ZADU’L-MEAD |
İKİNCİ BÖLÜM ÖRNEK İNSAN PEYGAMBER (S.A.) |
ANA SAYFA Kur’an Hadis Sözlük Biyografi
C) HZ. PEYGAMBER’İN
(S.A.) BEŞERİ TAVIRLARI
1- Giyinişi
2- Yemek Yeyişi
3- Ailesiyle Hoş Geçimi
4- Uyuması ve Uyanışı
5- Hayvana Binişi
6- Alişverişi ve Bazı Muameleleri
7- Muamelelerindeki Tutumu
8- Yalnız Başına ve Arkadaşlarıyla
Birlikte Yürüyüşü
9- Oturuşu ve Yaslamşi
10- Tuvalet Adabı
11- Fıtrat ve İlgili Konulardaki
Tutumları
12- Bıyıkları Kısaltmadaki Tutumları
13- Konuşması, Susması, Gülüşü,
Ağlayışı
14- Hutbelerindeki Tavırları
1- Giyinişi:
"Sehab =
bulut" adında bir sarığı vardı, onu Hz. Ali'ye giydirdi. Sarık sarar,
sarığın altına da kalensüve (fes, takke, başlık vb.) giyerdi. Kah kalensüveyi
sanksız giyer, kah sarığı kalensüvesiz sarardı. Sarık sardığı zaman sarığım
omuzları arasına sarkıtırdı. Nitekim Müslim, Sahih'inde Amr b. Haris'in şöyle
dediğini rivayet eder: "Allah Rasulü'nü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
minberde hutbe okurken gördüm. Başında, iki ucunu omuzları arasına sarkıttığı
siyah bir sarığı vardı.
Yine Müslim'de Cabir b.
Abdullah'dan rivayet edildiğine göre Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), (Fetih Günü) Mekke'ye başında siyah bir sarıkla girdi. Cabir'in
rivayet ettiği bu hadiste sarığın ucu anılmamıştır. Bu da gösterir ki, Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sarığın ucunu daima omuzlan arasına
sarkıtmazdı. Denilir ki, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke'ye
üzerinde savaş takımı ve başında miğferi ile girdi. O halde her yerde münasip
olanı giymiştir.
Üstadımız Ebu'l-Abbas
İbn Teymiye -Allah, ruhunu cennetle mukaddes kılsın- sarığın ucunun
sarkıtılması konusunda şahane bir sebep söylemektedir ki, o da şudur: Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'de gördüğü rüyada, İzzet sahibi
Allah Tebareke ve Teala Hazretlerini müşahede ettiği gecenin sabahında
sarığının ucunu omuzlan arasına sarkıtmıştı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) anlatıyor: "Allah, bana: 'Ey Muhammedi Mele-i A'la hangi konuda
birbiriyle çekişiyor, biliyor musun?' diye sordu. 'Bilmiyorum' dedim. Bunun üzerine
elini iki kürek kemiğimin arasına koyduk. Böylece gök ile yer arasında olanı
bildim..." Bu hadis Tirmizi'dedir. Buhari'ye hadisin durumu sorulunca
"sahih" cevabını verdi. Üstadımız: "İşte bu halden dolayı Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sarığının ucunu omuzları arasına
sarkıtmıştır" dedi. Bu açıklama, cahillerin lisan ve kalblerinin inkar
edeceği ilimdendir. Sarık ucunun sarkıtıldığının söylenilmesi konusunda onun
dışında bu açıklamayı yapanı görmedim.
Gömlek giymiştir. Zaten
en sevdiği elbise gömlekti. Gömleğinin kolu bileğine kadardı. Cübbe, kaftana
benzer(ense tarafından yırtmaçlı bir elbise) olan ferruc ve ferace giymiştir.
Ayrıca kaftan da giymiştir. Yolculukta yenleri dar bir cübbe giymiştir. (Belden
aşağı giyilen peştemal gibi bir giyecek olan) izar ve (bedeni örten üsten
giyilen şal gibi bir örtü olan) rida giymiştir. Vakıdi diyor ki: Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ridası ve abasının uzunluğu altı
arşın, eni üç arşın bir karış; izan ise Umman dokumalarındandı ve uzunluğu dört
arşın bir karış, eni iki arşın bir karıştı.
Kırmızı hülle giymiştir.
Hülle izar ve ridadan oluşan takıma denir. Bu iki giyecek birlikte olursa ancak
o zaman hülle adını alır. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
hüllesinin, başka renk katışmamış sade kırmızı olduğunu sanan kişi yanılgıya
düşmüştür. Kırmızı hülle, diğer Yemen bürdelerinde olduğu gibi siyahla karışık,
kırmızı desenlerle dokunmuş iki Yemen bürdesinden oluşmaktaydı. Kırmızı
çizgiler bulunması itibariyle bu adla tanınmaktadır. Yoksa sade kırmızı
şiddetle yasaklanmıştır. Sahih-i Buhari'de rivayet edildiğine göre Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), kırmızı eğer minderini (yahut üstlük
libasını) yasakladı.
Sünen-i Ebu Davud'da yer
alan rivayete göre ise Abdullah b. Ömer şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) üzerimde usfurla boyalı (düz desenli dikişsiz
pelerin gibi bir giyecek olan) bir rayta gördü. "Üzerindeki bu rayta
nedir?" diye sordu. Yüz ifadesinden hoşlanmadığını anladım. Aileme
geldiğimde tandır yakıyorlardı. Raytayı tandıra attım. Ertesi gün Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldim. "Raytayı ne yaptın,
Abdullah?" diye sordu. Olayı anlattım. Bunun üzerine: "Hanımlarından
birine giydirsen olmaz mıydı? Kadınların giymesinde bir sakınca yoktur"
dedi.
Sahih-i Müslim'de
rivayet edilen bir hadiste yine Abdullah b. Ömer şöyle diyor: Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) üzerimde usfurla boyalı iki giyecek gördü. Bunun
üzerine "Bu, kafirlerin giy siler indendir. Onu giyme" buyurdu. Yine
Sahih-i Müslim'de Hz. Ali'nin (r.a.): "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) usfurla boyalı elbise giymeyi yasakladı" dediği rivayet edilir. Bu
tür elbisenin yalnızca, kırmızı boya ile boyandığı malumdur.
Sünenlerden birinde şu
olay anlatılıyor: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve arkadaşları
bir yolculukta birlikte idiler. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
arkadaşlarının yük develeri üzerinde kırmızı çizgili örtüler gördü. "Şu
kırmızılığın sizi yenilgiye uğrattığını görüyorum, dikkat edin." buyurdu.
Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu sözleri üzerine depara
kalktık. Öyle ki, develerimizden biri ürküp kaçtı. Örtüleri ellerimizle tutup
çekip kopardık" Hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir.
Kırmızı elbise, kumaş vs.
giymenin caizliğinde şüphe gözükmektedir. Mekruhluğu ise gerçekten kuvvetlidir.
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sade kırmızı giymiş olabileceği
nasıl düşünülebilir? Hayır, hayır... Allah, onu bundan korumuştur. Şüphe
yalnızca "kırmızı hülle" sözünden kaynaklanmıştır. En iyi bilen
Allah'tır.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gerek alemli, gerek sade hamisa (dört köşeli, iki
tarafı zencefilli bir tür siyah aba) giymiştir. Siyah elbise de giymiştir.
Ayrıca kenarlarına ince ipek çekilmiş kürk de giymiştir.
İmam Ahmed ve Ebu Davud
kendi senedleriyle Enes b. Malik'in: "Bizans imparatoru Hz. Peygamber'e
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ipek bir müşte hediye etti. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu giyindi. Müştenin, Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kolunda sallanışı, kımıldanışı hala gözlerimin
önünde." dediğini rivayet ederler. el-Esmai: "Müşte, yenleri uzun
kürke denir" diyor. Hattabi der ki: "Bu müştenin, kenarları ipekle
çevrilmiş olmalıdır. Zira kürkün kendisi ipek olmaz."
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) sirval (şalvar, geniş pantolon yahut uzun - geniş
külot) satın almıştır. Görünen o ki, bunu giymek için satın almıştır. Birçok
hadiste sirval giydiği rivayet edilmiştir. Sahabiler de O'nun izniyle sirval
giyerlerdi.
Mest ve
"tasume" adlı ayakkabı giymiştir. Yüzük takınmıştır. "Yüzüğü sağ
eline mi, sol eline mi takmıştır?" Bu konuda hadisler arasında ihtilaf
vardır. Ama hadislerin hepsi de sahih senedlidir.
"Huze = tolga"
adlı bir miğfer ve "zerdiyye = örgülü zırh" adında bir zırh
giyinmiştir. Uhud savaşında iki zırhı üstüste birbirine geçirerek giyinmiştir.
Sahih-i Müslim'de
rivayet edildiğine göre Hz. Ebu Bekir'in kızı Esma: "İşte bu, Allah
Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cübbesidir." demiş ve ipek cepli
ön ve arkasının aşağı kısmındaki yırtmaçları ipek olan İran hükümdarlarına has
kalın şal cübbe çıkarttı. Ardından şunları söyledi: "Bu, vefatına kadar
Aişe'nin yanında idi. O vefat edince ben aldım. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bunu giyerdi. Şimdi ise biz, şifa bulmaları dileğiyle
hastalar için yıkıyoruz."
İki yeşil abası, bir
siyah elbisesi, keçeden kırmızı bir elbisesi ve bir yün elbisesi vardı. Gömleği
pamuktan olup kısa boylu, kısa yenli idi. Heybe gibi sarkan şimdiki uzun -
geniş yenli elbiseleri ne Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ne de
ashabından herhangi biri giymiştir. Bunlar, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) sünnetine aykırıdır. Bu şekil elbiselerin giyiminin caizİiğine şüphe
ile bakılır. Çünkü bunlar kibir cinsindendir.
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) en çok sevdiği elbise gömlek ve hıbere idi.
Hıbere, kırmızı desenleri bulunan (pamuk veya ketenden mamul) bir tür abadır.
En çok hoşlandığı renk
beyaz idi. Buyurur ki: "Elbiselerinizin en hayırlısı beyaz olanıdır. Beyaz
giyinin ve ölülerinizi onunla kefenleyin, " Sahih'ae rivayet edildiğine
göre Hz. Aişe, bir keçe elbise ve kalın bir izar çıkarmış ve: "Allah
Rasuİü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ruhunu bu ikisi içinde teslim etti"
demistir.
Altın bir yüzük
takınmış, sonra çıkarıp atmış ve altın yüzük kullanmayı yasaklamıştır. Sonra
gümüş yüzük takınmış ve onu yasaklamamıştır. Ebu Davud'un, Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yasakladığı şeyleri anlatırken: "Devlet
başkanı dışındaki insanların yüzük kullanmasını yasakladı" ifadesine
gelince bu hadisin durumunu ve sebebini bilmiyorum. En iyi bilen Allah'tır.
Yüzüğünün kaşını
avucunun içine gelecek şekilde takardı. Tirmizı, Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) tuvalete girdiği zaman yüzüğünü çıkardığını rivayet edip, bu
rivayetin sahih olduğunu söylüyor. Ebu Davud ise hadisi münker;. Sayıyor.
Ne Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), ne de ashabından birinin taylesan O şal,
pelerin) giyindiği nakledilmiştir. Aksine Sahih-i Müslim'de, Enes b. Malik'den
rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
Deccal'i anlatırken: "Onunla beraber, üzerlerinde şal bulunan yetmiş bin
Isfahan yahudisi çıkacak" demiştir. Enes, üzerlerinde şal bulunan bir grup
insan gördü ve "Hayber yahudilerine ne kadar da benziyorlar!" dedi.
Bu yüzden selef ve haleften bir grup alim, şal giyilmesini mekruh saymışlardır.
Zira Ebu Davud'un ve Müstedrek\t Hakim'in İbn Ömer'den rivayet ettikleri bir
hadiste Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Kim bir kavme
benzerse, o da onlardandır'' Tirmizi'nin rivayet ettiği hadiste de:
"Bizden başka bir kavme benzeyen bizden değildir" buyurmuştur.
Hicretin anlatıldığı
hadiste Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gündüzün sıcağında Hz.
Ebu Bekir'in yanına, başına (maske gibi) bir bürgü geçirerek gelmesi ise Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) o saat gizlenmek için yaptığı
birşeydi. İhtiyaçtan dolayı yapmıştı. Yoksa başına bürgü bürünmek adeti değildi.
