ZÜBEYR BİN AVVAM R.A. :
Zübeyr (r.a.)’ın Humeydi’deki Hadisleri
Sağlığında Cennet ile
müjdelenen Eshâb-ı kirâmdan. Nesebi; Huveylid bin Esed bin Abduluzzâ bin
Kusey torunudur. Eshâb-ı kirâmın
büyüklerindendir. Hz. Hadîce’nin erkek kardeşinin ve Resûlullah’ın
(s.a.v.) halası olan Hz.
Safiyye’nin oğludur. Dördüncü olarak imâna geldi. Hz. Ebû Bekir’in damadı idi.
Bütün gazalarda bulundu.
Çok yaralandı. Mısır’ın fethinde de bulundu. Zengin olup, bütün malını Allah
için dağıtdı. Eshâb-ı kirâm
şehîd olunca yetimlerine vasî olur, onları beslerdi. Deve Vak’asında Hz.
Talha ve Hz. Âişe ile
birlikde, Hz. Ali tarafında değildi. Harbden çekilip namaz kılarken, İbn-i
Cermuz
tarafından, 36 (m. 656) yılında,
altmışyedi yaşında şehîd edildi. Hz. Ali bunu işitince çok üzüldü. Namazını
kendi kıldırdı. Hz. Ali,
Zübeyr, Talha ve Sa’d bin Ebî Vakkâs aynı yılda doğmuşlardır.
İman ettiği zaman, amcası
çok kızmıştı. Bu yüzden onu, bir hasıra sarar, ateşe sokar çıkarır ve
küfre dönmesini putlara
tapmasını isterdi. O ise “Asla küfre dönmem (Lâ ilâhe illallah Muhammedün
Resûlullah) der, yapılan
bütün işkencelere büyük bir sabır ve metanetle tahammül ederdi.
Zübeyr bin Avvâm (r.a.),
Allah yolunda kılıç sıyıranlardan ilki idi. Bir gün, durup dururken
“Redûlullah yaralandı,
öldürüldü!” diye vehimlendi ve hemen kalıcını sıyırıp, Mekke’nin yukarı
taraflarında
bulunan, Peygamberimizin
(s.a.v.) yanına koşarak geldi. Peygamber efendimiz O’nu görünce “Ey
Zübeyr! Ne var?” diye
sordular. O da “Seni yakaladılar, bir zarar yaptılar diye içime doğdu” dedi.
Bunun
üzerine Peygamber
efendimiz, ona ve kılıcına duâ buyurdular.
İman edenler arttıkça
Mekke’de müşriklerin müslümanlara yaptıkları işkenceler çok şiddetlendi.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) Sahâbîlerinin işkenceler altında kıvrandıklarını görünce, “Siz, bari
yer
yüzüne dağılın!... Yüce
Allah, sizi yine toplar!” buyurdu. Eshâb-ı kirâm da (r.a.): “Yâ Resûlallah!
Nereye
gidelim?” dediler.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) mübârek eliyle Habeş ülkesinin bulunduğu tarafa
işaret ederek, “İşte oraya
Habeş ülkesine gitseniz iyi olur. Habeş hükümdarının yurdunda hiç
kimse zulme uğramaz. Orası
doğruluk yurdudur. Allahü teâlâ, sizi belki orada ferahlığa kavuşturur!”
buyurdu. Bunun üzerine,
aralarında Hz. Zübeyr bin Avvâm’ın da bulunduğu 15 kişilik ilk Muhâcir
kafilesi, müşriklere (puta
tapanlara) duyurmadan Mekke’den ayrıldılar. Habeşistan hükümdarı Necâşî,
gelen muhacirlere çok iyi davrandı.
Rahat ve huzurlarını sağladı. Eshâb-ı kirâma sorduğu sorulara olgun
cevaplar alınca müslüman
oldu.
