Hayır" cevabını alınca da "Orucunu boz" diyor.
Ahmed b. Hanbel'in
Müsned'inde İbn Abbas'tan naklen Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdukları naklediliyor: "Yalnız cuma günü oruç tutmayın."
Yine Müsned'de
nakledildiğine göre; Cünude el-Ezdi anlatıyor: Bir cuma Ezd kabilesinden yedi
kişiyle birlikte Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) huzuruna
girdim. Ben sekizincileri idim. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
kahvaltı yapıyordu. "Kahvaltıya buyrun" dedi. Biz: "Oruçluyuz,
ey Allah'ın Rasulü!" dedik. "Dün oruç tuttunuz mu?" diye sordu.
"Hayır" diye karşılık verdik. "Peki, yarın tutacak
mısınız?" diye sordu; bu sefer de: "Hayır" cevabını verdik.
"O halde orucunuzu bozun." dedi. Artık Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ile beraber yedik. Cuma vaktinde hitap etmek için minbere
çıkıp oturduğunda bir kap su istedi, minber üzerindeyken halkın gözü önünde
suyu içti. Bu davranışıyla Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), cuma
günü oruç tutmadığını halka göstermek istemişti.
Yine Müsned'de Ebu
Hureyre'den nakledilen bir hadiste Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
buyururlar ki: "Cuma günü, bayram günüdür. Bayram gününüzü, oruç günü
haline getirmeyin. Ancak o günden önceki veya sonraki günde oruç tutacaksanız o
gün de tutabilirsiniz."
İbn Ebi Şeybe, Süfyan b.
Uyeyne - İmran b. Zabyan - Hukeym b. Sa'd senediyle Hz. Ali b. Ebi Talib'in
(r.a.) şöyle dediğini nakleder: "Herhangi biriniz ay içerisinde bazı
günlerde nafile oruç tutarsa perşembe günü oruçlu olsun, cuma günü oruç
tutmasın. Çünkü o gün, yemek, içmek ve zikir günüdür. Allah o kimse için iki
yararlı günü bir araya getirmiş olur: 1) Oruç tuttuğu gün, 2) Müslümanlarla
beraber ibadet ettiği gün."
İbn Cerir, Muğire'den
naklen İbrahim (en-Nehai)'nin şu sözünü zikreder: "Onlar (sahabe) cuma
orucunu, namaza güç elde etmek için mekruh sayarlardı."
Derim ki: Cuma orucunun
niçin mekruh olduğunda gözönünde bulundurulacak üç husus vardır:
1- Birisi (İbrahim
en-Nehai'nin zikrettiği) bu husus. Ancak ek olarak, bir gün önce veya sonra
oruç tutulduğunda mekruhluğun ortadan kalkması burada problem olmaktadır.
2- O gün bayram günüdür.
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buna işaret etmiştir. Bu husus
illet gösterildiğinde iki problem ileri sürülüyor: 1) Bayram günü oruç tutmak
haram olduğu halde cuma günü oruç tutmak haram değildir. 2) Mekruhluk, yalnız o
güne özgü olarak oruç tutmamakla ortadan kalkmaktadır. Bu iki probleme şöyle
cevap verilir: Cuma günü yılın bayramı değil, haftanın bayramıdır. Haramlık
sadece yılın bayramında oruç tutmada sözkonusudur. Bir gün önce yahut sonra
oruç tutarsa o gün cuma ve bayram olduğu için oruç tutmuş olmaz. O güne mahsus
oruç tıkmaktan doğan kusur ortadan kalkmış olur. Hatta cuma oruç tuttuğu günler
arasına bağımlı olarak girmiş olur. İmam Ahmed'in (r.h.) Müsned'inde, Nesai ve
Tirmizi'nin Sünenlerinde Abdullah b. Mes'ud'dan rivayet ettikleri: "Cuma
günü Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iftar ettiğini çok az
görmüşümdür." hadisi -şayet sahihse- buna bağlanır. Eğer bu hadis sahihse
o zaman Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) oruç tuttuğu günler
arasına, cuma bağımlı olarak girerdi; yoksa yalnız o güne mahsus oruç tuttuğu
olmazdı diye yorumlamak belirginleşir. Çünkü kendisinden nakledilen yalnız o
güne mahsus oruç tutmayı yasaklayan sahih hadis vardır. Buhari ve Müslim'in
Sahihlerinde rivayet edilen yasaklayıcı sabit hadisler nerede, Sahih
sahihlerinden hiçbirinin rivayet etmediği ve Tirmizi'nin de gariblİğine
hükmettiği cevaz hadisi nerede! Açık ve sahih hadislere nasıl karşı gelebilir,
sonra da onların önüne geçebilir?!
3- Sedd-i zeria: Dinde
olmayan şeyleri dine katma ve dünyevi işlerden tamamen sıyrılarak bazı günleri
ibadete ayırmak suretiyle Hıristiyan ve yahudilere benzeme vesilesi olan
kapıları kapamak. Buna ek olarak şöyle de denebilir. Bu günün, diğer günlerden
üstünlüğü açık olduğundan dolayı o günde oruç tutmaya çağıran sebep güçlüdür.
Halkın birbirlerine bakarak cuma orucunu sürekli hale getirmeleri ve diğer
günlerin orucu için düzenlemedikleri tören ve merasimleri düzenlemeleri büyük
ihtimaldir. Burada da şeriattan olmayanı şeriata katma sözkonusudur. Bu amaçla
-Allah en iyi bilendir ya- geceler arasında yalnız cuma gecesini ibadete
ayırmak yasaklanmıştır. Çünkü bu gece, en faziletli gecelerden biridir. Hatta
bazıları, Kadir gecesinden de üstün saymıştır. İmam Ahmed'den gelen bir rivayet
bu görüş doğrultusundadır. Böyle olduğu içindir ki o geceyi ibadete ayırmak
ihtimali büyüktür. Sari' bu yüzden vasıtayı kesti ve o geceyi ibadete ayırmayı
yasaklamakla bu kapıyı kapadı. Allah en iyi bilendir.
Soru: Başka bir günü
oruca ayırma konusunda ne dersiniz?
Cevap: Pazartesi, arefe
ve aşure günü gibi bizzat Şari'in belirlediği günleri ayırmak sünnettir.
