TEVEKKÜL:
Allahu tealaya teslim
olma. Bir işe başlarken sebeplere yapıştıktan sonra O'na güvenme; kalbin, her
işte Allahu tealaya îtimad etmesi, güvenmesi. Vekil'in Allah Azze ve Celle olduğunu
bilmesi. Tedbir alıp yinede mutlak güç ve kontrolün Allah Teala'da olduğunu
bilmesi.
Allahu Teala, ayet-i
kerîmelerde mealen buyuruyor ki: Kim ki, Allahu tealadan korkarsa, Allahu teala
ona (darlıktan genişliğe) bir çıkış yolu ihsan eder ve ona ummadığı yerden
rızık verir. Her kim, Allahu tealaya tevekkül ederse, Allahu teala ona kafidir.
(Talak suresi: 2,3)
Eğer îmanınız varsa,
Allahu tealaya tevekkül ediniz. (Maide suresi: 23)
Allahu teala, tevekkül
edenleri sever. (Al-i İmran suresi: 259)
Ömer (bin el-Hattab)
(Radiyallahu anh)'den; Şöyle dediği nakledilmiştir: 'Ben, Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken işittim: Eğer siz hakkıyle
Allah'a tevekkül etseydiniz sabahleyin aç gidip akşamleyin tok olarak
(yuvalarına) dönen kuşları nzıklandırdığı gibi sizi (de) muhakkak
nzıklandırırdı,"
AÇIKLAMA: Hadis metni: İbn-i Mace 4164. Ayrıca:
Tirmizi, Ahmed, Hakim, Nesai ve İbni Hibban da rivayet etmişlerdir.
Tevekkül:
İtimad etmek, güvenmek ve dayanmak demektir.
Allah
Teala'ya hakkıyle tevekkül şöyle olur: Her şeyi yaratan, dilediğine dilediğini
veren, dilediği şeyi dilediği kimseden alan ancak Allah'tır. O'ndan başka ve
iradesi dışında ne veren ne de alan vardır. Kişinin bu inançla gerekli tedbiri
alıp elinden gelen gayreti göstererek ve Allah'a dayanarak rızkını ve
menfaatini araması şekli Allah'a hakkıyle tevekkül edilerek yapılan çalışmadır.
Tuhfe
yazarının beyanına göre el-Münavi bu hadisin izahında şöyle demiştir: Yani
kuşlar sabahleyin aç karnına gidip akşam tok karnına dönerler Allah onların
rızıklarını verir. Şu halde rızkı veren çalışma değil, Allah'tır. Şu halde
hadis, tevekkülün tembel durmak ve boş gezmek olmadığına, bilakis rızık
yollarına baş vurmanın gerekliliğine işaret eder. Çünkü kuşlar çalışmak, gayret
göstermek ve aramakla rızıklanırlar. Bunun içindir ki Ahmed demiş ki, hadiste
çalışmayı bırakmaya delalet eden bir yön yoktur. Resul-i Ekrem (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) şunu buyurmak istemiştir: Eğer onlar gidiş gelişlerinde,
yaptıkları işlerde Allah'a tevekkül etseydi ve her hayır ile iyiliğin ancak
Allah'ın elinde olduğunu kesinlikle bilseydi, kuşlar gibi bol rızıkla ve
salimen döneceklerdi. Fakat onlar, güçlerine ve çalışmalarına güvenip
dayandılar. Bu ise tevekkül prensibine ters düşer.
Eş-Şeyh
Ebu Hamid de: Tevekkülün manasının bedenle çalışmayı bırakmak, kalb ile tedbiri
terketmek ve atılan çaput gibi yere yığılıp kalmak, olduğu sanılır. Bu ancak
cahillerin zannıdır. Çünkü böyle tembel durup beklemek dinen haramdır. Diğer
taraftan din, tevekkülü övmüştür. Dinin haram kıldığı bir şeyi övmesi nasıl
düşünülebilir, demiştir.
İmam
Ebu Kasim el-Kuşeyri de: Tevekkülün yeri kalbtir. Kul rızkın ancak Allah
tarafından verildiğine kesinlikle inandıktan sonra bedenen çalışması, gayret
etmesi kalbte beslediği tevekkül inancına aykırı olmaz. Kul bir işte başarılı
olursa, bunun AIlah'ın yardım ve keremiyle olduğuna ve başarısı olursa bunun da
ilahi takdir olduğuna inanmalıdır, demiştir.
İMAM KURTUBİ’NİN
el-Camiu li ahkami’l-Kur’an adlı eserinde:
Yüce
Allah'ın: "Mü'minler, yalnız Allah'a güvenip dayansınlar"(Al-i İmran
122) buyruğuna gelince, buna dair açıklanacak tek bir husus vardır. O da
"tevekkül"e dair yapılacak açıklamalardır.
Tevekkül;
sözlükte acizliğini ve başkasına güvenip dayandığını izhar etmek demektir. Bir
kişi, başkasına güvenip dayanarak kendi işini göremeyecek olursa; (...)
denilir.
