UMDETU’L

AHKAM

HACC BÖLÜMÜ

 

NEBİ (SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM)'İN HACCI BABI

 

2941-147/1- Bize Ebu Bekr b. Ebu Şeybe ve İshak b. İbrahim birlikte Hatim'den tahdis etti. Ebu Bekr dedi ki: Hatim b. İsmail el-Medeni, Cafer b. Muhammed'den tahdis etti, o babasından şöyle dediğini rivayet etti: Cabir b. Abdullah'ın huzuruna girdik. Gelenlerin kim olduklarını sordu. Nihayet bana kadar geldi. Ben: Ben Muhammed b. Ali Hüseyn'im dedim. Hemen elini başıma koydu. Üst düğmemi çözdükten sonra alt düğmemi de çözdü. Sonra avucunu memelerimin arasına koydu. O zamanlar ben genç bir çocuktum. Cabir (radıyallahu anh): Merhaba kardeşimin oğlu. Ne istersen sorabilirsin, dedi. Ben de ona sordum. Gözleri o zaman görmüyordu. Namaz vakti gelince astarlı bir elbiseye bürünerek ayağa kalktı. Onu omuzlarının üzerine her koyduğunda küçük olduğundan ötürü iki ucu geri gidiyordu. Ridası (cübbesi) ise yanıbaşında askıda duruyordu. Bize namaz kıldırdı.

Ben: Bana Resulullah (s.a.v.)'in haccından haber ver, dedim.

Eli ile göstererek dokuz rakamını işaret etti ve şunları söyledi: Resulullah (s.a.v.) dokuz yıl haccetmeden durdu. Sonra onuncu yılda haccedeceğini ilan ettirdi. Medine'ye pek çok kimse geldi. Hepsi de Rasulullah (s.a.v.)'e imam olarak uymak, onun yaptığının aynısını yapmak istiyordu. Derken onunla birlikte çıktık. Nihayet Zülhuleyfe'ye geldiğimizde Umeys kızı Esma, Muhammed b. Ebu Bekir'i doğurdu. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e: Nasıl yapayım, diye haber gönderdi. Allah Rasulü: "Guslet, bir elbise ile iyice sarın ve ihrama gir" buyurdu.

 

Sonra Rasulullah (s.a.v.) mescidde namaz kıldı, sonra (devesi) Kasva'ya bindi. Devesi el-Beyda'da onu ayağa kaldırıp doğrulunca onun önünde gözümün uzandı ğı yere kadar baktım. Kimi binekli, kimi yayandı. Sağında da aynen böyleydi, solunda da aynen böyleydi, arkasında da aynen böyleydi. Rasulullah (s.a.v.) de aramızda idi. Kur'an onun üzerine nazil oluyor, tevilini o biliyordu. O her ne yaptıysa biz de onunla amel ettik. O tevhidi dillendirerek telbiye getirip ihrama girdi: "Lebbeyke allahumme lebbeyk. Lebbeyke la şerike leke lebbeyk. İnne'l-hamde vennimete leke ve'l-mülk la şerike lek: Allah'ım, senin çağrını ardı arkasına itaatle kabul ediyorum. Ardı arkasına senin çağrını kabul ediyorum, senin hiçbir ortağın yoktur. çağrını kabul ediyorum. Şüphesiz hamd de, nimet de, mülk de yalnız Senindir. Senin hiçbir ortağın yoktur." İnsanlar da halen getirmekte oldukları telbiyeyi getirdiler. Bununla birlikte Rasulullah (s.a.v.) onların telbiyeleri hakkında kendilerine bir şey demedi. Rasulullah (s.a.v.) ise kendi telbiyesini getirip duruyordu.

Cabir (radıyallahu anh) dedi ki: Biz (o zamanlar) haccdan başka bir şeye niyet etmemiştik. Umreyi bilmiyorduk. Nihayet onunla birlikte Beyt'e kadar geldik. Rüknü istilam etti. Üç şavtı hızlıca döndü, dördünde de normal yürüdü. Sonra İbrahim (aleyhisselam)'ın makamına gitti. "İbrahim'in makamından bir namazgah edinin" (Bakara, 125) buyruğunu okudu. Makamı kendisi ile Beyt'in arasına aldı.

 

-(Cafer b. Muhammed dedi ki:)Babam: Bu iki rek'atte kul huvallahu ehad ile kulya eyyuhe'l-kafirun surelerini okurdu. (Yine o) dedi ki: Ben bunu onun Nebi (s.a.v.)'den duymadan zikredeceğini hiç düşünemiyorum.-

 

Sonra tekrar rükne döndü. Onu istilam etti. Sonra da kapıdan Safa'ya çıktı.

 

Safa'ya yaklaşınca: "Muhakkak Safa ile Merve Allah'ın şiarlarındandır" (Bakara. 158) buyruğunu okudu. "Allah'ın kendisi ile başladığı ile ben de başlıyorum" buyurup Safa'dan başlayarak Beyt'i görünceye kadar üzerine çıktı. Kıbleye döndü. Allah'ı tevhid etti, tekbir aldı ve: "La ilahe illallah vahdehu la şerike leh lehülmülkü velehülhamd ve huve ala külli şeyin kadir la ilahe illallahu vahdeh, encez evadeh ve nasara abdeh ve hezemel ahzabe vahdeh: Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur, bir ve tektir, ortağı yoktur, mülk yalnız O'nundur, hamd yalnız O'nadır ve O her şeye gücü yetendir. Bir tek Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. Vaadini gerçekleştirdi, kuluna yardım etti, yalnız başına bütün hizipleri bozguna uğrattı" buyurdu. Sonra bu arada dua okudu ve bunların aynısını üç defa söyledi.

Sonra Merve'ye indi. Nihayet ayakları vadinin iç tarafına varınca orada koşarcasına yürüdü. Nihayet ayakları yokuşa tırmanınca bu sefer Merveye varıncaya kadar yürüdü. Merve'nin üzerinde de Safa'da yaptığı gibi yaptı. Sonunda Merve üzerindeki son tavafında şunları söyledi: "Eğer geride bıraktığımın benzeri ile gelecekte karşılaşacak olursam beraberimde kurban getirmem ve ben bu haccı umre diye yapardım. Bu sebeple aranızdan beraberinde kurbanlık bulunmayanlar ihramdan çıksın ve bunu umre yapsın."

Bunun üzerine Süraka b. Malik b. Cu'şum kalkarak: Ey Allah'ın Rasülü! Bu bizim bu senemiz için mi yoksa ebediyyen böyle mi (olacak)? dedi.

 

Rasülullah (s.a.v.) parmaklarının birini diğerine geçirerek:

"Umre haccın içine girmiştir" diye iki defa buyurdu "Hayır ebediyyetin de ebediyyetine kadar" diye ekledi.

 

Ali de Yemen'den Nebi (s.a.v.)'in develerini getirip geldi.

Fatıma (radıyallahu anha)'yı da ihramdan çıkanlar arasında buldu. Boyalı elbiseler giyinmiş, sürme çekmiş olduğunu görünce onun bu haline karşı çıktı. O: Şüphesiz bunu bana babam emretti, dedi.

(Ravi) dedi ki: Bundan dolayı Ali Irak'da şöyle derdi: Ben Rasülullah (s.a.v.)'i yaptığımdan dolayı Fatıma'ya karşı kışkırtmak için ve onun kendisinden naklen söz ettiği husus hakkında fetva sormak üzere gittiğimde onun bu yaptığına karşı da çıktığımı ona haber verince o: "Doğru söylemiştir, doğru söylemiştir. Peki sen hacca niyetlenirken ne söyledin?" buyurdu. Ali dedi ki: Ben:

 

Allah'ım Rasülün neyi niyet ederek ihrama girdiyse ben de o niyetle ihrama giriyorum dedim. Rasülullah (s.a.v.): "Beraberinde kurbanlık var, bu sebeple ihramdan çıkma" buyurdu.

 

Ali (radıyallahu anh)'ın Yemen'den getirdiği ve Nebi (s.a.v.)'in getirdiği hediyelik kurbanlıkların toplamı yüz deve olmuştu. Nebi (s.a.v.) ile beraberlerinde kurbanlık bulunanlar dışında herkes ihramdan çıktı, saçlarını kısalttı. Terviye gününde de Mina'ya yönelip hacc niyeti ile ihrama girdiler. Rasülullah (s.a.v.) de devesine bindi. Orada öğle ve ikindi namazları ile akşam, yatsı ve sabah namazını kıldı. Sonra güneş doğuncaya kadar kısa bir süre bekledi, arkasından Nemire de kıldan bir çadırın kendisi için kurulmasını emir buyurdu.

 

Rasülullah (s.a.v.) yoluna devam ettiğinde Kureyşliler cahiliye döneminde yaptıkları gibi onun da Meşairi Haramın yanında vakfe yapacağından şüphe etmiyordu. Ama Resulullah (s.a.v.) orayı aşıp Arafat'a kadar geldi. Çadırının Nemire de kurulmuş olduğunu gördü ve çadırında inip konakladı. Nihayet zevale erince verdiği emir ile Kasva onun için semer vurularak hazırlandı. Resulullah (s.a.v.) insanlara hutbe verip şöyle buyurdu:

 

"Şüphesiz kanlarınız ve mallarınız bugününüzün hürmeti gibi bu ayınızda bu beldenizde olduğu gibi haramdır. Şunu bilin ki cahiliye işi olan her bir iş benim ayaklarımın altındadır. Cahiliyenin kan davaları kaldırılmıştır. Cahiliye döneminden kalma bize ait kaldırdığım ilk kan davası da Rabia b. el-Haris'in oğlunun kan davasıdır. O Sa'd oğulları arasında süt annenin yanında süt emiyordu. Huzeylliler onu öldürdü. Cahiliye döneminin faizleri de kaldırılmıştır. Bize ait kaldırdığım ilk faiz de Abbds b. Muttalib'in alacağı olan faizdir. Onun tamamı kaldırılmıştır. Kadınlar hakkında Allah'tan korkun. Çünkü siz onları Allah'ın emanı ile aldınız, Allah'ın adı ile onların fereleri size helal oldu. Yataklarınızı hoşlanmayacağınız bir kimseye çiğnetmemeleri sizin onlar üzerindeki hakkınızdır. Eğer böyle bir işi yapacak olurlarsa onları ağır gelmeyecek şekilde dövün. Onların rızıklarını, giyimlerini, ma'ruf bir şekilde sağlamanız da üzerinizdeki haklarıdır. Ben aranızda bir şey bırakıyorum ki eğer ona sımsıkı sarılacak olursanız artık asla sapmayacaksınız. Bu Allah'ın kitabıdır. Size benim hakkında sorulacak. Ne diyeceksiniz?"

 

Ashab: Senin gerçekten tebliğ ettiğine, görevini eksiksiz yaptığına, samimiyetle öğüt verdiğine şahitlik edeceğiz dediler. O da şehadet parmağını semaya kaldırıp insanlara doğru aşağıya doğru indirerek: "Allah'ım şahit ol! Allah'ım şahit ol" diye üç defa tekrar etti.

 

Sonra ezan okuyup kamet getir(t)di, öğle namazını kıl(dır)dı. Sonra kamet getir(t)ip ikindi namazını kıl(dır)dı. Aralarında da hiçbir namaz kılmadı. Sonra Resulullah (s.a.v.) bineğine binip Mevkif'e kadar geldi. Devesi Kasva'nın karnını kayalara doğru çevirdi, yayaların toplandığı yeri de önüne aldı, kıbleye döndü. Güneş batıncaya kadar vakfede durdu. Güneşin sarılığı azıcık gidip sonunda güneş kursu da kaybolunca Usame'yi de arkasına alarak Resulullah (s.a.v.) yola koyuldu. Kasva'nın yularını kendisine doğru o kadar çekmişti ki devenin başı nerede ise semerinin altındaki deriye çarpacaktı. Sağ eli ile de: "Ey insanlar! Sükunetinizi bozmayın, sükunetinizi bozmayın" buyuruyordu. Kum tepelerinden her bir tepeye geldikçe tepeye çıksın diye yularını azıcık gevşetiyordu.

 

Sonunda Müzdelife'ye kadar geldi. Orada akşam ve yatsı namazlarını bir ezan ve iki kamet ile kıldı. Aralarında hiç namaz kılmadı. Sonra Resulullah (s.a.v.) fecir doğuncaya kadar uzanıp yattı. Sabahın doğduğunu açıkça görünce bir ezan ve bir kamet ile sabah namazını kıldı. Sonra Kasva'ya binim Meş'ar-i Haram'a kadar geldi. Kıbleye döndü, yüce Allah'a dua etti, O'nu tekbir etti, tehlil getirip O'nu tevhid etti. Ortalık iyice aydınlanıncaya kadar vakfeyi devam ettirdi. Güneş doğmadan oradan ayrıldı. Arkasına da el-Fadl b. Abbas'ı bindirdi. Kendisi saçı güzel, beyaz tenli, güzel yüzlü bir adamdı.