Cumartesi, salı, pazar, çarşamba gibi başka bir günü ayırmak ise mekruhtur.
Bunların en mekruh ve harama en yakın olanı da oruç tutmak, tazim göstermek
için kafirlerin bayram günlerini ayırmalarına en çok benzeyenidir.
33. insanların Bir Araya
Geldiği Gün:
O gün insanların bir
araya geldiği ve kendilerine, varlık sahasına çıkış ve yeniden dirilişin
hatırlatıldığı bir gündür. Allah (c.c), her ümmet için ibadetle uğraşacakları,
varlık sahasına çıkışı ve yemden dirilişi anmak için toplanacakları ve
alemlerin Rabbi Allah önünde ayakta durup en büyük toplantıyı yapacakları günü
hatırlayacakları, hafta içinde bir gün tayin etmiştir. Bu gözetilen maksada en
uygun gün de Allah'ın yaratıkları bir arada toplayacağı gün olan cuma günüdür.
Allah o günü şeref ve üstünlüğe sahip bu ümmet için saklamıştır. Kendisine
itaat için bugünde toplanmayı meşru kılmış ve lütfuna ulaşmak için bu ümmetin
diğer ümmetlerle o günde buluşmalarını takdir buyurmuştur. Öyleyse o gün
dünyada şer'an, ahirette ise takdiren toplantı günüdür.
Gün yarılanınca, hutbe
ve namaz vakti boyunca cennet ve cehennem halkı yerlerinde bulunurlar. Nitekim
birçok yönden gelen rivayete göre Ibn Mes'ud: "Kıyamet günü, gün
yarılanınca cennet halkı konaklarına cehennem halkı yerlerine çekilir, öğle
uykusuna yatarlar." demiş: "O gün, cennetliklerin kalacakları yer çok
iyi, öğle uykusuna yatıp dinlenecekleri yer çok güzeldir."[Furkan, 24] ve
"Sonra gerçekten öğleyin dinlenecekleri yer cehennemdir. " ayetlerini
okumuştur. Onun kıraatinde ayet aynen bu şekildedir.
Bu yüzden günlerin yedi
olduğunu, sadece kendilerine kitap gönderilen milletler bilebilir. Kitapları
bulunmayan milletler bunu bilemezler; ama bunlar arasından, peygamberlerin
ümmetlerinden bilgi alan kimseler bilebilirler. Çünkü burada günlerin yedi
olduğunu gösteren ve duyularla algılanabilen bir alamet yoktur; ay, sene ve
mevsimleri gösteren alametler vardır. Allah gökleri, yeri ve bunlar arasındaki
varlıkları altı günde yaratıp peygamberleri ve elçileri aracılığıyla kullarına
bunu tanıtınca kullar için hafta içerisinde bunları, yaratılma hikmetini ve
niçin yaratıldıklarını, kainatın müddetini, gökler ve yerin katlanmasını, işin
tıpkı Allah'ın yarattığı ilk zamana geri döneceğini ve bütün bunların gerçek
bir vaad ve doğru bir söz olduğunu hatırlatıcı bir gün tayin edip
meşrulaştırdı. Bundan dolayı Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma
günü sabah namazında Secde ve Dehr surelerini okurdu. Çünkü bu iki sure
yaratılış, diriliş, yaratıkların haşri, kabirlerinden çıkartılıp cennet yahut
cehenneme gönderilmeleri gibi olmuş ve olacak hadiseleri ihtiva etmektedir.
İlmi ve bilgisi kıt bazı kimselerin zannettikleri gibi Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), bu sureyi içinde secde ayeti geçtiği için
okumamıştır. Bu kimseler bu yanlış düşüncelerinden dolayı başka bir sureden
secde ayeti okuyor, cuma sabah namazının secde ayeti okumakla üstün tutulduğuna
inanıyor ve bunu yapmayana da hoşgörüyle bakmıyorlar.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bayramlar ve diğer günlerdeki büyük toplantılarda
aynen böyle tevhidden, yaratılış ve yeniden dirilişten, peygamberlerin
ümmetleriyle geçirdikleri hadiselerden, peygamberleri yalanlayan ve onlara
küfredenleri Allah'ın nasıl helak edip bedbaht eylediğinden, inanan ve onları
tasdik edenleri ise nasıl kurtarıp sağlık ve selamete ulaştırdığından bahseden
bir sure okurdu.
Nitekim bayram
namazlarında Kaf ve Kamer surelerini; bazan da A'la ile Gaşiye surelerini
okurdu. Cuma namazında bazan Cuma suresini okurdu. Çünkü bu sure cuma namazını
kılma, ona koşma ve namaza engel her türlü işi terketme emri ile iki cihanda
kurtuluşa ermek için Allah'ı çokça anma emrini ihtiva etmektedir. Zira Allah'ı
(c.c.) anmayı unutmak iki cihanda da perişanlığa ve helaka sebep olur. ikinci
rekatta Münafikun suresini okurdu. Böylece ümmeti koyu münafıklıktan
sakındırdığı gibi mallarının ve çocuklarının onları cuma namazından ve Allah'ı
anmaktan alıkoymasından da sakındırmış ve böyle yaparlarsa kesinlikle perişan
olacaklarım bildirmiş, kurtuluşlarının en büyük sebeplerinden biri olan sadaka
verme fiiline teşvik etmiş; ölüm zamanı gelip çattığında ecelin ertelenmesini
ister, yeniden dünyaya dönüşü temenni eder, fakat istek ve temennilerine kulak
asılmaz bir duruma düşmemeleri için uyarıda bulunmuş olurdu. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) huzuruna bir heyet çıktığında onlara Kur'an dinletmek isterse
işte böyle yapardı. Bu yüzden açıktan okunan namazlarda kıraati uzatırdı.
Nitekim akşam namazını hem A'raf (iki rekata paylaştırmak suretiyle) hem de Tur
ve Kaf süreleriyle kıldırmıştır. Sabah namazını yüz kadar ayet okuyarak
kıldırırdı.
5- Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hutbelerinin Özellikleri:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hutbelerinde, inanç esasları olan Allah'a,
meleklerine, kitablanna, peygamberlerine, Allah'a kavuşmaya imandan cennet ve
cehennemden; Allah'ın dostları ve buyruğuna uyanlar için hazırladığı mükafatlar
ile düşmanları ve kendisine isyan edenlere hazırladığı cezalardan bahsederken
aynı üslubla bunları zihinlere yerleştirirdi. Onun hutbesinden kalbler iman ve
tevhidle, marifetulleh (Allah'ı tanıma, Allah bilgisi) ve Allah'ın günlerinin
bilgisiyle dolup taşardı. Başkalarının hutbeleri gibi yalnızca bütün canlılar
arasında ortak olan -geçen hayata ağlayıp sızlanma, ölümle korkutma gibi-
hususları ihtiva etmezdi. Çünkü böyle hutbeler kalbde Allah'a iman, tevhid,
Allah'a özgü bilgi, O'nun günlerini hatırlama hasıl etmez; nefisleri Allah
sevgisine, O'na kavuşma arzusuna sürüklemez. Dinleyiciler, öleceklerini,
mallarının paylaştırılacağını, toprağın cesedlerini çürüteceğini öğrenmekten
başka hiçbir fayda elde etmeden çıkıp giderler.
Keşke böyle bir hutbeyle
hangi iman, hangi tevhid, hangi marifet, hangi faydalı ilim hasıl olur, bir
bilebilsem?!
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ashabının hutbelerini düşünen kişi görür ki,
bu hutbeler hidayet ve tevhidi açıklamaya; Allah'ın (c.c.) sıfatlarını ve temel
iman esaslarını anlatmaya; Allah'a davet etmeye, Allah'ı kullarına sevdiren
nimetleri ile O'nun gazabından korkutan günlerini anlatmaya; onlara kendisini
sevdiren Allah'ı anma ve O'na şükretme emri vermeye yeterliydiler. Allah'ı
kullara sevdiren isimlerini, sıfatlarını ve O'nun azametini zikrederler;
kulları Allah'a sevdiren ibadet, şükür ve zikir gibi hususları emrederlerdi.
Dinleyenler O'nu sevmiş, O da onları sevmiş olarak dönerlerdi. Sonra uzun zaman
geçti. Nübüvvet nuru gizlendi. Şer'i kanunlar ve emirler, hakikatleri ve
maksatları gözetilmeksizin yapılan merasimler halini aldı. Bu şer'i kanun ve
emirlere merasim şeklini verdiler, onları nelerle istiyorlarsa bunları da o
şeylerle süsler oldular. Ardından bu merasim ve törenleri terkedilmez adetler
haline getirdiler; asıl terkedilmemesi gereken maksatları terkettiler.
Hutbeleri kafiyeli sözlerle, şiirlerle, nüktelerle ve edebiyatın süsleme
sanatlarıyla süsler oldular. Böylece kalblerin hutbede alacakları nasib
noksanlaştı, hatta yok oldu. Hutbenin maksadı yitirildi.
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hutbelerinden muhafaza edilenlere bakılacak
olursa, hutbesinden daha çok Kur'an ve bilhassa Kaf suresini okuduğu görülür.
Haris b. Nu'man'ın kızı Ümmü Hişam diyor ki: "Ben Kaf suresini
ezberlediysem, yalnızca Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) minber
üzerinde hutbe söylerken O'nun mübarek ağızlarından ezberlemişimdir."
Ali b. Zeyd b. Ced'an'ın
rivayet ettiği zayıf bir senedle nakledilen, Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) hutbelerinden bize kadar intikal eden bir hutbesi şöyledir:
"Ey insanlar!
Ölmeden önce Allah'a (c.c.) tevbe ediniz. Meşgul olmadan Önce hayır ameller
işlemeye hız veriniz. Rabbinizle aranızdaki bağlan O'nu çok zikretmek,
gizli-aşikar sadaka vermek suretiyle güçlendiriniz. Hem böylece mükafat alır,
övülür, rızıklandınlırsınız.
Bilesiniz ki, Allah
(c.c), şu makamımda, şu ayımda, şu yılımda kıyamete kadar cuma. namazını
üzerinize farz kılmıştır. Bir kimse, başında adil veya zalim bir devlet başkam
olduğu halde cumayı kılmaya imkan bulup
da inkar ettiğinden
yahut hafife aldığından dolayı ben hayattayken yahut ölümümden sonra terkeder
kılmazsa, Allah iki yakasını bir araya getirmesin, işinde bereket vermesin.
Dikkat ediniz! Tevbe edinceye kadar böyle bir kimsenin kıldığı namaz namaz
değil, aldığı abdest abdest değil, tuttuğu oruç oruç değil, verdiği zekat zekat
değil, yaptığı hac hac değil! O'na bereket de yoktur. Şayet tevbe ederse Allah
tevbesini kabul buyurur. Dikkat ediniz! Kadın erkeğe, a'rabi muhacire, serkeş
kimse mü'mine imamlık etmesin! Ancak sultan, otoritesiyle onu bu işe zorlar ve
sultanı nkıhcından, kırbacından korkması hali müstesna."
Diğer bir hutbesi de
şöyledir: '
"Hamd Allah'a
mahsustur. O'ndan yardım diler, O'ndan bağışlama bekleriz. Nefislerimizin
şerlerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola ilettiğini hiç kimse
saptıramaz; saptırdığını da hiç kimse doğru yola erdiremez. Tanıklık ederim ki,
Allah'tan başka tapılacak yoktur; O tektir, ortağı yoktur. Yine tanıklık ederim
ki, Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şüphesiz O'nun kulu ve elçisidir.
Kıyamet saati önünde onu müjdeleyici ve uyarıcı olarak hakla göndermiştir.
Allah ve Rasulüne itaat eden doğru yolu bulmuştur. Onlara isyan edense yalnızca
kendisine zarar vermiş olur. Allah'a hiçbir zarar veremez." Bu hadisi Ebu
Davud rivayet etmiştir. İnşaallah, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
hac esnasında yaptığı hitabeler ileride (hac bahsinde) gelecektir.
