UMDETU’L

AHKAM

NİKAH BÖLÜMÜ

 

MEHİR VE MEHRİN KUR'AN ÖĞRETME, DEMİR BİR YÜZÜK, AZ YA DA ÇOK DAHA BAŞKA BİR ŞEY OLMASININ CAİZ OLUŞU VE KENDİSİNE AĞIR GELMEYECEK KİMSELER İÇİN BEŞ YÜZ DİRHEM OLMASININ MÜSTEHAB OLDUĞU BABI

 

3472-76/1- ... Sehl b. Sa'd es-Saidi'den şöyle dediğini rivayet etti: Bir kadın Rasulullah (s.a.v.)'e geldi ve: Ey Allah'ın Rasulü! Kendimi sana hibe etmek üzere geldim, dedi. Rasulullah (s.a.v.) O kadına baktı. Onu yukarıdan aşağıya süzdü. Sonra Rasulullah (s.a.v.) başını önüne eğdi. Kadın Rasulullah (s.a.v.)'in hakkında bir hüküm vermediğini görünce oturdu. Bu sefer ashabından bir adam ayağa kalkarak: Ey Allah'ın Rasulü! Eğer senin bu kadına bir ihtiyacın yoksa onu benimle evlendir, dedi.

 

Rasulullah (s.a.v.): "Yanında bir şey var mı?" buyurdu.

Adam: Allah'a yemin ederim ki hayır ey Allah'ın Rasulü dedi. Bu sefer Rasulullah (s.a.v.): "Haydi ailene git, bak bakalım bir şey bulabilecek misin?" buyurdu. Adam gittikten sonra geri geldi ve: Allah'a yemin olsun ki: Hayır, hiçbir şey bulamadım dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):

"Bir bak, demirden bir yüzük dahi olsa (bulamıyor musun)" buyurdu.

Adam gitti sonra geldi ve: Allah'a yemin olsun ki ey Allah'ın Rasulü demirden bir yüzük dahi bulamadım fakat işte benim bu izarım, dedi. -Se hı de: Ama ridası (üstü) yok dedi- Yarısı onun olsun. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): "Bu kadın senin izarını ne yapsın. Sen onu giyinecek olursan onun üzerinde o izarından bir şeyolmaz. Eğer kendisi onu giyecek olursa bu sefer senin üzerine ondan bir şeyolmaz" buyurdu.

Bunun üzerine adam oturdu. Nihayet oturması ona uzun gelince kalktı.

Rasulullah (s.a.v.) onun arkasını dönüp gittiğini görünce verdiği emir üzerine geri çağırıldı. Adam gelince ona: "Kur'an'dan ne biliyorsun?" buyurdu. Adam: Şu sure, şu sureleri biliyorum deyip bildiği sureleri sayınca, Rasulullah (s.a.v.): "Bunları ezbere okuyabiliyar musun?" buyurdu. Adam, evet deyince Allah Rasulü: "Git ezberindeki Kur'an karşılığında o senin mülkiyetine verildi" buyurdu.

Bu İbn Ebu Hfuim'in hadisi rivayetidir. Yakub'un bu hadisi rivayeti de lafız itibari ile buna yakındır. 

 

Açıklama:

 

Kadının: "Kendimi sana hibe etmek üzere geldim" demesi Nebi (s.a.v.)'in buna ses çıkarmayışı ile birlikte bir kadının nikahını ona hibe etmesinin caiz olduğuna delildir. Nitekim yüce Allah: "Ve bir de kendisini peygambere hibe eden mü'min kadını -eğer peygamber onu nikah etmek istersediğer mü'minler bir yana yalnız sana has olmak üzere helal kıldık." (Ahzab, 50) buyurmaktadır.

 

Mezheb ''alimlerimiz der ki: Bu ayet-i kerime ile bu hadis bu hususa bir delildir. Dolayısıyla bir kadın kendisini Nebi (s.a.v.)'e hibe etse Allah Rasulü de o kadınla mehirsiz olarak evlense bu onun için helaldir ve artık bundan sonra zifafa girmek sebebi ile de vefat sebebi ile de başka bir sebeple de ona mehir ödemesi icap etmez. Halbuki başkası böyle değildir.