Rasulullah (s.a.v.) yola koyulunca yanlarında yürüyen bazı kadınlar da geçti. el-Fadl onlara bakmaya başlayınca Rasulullah (s.a.v.) elini Fadl'ın yüzüne koydu. Fadl yüzünü öbür tarafa çevirip yine bakınca Rasulullah (s.a.v.) bu sefer elini öbür yandan Fadl'ın yüzüne koydu ve o ise yüzünü öbür tarafa çevirip bakıyordu. Nihayet Muhassir'in iç tarafına kadar geldi. Bineğini biraz sürdükten sonra büyük cemreye çıkan ortadaki yolu izledi. Nihayet ağacın yanındaki cemreye kadar geldi, ona yedi taş attı. Attığı her bir taşla birlikte tekbir getiriyordu. Taşlar küçücük taşlardı. O vadinin iç tarafından cemreye taş attı.

 

Sonra kurban kesim yerine gitti. Kendi eli ile altmışüç deve boğazladı. Sonra Ali'ye verdi, o da geri kalanları kesti. Onu kendi hediyelik kurbanlıklarına ortak etti. Sonra her bir deveden bir parça alınmasını emir buyurdu. Bunlar bir çömleğe konarak pişirildi. Her ikisi etinden yediler, suyundan içtiler.

 

Sonra Rasulullah (s.a.v.) bineğine binip Beyt'e gitti. Mekke'de öğle namazını kıldı, Zemzemin başında zemzem suyunu dağıtan Abdulmuttalib oğullarının yanına giderek: "Ey Abdulmuttalib oğullan! Su çekiniz. Sizin bu zemzem suyu içirmeniz görevinde diğer insanların sizi mağlup edeceklerinden çekinmeseydim ben de sizinle birlikte çekecektim" buyurdu. Kendisine de bir kova sundular, o da ondan içti.

 

Açıklama:

 

Bu babta Cabir (radıyallahu anh)'ın rivayet ettiği hadis yer almaktadır. Bu pek Muazzam bir hadistir. Pek çok önemli faydalı bilgileri, oldukça önemli kaidelerden nefis pek çok kaideyi kapsamaktadır. Bu hadis Müslim'in tek başına rivayet ettiği hadislerdendir. Bunu Buhar! Sahih'inde rivayet etmemiştir. Ebu Davud da bu hadisi Müslim gibi rivayet etmiştir.

 

Kadı İyaz dedi ki: İnsanlar bu hadisin fıkhı (ihtiva ettiği ince bilgileri) üzerinde alabildiğine çok açıklamalarda bulunmuşlar, bu hususta Ebu Bekir b. elMunzir büyükçe bir cüz tasnif etmiş ve bu cüzünde yüzelli küsur fıkhi incelikleri ortaya koymuştur. Eğer daha da etraflı bir şekilde ele alınacak olursa buna yakın bir o kadarı daha eklenebilir. Bu hadisin ihtiva ettiği çeşitli nükteleri bundan önce geçen hadislerin şerhi sırasında delil olarak gösterilmişti. Yüce Allah'ın izni ile ayrıca dikkat çekilmesi gereken hususları hadisteki sıralarına göre zikredeceğiz.

 

"Cafer b. Muhammed'den, o babasından şöyle dediğini rivayet etti: Cabir b. Abdullah'ın huzuruna girdik. .. Cübbesi de yanındaki baskı üzerinde idi. Bize namaz kıldırdı." Hadisin bu bölümünden çıkartılacak çeşitli hükümler vardır. Bunların bir kısmını şöyle ce sıralayabiliriz:

 

1. Bir kimsenin yanına gelen ziyaretçilere misafir ya da benzerlerine onlara hak ettikleri değerleri vermesi için kim olduklarını sormaları müstehabtır. Nitekim Aişe (radıyallahu anha) rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (s.a.v.) bizlere insanları hak ettikleri yerlerine koymamızı emir buyurdu demektedir.

 

2. Cabir b. Abdullah'ın Muhammed b. Ali'ye yaptığı gibi Rasulullah (s.a.v.)'in ehli beytine ikram göstermelidir.

 

3. Ziyaretçilere, misafirlere ve benzerlerine merhaba demek müstehabtır.

 

4. Gelen ziyaretçiye layık olduğu şekilde güzel davranmak ve onun yabancılığını üzerinden atmasını sağlamak güzeldir. İşte Cabir (radıyallahu anh)'ın Muhammed b. Ali'nin düğmelerini çözüp elini göğüslerinin arasına koymasının sebebi budur.

 

5. "O gün ben genç bir çocuktum" sözü Cabir'in onun bu şekilde yabancılığını atması için bu davranışı yaşça küçük olduğundan dolayı yaptığına dikkat çekmektedir. Yaşı büyük bir adama ise elin yakasına sokulup göğüslerinin arasının sıvazlanması güzelolmaz.

 

6. Gözleri görmeyen bir kimsenin gözleri gören kimselere imamlık yapması caizdir. Bunun caiz olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur. Ama hangisinin daha faziletli olduğu hususunda üç ayrı görüş vardır. Bunlar aynı zamanda Mezheb alimlerimizin de üç görüşünü ifade eder.

 

Birincisi gözleri görmeyen kimsenin imamlığı görenin imamlığından daha faziletlidir. Çünkü gözleri görmeyen bir kimse oyalayıcı şeylere bakamayacağından ötürü huşusu daha mükemmelolur.

İkinci görüşe göre gözleri görenin imamlığı daha faziletlidir çünkü necaset ve pisliklerden kendisini daha çok koruyabilir.

Üçüncü görüşe göre faziletleri'denk olduğundan ötürü birbirine eşittir. Bu üçüncü görüş ise Mezheb alimlerimiz nezdinde daha sahih kabul edilen görüştür. aynı zamanda Şafii'nin açıkça ifade ettiği de budur.

 

7. Ev sahibi başkalarına göre imamlık yapmayı daha çok hak eder.

 

8. Daha fazlasını giyme imkanı bulunmakla birlikte tek bir elbise giyinip namaz kılmak caizdir.

 

9. Erkek için sebi (meme) adının kullanılması caizdir. Ancak bu hususta dil bilginlerinin görüş ayrılığı vardır. Kimisi kadın hakkında kullanılabileceği gibi erkek hakkında da kullanılması caizdir derken kimisi erkek hakkında bu lafız kulla:ulmaz, sebi kadına hastır, erkek hakkında ise sendue denilir demişlerdir.

 

"Astarlı bir elbise" buradaki "misace" nun harfi kesreli, sin harfi şeddesiz ve cim harfi ile olup bizim diyarımızdaki nüshalarda meşhur olan şekli budur. Ayrıca Müslim'in Sahihi ile Ebu Davud'un Sünen'i rivayetlerimizde de böyledir. Fakat bazı nüshalarda nun harfi hazfedilerek "sace"şeklindedir. Kadı Iyaz da bunu cumhurun rivayeti diye nakletmiş ve doğru olan budur demiştir. Sace ve sac ise taylasan ve benzeri elbiselere denilir. Nun ile rivayet (nisace) ise el-Farisi'nin rivayetinde geçmektedir. Bu da birbirine eklenmiş elbise demektir. Bazıları başındaki nun'un hata ve tashih olduğunu söylemiştir. Derim ki: Durum böyle değildir. Aksine her ikisi de doğrudur. Bu durumda taylasan görünümünde birbirine ekli bir elbise demek olur.

 

Kadı İyaz el-Meşarik adlı eserinde şöyle diyor: Sac ve sace paylasan demektir, çoğulu da skan diye gelir. Özellikle paylasanın yeşilolanlarına bu ismin verildiği de söylenmiştir. el-Ezheri der ki: Bu ortasında yuvarlak bir delik bulunan ve öylece dokunan taylasan demektir. Güzel taylasan diye de açıklanmıştır. Taylasan kelimesi lam harfi kesreli olarak taylisan olarak da söylenir, ötreli olarak taylusan oldukça az bir söyleyiştir.

 

"Cübbesi yanıbaşında askıda duruyordu" mişce: askı kesreli mim ve sakin şin ile cim ve be harfleri ile yazılır. Üzerine elbiselerin ve eveşyaların konulduğu çubuklara denilir.

 

"Bana Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in haccından haber ver" hicce ve hacce olarak da söylenir. Kasıt veda haccıdır.

 

"Rasuluilah (s.a.v.) haccetmeden dokuz sene kald!." Yani hicretten sonra Medine de bu süre kaldı.

 

"Sonra onuncu senede insanlar arasında Rasulullah (s.a.v.) haccedecektir diye ilan etti." Yani insanlara bunu bildirdi, onunla birlikte haccetmeye hazırlansınlar, hacc ibadetini, hükümlerini öğrensinler. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in sözlerine ve fiillerine tanık olsunlar, hazır bulunan bulunmayana tebliğ etmesi için onlara tavsiyelerde bulunsun, İslam daveti yayılsın, risalet yakın ve uzak herkese ulaşsın diye onunla birlikte hacca hazırlanmaları için bunu ilan etti demektir.

 

10. Buradan da imamın gerekli hazırlıkları yapmaları için önemli hususları insanlara ilan edip bildirmesinin müstehab olduğu hükmü anlaşılmaktadır.

 

"Herkes Rasulullah (s.a.v.)'e uymayı istiyor, araştırıyordu.''

 

Kadı İyaz dedi ki: İşte bu onların tümünün hacc niyeti ile ihrama girdiklerinin delillerindendir. Çünkü o (s.a.v.) hacc için ihrama girmiş idi. Onlar da ona muhalefet etmezler. Bundan dolayı Cabir (radıyallahu anh): "O her ne yaptıysa biz de onu yaptık demiştir. Umreye dönüştürerek ihramdan çıkmakta kendisi ihramdan çıkmadığı için duraksamaları sonunda onu kızdırmaları, kendisinin de onlara niçin ihramdan çıkmadıklarının mazeretini bildirmeleri de Bunun gibidir. Ali ile Ebu Musa'nın (radıyallahu anhuma) ihrama girerken Nebi (s.a.v.)'in ihramı gibi girmelerinin sebebi de budur.

Rasulullah (s.a.v.)'in Umeys kızı Esma'ya doğumundan sonra "Guslet ve bir elbiseye iyice sarın ve ihrama gir" buyurmasına gelince. Bunda;

 

11. Lahusa kadının ihrama girmek için gusletmesinin müstehab olduğu hükmü anlaşılmaktadır.

 

12. Ay hali, lahusa ve istihazalı olan kadına istisfar yapması (iyice sarılması) emrolunur. Bu da kadının beline bir kuşak bağlayıp enlice bir bez alıp onu kan ın geldiği yere koyup iki ucunu önden ve arkadan beline bağladığı kuşağa bağlaması ile olur. Bu şekli ile bineklerin semerlerinin arka tarafını kuyruğun altından geçirilen ve semerlere bağlı bulunan parçaya benzer. (Ondan dolayı bu isim ona verilmiştir)

 

13. Loğusa kadının, ihrama girmesi sahihtir. Bu hususta icma vardır. Allah en iyi bilendir.

 

14. "İki rek'at kıldı." Buradan da ihram dolayısı ile iki rek'at kılmanın müstehab olduğu hükmü anlaşılmaktadır.

 

"Sonra Kasva'ya bindi." Kaf harfi fethalı ve sonu med iledir. Kadı Iyaz dedi ki: el-Uzri nüshasında kaf harfi ötreli ve sonu kasr ile "el-Kusva" diye kaydedilmiştir ki bu bir hatadır. (Devamla) KadriYaz dedi ki: İbn Kuteybe dedi ki:

 

Nebi (s.a.v.)'in Kasva, CedZa ve Adba isimlerinde develeri vardı. Ebu Ubeyd dedi ki: Adba Nebi (s.a.v.)'in dişi devesinin ad.:. olup bu isim ona isabet eden herhangi bir şey dolayısı ile verilmiş değildi. Kad.:. Iyaz der ki: Burada Nebi (s.a.v.)'in Kasva adındaki devesine bindiğini zikretmektedir. Hadisin sonunda da Kasva üzerinde hutbe verdi demektedir. Müslim'in Sahih'inden başka kaynaklarda: "el-Ced'a adındaki devesi üzerinde hutbe verdi" denilmiştir. Başka bir hadiste: "Burnu yarık bir deve üzerinde" denilirken, bir başka hadiste "Adba" adı verilmekte, bir diğer hadiste "Onun yarışta asla geçilemeyen bir devesi vardı" bir başkasında: "Muhadrama adında" denilmektedir.

 

Bütün bunlar İbn Kuteybe'nin söylediğinin aksine onun bir tek dişi devesinin olduğuna delildir. Ayrıca Bunun onun adı ya da niteliği olduğunu göstermektedir. İşte bu farklılıklardan ötürü Ebu Ubeyd o sözlerini söylemiştir. elHarbi dedi ki: el-Adb, el-Ced', el-Ham, el-Kasv ve Hadrame (ki adı geçen isimler bu mastarlardan türetilmiştir) kulaklarda söz konusu olan kusurları ifade eder. İbnu'l-Arabi dedi ki: Kasva burnunun ucu kesilmiş demektir. Ced' bundan daha fazlasını anlatır. el-Asmai dedi ki: el-Kavs da onun gibidir. Aynı şekilde kulaktaki her bir kesik hakkında Ced' kullanılır. Şayet dörtte biri aşacak olursa Adba denilir. Muhadrama ise iki kulağı kesik demektir. Eğer şayet kulaklar kökten kopuksa salma denilir. Ebu Ubeyd dedi ki: Kasva kulağı enine kesik, muhadrama kulağı kökünden koparılmış ya da yarıdan fazlası koparılmış demektir. el-Halil der ki:

Muhadrama tek kulağı kesilmi, adba kulağı yarılmış demektir. el-Harbi dedi ki:

 

Hadis el-adbanın devenin adı olduğuna delildir. Kulağı gerçekten yarık olsa bile bu onun ismi olmuştur. Kadı lyaz'ın açıklamaları buraya kadardır.