Hz. Ümmü Seleme diyor ki;
“Biz Habeşistanda huzur içinde yaşarken Necâşî’nin üzerine Habeş’ten
bir adam geldi. Saltanatını
elinden almak istedi. O adamın, Necâşî’ye üstün gelmesinden korkuyorduk
ve çok üzüldük. Çünkü o
hükümdar olsaydı bize hayat hakkı tanımazdı. Necâşî de onun, üzerine
yürüdü. Savaş Nil nehrinin
öbür tarafında oluyordu. Durum çok kritikdi. Necâşî’nin galip gelmesini
istiyorduk. Eshâbdan
bazıları: “Kim savaş cephesine gidip bize haber getirecek” deyince; Hz. Zübeyr
bin
Avvâm “Ben giderim!”
deyince “Peki, sen git” dediler. O, müslümanların yaşı en genç olanı idi. Hz.
Zübeyr bin Avvâm’a bir su
tulumu şişirdiler ve göğsüne astılar. Sonra Nil’in üzerinde yüzdü ve orduların
karşılaştığı Nil’in öteki
tarafına geçti. Onların yanında hazır bulundu. Biz ise Allahü teâlâya, Necâşî
için
düşmana galip gelmesi ve
O’na memleketinde kalması için kudret vermesine duâ ettik. Biz durumun ne
olacağını beklerken Zübeyr
(r.a.) uzaktan göründü. Koşuyordu. O elbisesiyle işaret ediyor ve şöyle
sesleniyordu:
Müjde, Necâşî zafere erişti
ve Allahü teâlâ onun düşmanını helâk etti ve ona memleketinde
kalmaya kudret verdi.
Şimdiye kadar onun gibi sevindiğimizi bilmiyorum.
Necâşî, Allahü teâlânın
izniyle o kâfiri mağlup ederek sağ salim sarayına döndü. Mekke’ye,
Resûlullah’ın (s.a.v.)
yanına gelene kadar biz onun yanında güzel bir hayat sürdük. Sonra Eshâb-ı
kirâm,
Mekke’den Medine’ye hicret
edince biz de Habeşistan’dan hicret ettik.”
Peygamber efendimiz
(s.a.v.), Medine’ye hicret ettiği zaman, Hz. Zübeyr bin Avvâm’ı, Ensâr’dan
Ka’b bin Mâlik ile kardeş
yaptı. Hicretten iki yıl sonra Mekke’li müşriklerle Bedir savaşı yapıldı. Bu
savaşta
müslümanlar 313 kişi,
Mekke’li müşrikler 1000 kişi idi. Peygamber efendimiz, Bedir muharebesinde
Hz. Zübeyr bin Avvâm’ı, sağ
kanada kumandan tayin etti ve “Melekler, alâmetli ve nişanlıdırlar, siz de
kendinize birer alâmet ve
nişan yapınız!” buyurdular. Bunun üzerine Zübeyr bin Avvâm (r.a.) başına
sarı bir sarık sardı. Her
iki taraf bütün güçleriyle saldırıya geçti. Zübeyr bin Avvâm (r.a.) buyurdu ki:
“Bedir
günü ben müşriklerden
Ubeyde bin Sâid’le karşılaştım. O baştan ayağa kadar zırha bürünmüş,
gözlerinden
başka bir yeri görünmüyor
ve at üzerinde bulunuyordu. Çocukluktan beri büyük karınlı olduğu
için kendisine (Ebû
zât-ül-keriş=karın babası) denirdi. O “Ben Ebû Zât-ül-Kerîş’im. Ben Ebû Zât-ül-
Keriş’im” diye meydan
okuyordu. Elimdeki mızrağımı hemen onun gözüne sapladım. Ubeyde yıkılıp öldü.
Ayağımı yanağına bastım
olanca kuvvetimle mızrağımı çekip çıkardım. Fakat mızrağımın iki tarafı
eğilmişti.”
Savaş çok şiddetli
geçiyordu. Peygamber efendimiz: “Allahım! Şu bir avuç İslâm cemaati helâk
olursa, artık sana yer yüzünde
hiç ibadet olunmaz” diyor, durmadan Allahü teâlâdan yardım diliyor
ve O’na yalvarıyordu. Hz.