Maamafih Enes, Hz, Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) başörtüsünü çokça
kullandığını da rivayet etmektedir. Allah daha iyi bilir ya, Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu yalnızca sıcak vb. durumlar gibi ihtiyaçtan
ötürü yapmıştır. Hem başörtüsü kullanmak şal bürünmek demek değildir.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ashabı çoğunlukla pamuk dokuma giyerlerdi. Yün
ve keten dokuma giydikleri de olurdu. Şeyh Ebu İshak el-Isbahani'nin sahih
senedle Cabir b. Eyyub'dan rivayetine göre Salt b. Raşid, üzerinde yün cübbe,
yün izar ve yün sarıkla Muhammed b. Sirin'in huzuruna girdi. Muhammed ondan
tiksindi ve şunları söyledi: "Sanıyorum bir takım kimseler yün giyip;
'Meryem oğlu İsa da yün giyinmişti' diyorlar. İtham edemeyeceğim birisi bana
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) keten, yün ve pamuk giyinmiş
olduğunu haber verdi. Peygamberimizin sünneti kendisine uyulmaya daha
layıktır." İbn Sirin bu sözlerle demek istiyor ki, bir takım insanlar
daima yün elbise giyinmenin, başka şeyden mamul elbise giymekten daha faziletli
olduğunu sanıyorlar da, bu yüzden de yün giyinmekte diretiyorlar ve kendilerini
başka elbise giymekten alıkoyuyorlar. Aynı şekilde tek tip elbise giymenin daha
iyi olacağını düşünüyorlar ve bir takım şekiller, kalıplar ve görünümler
arıyor, bunlardan dışarı çıkmayı kötülük sayıyorlar. Oysa asıl kötülük bunlarla
şartlanmak; devamlı bu şekiller, kalıplar ve görünümler içinde olmak ve bunlar
dışına çıkmamaktır.
Doğrusu yolların en
üstünü Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) açtığı, kendisinden
gidilmesini buyurduğu, teşvik ettiği ve kendisinin de devamlı izlediği yoldur.
O'nun giyecekler konusundaki tutumu kolayına geleni giyinme şeklindeydi. Bu
yüzden kimi zaman yün, kimi zaman pamuk ve kimi zaman da keten giyinirdi.
Giyindiği giyecekler:
Yemen abaları (bürd-i yemani), yeşil aba, cübbe kaftan, gömlek, şalvar, izar,
rida, mest ve ayakkabı. Kimi zaman sarığının ucunu arkasına salıverdi kimi
zaman salıvermedi. Sarığı çene altın dolardı.
Yeni bir elbise
giyindiğinde adını belirterek şu duayı okurdu:
"Allah'ım! Bu
gömleği -yahut ridayı, yahut da sarığı- sen bana giydirdin. Onun hayırlı
olmasını ve yapıldığı amaçta hayırla kullanılmasını Senden dilerim. Onun
şerrinden ve kötü amaçla yapılmışsa bu amacın şerrinden Sana sığınırım."
Gömleğini giyinirken
sağından başlardı. Siyah yünden mamul elbise giyinmişti. Nitekim Müslim, SahiH*
inde Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) üzerinde siyah yünden mamul, deseni deve eğeri resimleriyle süslü
bir elbise ile (bir sabah) dışarı çıktı." Sahihayn'da. rivayet edilen bir
hadiste Katade diyor ki: Enes'e: "Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) en çok sevdiği giyecek neydi?" diye sorduk; "Hıbere idi"
cevabını verdi. Hibere, bir tür Yemen mamulü abadır (süslü keten yahut pamuktan
imal edilir). Çünkü Arapların çoğunluk giyecekleri -kendilerine yakın olduğu
için- Yemen dokumalarından yapılırdı. Araplar eski Mısır yerlileri Kıbtilerin
dokuduğu bir tür keten dokuma olan kabati denilen giyecekte olduğu gibi zaman
zaman Şam ve Mısır'dan getirilen ithal elbiseler de giyerlerdi. Sünen-i
NesaPdeki bir rivayete göre "Hz. Aişe Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) yünden bir hırka ördü. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
onu giyindi. Terleyip yünün kokusunu hissedince çıkardı. Hoş kokuyu
severdi." Ebu Davud'un Sünen 'indeki bir rivayete göre İbn Abbas:
"Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) üzerinde olabilecek en
güzel bir hülle (-altlık ve üstlükten oluşan takım elbise) gördüm." diyor.
Nesai'nin Sünen'indeki bir rivayete göre ise Ebu: Rimse: "Allah Rasulü'nü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) üzerinde iki yeşil bürde (çubuklu kumaşı) tan
yapılmış ihram gibi bürünülen bir tür elbise, aba) olduğu halde hutbe okurken
gördüm" diyor.
Yeşil bürde diye -aynen
kırmızı hulle'de olduğu gibi- üzerinde yeşili çizgiler bulunan bürdeye denir.
"Kırmızı hülle" sözünden saf kırmızı anlayanların, "yeşil
bürde" sözünden de saf yeşil anlamaları gerekir ki, böyle) diyen hiç kimse
çıkmamıştır.
Yastığı tabaklanmış
deriden olup dolgu maddesi lif idi. Allah'ın mubah kıldığı giyeceklerden,
yiyeceklerden ve kadınlardan, zahidlik yapmak ve kendini ibadete vermek
amacıyla yüz çevirenlerin zıt kutbunda onlara karşı bir grup vardır ki, bunlar
da yalnızca en kıymetli giyecekleri giyiyor,' en hoş yiyecekleri yiyorlar; katı
giyinme ve yemeyi kibir ve böbürlenme olarak görmüyorlar. Her iki grubun
davranışı da Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tutum ve
davranışlarına aykırıdır. Bundan dolayı seleften bazıları: "Eskiler şu iki
tür şöhret elbisesini hoş görmezlerdi: 1- Lüks, 2- Adi," demişlerdir.
Sünen'de İbn Ömer'den gelen bir rivayete göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem): "Kim şöhret elbisesi giyerse. Allah ona kıyamet günü zillet
elbisesi giydirir, sonra da onun içerisinde ateşe atılır." buyurmuştur.
Kişinin bu şekil cezalandırılmasının sebebi, onun bu tür elbise giyinmekle
kibir ve böbürlenme kastını taşımasıdır. İşte bu yüzden Allah, tersi ile
cezalandırıp onu küçük düşürecektir. Nitekim elbisesini kibirinden uzatan
kimseyi de ceza olarak yerin altına geçirmiş, şimdi o, kıyamet gününe kadar
orada dibe doğru inmektedir. Sahihayn'da İbn Ömer'den gelen bir rivayette Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bir kimse çalım satarak eteklerini
yerde sürürse, Allah kıyamet günü onun yüzüne bakmaz." buyurmuştur. Sünen
de yine İbn Ömer'den gelen rivayette ise Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Giyeceklerde uzatılanlar gömlek, izar ve sarıktır. Eğer bir
kimse bunlardan birini çalım satmak için yerde sürürse Allah kıyamet günü, onun
yüzüne bakmaz." buyurmuştur. Sünedeki bir rivayete göre yine İbn Ömer:
"Allah Rasu-lü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) izar hakkında ne demişse,
aynen gömlekte de geçerlidir" demiştir.
Aynı şekilde adi elbise
giymek de bir yerde kınanmış, bir yerde övülmüştür: Şöhret ve çalım satmak için
olursa yerilmiş, tevazu ve alçak gönüllülükten giyinilmişse övülmüştür. Nitekim
pahalı elbiseler giyinmek şayet kibir, böbürlenme ve çalım satmak içinse
yerilmiş, güzelleşmek ve Allah'ın nimetini göstermek içinse övülmüştür.
Müslim'in Sahih'mdekı bir rivayette İbn Mes'ud anlatıyor: Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Kalbinde hardal tanesi ağırlığında kibir
bulunan kimse cennete giremez. Kalbinde hardal tanesi ağırlığında iman bulunan
kimse de cehenneme girmez" buyurdu. Bunun üzerine bir adam: "Ey
Allah'ın Rasulü! Doğrusu ben, elbisemin ve ayakkabımın güzel olmasını severim.
Bu da mı kibirdir?" diye sordu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) cevaben buyurdu ki: "Hayır. Allah güzeldir, güzelliği sever.
Kibir, gururdan dolayı hakkı kabullenmemek ve insanları hor görmektir.
2- Yemek Yeyişi:
Yemek konusundaki tutum
ve davranışları da böyleydi. Var olanı reddetmez, bulunmayanı araştırmazdı.
Önüne hoş yiyeceklerden ne konursa yerdi. Ancak tiksindiği birşey olursa
kendisi yemez, başkalarına da haram kılmazdı. Hiçbir zaman bir yemeğe kusur
bulmamıştır. İştahı olursa yer, olmazsa yemezdi. Nitekim alışık olmadığı için
keler yememişti. Ama ünimetin yemesini de haram kılmadı. Hatta sofrasında gözü
önünde keler yediler. :
Helva ve bal yedi;
bunları severdi. Deve, koyun ve tavuk eti, toy kuşu eti, yaban eşeği ve tavşan
eti, deniz hayvanları yedi, kebap yedi. Yaş ve kuru hurma yedi. Hem halis hem
de (su ile) karışık süt içti. Kavut (urı çorbası) içti. Bah suyla karıştırarak
(şerbet yapıp) içti. Hurma şırası içti. Hazire -süt ile undan yapılan çorba-
içti. Hıyarı yaş hurma ile yedi. Ekit (denen bir tür çökelek) yedi. Kuru
hurmayı ekmekle yedi. Ekmeği sirke İle yedi. Serid -etli ekmek- yedi. Eritilmiş
iç yağı yedi. Ciğer kebabından yedi. Pastırma yedi. Kabak yemeği yedi; bu
yemeği severdi. Haşlama yedi. Etli ekmeği eritilmiş sade yağa banıp yedi.
Peynir yedi. Ekmeği zeytin yağına banıp yedi. Kavunu yaş hurma ile birlikte
yedi. Kuru hurmayı tereyağıyla yedi; bunu severdi.
Lezzetli ve has olanı
geri çevirmez, onu elde etmek için de çabalamazdı. Hazır bulduğunu yemek O'nun
tutumuydu. Şayet yemek bulamazsa sabrederdi. Hatta açlıktan karnına taş
bağladığı olurdu. Hilal görülür, hilal görülür, hilal görülürdü (yani aylar
geçerdi) de evinde ateş yandığı ölmazdı. Çoğunlukla yemeğini yere serdiği meşin
bir sofra üzerine kordu.
Üç parmağıyla yemek yer,
yemeğini bitirince parmaklarını yalardı. Bu tutum, yemek yiyenlerin
yapabilecekleri en mükemmel bir tutumdur. Çünkü kibirli kimse bir tek parmağı
ile yer, açgözlü ve hırslı kimse ise beş parmağı ile yer, avucuyla da (ağzına)
basar.
Dayanarak yemek yemezdi.
Dayanmaksa türlüdür: 1- Yana dayanmak, 2- Bağdaş kurup oturmak, 3- Bir eline
dayanıp diğeriyle yemek. Her üç türü de kötülenmiştir.
Yemeğin başlangıcında
besmele çeker, sonunda da hamdederdi. Yemeği bitirince şu duayı okurdu:
"Ey Rabbimiz! Hoş,
mübarek, kifayet olunmamış, talebinden vazgeçilmemiş ve müstağni kahnamayan bir
hamd ile sana çokça hamdederiz."
Bazan şu duayı okurdu:
"Yediren, fakat yedirilemeyen; lütfedip bizi doğru yola eriştiren, bizi
yediren - içiren, her türlü güzel imtihanlarla bizi imtihan eden Allah'a
hamdolsun.
Bize yemekten yediren,
sudan içiren, bizi çıplakken giydiren, şaşkınlık ve sapıklıktan kurtarıp doğru
yola ileten, görmeyen gözümüzü görür yapan ve bizi yarattığı varlıkların pek
çoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun.
Hamd, alemlerin Rabbi
Allah'a." Bazan da şu duayı okurdu: "Yediren, içiren, kolaylıkla
boğazdan geçiren (ve bir çıkış yolu ya tan) Allah'a hamd olsun."
Yemeğini bitirince
parmaklarını yalardı. (Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile|
ashabının) ellerini silecekleri (ayrıca) elbezleri yoktu. Her yemek
yediklerinde ellerini yıkama alışkanlıkları da yoktu.
Çoğunlukla oturarak su
içerdi. Hatta ayakta içmekten menetmişti. Bir keresinde kendisi ayakta içti.