6- Hz. Peygamber'in
(s.a.) Hutbe Esnasındaki Tavırları:
Hutbeye çıktığı zaman
gözleri kızarır, sesi yükselir, öfkesi artar; sanki heyecanlı heyecanlı:
"Düşman üstünüze sabah - akşam saldırmak üzeredir" diye haber vererek
bir orduyu uyarıyormuşçasına bir hal alır, ardından: "Benim peygamber
olarak gönderilmemle kıyamet arasındaki müddet şu ikisi gibidir." buyurur,
işaret ve orta parmaklarını birbirine yanaştırır ve derdi ki: "Şüphesiz
sözlerin en hayırlısı Allah'ın kitabıdır. En iyi yol Muhammed'in yoludur,
işlerin en fenası uydurulup dine katılan bid'atlerdir. Her bid'at
sapıklıktır." Sonra da şöyle buyururlardı: "Ben, her mümine kendi
canından daha yakın, daha layıkım. Kim vefat eder, geride bir mal bırakırsa
ailesine kalır. Kim de bir borç yahut çoluk çocuk bırakırsa borcunu ben öder,
çoluk çocuğuna ben bakarım." Hadisi, Müslim rivayet etmiştir.
Müslim'in aynı hadisi
başka lafızlarla naklettiği diğer bir rivayette "Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) cuma hutbesinde Allah'a hamdeder, O'na övgüler söyler; sonra
bunun peşinden yüksek sesle konuşmayabaşlardi..." deniliyor ve hadisin
geri kalan kısmı zikrediliyor.
Hadisin diğer bir
rivayet şekli de şöyledir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Allah'a
hamdeder, O'na layık olduğu şekilde övgüler söyler, sonra: "Allah kimi
doğru yola iletirse, onu hiç kimse sapıtamaz. Sapıttığını da hiç kimse doğru
yola iletemez. Sözlerin en iyisi Allah'ın Kitabıdır."
Nesai'nin naklettiği
diğer bir lafız ise şöyledir: "Her bid'at sapıklıktır. Her sapıklık
cehennemdedir."
Hamd, övgü ve şehadetten
sonra hutbelerinde "Erama ba'du" derdi.
Hutbeyi kısa tutar,
namazı uzatır, çokça zikreder ve az sözle çok mana ifade eden kelimeler
seçerdi. "Doğrusu kişinin namazının uzunluğu ve hutbesinin kısalığı onun
fıkhını ( = ince anlayış sahibi olduğunu) gösterir." buyururdu.'
Hutbede, ashabına
İslam'ın prensiplerini ve şer'i kanunları öğretir; hutbe söylerken içeri giren
sahabiye iki rekat namaz kılmasını emretmesinde olduğu gibi, şayet hutbe
esnasında emredilmesi yahut yasaklanması gereken bir durum ortaya çıkarsa
onlara yapmalarını yahut yapmamalarını emrederdi.
İnsanların omuzlarına
basa basa ileri geçmeye çalışan kimseyi men ederek oturmasını emretmiştir.
O esnada ortaya çıkan
bir ihtiyaçtan dolayı yahut ashabından birisinin soru sorması üzerine hutbeyi
keser, ona cevap verir, sonra kaldığı yerden hutbesine devam eder, tamamlardı.
Bazan gerek duyarsa
minberden iner sonra geri dönerek hutbesini tamamladığı da olurdu. Nitekim bir
keresinde torunları Hasan ile Hüseyin'i (r.anhüma) almak için minberden inmiş,
onları kucaklayıp minbere çıkartmış ve hutbesini tamamlamıştır.
Hutbe esnasında bir
adama: "Ey falan, buraya gel! Ey falan, otur! Ey falan, namaz kıl!"
diye seslendiği olurdu.
Duruma göre ashabına
hutbede emirler verirdi. Aralarında sıkıntı içinde, ihtiyaç sahibi birini
görünce onlara, o kişiye sadaka vermelerini emreder ve buna teşvikte bulunurdu.
Hutbe esnasında Allah
Teala'yı anarken ve O'na dua ederken işareti parmağı ile işaret ederdi.
Yağmur yağmadığı için
kuraklık başgösterince hutbede ashabı için yağmur duası ederdi."
İnsanların toplanması için
biraz zaman tanırdı. Halk toplandığında tek başına onların yanına çıkardı.
Böyle anlarda Önünde tellallık yapacak bir çavuşu yoktu, ne başına ne
omuzlarına şal atardı, ne de siyah giyerdi. Camiye girince, orada bulunanlara
selam verirdi. Minbere çıktığında yüzünü halka çevirir, selam verirdi. Kıbleye
yönelik dua etmezdi. Sonra oturur, Bilal ezana başlardı. Ezan bitince Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ayağa kalkar; bir haber vermek gibi
herhangi bir şeyle ezan ile hutbe arasını ayırmaksızın hutbeye başlardı.
Eline ne bir kılıç
alırdı ne de başka bir şey. Minber yapılmadan önceler!
bir yay'a yahut bastona
dayanırdı. Savaş halinde yay'a, cumada ise bastona dayanırdı. Kılıca
dayandığına dair herhangi bir nakil yoktur. Bazı cahillerin, Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) daima kılıca dayanırdı, bunun sebebi ise dinin
kılıçla ayakta durduğunu göstermektir, şeklindeki zanları aşırı
cehaletlerindendir. Çünkü Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) minber
yapıldıktan sonra kılıç, yay gibi herhangi bir şeyle, minber yapılmadan önce de
elinde kılıç minbere çıktığına dair hiçbir nakil yoktur. O yalnız ve yalnız bir
bastona yahut yaya dayanarak hutbe okurdu.
"Minberi üç
basamaklıydı. Minber yapılmazdan önce bir hurma kütüğüne dayanarak hutbe
okurdu. Minbere geçince hurma kütüğü acı acı inledi, bütün camide bulunanlar
işitti. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) minberden inip onu
kucakladı. Enes diyor ki: "Hurma kütüğü, daha önce dinler olduğu vahyi
dinleyemez olduğundan ve Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
yakınlığım kaybettiğinden acı acı inlemiştir."
Minber mescidin ortasına
konmadı, batı tarafına duvara yakın bir yere yerleştirildi. Minberle duvar
arasında bir koyun geçecek kadar boşluk bırakılmıştı.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma dışında onun üzerine oturduğunda yahut
cumada ayakta hutbe okurken, ashabı yüzlerini O'na doğru çevirirlerdi, Hz.
Peygamberin'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) mübarek yüzü hutbe esnasında
onların kıblesi olurdu.