Zübeyr’in Bedir harbi esnasında gösterdiği kahramanlık çok büyüktü. Vücudunda
yaralanmadık bir yer
kalmamıştı. Hz. Zübeyr’in oğlu Urve der ki: “Hz. Zübeyr bilhassa üç kılıç
darbesi almıştı. Bunlardan
biri boynunda idi. Yara o kadar derin bir iz bırakmıştı ki, içine parmağımı
sokabiliyordum.”
Bedir muharebesi
müslümanların galibiyetiyle neticelenip, 14 Eshâb-ı kirâm şehîd oldu.
70 müşrik öldürüldü.
Mekkeli müşrikler bu
yenilgiyi unutamamış bir yıl sonra tekrar Medine’ye hareket etmişlerdir.
Uhud’da iki ordu yine
karşılaştı. Uhud gazâsı hicretin üçüncü senesinde vuku buldu. Bu muharebede
fedâkârlık gösterenlerin en
meşhûrları arasında Hz. Zübeyr ile Hz. Ebû Dücane de bulunuyordu. Uhud
muharebesi başlarken,
müşriklerden (puta tapanlardan) deve üzerinde bir adam meydana çıktı. Çarpışmak
için er diledi. Herkesin
kendisinden çekindiğini, geri durduğunu görünce, dileğini üç kere tekrarladı.
Bunun üzerine Hz. Zübeyr bin
Avvâm, başına sarı bir sarık sararak meydana yürüdü. Birden devenin
üzerine sıçrayıp, kâfirin
boğazına sarıldı. Deve üzerindeki bu mücâdele devam ederken, Peygamber
efendimiz “Onu yere düşür”
buyurdu. Hz. Zübeyr bin Avvâm o müşriki yere düşürdü. Üstüne çöküp
boynunu kesti. Peygamber
efendimiz (s.a.v.) “Eğer, Zübeyr, onun karşısına çıkmasaydı, halkın
çekindiğine,
sakındığına bakıp, ben
çıkacaktım.” buyurdu. Teke tek mücadelelerden sonra savaş iki
tarafın hücumuyla başladı.
Hz. Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved, Mekkeli süvarileri karşılayıp,
bozguna uğrattılar. Hz.
Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved, biner süvariye denk tutulurdu. Hz.
Zübeyr bin Avvâm,
müşriklerin sancaktarı, olan Kilâb’ı öldürdü ve 7 arkadaşı ile Peygamber
efendimizin
(s.a.v.) yanında şehîd
oluncaya kadar ayrılmamak üzere yemin ettiler. Müşriklerin okçuları, Peygamber
efendimizi ok yağmuruna
tutunca, Eshâb-ı kirâm Peygamber efendimizi (s.a.v.) ortalarına aldılar. Atılan
oklar Peygamber efendimizin
sağından solundan geçiyor, ya önüne düşüyor veya arkasından aşıp geçiyordu.
Mekkeli müşrikler
Resûlullahı (s.a.v.) her yandan kuşattılar. Hz. Zübeyr bin Avvâm ve
arkadaşları,
Peygamber efendimizin
etrafında pervane gibi dönerek, gelen oklara, kılınclara vücutlarını siper
ettiler.
Pek çok Eshâb-ı kirâm
çarpışa çarpışa şehîd oldu. Düşman gerilemişti, zafere yaklaşılmıştı. Zafer
sevinciyle yerlerini terk
eden sahabenin (r.a.) bulundukları yerden, düşman süvarileri saldırıya geçti ve
Peygamber efendimize kadar
sokuldular. Peygamberimiz (s.a.v.) yaralandı. Eshâb-ı kirâm hemen toplandı,
neticede savaş tekrar
müslümanların lehine döndü.
Muharebe bitmişti.
Peygamber efendimizin vefâtı şayiası Medine’ye ulaşınca, Hz. Safiyye hatun
hemen Uhud’a hareket etti. Uhud
meydanına gelince, oğlu Hz. Zübeyr’i ve Hz. Ali’yi görüp, önce
Resûlullahın (s.a.v.)
halini sordu. Hz. Ali “Hamd olsun iyidir” deyince ferahladı. Fakat Hz. Safiyye
“Bana
onu göster” deyince, Hz.