 

Tabiln'den Muhammed b. İbrahim et-Teymı ve başkaları da şöyle demiştir:

 

Adba, Kasba ve Ced'a Rasulullah (s.a.v.)'e ait aynı dişi devenin adıdır. Allah en iyi bilendir.

 

"Gözümün uzanabildiği kadar uzağa baktım." Bütün nüshalarda (gözümün uzanabildiği kadar anlamındaki) "ilameddi basarı" şeklindedir ve bu sahihtir. Anlamı gözümün görebildiği son noktaya kadar demektir. Ama bazı dil bilginleri bu terkibi kabul etmeyerek doğrusunun "meddı basari" şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Ama bu söyleyiş de çirkin bir söyleyiş değildir. Aksine her ikisi de birer söyleyiştir, Bununla birlikte "med" daha meşhurdur.

 

15. "Önünde kimi binekli kimi yayand!." Bundan hem binekli hem yayan haccetmenin caiz olduğu hükmü çıkmaktadır ki bu da icma ile kabulolunmuş bir husustur. Kitabın, Sünnetin ve ümmetin icmasının delilleri bu hususta birbirini güçlendirmektedir. Yüce Allah da: "İnsanlar arasında haccı ilan et. Onlar sana yayan ve zayıf her deve üzerinde (binekli) olarak geleceklerdir" (Hacc, 27) buyurmaktadır.

İlim adamları hangisinin daha faziletli olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir.

 

Malik, Şafii ve ilim adamlarının cumhuru Nebi (s.a.v.)'e uymak için binekli haccetmek daha faziletlidir, ayrıca böylesi hacc ibadetini yerine getirmek için daha bir destektir. Bir de Bununla daha çok masraf yapmak gerekir demişlerdir. Davud ez-Zahiri ise: Meşakkati sebebi ile yürüyerek daha faziletlidir demiş ise de bu tutarsızdır çünkü meşakkat istenen bir şey değildir.

 

"Kur'an onun üzerine iniyor ve oKur'an'ın tevilini biliyordu." Bu da benim size bu yaptığım haccımda uygulamalarına dair haber vereceklerime sımsıkı sarılmaya teşvik anlamını ihtiva eder.

 

16. "Tevhid ile niyet edip ihrama girdi." Bununla lebbeyke la şerike lek: buyur emrine uyup geldim Senin ortağın yoktur sözünü kastetmektedir. Bunda da cahiliye dönemi insanları telbiye getirirken söyledikleri şirk ifade eden lafızlara muhalefet ettiğine işaret bulunmaktadır ki telbiye babında onların nasıl telbiye getirdikleri söz konusu edilmişti.

 

"O tevhid ile telbiye getirdi. .. Rasulullah (s.a.v.) ise kendi telbiyesini getirmeye devam etti."

 

17. Kadı Iyaz -yüce Allah'ın rahmeti ona- dedi ki: Bu ibarelerde insanların telbiyeye kattıkları Allah'ı övücü sözlerle zikirlere dair gelen rivayetlere işaret bulunmaktadır. Nitekim bu hususta Ömer (radıyallahu anh)'ın: Lebbeyke zennamai vel fadlil hasen lebbeyke merhuben minke merhuben ileyk: çağrına uydum ey nimetler ve güzel lütufların sahibi. Senden korkarak ve mükafatını umarak çağrına uydum" zikirlerini eklediği rivayet edilmektedir. İbn Ömer (radıyallahu anhuma)'dan da: "Lebbeyke ve sadeyk vel hayru biyedeyk verrabehu ileyke vel amel: Tekrar ve tekrar, tekrar ve tekrar senin çağrına uyuyor, emrine itaat ediyor, tekrar ve tekrar Sana itaat edebilmek, Senin yardımın iledir. Hayır yalnız Senin elindedir. Tekrar Senin çağrına uyuyorum, dileklerimiz Sanadır, amellerimiz Senin içindir.'' Enes (radıyallahu anh) da: "Lebbeyke hakkan taabbuden ve rikkan; Senin gerçek bir hakkın olarak kulluğumla, köleliğimle çağrına uyup Sana itaat ediyorum" zikirlerini ekledikleri rivayet edilmektedir.

 

Kadı iyaz dedi ki: İlim adamlarının çoğunluğu müstehab olan Rasulullah (s.a.v.)'in telbiyesi ile yetinmektir demişlerdir. Malik ve Şafii de böyle demiştir. Allah en iyi bilendir.

Cabir dedi ki: "Haccdan başkasına niyet etmemiştir. Umreyi de bilmiyordu."

 

18. İfrad haccının tercih edildiğini söyleyenlerin lehine delildir.

 

19. "Nihayet Beyt'e geldik." Bundan da haccı için sünnetin Kudum Tavafı yapmak ve başka işler için Arafat'a Vakfe'den önce Mekke'ye girmelerinin sünnet olduğu anlaşılmaktadır.

 

20. "Nihayet onunla beraber Beyt'e geldik, rüknü istilam etti, üç şavt hızlıca yürüdü, dört şavt (normal) yürüdü." Buradan da ihramlı olan bir kimse Arafafe:

 

Vakfe'den önce Mekke'ye girdiği taktirde Kudum Tavafı yapmasının sünnet 0'duğu hükmü anlaşılmaktadır. Bu, üzerinde icma olunmuş bir husustur.

 

21. Tavaf yedi şavtlır.

 

22. Sünnet, ilk üç şavta remel yapmak (koşarcasına biraz hızlı yürüme h: diğer dört şavtı ise normal yürümektir.

 

İlim adamları der ki: Remel kısa adımlarla en hızlı yürüyüş şeklidir. Habab da denilir. Mezheb alimlerimizin dediklerine göre remel ancak hacc ya da umrenin bir tek tavafında müstehabtır. Eğer hacc ya da umreden başka bir maksatla tavaf ediyorsa remel yoktur ve bu hususta görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Aynı şekilde haccdaki bütün tavaflarda da hızlıca yürümez. Sadece bunların birisinde hlZlıca yürür.

 

Bu hususta Şafii'nin meşhur iki görüşü olup en sahih olanlarına göre arkasına say'i gelen tavafda böyle yapar, bu ise Kudum Tavafı'nda ve İfada Tavafı'nda olur, Veda Tavafı'nda böyle bir şey söz konusu değildir. İkinci görüşe göre, ister arkasından say yapmak istesin ister istemesin yalnızca Kudum Tavafı'nda hızlıca yürür, ayrıca Umre Tavafı'nda da hızlıca yürür. Çünkü Umre Tavafı'nda bir tavaf vardır. Allah en iyi bilendir.

 

23. Mezheb alimlerimizin dediklerine göre ıztıba' tavafın sünnetidir. Çünkü onun hakkında Ebu Davud'un ve Tirmizı'nin Sünenleri ile başka kaynaklarda sahih hadis yer almaktadır. Iztıba' ise ridasının (ihramın üst parçasının) ortasını sağ omuzunun arkasından koyup uçlarını solomuzlarının üzerine atmasıdır. Bu durumda sağ omuzu açık kalır. Mezheb ''alimlerimiz derler ki: Iztıba'da remelin (hızlıca yürüyüşün) sünnet olduğu bir tavafta sünnettir.

 

24. "Rüknü istilam etti" yani elini o rükne (hacere) sürdü--Bu-bütün tavaflarda sünnettir.

 

"Sonra İbrahim (aleyhisselam)'ın makamına gitti ... Makamı, kendisi ile Beyt'in arasına aldı."

 

25. Bu ilim adamlarının icma ile kabul ettikleri tavaf eden her bir kimsenin tavafını bitirdikten sonra makam'ın arkasından iki rekat tavaf namazı kılması gerektiğine bir delildir. Ancak bu iki rekatın vacip mi sünnet mi olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Bizim mezhebimizde de bu hususta görüş ayrılığı vardır. Bu görüş ayrılığının neticesi farklı üç görüşün daha sahih olanına göre bu iki rekatın sünnet olduğudur. İkinci görüşe göre bu iki rek'at vaciptir. Üçüncüsüne göre şayet yapılan tavaf vacip ise iki rek'atta vaciptir, sünnetse sünnettir. Bununla birlikte bizler bu iki rek'atın ister vacip olduğunu ister sünnet olduğunu söyleyelim kılmayacak olursa tavafı batılolmaz. Sünnet olan da bunları makam'ın arkasında kılmasıdır. Eğer yapamayacak olursa Hicrde, bunu da yapamaz ise mescidin içinde buna da imkanı olmazsa Mekke de ve Haremin diğer yerlerinde kılabilir. Eğer kendi vatanında yahut da yeryüzünün uzak başka bir yerinde kılacak olursa caiz olmakla birlikte fazileti kaçırmış olur. Hayatta kaldığı sürece de bu namazın vakti geçmez. Şayet birden çok tavaf yapmak isterse her tavafın arkasında iki rek'atini kılması müstehabtır. Eğer tavaf namazını akabinde kılmadan birden çok tavaf yapmak isteyip sonra da tavafların arkasında her bir tavafın iki rekatını kılacak olursa Mezheb ''alimlerimiz bu caizdir, Bununla birlikte daha uygun (evla) olana muhaliftir ama mekruh olduğu söylenemez. Bu görüşü kabul edenler arasında el-Misver b. Mahreme, Aişe (radıyallahu anha), Tavus, Ata, Said b. Cübeyr, Ahmed, İshak ve Ebu Yusuf da vardır. Ancak İbn Ömer, Hasan-ı Basri, Zühri, Malik, Sevrı, Ebu Hanife, Ebu Sevr, Muhammed b. el-Hasan ve İbnu'l-Munzir bunu mekruh görmüşlerdir. Aynı zamanda bu görüşü Kadı Iyaz fukahanın cumhurundan nakletmiştir.

 

"Babam (böyle) diyordu ve ben onun bunu ancak Nebi (s.a.v.)'den (duyup) zikrettiğini biliyorum. Nebi (s.a.v.) iki rek'atta kulhuvallahu ehad ile kulya eyyuhelkafirun surelerini okuyordu."

 

Bu sözün manası şudur: Cafer b. Muhammed bu hadisi babası Cabir'den rivayet etmiş ve şunları söylemiştir: Babam yani Muhammed şöyle derdi: O bu iki sureyi okudu. Cafer dedi ki: Ben babamın bu kıraati Cabir'in kendi namazında Cabir'in kıraatinden zikrettiğini bilmiyorum. Aksine benim bildiğim Cabir'den o Nebi (s.a.v.)'in bu iki rek'atı kıldığı sıradaki kıraatinden diye rivayet ettiğini biliyorum.

 

"Kulhuvallahu ehad" ve "Kulya eyyuhelkafirun" demesinin anlamı da şudur: Birinci rekatta Fatiha'dan sonra "Kulya eyyuhelkafirun" suresini, ikincisinde ise Fatiha'dan sonra "kulhuvallahu ehad" suresini okumuştur. Onun: Benim bildiğim onun bunu ancak Nebi (s.a.v.)'den diye zikrettiğinden ibarettir" ifadesi bu hususta bir şüphe anlamında değildir. Çünkü bilmek lafzı şüpheye aykırıdır. Aksine bu kıraatin Nebi (s.a.v.)'e ref edilmesi (ona nisbeten rivayeti)ni kesin olarak ifade etmiştir. Bunu Beyhaki Müslim'in şartına göre sahih bir isnad ile Cafer b. Muhammed'den, o babasından, o Cabir'den diye rivayet etmektedir. Buna göre Nebi (s.a.v.) Beyt'i tavaf etti. Hacer-i Esved'den itibaren üç şavt remel yaptı (hızlı çalımlı yürüdü). Sonra iki rek'at namaz kıldı ve bu iki rek'atta kulya eyyuhalkafirun ile kulhuvallahu ehad surelerini okudu.

 

26. "Sonra rükne döndü, onu istilam ettikten sonra kapıdan Safa'ya çıktı."

 

Bu da Şafii ve daha başka alimlerin şu görüşlerine delildir: Kudum Tavafı yapan bir kimsenin tavafı ve makam'ın arkasında tavaf namazını bitirdikten sonra tekrar Hacer-i Esved'e dönüp onu istilam etmesi sonra da say yapmak üzere Safa kapısından çıkması müstehabtır. Bununla birlikte ilim adamları bu istilamın vacip olmayıp sadece sünnet olduğu, bunu terk edecek olursa kurban kesmesi gerekmediği üzerinde ittifak etmişlerdir.