İlim
adamları, tevekkülün gerçek mahiyeti hususunda farklı görüşlere sahiptirler.
Sehl
b. Abdullah'a tevekkülün mahiyeti hakkında soru sorulması üzerine şöyle demiştir:
Bazıları tevekkül; gelenlere peşinen razı olmak ve mahlukattan ümit kesmek
demektir. Bir başka kesim ise tevekkül; sebepleri terk edip, sebeplerin
müsebbibine yönelmek demektir. Eğer sebep kişiyi müsebbipten alıkoyacak olursa,
o kişinin yaptığı o işe tevekkül denilmez, demişlerdir. Sehl ise şöyle
demektedir: Kim tevekkül sebebe yapışmayı terketmekle gerçekleşir derse,
şüphesiz ki o, Resulullah (s.a.v.)'ın sünnetine karşı çıkmış olur. Çünkü şanı
Yüce Allah: ''Artık ele geçirdiğiniz: ganimetten helal ve temiz olarak
yiyin" (el-Enfal, 69) diye buyurmaktadır. Ganimet ise, kulun kazancı ile
ele geçirilen bir şeydir. Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ''Artık
boyunlarının üstüne ve onların her parmağına vurun." (el-Enfal, 12) Bu da
bir ameldir. Peygamber (s.a.v.) da: "Muhakkak Allah, (çalışıp kazanan)
meslek sahibi kulunu sever" diye buyurmaktadır. Resulullah (s.a.v.)'ın
ashabı da Seriyye'den gelecek ganimetten ödenmek üzere birbirlerine borç
verirlerdi.
Sehl'den
başkaları da şöyle demişlerdir: genel olarak fukahanın görüşü budur. Bu görüşe
göre: Yüce Allah'a tevekkül, Allah'a güvenmek, O'nun takdir ettiği hükmün
mutlaka gerçekleşeceğine kat'i olarak inanmak, yemek yemek, içmek, düşmandan
sakınmak, silah hazırlamak, şanı Yüce Allah'ın sünneti gereğince mutad olan
şeyleri kullanmak gibi, mutlaka yerine getirilmesi gereken sebepleri yerine
getirmek hususunda da onun Peygamberinin sünnetine tabi olmaktır.
Sufilerin
muhakkik olanları da bu görüştedirler. Şu kadar var ki, onların kanaatine göre,
bu sebepleri yerine getirmek suretiyle tatmin olup kalbin sebeplere
yöneltilmesi halinde tevekkül adını almaya hak kazanılmaz. Çünkü sebepler, tek
başlarına ne bir menfaat sağlayabilir, ne bir zarar önleyebilir. Aksine, sebep
de sonuç da şanı Yüce Allah'ın fiilidir. Hepsi O'ndandır ve O'nun meşieti ile
gerçekleşir. Tevekkül eden kişi, ne vakit bu sebeplere kalbi ile meyledecek
olur ise, artık o, bu isimden (mütevekkillikten) sıyrılmış olur.
Diğer
taraftan tevekkül edenlerin de iki hali sözkonusudur. Birincisi, tevekkül
hususunda sağlamlaşmış kişinin halidir. Böyle bir kimse kalbi ile bu
sebeplerden herhangi birisine iltifat etmez ve ancak bu konudaki emir gereğince
sebepleri yerine getirir. İkincisi ise, bu duruma gelmemiş olanın halidir ki, o
da kimi zaman bu sebeplere iltifat etmekle birlikte, ilmi yollarla, kat'i
burhanlarla ve hali zevkleriyle bunlara iltifatı nefsinden uzaklaştırır. O, bu
durumunu, şanı Yüce Allah, lütfu ile kendisini sağlam mütevekkillerin makamına
ulaştırıncaya ve ariflerin derecesine çıkartıncaya kadar devam ettirir.
Yüce
Allah'ın: " ... Artık Allah'a tevekkül etI Çünkü Allah tevekkül edenleri
sever" (Al-i İmran 159) buyruğunda sözü geçen tevekkül kişinin acizliğini
açığa vurmakla birlikte Yüce Allah'a güvenip dayanması demektir.
Tevekkül
hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Sufilerden bir kesim şöyle
demiştir: Kalbinden arslan yahut ondan başka Allah'ın dışındakilerin korkusu
tamamen gitmedikçe ve şanı Yüce Allah'ın teminatı altında olması dolayısıyla da
rızık talebi için çalışmayı terk etmedikçe, herhangi bir kimse
"mütevekkil" adını almaya hak kazanamaz.
Ancak,
genel olarak fukaha da daha önce Yüce Allah'ın: "Müminler ancakAllaha
tevekkül etmelidirler" (Al-i İmran, 122) buyruğunu açıklarken
belirttiğimiz görüşleri ortaya koymuşlardır ki, orada da açıkladığımız gibi
doğru olan tevekkül de odur.
Hz.
