ZEYD BİN SABİT R.A. :
Eshâb-ı kirâmın,
büyüklerinden. Yaklaşık 612 senesinde Medine’de doğdu. Hicrî 45 veya 55
senesinde
Medine’de vefât etti. Hz.
Zeyd bin Sâbit’in nesebi: Zeyd bin Sâbit bin Dahhak bin Zeyd bin
Lûzân bin Amr bin Abdiavf
bin Ganm bin Mâlik biri Neccâr, el-Ensârîyyi’l-Hazrecî, Benî Neccâr’dır. Annesi
Nevvâr binti Mâlik bin
Mûâviye bin Adî’dir. Künyesi Ebû Saîd veya Ebû Sâbit’tir. Ayrıca Ebû Hârice
veya Ebû Abdurrahman da
denilmektedir. Lâkabı ise el-Kârî’ veya el-Mukrî’ veya el-Farzî veyahut da
Kâtibü’l-Vahy
Hibrü’l-Ümme’dir. Babası Sâbit hicretten önce Evs ile Hazrec kabileleri
arasında (Yevmü’l
Buâs) adıyla bilinen bir
muharebede ölmüştü. Babası öldüğünde Zeyd (r.a.) henüz altı yaşlarında bir
çocuk idi. Annesi
tarafından büyütüldü, yetiştirildi.
Peygamberimiz (s.a.v.)
İslâmiyeti yaymak üzere Eshâb-ı kirâmdan Mus’ab bin Umeyr’i (r.a.) Medine’ye
göndermişti. Bu sırada
henüz onbir yaşlarında olan Zeyd bin Sâbit de, Mus’ab bin Umeyr vâsıtası
ile müslüman oldu. Müslüman
olunca hemen Kur’ân-ı kerîmin vahy olunan âyetlerini ezberlemeye başladı.
Bir taraftan ezberliyor,
bir taraftan da Benî Neccâr kabilesinin çocuklarına öğretiyordu. Kur’ân-ı
kerîme
o kadar muhabbeti, sevgisi
vardı ki, Peygamberimiz (s.a.v.) Mekke’den Medine’ye hicret etmeden
önce, onyedi sûreyi
ezberlemişti. Hicretten sonra Peygamberimiz (s.a.v.), O’nun bu halini büyük bir
memnuniyetle karşılamıştır.
Bedir Savaşı yapıldığında
Zeyd bin Sâbit onüç yaşında idi. İslâm ordusu hareket etmek üzere iken
o da katılmak istedi. Fakat
yaşı küçük’olduğu için Resûlullah efendimiz O’na izin vermedi. Emre itâat
edip Medine’de kaldı. Uhud
Savaşına da, bu sebeple katılamadığı rivâyet edilmiştir. Hendek harbine
katılmıştır. Harbe hazırlık
için önce hendek kazma işinde çalışmış sonra savaşa katılıp, büyük
fedâkârlıklar
göstermişti, Peygamberimiz:
“Bu ne güzel bir genç” diyerek onu taltif buyurmuşlardır. Bu harp,
müslümanların topyekün bir savunmasıydı.
Tebük gazvesinde Mâlik bin
Neccâr’ın sancağını Ümâre bin Hazm taşıyorken Resûl-i Ekrem, sancağı
alıp, Zeyd bin Sâbit’e
vermiş Ümâre’nin “Yâ Resûlallah yoksa aleyhimde birşey mi duydun?” demesi
üzerine de, “Hayır!
Kur’ân-ı kerîm öncedir. Zeyd ise Kur’ân-ı kerîmi senden daha çok bilir” diye
buyurmuştur. Hudeybiye
antlaşmasında, Mekke’nin fethinde Huneyn gazvesinde ve Tâif muhasarasında
ve Veda’ Haccı’nda
bulunmuştur. Resûl-i Ekrem’in vefâtından sonra Hz. Ebû Bekir devrinde meydana
gelen Yemâme harbine de
katılmıştı. Bu harpte yalancı peygamberlik iddia edip ortaya çıkan
Müseylemet-ül-Kezzaba karşı
savaşırken kendisine bir ok isabet edip yaralanmıştı.