 

Çünkü ondan başkasının nikahlaması halinde ya müsemma (miktarı tespit edilmiş) ya da mehri misilden birisi mutlaka vacip olur. Nebi (s.a.v.)'in nikahını hibe lafzı ile akd olup olmayacağı hususu ile ilgili olarak Mezheb alimlerimizin de iki görüşü vardır. Bir görüşe göre nikah akdi gerçekleşir. İkinci görüşe göre ise hibe lafzı ile nikah akdi gerçekleşmez. Aksine nikah akdi ya evlendirmek yahut nikahlamak lafızları ile -onun dışındaki ümmetin diğer fertlerinde olduğu gibi- akd olabilir. Bize göre nikahın ancak bu iki lafızdan birisi ile akd edileceği hususunda görüş ayrılığı yoktur. Böyle diyenler de ayeti ve hadisi burada hibeden maksadın hibe lafzı ile akit yapıldığından ötürü mehrin olmayacağı şeklinde anlaşılır.

 

Ebu Hanife dedi ki: Herkesin nikahı ebedilik şartı ile mülk edinmeyi gerektiren her bir lafızia akd olunabilir. Sevri, Ebu Sevr, Maliki fukahasının pek çoğu ve başkaları da bizim mezhebimiz ile aynı kanaattedir. Ayrıca bu Malik'den nakledilmiş iki rivayetten birisidir. Ondan gelen diğer rivayete göre ise nikah hibe, sadaka ve nikah kastedilmesi şartı ile bey lafızları ile dahi akd edilebilir. Mehrin zikredilip edilmemesi arasında da fark yoktur. Fakat rehin, icare ve vasiyet lafızları ile nikah akdi sahih olmaz. Maliki mezhebi alimleri arasında helal kılmak ve mübah kılmak lafızları ile nikah akdini sahih kabul edenler de vardır. Bunları Kadı Iyaz nakletmiş bulunuyor.

"Rasulullah (s.a.v.) O kadına baktı, onu tepeden tırnağa süzdü, sonra da başını önüne eğdi." Bunda bir kadın ile evlenmek isteyen bir kimsenin ona bakmasının ve onu dikkatlice süzmesinin caiz olduğuna delil vardır.

 

Aynı zamanda kadının kendisi ile evlenmesi için kendisini salih bir erkeğe teklif etmesinin müstehab olduğu, diğer taraftan kendisinden gerçekleştirmesi imkanı bulunmayan bir ihtiyaç istenen kişinin bunu yerine getiremeyeceğini soru soranın anlayacağı bir şekilde susmakla geçiştirip olumsuz cevap vererek onu utandırmamasının müstehab olduğu hükmü de anlaşılmaktadır. Ancak sadece bu işin olamayacağı açık ifade ile anlaşılabilecekse o taktirde açıkça olumsuz cevap verir. Hattabı dedi ki: Yine bu hadiste bir kadını ona iddet içerisinde olup olmadığını sormadan -halin zahirine göre olayı yorumlayarak- nikahlamanın caiz olduğu hükmü anlaşılır. Ama bununla birlikte hakimlerin adeti ihtiyaten bunu araştırmaktır.

 

Derim ki: Şafii dedi ki: Kadı kendisinden kendisini evlendirmesi isteği ile gelen bir kadını bu kadının özel bir velisinin bulunmadığına ve evli de iddet içerisinde de olmadığına adaletli iki kişi şahitlik etmedikçe evlendiremez. Mezheb ''alimlerimiz arasında: Bu vacip bir şarttır diyenler dahi vardır ama Mezheb alimlerimize göre daha sahih görülen bunun müstehab olduğu, ihtiyat olduğu ama şart olmadığıdır.