(O'nun bu tutumunu yorumlayanlardan) bir kısmı bu davranışı, yasağı yürürlükten
kaldırmak içindi; bir kısmı da: Hayır. Her iki şekil içmenin de caiz olduğunu
göstermek için böyle yapmıştı, diyorlar. Allah daha iyi bilir ya, görülen o ki,
bu özel bir hadise idi, bir özürden dolayı ayakta içmişti. Anlatılan hikayenin
akışı da bunu göstermektedir. Zira Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
zemzem kuyusuna geldiğinde, oradan su çekiyorlardı. Kovayı aldı ve ayakta içti.
Bu konuda doğru olan
şudur: Ayakta içmek yasaklanmış, oturmaya engel bir özür bulunursa caiz
sayılmıştır. Böylece bu konudaki hadislerin arası uzlaştınlmış olur. En iyi
bilen Allah'tır.
Kendisi içtiğinde,
solunda daha büyük birisi bulunsa da, bardağı sağındakine uzatırdı.
3- Ailesiyle Hoş Geçimi:
Sahih senedle Enes'ten
(r.a.) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Dünyanızdan bana kadınlar ve hoş koku sevdirildi. Gözümün aydın olması
namaza bağlı kılındı" buyurmuştur. Hadisin metni bu şekildedir.
"Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi." şeklinde rivayet eden
yanılmıştır. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "üç şey"
tabirini kullanmamıştır. Çünkü namaz, izafe edildiği dünya işlerinden değildir.
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) en çok sevdiği şey, kadınlar ve
güzel koku idi. Bir gece içinde hanımlarını dolaşırdı. Kendisine cinsel ilişki,
vs. konularda otuz erkek gücü verilmişti. Allah, bunlardan Hz. Peygamber'e
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ümmetinden hiç kimseye mubah kılmadığı miktarını
mubah kılmıştır.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) geceleme, yanında kalma ve nafaka konularında
hanımları arasında eşitliğe uyardı. Sevgi konusuna gelince: "Allah'ım!
Gücümün yettiği konularda işte taksimim. Gücümün yetmediği konularda beni
kınama." buyurmuştur. Deniliyor ki, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) gücünün yetmediğini söylediği şeyler sevgi ve cinsel ilişkidir. Bu
konuda eşit davranma farz değildir. Çünkü bu, güç yetirilemeyecek
hususlardandır. Hanımları arasında bu şekil taksimle eşit davranması ona farz
mıydı, yoksa bu taksime gerek duymadan onlarla istediği gibi hoşça geçinebilir
miydi?
Fakihler bu konuda
farklı iki görüş ileri sürmüşlerdir.
Ümmetin en çok hanıma
sahip olanı o idi. İbn Abbas: "Evlenin, kü bu ümmetin en hayırlısı, hanımı
en çok olandır" diyor.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) boşama, ric'at ve bir ay süreli ila yapmıştır.
Ama asla zıhar yapmamıştır. "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
zıhar yaptı" diyen büyük bir hata işlemiştir. Burada uyarmak için bu
meseleye değindim ki, böylece bu sözü söyleyen kişinin Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hakkında, Allah'ın onu düşmekten koruduğu birşeyi
yaptı demesinin ve işlediği hatanın çirkinliğinden haberdar olunsun.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hanımlarına karşı iyi davranır, onlarla iyi
geçinirdi.
Medineli müslümanların
(Ensar'ın) kızlarını küme küme Hz. Aişe'ye yollar, onunla oynamalarını isterdi.
Hz. Aişe, sakıncası olmayan birşey arzu ettiği zaman, Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) o konuda ona muvafakat gösterir, yardım ederdi. Aişe, bir
kaptan (su) içtiği zaman kendisi o kabı eline alır; ağzım hanımının ağzının
değdiği yere kor içerdi. Yine Aişe, kemiğin üzerindeki eti dişleriyle sıyırarak
yediğinde Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem) etli kemiği eline alır
ağzını, onun ağzının değdiği yere kor öyle yerdi. Aişe'nin kucağına yaslanır,
başı onun kucağında iken Kur'an okurdu. Bu durumda Aişe, aybaşı halinde
olabilirdi, O aybaşı halinde iken Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
ona peştemal tutunmasını söyler, sonra onunla münasebet kurardı. Kendisi oruçlu
iken onu öperdi. Hz. Aişe'ye oynama imkanını sağlaması ve Aişe kendisinin
omuzlarına dayanmış bakar bir vaziyette iken ona mescidde oynayan Habeşlileri
seyrettirmesi Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iyi huyluluğundan
ve nazikliğindendir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yolculuk
esnasında iki kere Hz. Aişe ile koşu müsabakası yaptı. Bir keresinde de evden
çıkarlarken itiştiler.
Yolculuğa çıkmak
istediği zaman hanımları arasında kura ;çeker, kimin şansına çıkarsa onu
beraberinde götürür, geri kalanlara hiçbir telafide* bulunmazdı. Alimlerin
çoğunluğunun görüşü bu yoldadır.
"En hayırlınız,
hanımına karşı en iyi davranandır. Sizler içinde ailesine en iyi davranan benim"
derdi.
Hanımlarından herhangi
birine diğerlerinin yanında elini uzattığı olurdu.
İkindi namazını kılınca
hanımlarını dolaşır, onlara yaklaşıp hal ve hatırlarını sorardı. Gece olunca
nöbet (geceleme) sırası kendine gelen hanımının odasına kapanır, bütün geceyi
ona tahsis ederdi. Hz. Aişe diyor ki: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) hanımları arasında yaptığı paylaştırmada onların yanında eğleşme
konusunda bizi birbirimizden üstün tutmazdı. Çok nadir günler dışında hepimizi
dolaşır, nöbet sırası gelen hanımına varıncaya kadar her hanımına cinsel
münasebet kurmaksızın yaklaşır, nöbet sırası gelen hanımına gelince onun
yanında geceyi geçirirdi. "
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) dokuzuncu hanımı hariç olmak üzere sekiz hanımı
arasında geceleme taksimi yapardı. Sahih-i Müstim'de Ata'nın: "Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geceleme taksimine katmadığı hanımı
Safiyye Binti Huyey idi." dediği rivayet edilmekte ise de bu Ata'nın
-Allah ona rahmet etsin- bir yanılgısıdır. Çünkü bu hanımı Sevde olacaktır.
Sevde yaşlanınca, nöbet sırasını Hz. Aişe'ye bağışladı. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hz. Aişe'ye hem kendisinin gününü, hem de
Sevde'nin gününü tahsis eder, bu iki günde geceyi onunla geçirirdi. Allah daha
iyi bilir ya, bu yanılgının sebebi şu olsa gerektir: Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bir konuda Safiyye'ye öfkelenmişti. Bu olay üzerine Safiyye,
Hz. Aişe'ye: "Sen, Allah Rasulü'nü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) benden
hoşnut edebilir misin, sana günümü bağışlayayım?" demiş, o da:
"Evet" demişti. Hz. Aişe, Safiyye'nin günü gelince, Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanıbaşına oturdu. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Benden uzak dur, Aişe. Bugün senin günün
değil" dedi. Hz. Aişe: "Bu Allah'ın bir lutfudur, kime dilerse
verir" diyerek olayı anlattı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
de ondan hoşnut oldu. Safiyye, yalnızca o gününü ve özel olarak o geceki nöbet
sırasını bağışlamıştı. Böyle olduğu belirginlik kazanmaktadır. Aksi halde Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hanımlarından yedisine taksim yapmış
olur ki, bu, sekizine taksim yaptığı yolunda gelen ve sahihliğinde şüphe
bulunmayan hadise aykırı düşer. En iyi bilen Allah'tır.
Soru: Böyle bir olay
ikiden fazla hanımı bulunan birinin başına gelse; hanımlarından biri kendi
gününü bir diğerine bağışlasa, koca, kendisine bağış yapılan hanımının asıl
gecesi ile bağışlanan gecesini -bağışlayanın gecesi onun gecesini takip eden
gece olmasa da- ardarda getirebilir mi, yoksa ona bağışlanan geceyi
bağışlayanın hakkı olan belli gece de mi geçirmesi gerekiyor?
Cevap: Bu konuda Ahmed
vs.'nin mezheplerinde iki ayrı görüş vardır. (Yani soru içinde geçen iki ayrı
görüş değişik alimlerce benimsenmiştir).
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gerek gecenin sonunda, gerekse evvelinde hanımına
yaklaşırdı. Gecenin evvelinde cinsel ilişki kurduğunda bazan gusledip uyur,
bazan da abdest alıp uyurdu. Ebu İshak es-Sebii, Esved yoluyla Hz. Aişe'nin:
"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu durumda bazan da hiç suya
dokunmadan uyurdu"dediğini aktanyorsa da bu, hadis imamlannca bir yanılgı
olarak değerlendirilmektedir. Tehzibu Sünen-i Ebi Davud adlı eserimizde bu
konuyu ve hadisin illetlerini ve problem olan yanlarını doyurucu bir açıklama
ile sunduk.
Hanımlarını bir tek
gusülle dolaşırdı. Bazan da herbirinin yanında guslederdi. Hem onu, hem bunu
yapmıştır.
Geceleyin yolculuktan
dönüp şehre girdiği zaman kendisi ailesinin yanına girmez, başkalarını da
ailelerinin yanına girmekten menederdi.
4- Uyuması ve Uyanışı:
Kimi zaman yatakta, kimi
zaman post üzerinde, kimi zaman hasır üzerinde, kimi zaman yerde, kimi zaman
zinetlerle bezenmiş divan üzerinde ve kimi zaman da siyah kilim üzerinde
uyurdu. Abbad b. Temim, amcasının şöyle dediğini aktarır: "Allah
Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) mescidde bir ayağını diğerinin üzerine
koyarak arkası üstü yattığını gördüm. "
Yatağı tabaklanmış deri
olup dolgu maddesi lif idi. Bir kıl keçesi (yahut abası) vardı, onu ikiye
katlar üzerinde uyurdu. Bir gün dörde katladılar. (Ertesi gün) bundan
menederek: "İlk haline çevirin. Bu gece beni namazdan alıkoydu"
buyurdu. Sözün özü, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yatakta uyudu,
üzerini yorganla örttü ve hanımlarına da; "Ben -Aişe dışında- sizlerden
biriyle bir yorgan altında iken Cebrail bana gelmedi" dedi.
Yastığı tabaklanmış deri
olup dolgu maddesi de lif idi. Uyumak için yatağına yattığında:
Bilal gelir, onu namaza
çağırırdı. Kalkar, guslederdi. Ben de, başından suyun akışını seyrederdim.
Sonra dışarı çıkıp mescide gider, sabah namazını kıldırırken sesini
işittirirdi. Sonra da orucuna devam ederdi." Mutarrif diyor ki: Amir'e:
"Ramazan'da mı?" diye sordum. "Evet. İster Ramazan'da olsun, ister
başka zaman." cevabını verdi. Hadisin senedi sahihtir. Bu anlatılanlara
bakarak müellifin, bu hadisin, hadis ımamlarmca yanılgı olarak
değerlendirildiği iddiasının bir hata olduğunu anlarsın.
"Senin adınla,
Allah'ım! Dirilirim, ölürüm." derdi. Avuçlarını birleştirir, içlerine
üfler ihlas, Felak ve Nas surelerini okur, sonra bedeninin ön kısımlarından,
başı ve yüzünden başlamak üzere avuçlarını vücudunun sürebildiği yerlerine
sürerdi. Bunu üç kere yapardı.
Sağ yanı üzerine yatar
uyur, sağ elini sağ yanağının altına kor sonra: "Allah'ım! Kullarını
yeniden dirilteceğin günde beni azabından koru." ye dua ederdi.
Yatağına girdiğinde
şöyle derdi: "Bizi yediren içiren, bizi koruyan, bize sığınak olan Allah'a
harrid olsun. Nice kimseler var ki, kendisine yeterli olacak, onu koruyacak,
barındıracak kimsesi yoktur." Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir!
Yatağına yattığında şu
duayı okuduğu da rivayet edilmiştir: "Göklerin ve yerin Rabbi, yüce Arş'ın
Rabbi, bizim ve herşeyin Rabbi, daneyi, çekirdeği filizlendiren, Tevrat'ı,
İncil'i ve Furkan (Kur'an)'ı indiren Allah'ım! Perçeminden yakaladığın her
şerli varlığın şerrinden Sana sığnırım. İlk Sensin, Senden önce hiçbir şey
yoktur. Son Sensin, Senden sonra hiçbir şey yoktur. Varlığın aşikardır. Senden
daha aşikar hiçbir şey yoktur. Senin mahiyetin gizlidir, Senden daha gizli
yoktur. Bizim borcumuzu Öde, fakirlikten bizi zenginleştir."
