UMDETU’L AHKAM |
AVLANMA |
DİŞ, TIRNAK VE DİĞER KEMİK TÜRLERİ DIŞINDA KAN AKITAN
HER BİR ŞEY İLE KESMENİN CAİZ OLDUĞU |
5065-20/1- Bize Muhammed
b. el-Müsenna el-Anezı tahdis etti, bize Yahya b. Said, Süfyan'dan tahdis etti,
bana babam, Abaye b. Rifaa b. Rafi'i b. Hadic'den tahdis etti. O Rafii b.
Hadic'den rivayet etti: Ben: Ey Allah'ın Rasulü! Şüphesiz biz yarın düşman ile
karşılaşacağız. Bizimle birlikte ise bıçak yok dedim. O: "Acele et -yahut
elini çabuk tut- kanı akıtan ve (üzerine) Allah'ın adı anılan (ı ye). Ama diş
ve tırnak (ile kesilmiş olanı) değil. Şimdi sana anlatacağım. Dişi ele alacak
olursak o bir kemiktir. Tırnağa gelince o da Habeşlilerin bıçağıdır"
buyurdu. (Rafi) dedi ki: Bir de bir miktar deve ve koyun yağmalayıp ele
geçirdik. Aralarından bir deve kaçtı. Bir adam ona bir ok atıp o deveyi
durdurdu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.): "Şüphesiz bu develerin kaçışı
gibi kaçışları vardır. Bu sebeple onlardan herhangi birisi sizi aciz bırakacak
olursa siz de ona bunun gibi yapınız" buyurdu.
Açıklama:
"Ey Allah'ın
Resulü! Şüphesiz biz yarın düşman ile karşılaşacağız ... O: acele et ve elini
çabuk tut buyurdu." Buradaki "a'cil: acele et" lafzı cim harfi
kesrelidir. "Erin: elini çabuk tut" hemze fethalı, re kesreli, nun
sakindir. Bununla birlikte re sakin nun kesreli (erni) diye de rivayet edildiği
gibi re harfi sakin ve sonuna ye getirilerek "ernii" diye de rivayet
edilmiştir. İşte nüshaların bir çoğunda burada bu şekilde kaydedilmiştir.
Hattabı dedi ki: Bunun doğru şekli "a'cil: acele et" anlamında olmak
üzere "e'rin" şeklindedir. Bu da onunla aynı anlamdadır ki
çalışkanlık ve çabuk hareket etmekden gelmektedir. Yani boğularak ölmemesi için
onu kesmekte acele et, elini çabuk tut. Bazen "erni" lafzı "atı:
itaat et" ile aynı vezinde olabilir. Bu durumda manası ise onu keserek
ölmesini sağla demek olur. Bu da davarları ölüp helak olan kimseler hakkında
kullanılan "eranel kavm"den gelir. Diğer taraftan "erni"
e'ti: ver vezninde de olabilir. Bu durumda onu kesmeyi sürdür ve ara verme
demek olur. Sahih'de ise "erni"nin acele et anlamında olduğu ve bunun
ravinin şüphesinden kaynaklandığı, acaba erni mi a'cil mi dediği hususunda
şüphe etmesidir.
Kadı Iyaz dedi ki:
Bazıları Hattabi'nin: Bu lafız burada davarları telef olup helak olmaları
halini anlatmak üzere "eranel kavm"den geldiğini söylemesini kabul
etmemişlerdir. Çünkü bu fiil geçişsizdir. Hadiste zikredilen fiil ise
açıkladığı üzere geçişlidir. Yine kimisi onun: Bu fiil aslında
"e'rin"dir demesini de kabul etmemişlerdir. Çünkü aynı kelimede biri
sakin olmak üzere arka arkaya iki hemze bir arada bulunmaz. Böyle bir durumda
bunun yerine "eyrin" denilmelidir derler. Kadı Iyaz dedi ki: Kimisi
de sonunda ye harfi ile "erni" kanın akması anlamındadır demiştir.
Bazı dil bilginleri de: Kelimenin doğru şekli hemzeli olmasıdır. Ama meşhur
olan hemzesiz kullanımdır demişlerdir. Allah en iyi bilendir.
Resulullah
(s.a.v.)'in: "Kanı akıtan ve (üzerine) Allah'ın adı anılanı ye. Fakat diş
ve tırnak müstesna." Burada "diş ve tırnak" anlamındaki lafızlar
"leyse: müstesna" anlamındaki lafız sebebi ile istisna olarak nasb
edilmişlerdir. "Kanı akıtan" de kanı akıtıp çokça dökülmesini
sağlayan demektir. Burada suyun ırmak halinde akmasına benzetilmiştir. Nitekim
"nehareddevu ve enhartuhu: kan oluk oluk aktı, onu akıttım" denilir.