 

Rasulullah (s.a.v.)'in: "Bir bak, demirden bir yüzük dahi olsa" buyruğu nüshalarda bu şekilde "hatim" lafzının sonunda elif yoktur. Bazı nüshalarda ise elifli olarak "hatimen" şeklindedir. Bu açıkça anlaşılan bir husustur. Birincisi de doğrudur. Yani, hiç olmazsa demirden bir yüzük olsun anlamındadır.

 

Bu buyrukta nikahın mehir olmadan akd edilmemesinin müstehab olduğuna delildir. Çünkü böylesi anlaşmazlıkların daha çok önünü keser ve eğer zifafa girmeden önce talak gerçekleşip mehrin yarısının verilmesinin gerekeceği haline göre kadın için daha faydalıdır. Hatta eğer nikahda mehir miktar olarak tespit edilmemişse böyle bir durumda mehir gerekmez, aksine sadece mut'a (kadına yararlanabileceği bir şeyler vermek) gerekir. O halde mehirsiz nikah akdi yapılırsa sahihtir. Nitekim yüce Allah: "Kendileri ile temas etmediğiniz yahut kendilerine mehir tayin etmemiş olduğunuz hanımları boşamanızda üzerinizde bir günah yoktur. " (Bakara, 236) buyurmaktadır.

 

İşte bu buyruk mehir olmadan nikahın da talakın da sahih olacağını ama daha sonra kadına mehrin verilmesinin vacip olacağını açıkça ifade etmektedir. Peki mehir akit ile mi yoksa zifafa girmek ile mi vacip olur. Bu hususta meşhur bir görüş ayrılığı vardır ve bunlar aynı zamanda Şafii'nin iki görüşüdür. Daha sahih olanı gerdeğe girmekle vacip olacağıdır. Bu ayetin zahirinden anlaşılan da budur.

 

Hadis-i şerifte mehrin eşlerin karşılıklı rıza göstermeleri şartıyla mal edinilebilecek cinsten az ya da çok olmasının caiz olduğuna delildir. Çünkü demir bir yüzük son derece az bir değerdir. Şafii'nin mezhebi budur. Selef ve halefin ilim adamlarının büyük çoğunluğunun kanaati de budur. Rabia, Ebu Zinad, İbn Ebu Zi'b, Yahya b. Said, Leys b. Sa'd, Sevri, Evzai, Müslim b. Halid ez-Zinci, İbn Ebu Leyla ve Davud da hadis ehli fukahası ile Maliki mezhebi alimlerinden İbn Vehb de böyle demişlerdir. Kadı lyaz dedi ki: Bu Hicazlı, Basralı, Kufeli, Şamlı ve diğer bütün ilim adamlarının görüşüdür. Bu görüşe göre az ya da çok, eşlerin karşılıklı rıza ile kabul ettikleri her bir şey mehir olarak caizdir. Kamçı, ayakkabı, demir yüzük ve benzeri gibi. Malik ise asgarisi hırsızlık nisabında olduğu gibi çeyrek dinardır demiştir. Kadı lyaz der ki: Bu Malik'in tek başına kabul ettiği görüşlerden birisidir. Ebu Hanife ve Hanefi mezhebi fukahası: Asgarisi on dirhemdir derken, İbn Şubrume, en azı beş dirhemdir. Her ikisi de bu miktarı kendilerince hırsızlıkda el kesmek için aranan nisabı gözönünde bulundurmuşlardır. Nehai ise kırk dirhemden daha azının mehir olmasını mekruh görmüş ve bir defasında da on dirhemden az demiştir.

 

Ama cumhurun görüşü dışında kalan bu görüşler sünnete muhaliftir ve onlara karşı bu sahih ve açık hadis delil teşkil etmektedir.

Ayrıca bu hadiste demirden yüzük edinmenin caiz olduğu hükmü de anlaşılmaktadır. Bu konuda Kadı lyaz'ın naklettiği üzere selefin farklı görüşleri bulunmaktadır. Bizim (Şafii) Mezheb alimlerimize göre demir yüzüğün mekruh olup olmaması ile ilgili iki görüşü bulunmakta olup daha sahih olanına göre mekruh değildir. Çünkü demir yüzük kullanmayı yasaklayan hadis zayıftır. Ben bu meseleyi el-Mühezzeb şerhinde açıklamış bulunuyorum.