Resûl-i Ekrem’in hayatı
müddetince, vahiy kâtipliğinden başka yazışmalarını da o yazardı. Hz.
Peygamber, bazı hükümdarlar
tarafından gönderilen mektûbların hatasız tercüme edilmesi için Zeyd’e
Süryânî ve İbranî
lisanlarını öğrenmesini emir buyurmuşlardı. Çok zekî olan bu zât, 15 gün gibi
kısa bir
zamanda, her iki dili de
öğrenmeye muvaffak olmuştu. Bundan sonra bu lisanlarla Medine’ye gönderilen
hükümdarların mektûblarını
tercüme ediyordu. Hz. Ömer’in ve Hz. Osman’ın hilâfetleri zamanında da onların
yazı işlerini ifâ ediyordu.
Halife Hz. Osman, onu
Beytülmâl Emini tayin etmişti. Bir hadîs-i şerîfte buyurulduğu gibi, Eshâb-ı
kirâm arasında ferâiz
ilmini (miras hukukunu) en iyi bilen o zât idi. Hz. Ömer, her zaman Hz. Ali ile
beraber Zeyd bin Sâbit’i danışma meclisine davet ederdi.
Abdullah bin Abbas
hazretleri geniş bilgisiyle beraber Zeyd bin Sâbit hazretlerinin evine kadar gidip
ondan istifade ederdi. Bir
defa Zeyd bin Sâbit (r.a.) hayvana bineceği zamanda üzengisini tutmuş,
Zeyd bin Sâbit, kendisini
men edince, İbn-i Abbâs (r.a.): “Biz âlimlerimize böyle hürmet ederiz” demiş,
Zeyd hazretleri de İbn-i
Abbas’ın elini tutarak öpmüş: “Biz de Peygamber efendimizin Ehl-i beytine böyle
hürmet etmekle emrolunduk” demiştir.
Zeyd bin Sâbit hazretleri
Sahâbe devrinde bile Medine’nin Baş Kadısı idi. Ferâiz, Kırâat ve Tefsîr
ilmînde de baş İmam idi.
İmâm-ı Şâfiî, ferâiz hususunda Zeyd’in (r.a.) kavlini tercih ederdi. Zeyd bin
Sâbit
(r.a.) kırâat ilminde
Eshâb-ı kirâmın en yükseklerindendi. Kur’ân-ı kerîmin tamamını güzelce
ezberlemiş,
kendisinden İbn-i Abbas,
Ebû Abdi’r-Rahmân es-Sülemî gibi Sahâbe-i kirâm Kur’ân-ı kerîm okumuşlardır.
İslâm ilimleri içinde en
yüksek olan Kırâat ilmiydi. Bu ilim sayesinde, Kur’ân-ı kerîm bozulmaktan
ve değişmekten korunmuştur.
Bu ilmin mütehassıs âlimleri, kelâm-ı ilahinin kırâat şekillerini ve tevatür
halindeki ihtilafları zabt
ve kaydetmişlerdir. Böylece Kur’ân-ı kerîm’in okunması hususundaki tereddütleri
bertaraf etmişlerdir. Hz.
Zeyd bin Sâbit’in bu ilimdeki üstünlüğü, Eshâb-ı kirâm’ın ve Tâbiînin ileri
gelenlerinin
itirafı ve takdiri ile
sabittir. Eshâb-ı kirâm arasında kırâat ilminde imamlık derecesine yükselenler,
Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk, Hz.
Ömer bin Hattâb, Hz. Osman bin Âffân, Hz. Ali bin Ebî Tâlib, Übeyy bin Ka’b
(r.a.), Zeyd bin Sâbit
(r.a.), Abdullah bin Mes’ûd (r.a.), Ebûdderdâ (r.a.), EbûMûsel-eş’ari’dir.