 

"Sonra kapıdan Safa'ya çıktı. Safa'ya yaklaşınca: "Muhakkak Safa ile Merve Allah'ın şiarlarındandır" (Bakara, 158) ayetini okudu ... Sonra Merve'ye indi."

 

27. Bu ibarelerde çeşitli hacc menasiki söz konusu edilmektedir. Bunların bir kısmı şunlardır:

 

a. Say'a Safa'dan başlamak şarttır. Şafii, Malik ve cumhur da bu görüştedir. Nesai'nin bu hadisi rivayetinde sahih bir isnad ile Nebi (s.a.v.)'in: "Allah'ın adını anarak başladığımdan, siz de başlayın" dediği sabittir. Onun rivayeti bu şekilde çoğul kipi ile gelmiştir.

 

b. Safa ile Merve'nin üstüne çıkması gerekir. Bu çıkmanın hükmü hakkında görüş ayrılığı vardır. Mezheb alimlerimizin çoğunluğu bu sünnettir, şart ve vacip değildir. Bu çıkmayı terk edecek olursa say'ı sahih olmakla birlikte fazileti kaçırmış olur. Mezheb alimlerimizinden Ebu Hafs b. el-Vekil şöyle demiştir: Safa'nın az bir yeri dahi olsa üzerine çıkmadıkça say'i sahih olmaz. Ama doğrusu birincisidir.

 

Mezheb alimlerimizin dediklerine göre Bununla birlikte Safa ile Merve arasında herhangi bir uzaklık da bırakmaması şarttır. Bunun için Safa'nın basamaklarına topuklarını yapıştırmalı, Merve'ye vardığı taktirde de ayak parmaklarını basamaklarına değdirmelidir. İşte bu yedi defada da her birisinde topuklarını başladığı yere değdirmesi, parmaklarını da vardığı yere değdirmesi şarttır. Mezheb alimlerimizin dediklerine göre imkanı varsa Beyt'i görünceye kadar Safa ile Merve'nin üzerine çıkması müstehabtır.

 

c. Safa'nın üzerinde Kabe'ye dönüp durması ve yüce Allah'ı burada anılan zikir ile anıp dua edip, zikri ve duayı üç defa tekrarlaması sünnettir. Mezheb alimlerimizce meşhur olan budur. Yine Mezheb alimlerimizden bir topluluğun dediklerine göre zikri üç defa, duayı da sadece iki defa tekrar eder. Doğrusu birincisidir.

 

"Hizipleri yalnız başına o bozguna uğrattı." Yani o bunları insanların savaşmaları olmadan onlardan kaynaklanan bir sebebe bağlı olmaksızın bozguna uğratmıştır. Hiziplerden maksat ise Hendek Günü Rasulullah (s.a.v.)'e karşı bir araya gelen hiziplerdir. Hendek Gazvesi ise hicretin dördüncü yılı Şevval ayında olmuştu. Beşinci yılında olduğu da söylenmiştir.

 

"Sonra Merve'ye indi. Nihayet ayakları vadinin iç tarafına değince ...

Merve'ye varıncaya kadar yürüdü." İbare nüshalarda bu şekildedir. Kadı Iyaz da bütün nüshalardan bunu böylece nakletmiştir. Ancak şunları söylemektedir: Bu ibarelerde olmazsa olmaz bir lafız düşürülmüştür. O da nihayet ayakları (vadinin iç tarafına) değince vadinin iç tarafında remel yaptı. İşte bu lafzın böyle olması zorunludur. Bu lafız Müslim'den başkasının rivayetinde sabittir. Nitekim bunu el-Humeydı, el-Cem Beyne's-Sahihayn adlı eserinde bu şekilde zikretmekle birlikte Muvatta da şöyledir: Nihayet ayakları vadinin iç tarafına değince oradan çıkıncaya kadar sayetti. Bu da remel yaptı ile aynı anlamdadır. Kadı lySz'ın açıklamaları bunlardır. Bununla birlikte Sahih-i Müslim'in bazı nüshalarında şu şekildedir: "Nihayet ayakları vadinin iç tarafına değince sayetti." Tıpkı Muvatta'da ve başkalarında yer aldığı gibi. Allah en iyi bilendir.

 

28. Bu hadiste vadinin iç tarafında yokuşa gelinceye kadar hızlıca say'ın müstehab olduğu anlaşılmaktadır. Bundan sonra geri kalan mesafeyi Merve'ye kadar alışkın olduğu yürüyüş adeti üzere yürür.

 

29. Bu şekilde sayetmek bu yerde yedi defanın her birisinde müstehabtır.

 

Vadiden önce ve sonra yürümek müstehabtır. Hepsinde yürüse yahut hepsinde sayetse (koşsa) yine onun için yeterlidir ama fazileti kaçırmış olur. Şafii ve onun mezhebine uygun kanaat belirtenlerin görüşü budur. Yapılması gereken yerde hızlıca koşmayı terk eden kimseler hakkında Malik'den iki rivayet gelmiştir. Bunlardan biri zikredildiği gibidir ikincisi ise onun say'ı iade etmesi yönündedir.

 

30. "Merve üzerinde de Safa üzerinde yaptığının aynısını yapt!." Bunda da Merve üzerinde Safa üzerinde sünnet olduğu şekilde yükselmek, zikir ve dua yapmanın sünnet olduğu anlaşılmaktadır. Bu üzerinde ittifak edilmiş bir husustur.

 

31. "Nihayet Merve üzerinde son tavafına gelince ... " Bunda Şafii'nin ve cumhurun görüşüne delil vardır: Safa'dan Merve'ye gidiş bir defa, Safa'ya dönüş, ikincisi Merve'ye tekrar dönüş üçüncüsü sayılır ve bu şekilde yedi şavtın birincisi Safa'dan başlar, sonuncusu da Merve de biter.

 

Şafii'nin kızının oğlu ve Mezheb alimlerimizden Ebu Bekr es-Sayafi der ki:

 

Merve'ye gidiş ve Safa'ya dönüş bir defa sayılır. Bu durumda yedi şavtın sonuncusu Safa'da olur. Fakat bu sahih hadis her ikisinin görüşünü reddetmektedir. Diğer taraftan çağlar boyunca müslümanların ameli uygulaması da böyledir. Allah en iyi bilendir.

"Süraka b. Malik b. Cu'şun kalkıp ... dedi ... " Bu hadisin şerhi bundan önceki babın sonunda açık bir şekilde geçmiş bulunmaktadır. "Cu'şun" cim harfi ve şin harfi ötrelidir. Şin harfi fethalı da (cu'şem) söylenir. Bunu da el-Cevherı ve başkaları zikretmiştir.

 

32. Fatıma'nın ihramdan çıkanlar arasında olduğunu gördü ... Buna tepki gösterdi." Buradan erkeğin zevcesinde, dini yaşayışında bir eksiklik görmesi halinde tepki göstereceği hükmü anlaşılmaktadır. Çünkü Ali (radıyall€ıhu anh) böyle yapmasının caiz olmadığını düşündüğünden karşı çıkıp tepki göstermişti.

 

"Ben de Rasulullah (s.a.v.)'i Fatıma'ya karşı kışkırtmak üzere ... gittim." Tahriş (kışkırtmakl bir işe teşvik etmek demektir. Burada maksat ise Rasulullah (s.a.v.)'e Fatıma (radıyallahu anha)'ya sitem etmesini gerektirecek şeyleri ona anlatmasıdır.

 

33. "Ben: Rasulullah (s.a.v.) ne diyerek ihrama girmişse ben de öylece ihrama giriyorum, dedim." Bundan önceki babta Bunun şerhi geçmiş idi. Bir kimsenin ihrama girmesini filanın ihramı gibi ona bağlı olarak şart koşmasını caiz olduğunu belirtmiştik.

 

34. "Nebi (s.a.v.) ile beraberlerinde kurbanlık bulunanlar dışındakilerin hepsi ihramdan çıktı ve saçlarını kısalttı."

 

35. Bundan umumi lafız kullanılarak özel kimselerin kastedilmesinin mümkün olduğu hükmü anlaşılmaktadır. Çünkü Aişe (radıyallahu anha) ihramdan çıkmamış ve kurbanlık getirenlerden değildi. "Herkes ihramdan çıktı" sözünden kastı ise onların büyük çoğunluğu demektir. "Hedy: hediyelik kurban" dal harfi sakin ve kesreli olarak söylenir. Dal harfi kesreli olmakla birlikte ye harfi şeddeli, aynı zamanda dal harfi sakin olmakla birlikte ye harfi şeddesiz de söylenebilir. "Hediy ve hedy" şekillerinde.

 

36. "Kısalttılar" tıraş olmayıp saçlarını kısalttılar. Bunanla birlikte tıraş olmak daha faziletlidir. Çünkü haccda tıraş olacak saçlarının kalmasını istemişlerdi. Eğer tıraş olsalardı daha sonra tıraş edecek saçları kalmazdı. Dolayısı ile her iki ibadet neticesinde saçların tamamen iz ale edilebilmesi için burada saçlarını kısaltmak daha güzelolmuştur.

 

37. "Terviye gününde Mina'ya yöneldiler ve hacc niyeti ile ihrama girdiler."

 

Terviye günü Zülhicce'nin sekizinci günüdür. Aynı şekilde defalarca belirtildiği üzere Şafii ve ona uygun kanaat belirtenlere göre faziletli olan Mekke de bulunup da hacc için ihrama girmek isteyenin bu hadis ile amel etmek üzere terviye günü ihrama girmesidir. Yine bu hususda ilim adamlarının farklı görüşleri kaydedilmiş bulunmaktadır. Bununla sünnetin herhangi bir kimsenin terviye gününden önce Mina'ya gitmeye kalkışmaması da beyan edilmektedir. Malik bunu mekruh görmüş, selefden bazıları ise bunda bir sakınca yoktur demiştir. Bizim mezhebimize göre ise daha önce gitmek sünnete muhaliftir.

 

38. "Nebi (s.a.v.) bineğine bindi, orada öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını kıldı." Bu ibarelerde bazı sünnetler beyan edilmektedir:

 

a. Bu gibi yerlerde bineğe binmek, yürümekten faziletlidir. Nitekim genel olarak yolda bineğe binmek yürümekten faziletlidir. Her iki surette de bineğe binmenin daha faziletli olduğu sahih olan kanaattir. Şafii'nin bu hususta zayıf başka bir görüşü daha vardır ki bu görüşe göre yürümek daha faziletlidir. Bazı Mezheb alimlerimiz de şöyle demiştir: Haccın genelinde faziletli olan bineğe binmektir, ancak menasik (denilen hacca dair amellerlin getirildiği yerler müstesnadır. Buralar ise Mekke, Mina, Müzdelife, Arafat ve bunlar arasında gidip gelmektir.

 

b. Bu beş vakit namazı Mina'da kılmak sünnettir.

 

c. Üçüncü sünnet bu geceyi Mina'da geçirmektir. Söz konusu bu gece ise Zülhicce'nin dokuzuncu gecesidir. Bu geceyi orada geçirmek sünnettir, rükun ve vacip değildir. Bunu terk edecek olursa icma ile kurban kesmesi gerekmez.

 

39. "Sonra güneş doğuncaya kadar az bir süre kaldı." Bundan anlaşıldığına göre sünnet güneş doğmadıkça Mina'dan çıkmamalarıdır. Bu da üzerinde ittifak olunmuş bir husustur.

 

40. "Nemire de kendisi için kıldan bir çadırın kurulmasını emretti." Mina'dan gidildiği zaman Nemire de konaklamak müstehabtır. Çünkü Arafat'a ancak güneşin zevale erip öğle ve ikindi namazlarını cem ile kıldıktan sonra girmektir. O halde sünnet Nemire de konaklamalarıdır. Çadırı olan çadırını kurar ve zevalden önce vakfe yapmak için guslederler. Güneş zevale erdikten sonra imam hacılarla birlikte İbrahim (aleyhisselam) mescidine gider ve onlara kısa iki hutbe verir. İkinci hutbeyi de oldukça kısa keser. Hutbeyi bitirdikten sonra onlara cem ile öğle ve ikindi namazlarını birlikte kıldırır. Namazı kılıp bitirdikten sonra vakfe yerine gider.

 

41. Hadis-i şeriften ihramlı kimsenin çadır ve başka şeyler ile gölgelenmesinin caiz olduğu hükmü vardır. Bineği üzerinde olmayana caiz olduğunda görüş ayrılığı bulunmamakla birlikte binekli olan için caiz olduğu ihtilaflıdır. Bizim mezhebimize göre caizdir. Çoğunluk da böyle demiştir. Malik ve Ahmed bunu mekruh görmüştür.

 

42. Çadır edinmek ve çadırların kıldan yapılması da caizdir.

 

43. "Nemire"nin asıl söyleyişi nun harfinin fethalı, mim harfinin kesreli okunuşudur. Bununla birlikte benzeri kelimeler hakkında mümkün olan Bunun hakkında da mümkündür. O da nun harfi hem fethalı hem kesreli olmakla birlikte mim harfinin sakin okunmasıdır. Burası Arafat'ın yanında bir yer olmakla birlikte Arafat'tan değildir.