"(Üzerine)
Allah'ın adı anılan" ifade bütün nüshalarda bu şekildedir. Bunda hazf
edilmiş ibareler de vardır. Yani: Üzerine ya da onunla birlikte Allah'ın adı
anılmış olanı (yiyebilirsin) demektir. Ebu Davud'un ve başkalarının rivayetinde
ise bu: "ve üzerine Allah'ın adı zikredileni" şeklindedir.
İlim adamları der ki:
Bu hadiste hayvan kesiminde (kesilmesi gereken yerleri) koparan ve kanı akıtan
bir aletin kullanılmasının şart olduğu, kanı akıtmayan bir şey ile onu ezmek ya
da beynini dağıtmanın yeterli olmayacağı açıkça ifade edilmektedir.
Kadı Iyaz dedi ki:
el-Huşenı bu hadisin şerhinde (me enhera: akıtan yerine) me enheze diye ze
harfi ile olduğunu zikretmiştir. Mastarı olan nehz ise itmek anlamındadır.
Ayrıca bu gariptir. Meşhur olan re harfi ile olduğudur demiştir. İbrahim
el-Harbi ve bütün ilim adamları bunu böylece re ile zikretmişlerdir. Kimi ilim
adamı da şöyle demektedir: Kesmenin ve kan akıtmanın şart olmasının hikmeti
helal olan et ve iç yağının haram olanından ayırd edilmesi ve meytenin (leşin)
haram kılınmasının kanının (içinde) kalması dolayısı ile olduğuna dikkat
çekilmesi içindir.
Bu hadis-i şerifte,
diş ve tırnak ile sair kemikler dışında koparma özelliği taşıyan keskin ve
sivriltilmiş her bir şey ile kesim yapmanın caiz olduğu açıkça ifade
edilmektedir. Dolayısı ile bunun kapsamına, kılıÇ, bıçak, ok ve mızrakların
demir uçları, taş, ahşap, cam, kamış, kiremit, bakır ve diğer keskinleştirilmiş
şeyler bunun kapsamına girer. Bütün bunlarla tezkiye dediğimiz meşru kesim
hasıl olur. Yalnız diş, tırnak ve bütün kemikler müstesnadır.
Tırnağın kapsamına
insanoğlunun ve onun dışındaki bütün canlıların tırnakları girer. İster vücuda
bitişik bulunsun, ister tahir ve necis türü ile vücuttan ayrılmış olsun.
Bunların hiçbiri ile kesim hadisi şerif sebebi ile caiz değildir.
Dişe gelince, insan
dişi de onun dışında tahir ve necis olan vücuda bitişik ve vücuttan ayrı olan
bütün dişler kapsamına girdiği gibi bütün hayvanların diğer kemikleri ister
vücutlarına bitişik olsun ister ayrı ister temiz ister necis olsun onlar da
kapsamına girer. Bunların hiçbirisi ile kesim caiz değildir. Mezheb
''alimlerimiz dedi ki: Bizler "kemikler"i Nebi (s.a.v.)'in:
"dişe gelince o bir kemiktir" buyruğundaki illeti beyan etmesinden
anlıyoruz. Yani benim size dişi yasaklayışımın sebebi kemik oluşundan
dolayıdır. Bu ise illetin kemik olması olduğunu açıkça ifade eder. O halde
kendisine kemik denilebilen her bir şey ile kesim caiz değildir.
Şafii ve mezhebine
mensup ilim adamları benim bu hadise yaptığım bu şerhin bütün muhtevası ile
ilgili açıklamalarını bu hadise dayanarak dile getirmişlerdir. Nehai, Hasan b.
Salih, Leys, Ahmed, İshak, Ebu Sevr, Davud, hadis fukahası ve ilim adamlarının
cumhuru böyle demişlerdir. Ebu Hanife ve iki arkadaşı ise vücuda bitişik diş ve
kemik ile kesim caiz değildir ama vücuttan ayrılmış diş ve kemikle kesim
caizdir demişlerdir.
İmam Malik'den ise
değişik rivayetler gelmiş olup bunların en meşhuru dişI e caiz olmayıp kemikle
-ne durumda olursa olsun- caiz olacağıdır. Ondan gelen ikinci rivayet cumhurun
görüşü gibidir. Üçüncüsü Ebu Hanife'nin görüşü gibidir. Dördüncü rivayeti ondan
İbnu'l- Munzir nakletmiş bulunmaktadır. Buna göre de diş ve tırnak dahil olmak
üzere her şeyle kesim yapmak caizdir.