Ali, Peygamber efendimizi işaretle gösterdi. Peygamberimiz yaralı idi.
Peygamberimizin
sağ olduğuna şükretti. Hz.
Safiyye, baba-anne bir kardeşi olan, Hz. Hamza’nın durumunu
da görmek istiyordu.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) Hz. Safiyye’nin gelmekte olduğunu görünce, Hz.
Zübeyr bin Avvâm’a: “Anneni
geri çevir, kardeşinin cesedini görmesin” buyurdu.
Zübeyr bin Avvâm (r.a.)
“Anneciğim! Resûlullah (s.a.v.) geri dönmenizi emrediyor” deyince, Hz.
Safiyye: “Eğer ona yapılanı
bana göstermemek için geri döneceksem, zaten ben kardeşimin cesedinin
kesilip biçildiğini öğrenmiş
bulunuyorum. O, bu musîbete Allah yolunda uğramış bulunuyor. Biz Allah
yolunda bundan daha beter
olanlarına da razıyız. Sevabını Allahü teâlâ’dan bekliyeceğiz. İnşaallah
sabredip,
katlanacağız” dedi. Hz.
Zübeyr bin Avvâm, gelip bunu bildirince, Peygamberimiz (s.a.v.) “Öyle ise
bırak görsün” buyurdu. Hz.
Safiyye, Hz. Hamza’nın cesedinin yanına oturup sessizce ağlamaya başladı.
Onunla, Peygamber efendimiz
de sessizce ağladılar.
Hz. Zübeyr bin Avvâm
anlatır: “Annem yanında getirdiği iki hırkayı çıkarıp: “Bunları, kardeşim
Hamza için getirdim. Onu
bunlara sarınız” dedi. Hz. Hamza’yı kefenlediler ve Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer,
Hz. Ali ve Hz. Zübeyr bin
Avvâm kabre indirdiler. Aynı kabre, onun gibi şehîd olan, Hz. Abdullah bin
Cahş’ı da koydular.
Uhud’dan dönüşte, Peygamber
efendimiz yolda münafıklardan Ebû Azzeel Cumehi’yi yakaladı.
Resûlullah (s.a.v.) onu
Bedir’de esir etmişti. Sonra onu lütfederek öldürmemişti. O şöyle dedi: “Yâ
Resûlallah (s.a.v.) beni
bırak.” Resûlullah da (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Vallahi bundan sonra artık sen
Mekke’de ellerini okşayıp
Muhammed’e (a.s.) iki kere hile ettim diyemiyeceksin, Ey Zübeyr, boynunu
vur” o da boynunu vurdu.
Hicretin 5. (m. 626)
yılında yahudilerin fesadı ve devamlı tahrikleri ile bütün müşrik arablar,
Mekke’li
müşrikler ile birleşerek
Medine’ye kadar gelip Peygamber efendimize saldırdılar. Peygamberimiz
(s.a.v.), müşriklerin
geleceklerini haber alıp, Medine’nin etrafına hendek kazdırdılar. Hz. Zübeyr’in
oğlu
Abdullah şöyle anlattı:
“Biz çocuk idik ve savaş esnasında Peygamberimizin hanımlarının bulunduğu
yerdeydik. Hz. Seleme’nin
oğlu Amr ile nöbetleşe birbirimizin omuzuna çıkıyor ve muharebeyi
seyrediyorduk.
Ben arkadaşımın omuzuna
çıktıkça babam Zübeyr bin Avvâm’ın (r.a.) harbettiğini görüyordum.”
Hz. Câbir bin Abdullah der
ki: “Hendek günü iş ağırlaşınca Resûlullah (s.a.v.) “Bize, Benî
Kureyza’nın tutum ve
davranışını öğrenip gelebilecek bir kişi yok mu?” diye sordular Zübeyr bin
Avvâm (r.a.) “Ben, gider,
öğrenir gelirim” dedi. Gidip onların tutum ve davranışlarını öğrenip geldi.