 

44. Kureyş ise onun Kureyşlilerin cahiliye dönemlerinde yaptığı gibi Meş'ar-L Haram'ın yanında vakfe yapacağından hiç şüphe etmiyordu." Bu şu demektir:

 

Kureyş cahiliye döneminde Meş'ar-i Haram'da vakfe yapıyordu. Burası Müzdelife de Kuzaf adında bir dağın adıdır. Meş'ar-i Haram'ın Müzdelife'nin tamamı olduğu da söylenmiştir. Meşhur olan söyleyiş mim harfinin fethalı okunuşudur.

 

Kur'an-ı Kerim de de böyle gelmiştir. Kesreli olarak (mişar) diye de söylenmiştir. Diğer Araplar ise Müzdelife'yi geçerek Arafat'da vakfe yapıyorlardı. Kureyşliler Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) 'in kendi adetlerine uygun olarak Meş'ar-i Haram'da vakfe yapıp onu geçmeyeceğini sanıyorlardı. Ama Nebi (s.a.v.) Meş'ar-i Haram'ı geçerek Arafat'a geldi. Çünkü yüce Allah: "Sonra insanların ifada yaptıkları yerden siz de ifada yapınız." (Bakara, 199) buyruğunda bunu emretmişti. İnsanlardan maksat ise burada Kureyş'in dışındaki diğer Araplardır. Kureyşliler Harem bölgesinden sayıldığı için Müzdelife de vakfe yapıyorlar ve biz Allah'ın Harem bölgesinin ahalisiyiz. Dolayısı ile buradan dışarı çıkmayız diyorlardı.

"Rasulullah (s.a.v.) (Müzdelife'yi) geçip Arafat'a geldi. Çadırının Nemire de kurulmuş olduğunu gördü. Oraya inip konakladı. Nihayet güneş batıya kayınca ... " Yani Müzdelife de durmayıp Müzdelife'yi geçerek Arafat'a yönelince "nihayet Arafat'a geldi" ifadesi de mecaz olup maksat Arafat'a yaklaşınca demektir. Çünkü o bu sözlerini "çadırının Nemire de kurulmuş olduğunu gördü ve oraya inip konakladı" diye açıklamaktadır. Nemire ise Arafat'dan sayılmaz. Bununla birlikte öğle ve ikindi namazlarını cem ile kılmadan Arafat'a gitmenin sünnete muhalif olduğu da bilinmektedir.

 

"Güneş batıya kayınca verdiği emir üzerine Kasva onun için hazırlandı. .. " Kasva lafzının nasıl zaptedileceği (telaffuz edileceği) ve bunun beyanı bu babın baş taraflarında açıkça ortaya konulmuştur. Ha harfi şeddesiz olarak "feruh ile" ise üzerine semer ve diğer biniş takımları konuldu anlamındadır.

 

"Vadinin iç tarafı" kasıt Urana Vadisi'dir. Urana da Şafii ve Malik dışında bütün alimlere göre Arafat'tan sayılmaz. Ancak Malik burası Arafat'tandır demiştir.

 

45. "İnsanlara hutbe verdi." Buradan imamın Arefe Günü'nde bu yerde hacılara hutbe vermesinin müstehab olduğu anlaşılmaktadır. İlim adamlarının büyük çoğunluğunun ittifakı ile bu hutbe sünnettir.

Bu hususta Maliki mezhebi farklı kanaattedir. Şafii mezhebine göre haccda sünnet olan dört hutbe vardır. Birincisi Zülhicce'nin yedinci gününde öğle namazından sonra Kabe'nin yanında bir hutbe verilir.

İkincisi Arafat'da vakfe gününde Urana Vadisi'nin iç tarafında verilen bu hutbedir.

 

Üçüncüsü nahr (kurban bayramı birinci) günü hutbesidir.

Dördüncüsü ise birinci nehir günü diye bilinen teşrik günlerinin ikincisinde verilen hutbedir. Mezheb ''alimlerimiz der ki: Bütün bu hutbeler birer hutbe olarak verilir ve öğle namazından sonra verilir. Arafat günü hutbesi müstesnadır. O iki hutbe olup namazdan önce verilir. Mezheb ''alimlerimiz der ki bu hutbelerin her birisinde bir sonraki hutbeye kadar gerek duyacakları hususları öğretir. Allah en iyi bilendir.

 

46. "Muhakkak kanlarınız ve canlarınız şu gününüzün bu ayınızdaki hurmeti gibi size haramdır." Bu da bunların haramlığının kesin ve şiddetli olduğu anlamına gelir. İşte bu ifadeler aynı zamanda darb-ı mesele (örnek göstermeye) ve kıyas yaparak benzer şeyleri birbirlerinin hükmüne katmaya delil vardır.

 

47. "Şunu bilin ki cahiliye işi olan her bir iş ayaklarımın altına konulmuştur ...

 

İlk kaldırdığım faiz de bizim faizimiz Abbas b. Abdulmuttalib'in faizidir. Hepsi kaldırılmıştır." Bu cümle ile cahiliye dönemi işleri akabinde kabzın tahakkuk etmediği cahiliye alışverişleri iptal edilmekte, cahiliye dönemindeki öldürmeler sebebi ile kısasın söz konusu olmadığına, imam ve ondan başka iyiliği emredip münkerden alıkoyan kimselerin işe kendisinden ve yakınlarından başlaması gerektiğine delildir. Çünkü böylesi, sözünün kabul edilme ihtimalini daha da yükseltir. Henüz yeni müslüman olmuş kimselerin gönlünü daha çok hoş eder.

 

Rasulullah (s.a.v.)'in: "Ayaklarımın altındadır" bunların iptal edildiğine bir işarettir.

 

"İlk kaldırdığım kan davası İbn Rabia'nın kan davasıdır." Muhakkıklar ve cumhur şöyle demiştir: Bunun adı İyas b. Rabia b. el-Haris b. Abdulmuttalib'di. Adının Harise ve Adem olduğu da söylenmiştir. Darakutni dedi ki: Bu bir tashiftir. Adının Temmam olduğu da söylenir. Adının Adem olduğunu söyleyenler arasında ez-Zubeyr b. Bekkar da vardır.

 

Kadı İyaz dedi ki: Müslim'in bazı ravileri bunu Rabia b. el-Haris'in kanı diye rivayet etmişlerdir. Ebu Davud da bunu böylece rivayet etmiştir. Bunun bir yanılma olduğu, doğrusunun ise "İbn Rabia" olduğu da söylenmiştir. Çünkü Rabia. Nebi (s.a.v.)'den sonra Ömer b. el-Hattab zamanına kadar yaşamıştır. Ebu Ubeyde bunu tevil ederek şöyle demektedir: Rabia'nın kanı demesi kan davasını taleb etme velayetinin kendisinde olmasından dolayıdır. Bunun için ona nisbet etmiştir. Dediklerine göre öldürülen bu oğlu evler arasında emekleyen küçük bir çocuktu. Sa'd oğulları ile Leys b. Bekr arasında meydana gelen bir savaşta ona bir taş isabet etmişti. Bu açıklamayı ez-Zubeyr b. Bekkar yapmıştır.

 

Rasulullah (s.a.v.)'in faiz hakkında:

 

48. "Hepsi kaldırılmıştır" buyruğunun anlamı ana paradan fazla olanı kaldırılmıştır demektir. Nitekim yüce Allah: "Eğer tevbe ederseniz ana mallarınız sizindir" (Bakara, 279) buyurmaktadır. Benim bu zikrettiklerim bir açıklamadır. Yoksa maksat zaten hadisin kendi lafzından anlaşılmaktadır. Çünkü riba (faiz) fazlalık demektir. Riba'yı (fazlalık) ayakların altına alınca fazlalığı kaldırmış demektir. Ayakları altına almaktan kasıt ise onu red ve iptal etmektir.

 

49. "Kadınlar hakkında Allah'tan korkun. Çünkü siz onlan Allah'ın em anı ile aldınız." Bu buyrukla kadınların haklarına riayet teşvik edilmekte, onlara iyi davranmak ve ma'ruf bir şekilde onlarla geçinmek tavsiye edilmektedir. Onlar hakkında tavsiye ihtiva eden onların haklarını açıklayan ve bu haklarını yerine getirmekte kusurdan sakındıran çok sayıda sahih hadis gelmiştir. Ben bunları ya da bunların bir çoğunu Riyazü's-Salihin adlı eserimde bir araya getirmiş bulunuyorum.

 

Rasulullah (s.a.v.)'in: "Onların Allah'ın em anı ile aldınız" ibaresi pek çok asıl nüshada bu şekildedir. Bazılarında "Allah'ın emaneti ile aldınız" şeklindedir.

 

50. "Allah'ın adı ile onların fercleri size helal oldu." Bunun anlamının yüce Allah'ın: "Ya ma'ruf ile tutun yahut güzellikle salıverin" (Bakara, 229) buyruğudur. Kastedilenin tevhid kelimesi olduğu da söylenmiştir ki o da la ilahe illallah Muhammeden Rasulullah'dır. Çünkü müslüman bir kadın gayr-i müslime helal değildir. Bir diğer görüşe göre kasıt Allah'ın mübah kılması ile size helal olmuştur. Kelimeden maksat ise yüce Allah'ın: "Size helal olan kadınları nikahlayınız" (Nisa, 3) buyruğu olduğu söylenmiştir. Bu üçüncü açıklama doğru olan açıklamadır. Hattabı, Herevı ve başkaları birincisini kabul etmiştir. Kelimeden kastın icap ve kabulolduğu da söylenmiştir. Buna göre kasıt yüce Allah'ın emretmiş olduğu kelime ile onlar size helal olur. Allah en iyi bilendir.

 

51. "Hoşlanmadığınız hiçbir kimseye yataklarınızı çiğnetmemeleri sizin onların üzerindeki hakkınızdır ... " el-Mazerı dedi ki: denildiğine göre bundan maksat erkeklerle halvete kalmamaları (tenhada yalnız başlarına kalmamaları)dır. Yoksa Bununla kadının zinasını kastetmiş değildir. Çünkü zina onun celde ile cezalandırılmasını gerektirir. Ayrıca bu kocanın hoşlandığı kimselerle de hoşlanmadığı kimselerle de yapılırsa bu haramdır. Kadı Iyaz dedi ki: Erkeklerin kadınlarla konuşması Arapların cahili bir adetleri idi. Bu ayıp da değildi ve bundan dolayı onların şüphesini çeken bir husus da değildi. Hicap ayeti nazil olunca bu onlara yasaklanmış oldu. Kadı Iyaz'ın açıklamaları bunlar olmakla birlikte tercih edilene göre anlamı şudur: Evinize girip evlerinizde oturmasından hoşlanmadığınız hiçbir kimseye içeri girmesi için izin vermemeleri demektir. Bu izinle girecek kişi ister yabancı bir erkek olsun, ister bir kadın, ister zevcenin mahremlerinden bir kişi olsun. Yasak bunların hepsini kapsar. İşte fukahaya göre meselenin hükmü şudur: Zevce erkek yahut kadın olsun mahrem olsun olmasın, erkeğin evine ancak kocasının kendisinden hoşlanmadığını bildiği yahut zannettiği kimselerin girmesine izin verebilir. Çünkü aslolan insanın evine bu hususta izni olmadıkça kimsenin girmemesidir. Ya da izin vermeye izin verdiği kimselerin izin vermediklerinin ya da örfün bu husustaki devamı ve benzeri hususlarla izin vereceği bilinen kimselerin dışında kimsenin girmemesidir. Razı olup olmadığı hususunda şüphe bulunup herhangi birisi tercih edilemiyor ya da ortada bir karine de yoksa içeri girmek de izin vermek de helal değildir. Allah en iyi bilendir.

 

52. "Ağır olmayan dövmek" ise ağır, şiddetli ve zor gelen dövmek demektir. Yani onları vurma hakkınız doğduğunda onları ağır ve şiddetli olmayan bir şekilde vurunuz. Çünkü berh, meşakkat demektir. Muberrih de bu kökten gelmektedir.

 

53. Bu hadis-i şerifte erkeğin hanımını te'dib maksadı ile dövmesinin mübah olduğu anlaşılmaktadır. Eğer kendisine izin verilmiş olan kadarı ile onu dövüp de bundan dolayı ölürse dövenin akilesine kadının diyetini ödemek gerekir, keffaretin de onun malından ödenmesi gerekir.

 

54. "Ma'ruf bir şekilde onların rızık ve giyimlerini sağlamak da sizin üzerinizdeki haklandır." Buradan da zevcenin nafakasının ve geçiminin karşılanmasının vacip olduğu anlaşılmaktadır. Bu husus icma ile sabittir.

 

55. "Şehadet parmağını semaya kaldırıp insanlara doğru indirerek: Şahit ol Allah'ım buyurdu." Buradaki "yenkütühe: indirerek" lafzını kaf ve te ile zaptedip kaydettik. Kadı Iyaz dedi ki: Rivayet bu şekilde te harfi iledir. Ama bu mana itibari ile uzak bir ihtimaldir. Doğrusunun be harfi ile "yenkubuhe" şeklinde olmasıdır. Biz bunu Ebu Davud'un Süneni'nde İbnu'l-A'rabi yolu ile te ile, Ebu Bekir et-Temmar yolundan da be ile rivayet etmiş bulunuyoruz ki bu da insanlara işaret ederek onu evirip çevirip, indirip kaldırarak anlamındadır. Bir kimsenin ok torbasını çevirmesini anlatmak üzere "nekebe kinanetehu" da buradan gelmektedir. Kadı Iyaz'ın açıklamaları bunlardır.