Bunlar
Resûlullah’tan (s.a.v.)
bizzat kırâat eden sikadırlar, ya’nî sağlam vesikalardır. Zeyd bin Sâbit
(r.a.),
Resûlullah’ın (s.a.v.)
kâtibi ve vahy emini idi. Kendisi, Resûlullahın (s.a.v.) zamanında Kur’ân-ı
kerîmi
toplayan Medineli
müslümanlardandı ve bununla iftihar ediyordu. Küçük yaşından itibaren Kur’ân-ı
kerîm
ile meşgul olmuş, henüz
onbir yaşında iken Kur’ân-ı kerîm’in 17 ve 18 sûresini ezberlemiş bulunuyordu.
Daha sonra bütün Kur’ân-ı
kerîmi ezberlemek şerefine nâil olanlardan oldu. Hz. Ebû Bekir Kur’ân-ı kerîmin
toplanması vazifesini, işte
bu hususiyetlerinden dolayı Hz. Zeyd’e vermişti. Hz. Ömer, Hz. Zeyd’in
kırâati ile Ubeyy bin
Ka’bın kırâatini karşılaştırır ve Hz. Zeyd’in kırâatini tercih ederdi. Çünkü O,
Kureyş
kırâatine tam uygundu. Bu
itibarla Onun kırâatini diğer kırâatlere tercih etmek icab ederdi. Hz. Ubeyy
bin
Ka’b, hayatta bulunduğu
müddetçe insanların kırâatda danışma mercii olmuşsa da, vefâtından sonra
bütün müslümanlar Medine-i
Münevvere’de Hz. Zeyd’in etrafında toplanmışlar ve kendisi bütün ilim ehlinin
kıblesi olmuştur. Şimdi
onun zamanından bu zamana kadar ondört asırdan beri, hâlen ondan rivâyet
edildiği şekilde Kur’ân-ı kerîm okunmaktadır.
Süleymân bin Yesâr diyor
ki: “Hz. Ömer ile Osman, fetva, ferâiz ve kırâat hususunda, hiçbir kimseyi Zeyd
üzerine takdim etmezlerdi.”
Zeyd bin Sâbit (r.a.),
Tefsîr ilminde de çok ilerde idi. Vahy kâtibi olmak şerefine sahip, fevkalâde
zekî, Hulefa-i Râşidîn’e
yakın olmasından dolayı, bir çok âyet-i kerîme’nin nüzul sebebini bilir,
hakikat ve
hikmetlerine vâkıf
bulunurdu. Kendisinden tefsîre dair bir kısım ma’lûmât rivâyet edilmiştir. Buna
misâl
olanlardan biri şudur: Nisâ
sûresi 88.nci “Size ne oluyor ki, o münafıklar hakkında iki fırkaya, ayrılmış
bulunuyorsunuz.” âyet-i
kerîme’sinin nüzul sebebini şöyle açıklamıştı: “Eshâb-ı kirâm arasında
bulunan bir takım kimseler,
Uhud harbine giderken yolda geri dönmüşlerdi. Bunlar Abdullah bin Ubey
bin Selûl’e tâbi üç yüz
kadar münafıktı. İnsanlar, bunların hakkıda iki fırkaya ayrılmış, “bir kısmı
bunların
öldürülmesini bir kısmı da
öldürülmemesini Resûlullah’dan (s.a.v.) istiyorlardı. Bunun üzerine bu âyet-i
kerîme nâzil oldu.
Hadîs ilminde, fıkıh
ilminde, ferâiz, kaza (hüküm verme) ve fetva ilimlerinde de son derece bilgili
idi. Resûl-i Ekrem’in
senelerce huzur-ı se’âdetinde bulunmuş, o ilâhi menba’dan kalbine pek çok
şeyler
akmıştı. Resûl-i Ekrem
efendimiz’den 92 hadîs rivâyet etmiş. Kendisinden de Ebû Hüreyre, İbni Ömer,
Ebû Sa’îd, Enes bin Mâlik,
Sehl bin Sa’d, oğlu Harice, Ebû Amr gibi Eshâb-ı kirâm, Sa’îd bin Müseyyib,
Kâsım İbn-i Muhammed,
Süleymân bin Yesâr gibi Tâbiîn hadîs rivâyet etmişlerdir. Kendisi hadîs ilminin
kurucularından sayılır. Hz.