 

Yine bu hadisten mehrin kadına peşin teslim edilmesinin müstehab olduğu hükmü de anlaşılmaktadır.

Adamın: Allah'a yemin ederim ki ey Allah'ın Rasulü, demirden bir yüzüğüm dahi yok" ifadelerinde de yemin ettirmeden ve zorunluluk da yokken yemin etmenin caiz olduğu hükmü anlaşılmaktadır. Şu kadar var ki Mezheb alimlerimiz ama ihtiyaç yoksa yemin etmek mekruhtur demişlerdir. Bu adamın ise söylediğini pekiştirmeye ihtiyacı vardı.

Yine bu ifadelerden eli dar kimseyi evlendirmenin ve onun evlenmesinin caiz olduğu hükmü de anlaşılmaktadır.

 

"Fakat benim şu izarım var ... " Bu da bir kavmin ileri geleninin onların maslahatına olan hususları göz önünde bulundurması ve kendilerine onlar için daha uygun ve yumuşak olan yolu göstermesinin gereğine bir delildir. Diğer taraftan erkeğin razı olması halinde ya da razı olacağını ağırlıklı olarak düşünmesi halinde hanımının elbisesini giyinmesinin caiz olduğu hükmü de anlaşılmaktadır. İşte bu hadisin bu bölümünden kasıt da budur.

 

Rasulullah (s.a.v.)'in: "Git, Kur'an'dan ezbere bildiklerine karşılık o mülkiyetine verildi" buyruğu nüshaların bir çoğunda bu şekildedir. Kadı Iyaz da bunu çoğunluğun rivayeti olarak mim harfi ötreli, lam harfi kesreli, edilgen bir fiil olarak "mullikteha: o mülkiyetine verildi" diye nakletmiştir. Bazı nüshalarda ise iki kaf ile olmak üzere: "mellektükeha: onu sana mülk verdim" şeklindedir. Buharı de bunu böylece rivayet etmiştir. Başka bir rivayette ise: "Zevvectukeha: Onu seninle evlendirdim" şeklindedir. Kadı Iyaz dedi ki: Darakutni dedi ki: Bunu "o mülkiyetine verildi" şeklinde rivayet edenlerin rivayeti bir yanılmadır. Doğrusu ise bunu: "onu seninle evlendirdim" diye rivayet edenlerinkidir. Üstelik bunlar sayıca daha çok ve hıfzları daha ileridir.

 

Derim ki: Her iki lafzın da doğru olma ihtimali vardır. Bu durumda önce evlendirme lafzı söylenmiş, böylelikle ona Malik olmuş, sonra da ona: Artık gidebilirsin, çünkü bundan önceki evlendirme sureti ile o senin mülkiyetine verilmiş bulunuyor demiş olur. Allah en iyi bilendir.

 

Bu hadiste Kur'an öğretmenin mehir olmasının caiz olduğuna, Kur'an öğretme karşılığında ücret almanın da caiz olduğuna delildir. Şafii mezhebine göre her ikisi de caizdir. Ata, Hasan b. Salih, Malik, İshak ve başkaları da böyle demiştir.

 

Aralarında Zührı ve Ebu Hanifenin bulunduğu bir topluluk ise bunu kabul etmemektedir.

 

Bu hadis ile birlikte: "Şüphesiz karşılığında ücret almaya en çok hak kazandığınız şey Allah'ın kitabıdır" şeklindeki sahih hadis bunu kabul etmeyenlerin görüşlerini reddetmektedir.

 

Kadı Iyaz Kur'an öğretmek için başkalarını ücretle tutmanın caiz olduğu kanaatini Ebu Hanife dışında bütün alimlerden nakletmiş bulunmaktadır.