Ayağa kalkar, hutbe
okur; sonra birazcık oturur, tekrar ayağa kalkar ikinci hutbeyi okurdu. İkinci
hutbe bitince Bilal kamet getirmeye başlardı. Halka, kendisine yaklaşmalarını
ve susup dinlemelerini emrederdi. Bir adam yanındakine "sus" derse
boş konuşmuş olacağım bildirir: "Boş konuşan cuma sevabından mahrum
kalır" b uçururlardi. Yine buyururlardı ki: "Cuma günü imam hutbe
okurken konuşan, kitap taşıyan merkep gibidir. Yanındakine, sus diyene cuma
sevabı yoktur." Bu hadisi İmam Ahmed rivayet etmiştir.
Übey b. Ka'b anlatıyor:
Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Cuma günü ayakta Tebareke suresini
okudu. Bize, Allah'ın günlerini hatırlattı. Ebu'd-Derda yahut Ebu Zer bana kaş
göz edip duruyor "Şu sure ne zaman indirildi? Şimdiye kadar işitmemiştim"
diyordu. Übey, kendisine soru soran zata sus diye işaret etti. Namazdan
dağılınca o zat, Übeyy'e "Sana, şu sure ne zaman indirildi diye sordum,
söylemedin!" dedi. Bunun üzerine Übey: "Bugün, namazından hiçbir
sevap elde edemedin, boş sözden başka." diye karşılık verdi. O zat, Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gitti, durumu anlattı ve Übeyy'in
kendisine söylediği sözleri de nakletti. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Übeyy doğru söylemiş." buyurdular. Bu hadisi İbn Mace ve
Said b. Mansur nakletmişlerdir, aslı Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde mevcuttur.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyuruyorlar ki: "Cumaya üç kısım insan
gelir: 1) Cumaya gelir boş yere konuşur. İşte onun cumadan nasibi budur. 2)
Biri de gelir dua eder. İşte bu, Allah'tan (c.c.) bir şey istemiş bir kimsedir.
Allah dilerse isteğini verir, dilerse vermeyiverir. 3) Diğer biri de gelir
sükut eder dinler; hiçbir müslümanın üzerinden atlayıp ileri geçmez, kimseyi
incitmez, sıkıntı vermez. İşte bu davranışlar o cuma ile peşinden gelen cumaya
ve ondan sonraki üç güne kadar işlenen (küçük) günahlara keffarettir. Çünkü
Allah Teala 'Kim bir iyilik yaparsa kendisine on katı verilir.[En'am, 160]
buyurmaktadır." Bu hadisi Ahmed b. Hanbel ve Ebu Davud rivayet
etmişlerdir.
7- Cuma Namazından Önce
Sünnet Namaz Yoktur:
Bilal ezam bitirince Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hutbeye başlar; hiç kimse iki rekat
namaz kılmak için asla ayağa kalkmazdı. Sadece bir kere ezan okunurdu. Bu da
gösterir ki, cuma, bayram gibidir, cumadan önce sünnet namaz yoktur. Alimlerce
ileri sürülen iki görüşün en doğrusu budur, sünnetteki uygulama da bunu
gösterir. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) evinden çıkıp
camiye gelirdi. Minbere çıkınca da, Bilal cuma ezanına başlardı. Bilal ezanı
bitirince Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ara vermeden hutbeye
başlardı. Gözle görülen budur. Peki sünneti ne zaman kılıyorlardı?! Bilal
(r.a.) ezam bitirince hepsi ayağa kalkar, iki rekat namaz kılarlardı diye
tahmin yürüten kimse, sünnet konusunda bilgisi en kıt cahil insan demektir.
Cumadan önce sünnet namaz yoktur şeklinde ileri sürdüğümüz görüş, İmam Malik
ile kendisinden yapılan en yaygın nakle göre İmam Ahmed'in görüşleri ve Şafii
alimlerin ileri sürdüğü iki görüşten biri de budur.:
Cumadan önce Sünnet
Namazın Varlığını Söyleyenlerin Delilleri ve Münakaşası:
1- Cumadan önce sünnet
namazın varlığını söyleyenlerden bir kısmı şu delili ileri sürmüşlerdir: Cuma
kısaltılmış bir öğle namazıdır. Bu yüzden burada da öğle namazının hükümleri
geçerlidir.
Bu son derece zayıf bir
delildir. Çünkü cuma, açıktan okuma, cemaat sayısı, hutbe ve muteber olabilmesi
için ileri sürülen şartlarla öğle namazından ayrılan, vakit konusunda onunla
uyuşan başlı başına bir namazdır. Münakaşa konusu olan meseleyi, birleştikleri
noktalara katmak, ayrıldıkları noktalara katmaktan daha münasip değildir.
Aksine ayrıldıkları noktalara katmak daha münasiptir. Zira ayrılık noktaları
birleşme noktalarından daha fazladır.
2- Kimileri de öğle
namazına kıyas ederek sünnet namazının varlığım isbata çalışmıştır. Yine bu da
fasid bir kıyastır. Çünkü sünnet, Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) gelen söz ya fiildir, yahut da Hulefa-i Raşid'inin sünnetidir. Bizim
meselemizde ise bunlardan hiçbiri yoktur. Böyle bir konuda kıyas yoluyla sünnet
ortaya koymak caiz değildir. Zira bu, yapılış sebebi Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) devrinde kesinleşen şeylerdendir. O yapmamış, meşru da
görmemişse bu durumda o şeyin yapılmaması sünnettir. Bayram namazından önce
veya sonra kıyas yoluyla bir sünnet namaz meşrulaştırmak da buna benzer. Bundan
dolayı geceyi Müzdelife'de geçirene gusletmek sünnet olmadığı gibi şeytan
taşlamak, tavaf etmek, ay ve güneş tutulmasında namaz kılmak, yağmur duasında
bulunmak için de gusletmek sünnet değildir. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ve ashabı bütün bu ibadetleri yaptıkları halde bunlar için
gusletmemişlerdir.
3- Bir kısmı da
Buhari'nin Sahihimde zikrettiği şu hususu delil olarak ileri sürmüşlerdir.