Zeyd, rivâyet ettiği hadîs-i şerîfleri doğrudan doğruya Peygamberimizden
işitmiş, O’nun vefâtından
sonra Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’dan da hadîs-i şerîf öğrenmiştir.
Hz. Zeyd bin Sâbit, kendi
bulunduğu bir mecliste bir sahih hadîs söylendiği zaman onu derhal tasdîk ve
teyid ederdi. Nitekim bir
gün Ebû Sa’îd-i Hudrî (r.a.) şu hadîs-i şerîfi rivâyet etmişti: Resûl-i Ekrem
(s.a.v.) (Nasr) sûresi
nâzil olduğu zaman onu okumuş ve şöyle buyurmuştu: “İnsanlar bir tarafta, ben
ve Eshâbım bir taraftayız.”
Sonra Resûlullah efendimiz, “Fetihten sonra hicret olmaz, ancak cihâd
ve niyet vardır.” buyurdu.
Orada hazır bulunan Mervan bin Hakem, Ebû Saîd-i Hudrî’ye: “Yalan
söylüyorsun” deyince, Zeyd
bin Sâbit ve Râfi’ bin Hadic (r.a.) “Ebû Sa’îd doğru söyledi” diyerek onun
hakkında hüsn-i şehâdette
bulunmuşlardı. Hz. Zeyd, Resûlullahın yaşayışına en çok vakıf olanlardandı.
Ondan az hadîs-i şerîf
nakletmekle beraber, onların hepsi, en kuvvetli ve mevsuk olup
müttefekunaleyhtir. Bütün
hadîs râvileri için en kat’î hüccet, burhandır. Bildirdiği şu hadîs-i şerîf bu
cümledendir.
“Namazın efdali, farz
namazlar müstesna olmak üzere, insanın hanesinde kıldığı namazdır.”
Hz. Zeyd bin Sâbit’in,
fıkıh ilminde ve onun bir şubesi olan Ferâiz (miras hukuku) ilminde de derin
bir vukufiyeti vardı.
Medine’de fetva mercii, o idi. Tâbiînden Sa’îd bin Müseyyib’in bütün fetva ve
hükümleri,
O’nun nakil ve rivâyetine
dayanıyordu. Sa’îd bin Müseyyib, yeni bir mesele ortaya çıktığında, bütün
Eshâbın re’y ve ictihâdını
araştırdıktan, Hz. Zeyd’in ne dediğini tahkik edip, onun hükmünü anladıktan
sonra fetva verirdi. Yine o
devirde Medine’de büyük bir imam olan Mâlik bin Enes (r.a.), fıkıh ve hadîsde
yüzbinlerce insanın mutlak
imamıydı. İmâm-ı Mâlik, Hz. Ömer’den sonra, Hz. Zeyd bin Sâbit’i imam tanırdı.
İmâm-ı Şâfiî ferâiz ilmine
ait bütün meselelerde, Zeyd bin Sâbit’e (r.a.) tâbi olmuştur.
Vefât eden kimsenin
bırakdığı malın kimlere verileceğini ve nasıl dağıtılacağını öğreten ilme
(İlm-i
ferâiz) denir. Allahü
teâlânın Kur’ân-ı kerîmde en açık ve en geniş bildirdiği şey, ölüden kalan
mirasın
nasıl dağıtılacağıdır.
Burada yapılacak işlerin çoğu farz olarak emir olunduğu için, hepsine (ferâiz
ilmi)
denilmiştir. Bir hadîs-i
şerîfte: “Ferâiz ilmini öğrenmeğe çalışınız! Bu ilmi gençlere öğretiniz! Ferâiz
ilmi, din bilgisinin yarısı
demektir. Ümmetimin en önce unutacağı, bırakacağı şey, bu ilim olacaktır.”
buyuruldu. Bu ilim, Resûl-i
Ekrem efendimizin sözleri, fiilleri ve Eshâb-ı kirâmın ictihâd ederek ortaya
koydukları fetvalar ile
gelişerek, müstakil ve geniş bir ilim dalı olmuştur. Miras ve vasiyet hukukunun
en ince meselelerini tedvin
etmek şerefi Zeyd bin Sâbit hazretlerine nasip olmuştur. Hz. Ömer, birçok
miras davalarında Zeyd bin
Sâbit’e (r.a.) müracaat ederdi. Hz. Ebû Bekir, Yemâme mürtedlerinin katli
için ictihâdında Hz.