 

* * *

 

3475-79/4- Bize Yahya b. Yahya et-Temiml ... O Enes b. Malik'den rivayet ettiğine göre Nebi (s.a.v.) Abdurrahman b. Avf'ın üzerinde zaferan ve benzeri hoş kokuların sarı izini gördü. "Bu nedir?" buyurdu. Abdurrahman:

Ey Allah'ın Rasulü! Ben hurma çekirdeği ağırlığında altın mehir ile bir kadın ile evlendim dedi. Resulullah (s.a.v.): "Allah senin için mübarek kılsın, bir koyun ile dahi olsa düğün yemeği ver" buyurdu.

 

 

Açıklama:

 

"Nebi (s.a.v.) Abdurrahman'ın üzerinde zaferan ve benzeri kokuların sarı izini gördü, bu ne? dedi." Hadisin bu bölümü imamın ve fazilet sahibi kimsenin arkadaşlarını iyice görüp gözetlemesi gerektiğini, durumlarında gördüğü değişiklikleri sorup soruşturmasının müstehab olduğuna delildir.

 

"Zaferan ve benzeri kokuların sarı izi" Müslim'in kitabı dışındaki bir rivayette "onun üzerinde bir sarılık gördü" bir diğer rivayette "zaferandan bir kalıntı, biz iz" denilmektedir. Maksat ise sürülen hoş kokunun izidir. Bu hadisin anlamı ile ilgili sahih olan açıklama onun üzerinde zaferan ve damatların kullandıkları daha başka kokularının izlerinin kalmış olmasıdır. Yoksa kendisi bizzat zaferanı kasten sürmüş değildi. Çünkü Sahih'de erkekler için zaferan sürmenin yasak olduğu sabit olmuştur. Aynı şekilde erkeklere haluk denilen hoş koku da yasaklanmıştır.

 

Çünkü bunlar kadınlara ait kokulardır. Erkeklere ise kadınlara benzemeleri yasaklanmıştır. İşte hadisin manası ile ilgili doğru açıklama budur. Kadı Iyaz'ın ve muhakkiklerin tercih ettiği de budur.

Kadı Iyaz dedi ki: Bir görüşe göre damada bu hususta ruhsat vardır. Yine bu hususta Ebu Ubeyd'in zikrettiği bir rivayet gelmiştir. Buna göre onlar genç kimseye düğün günlerinde bunun için ruhsat veriyorlardı. Ayrıca belki de kullanılan bu miktar tepki gösterilmeyecek kadar az da olabilir diye açıklanmıştır demektedir. Bir diğer açıklamaya göre İslam'ın ilk dönemlerinde evlenen bir kimse sevincine ve evliliğine alamet olmak üzere boyalı bir elbise giyerdi. Ancak bu bilinen bir husus değildir. Bir diğer açıklamaya göre bu zaferan bedeninde değil de sadece elbiselerinde kalmış olabilir. Malik ve mezhebine mensup ilim adamlarının kanaatine göre zaferanlı elbise giyinmek caizdir. Aynı zamanda Malik bunu Medine alimlerinden diye rivayet etmiştir. İbn Ömer'in ve başkalarının da görüşü budur. Şafii ve Ebu Hanife ise erkek için bu caiz değildir demişlerdir.

 

"Bir hurma çekirdeği ağırlığında altın mehir ile bir kadınla evlendim." Kadı Iyaz dedi ki: Hattabi dedi ki: Nevat (hurma çekirdeği) onlar tarafından bilinen bir miktarın adıdır. Bunu beş dirhem altın diye açıklamışlardır. Kadı Iyaz dedi ki: ilim adamlarının çoğu bunu böylece açıklamışlardır. Ahmed b. Hanbel ise bu üç tam bir bölü üç dirhemdir demiştir. Bundan maksadın hurma çekirdeği olduğu yani onun ağırlığınca altın olduğu da söylenmiştir. Ama sahih olan birincisidir.

Bazı Maliki alimleri ise nevat Medine'lilere göre dörtte bir dinardır. Ebu Ubeyd'in sözlerinin zahirinden anlaşıldığı üzere o beş dirhem ödemiştir. Onun dediğine göre o zaman altın yoktu. Bunlar ancak kırk dirheme ukiyye denildiği gibi beş dirheme de nevat (tercümede hurma çekirdeği) denilirdi.