Geceleyin uykusundan
uyandığı zaman şu duayı okurdu:
"Senden başka tanrı
yoktur. Seni her türlü eksiklikten tenzih ederim. Allah'ım! Günahımı bağışlamam
diler, merhametini isterim. Allah'ım! İlmimi artır. Beni doğru yola iletmişken
kalbimi eğriltme. Katından bana rahmet bağışla. Şüphesiz sen sonsuz bağışta
bulunansın."
Uykudan uyanınca:
"Bizi öldürdükten
sonra dirilten Allah'a hamd olsun. Kıyamet'te O'nun huzurunda
haşrolacağız." der, sonra dişlerini misvaklar ve zaman zaman da Al-i İmran
suresinin son on ayetini (190-200) okur, şöyle dua ederdi:
"Allah'ım! Hamd
sana. Göklerin, yerin ve bunların içindekilerin nurusun sen. Hamd sana.
Göklerin, yeri nve bunların içindekilerin idarecisisin sen. Hamd sana. Senin
va'din haktır. Sana kavuşmak, cennet, cehennem, peygamberler, Muhammed ve
kıyamet hepsi haktır. Allah'ım! Sana teslim oldum. Sana inandım. Sana bel
bağladım, tevekkül ettim. Sana yöneldim. Şikayetim sana. Seni hakem edindim.
Yapmış olduğum ve yapacağım gizli - aşikar bütün günahlarımı bağışla. İlahım
sensin. Senden başka ilah yoktur."
Gecenin evvelinde uyur,
ahirinde kalkardı. Müslümanların işleriyle uğraştığı zamanlarda gecenin
evvelini uykusuz geçirirdi. Gözleri uyur, kalbi uyumazdı. Uyuduğu vakit,
kendisi uyanıncaya kadar başkaları O'nu uyandırmazdı. Gece (yolculukta)
istirahate çekildiğinde sağ yanı üzerine yatardı. Sabaha yakın istirahate
çekildiğinde ise elinin parmak uçlarından dirseğe kadar olan kısmını diker,
başını avucuna kordu. Tirmizi bu şekilde rivayet etmiştir. Ebu Hatim ise
Sahih'inde: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gece istirahate
çekildiğinde, sağ elini yastık yapardı. Sabaha karşı istirahate çekildiğinde
ise bileğini dikerdi." şeklinde rivayet etmiştir. Sanırım bu bir
yanılgıdır. Doğrusu; Tirmizi'nin rivayet ettiği hadistir. Ebu Hatim (bizim
istirahate çekilme diye tercüme ettiğimiz ta'ris kelimesi hakkında):
"Ta'ris yalnızca sabaha karşı olana denir" diyor.
Onun uykusu, en mutedil
ve olabilecek en faydalı uyku idi. Doktorlar diyorlar ki: Böyle bir uyku gece
ile gündüzün üçte birini teşkil eden sd saatlik uykudur.
5- Hayvana Binişi:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) atlara, develere, katırlara ve eşeklere lazan
eğerli, bazan da çıplak ata binmiştir. Bazı zamanlar atı koşturduğu da olurdu.
Hayvana çoğunlukla yalnız binerdi. Deve üzerinde iken terkisine birini aldığı
olurdu. Bazan da terkisine bir kişi, önüne bir kişi bindirir ve böylece bir
deve üzerinde üç kişi olurlardı. Erkekleri terkisine almıştır. Hanımlarından
bazısını da terkisine bindirmiştir.
Çoğunlukla bineği at ve
deve idi. Katıra gelince, bilinen o ki, yalnızca krallardan birinin kendisine
hediye ettiği bir tek katın vardı. Zaten Arap memleketinde katır yaygın
değildi. Hatta Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) katır hediye
edilince: "Atları eşeklere aştıralım mı?" diye sordular. "Bunu
ancak bilgisizler yapar" cevabını verdi.
Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) sürü sahibi idi. Yüz koyunu vardı. Yüzden fazla olmasını
istemezdi. Bir kuzu artsa, onun yerine bir başkasını (koyun) keserdi.
Cariyelere ve kölelere
sahipti. azadlı köleleri cariyelerden daha çoktu. Tirmizi'nin, el-Cami'de Ebu
Ümame ve diğer sahabilerden rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) buyurmuştur ki: "Herhangi bir kimse, müslüman bir erkeği
azad ederse; o azad edilen kişi, azad edenin cehennemden kurtuluş fidyesi olur;
azad edilenin herbir organı azad edenin bir organına karşılık olur. Herhangi
bir müslüman kişi müslüman iki kadını azad ederse, o kadınlar, onun cehennemden
kurtuluş fidyesi olurlar; onların iki organı, onun bir organına karşılık
olur." Tirmizi: "bu hadis sahihtir" diyor. Bu hadis de gösteriyor
ki, erkek kölenin azad edilmesi daha faziletlidir ve aynı zamanda iki cariye
azadına bedeldir. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) azadlılarının
çoğunluğunu erkek köleler oluştururdu. İşte kadının» erkeğin yarısı olduğu beş
yerden birisi budur. ikincisi, akikadır; çünkü alimlerin çoğunluğuna göre kız
için bir, erkek için iki kurban kesilir. Bu konuda pekçok sahih ve hasen hadis
vardır. Üçüncüsü, şahitlik: Zira iki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliği
demektir. Dördüncüsü miras ve beşincisi diyettir.
6- Alişverişi ve Bazı
Muameleleri:
Allah Rasülü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) alım-satım işleri yapmıştır. Allah Teala'nın kendisine
Peygamberlik görevini ihsan etmesinden sonraki satın alımı, satımından daha
çoktu. Hicretten sonra da bir kase ile atın eğeri altına çekilen bir çulu fazla
fiyat verene satması. Ebu Mezkur'un müdebber kölesi ( = efendisi ölünce
hürriyete kavuşacak olan) Yakub'u satması, zenci bir köleyi iki köle karşılığı
satması gibi çoğunluğu başkası adına olan birkaç olay dışında hemen hemen satım
yaptığı bilinmemektedir. Ama satın alımı çoktur.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hem kiraya vermiş, hem kiralamıştır. Kiralaması,
kiraya vermesine göre daha çok olmuştur. O'ndan bu konuda bize intikal eden
yalnızca peygamberlikten önce ücretle sürü gütmesi ve bir yolculuğu sırasında
Hz. Hatice'nin malını Şam'a ücretli götürmesi olaylarıdır. (Bilinen, yalnız bu
olaylarda emeğini kiraya verdiğidir).
Şayet akit, mudarebe
(emek - sermaye ortaklığı) akdi ise, bu akitte mudarib olan (emeğini ortaya
koyan) kimse hem emin el, hem işçi, hem vekil, hem de ortak durumundadır. Şöyle
ki, malı teslim alınca emin el, malda tasarruf edince vekil, doğrudan doğruya
kendisinin yaptığı işlerde işçi ve kar elde edilirse ortak durumuna geçer.
Hakim, Müstedrek'inde Rebi b. Bedr yoluyla Ebu'z-Zübeyr'den Cabir'in şöyle
dediğini aktarır: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Hatice b.
Huveylid adına Ceraş'a her yolculuk genç bir dişi deve karşılığı olmak üzere
ücretle iki yolculuk yaptı." Hakim "Hadisin isnadı sahihtir"
diyor.
Nihaye adlı eserde
deniyor ki: "Curaş" Yemen'deki konaklama yerlerindendir.
"Ceraş" ise Şam bölgesinde bir beldedir.
Ben derim ki: Hadis
sahihse, Şam'da bir belde olan Ceraş olması gerekir. Ama hadis sahih değildir. Çünkü
senedde geçen Rebi b. Bedr, Uleyle adlı kişidir. Onu hadis imamları zayıf
saymışlardır. Nesai, Darakutni ve el-Ezdi, onun metruk olduğunu söylemişlerdir.
Herhalde Hakim, onun, Talha b. Ubeydullah'ın azadlısı Rebi b. Bedr olduğunu
sanmıştır.
Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ortaklık yapmıştı ve ortağı huzuruna gelince ona: "Beni
tanımıyor musun?" diye sormuş, o da: "Sen ortağım değil miydin? Hem
de ne hoş ortaktın. Aldatmaz ve münakaşa etmezdin" demişti.
Metinde geçen
"aldatmazdın" kelimesinin kökü, hakkı savunma anlamındaki müdarae de
olabilir, en güzel şekilde savuşturma anlamındaki müdara da olabilir.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hem kendisine vekil tayin etmiş, hem de kendisi
başkasına vekil olmuştur. Yalnız vekil tayini, vekil olmasına oranla daha
çoktur.
Hediye vermiş, hediye
kabul etmiş ve hediyenin karşılığını vermiştir. Bağış yapmış, bağış kabul
etmiştir. Seleme b. Ekva'nın payına ganimetten bir cariye düşmüştü. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), ona: "Bunu bana bağışla"
buyurmuş, o da bağışlamıştı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) o
cariyeyi müslüman esirleri kurtarmak için Mekkeli müşriklere fidye olarak
vermişti.
Gerek rehin karşılığı,
gerek rehinsiz borç almıştır. Hem ödünç aldığı; olmuş, hem de gerek peşin,
gerekse veresiye alışverişte bulunmuştur.
Rabbinden bir takım
amellere karşı özel bir kefalet (garanti) almış| ve kim o amelleri işlerse, o
kişinin cennete gitmesine kefil olacağım bildirmiştir. Umumi olarak, vefat edip
de geride borcunu karşılayacak mal bırakmayan müslümanların borçlarına kefil
olmuş, onları kendisinin Ödeyeceğini söylemiştir. Deniliyor ki; bu hüküm, Hz.
Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem)i sonra gelen devlet başkanları
(imam, halife) için de geçerli umumi bir hükümdür. Bundan dolayı sultan, geride
borcunu karşılayacak mal bırakmayan müslümanların borçlarının kefilidir; bu
borçları hazineden öder. Diyorlar ki, bir müslüman öldüğünde varisi bulunmazsa
nasıl ki onun varisi sultan olur (yani mal hazineye kalır), tıpkı bunun gibi
müslüman kişi borçlu ölüp de borcunu karşılayacak mal bırakmazsa onun borcunu
sultan öder. Yine böyle hayatta iken kendisinin nafakasını (geçimini) temin
edecek kimsesi bulunmayan kişinin nafakasını sultan temin eder.
Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), sahibi bulunduğu bir arazisini vakfedip Allah luna sadaka
olarak bağışladı.
Hem kendisi arabuluculuk
yaptı, hem de araya aracılar sokularak kendisine müracaat edildi. Berire adlı
kadın, ayrıldığı kocası Muğis'e geri dönmesi için Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) tarafından yapılan arabulucuk girişimini! reddetti.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona ne kızdı, ne de onu azarladı.
İşte en güzel örnek, işte önder!
Seksenden fazla yerde
yemin etti. Allah Teala, şu üç yerde ona yemin etmesini buyurdu:
1- "O (sonsuz azap)
gerçek midir?" diye senden sorarlar. De ki: "Evet, Rabbime yemin
ederim, o şüphesiz gerçektir. "[Yunus, 53]
2- Kafirler: "Bize
kıyamet gelmeyecektir" dediler. De ki: "Hayır öyle değil. Rabbime
yemin ederim, muhakkak başınıza gelecektir."[Sebe, 3]
3- İnkar edenler, tekrar
dirilmeyeceklerini ileri sürerler. De ki: "Hayır, dediğiniz gibi değil.