Zeyd’in fetvası ile mutabık kalmıştı. Amuse vebası esnasında Abdullah bin
Abbas,
vebaya karşı alınacak
tedbirleri Hz. Zeyd’den sormuş ve aldığı cevaplar onu tatmin etmişti. Hz.
İkrime
de onun talebelerindendi.
Kendisinden her taraftaki müslümanlar, bizzat gelerek veya mektûbla fetva
sorarlardı, re’yine
müracaat ederlerdi. Hz. Muâviye’nin yazdığı mektuba verdiği cevapta, mirasta
dede ile kardeşlere verilecek hisseleri açıklamıştı.
Hz. Zeyd, daha Hz. Ömer
devrinde iken ferâiz ile ilgili meseleleri tertip ederek, bu ilmin esaslarını
bizzat yazmış, tedvin
etmiştir. Zaten bu ilimdeki üstünlüğünü, Resûlullah Efendimiz, “Ümmetimin
içinde
ferâizi en iyi bilen Zeyd
bin Sâbit’tir” buyurarak tasdîk ve taltif buyurmuştur.
Fıkıh ilminin her
meselesinde, Eshâb-ı kirâmın en yüksek müctehidlerindendi. Daha Resûl-i Ekrem
(s.a.v.) zamanında fetva
vermek şerefine kavuşmuştu. Daha sonra kendisi Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz.
Osman, Hz. Ali ve Hz.
Muâviye devirlerinde Medine’nin en büyük müftüsüydü. Eshâb-ı kirâmın
fakîhlerinin ilk
tabakasındandı. Fetvaları toplandığı zaman büyük cildler ortaya çıkar. O’nun
fıkıha dair
ictihâd ve kavilleri, Sa’îd
bin Müseyyib vasıtasıyle, doğudaki ve batıdaki bütün müslüman memleketlerinde
yayılmış ve herkes bunlarla
amel etmiştir. Zaten Eshâb-ı kirâm arasında dört kişi fıkıh ilminde şöhret
bulmuştur. Fıkıh ilminin
kaynağı, bu dört büyük sahâbî ve onların ictihâdlarını alıp rivâyet eden
talebeleri
kabul edilmiştir. İslâmın
ilk devirlerinde Medine-i Münevvere ilim merkezi olduğundan. Hz. Zeyd’in
buradaki ilim neşri bütün
İslâm memleketlerine yayılmıştı. Eshâb-ı kirâm devrinde, fıkıh ilmindeki
mütalalar, iki sahabenin
meclisinde yapılıyordu. Biri Hz. Ömer’in, diğeri de Hz. Ali’nin meclisleri idi.
Zeyd
bin Sâbit (r.a.), Hz.
Ömer’in ilim meclisine devam edenlerdendi. Burada en zor ve halli güç fıkıh
meselelerinin
mütalaâsı yapılıp
halledilirdi. Zeyd bin Sâbit (r.a.) Mescid-i Nebevî’ye geldiği zaman her
müşkülü
olan ona gelir, meselesini
sorar, cevabını alırdı. Onun namaz, hayvan kesimi ve av hayvanları, hibe
(bağış), ziraat ortaklığı
meselesine ait fetvâları, fıkıh meselelerinin yazıldığı kitaplarda yer
almaktadır.
Ayrıca ferâiz
problemlerinin çözülmesi bir hesap bilgisi istemekteydi. Bu ilimde yüksek bir bilgiye
sahipti.