Buhari, "Cumadan önce ve sonra namaz kılma bahsi" diye bir başlık
koyarak Abdullah b. Yusuf - Malik - Nafi' - İbn Ömer yoluyla rivayet ediyor ki;
"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) öğle namazından önce ve sonra
ikişer rekat, akşamdan sonra evinde iki rekat ve yatsıdan önce iki rekat namaz
kılardı. Evine dönünceye kadar cumadan sonra namaz kılmazdı. Eve varınca iki
rekat namaz kılardı. "
Bu hadis delil
gösterilemez. Buhari bu sözüyle cumadan önce sünnet namaz olduğunu isbat etmek
istememiştir. Onun maksadı, yalnızca cumadan Önce veya sonra namaz kılma
konusunda herhangi bir hadis nakledilip edilmediğini ortaya koymaktır. Sonra bu
hadisi zikretmiş, böylece Hz. Peygamberin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sadece
cumadan sonra sünnet namaz kıldığını, öncesinde kıldığı konusunda ise herhangi
bir rivayet gelmediğini göstermek istemiştir.
Buhari aynı şeyi
"Bayram Namazı" bölümünde de yapmıştır. Orada "Bayram namazından
önce ve sonra namaz kılma bahsi" diye bir başlık atıyor ve
Ebu'l-Mualla'nın; "Said'den işittim, diyordu ki, İbn Abbas bayram
namazından önce namaz kılmayı mekruh sayardı." dediğini nakledip sonra
Said b. Cübeyr yoluyla İbn Abbas'tan şu rivayette bulunuyor: "Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) evinden çıktı, camiye gelince iki rekat
namaz kıldırdı. Bundan ne önce, ne sonra namaz kıldı. Yanında Bilal vardı.
.."
Bayram için de aynen
cuma için attığı başlığı atmış, bayram namazından önce ve sonra namaz kılmanın
meşru olmadığını gösteren bir hadis zikretmiştir. Bu tutumu da gösterir ki, cumadan
maksadı da aynıdır.
4- Bazıları da şu zanm
ileri sürüyor: Cuma öğle namazına bedeldir. Hadiste de öğle namazından önce ve
sonra namaz kılmanın sünnet olduğu zikredilmiştir ki, cumanın da böyle olduğunu
gösterir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "evine dönünceye
kadar cumadan sonra namaz kılmazdı." şeklinde nakledilen bu sözü İbn Ömer,
cumadan sonraki sünnet namazın nerede kılınacağını bildirmek ve bunun eve
döndükten sonra kılınacağını açıklamak için söylemiştir.
Bu, yanlış bir zandır.
Çünkü Buhari, "Farz namazlardan sonra nafile kılma bahsi"nde, İbn
Ömer'in (r.a.) şöyle dediğini naklediyor: "Allah Resulü (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) ile beraber öğle namazından önce ve sonra ikişer rekat, akşamdan
sonra iki rekat, yatsıdan sonra iki rekat ve cumadan sonra iki rekat namaz
kıldım." Bu da apaçık gösteriyor ki, sahabeye göre cuma namazı öğleden
ayrı başlı başına bir namazdır. Aksi halde "öğle" adı altına gireceği
için onun adını anmaya gerek duymazdı. Öyleyse, yalnızca cumadan sonra sünnet
namaz var olduğunu söylediğine göre cumadan önce sünnet namazın olmadığı
bilinmiş olur.
5- Kimileri de İbn
Mace'nin, Sünen'inde Ebu Hureyre ve Cabir'den naklettiği şu hadisi delil olarak
ileri sürüyor: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hutbedeyken Süleyk
el-Gatafani geldi. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona:
"Gelmeden önce İki rekat namaz kıldın mı?" diye sordu.
"Hayır" cevabım alınca: "Öyleyse hemen hafifçe iki rekat namaz
kıl." buyurdu. Hadisin senedindeki raviler, sika (güvenilir) ravilerdir.
Ebu'l-Berekat İbn
Teymiye (v.652/1254) diyor ki: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
"Gelmeden önce..." buyurmaları, bu iki rekat namazın cumanın sünneti
olduğunu ve tahiyyetü'l-mescid namazı olmadığını gösterir.
Bu zatın torunu, üstadımız
Ebu'l-Abbas İbn Teymiye dedesinin bu sözlerine karşı diyor ki: Bu yanlıştır
(galattır). Buhari ve Müslim'in Sa/z/A'lerinde Cabir'den nakledilen malum bir
hadiste deniyor ki: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma günü
hutbedeyken bir adam içeri girdi. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Namaz kıldın mı?" diye sordu. "Hayır" cevabını alınca da
"İki rekat namaz kıl." diye emir buyurdu. Yine Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) "İçinizden biri imam hutbedeyken cumaya
gelirse hafifçe iki rekat namaz kılsın." buyurmuşlardır. Bu hadiste tam
muhafazalı olan işte budur. İbn Mace'nin tek olarak rivayet ettiği hadisler
çoğu zaman sahih değildir.
Anlam itibariyle üstadın
sözleri böyle.
Üstadımız Ebu'l-Haccac
Hafız el-Mizzi der ki: Bu, ravilerin kelimeyi yanlış söylemelerinden (tashif)
kaynaklanmaktadır. Aslı "Oturmadan önce namaz kıldın mı?"
şeklindeydi. İstinsah eden yanlış yazdı. İbn Mace'nin kitabını, itina
göstermeyen raviler elden ele dolaştırırlardı. Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde
durum tersinedir. Çünkü bu kitapları hafızlar elden ele dolaştırmışlar ve
zabtına, tashihine itina göstermişlerdir. Bu yüzden İbn Mace'nin Sözen'inde pek
çok yanlışlıklar ve değiştirmeler ( = tashif) vuku bulmuştur.
Ben derim ki: Bunun
doğruluğunu şu da gösterir: Cuma namazından önceki ve sonraki sünnetleri kayıt
etmeye itina gösteren ve bu konuda eser veren fakihler olsun, muhaddisler olsun
ve diğerleri olsun bunlardan hiçbiri bu hadisi, cuma namazından önceki sünnet
konusunda zikretmemişlerdir. Yalnızca, imam minberdeyken camiye girenin
tahiyyetü'l-mescid namazı kılmasının müstehab olduğu konusunda zikretmişlerdir.