Rabbime yemin ederim, şüphesiz diriltileceksiniz ve sonra yaptıklarınız size
bildirilecektir. Bu, Allah'a kolaydır."[Tegabun, 7]
Kadı İsmail b. İshak,
Ebu Bekr Muhammed b. Davud ez-Zahiri ile müzakerede bulunur, ama ona fakih
demezdi. Bir gün, Ebu Bekr ile hasmı olan bir adam Kadı İsmail'in huzuruna
mahkemeye çıkarlar. Ebu Bekr b. Davud'a yemin yöneltilir. Ebu Bekr tam yemin
etmeye hazırlanırken Kadı İsmail: "Yemin edecek misin? Senin gibi birisi
hiç yemin eder mi, ey Ebu Bekir?" der. O da: "Beni yemin etmekten
alıkoyan ne? Allah Teala kitabının üç yerinde Peygamberine yemin etmesini
emrediyor!" diye karşılık verdi. Kadı: "Onlar nerede?" diye
sorunca, Ebu Bekir hepsini teker teker sıraladı. Bu Kadı İsmail'in çok hoşuna
gitti ve o günden sonra ona fakih diye hitap eder oldu.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kimi zaman yemin ederken (inşallah diyerek)
istisna yapar, kimi zaman (herhangi bir sebeple geri almak istediğinde)
yeminine keffaret öder, kimi zaman da yeminini sürdürürdü. İstisna, yeminin bir
tasarruf olarak gerçekleşmesini engeller; keffaret ise yapılan yemini çözer. Bu
yüzden Allah keffareti, "tehılle = çözüm" diye adlandırmıştır.[Nisa,
43; Maide, 6]
Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) şakalaşır ve şakasında yalnız hakikati söylerdi. Tevriyeli
konuşur, ancak tevriyesinde yine yalnız hakikati söylerdi. Mesela bir yöne
doğru yola çıkmak istediğinde o yönle doğrudan ilişkili olmayan "Yolu
nasıldır? Suları, güzergahı nasıldır?" gibi sorular sorardı.
Hem kişilere danışmanlık
yapar yol gösterir, hem de kendisi bir iş yapacağı zaman başkalarına danışırdı.
Hastalananı ziyaret eder, cenazeye katılır, davete icabet eder; dul kadınların,
düşkün, yoksul kimselerin ihtiyaçlarını gidermek için onlarla birlikte giderdi.
Kendisini öven bir şiir
(methiye) dinledi ve onun mükafatını verdi. Ancak O'nun hakkında söylenen
methiyeler, gerçekten O'nun öğülecek yönlerine oranla çok cüz'i kalmaktadır.
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hakikate karşılık olmak üzere
mükafaat vermiştir. O'ndan gayrı insanların övgüsü çoğunlukla yalanla dolar. Bu
yüzden Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem) meddahların ( =
dalkavukların) yüzlerine toprak serpilmesini buyurmuştur.
Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bizzat koşu yarışı yaptı ve güreşti. Kendi eliyle
ayakkabısını onardı ve yine kendi eliyle elbisesini yamadı, kovasını tamir
etti, koyununun sütünü sağdı, elbisesini temizledi, ailesinin ve kendisinin
hizmetini gördü. (Hicretten hemen sonra) mescit yapılırken diğer müslümanlarla
birlikte kerpiç taşıdı. Kimi zaman açlıktan kimi zaman tokluktan karnına taş
bağladı. Hem misafirliğe gitti, hem de evinde misafir ağırladı.
Başının ortasından ve
ayağının üst tarafından kan aldırdı. Omuzlan arasından ve iki boyun damarından
da kan aldırdı. Hastalanınca tedavi oldu. Hastayı dağladı, ama kendisi
dağlanmadı. Okuyarak tedavi yaptı, ama kendisini başkasının okumasını istemedi.
Hastaya kendisine zarar verecek şeyleri yemesini yasakladı (perhiz verdi).
Tıbbın usulü üçtür: 1-
Perhiz, 2- Hıfzussıhha (koruyucu hekimlik), 3- Zarar veren maddeyi boşaltmak.
Allah, hem O'nun için, hem de ümmeti için kitabının üç yerinde bütün bu
prensipleri şu şekilde topladı:
1- Zarar verir
korkusuyla hastayı su kullanmaktan men etti:
"Şayet hasta veya
yolculukta iseniz ya da tuvaletten gelmişseniz yahut da kadınlara
yaklaşmışsanız ve su bulamamışsanız temiz bir toprağa teyemmüm edin." Görüldüğü
üzere bu ayette teyemmümü suyu bulamayana mubah kıldığı gibi hasta için de
mubah kılmıştır.
2- Sağlığı korumaya
yönelik olarak da şöyle buyuruyor: "Hastalanır yahut yolculukta olursanız,
tutamadığınız günler sayısınca diğer günlerde tutarsınız."[Bakara, 181]
Allah Teala, bu ayette, yolculuk meşakkatine bir de orucun meşakkatleri
katılarak yolcunun güç ve sağlığını zayıflatmamak ve sağlığını korumak amacıyla
ona Ramazan'da orucu yemeyi mubah kılmıştır.
3- Zararlı maddeyi
boşaltmaya yönelik olarak ihramlı kişinin başını tıraş ettirmesi konusunda ise
şöyle buyuruyor: "İçinizde hasta olan veya başından rahatsız bulunan varsa
fidye olarak ya oruç tutsun, ya sadaka versin ya da kurban
kessin."[Bakara, 196] Görüldüğü üzere hasta olan veya başında bir rahatsızlık
bulunan ihramlı kimsenin başını tıraş etmesini ve Ka'b b. Acra'nın başına
geldiği gibi bitlenmeye yahut hastalığa neden olan pis kokuları ve zararlı
maddeleri gidermesini mubah kılmıştır.
İşte bu üçü tıbbın
prensipleri ve usulüdür. Böylece Allah (c.c), kullarına merhamet, ihsan ve
şefkat olsun diye perhiz verme, sağlıklarını koruma altına alma ve zarar veren
maddelerden arındırma gibi benzeri konularda, kendisinin kulları üzerindeki
nimetine dikkat çekmek için bu prensip ve usullerin her cinsinden birşey
zikretmiştir. O, çok şefkatli ve çok merhametlidir.
7- Muamelelerindeki
Tutumu:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) en iyi muamelede bulunan insandı. Bir borç
aldığında öderken aldığı şeyden daha iyisini verirdi. Herhangi bir kimseden
borç aldığında borcunu öder ve o kimse için dua eder, derdi ki: "Allah
ailenin ve malının bereketini versin. Borcun karşılığı yalnızca teşekkür ve
ödemektir."
Bir adamdan 40 sa' borç
aldı. Ensar'dan olan bu adam ihtiyaç duydu, Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) geldi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Henüz bize
birşey gelmedi" dedi. Bunun üzerine adam laf etmek isteyince, Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "İyilik dışında bir şey söyleme. Ben borç
alanların en hayırlısıytm." buyurdu ve adama kırkı borç karşılığı, kırk da
fazladan olmak üzere seksen (sa') verdi. Bu olayı Bezzar rivayet etmiştir.
Bir deve ödünç almıştı.
Sahibi borcunu almak üzere geldi. Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
ağır sözler söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) arkadaşları adamı haklamak istediler. Fakat Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Bırakın, onu. Hak sahibinin söz söylemeye hakkı
vardır" buyurdu.
Bir keresinde birşey
satın aldı. Ancak yanında verecek parası yoktu. Kendisine kar teklif edilince o
şeyi sattı, karını Abdülmuttalib oğullarının dullarına sadaka olarak verdi ve
"Bundan sonra yanımda alacak para olmadan birşey satın atmam"
buyurdu. Hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir. Bu hadis bir müddete kadar zimmette
(borçlanarak) alışveriş yapmaya çelişik düşmez. Çünkü o başka, bu başka şey...
Bir alacaklısı Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) borcunu istemeye geldi ve sert
konuştu. Bunun üzerine Ömer b. Hattab, adamı haklamak istedi. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ağır ol, ey Ömer! Ben, bana borcumu
ödememi emretmene; o da kendisine sabrı emretmene daha muhtaç" buyurdu.
Bir yahudi Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir müddete kadar veresiye birşey
sattı. Yahudi daha müddet dolmadan parasını almaya geldi. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Müddet dolmadı" dedi. Yahudi:
"Ey Abdülmuttalib oğulları! Siz gerçekten borcunuzu oyalayıp
geciktiriyorsunuz." dedi. Bunun üzerine ashab adamı haklamak istediler. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara engel oldu. Bu durum ancak O'nun
yumuşak huyluluğunu artırdı. Bunu gören yahudi: "O'nda Peygamberlik
alametlerinden hepsini bildim, gördüm. Yalnız biri kalmıştı. O da kendisine
karşı yapılan aşırı cahilane tavırların, ancak onun yumuşak huyluluğunu
artırmasıydı. Onu da bilmek istedim." dedi ve yahudi müslüman oldu.
8- Yalnız Başına ve
Arkadaşlarıyla Birlikte Yürüyüşü:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yürürken vücudu dik yürürdü. En hızlı, en güzel
ve en sakin yürüyen insan o idi. Ebu Hureyye anlatıyor: "Allah Rasulü'nden
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) daha güzel birşey görmedim, sanki güneş yüzünde
yüzerdi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'nden daha hızlı yürüyen bir
kimse görmedim; sanki yer ayaklarının altında durulurdu. Aldırmadan yürür
gider, biz ise (ona yetişelim diye) kendimizi zorlardık". Hz. Ali b. Ebi
Talib (r.a.): "Allah Rasulü s.a.) yokuştan aşağı iniyormuşcasına vücudu
dik bir vaziyette yürürdü." diyor. Yine Hz. Ali bir keresinde "Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yürüdüğü zaman takallu ederdi"
demiştir. Takallu, yokuştan inen biri gibi tamamen yerden yukarı doğrulmak
demektir ki, bu yürüyüş şekli azim, himmet ve şecaat sahiplerinin yürüyüşüdür.
Yine bu en mutedil, organlar için en rahat ve hafifmeşreb, zebun ve ölümsek tür
yürüyüşlerden en uzak olan yürüyüş şeklidir. Zira yürüyen kimse ya yürürken ölü
gibi yürür, sanki yüklenilmez odun gibi bir tek stilde gider ki bu kötü, çirkin
bir yürüyüş şeklidir; ya densiz deve gibi bir o yana bir bu yana çalkanarak
yürür, bu da kötü bir yürüyüş şeklidir; ya da ağırbaşlı yürür. Bu son yürüyüş
şekli, Kitab'ında anlattığı üzere, Rahman'ın (has) kullarının yürüyüş şeklidir.
Allah (c.c.) buyuyor ki: "Rahman'ın kulları yeryüzünde ağırbaşlı yürürler.
"[Furkan, 63] Seleften pekçoğu bu ayeti tefsir sadedinde "Onlar
kibirli ve ölümsek değil, sekinetle vakarla yükselir. Bu Allah Rasulünün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yürüyüşüdür" diyor. Bu şekil yürümekle
birlikte yine de Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), sanki yokuştan
aşağı iniyormuş ve adeta yer ayaklarının altında dürülüyormuşcasına bir
haldedir; hatta öyle ki onunla beraber yürüyen kişi kendisini zorlar. Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ise aldırmazdı. Bu da iki şeyi gösterir.
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yürüyüşü ne ölümsekti, ne de
zebundu. Aksine onunki en mutedil yürüyüştü.
Yürüyüş on türlüdür: Üçü
yukarıda geçenler.
4. Koşma (sa'y)
5. Remel: Kısa adımlı ve
en hızlı yürüyüştür. Buna "habeb" de denir. Sahih'de Ibn Ömer'den
rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tavaf
ederken üç kere remel yapar, dört kere yürürdü.
6. Neselan: Yürüyen
kişiyi yormayacak şekilde hafif koşmak. Müsned'lerden birinde rivayet edildiğine
göre yayalar, Veda haccı sırasında Allah Rasulüne (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
yürümekten yakındılar. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de:
"Neselandan yardım isteyin" buyurdu.
7. Havzela: Salını
salını yürümek. Bu yürüyüşte, kırıtma ve züppelik vardır, deniliyor.
8. Kahkara: Arka arka
yürümek.
9. Cemeza: Yürüyen
kimsenin (kurt gibi) sıçraya sıçraya gitmesi.
10. Çalımlı yürümek
(tebahtür): Kendini beğenmiş, kibirli kimselerin yürüyüşüdür. İşte Allah (c.c),
bu şekilde kendini beğenmiş, çalım satarak yürüyen kimseyi yerin altına
geçirmişti. Şimdi o, Kıyamet gününe kadar yerin dibine geçmektedir.
Bu yürüyüş şekillerinin
en mutedili, vakarla ve vücudu dik rünen şeklidir.
Arkadaşlarıyla birlikte
yürüyüşüne gelince; kendisi arkada yürür, arkadaşları ise önünde giderlerdi.