Yine işler ağırlaşınca
Resûlullah (s.a.v.) “Bize, Benî Kureyza’nın tutum ve davranışını öğrenip
gelebilecek
bir kişi yok mu?” diye
sordular. Yine Zübeyr bin Avvâm: “Ben, gider, öğrenir, gelirim” dedi.
Gidip onların tutum ve
davranışlarını öğrenip geldi. Ve: “Yâ Resûlallah (s.a.v.) Onları, kalelerini
tamir,
harp tâlimleri ve
manevraları yaparken gördüm. Ayrıca, hayvanlarını derleyip toparlıyorlardı,”
Şeklinde
arz etti. Bunun üzerine
Resûlullah (s.a.v.) “Her peygamberin bir havarisi (samimi dostu) vardır. Benim
havârim Zübeyr’dir”
buyurdu. Benî Kureyza Yahudilerinin tutum ve davranışlarını gözetlemek ve
öğrenmek üzere, Peygamber
efendimizin gönderdiği kişilerin ilki Hz. Zübeyr bin Avvâm idi.
Hendek savaşında da
müşrikler bozguna uğradılar. Medine’de oturan Yahudiler, Eshâb-ı kirâma
(r.a.) arkadan saldırarak
anlaşmayı bozdular. Peygamberimiz de savaşdan sonra, onları Medine’den
çıkardılar. Yahudiler
Hayber kalesine toplandılar. Peygamberimiz (s.a.v.) Hendek savaşından sonra
Hayber üzerine yürüdüler.
Hayberde, meşhûr yahudi Cengaveri Merhab kaleden çıkarak er diledi. Hz.
Ali çıkarak Merhabı
öldürdü. Merhab’ın katlinden sonra O’nun oğlu Yasir, babasının intikamını almak
için meydana çıkarak; “Bana
karşı gelecek var mı?” diye bağırdı. Hz. Zübeyr, hemen atını sürerek onu
karşıladı ve ikisi de
şiddetli bir muharebeye tutuştular. Oğlunun bu hareketini seyreden Hz. Safîyye,
Resûl-
i Ekrem’e (s.a.v.) yaklaşıp
“Yâ Resûlallah! Oğlum şehîd oluyor mu?” diye sordu. Resûl-i Ekrem de
“Hayır” buyurdu. Resûl-i
Ekrem’in bu beyanından bir kaç dakika sonra Hz. Zübeyr, hasmının kellesini
uçurdu. Zübeyr bin Avvâm
(r.a.) Hayber savaşında da büyük kahramanlıklar gösterdi. Neticede Hayber
kalesi de alındı. Bundan
sonra Mekke’yi fethetmek için hazırlıklar yapıldı. Peygamber efendimizin
(s.a.v.), Mekke’yi
fethetmek için hazırlık yaptığını bildiren bir mektubun, bir kadın vasıtası
ile, gizlice
Mekke’ye gönderildiğini
Cebrâil aleyhisselâm haber verdi. Sâre adındaki bu kadın, bu mektubu, başına
yerleştirdikten sonra,
üzerinden saçlarını bölükler halinde örerek mektubu gizledi ve Kureyşlilere
teslim
etmek üzere yola çıktı.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.), Hz. Ali, Hz. Zübeyr ve Hz. Mikdâd bin Esved’e “Acele gidiniz! Hah
bahçesine vardığınızda,
orada, yanında bir mektub bulunan hayvan üzerinde bir kadın bulacaksınız.
Mektubu ondan alınız ve
bana, getiriniz! Kadını, serbest bırakınız. Mektubu vermek
istemezse, boynunu vurunuz”
buyurdu. (Hah; Medine ile Mekke arasında bir yer olup, Medine korularındandır)
Hz. Ali ve arkadaşları,
durmadan at koşturarak Hah bahçesine vardılar. Kadın orada idi. Hz. Ali
kadına: “Yanında götürmekte
olduğun mektûb nerede?” diye sordu. Kadın: “Benim yanımda mektûb
falan yok” dedi. Kadının
eşyalarını aradılar, mektubu bulamayınca geri dönecek oldular. Hz. Ali
“Resûlullah (s.a.v.) bize,
senin yanında mektub olduğunu söyledi. Ya mektubu çıkarırsın veya tepene
kılıcı indiririm” buyurdu.