En çetin problemleri en
kısa zamanda çözme melekesine haizdi. Râsih ilimli, yani ilmini nübüvvet
kaynağından
almış ve Kur’ân-ı kerîmde
“İlimde râsih olanlar” buyurularak medh edilen âlimlerden olmuştur.
Peygamberimiz (s.a.v.)
vefât ettiği arada Eshâb-ı kirâmdan Kur’ân-ı kerîmi tamamen ezberlemiş
olan çok hâfız vardı. Fakat
bunların çoğu Hz. Ebû Bekir zamanında, dinden dönme olayları sebebiyle
çıkan savaşlarda şehîd
olmuştu. (Yemâme Savaşında yetmiş hâfız şehîd edilmişti.) Böylece hafızların
sayıları bir hayli azalmaya
başlamıştı. Bu durum karşısında Hz. Ömer, Halife Hz. Ebû Bekir’e müracaat
edip, o zaman dağınık
sahifelerde yazılı olan Kur’ân-ı kerîm âyetlerinin bir kitap halinde
toplanmasını
rica etti. Hz. Ebû Bekir,
bu iş için Zeyd bin Sâbit’i (r.a.) çağırıp: Ey Zeyd, sen genç ve akıllı
birisin, senin
ayıplanacak ve seni töhmet
altında bırakacak hiçbir hâlin yoktur. Resûl-i ekremin hayâtında O’nun vahiy
kâtibi idin. Sen Kur’ân-ı
kerîm âyetlerini bir araya topla.” Buyurdu. Bunun üzerine Hz. Zeyd bin Sâbit
bir
heyet kurarak büyük bir
titizlik ve gayretle Kur’ân-ı kerîm âyetlerini bir araya toplayıp mushaf hâline
getirdi Bu mushafı Hz. Ebû Bekir’e teslim etti.
Zeyd bin Sâbit, Hz.
Osman’ın halifeliği sırasında da, O’nun en başta gelen yardımcılarından
olmuştur.
Hz. Ebû Bekir devrinde bir
kitap hâlinde bir araya getirilen Kur’ân-ı kerîmin tek nüshası, Hz.
Osman’ın emri ile yine Zeyd
bin Sâbit başkanlığında bir heyet tarafından çoğaltılıp altı tane daha
mushaf-ı şerîf yazılarak,
belli merkezlere gönderilmiştir. Böylece bu şerefli vazifeyi de yapmak ona
nasîb olmuştur.
Hz. Zeyd, 45 (m. 665)
senesinde Hz. Muâviyenın halifeliği sırasında Medine’de vefât etti. Bu sırada
yaşları ellinin
üzerindeydi. Cenâzesinde Abdullah İbni Abbâs, Sa’îd bin Müseyyeb ve Ebû Hüreyre
(r.a.) de bulundular.
Namazını Mervân bin Hakem kıldırdı.
İmam-ı Buhârî’nin
Târihi’nde naklettiğine göre, Abdullah İbni Abbas hazretleri: “Bugün ilim
hazinesi
defn olundu” diye
teessürlerini ifade etmiş ve meşhûr şair Hassan bin Sâbit de acıklı bir mersiye
okumuş,
herkes üzüntülerini
belirtmişlerdi.
Hz. Zeyd bin Sâbit, büyük
işler başaran ve büyük hizmetler bırakan bir sahâbîdir. Ümmetin ıslâhı
hususundaki gayretleri
yerinde ve zamanında müdahaleleri ile işleri yoluna koyma çalışmaları ile ilmin
yayılması hususundaki
çalışmaları gibi nice hizmetler yapmıştır. O’nun hizmetleri anlatılamayacak
kadar
çok ve büyüktür. Kur’ân-ı
kerîmi tamamen ezberlemesi, emîn bir kimse olması, güzel yazı yazması gibi
birçok meziyetlere
sahiptir. Zaten Resûlullah efendimizin zamanında vahiy kâtibi olmak şerefine
kavuşmuştu.