"Arkamı meleklere bırakın" derdi. Bu yüzden bir hadiste
"Arkadaşlarını sevkederdi" denilmektedir. Kah yalınayak, kah
ayakkabılı yürürdü. Yürürken arkadaşlarıyla tek tek ve toplu yürürdü. Bir
keresinde yaptığı savaşlardan birinde yürürken parmağı kanadı ve parmağından
kan aktı. Bunun üzerine şu beyti söyledi:
"Sen yalnız kanayan
bir parmak değil misin? Allah yolunda gelmiştir başına gelen."
Seferde arkadaşlarının
gerisinden gider, güçsüz kişiyi alır, terkine bindirir ve onlara dua ederdi. Bu
rivayeti Ebu Davud nakletmiştir.
9- Oturuşu ve Yaslamşi:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gerek toprak üzerine, gerekse hasır ve halı
üzerine otururdu. Mahreme'nin kızı Kayle anlatıyor: "Allah Rasulü'nün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına geldim, kaynaklarını yere koyup
uyluklarını karnına doğru çekip dizlerini dikerek ellerini kemer gibi
inciklerinden geçirmiş bir vaziyette oturmaktaydı. Allah Rasulünü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) mütevazi, dalgın oturan biri gibi görünce korkudan
titredim." Adiy b. Hatim (Medine'ye) gelince, Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) onu evine davet etti. Cariye oturması için ona yastık verdi,
yastığı kendisi ile Adiy arasına
Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) zaman zaman sırt üstü yatıp uzandığı olurdu. Bazan ayak ayak
üzerine atardı. Yastığa dayanarak otururdu. Kimi zaman sol yanına, kimi zaman
sağ yanına yaslanırdı. Halsiz kaldığı zamanlarda dışarı çıkmak ihtiyacı
duyduğunda arkadaşlarından birine dayanarak çıkardı.
10- Tuvalet Adabı:
Tuvalete girerken şu
duayı okurdu: "Allah'ım! Görünen görünmeyen, maddi manevi bütün
pisliklerden, kovulmuş şeytandan sana sığınırım."
Çıkınca da
"Bağışla, Rabbim" derdi.
Tuvalet temizliğini bazan
su ile, bazan taşlarla, bazan da ikisini bif te kullanarak yapardı.
Yolculuk esnasında
tuvalete gideceği zaman arkadaşları tarafından görülmeyecek kadar giderdi.
Bazan iki mil kadar uzaklaştığı olurdu.
Tuvaletini yaparken
bazan yüksek bir yerin, bazan hurma ağaçlarının» bazan da vadideki ağaçların
arkasına gizlenirdi.
Sert bir yerde küçük
abdest bozacağı zaman yerden bir odun alır, toprağın nemi belirinceye kadar
onunla yeri eşeler sonra abdestini bozardı.
Küçük abdest bozmak için
yumuşak topraklı yer arardı. Çoğunlukla oturarak bevlederdi ( = küçük abdest
bozardı). Hatta Hz. Aişe: "Size kim Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ayakta bevlederdi, diye söylerse onu tasdik etmeyin. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) daima oturarak bevlederdi." demiştir. Oysa
Müslim, Sahihimde Huzeyfe'den, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
ayakta bevlettiğini rivayet etmiştir. (Bu hadis hakkında farklı yorumlar
yapılmış) kimisi
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ayakta bevletmenin caiz olduğunu göstermek için
böyle yapmıştır derken, kimisi dizinin iç yüzündeki bir ağrıdan dolayı, kimisi
de şifa olsun diye böyle yapmıştır, şeklinde yorumlar ileri sürmüştür. Şafii
(r.h.): "Araplar bel ağrısını ayakta bevletmekle iyileştirmeye çalışırlar"
diyor. Doğrusu Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu idrar
sıçramasından sakınmak, uzak durmak amacıyla yapmıştır. Çünkü o, bir kabilenin
süprüntülerini attıkları bir çöplüğe uğradığında bu şekil bevletmiştir.
Çöplerin atıldığı yere mezbele denir ve mezbele yüksek olur. Şayet bir kimse
oraya oturarak bevletse, idrarı üzerine geri döner. Oysa Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), mezbeleyi, kendisini gizleyecek tarzda, kendisi
ile duvar arasına alırdı. Elbet bu durumda ayakta abdest bozacaktır. En iyi
bilen Allah'tır.
Tirmizi, Ömer b.
Hattab'ın şöyle dediğini aktarıyor: Ayakta abdest bozuyordum, Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) beni gördü ve bana: "Ey Ömer, ayakla abdest
bozma" dedi. Ondan sonra bir daha ayakta abdest bozmadım. Tirmizi diyor
ki: Bu hadisi sadece Abdülkerim b. Ebu'l-Meharık merfü olarak rivayet etmiştir;
o da hadisçiler katında zayıftır.
Bezzar'ın Müsned'ınde ve
diğer hadis kitaplarında Abdullah b. Büreyde'den babası yoluyla gelen şu
rivayet yer almaktadır: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdular
ki: "Şu üç şey cefadır: 1- Adamın ayakta abdest bozması, 2-Namazını
bitirmeden alınım silmesi, 3- Secdede iken üflemesi." Hadisi Tirmizi
rivayet etmiş ve "Bu hadis mahfuz değildir" demiştir. Bezzar ise
"Bu hadisi Abdullah b. Büreyde'den, Said b. Ubeydullah'tan başkasının
rivayet ettiğini bilmiyoruz" demiş; ama onu cerhetmemiştir. İbn Ebi Hatim
"O (Said b. Ubeydullah) Basralı, sika, meşhur bir ravidir" diyor.
Tuvaletten çıkar Kur'an
okurdu. Tuvalette sol eliyle temizlenir; suyu ve taşı sol eliyle kullanırdı.
Vesveseye kapılanların yaptıkları gibi zekeri çekme, öksürme, sıçrama, ip
bağlama, yürüyüşe çıkma, zeker deliğine pamuk sokma ve içine su dökme, tekrar
tekrar bakıp kontrol etme, vs. bid'atlerden hiçbirini yapmazdı. Rivayete göre
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) küçük abdest bozduğu zaman zekerini
içinde idrar kalmaması için üç kere çekerdi. Ayrıca bunu emrettiği rivayet
edilmişse de, Ebu Cafer el-Ukeyli'nin dediğine göre, Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ne kendisinin bunu yaptığı ne de böyle yapılmasını emrettiği
sahihtir.
Abdestini bozarken
birisi kendisine selam verirse, onun selamını almazdı. Bunu Müslim, Sahih'inde
İbn Ömer'den rivayet etmiştir.
Bezzar, Müsned'mde bu olayda
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selamı aldığını ve sonra şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Selam verdim selamımı almadı, demenden
korktuğum İçin selamını aldım. Bir daha beni bu halde görürsen selam verme.
Çünkü selamını almam."
Bazıları bu olay
herhalde iki defa meydana gelmiştir, diyorlar. Bazıları da diyorlar ki:
Müslim'in hadisi daha sahihtir. Zira hadis, Dahhak b. Osman -Nafi- İbn Ömer
senediyle rivayet edilmiştir. Bezzar'ın hadisi ise, Abdullah b. Ömer evladından
Ebu Bekr künyeli bir adam tarafından Nafi'den, o da İbn Ömer'den naklen rivayet
edilmiştir. Bu Ebu Bekir'in, Ebu Bekr b. Ömer b. Abdurrahman, b. Abdullah b.
Ömer olduğu söylenmiş olup Malik, vs. muhaddisler ondan rivayette
bulunmuşlardır. Dahhak ondan daha sikadır.
Su ile temizlenirse
sonra elini yere sürerdi. Abdest bozmak için oturacağı vakit yere yaklaşmadan
elbisesini kaldırmazdı.
11- Fıtrat ve İlgili
Konulardaki Tutumları:
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünnetli mi doğduğu yoksa göğsünün ilk ayrıldığı
gün melekler tarafından mı sünnet edildiği yahut dedesi Abdülmuttalib'in mi
sünnet ettiği konusundaki görüş ayrılıkları yukarıda geçmişti.
Ayakkabı giyme, saç
tarama, temizlenme, birşey alıp verme konularında sağdan başlamaktan
hoşlanırdı. Yemek, içmek ve temizlik konularında sağ elini, tuvalet vb. gibi
ezayı giderme konularında ise sol elini kullanırdı.
Başının ya tamamını
tıraş ederdi, ya da tamamım bırakırdı. Bir kısmını tıraş edip bir kısmını
bırakmazdı. Hac dışında başını (tamamen) tıraş ettiği rivayet edilmemiştir.
Dişlerini misvakla
fırçalamayı severdi. Misvak kullanımında oruçlu olup olmaması farketmezdi.
Uykudan uyandığında, abdest alırken, namaz kılacağı zaman ve eve girdiği vakit
misvakla dişlerini fırçalardı. Bu iş için misvak ağacından yapılan ağaç çubuk
kullanırdı.
Çokça koku sürünürdü.
Güzel kokuyu severdi. Hamamda avret yerlerinin tüylerini dökmek için hamam otu
kullandığı söylenmektedir. Önceleri saçlarını sahverirdi. Sonra ikiye ayırdı.
İkiye ayırması saçını, her bölüm bir kakül olacak şekilde iki bölüme
ayırmasıdır. Salıvermesi ise arkasından serbest bırakması ve iki bölüme
ayırmamasıdır.
Asla hiçbir hamama
girmemiştir. Belki onu gözüyle görmemiştir de. Hamam konusunda hiçbir sahih
hadis de yoktur.
Bir sürmedanlığı vardı,
her gece uykudan önce iki gözüne de ondan sürme çekerdi. Sahabiler, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) saçına kına yakınıp yakınmadığında
ihtilaf etmişlerdir. Enes: "Kına yakınmam ıştır" derken, Ebu Hureyre
"Kına yakındı" diyor. Hammad b. Seleme, Humeyd yoluyla Enes'in:
"Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) saçım kınalı gördüm"
dediğini aktarır. Hammad diyor ki: Abdullah b. Muhammed b. Akil, bana:
"Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) saçını Enes b. Malik'in
yanında kınalanmış gördüm" diye haber verdi. Bir grup da "Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) çokça güzel koku kullandığından saçı
kızıllaşmıştı. Bundan dolayı da kına yakınmadığı halde yakınmış
zannedilirdi" diyor.
Ebu Rimse anlatıyor:
Oğlumla birlikte Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldim. Bana:
"Bu, senin oğlun mu?" diye sordu. "Evet öyledir. Ben buna
tanıklık ederim" şeklinde karşılık verdim. Bunun üzerine: "Sen onu
günaha sürüklemezsen, o da seni günaha sürüklemez" buyurdu. Baktım,
saçının akları kırmızıydı. Tirmizi diyor ki: Bu hadis, bu konuda rivayet edilen
en hasen ve en açık hadistir. Çünkü sahih rivayetlere göre Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), saçı sakalı ağaracak yaşa ulaşmamıştı.
Hammad b. Seleme, Simak
b. Harb'e dayanarak anlatıyor: Cabir b. Semüre'ye sordular: "Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) başında beyazlık var mıydi?" O
da: "Başındaki saç ayrımı yerindeki birkaç saç telinden başka O'nun
saçında beyazlık yoktu. Onların beyazlığını ise saçını yağladığı vakit yağ ortaya
çıkarırdı." karşılığını verdi.
Enes diyor ki: Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) başını ve sakalını çokça yağlar, saçının
parlaklığını artırırdı. Elbisesi sanki zeytinyağı satıcısının elbisesine
dönerdi.
Saç taramayı severdi. Saçını
bazan kendisi, bazan da Hz.Aişe tarardı. Saçı kulak yumuşağından aşağıda
omuzdan yukarıda kalacak kadar uzatırdı. Kulak yumuşağına kadar uzayan saçı
kulaklarının yumuşağını biraz aşardı. Saçı uzayınca dört örgü yapardı. Ümmü
Hani "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke'de bir keresinde
bize geldiğinde başında dört saç örgüsü vardı." diyor. Bu hadis sahihtir.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisine sunulan güze! kokuyu geri çevirmezdi.