Bu durumda tahiyyetü'l-mescid namazı kılmayı menedenlere karşı bu hadisi delil
olarak ileri sürmektedirler. Şayet bu namaz, cumanın sünneti olsaydı orada
zikredilmesi, konuya bu başlığın verilmesi, bu şekilde ezberlenip şöhret
yapması tahiyyetü'l-mescid namazına göre daha münasib olurdu.
Yine Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu iki rekat namazı kılmayı yalnız içeri girene
emretmesi de, bu namazın tahiyyetü'l-mescid olmasından kaynaklandığını
gösterir. Şayet cumanın sünneti olsaydı, elbet orada oturanlara da emreder,
yalnızca içeri girene özgü bir namaz saymazdı.
6- Bir kısmı da Ebu
Davud'un Sünen'inde Müsedded - İsmail - Eyyub - Naff yoluyla naklettiği şu
haberi delil gösteriyor: İbn Ömer, cumadan önce namazı uzatırdı. Cumadan sonra
evinde iki rekat kılardı. Kendisi, "Hz. Peygamber {s.a.) de böyle
yapardı" diye nakletmiştir.
Bu rivayette, cumadan
önce sünnet namaz olduğunu gösteren bir delil yoktur. "Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) de böyle yapardı." demekle, yalnızca Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cumadan sonra evinde iki rekat namaz
kılardı, bu iki rekatı camide kılmazdı demek istemiştir. En faziletli olanı da
bu iki rekatı evde kılmaktır. Nitekim Buhari ve Müslim'de, İbn Ömer'in:
"Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), cumadan sonra evinde iki
rekat namaz kılardı." dediği nakledilmektedir. Yine Ebu Davud'un Sünen'mde
nakledildiğine göre: İbn Ömer, Mekke'de iken cuma namazını kılınca öne doğru
ilerledi, iki rekat namaz kıldı. Sonra tekrar ilerledi, dört rekat daha kıldı.
Medine'de ise cumayı kılınca evine döndü, iki rekat namaz kıldı, camide namaz
kılmadı. Bu durum kendisine hatırlatılınca: "Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) de böyle yapardı." demiştir. İbn Ömer'in cumadan önce
kıldığı uzun namaz ise herhangi bir nafile namazdır. Cumaya gelen kimsenin imam
minbere çıkıncaya kadar namazla meşgul olması en uygun olanıdır. Nitekim bu
husus daha önce Ebu Hureyre ve Nübeyşe el-Huzeli'nin Hz. Peygamber'den
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) naklettikleri hadiste geçmiştir.
Ebu Hureyre, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu naklediyor:
"Kim cuma günü gusleder, sonra camiye gelir, kendisi için takdir olunan
namazı kılar; ardından imam hutbeyi bitirinceye kadar susar dinler, sonra da
onunla birlikte namaz kılarsa, o cuma ile diğer cuma arasındaki günahları
-bunların üç günlük ilavesiyle beraber- affolunur."
Nübeyşe el-Huzeli'nin
naklettiği hadiste de Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyuruyorlar
ki: "Müslüman cuma günü gusleder, sonra evinden çıkıp hiç kimseyi
incitmeden camiye gelir, şayet imam daha henüz minbere çıkmamışsa münasip
gördüğü kadar namaz kılar, çıkmışsa oturur; sonra da imam sözünü bitirip cuma
namazını kıldırıncaya kadar imama kulak verir dinlerse, o cumada bütün
günahları bağışlanmazsa ertesi cumaya keffaret olur."
Sahabenin de -Allah
onlardan razı olsun- tutumları işte böyleydi.
İbnü'l-Münzir diyor ki:
Bize, İbn Ömer'in cumadan önce on iki rekat namaz kıldığı nakledilmiştir.
Rivayete göre İbn Abbas
sekiz rekat kılardı. Bu da gösterir ki onlar bu namazı herhangi bir nafile
olarak kılmaktaydılar. Bu yüzden bu konuda kendilerinden nakledilen rekat
sayısında ihtilaf edilmiştir. Tirmizi, Sünen'ınĞe der ki: Nakledildiğine göre
İbn Mes'ud cumadan önce ve sonra dörder rekat kılardı. İbnü'l-Mübarek ve
es-Sevri, bu görüşü benimsemişlerdir.
İshak b. İbrahim b. Hani
en-Nisaburı anlatıyor: Ebu Abdillah'ı (Ahmed b. Hanbel) izledim. Cuma günü
olunca güneşin zeval vaktine yaklaştığını bilinceye dek namaz kılardı. Zevale
yaklaşınca müezzin ezan okuyuncaya kadar namaz kılmazdı. Müezzin ezana
başlayınca kalkar, iki rekat yahut aralarını selamla ayırarak dört rekat namaz
kılardı. Cumanın farzını kılınca camide bekler, sonra çıkardı. Cuma camisinin
civarındaki bir mescide gelir, orada iki rekat namaz kılar, sonra otururdu.
Bazan dört rekat kılıp oturduğu da olurdu. Sonra kalkar ayrıca iki rekat daha
namaz kılardı. Bu altı rekat Hz. Ali'den gelen hadise göredir. Bazan altı
rekattan sonra bir altı rekat, yahut daha az veya daha çok namaz kıldığı da
olurdu. Onun bu tatbikatından, kendisine müntesip bazı alimler, cumadan önce
iki yahut dört rekat kılmak sünnettir rivayetini çıkardılar. Oysa bu apaçık
olmadığı gibi olayın akışından da çıkartılabilecek bir şey değildir. Çünkü
Ahmed b. Hanbel yasak vakitte namaz kılmazdı. Yasak vakit geçince ayağa kalkar,
imam minbere çıkıncaya kadar nafile namazım tamamlardı. Bazan dört rekat
yetiştirebilirdi, bazan da ancak iki rekat kılabilirdi.
7- Bazıları da cumadan
önce sünnet namazın var olduğuna İbn Mace'nin Sürten'inde, Muhammed b. Yahya -
Yezid b. Abdirabbih - Bakıyye - Mübeşşir b. Ubeyd - Haccac b. Ertat - Atıyye -
Avi - İbn Abbas senediyle rivayet ettiği şu hadisi delil gösteriyor. İbn Abbas
diyor ki:
"Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) cumadan önce dört rekat namaz:*kilardı. Bu dört
rekatın arasım hiçbir şeyle ayırmazdı."