Kadın yeminler ederek, inkâra devam ettiyse de, Hz. Ali ve arkadaşlarının işi
sıkı tuttuğunu anlayınca,
Kadın: “Yüzünü başka tarafa çevir” dedi. Hz. Ali yüzünü çevirince kadın mektubu
çıkardı. Kadını emir
gereğince serbest bıraktılar. Mektubu Peygamber efendimize getirdiler.
Fetih hazırlıkları
tamamlanınca Hicretin sekizinci senesinde Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.)
kumandasında
hareket eden binlerce
Mücâhid Mekke’ye doğru ilerledi. Hz. Zübeyr, bu hareket esnasında Resûl-i
Ekrem’in sancağını
taşıyordu. Peygamberimiz (s.a.v.) askerlerini Zî Tuva denilen yerde bölüklere
ayırdı.
Bir kısmını Zübeyr bin
Avvâm’ın (r.a.) emrine vererek Mekke’nin Kudâ tarafından girmelerini emir
buyurdular.
Mekke’li müşrikler Mekke’yi
harpsiz teslim ettiler. Mekke’nin fethinden sonra Huneyn vadisinde
Hevazin müşrikleriyle
savaşıldı. Bu savaşta Hevazin kabilesi mağlup olarak geriye çekilmeye başladı.
Kabilenin ileri
gelenlerinden Mâlik bin Avf gitti ve iki dağ arasında yüksek bir mevzide
arkadaşlarına:
“Durunuz ki zayıflarınız
yürüsün ve geride kalanlar bize yetişsinler” dedi. Hezimete uğrayanlar gelip
onlara
kavuşuncaya kadar orada
durdular. Mâlik, gelenlere sordu: “Geriye bakın neler görüyorsunuz” Onlar
da: “Uylukları uzunca bir
süvari görüyoruz mızrağını omuzu üzerine koymuş ve başına bir kırmızı
sarık bağlamıştır.” Bunun
üzerine Mâlik bin Avf şöyle dedi:
“İşte o, Zübeyr bin
Avvam’dır (r.a.). Putlara yemin ederim ki elbette o size ulaşır. Onun için
yerinizde
sıkı durunuz ayrılmayınız.”
Hz. Zübeyr bin Avvâm, o iki dağ arasındaki tepelik yerin dibine vardı,
Hevazinliler onu gördüler.
Yetişip, onlara saldırdı, oradan çıkartıp uzaklaştırıncaya kadar onlarla cenk
etti.
Zübeyr bin Avvâm (r.a.),
Taif Muhasarasına, Tebük seferine ve Veda Haccı’na iştirak etmiştir.
Mısır’ın kalbi olan Fustat
şehrini zaptetmek için Amr İbn’il-Âs (r.a.) Hz. Ömer’den dörtbin kişilik
kuvvet istediğinde Hz. Ömer
Ona dört kişi göndermiştir ki, bunlar: Hz. Zübeyr bin Avvâm, Hz. Mikdâd bin
Esved, Hz. Ubâde bin Sâmit
ve Hz. Mesleme bin Muhalled’dir. Zübeyr bin Avvâm, yedi aylık muhasaradan
sonra Fustat şehrini
zabtetmeye muvaffak olmuştur. Sonra İskenderiyye üzerine yürüyerek burasının
da alınmasında büyük rol
oynamıştır.
Hz. Zübeyr bin Avvâm, 36.
(m. 656) târihinde yapılan Deve vak’asında Hz. Ali tarafında olmayıp,
Hz. Âişe’nin ordusunda
çarpıştı. Hz. Talha da Hz. Ali’nin karşı tarafında bulundu. Sonra harbden
çekilen
Hz. Zübeyr, namaz kılarken
İbn-i Cermuz tarafından şehîd edildi. Şehîd olduğunda 67 yaşında bulunuyordu.
Hz. Ali, Hz. Zübeyr’in
vefâtına çok üzülmüş olup, cenâze namazını bizzat kendisi kıldırdı.