 

56. "Sonra ezan okudu sonra kamet getirip öğle namazını kıldı, sonra kamet getirip ikindi namazını kıldı, aralarında da bir şey kılmadı." Buradan da o günde orada öğle ve ikindi namazlarının cem ile (birlikte) kılınmasının meşru olduğu hükmü anlaşılmaktadır ki ümmet bu hususta icma etmişlerdir.

 

Ancak bu cem'in sebebinin ne olduğu hususunda görüşleri farklıdır. İbadetin kendisi (haccın) sebebi ile olduğu söylenmiştir. Bu Ebu Hanife ve Şafii mezhebine mensup bazı ilim adamlarının görüşüdür. Şafii mezhebine mensup fukahanın çoğunluğu ise sefer sebebi ile demişlerdir. Buna göre mukim ya da iki merhaleden daha az mesafe yokusu olanlar -Mekkeliler gibi- namazlarını kısaltarak (kasr ile) kılmaları caiz olmadığı gibi cem ile kılmaları da caiz olmaz.

 

57. İki namazı cem ile bir arada kılan bir kimse namazların ilkini önce kılar. birincisi için ezan okur ve her bir namaz için birer kamet getirir ve iki namazın arasını fasıla ile ayırmaz. Bütün bunlar bizde ittifak ile kabul edilmiş hususlardır.

 

58. "Sonra Resulullah (s.a.v.) vakfe yerine gelinceye kadar bineğine bindi. .. Güneş batıp sarılığı azıcık geçip güneşin kursu kayboluncaya kadar vakfeye devam etti." Bu bölümde vakfe ile ilgili çeşitli meseleler ve adab bulunmaktadır:

 

a. İki namazı cem ile kıldıktan sonra vakfe yapacağı yere gitmekte acele edilir.

 

b. Binek üzerinde vakfe yapmak daha faziletlidir. Ancak Bunun hakkında ilim adamlarının görüş ayrılığı vardır. Bizim mezhebimizde üç görüş olup en sahihleri binek üzerinde vakfenin daha faziletli olduğudur. İkinci görüşe göre ise bineksiz vakfe yapmak daha faziletlidir. Üçüncü görüşe göre ise ikisi arasında fark yoktur.

 

c. Adı geçen kayaların yanında vakfe yapmak müstehabtır. Bunlar rahmet tepesinin alt taraflarında döşenmiş kaya parçalarıdır. Rahmet tepesi ise Arafat topraklarının tam ortasındaki bir tepedir. Müstehab olan vakfe yeri burasıdır. Ama avam arasında bu tepeye çıkmaya itina göstermek şeklindeki meşhur anlayış ve ayrıca vakfe ancak orada sahih olur kanaati tamamen yanlıştır. Aksine doğru olan Arafat arazisinin her bir parçasında vakfe yapmanın caiz olduğudur. Fazilet ise Resulullah (s.a.v.)'in kayaların yanındaki vakfe yerindedir. Ona aittir. Buna gücü yetmezse imkanı olduğu kadar ona yaklaşır. Hadisin son taraflarında da yüce Allah'ın izni ile Resulullah (s.a.v.)'in:

 

"Arafatın tamamı vakfe yeridir" buyruğu açıklanırken Arafat'ın sınırları da açıklanacaktır.

 

d. Vakfe yaparken Kabe'ye dönmek müstehabtır.

 

e. Güneş batıncaya ve tam anlamı ile battığı kesinlikle bilininceye kadar vakfede kalmak gerekir. Bundan sonra ise Müzdelife'ye ifada edilir (gidilir). Eğer güneş batmadan önce ifadada bulunacak olursa vakfesi de haccı da sahihtir ama bu acelesini kurban ile telafi eder. Böyle bir kurban vacip midir yoksa müstehab mıdır bu hususta Şafii'nin iki görüşü vardır. Daha sahih olanına göre sünnettir. İkinci görüşe göre vaciptir. Bu iki hüküm ise gündüzün vakfe yapan bir kimse için gece ve gündüz vakitlerinde bir arada vakfede bulunması gerekir mi gerekmez mi esasına dayanmaktadır. Bu hususta da iki görüş vardır ki daha sahih olanına göre sünnettir, ikincisine göre vaciptir.

 

59. Vakfe zamanı Arefe günü güneşin zevali ile Kurban Bayramı birinci günü ikinci fecrin doğuşuna kadar devam eder. Her kim bu zamanın bir diliminde Arafat'da bulunacak olursa Arafat vakfesi sahih olur. Eğer bunu kaçıracak olursa haccı da kaçırmış olur. Şafii'nin de ilim adamlarının büyük çoğunluğunun görüşü budur.

 

Malik der ki: Sadece gündüzün vakfe sahih olmaz. Mutlaka gecenin bir kısmında da vakfe yapması zorunludur. Eğer yalnızca gece vakti vakfe yaparsa bu da ona yeter. Sadece gündüz vakfesi ile yetinirse vakfesi sahih olmaz.

 

Ahmed dedi ki: Vakfe zamanı arefe günü fecrinden itibaren başlar.

 

60. Vakfenin esasının haccın kendisi olmadan sahih olamayacağı bir rükun olduğu üzerinde fukaha icma etmiştir.

 

61. "Yayaların toplandığı yeri de önüne ald!." Burada "habl" lafzı ha ve sakin be ile rivayet edilmiştir. Cim ve be harfleri fethalı olarak da rivayet edilmiştir. Kadı Iyaz -yüce Allah'ın rahmeti ona- birincisi hadise daha uygundur. Çünkü hablül müşat: yayaların toplandığı yer, onların toplanıp bir araya geldiği yer demektir. Kumlar için kullanılacak olursa uzayıp giden ve iri bir hal alan anlamındadır. Cim ile (cebel) ise onların yolu ve piyadelerin gittikleri yer manasına gelir.

 

62. "Güneş batıp sarılık biraz gidip ve kurs kayboluncaya kadar vakfede kald!." Bu ibare bütün nüshalarda bu şekildedir. Kadı Iyaz da bütün nüshalardan böylece nakletmiş olup şunları söylemektedir: Muhtemelen Bunun doğru şekli kurs battığı zamandır. Kadı Iyaz'ın sözleri bunlardır. Bununla birlikte ifadenin zahiri üzere olması ve "kurs kayboluncaya kadar" ibaresinin "güneş batıncaya ve sarılık gidinceye kadar" sözlerinin bir beyanı, açıklaması da olabilir. Çünkü önceki ifadeler kursun büyük bir bölümünün kaybolması hakkında mecazi olarak kullanılabilir. Böyle bir ihtimali "kurs kayboluncaya kadar" diyerek ortadan kaldırmış olmaktadır.

 

63. "Arkasına Usame'yi bindirdi." Buradan da eğer bineğin gücü yetiyorsa birisini arkasına bindirmenin caiz olduğu hükmü anlaşılmaktadır ki bu hususta hadisler birbirini desteklemektedir.

"Kasva'nın yularını kendisine doğru o kadar çekmişti ki devenin başı neredeyse semerinin altındaki deriye değecekti." Buradaki "şeneka" birbirine doğru çekti ve daralttı (tercümede kendisine doğru çekti) anlamındadır. "Mervikurrahi: Semerin altındaki deri" hakkında Cevheri şunları söylemektedir: Ebu Ubeyd dedi ki: Mevrik ve mevrike deveye binen bir kimsenin binmekten usandığı zaman semerin orta tarafının önünde ayağını büküp koyduğu yere denilir. Kadı Iyaz bu kelimeyi re harfi fethalı olarak (mevrek şeklinde) diye zaptetmiş ve şöyle demiştir: Bu binenin üzerine bağdaş kurup oturduğu bir deri parçasıdır. Bu parça küçük bir yastığa benzer bir şekilde semerin ön tarafına konulur.

 

64. Buradan binek üzerinde giden bir kimsenin piyade olarak yürüyen ve pek güçlü olmayan binek sahiplerine yürüyüşte gerekli şefkat ve anlayışı göstermenin müstehab olduğu hükmü anlaşılmaktadır.

 

65. "Eli ile sükunetinizi bozmayın, sükunetinizi bozmayın diyordu." Her iki seferinde de "essekinete" lafzı nasb iledir yani sükunete dikkat edin, sükuneti bozmayın demektir. Sükunet ise yumuşaklık, rahat ve huzur anlamındadır. Buradan da Arafat'tan ayrılış esnasında sükuneti korumanın sünnet olduğu hükmü anlaşılmaktadır. Eğer tenha bir yere rastlarsa diğer hadiste sabit olduğu gibi hızlanır.

"Kum tepeciklerinden bir tepeye her geldiğimde tepeye çıkabilsin diye yularını azıcık gevşetirdi. Nihayet Müzdelife'ye kadar geldi." Burada "el-hibal: kum tepecikleri" kesreli ha ile olup habl'in çoğuludur. Bu da iri kum taneciklerinden meydana gelmiş küçük tepecik demektir.

 

"Çıkabilsin diye" buradaki "tasade" lafzı te harfi ötreli (tuside) de söylenir.

 

Çünkü: "saade fil habli ve esade: tepeciğe çıktı"denilir. Yüce Allah'ın: "İztusidune:

 

Hani yukarı çıkıyordunuz" (Ali İmran, 153) buyruğunda da bu lafız kullanılmıştır.

 

Müzdelife bilinen bir yerdir. Ona bu isim yaklaşmak, yakınlaşmak demek olan tezellüf ve izdilaftan türetilerek verilmiştir. Çünkü hacılar Arafattan ifade ettiklerinde oraya yaklaşırlar. Yani oraya gitmiş ve ona yakınlaşmış olurlar.

 

Buraya insanlar gecenin zülefinde yani çeşitli zamanlarda geldiğinden dolayı bu ismin verildiği de söylenmiştir. Müzdelife'ye aynı zamanda cem' ismi de verilir. Çünkü insanlar burada toplanıp bir araya gelirler. Bilindiği üzere Müzdelife'nin tamamı Harem bölgesindendir. el-Ezraki Tarihü Mekke adlı eserinde el-Maverdi ve bizim Mezheb alimlerimiz mezhebimizin kitaplarında ve başkalarının dediklerine göre Müzdelife Arafat'ın iki yanı ile Muhassir Vadisi arasındaki yerdir. Bu iki sınır noktası ise Müzdelife'nin dışındadır. Bütün dağ yolları ve sözü geçen sınırın içerisindeki bütün dağlar Müzdelife'nin içerisindedir.

 

"Nihayet Müzdelife'ye geldi, burada akşam ve yatsı namazlarını bir ezan ve iki kamet ile kıldı. İkisi arasında da hiçbir namaz kılmadı. Bundan da çeşitli hükümler anlaşılmaktadır.

 

66. Arafattan ayrılan kimse için sünnet akşam namazını yatsı vaktine tehir etmesidir. Bu tehiri iki namazı cem etmek niyeti ile yapar. Sonra bu iki namazı Müzdelife de yatsı vaktinde kılar. Bu husus üzerinde icma vardır. Ama Ebu Hanife ile bir kesimin kabul ettiği görüşe göre o nüsük (hacc ibadeti) sebebi ile bu cem'i yapar. Buna göre Mekke'lilerin Müzdelife ve Mina halkının da başkalarının da bu cem'i yapmaları caiz olur. Ancak bizim Mezheb alimlerimize göre sahih olan bu cem'in sebebinin sefer olduğudur. O halde yolculuğu kasır mesafesine ulaşmayan bir yolcunun bunu yapması caiz olmaz. Kasır mesafesi ise mutedil iki merhaledir. Şafii'nin zayıf bir görüşüne göre ise kısa dahi olsa her seferde namazları cem etmek caizdir. Bazı Mezheb alimlerimiz de: Burada namazların cem sebebi Ebu Hanife'nin dediği gibi ibadetin kendisidir. Allah en iyi bilendir.

 

Mezheb ''alimlerimiz der ki: Her iki namazı Arafat hududunda yahut yolda ya da bir başka yerde akşam vaktinde kılsa ve bunların her birini kendi vaktinde kılsa yine bütün bunlar caizdir ama daha faziletli olana aykırıdır. Mezhebimiz budur. Ashab ve tabiinden bir çok kimse de bu görüştedir. Evzai, EbD Yusuf, Eşheb ve hadis ashabı fukahası da böyle demişlerdir. EbD Hanife ve ondan başka Kufeli fukaha bu iki vakti Müzdelife de kılması şarttır, Müzdelife'den önce bunları kılması caiz olmaz demişlerdir. Malik de: Bunları kendisinin ya da bineğinin bir özrü bulunanlar dışında Müzdelife'den önce bu iki vakti kılması caiz değildir demiştir. Böyle bir mazereti bulunan kimsenin Müzdelife'den önce kılma imkanı vardır. Ancak bunları da şafağın kaybolmasından sonra kılması şarttır.