Sahih-i Müslim'de O'nun şöyle buyurduğu sabit olmuştur: "Kendisine
fesleğen sunulan kimse onu geri çevirmesin. Çünkü o hoş kokulu, yükü hafif bir
çiçektir". Hadisin lafzı bu şekildedir. Bazıları ise bu hadisi:
"Kendisine güzel koku sunulan kimse geri çevirmesin" şeklinde rivayet
ediyor." Bu ise yukarıdaki hadis ile aynı anlamda değildir. Zira
fesleğenin -misk, anber, esans vb. güzel kokuların aksine- alınmasında pek
minnet olmaz. Çünkü onun harcanmasında tolerans adet haline gelmiştir. Ancak
Azra b. Sabit'in Sümame yoluyla Enes'ten rivayet ettiği şu hadis sabittir:
"Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) güzel kokuyu geri
çevirmezdi." İbn Ömer'in Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
rivayeyt ettiği: "Üç şey geri çevrilmez: Yastık, yağ ve süt" hadisi
ise ma'lul (illetli = kusurlu)dur. Bunu Tirmizi rivayet etmiş ve illetini
belirtmiştir. Ama ben şimdi bu konuda ne denildiğini hatırlamıyorum. Yalnız bu
hadisin Abdullah b. Müslim b. Cündüb, onun babası Müslim b. Cündüb, onun da İbn
Ömer'den gelen bir senedle rivayet edildiğini hatırlıyorum.
Ebu Osman en-Nehdi'nin
mürsel olarak rivayet ettiği hadislerden biri ne göre Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) buyurmuştur ki: "Herhangi birinize fesleğet çiçeği
verilirse onu geri çevirmesin. Çünkü o, cennetten çıkmıştır.'
Allah Rasulü'nün (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), kıymetli koku bulunan bir kabı vardı, ondai sürünündü. En
çok sevdiği koku misk idi. Kına çiçeğinden de hoşlanırdı.
12- Bıyıkları
Kısaltmadaki Tutumları:
Ebu Ömer b. Abdilber
diyor ki: Hasan b. Salih, Simak - İkrime - İbn Abbas (r.a.) senediyle rivayet
eder ki, Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bıyığını kısaltır ve Hz.
İbrahim'in de bıyığını kısalttığını söylerdi. Bir grup, bu işi yapanın İbn
Abbas olduğunu söylemektedir. Tirmizi, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Bıyığından almayan bizden değildir" buyurduğunu Zeyd b.
Erkam'dan naklediyor ve: "Bu hadis sahihtir" diyor. Sahih-i Müslim'de
Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir hadise göre Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) "Bıyıkları kısaltın, sakalları bırakın, böylece mecusilere
muhalefet edin" buyurmuştur. Sahihayn'da İbn Ömer'den rivayet edilen bir
hadise göre ise Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Müşriklere
muhalefet edin; Sakalları uzatın, bıyıkları iyice kısaltın." buyurmuştur.
Sahih-i Müslim'de yer alan bir rivayete göre Enes demiştir ki: "Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bıyığı kısaltma ve tırnakları kesme
konularında bize vakit sınırlaması getirdi. Bu işleri kırk gün kırk geceden
daha fazla aksatmama sınırım koydu."
Selef, bıyığın
kısaltılmasının mı, tıraş edilmesinin mi daha faziletli olduğu konusunda görüş
ayrılığına düşmüştür. Malik, Muvatta'mda diyor ki: "Dudağın etrafı yani
yay gibi olan çevresi görünecek kadar bıyıktan alınır. Kişi bıyığını kırpıp da
kendisine işkence etmemelidir". İbn Abdilhakem, Malik'in: "Bıyık
iyice kısaltılır, sakallar salıverilir. Bıyığın iyice kısaltılması tıraş
edilmesi demek değildir. Bıyığını tıraş eden kimsenin tazir cezasına
çarptırılmasını uygun görürüm." dediğini; İbnü'l-Kasım ise: "Bıyığı
iyice kısaltmak, tıraş etmek bence işkencedir" dediğini haber veriyor.
Malik: "Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bıyığın iyice
kısaltılması hadisi dudak çevresinin kısaltılması anlamını taşır."diyor.
Kendisi bıyığın üst kısmından alınmasını mekruh sayardı. Yine demiştir ki:
"Bıyığın tıraş edilmesinin bid'at olduğuna şahitlik ederim ve tıraş eden
kimsenin acı verecek derecede dövülmesini uygun görürüm." Yine Malik diyor
ki: "Hz. Ömer b. el-Hattab'i bir iş sıktığı zaman oflar, bıyığını kıvırarak
ayağını cübbesine basardı". Ömer b. Abdülaziz: "Bıyık konusunda
sünnet olan, dudak çevresinin ortaya çıkmasıdır" demiştir.
Tahavi diyor ki:
Şafii'nin bu konuda bir açıklamasına rastlamadım. Onun gördüğümüz
arkadaşlarından Müzeni ve Rebi'ise bıyıklarım iyice kısaltırlardı. Bu da,
onların bunu Şafii'den (r.h.) aldıklarını gösterir. Ebu Hanife, Züfer, Ebu
Yusuf ve Muhammed'in saç ve bıyıklar konusundaki görüşlerine göre iyice
kısaltma, kısaltmadan daha faziletlidir.
Maliki alim İbn Huveyz
Mendad, Şafii'nin bıyığı traş etme konusundaki görüşünün Ebu Hanife'nin görüşü
gibi olduğunu söyler. Ebu Ömer İbn Abdilber'in görüşü de budur.
İmam Ahmed'e gelince;
el-Esrem diyor ki: İmam Ahmed b. Hanbel'in bıyığını çokça kısalttığını gördüm.
Bir keresinde ona, bıyığı iyice kısaltma konusunda sünnet sorulduğunda şöyle
cevap verdiğini işittim: Kişi "Bıyıkları iyice kısaltın" hadisinde
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) belirttiği gibi iyice kısaltır.
Hanbel (v.273)
anlatıyor: Ebu Abdillah'a (Ahmed b. Hanbel) sordular: "Bir adamın bıyığını
kesmesini mi, yoksa cildin beyazı görünecek kadar iyice kısaltmasını mı yahut
nasıl kesmesini uygun görürsün?" Cevaben şöyle dedi: "Şayet cildin
beyazı görünecek kadar iyice kısaltırsa bir sakıncası yoktur. Kısaltırsa bunda
da bir sakınca yoktur." Ebu Muhammmed b. Kudame el-Makdisi, el-Muğni adlı
eserinde diyor ki: "Kişi, bıyığını cildinin beyazı görünecek kadar iyice
kısaltmakla böyİe yapmaksızın kısaltmak arasında hürdür."
Tahavi der ki: Mugire b.
Şu'be, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisinin bıyığından
biraz aldığını rivayet ediyor. İşte burada iyice kısaltma söz konusu olmaz.
İyice kısaltmayı caiz görmeyenler Hz.Aişe ve Ebu Hureyre'nin rivayet ettikleri
"On şey fıtrat (sünnet)tandır." hadisinde fıtrat olan şeyler arasında
sayılan bıyıkları kısaltma kısmını delil olarak kullanmaktadırlar. Buhari ve
Müslim'in rivayetlerinde "Fıtrat beştir..;" hadisinde" bıyıkları
kısaltma yer almaktadır.
İyice kısaltma görüşünü
savunanlar ise, iyice kısaltmayı emreden sahih hadisleri ve İbn Abbas'ın
rivayet ettiği: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bıyığını
keserdi" hadisini delil göstermektedirler. Tahavi diyor ki: İşte bu
hadiste çoğunluk ihtimal, iyice kısaltmaktır; İki yöne de ihtimal vardır.
el-Ala b. Abdurrahman'ın, babasından, onun da Ebu Hureyre'den rivayet ettiği
bir hadiste: "Bıyıkları kesin, sakalları salıverin" buyurulmaktadır.
Muhtemelen bu hadiste de
iyice kısaltma kastedilmiştir. Tahavi, Ebu Said, Ebu Useyd, Rafi' b. Hadic,
Sehl b. Sa'd, Abdullah b. Ömer, Cabir ve Ebu Hureyre'nin bıyıklarını iyice
kısalttıklarını senedleriyle vermektedir. İbrahim b. Muhammed b. Hatib:
"İbn Ömer'i bıyığım yolarcasına iyice kısaltırken gördüm" diyor.
Bazıları da: "İbn Ömer, cildinin beyazlığı gördüm" diyor. Bazıları
da: "İbn Ömer, cüdinin beyazlığı görülecek kadar kısaitirdı" diyor.
Tahavi der ki: Kısaltma
bütün alimlerce sünnet olduğuna göre başın saçlarına kıyaslanarak bıyığı tıraş
etmenin daha faziletli olduğu söylenebilir. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) saçlarını tıraş edenlere üç, kısaltanlara bir kere dua etmiştir.
Başın tıraş edilmesini, kısaltılmasından daha faziletli saymıştır. Bıyık da
işte böyledir.
13- Konuşması, Susması,
Gülüşü, Ağlayışı:
Allah'ın yaratıkları
arasında en fasih ve en tatlı konuşanı, anlatmak istediğini en kısa bir şekilde
yerli yerinde anlatabilen ve en tatlı sözlü olan Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) idi. Öyle ki, O'nun konuşması kalblerin kavşaklarım tutar,
ruhları esir ederdi, buna düşmanları da tanıklık ederdi. Konuştuğu zaman açık
sözle tane tane konuşurdu, sözlerini biri saymaya kalksa sayabilirdi. Ne
ezberlenemeyecek kadar çarçabuk, ne de konuşmasının kelimeleri arasında anlam
kopukluğuna sebep olacak kadar aralıklar vererek, kesik kesik konuşurdu. Aksine
onun bu konudaki tutumu, en mükemmel bir tutumdu. Hz.Aişe der ki: "Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), sizin şu konuşmalarınız gibi sözü
peşipeşine siralamazdı. Ancak açık bir sözle tane tane konuşur, meclisinde
bulunanlar konuştuklarını ezberleyebilirdi. Çoğu zaman iyi anlaşılsın diye sözü
üç kere tekrar ederdi. Selam verdiğinde de üç kere selam verirdi. Uzun zaman
susardı. Gereksiz konuşmazdı. Söze avurtlanyla başlar, yine onlarla noktalardı.
Konuşmalarında az sözle çok mana ifade edecek cümleler kullanırdı. Anlatacağını
ayrıntılarıyla anlatır, ne boş yere, zahir, ne de gereksiz kısaltmalarda
bulunurdu. Lüzumsuz konularda konuşmazdı. Yalnızca sevabını umduğu konularda
konuşurdu, Birşeyden hoşlanmadığı yüzünden anlaşılırdı. Sözleri ve davranışları
arasında aşın ve çirkin şeyler bulunmazdı; gürültücü, şamatacı ve bağıra bağıra
konuşan biri değildi.
Çoğunlukla gülüşü
tebessüm idi, hatta hepsi tebessüm idi. En fazla güldüğünde azı dişleri
görünürdü. Gülünecek şeylere gülerdi. Onlar ise öylesine şaşılan, ender ve
seyrek olarak rastlanan şeylerdi. Gülmenin pekçok sebebi vardır. Birisi budur.
Diğer bazıları ise şunlardır: 2- Neşe gülüşü: Kendisini sevindiren şeyi
görmesinden yahut nimetin eserini üzerinde görmesinden kaynaklanır. 3- Öfke gülüşü:
Çoğunlukla bu şiddetli öfkelenen kişide görülür. Sebebi ise öfkeli kişinin
öfkesinin kendisine getirdiği şeylerden hayrete düşmesi ve kendisinin hasmma
karşı güçlü durumda ve hasmının kendi avucunda olduğunu hissetmesidir. Bazan
kişi hiddet anında kendisine sahip olur, kızdığı kişiden yüz çevirir ve ona
aldırmayarak da gülebilir.
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ağlaması ise gülüşü gibiydi. Nasıl kahkaha ile
gülmez idiyse, ağlarken de bağıra bağıra feryat ederek ağlamazdı. Ancak gözleri
yaşla dolar, boşalırdı. Göğsünden bir inilti duyulurdu.
Kimi zaman ölüye
merhametinden, kimi zaman ümmeti için korktuğundan ve onlara olan şefkatinden,
kimi zaman Allah korkusundan, kimi zaman da Kur'an dinlerken ağlardı. Kur'an
dinlerken ağlayışı; korku ve haşyet ile hemdem olan bir iştiyak, muhabbet ve
saygı ağlayışıdır. Oğlu İbrahim öldüğünde gözleri yaşla doldu ve ona olan
merhametinden ağladı ve buyurdu ki: "Göz yaşla dolar, kalp mahzun olur.
Rabbimizi hoşnut etmeyecek şey söylemeyiz. Biz sana gerçekten üzülüyoruz, ey
ibrahim!'' Kızlarından birini ruhunu teslim edeceği zaman gördüğünde de ağladı.
ibn Mes'ud ona Nisa suresini okurken "Her ümmete bir şahid getirdiğimiz ve
seni de (ey Muhammed) bunlara şahid getirdiğimiz vakit halleri ne olacak.[Nisa:
41] ayetine geldiğinde Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ağladı.