Hz. Zübeyr bin Avvâm, uzun
boylu, beyaz tenli, zarif (kibar) bir kimse idi. Emânete son derece riâyet
eder, hassasiyet
gösterirdi. Hz. Zübeyr bin Avvâm kendisine emânet edilen şeyleri saklamak için
ne
yapacağını şaşırırdı.
Nitekim, bir çok sahabe, mallarından başka, çocuklarını da Zübeyr bin Avvâm’a
(r.a.) emânet ederlerdi.
Ticâret ve ziraat ile meşgul olurdu. Medine’nin en zenginlerinden sayılırdı.
Medine
etrafındaki arsalardan
başka Basra, Kûfe ve Mısır’da da bir hayli emlâkı vardı.
Etrafındaki fakîrlerin
hepsinin maişetini temin etmek hususunda büyük gayretler sarf etmiştir. Borç
para isteyene borç para
verir, cihâd’a gitmek isteyenleri Allah rızası için techîz ederdi (donatırdı).
Zekâtını
zamanında ve muntazaman
verirdi. Bütün servetine ve zenginliğine rağmen, O, son derece sade
yaşardı; Sade giyinir, sade
yemek yer ve zinet eşyasına iltifat etmezdi. Ancak, silâhına hassasiyet
gösterirdi.
Bu itibarla kılıcının
kabzasını gümüşten yaptırmıştı.
Zübeyr bin Avvâm beş defa
evlendi ve bu evliliklerinden onsekiz çocuğu oldu. İlk hanımı, Esma
binti Ebû Bekir idi. Ondan,
Abdullah, Urve, Münzir, Haticet’-ül-Kübra, Ümm-ül-Hasen ve Aişe isimli
çocukları
doğmuştur. İkinci hanımı,
Ümmü Hâlid bin Saîd idi. Ondan da, Hâlid, Ömer, Hatîbe, Sevde ve
Hind isimlerindeki
çocukları olmuştur. Üçüncü hanımı, Rebab binti Uneyfdir. Ondan Mus’ab, Hamza ve
Remle isimlerindeki
çocukları olmuştur. Dördüncü hanımı ise, Zeyneb binti Beşîr idi. Ondan da
Ubeyde,
Cafer ve Hafsa
isimlerindeki çocukları oldu. Nihayet beşinci hanımı, Ümmü Gülsüm binti Ukke
olup ondan
yalnız Zeyneb isminde bir
kızı olmuştur. Hz. Zübeyr bin Avvâm’ın çocukları içinde Abdullah’ın; babası
ile Yermük muharebesine
katıldığı en büyük oğlu olduğu ve Medine’de doğan ilk Muhâcir çocuğu
olduğu için husûsî bir yeri
vardı. Bu yüzden Hz. Zübeyr bin Avvâm, servetinin üçte birini ona bırakmıştı.
Rivâyet ettiği hadîs-i
şerîflerden:
“Birinizin ipi alıp odun
yüklenerek satması ve Allah’ın onun yüzünü ak etmesi dilencilikten
hayırlıdır. İstediği
kimseden birşey alsın veya almasın böyledir.”
“Bilmediğini hadîs olarak
söyleyen, Cehennemde azâb görecektir.”
KAYNAKLAR :
1) El-A’lâm cild-3, sh-43
2) Hilyet-ül-evliyâ cild-1,
sh-89
3) Târîh’-ül-hamîs cild-1,
sh-172
4) Sıfat-üs-safve cild-1,
sh-132
5) Kâmûs-ul-a’lâm cild-4,
sh-2411
6) Tabakât-ı İbn-i Sa’d
cild-3, sh-100
7) İzâlet-ül-hafâ cild-1, sh-275
8) Tam İlmihâl Se’âdet-i
Ebediyye sh-1089, 1090
9) Eshâb-ı Kirâm sh-416
10) Müsned-i Ahmed bin
Hanbel cild-1, sh-164
11) Sahîh-i Buhârî,
Fedâil-üs-sahâbe
12) Sahîh-i Müslim,
Fedâil-üs-sahâbe