 

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Allah senin için mübarek kılsın" buyruğu evlenen kimseye dua etmenin ve Allah sana mübarek kılsın ya da benzeri bir sözle dua etmenin müstehab olduğuna delildir.

Rasulullah (s.a.v.)'in: "Bir koyun ile dahi olsa bir ziyafet ver" buyruğu ile ilgili olarak lugat alimleri, fakihler ve başkalarının dediklerine göre velime düğün için yapılan yemeğin adıdır. Bu toplanmak anlamında olan "velem"den türetilmiştir. Çünkü eşler bir araya gelip toplanırlar. Bu açıklamayı el-Ezheri ve başkaları yapmıştır. el-Enbari dedi ki: Bunun asıl anlamı bir şeyin tamam olup eksiksiz olmasıdır. Bu kökten mı ise "evleme" diye gelir.

 

Mezheb ''alimlerimiz ve başkaları der ki: Ziyafetler sekiz türlüdür: Düğün velimesi, hı harfi ötreli olarak sonu sin ve sad olabilen, doğan çocuk sebebi ile verilen yemek olan "hurs", sünnet sebebi ile verilen yemek olan i'zar, bina yapmak dolayısı ile verilen yemek olan "vekire", bir yolcunun gelişi dolayısıyla verilen ve "nek'" den alınmış "nakia" aynı zamanda gubar da denilir. Diğer taraftan yemeği yolculuktan dönenin yapacağı söylendiği gibi başkası onun için yapar diye de söylenmiştir. Doğumun yedinci günü "akika", musibet esnasında verilen yemek olan "vadime", her hangi bir sebep olmadan verilen ziyafet olan "me'dube" veya "me'debe" Allah en iyi bilendir.

 

ilim adamları düğün yemeğinin (velime) vacip mi müstehab mı olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Mezheb alimlerimize göre daha sahih olan bunun müstehab bir sünnet olduğudur. Onlar bu hadisteki emri mendubluk anlamında kabul ederler. Malik ve başkaları da bu görüşte olmakla birlikte Davud ve başkaları ise vacip kabul etmişlerdir.

Yine ilim adamları velimenin ne zaman verileceği hususunda farklı görüşlere sahiptir. Kadı lyaz'ın nakletliğine göre, Malik'e ve başkalarına daha sahih olan görüş zifafa girdikten sonra velime vermenin müstehab olduğudur. Malikilerden bir topluluktan gelen rivayete göre ise akit esnasında velime müstehaptır. Maliki mezhebine mensup İbn Habib'e göre ise akit zamanında ve zifafa girildiğinde müstehaptır.

Resulullah (s.a.v.)'in: "Bir koyun ile dahi olsa düğün yemeği ver" buyruğu varlıklı olan kimsenin koyundan daha azı ile düğün yemeği vermemesinin müstehab olduğuna delildir. Kadı lyaz yeterli miktarının belli bir sınırının olmadığı aksine ne kadarı ile ve her ne yemek verirse velimenin gerçekleşmiş olacağı üzerinde icma bulunduğunu nakletmektedir.

Müslim de bu hadisten sonra Safiyye (radıyallahu anha)'nın düğün yemeğinin etsiz olduğunu zikretmektedir. Zeynep (radıyallahu anha)'nın yemeğinde ise bizi ekmek ve et ile doyurdu denilmektedir. O halde bütün bunlar caiz olup velime ziyafeti bunlarla gerçekleşir fakat kocanın durumuna göre olması müstehaptır.

 

Kadı İyaz dedi ki: Selef velimenin iki günden fazla tekrarı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bir kesim bunun mekruh olduğunu söylemiş, bir diğer kesim mekruh görmemiştir. Kadı lyaz dedi ki: Maliki mezhebi alimleri varlıklı olan kimse için bir hafta boyunca devam etmesini müstehab görmüşlerdir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

TALAK / BOŞANMA