Osman b. Maz'un vefat ettiğinde de ağladı. Güneş tutulduğunda ağladı, kusuf
namazı kıldı. Namazında ağlamaya oflamaya başladı ve şöyle dedi: "Rabbiml
Sen bana, ben onların arasında iken ve onlar bağışlanma dilerken onlara azap
etmeyeceğini va'detmemiş"miydin?'" Kızlarından birinin mezarının
üzerine oturduğunda da ağladı. Zaman zaman gece namazında ağlardı.
Ağlamanın çeşitleri:
1- Merhamet ve şefkat
ağlayışı,
2- Korku ve haşyet
ağlayışı,
3- Sevgi ve arzu
ağlayışı,
4- Sevinç ve neşe
ağlayışı,
5- Başa acı veren bir
durumun gelmesinden ötürü sızlanma ve dayanamama ağlayışı,
6- Hüzün ağlayışı. Bu
tür ağlayış ile korku ağlayışı arasındaki fark şudur: Hüzün ağlayışı geçmişte
istenmeyen, hoşa gitmeyen bir durumun başa gelmesi yahut sevilen birşeyi elden
kaçırmaktan dolayı olur. Korku ağlayışı ise, gelecekte böyle bir durumun başa
gelmesi endişesinden olur. Sevinç ve neşe ağlayışı ile hüzün ağlayışı
arasındaki fark da şudur: Sevinç gözyaşı soğuktur, bu halde kalb sevinçlidir.
Hüzün gözyaşı ise sıcaktır, bu halde kalb mahzundur. Bu yüzden sevinilen şey
için: "Gözün aydın olacağı şey", "Allah gözünü aydın etti";
üzüntü duyulan şey için ise: "Gözü sıcak yapan", "Allah, gözünü
sıcak etti," denir.
7- Güçsüzlük ve zayıflık
ağlayışı,
8- Münafıklık ağlayışı:
Kalb katı iken göz yaşla doluyor; bunun üzerine sahibi, insanların en katı
kalblisi olduğu halde huşu gösteriyor.
9- Ödünç alınan,
kiralanan ağlayış: Ücretle ölülere bağırıp çağırarak ağlayan kadının
ağlamasında olduğu gibi. Böylesi bir İcadın Hz. Ömer b. el-Hattab'ın dediği
gibi gözyaşını satıyor, başkasının üzüntüsüne ağlıyor.
10- Uyum gösterme
ağlayışı: Bir adam, insanların, başlarına gelen bir işten dolayı ağladıklarını görüyor,
onlarla birlikte ağlıyor, niçin ağladıklarını da bilmiyor. Ama onların
ağladıklarını görüp kendisi de ağlıyor. (İşte buna uyum gösterme ağlayışı
denir).
Sessiz olan ağlayış,
kısa ağlayıştır. Sesli olan ise seslerin yapısına göre uzatılmış ağlayıştır.
Şair bir beyitte der ki:
"Gözüm ağladı, hakkıdır onun ağlamak. Ne ağlamak fayda verir, ne de
sızlanmak"
Zoraki ağlamaya
"yapmacık ağlama" denir. Bu da iki türlüdür. 1- İyi olan, 2- Kötü
olan. İyi olan görsünler, duysunlar diye değil de ince kalblilik ve Allah
korkusu elde etmek için ağlar görünmedir. Kötü olan ise halk için ağlar
görünmeye çalışmaktır. Hz. Ömer b. el-Hattab, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) ve Ebu Bekir'i Bedir esirlerinin haline ağlarken bulur ve Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sorar: "Seni ağlatan nedir?
söyle bana, ey Allah'ın Rasulü! Şayet ağlayabilirsem ağlayayım. Ağlayamazsam,
siz ağladığınız için ben de ağlar görüneyim." Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), onu bundan alıkoymadı. Seleften biri demiştir ki:
"Allah korkusundan ağlayın. Ağlayamazsanız, yapmacıktan ağlayın."
14- Hutbelerindeki
Tavırları:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), yerde, minber üzerinde, erkek ve dişi develer
üstünde hutbe okumuştur.
Hutbeye çıktığı zaman
gözleri kızarır, sesi yükselir, öfkesi artar; sanki heyecanlı heyecanlı:
"Düşman üstünüze sabah akşam saldırmak üzeredir" diye haber vererek
bir orduyu uyarıyormuşçasına bir hal alır, ardından: "Benim Peygamber
olarak gönderilmemle kıyamet arasındaki müddet şu ikisi gibidir" buyurur,
işaret ve orta parmaklarım birbirine yanaştırırdı. Derdi ki: "Şüphesiz
sözlerin en hayırlısı Allah'ın Kitabıdır. En iyi yol, Muhammed'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) yoludur. İşlerin en fenası (uydurulup dine katılan)
bid'atlerdir. Her bid'at sapıklıktır.
Her hutbesine Allah'a
hamdederek başlardı. Pekçok fakih ise: "Yağmur duası hutbesine istiğfarla,
bayram hutbelerine de tekbirle başlardı" diyor ki, Hz. Peygamber'den
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu konuda onlara destek olacak bir tek sünnet
bile asla nakl olunmuş değildir. O'nun sünneti bunun aksini yani bütün
hutbelere "el-Hamdülillah" ile başlamayı icabettir/ir. Bu görüş
Hanbeli alimlerince ortaya atılan üç görüşten biridir. Aynı zamanda Üstadımız
İbn Teymiye'nin -Allah ruhunu aziz etsin- de tercihidir.
Hutbeyi ayakta okurdu.
Ata gibi bir takım tabiilerin mürsel rivayetlerine göre Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), minbere çıktığında yüzünü cemaata çevirmiş ve:
"es-selamü aleykum" diye cemaatı selamlamıştı. Şa'bi diyor ki:
"Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer de böyle yaparlardı." Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hutbesini istiğfarla bitirirdi. Çoğu zaman
hutbelerinde Kur'an okurdu. Müslim'in Sahihinde Ümmü Hişam bt. Harise'nin şöyle
dediği nakledilir:
"Kaf suresini
yalnızca Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dilinden öğrendim. Her
cuma minber üzerinde halka hitap ederken bu sureyi okurdu."
Ebu Davud'un İbn
Mes'ud'dan naklettiğine göre Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şehadet
getireceği zaman şöyle derdi:
"Hamd Allah'a
mahsustur. O'ndan yardım diler, O'ndan bağışlama bekleriz. Nefislerimizin
şerlerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola ilettiğini hiç kimse
saptıramaz, saptırdığını da hiç kimse doğru yola erdiremez. Tanıklık ederim ki,
Allah'tan başka tapılacak yoktur; o tektir, ortağı yoktur. Yine tanıklık ederim
ki, Muhammed şüphesiz O'nun kulu ve elçisidir. Kıyamet saati önünde Allah, onu
müjdeleyici ve uyarıcı olarak hakla göndermiştir. Allah ve Rasulüne itaat eden
doğru yolu bulmuştur. Onlara isyan edense yalnızca kendisine zarar vermiş olur.
Allah'a hiçbir zarar veremez."
Ebu Davud diyor ki:
Yunus, İbn Şihab'a (Zühri), Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma
günü okuduğu şehadet kelimesini sordu. O da bu (yukarıdaki) şekil şehadeti şu
farkla zikretmiştir: "...Onlara isyan edense Sapmış, azgınlığa
düşmüştür..."
İbn Şihab der ki: Bize
kadar ulaştığına göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hutbe
okuduğunda şöyle derdi:
"Her gelecek olan yakındır.
Gelecek olana uzaklık yoktur. Allah hiç kimsenin acelesi için acele etmez;
insanların işini basite almaz. İnsanların dilediği değil, Allah'ın dilediği
olur. Allah, birşey diler, insanlar başka bir şey. İnsanlar istemese de
Allah'ın dilediği olur. Allah'ın yakınlaştırdığını uzaklaştıracak, O'nun
uzaklaştırdığını yakınlaştıracak hiçbir şey yoktur. Allah'ın izni olmadan
hiçbir şey olmaz."
Hutbelerinde ağırlığı şu
hususlar teşkil ederdi: Verdiği nimetlerden üstün ve övgüye layık vasıflarından
dolayı Allah'a hamdetme ve O'na övgüde bulunma; İslam dininin temel
preniplerini öğretme, cennet, cehennem ve ahiret ahvalini anlatma, Allah'tan
korkmayı emretme; Allah'ın gazaplandığı ve hoşnut olduğu hususları açıklama...
İşte hutbelerinin yörüngesi bunun üzerine kurulmuştu.
Hutbelerinde derdi ki:
"Ey insanlar! Doğrusu sizler benim emrettiğim herşeyi yapmaya güç
yetiremeyeceksiniz yahut yapamayacaksınız. Ancak doğru olan (doğru olursanız)
müjde size!
Karşıdaki insanların
ihtiyaç ve faydalarına göre her vakitte hutbe okurdu. Okuduğu her hutbeye
mutlaka Allah'a hamdederek başlai yine her hutbede şehadet getirir ve şehadet
esnasında kendini özel ismiyle (Muhammed diye) anardı.
Şöyle buyurduğu
sabittir: "Şehadet getirmeden okunan her hutbe kesik el gibidir."
Evinden çıkarken önünden
yürüyecek bir çavuşu (yaveri) yoktu.'Bu günkü hatiplerin giyindikleri gibi
giyinmezdi. Bunlar gibi ne omuzlar şal atardı, ne de geniş yakalı elbise
giyerdi.
Minberi üç basamaklı
idi. Minbere çıkıp cemaata yönelince müezzin yalnızca ezan okur, ezandan önce
veya sonra hiçbir şey söylemezdi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
hutbeye başlayınca hiç kimse -ne müezzin, ne de başkası- herhangi birşey
söylemek için asla sesini çıkarmazdı.
Hutbe okumak için ayağa
kalktığında eline bir sopa alır; minberde iken ona dayanırdı. Bu hadisi Ebu
Davud, ibn Şihab'dan nakletmiştir.
Hz. Peygamber'den
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) sonraki üç halife de aynı şekilde yapardı. Bazı
zamanlar bir yay'a dayandığı da olurdu. (Hutbe esnasında) bir kılıca dayanmış
olduğuna dair bir haber yoktur. Pekçok cahil kimse, Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) dinin ancak kılıçla kurulduğunu göstermek için
minberde iken eline kılıç aldığını sanmaktadır. Bu iki yönden çirkin bir
cehalettir:
1- Bize gelen haberlere
göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yay ve sopaya dayanmıştır. 2-
Din ancak vahiyle kurulmuştur. Kılıç ise dalalet ve şirk içinde olanların
kökünü kazımak için lazımdır. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
içinde hutb& okuduğu Peygamber şehri, kılıçla değil, Kur'anMa
fetholunmuştur.
Hutbe esnasında yeni bir
durumla karşı karşıya geldiğinde (önce) onunla meşgul olur, sonra hutbeye devam
ederdi. Bir keresinde hutbe okuyordu. Bu sırada kırmızı gömlekler içinde
torunları Hasan ile Hüseyin tökezleye tökezleye çıkageldiler. Bunun üzerine
konuşmasını kesip minberden indi. Torunlarını kucakladığı gibi minbere geri
döndü. Sonra şöyle buyurdu: "Yüce Allah doğru söyledi: 'Gerçekten
mallarınız ve çocuklarınız sadece fitnedir.[Enfaİ: 28] Gömlekleri içinde şu
ikisinin tökezleye tökezleye geldiklerini gördüm, dayanamadım. Hatta konuşmamı
kesip onları kucaklayıp taşıdım."
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hutbe okuduğu bir sırada Gatafanlı Süleyk geldi;
doğruca oturdu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona hitaben:
"Kalk, ey Süteyk! Hafif iki rekat namaz kıl." dedi. Sonra minberde
iken şöyle buyurdu: "Herhangi biriniz cuma günü imam hutbe okurken
geldiğinde hafif iki rekat namaz kılsın. "
Cemaatin ihtiyacına göre
hutbeyi bazan kısa tutar, bazan uzatırdı. arizi sebeple okuduğu hutbe, düzenü
okuduğu hutbeden daha uzundu. Bayramlarda ayrıca yalnız kadınlara mahsus olmak
üzere hutbe okur, onları sadaka vermeye teşvik ederdi. Allah en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
---NEBİ’İN
(S.A.)--- A) ABDEST ALIŞI