İbn Mace "Cumadan
önce namaz kılma bahsi" diye bir başlık atmış ve bu hadisi zikretmiştir.
Bu hadisin senedinde
pekçok bela vardır:
1) Bakıyye b. el-Velid.
Tedlisçilerin lideridir. Bu hadisi mu'anan rivayet metoduyla nakletmiştir.
İşittiğini (sema') açıkça belirtmemiştir.
2) Mübeşşir b. Ubeyd.
Rivayet ettiği hadisler münkerdir (münkeru'l-hadis). Ahmed b. Hanbel'in oğlu
Abdullah diyor ki: Babamın şöyle dediğini işittim: "Mübeşşir b. Ubeyd
isimli ravi Humus'tadır. Onun Kufeli olduğunu sanıyorum. Bakıyye ve
Ebu'l-Muğire ondan hadis nakletmişlerdir. Onun hadisleri, düzmece yalan
hadislerdir." Darakutni de: "Mübeşşir b. Ubeyd'in naklettiği hadisler
metruktür (metrukü'l-hadis). Onun hadislerine mütabaat edilmez."
3) Haccac b. Ertat,
zayıf ve müdellistir.
4) Atıyye el-Avfi. Buhari:
"Hüşeym onun hakkında iyi söylemezdi" diyor. Ahmed b. Hanbel ve bazı
alimler onu zayıf bulmuşlardır.
Beyhaki diyor ki:
"Atıyye el-Avfi'nin naklettiği hadisler delil olarak kullanılamaz.
Mübeşşir b. Ubeyd el-Hımsi'nin hadis uyduran biri olduğu söylenmektedir. Haccac
b. Ertat'ın naklettiği hadisler de delil olarak kullanılamaz."
Kimileri de diyor ki:
Herhalde bu üç zayıf adamdan biri tarafından hadis - zabt ve itina gösterme
sıfatlarına sahip olmadıkları için - tersine çevrilmiş (maklub) olsa gerektir
ve dolayısıyla hadis "cumadan sonra" şeklinde iken "cumadan Önce
dört rekat..." şeklinde olması halinde Sahih'&z nakledilene uygunluk
arzeder. Buna benzer bir durum olarak İmam Şafii'nin, Abdullah b. Ömer
el-Amri'den nakledilen "Ganimetten, süvariye iki piyadeye bir pay
verilir" hadisi hakkında söylediği bu sözler zikredilebilir. Şafii diyor
ki: Herhalde Abdullah b. Ömer el-Amri, Nafi'in "Ganimetten ata iki,
piyadeye bir pay verilir." dediğini işitti de bundan sonra
"Ganimetten süvariye iki, piyadeyedir pay verilir." diye rivayette
bulundu. Böyle bir tahminle kardeşi Ubeydullah'ın rivayet ettiği hadise
uygunluğu sağlanmış olur. Ubeydullah b. Ömer'in hafıza bakımından kardeşi
Abdullah'tan daha ileri olduğunda ilim adamlarından hiçbiri şüphe etmez.
Derim ki: Şeyhülislam
İbn Teymiye'nin, Ebu Hureyre tarafından nakledilen şu hadis hakkında söylediği
söz de böyledir: "Cehennemlikler ahirette cehenneme atıldıkça, cehennem:
Daha yok mu? diye soracak. Bu durum izzet sahibi Allah'ın ayağını oraya basarak
cehennemde kilerin birbiri üstüne yığılıp cehennemin: Yetişir! Yetişir!
demesine kadar sürecektir. Cennete gelince; Allah, onun için yeniden bir halk
yaratır." Üstad ibn Teymiye diyor ki: Ravilerden biri tersine çevirip
"Cehenneme gelince; Allah, onun için yeniden bir halk yaratır."
demiştir.
Derim ki; Yine bu duruma
diğer bir örnek, Hz. Aişe'nin naklettiği şu hadistir: "Bilal gece ezan
okur. Siz İbn Ümmi Mektum ezan okuyuncaya kadar yiyin, için." Bu hadis,
Buhari ve Müslim'de rivayet edilmiştir. Ravilerden biri tersine çevirip:
"İbn Ümmi Mektum gece ezan okur. Siz, Bilal ezan okuyuncaya kadar yiyin,
için." diye nakletmiştir.
Bana göre Ebu
Hureyre'nin naklettiği şu hadis de yine bu duruma örnek verilebilir:
"Herhangi biriniz namaz kılarken (secdeye gideceğinde) devenin çöküşü gibi
çökmesin. Dizlerinden önce ellerini yere koysun." Zannederim Ebu Hureyre
-Allah daha iyi bilir ya- Hz. Peygamber'in, "Ellerinden önce dizlerini
yere koysun" sözünde yanılmış, yukarıdaki gibi rivayet etmiştir. Nitekim
Vail b. Hucr diyor ki: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) secde
edeceği zaman ellerinden önce dizlerini yere koyardı." Hattabi gibi bazı
alimler: "Vail b. Hucr hadisi, Ebu Hureyre hadisinden daha sahihtir."
diyorlar. Bu mesele genişçe bu kitapta daha önce incelendi. Allah'a hamdolsun.
8- Cumadan Sonraki
Sünnet Namaz:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) cumayı kılınca evine girer, iki rekat sünnet
namaz kılardı. Cumayı kılanlara, cumadan sonra dört rekat namaz kılmayı
emretmiştir. Üstadımız Ebu'l-Abbas İbn Teymiye: "Camide kılarsa dört,
evinde kılarsa iki rekat namaz kılar." demiştir. Onun bu sözüne hadisler
delildir. Ebu Davud, İbn Ömer'in camide kılarsa dört, evinde kılarsa iki rekat
namaz kıldığım naklediyor.
Buhari ve Müslim'de İbn
Ömer'den gelen bir hadiste: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
cumadan sonra evinde iki rekat namaz kılardı." deniliyor.
Müslim'in Ebu
Hureyre'den naklettiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Herhangi biriniz cumayı kılınca, ondan sonra dört rekat namaz
kılsın." buyurmuşlardır. Allah en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
J) HZ. PEYGAMBERİN
(S.A.) BAYRAM NAMAZLARI