Bütün Ehl-ı Beyt ve Eshâb-ı
kirâm arasında, o derece üstün bir itibara erişmişti ki, Cum’a günleri
sokağa çıktıkları vakit,
ilim ve irfanına hayran kalan Medine ahâlisi kendisini, tam bir iştiyakla
karşılarlardı.
Halkın bu teveccühünden
utanan Zeyd bin Sâbit (r.a.) hemen evine giderdi. Bu hâlini suâl edenlere
“İnsanlardan haya etmeyen,
Allahtan utanmaz.” buyururlardı. Birisi bir mesele sorarsa, soran kimse güzel
ahlâka mâlik değilse cevap
vermezdi.
Zeyd İbni Sâbit (r.a.)
vefât edince, Ebû Hüreyre (r.a.) “Bu ümmetin âlimi vefât etti. Umulur ki,
Allahü teâlâ, Abdullah İbni
Abbas’ı (r.a.) ona halef buyurur” demişti. Zeyd bin Sâbit’in oğlu Hârice-tebni-
Zeyd, Fukahâ-i Seb’a
denilen yedi büyük âlimden birisidir.
İbn-i Ebî Davûd: “Zeyd bin
Sâbit, Eshâb-ı kirâm içinde, insanların en âlimi idi. Dînî ilimlerde tam bir
meleke sahibi idi.” buyururlardı.
Enes bin Mâlik
hazretlerinden rivâyet olunur ki: Peygamber efendimiz (s.a.v.) “Ümmetimin en
merhametlisi Ebû Bekir,
Allahın dînî hususunda en şiddetlisi, yani sabit kadem olanı Ömer, en
ziyâde hayâya mâlik olan
Osman, ve ferâizi (ahkâm-ı dîniyyeyi) en iyi bileni Zeyd ibni Sâbittir.”
Buyurmuşlardır. Eshâb-ı
kirâm arasında fıkıh ilminde dört sahâbe meşhûrdur. Bunlar, Zeyd bin Sâbit,
Abdullah bin Mes’ûd,
Abdullah bin Ömer ve Abdullah bin Abbâs’dır. Bütün dünyâya yayılan fıkıh
ilminin kaynağı bu dört büyük Sahâbîdir.
Zeyd bin Sâbit’in
Peygamberimizden (s.a.v.) rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları
şunlardır:
“Kim İslâm dininden başka
bir milletin (dînin) yemini üzerine yalan yere, bile bile yemin ederse,
o dediği gibi olur. Kim
kendini bir şeyle öldürürse, kıyâmet günü onunla azâb olunur. Bir
kişi üzerine, mâlik olmadığı
şeyde nezretmek yoktur. Bir mü’mine la’net etmek, onu öldürmek gibidir.”
“Kim dünyâlık peşinde
olarak sabahlarsa, Allahü teâlâ O’nun işini zorlaştırır, malzemesini
dağıtır. Kendisini aç gözlü
kılar, yoksulluğu gözünün önünde canlandırır. Dünyadan da nasîbinden
fazla bir şey kendisine
verilmez. Ama âhiret düşüncesiyle sabahlayan kimsenin işini Allahü
teâlâ kolaylaştırır,
varlığını (servetini) korur, kalbini zenginleştirir, kendisi yüz çevirdiği
halde
dünyâ kendisine teveccüh
eder (yönelir).”
KAYNAKLAR:
1) Üsüd-ül-gâbe cild-2,
sh-278
2) El-Îsâbe, cild-1, sh-543
3) Tezkîret-ül-huffâz,
cild-1, sh-30
4) Hulûsat ü
Tezhîbi’l-Kemâl, sh-108
5) Şezerât-üz-Zeheb,
cild-1, sh-54
6) Tabakât-üş-Şirâzî, sh-46
7) Tabakât-ul-Kurrâ cild-1,
sh-296
8) Tabakâtul-Kurrâ
Liz-Zehebî, cild-1, sh-35
9) El-İber, cild-1, sh-53
10) En-Nûmû’z-Zâhire,
cild-1, sh-130
11) Tam İlmihâl Se’âdet-i
Ebediyye sh-1088
12) Eshâb-ı Kirâm sh-414