Musa ile Hz. Harun, Yüce Allah'ın: "Korkmayınız" (Ta-Ha, 46)
buyruğunda da ifade ettiği gibi korkmuşlardır. Yine bir başka yerde: ''Musa
içindegizli bir korku hissetti. Biz ona korkma .. dedık"(Ta-Ha, 67-68)
diye buyurmuştur. Hz. İbrahim hakkında da şu buyruğu ile korktuğunu haber
vermektedir: "Ellerinin buna uzanmadığını görünce, onların bu hallerinden
hoşlanmadı ve kalbine bir korku girdi. Korkma! dediler. "(Hud, 70) Şimdi
Hz. İbrahim el-Halil ile Allah'ın Kelimi Hz. Musa korktuklarına göre -ki örnek
olarak onlar bize yeter- başkalarının benzer hallerde korkuya kapılmaları
öncelikle sözkonusudur.
TEDBİR
VE TAKDİR
Nisa
71- Ey iman edenler! Korunma tedbirlerinizi alın da, ya küçük birlikler halinde
savaşa çıkın, yahut toptan seferber olun.
1-
Tevekkülün Gerçek Mahiyeti ve Tedbirin Önemi:
Yüce
Allah: "Ey iman edenler! Koruma tedbirlerinizi alın ... " buyruğu, Muhammed
(s.a.v.) ümmetinden ihlas sahibi mü'minlere bir hitap ve onlara kafirlere karşı
cihad ile Allah yolunda ve şeriati himaye etmek uğrunda savaşa çıkmak için bir
emirdir.
Bu
ayet-i kerimenin bundan önceki buyruklarla ilişki yönüyle anlatım düzenine
gelince: Şanı Yüce Allah, Allah'a itaat ile Resulüne itaati sözkonusu ettikten
sonra, itaat ehli olan kimselere dini ihya etmek ve davasını yüceltmek işini
yerine getirmelerini emretti ve düşmanlarına nelere sahip olduklarını tecessüs
edip tesbit etmedikçe ve üzerlerine nasıl gideceklerini bilmedikçe, cahilce
düşmanlarının üzerlerine atılmamalarını emretmektedir. Çünkü emrolunan şekilde
hareket etmeleri onlar için daha bir sebat vericidir. O bakımdan: "Korunma
tedbirlerinizi alın" buyurarak, savaşlara nasıl başlayacaklarını
öğretmektedir. Bu ise, tevekküle aykırı değildir. Aksine bu, daha önce, Al-i
İmran Süresi'nde (122. ayetin tefsirinde) geçtiği ve ileride de geleceği gibi
bizzat tevekkülün ta kendisidir.
"Korunma
ve tedbir alma" anlamına gelen: (...) kelimesi ise, (...) kelimeleri gibi
iki şekilde söylenebilir. el-Ferra der ki: Çoğunlukla bu kelime (...) şeklinde
söylenmekle birlikte (...) şeklinde söylendiği de işitilmiştir. Korunma
tedbirini al, anlamında: (...) denilir.
(...):
Korunmak maksadı ile silahı alınız, tabirinin kullanıldığı da söylenmiştir.
Çünkü korunma tedbiri onunla alınmış olur.
Bununla
beraber hazer (korunma ve tedbir alma) kaderi bertaraf edemez.
Bu
konu ise bir sonraki başlığın konusudur.
2-
Tedbir ve Takdir:
"Hazer
(tedbir)", düşmanların tuzaklarını, hilelerini def eder ve önler, diyen
Kaderiye'nin görüşüne muhalif olarak, bize göre tedbir takdiri değiştirmez.
Çünkü Kaderiye der ki: Eğer durum böyle olmasaydı, onlara korunma tedbirini
almalarını emretmenin bir anlamı olmazdı. Ancak onlara şöyle denilir: Ayet-i
kerimede tedbirin kadere karşı bir fayda sağlayacağına dair herhangi bir delil
yoktur. Fakat, bizim kendi ellerimizle kendimizi tehlikeye atmamakla taabbüd
etmemiz istenmiştir. Nitekim: "Sen onu bağla ve öylece tevekkül et"
hadisi de bu kabildendir.
Kader,
Allah'ın takdirine uygun olarak cereyan ettiğine ve Allah da dilediğini
yaptığına göre, bu emrin yerine getirilmesinden maksat, nefsin huzura
kavuşmasıdır. Yoksa bunun (tedbirin), kadere karşı bir fayda sağlıyacağı anlamında
değildir. Tedbir almak da işte bu şekildedir. Buna delil de şanı Yüce Allah'ın,
Peygamber (s.a.v.)'ın ashabını şu buyruğu ile övmüş olmasıdır: "Deki:
Allah'ın bizim için yazmış olduğundan başkası asla bize isabet etmez.''
(et-Tevbe, 51) Eğer haklarında takdir edilenden başkası onlara isabet edecek
olsaydı, hiç şüphesiz bu sözün bir anlamı olmazdı.
Allah'a Tevekkül ve Her Konuda O'na Teslimiyet (BEYHAKİ /
ŞUAB)