İbn Cureye'den maymun
kemiği ile değil de eşek kemiği ile kesim caizdir. Bu görüş ve bundan önceki
görüş batıl ve sünnete aykırı iki görüşdür.
Şafii, onun mezhebine
mensup ilim adamları ve onlara muvafakat edenler dedi ki: Tezkiye (denilen
şer'i kesim) ancak gırtlağın ve nefes borusunun tamamen koparılması ile
tahakkuk eder. Ayrıca her iki ana damarın kesilmesi de müstehab olmakla
birlikte şart değildir.
Aynı zamanda bu görüş
Ahmed'den gelen iki rivayetten daha sahih olanıdır.
İbnu'l- Munzir dedi
ki: İlim adamları gırtlağı, nefes borusunu ve sağ ve soldaki iki ana damarı
kesip kanı akıtması halinde kesimin gerçekleşmiş olacağı üzerinde icma
etmişlerdir. Ancak bunların bir kısmının kesilmesi hususunda görüş ayrılıkları
vardır. Şafii: Gırtlağın ve nefes borusunun kesilmesi şarttır. Sağ ve soldaki
iki şah damarın kesilmesi de müstehaptır demiştir. Leys, Ebu Sevr, Davud ve
İbnu'l- Munzir ise hepsinin kesilmesi şarttır demişlerdir. Ebu Hanife: Bu
dördünden üçünü keserse yeterli olur demiştir. Malik ise gırtlağın ve iki şah
damarının kesilmesi icab eder. Nefes borusunun kesilmesi şart değildir
demiştir. Bu aynı zamanda Leys'den de nakledilen rivayettir. Malik'den gelen
bir diğer rivayete göre sağ ve soldaki iki şah damarın kesilmesi yeterlidir.
Yine ondan gelen bir başka rivayete göre Leys ve Ebu Sevr'in dediği gibi
dördünün kesilmesi gerekir. Ebu Yusuf'dan üç rivayet gelmiştir. Biri Ebu
Hanife'nin görüşü gibidir. İkincisi eğer gırtlağı ve geri kalan üçünden ikisini
keserse helal olur. Aksi taktirde helal olmaz. Üçüncüsü ise gırtlağın, nefes
borusunun ve sağ ve soldaki iki şah damarın birisinin kesilmesi şarttır
demektedir.
Muhammed b. el-Hasen
dedi ki: Bu dördünün her birinden çoğunluğunu keserse helal olur. Aksi taktirde
helal olmaz. Allah en iyi bilendir.
Kimi ilim adamı dedi
ki: Rasulullah (s.a.v.)'in: "Kanı akıtan bir şeyle kesileni
yiyebilirsin" buyruğu nahr (boğazlanmak) sureti ile tezkiye edileni zebh
(kesmek)nin caiz olduğuna, zebh ile tezkiye edileni de nahr etmek sureti ile
kesmenin caiz olduğuna delildir. Bütün ilim adamları bunu caiz kabul etmekle
birlikte Ebu Davud müstesna olup her ikisini kabul etmemiştir. Malik de bunu
tenzihen mekruh kabul etmiştir. Bir rivayette tahrimen mekruh olduğunu da ifade
etmiştir. Ondan gelen bir diğer rivayet ise nahr edilenin kesilmesinin mübah
olmakla birlikte kesilenin nahr edilmesini mübah kabul etmemişlerdir.
İlim adamlarının icma
ettiklerine göre develer hakkında sünnet olan nahr, koyunlar hakkında sünnet
olan zebh (kesmek)dir. İnekler de bize göre de cumhura göre de koyunlar
gibidir. İneklerin nahr ile zebhi hususunda kişinin muhayyer olduğu da
söylenmiştir.
"Dişi ele alacak
olursak o bir kemiktir. " Yani onunla kesmeyin çünkü kan ile necis olur.
Halbuki kemiklere necaset bulaşmaması için onlarla istinca yapmanız yasaklanmıştır.
Çünkü kemikler cinlerden kardeşleriniz için bir azıktır.
Rasulullah
(s.a.v.)'in: "Tırnağa gelince o Habeşlilerin bıçağıdır" yani onlar
kafirdir ve kafirlere benzemek size yasaklanmış bulunmaktadır. Bu şekilde
tırnakla kesmek ise Habeşliler için bir şiar (bir nevi ibadet şekli)dir.