 

67. Her iki namazı ikincisinin vaktinde birincisi için bir ezan ve her biri için de ayrı birer kamet getirerek kıimalıdır. Mezheb alimlerimize göre sahih olan budur, Ahmed b. Hanbel, EbD Sevr, Maliki mezhebinden Abdulmelik el-Macişun ve Hanefi mezhebinden Tahavi de böyle demişlerdir. İmam Malik ise birincisi için ezan ve kamet getirir, ikincisi için de aynı şekilde ezan ve kamet getirir demiştir. Bu görüş aynı zamanda Ömer ve İbn Mes'ud (radıyallahu anhuma)'dan nakledilen bir görüştür. EbD Hanife ve EbD Yusuf ise bir ezan ve bir kamet demişlerdir. Şafii ve Ahmed'in de bir diğer görüşüne göre her bir namazı ezansız olarak kendisine ait kametle kılar. Bu aynı zamanda el-Kasım b. Muhammed ve Salim b. Abdullah b. Ömer'den nakledilen bir görüştür. es-Sevri'nin dediğine göre ise her iki namazı tek bir kamet ile kılınır. Bu da aynı zamanda İbn Ömer'in bir görüşü olarak rivayet edilir. Allah en iyi bilendir.

 

68. "İkisi arasında namaz kılmadı." Yani (cem ile kıldığı) akşam ile yatsı arasında Nafile namaz kılmadı. Nitekim Nafile namaza, tesbih (subhanallah demek)'i ihtiva ettiğinden ötürü "subha" denilir.

 

69. Cem ile kılınan iki namaz arka arkaya kılınır. Bu hususta görüş ayrılığı yoktur ama şart mıdır değil midir hususunda ihtilM etmişlerdir. Bize göre sahih olan görüş şart olmadığıdır. Aksine müstehab bir sünnettir. Kimi Mezheb alimimiz ise bu şarttır demişlerdir. Eğer iki namazı birincisinin vaktinde cem ile kılacak olursa arka arkaya kılmanın şart olduğunda görüş ayrılığı yoktur.

"Sonra Rasulullah (s.a.v.) fecir doğuncaya kadar uzanıp yattı. Sonra sabahın açıkça ortaya çıktığı kendisi için belli olunca sabah namazını bir ezan ve bir kamet ile kıldı." Hadisin bu bölümünde çeşitli meseleler yer almaktadır:

 

70. Birinci mesele: Nahr gecesi Arafaftan geldikten sonra Müzdelife de geceyi geçirmek bir nüsük (hacc ibadetinin bir ameli)dir. Bu hususda icma vardır. Ama ilim adamları bu bir vacip midir, rükün müdür yoksa sünnet midir hususunda ihtilaf etmişlerdir. Şafii'nin bu husustaki iki görüşünden sahih olanına göre bu vaciptir, bunu terk edecek olursa günahkar olur. Haccı sahih olmakla birlikte bir kurban kesmesi gerekir.

 

İkinci görüşe göre bu bir sünnettir, terk etmekte bir vebal yoktur. Bunun için ayrıca kurban kesmek gerekmez ama kesilmesi müstehabtır.

 

Mezheb alimlerimizden bir topluluğun kanaatine göre ise bu bir rükündür.

 

Tıpkı Arafat'da vakfe olduğu gibi o olmadan hacc sahih olmaz. Bunu Mezheb alimlerimizden Şafii'nin kızının oğlu Ebu Bekr Muhammed b. İshak İbn Huzeyme söylemiş olup ayrıca tabiln imamlarından beş kişi de bu görüştedir ki bunlar Alkame, Esved, Şa'bli, Nehai ve Hasan-ı Basri'dir. Allah en iyi bilendir.

 

Sünnet Müzdelife de sabah namazını kılıncaya kadar kalmaktır. Zayıf, güçsüz kimseler müstesnadır. Onlar için sünnet ise fecirden önce ayrılmalarıdır.

 

Müzdelife de gece kalmanın asgari süresi hakkında mezhebimizde üç görüş vardır. Sahih olan görüşe göre gecenin ikinci yarısında bir kısa süredir. İkinci görüşe göre ise ikinci yarıdan yahut fecirden sonra güneş doğmadan önce kısa bir süredir. Üçüncü görüşe göre ise gecenin büyük bir bölümüdür. Allah en iyi bilendir.

 

71. İkinci mesele ise bu yerde sabah namazını erken kılmakta mübalağa göstermek sünnettir. Bugün de sabah namazının erken kılınması senenin diğer günlerine göre daha müekkettir. Çünkü Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e uyulmuş olur. Ayrıca bu günde yapılacak görevler çoktur. Bundan dolayı diğer görevlere yeterince vakit kalması için sabah namazının erken kılınmasında mübalağa etmek sünnet olmuştur.

 

72. Bu sabah namazı için ezan ve kamet getirmek sünnettir. Aynı şekilde misafirin diğer namazları için de böyledir. Rasulullah (s.a.v.)'in ikamet halinde olduğu gibi sefer halinde de ezan okuduğuna dair sahih hadisler birbirini pekiştirmektedir. Allah en iyi bilendir.

 

"Sonra Kasva'ya binip Meş'ar-i Haram'a kadar geldi ... Güneş doğmadan önce oradan ayrıldı."

 

73. "Sonra bindi" ifadesinden anlaşıldığı üzere bineğe binmek sünnettir ve yürümekten faziletlidir.

 

Meş'ar-i Haram sahih olan okuyuşla mim harfi fethalıdır. Kur'an'da da bu şekilde zikredilmiş olup hadis rivayetlerinde de bu şekil birbirini destekler mahiyettedir. Mim harfi kesreli (mişan) de söylenir. Burada meş'ardan kasıt ise Kuzah'dır. Burası da Müzdelife de bilinen bir dağın adıdır. Bu hadis-i şerif Meş'ar-i Haram'ın Kuzah'ın kendisi olduğuna dair fukahanın bir delilidir.

 

"Kıbleye yöneldi" ibaresinden kasıt Kabe'ye döndü demektir.

 

74. "Ona dua etti ... " Kuzah üzerinde vakfe yapmak hacc menasikindendir.

 

Bunda görüş ayrılığı yoktur. Ama Kuzah'dan ayrılma zamanı hususunda ihtilaf etmişlerdir. İbn Mes'ud, İbn Ömer, Ebu Hanife, Şafii ve ilim adamlarının büyük çoğunluğu orada vakfeye dua etmeye ve Allah'ı zikretmeye -bu hadis-i şerifte belirtildiği gibi- sabah iyice aydınlanıncaya kadar devam eder. Malik ise ortalık aydınlanmadan önce ayrılır demiştir. Allah en iyi bilendir.

 

"İyice aydınlanıncaya kadar" aydınlanma fiilindeki zamir daha önce sözü edilmiş fecre aittir.

 

el-Fadl b. Abbas'ın niteliğini anlatırken "beyaz tenli ve güzel yüzlü" diye anlatmaktadır.

 

"Yanından, yürüyen kadınlar geçti" Zı' kadınlar zı ve ayn harfi ötreli söylenir. ayn harfinin sakin söylenişi de caizdir. Sefine (gemilnin çoğulunun süfun diye geldiği gibi zuun da zaimenin çoğuludur. Zaime'nin asıl anlamı ise üzerine kadın binmiş olan devedir. Deve üzerinde bulunması sebebi ile mecazen kadına da zaime denilir. Nitekim "er-rabiyet"in asıl anlamı su taşıyan devedir. Diğer taraftan belirttiğimiz sebep dolayısı ile kırbaya da bu isim verilebilir.

 

75. "el-Fadl kadınlara bakmaya başladı. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) elini Fadl'ın yüzüne koydu." Bu ifadeler yabancı kadınlara bakmaktan kadınların da yabancı erkeklere bakmaktan kendilerini korumaları teşvik söz konusudur. İşte "beyaz tenii, güzel yüzlü, güzel saçlı birisiydi" sözlerinin anlamı budur. Yani o güzelliği dolayısı ile kadınların dikkatini çekecek niteliklere sahipti.

Tirmizı ve başka kaynaklarda bu hadisin rivayetinde şöyle denilmektedir:

 

"Nebi (s.a.v.) Fadl'ın boynunu (öbür tarafa) çevirdi. Abbas ona. amcanın oğlunun boynunu mu çevirdin dedi. Allah Rasulü: "Ben genç bir delikanlı ve genç bir kız gördüm, şeytanın her ikisine zarar vermeyeceğinden emin olmadım" buyurdu. İşte bu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in elini Fadl'ın yüzünün üzerine koymasının hem kendisinden hem kadından fitneyi uzaklaştırmak için olduğuna delildir.

 

76. Bir münker görüp de onu eli ile izale edebilen bir kimse bunu izale etmekle yükümlüdür. Eğer dili ile söylediği halde kendisine söylediği kişi bundan vazgeçmeyecek, Bununla birlikte eli ile onu vazgeçirme imkanı varsa yalnızca dil ile söylemekle yetindiği sürece günahkar olur. Allah en iyi bilendir.

 

"Sonra muhassirin iç tarafına gelince bineğini biraz hızlandırdı." Muhassire bu ismin veriliş sebebi fil ashabının burada sıkışıp kalmış olmalarından dolayıdır. Yani bu mekanda fil yorulmuş ve bitkin düşmüştü. Yüce Allah'ın: "Göz sana horlanmış ve yorgun argzn geri döner" (Mülk, 4) buyruğunda da bu kökten gelen lafız kullanılmıştır.

 

77. "Biraz hızlandırdı" bu o yerde yürümenin sünnetlerinden birisidir. Mezheb ''alimlerimiz der ki: Yaya kişi muhassir vadisinde hızlanır, binekli de bineğini hızlandırır. Bu süre ise bir taş atımlık mesafesi kadar olur. Allah en iyi bilendir.

 

78. "Sonra büyük cemreye çıkan orta yolu takip etti. .. Attığı her bir taşla birlikte de tekbir getirdi. " Orta yolu izledi ifadesi Arafat'tan dönüşte bu yolu izlemenin sünnet olduğunu ifade eder. Bu ise Arafat'a giderken izlediği yoldan farklı bir yoldur. İşte Mezheb alimlerimizin Arafat'a Dab yolundan gider, Mazinin yolundan döner. Böylelikle hal değişimi ile iyi beklentilerde bulunarak farklı yoldan gidip gelmiş olur. Nitekim Nebi (s.a.v.) de Mekke'ye girişinde böyle yapmıştır. O Mekke'ye üstteki seniye (tepe)den girmiş, alttaki seniyeden çıkmıştı. Bayramı da bir yoldan çıkıp gitmiş, başka bir yoldan dönmüştü. İstiskada (yağmur duasında) da ridasını ters çevirmişti.

 

Büyük cemre ise ağacın yakınında bulunan akabe cemresidir.

 

79. Müzdelife'den ayrıldığı vakit Mina'ya vardıktan sonra hacı için sünnet olan akabe cemresine taş atmakla başlamaktır. Buraya taş atmadan önce başka bir şey yapmaz. Akabe cemresine taş atması da Mina'da konaklamasından öncedir.

 

80. Cemreye taş atmak yedi küçük taşla olur. Bunlar iki parmak ucu arasında atılan küçük çakıl taşları kadar olmalıdır. Bu da bir bakla tanesi büyüklüğüdür. Bundan daha büyük ve daha küçük olmamalıdır. Şayet daha büyük ya da küçük olursa taş olması şartı ile caizdir. Şafii ve cumhura göre sürme taşı, zımık, altın, gümüş ve daha başka kendisine taş denilmeyen şeylerin atılması caiz değildir. Ebu Hanife ise yeryüzünde bulunan şeylerin parçası olmak şartı ile hepsi caizdir demiştir.

 

81. Her bir taş atıldığında tekbir getirmek sünnettir.

 

82. Taşları ayrı ayrı birer birer atmalıdır. Yedi taşı bir defada atacak olursa bütün bunlar bize göre de çoğunluğun kanaatine göre de tek bir taş sayılırlar. Bu hadisteki ifadelerde bu meselenin delili "her bir taş ile birlikte tekbir getiriyordu" ifadesidir. İşte bu onun her bir taşı başlı başına attığını açıkça ifade eder. Diğer taraftan bundan sonra gelecek olan taş atma ile ilgili hadislerde "Hacc ibadetinizi (menasikinizi) benden öğrenmelisiniz" buyruğu da bunu göstermektedir.

 

83. Sünnet olan taş atmak için vadinin iç tarafında durmasıdır. Öyle ki Mina, Arafat ve Müzdelife sağ tarafında, Mekke sol tarafında olmalıdır. Sahih hadislerin ifade ettiği doğru şekil budur. Yüzü Kabe'ye dönük durur diye de söylenmiştir.

 

Ama kendisine taş denilecek bir şeyi atmak diye adlandırılacak bir fiille atması halinde nasıl atarsa atsın caizdir. Allah en iyi bilendir.

 

84. Cemrelere taş atmanın hükmüne gelince Bunun meşru olanı nahr (kurban bayramı birinci) günü sadece akabe cemresine taş atılacağı müslümanların icması ile meşru kabul edilmiştir. Yine müslümanların icması ile bu bir nüsük (hacc ibadeti ameli)dir. Bizim mezhebimize göre bu rükun değil bir vaciptir. Eğer taş atma günleri geçinceye kadar bunu yapmayacak olursa asi olur, kurban kesmesi gerekir, haccı da sahihtir. Malik de haccı fasit olur demiştir.

Akabe cemresine yedi taş atmak gerekir. Eğer onlardan bir tane kalırsa altı tane ona yetmez.

 

"Akabe cemresine her bir taş ile birlikte tekbir getirmek sureti ile yedi taş, küçük çakıl taşları attı." İbare nüshalarda bu şekildedir. Kadı Iyaz da nüshaların çoğunluğundan bunu böylece nakletmiş ve doğrusu "misli hasel hazefi: çakıl taşları gibi (taşlarla)" olmasıdır. Nitekim Müslim'den başkaları da bunu böylece rivayet ettiği gibi Müslim'in bazı ravileri de bunu böylece rivayet etmiştir. Kadı Iyaz'ın ifadeleri bunlardır.

 

Derim ki: Nüshalarda bulunup ve "misli: gibi" lafzının yer almadığı şekil doğru olan şekildir. Hatta başka türlüsü doğru olamaz ve ancak bu şekilde ifade tamam olabilmektedir. Bu durumda onun "çakıl taşları" ifadesi daha önce geçen "hasayat: çakıl taşları" lafzına müteallik olur. Yani o cemreye yedi çakıl taşı yani (parmak uçları arasında atılan) çakıl taşları ile her bir taşla beraber tekbir getirerek attı. Buna göre sondaki "parmak uçları arasında atılan çakıl taşları" anlamındaki ibare daha önce geçen "hasayat" lafzı ile bitişiktir. Aralarına her bir taş ile birlikte tekbir getirerek ibaresi girmiştir. Doğru olanı budur. Allah en iyi bilendir.

 

"Sonra kurban kesmeye gitti. Kendi eli ile altmış üç taneyi kesti. Sonra Ali'ye verdi, o da kalanları kesti ve onu kendi kurbanlıklarına ortak etti." Burada nüshalarda bu şekilde "kendi eli ile altmış üç tane" şeklindedir. Kadı Iyaz de İbn Mahan dışında bütün ravilerden bunu böylece nakletmiştir. İbn Mahan ise (kendi eli ile anlamındaki lafız yerine) "bedele: deve" diye rivayet etmiştir. Kadı Iyaz dedi ki:

Onun bu sözü doğrudur ama birincisi daha doğrudur. Derim ki: Her ikisi de uygundur. Kendi eli ile altmışüç deve kesti demektir.

 

85. Kadı Iyaz dedi ki: Burada menhar (kurban kesim yeri) Mina'nın muayyen bir yeri olduğuna delil vardır. Bununla birlikte kurban Mina'nın neresinde ya da Harem'in neresinde kesilirse yerini bulur.

 

86. Hediyelik kurbanlıkların çoğaltılması müstehabtır. Nebi (s.a.v.) O sene yüz deve hediyelik kurbanlık götürmüştü.

 

87. Hediyelik kurbanlık götürenin kurbanlığını bizzat kendisi kesmesi müstehab olduğu gibi bu hususta başkasına vekalet vermesi de caizdir. Ve kil ettiği kimse müslüman olduğu taktirde caiz olduğunda icma vardır. Bize göre ise vekilin kitap ehlinden bir kafir olması da kafidir. Ancak kurban sahibinin ona vekalet verdiği zaman yahut da kurbanlığı keseceği zaman niyet etmesi de şarttır.

 

88. Hediyelik kurbanlıklar sayıca çok olsa dahi acele edip kurban bayramı birinci günü kesilmeleri ve bir kısmının teşrik günlerine geciktirilmemesi müstehabtır.

 

"Onu hediyelik kurbanlıklarına ortak etti" ifadesinin zahirinden anlaşıldığına göre Ali (radıyallahu anh)'ı aynı kurbanlıklara ortak etmiştir. Kadı Iyaz dedi ki: Bana göre bu gerçek manada bir ortak yapma değildir. Aksine bizzat kendisinin keseceği bir miktar deve ona vermiştir. Ama zahiren görülen Nebi (s.a.v.) Medine'den kendisi ile birlikte gelmiş bulunan develeri kesmiş olduğudur. Bunlar da Tirmizı deki rivayette belirtildiği üzere altmışüç tane idi. Ali (radıyallahu anh) ise beraberinde Yemen'den getirdiği develeri kesme işini vermiştir ki bunlar da sayılarını yüze tamamlayan kadardır. Allah en iyi bilendir.

 

89. "Her bir deveden bir parça kesilip bir çömleğe konulmasını emir buyurdu. Bu etler pişirildi. Her ikisi de etinden yediler, suyundan içtiler." Nafile hediyelik kurbandan da kurbanlığın kendisinden de yemek müstehabtır. İlim adamları der ki: Her birinden yemek sünnet olduğundan başlı başına yüz devenin her birinden ayrıca yemek bir külfet olduğundan hepsinin birer parçası bir çömleğe konuldu. Böylelikle her birisinden bir parçanın bulunduğu develerin hepsinin suyundan içmiş oldu ve suyunda bir arada bulunan etten de mümkün olan kadarını yemiş oldu. İlim adamları Nafile hediyelik ve kurbanlıktan yemenin vacip olmayıp sünnet olduğu üzerinde icma etmişlerdir.

 

90. İfada tavafı

 

"Sonra Rasulullah (s.a.v.) devesine bindi ve Beyt'e gidip ifada tavafı yaptı, Mekke de öğle namazını kıldı." Burada sözü edilen tavaf, ifada tavafıdır. Müslümanların icması ile haccın rükünlerinden birisidir. Bize göre bu tavafın ilk vakti kurban bayramı birinci günü gecesinin yarısından başlar. Efdal vakti ise akabe cemresine taş atıp kurbanı kesip tıraş olduktan sonradır. Bu ise nahr (kurban bayramı birinci) günü kuşluk vaktinde olur. Bununla birlikte Nahr gününün bütün vakitlerinde kerahet söz konusu olmaksızın caizdir. Mazeretsiz olarak ondan sonraya geciktirmek mekruhtur. Teşrik günlerinden sonrasına geciktirmek ise daha ağır bir kerahettir. Bununla birlikte uzay ıp giden yıllar boyunca bu tavafı geciktirmek de haram değildir. Son vakti yoktur. İnsan hayatta olduğu sürece yapılması sahihtir. Şartı Arafat'da vakfeden sonra olmasıdır. Hatta vakfe yapmadan nahr gecesi yarısından sonra ifada tavafını yapıp sonrada hızlıca Arafat'a gidip fecirden önce vakfe yapacak olursa bu tavafı sahih olmaz. Çünkü vakfeden önce yapmış olur.

 

İlim adamlarının ittifakı ile eğer kudum tavafının akabinde remel ve ıztıba' yapmış ise ifada tavafında remel ve ıztıba' yapmak meşru değildir. Eğer veda, kudum ya da tatavvu niyeti ile tavaf edip üzerinde ifada tavaf borcu varsa Bunun ifada tavafı olarak gerçekleşeceğinde bizim mezhebimize göre görüş ayrılığı yoktur. Şam bunu açıkça ifade etmiş bulunmaktadır. Mezheb ''alimlerimiz bu hususta ittifak etmişlerdir. Tıpkı bir kimsenin üzerinde İslam'ın farz haccını yapmak borcu varken kaza, adak ya da Nafile niyeti ile haccetmesi halinde olduğu gibi. Böyle bir hacc İslam'ın farz haccının yerine geçer.

 

Ebu Hanife ve ilim adamlarının çoğunluğu ise başka bir tavafa niyet etmek üzere ifada tavafı yerine geçmez demişlerdir.

 

Şunu da bilelim ki ifada tavafının çeşitli isimleri vardır. Aynı şekilde ziyaret tavafı, farz tavaf, rükun tavaf da denilir. Bazı Mezheb ''alimlerimiz buna sader tavafı adını dahi vermişlerdir. Ancak cumhur bunu kabul etmeyerek sader tavafı, veda tavafıdır demişlerdir. Allah en iyi bilendir.

 

91. Bu hadiste Mina'dan Mekke'ye giderken bineğe binmenin, aynı şekilde Mekke'den Mina'ya dönerken ve buna benzer diğer hacc menasikini yerine getirmek isterken bineğe binmenin müstehab olduğu hükmü anlaşılmaktadır. Meseleyi bundan önce defalarca zikretmiş ve sahih olanın bineğe binmenin müstehab olduğunu söylemiş olmakla birlikte Mezheb alimlerimizden bazılarının orada yürümeyi müstehab gördüklerini de kaydetmiş idik.

 

"Beyt'e ifada edip öğle namazını kıldı." Bu ibarede hafzedilmiş lafızlar vardır. Takdiri şudur: İfada etti (Mina'dan Mekke'ye gitti). Beyt'in etrafında ifada tavafını yaptı, sonra öğle namazını kıldı." Sözün buna delaleti sebebi ile ayrıca "ifada tavafını yaptı" ibaresini zikretmedi. "Mekke de öğle namazını kıldı" demesine gelince, Müslim bundan sonra ifada tavafı hadisleri arasında İbn Ömer (radıyallahu anhuma) Nebi (s.a.v.) Nahr günü ifada yaptı ve öğle namazını Mina'da kıldı"denilmektedir. Bu iki hadisin bir arada cem ve telifi şöyle olur: Zevalden önce ifada tavafını yaptı. Sonra Mekke de öğle namazını ilk vaktinde kıldı, sonra Mina'ya döndü. Orada ashabı ile birlikte kendilerine namaz kıldırmasını istediklerinde öğle namazını bir daha kıldı. Böylelikle Nebi (s.a.v.) Mina'da kıldığı öğle namazını Nafile olarak kılmış olur. Nitekim bu Buhar! ve Müslim'in sahihlerinde Batnı Nahle de korku namazı türlerinden birisi olarak kıldırdığı namazı hakkında sabit olmuş bir husustur. O korku namazı kıldırdığı ashabından bir gruba namazı tamamı ile kıldırıp onlarla birlikte selam verdikten sonra diğer kesime o namazı bir defa daha kıldırdı. Böylelikle o iki namaz, onunla beraber her bir grup ise bir namaz kılmış oldu.

 

Aişe (radıyallahu anha) ve başkalarından varid olmuş Nebi (s.a.v.)'e kurban bayramı birinci (nahr) günü ziyareti geceye kadar geciktirdiği şeklindeki hadise gelince bu hadis onun ifada tavafı için değil de hanımları ile birlikte ziyaret için döndüğü şeklinde yorumlanır. Hadisleri cem ve telif etmek için böyle bir tevil zorunludur.

"Sonra Zemzemin başında su çeken Abdulmuttalib oğullarının yanına geldi ... Kendisine bir kova uzattılar, o da ondan içti."

 

Rasulullah (s.a.v.)'in: "Su çekin" yani kovalar ile su çekin, kovaların halatları ile o suyu yukarı çıkartın.

 

"Abdulmuttalib oğullarının yanına geldi" yani ifada tavafını bitirdikten sonra yanlarına geldi.

 

"Zemzemin başında su çekiyorlardı" yani kovalarla çektikleri suyu havuz ve benzerlerine döküyorlar ve insanlara bunu sebil olarak dağıtıyorlardı.

 

Rasulullah (s.a.v.)'in: "Şayet insanlar bu hususta size baskın gelmeyecek olsalardı ben de sizinle birlikte su çekecektim. " Bu da eğer insanların bu işin hacc menasikinden olduğuna inanacaklarından ve sizi bu hususta yenik düşürüp size baskın gelip su çekmekten sizi uzaklaştıracak şekilde kalabalık teşkil etmeyeceklerinden korkmasaydım bu su çekmenin faziletinin çokluğu sebebi ile gerçekten ben de sizinle birlikte su çekecektim demektir.

 

92. Zemzem suyunu kuyudan çekme işi faziletli bir iştir. Zemzem suyundan içmek müstehabtır.

 

Zemzem, Mescid-i Haram'da meşhur kuyunun adıdır. Zemzem ile Kabe arasında 38 zira vardır. Buna zemzem denilmesinin sebebinin suyunun çokluğu olduğu söylenmiştir. Çünkü zemzu, zemzem ve zemazin lafızları çok suyu anlatmak için kullanılır. Bir diğer görüşe göre Hacer (radıyallahu anha) suyu bir araya toplayıp getirmek istemişti. Cebrail (aleyhisselam)'ın bu kuyuyu açığa çıkarttığı vakit çıkardığı zemzemesi (sesi) dolayısı ile bu ismin verildiği de söylenmiştir. Zemzem adının müştak (belli bir kökten türemiş) olmadığı da söylenmiştir. Zemzemin daha başka isimleri vardır. Bunları Tehzibu'l-lugat adlı eserimde onunla ilgili daha nefis bilgilerle birlikte kaydettim. Bunlardan birisi de Ali (radıyallahu anh)'ın: Yeryüzünde en hayırlı kuyu (kaynak su) zemzemdir ve yeryüzünde en şerli kuyu ise berahuttur, sözüdür. Allah en iyi bilendir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

HACC AYLARINDA UMRE YAPMANIN CAİZ OLDUĞU BABI