"Bir miktar deve
ve koyun yağma ettik. Bunlardan bir deve kaçınca bir adam da ona bir ok atıp
onu alıkoydu ... " Hadiste geçen nehb: yağma nun harfi fethalı olup
yağmalanan şey demektir. Burada sözü geçen yağma bir ganimet idi.
"Aralarından bir
deve kaçtı." Yani ürküp uzaklaştı. "Evabil" ise ürkmek ve
yabanileşip kaçmak demektir. Hemzesi medli be harfi şeddesiz ve kesreli olmak
üzere "abide"nin çoğuludur. Aynı kökden olmak üzere ebede: ürküp
kaçtı ve teebbede denilir ki insanlardan ürküp kaçtı, yabanileşti demektir.
Bu hadis-i şerifte,
kaçan ve kesilmesine ve boğazlanmasına (zebha ve nahra) güç yetirilemeyen
hayvanı (bir şekilde) yaralamanın mübah olduğuna delil vardır. Mezheb
''alimlerimiz ve başkaları dedi ki: Meytesi ([eşi) helal olmayan eti
yenilebilir hayvanlar iki türlüdür: Kesilebilmesine güç yetirilen ve yabani ve
vahşi olan. Güç yetirilebilen ancak boğaz ve gerdanda kesilmesi sureti ile
helal olur. Bu da icma ile kabulolunmuş bir husustur. Bu hususta ev cil olan
ile av hayvanının tutulması sureti ile kesilebilmesi yahut da evcilleşmiş
olması halinde olduğu gibi yabani hayvan ancak boğazda ve gerdanda kesilmesi
sureti ile helal olur. Av hayvanı gibi yabani olanın ise bütün vücud parçaları
yabani olduğu sürece kesilebilir. Ona bir ok atsa yahut da üzerine yaralayan
(avcı) bir hayvan salsa ve onun herhangi bir tarafına isabet ettirip bundan
dolayı ölse icma ile helal olur. Ancak evcil olan bir hayvan bir devenin,
ineğin, atın yabanileşmesi gibi yahut da koyun ve benzeri bir hayvanın ürküp
kaçması halinde olduğu gibi yabanileşecek olursa bu da bir av hayvanı gibi
olur. Onun kesildiği yerden bir başka tarafına bir ok atmak yahut köpek ve
benzeri diğer av hayvanlarını üzerine salmak sureti ile helal olur.
Aynı şekilde deve ya
da başka bir yenilir hayvan bir kuyuya düşüp, onun gırtlağını ve nefes borusunu
kesmeye imkan bulunmaz ise bunlar da ok atmak sureti ile helal olması
bakımından ürküp kaçmış deve gibidir. Bu hususta mezhebimizde görüş ayrılığı
yoktur.
Üzerine köpek
salınması sureti ile helalolması hususunda da iki görüş vardır.
Daha sahih olanına
göre helalolmaz. Mezheb ''alimlerimiz dedi ki: Yabanileşmek- . ten maksat
sadece kurtulup kaçmaktan ibaret değildir. Aksine daha sonra ona
yetişilebilirse -isterse onu yakalayacak birilerinin yardımcı olması ile ve
benzeri bir yolla olsun- bu hayvan yabanileşmiş sayılmaz. Ve böyle bir durumda
ancak kesilmesi gereken yerde kesilmesi sureti ile helalolur. Eğer o halde
yakalanamayacağı kesin olarak anlaşılırsa ona ok atmak caiz olur. Onun
yakalanabileceği vakte kadar beklemek yükümlülüğü yoktur. Yaralanması ister
uyluğunda ister böğründe isterse bedeninin herhangi bir başka yerinde olsun
helalolur. Mezhebimizin açıklamaları bu şekildedir. Belirttiğimiz şekilde ürküp
kaçan hayvanın yaralanması sureti ile mübah olduğunu söyleyenler arasında Ali
b. Ebu Talib, İbn Mes'ud, İbn Abbas, Tavus, Ata, Şa'bı, Hasan-ı Basri, Esved b.
Yazid, Hakem, Hammad, Nehai, Sevri, Ebu Hanife, Ahmed, İshak, Ebu Sevr, Müzeni,
Davud ve cumhur vardır.
Said b. Müseyyeb,
Rabia, Leys ve Malik ise böyle bir hayvan da ancak başkaları gibi boğazının
kesilmesi ile helalolabilir demişlerdir. Cumhurun delili sözü geçen Rafi
(radıyal!ahu anh)'ın rivayet ettiği hadistir. Allah en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: