Ana sayfa

 

ZEYD BİN SABİT R.A. :

 

Eshâb-ı kirâmın, büyüklerinden. Yaklaşık 612 senesinde Medine’de doğdu. Hicrî 45 veya 55 senesinde

Medine’de vefât etti. Hz. Zeyd bin Sâbit’in nesebi: Zeyd bin Sâbit bin Dahhak bin Zeyd bin

Lûzân bin Amr bin Abdiavf bin Ganm bin Mâlik biri Neccâr, el-Ensârîyyi’l-Hazrecî, Benî Neccâr’dır. Annesi

Nevvâr binti Mâlik bin Mûâviye bin Adî’dir. Künyesi Ebû Saîd veya Ebû Sâbit’tir. Ayrıca Ebû Hârice

veya Ebû Abdurrahman da denilmektedir. Lâkabı ise el-Kârî’ veya el-Mukrî’ veya el-Farzî veyahut da

Kâtibü’l-Vahy Hibrü’l-Ümme’dir. Babası Sâbit hicretten önce Evs ile Hazrec kabileleri arasında (Yevmü’l

Buâs) adıyla bilinen bir muharebede ölmüştü. Babası öldüğünde Zeyd (r.a.) henüz altı yaşlarında bir

çocuk idi. Annesi tarafından büyütüldü, yetiştirildi.

Peygamberimiz (s.a.v.) İslâmiyeti yaymak üzere Eshâb-ı kirâmdan Mus’ab bin Umeyr’i (r.a.) Medine’ye

göndermişti. Bu sırada henüz onbir yaşlarında olan Zeyd bin Sâbit de, Mus’ab bin Umeyr vâsıtası

ile müslüman oldu. Müslüman olunca hemen Kur’ân-ı kerîmin vahy olunan âyetlerini ezberlemeye başladı.

Bir taraftan ezberliyor, bir taraftan da Benî Neccâr kabilesinin çocuklarına öğretiyordu. Kur’ân-ı kerîme

o kadar muhabbeti, sevgisi vardı ki, Peygamberimiz (s.a.v.) Mekke’den Medine’ye hicret etmeden

önce, onyedi sûreyi ezberlemişti. Hicretten sonra Peygamberimiz (s.a.v.), O’nun bu halini büyük bir memnuniyetle karşılamıştır.

Bedir Savaşı yapıldığında Zeyd bin Sâbit onüç yaşında idi. İslâm ordusu hareket etmek üzere iken

o da katılmak istedi. Fakat yaşı küçük’olduğu için Resûlullah efendimiz O’na izin vermedi. Emre itâat

edip Medine’de kaldı. Uhud Savaşına da, bu sebeple katılamadığı rivâyet edilmiştir. Hendek harbine

katılmıştır. Harbe hazırlık için önce hendek kazma işinde çalışmış sonra savaşa katılıp, büyük fedâkârlıklar

göstermişti, Peygamberimiz: “Bu ne güzel bir genç” diyerek onu taltif buyurmuşlardır. Bu harp, müslümanların topyekün bir savunmasıydı.

Tebük gazvesinde Mâlik bin Neccâr’ın sancağını Ümâre bin Hazm taşıyorken Resûl-i Ekrem, sancağı

alıp, Zeyd bin Sâbit’e vermiş Ümâre’nin “Yâ Resûlallah yoksa aleyhimde birşey mi duydun?” demesi

üzerine de, “Hayır! Kur’ân-ı kerîm öncedir. Zeyd ise Kur’ân-ı kerîmi senden daha çok bilir” diye

buyurmuştur. Hudeybiye antlaşmasında, Mekke’nin fethinde Huneyn gazvesinde ve Tâif muhasarasında

ve Veda’ Haccı’nda bulunmuştur. Resûl-i Ekrem’in vefâtından sonra Hz. Ebû Bekir devrinde meydana

gelen Yemâme harbine de katılmıştı. Bu harpte yalancı peygamberlik iddia edip ortaya çıkan

Müseylemet-ül-Kezzaba karşı savaşırken kendisine bir ok isabet edip yaralanmıştı.

Resûl-i Ekrem’in hayatı müddetince, vahiy kâtipliğinden başka yazışmalarını da o yazardı. Hz.

Peygamber, bazı hükümdarlar tarafından gönderilen mektûbların hatasız tercüme edilmesi için Zeyd’e

Süryânî ve İbranî lisanlarını öğrenmesini emir buyurmuşlardı. Çok zekî olan bu zât, 15 gün gibi kısa bir

zamanda, her iki dili de öğrenmeye muvaffak olmuştu. Bundan sonra bu lisanlarla Medine’ye gönderilen

hükümdarların mektûblarını tercüme ediyordu. Hz. Ömer’in ve Hz. Osman’ın hilâfetleri zamanında da onların yazı işlerini ifâ ediyordu.

Halife Hz. Osman, onu Beytülmâl Emini tayin etmişti. Bir hadîs-i şerîfte buyurulduğu gibi, Eshâb-ı

kirâm arasında ferâiz ilmini (miras hukukunu) en iyi bilen o zât idi. Hz. Ömer, her zaman Hz. Ali ile beraber Zeyd bin Sâbit’i danışma meclisine davet ederdi.

Abdullah bin Abbas hazretleri geniş bilgisiyle beraber Zeyd bin Sâbit hazretlerinin evine kadar gidip

ondan istifade ederdi. Bir defa Zeyd bin Sâbit (r.a.) hayvana bineceği zamanda üzengisini tutmuş,

Zeyd bin Sâbit, kendisini men edince, İbn-i Abbâs (r.a.): “Biz âlimlerimize böyle hürmet ederiz” demiş,

Zeyd hazretleri de İbn-i Abbas’ın elini tutarak öpmüş: “Biz de Peygamber efendimizin Ehl-i beytine böyle hürmet etmekle emrolunduk” demiştir.

Zeyd bin Sâbit hazretleri Sahâbe devrinde bile Medine’nin Baş Kadısı idi. Ferâiz, Kırâat ve Tefsîr

ilmînde de baş İmam idi. İmâm-ı Şâfiî, ferâiz hususunda Zeyd’in (r.a.) kavlini tercih ederdi. Zeyd bin Sâbit

(r.a.) kırâat ilminde Eshâb-ı kirâmın en yükseklerindendi. Kur’ân-ı kerîmin tamamını güzelce ezberlemiş,

kendisinden İbn-i Abbas, Ebû Abdi’r-Rahmân es-Sülemî gibi Sahâbe-i kirâm Kur’ân-ı kerîm okumuşlardır.

İslâm ilimleri içinde en yüksek olan Kırâat ilmiydi. Bu ilim sayesinde, Kur’ân-ı kerîm bozulmaktan

ve değişmekten korunmuştur. Bu ilmin mütehassıs âlimleri, kelâm-ı ilahinin kırâat şekillerini ve tevatür

halindeki ihtilafları zabt ve kaydetmişlerdir. Böylece Kur’ân-ı kerîm’in okunması hususundaki tereddütleri

bertaraf etmişlerdir. Hz. Zeyd bin Sâbit’in bu ilimdeki üstünlüğü, Eshâb-ı kirâm’ın ve Tâbiînin ileri gelenlerinin

itirafı ve takdiri ile sabittir. Eshâb-ı kirâm arasında kırâat ilminde imamlık derecesine yükselenler,

Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk, Hz. Ömer bin Hattâb, Hz. Osman bin Âffân, Hz. Ali bin Ebî Tâlib, Übeyy bin Ka’b

(r.a.), Zeyd bin Sâbit (r.a.), Abdullah bin Mes’ûd (r.a.), Ebûdderdâ (r.a.), EbûMûsel-eş’ari’dir. Bunlar

Resûlullah’tan (s.a.v.) bizzat kırâat eden sikadırlar, ya’nî sağlam vesikalardır. Zeyd bin Sâbit (r.a.),

Resûlullah’ın (s.a.v.) kâtibi ve vahy emini idi. Kendisi, Resûlullahın (s.a.v.) zamanında Kur’ân-ı kerîmi

toplayan Medineli müslümanlardandı ve bununla iftihar ediyordu. Küçük yaşından itibaren Kur’ân-ı kerîm

ile meşgul olmuş, henüz onbir yaşında iken Kur’ân-ı kerîm’in 17 ve 18 sûresini ezberlemiş bulunuyordu.

Daha sonra bütün Kur’ân-ı kerîmi ezberlemek şerefine nâil olanlardan oldu. Hz. Ebû Bekir Kur’ân-ı kerîmin

toplanması vazifesini, işte bu hususiyetlerinden dolayı Hz. Zeyd’e vermişti. Hz. Ömer, Hz. Zeyd’in

kırâati ile Ubeyy bin Ka’bın kırâatini karşılaştırır ve Hz. Zeyd’in kırâatini tercih ederdi. Çünkü O, Kureyş

kırâatine tam uygundu. Bu itibarla Onun kırâatini diğer kırâatlere tercih etmek icab ederdi. Hz. Ubeyy bin

Ka’b, hayatta bulunduğu müddetçe insanların kırâatda danışma mercii olmuşsa da, vefâtından sonra

bütün müslümanlar Medine-i Münevvere’de Hz. Zeyd’in etrafında toplanmışlar ve kendisi bütün ilim ehlinin

kıblesi olmuştur. Şimdi onun zamanından bu zamana kadar ondört asırdan beri, hâlen ondan rivâyet edildiği şekilde Kur’ân-ı kerîm okunmaktadır.

Süleymân bin Yesâr diyor ki: “Hz. Ömer ile Osman, fetva, ferâiz ve kırâat hususunda, hiçbir kimseyi Zeyd üzerine takdim etmezlerdi.”

Zeyd bin Sâbit (r.a.), Tefsîr ilminde de çok ilerde idi. Vahy kâtibi olmak şerefine sahip, fevkalâde

zekî, Hulefa-i Râşidîn’e yakın olmasından dolayı, bir çok âyet-i kerîme’nin nüzul sebebini bilir, hakikat ve

hikmetlerine vâkıf bulunurdu. Kendisinden tefsîre dair bir kısım ma’lûmât rivâyet edilmiştir. Buna misâl

olanlardan biri şudur: Nisâ sûresi 88.nci “Size ne oluyor ki, o münafıklar hakkında iki fırkaya, ayrılmış

bulunuyorsunuz.” âyet-i kerîme’sinin nüzul sebebini şöyle açıklamıştı: “Eshâb-ı kirâm arasında

bulunan bir takım kimseler, Uhud harbine giderken yolda geri dönmüşlerdi. Bunlar Abdullah bin Ubey

bin Selûl’e tâbi üç yüz kadar münafıktı. İnsanlar, bunların hakkıda iki fırkaya ayrılmış, “bir kısmı bunların

öldürülmesini bir kısmı da öldürülmemesini Resûlullah’dan (s.a.v.) istiyorlardı. Bunun üzerine bu âyet-i

kerîme nâzil oldu.

Hadîs ilminde, fıkıh ilminde, ferâiz, kaza (hüküm verme) ve fetva ilimlerinde de son derece bilgili

idi. Resûl-i Ekrem’in senelerce huzur-ı se’âdetinde bulunmuş, o ilâhi menba’dan kalbine pek çok şeyler

akmıştı. Resûl-i Ekrem efendimiz’den 92 hadîs rivâyet etmiş. Kendisinden de Ebû Hüreyre, İbni Ömer,

Ebû Sa’îd, Enes bin Mâlik, Sehl bin Sa’d, oğlu Harice, Ebû Amr gibi Eshâb-ı kirâm, Sa’îd bin Müseyyib,

Kâsım İbn-i Muhammed, Süleymân bin Yesâr gibi Tâbiîn hadîs rivâyet etmişlerdir. Kendisi hadîs ilminin

kurucularından sayılır. Hz. Zeyd, rivâyet ettiği hadîs-i şerîfleri doğrudan doğruya Peygamberimizden

işitmiş, O’nun vefâtından sonra Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’dan da hadîs-i şerîf öğrenmiştir.

Hz. Zeyd bin Sâbit, kendi bulunduğu bir mecliste bir sahih hadîs söylendiği zaman onu derhal tasdîk ve

teyid ederdi. Nitekim bir gün Ebû Sa’îd-i Hudrî (r.a.) şu hadîs-i şerîfi rivâyet etmişti: Resûl-i Ekrem

(s.a.v.) (Nasr) sûresi nâzil olduğu zaman onu okumuş ve şöyle buyurmuştu: “İnsanlar bir tarafta, ben

ve Eshâbım bir taraftayız.” Sonra Resûlullah efendimiz, “Fetihten sonra hicret olmaz, ancak cihâd

ve niyet vardır.” buyurdu. Orada hazır bulunan Mervan bin Hakem, Ebû Saîd-i Hudrî’ye: “Yalan

söylüyorsun” deyince, Zeyd bin Sâbit ve Râfi’ bin Hadic (r.a.) “Ebû Sa’îd doğru söyledi” diyerek onun

hakkında hüsn-i şehâdette bulunmuşlardı. Hz. Zeyd, Resûlullahın yaşayışına en çok vakıf olanlardandı.

Ondan az hadîs-i şerîf nakletmekle beraber, onların hepsi, en kuvvetli ve mevsuk olup

müttefekunaleyhtir. Bütün hadîs râvileri için en kat’î hüccet, burhandır. Bildirdiği şu hadîs-i şerîf bu cümledendir.

“Namazın efdali, farz namazlar müstesna olmak üzere, insanın hanesinde kıldığı namazdır.”

Hz. Zeyd bin Sâbit’in, fıkıh ilminde ve onun bir şubesi olan Ferâiz (miras hukuku) ilminde de derin

bir vukufiyeti vardı. Medine’de fetva mercii, o idi. Tâbiînden Sa’îd bin Müseyyib’in bütün fetva ve hükümleri,

O’nun nakil ve rivâyetine dayanıyordu. Sa’îd bin Müseyyib, yeni bir mesele ortaya çıktığında, bütün

Eshâbın re’y ve ictihâdını araştırdıktan, Hz. Zeyd’in ne dediğini tahkik edip, onun hükmünü anladıktan

sonra fetva verirdi. Yine o devirde Medine’de büyük bir imam olan Mâlik bin Enes (r.a.), fıkıh ve hadîsde

yüzbinlerce insanın mutlak imamıydı. İmâm-ı Mâlik, Hz. Ömer’den sonra, Hz. Zeyd bin Sâbit’i imam tanırdı.

İmâm-ı Şâfiî ferâiz ilmine ait bütün meselelerde, Zeyd bin Sâbit’e (r.a.) tâbi olmuştur.

Vefât eden kimsenin bırakdığı malın kimlere verileceğini ve nasıl dağıtılacağını öğreten ilme (İlm-i

ferâiz) denir. Allahü teâlânın Kur’ân-ı kerîmde en açık ve en geniş bildirdiği şey, ölüden kalan mirasın

nasıl dağıtılacağıdır. Burada yapılacak işlerin çoğu farz olarak emir olunduğu için, hepsine (ferâiz ilmi)

denilmiştir. Bir hadîs-i şerîfte: “Ferâiz ilmini öğrenmeğe çalışınız! Bu ilmi gençlere öğretiniz! Ferâiz

ilmi, din bilgisinin yarısı demektir. Ümmetimin en önce unutacağı, bırakacağı şey, bu ilim olacaktır.”

buyuruldu. Bu ilim, Resûl-i Ekrem efendimizin sözleri, fiilleri ve Eshâb-ı kirâmın ictihâd ederek ortaya

koydukları fetvalar ile gelişerek, müstakil ve geniş bir ilim dalı olmuştur. Miras ve vasiyet hukukunun

en ince meselelerini tedvin etmek şerefi Zeyd bin Sâbit hazretlerine nasip olmuştur. Hz. Ömer, birçok

miras davalarında Zeyd bin Sâbit’e (r.a.) müracaat ederdi. Hz. Ebû Bekir, Yemâme mürtedlerinin katli

için ictihâdında Hz. Zeyd’in fetvası ile mutabık kalmıştı. Amuse vebası esnasında Abdullah bin Abbas,

vebaya karşı alınacak tedbirleri Hz. Zeyd’den sormuş ve aldığı cevaplar onu tatmin etmişti. Hz. İkrime

de onun talebelerindendi. Kendisinden her taraftaki müslümanlar, bizzat gelerek veya mektûbla fetva

sorarlardı, re’yine müracaat ederlerdi. Hz. Muâviye’nin yazdığı mektuba verdiği cevapta, mirasta dede ile kardeşlere verilecek hisseleri açıklamıştı.

Hz. Zeyd, daha Hz. Ömer devrinde iken ferâiz ile ilgili meseleleri tertip ederek, bu ilmin esaslarını

bizzat yazmış, tedvin etmiştir. Zaten bu ilimdeki üstünlüğünü, Resûlullah Efendimiz, “Ümmetimin içinde

ferâizi en iyi bilen Zeyd bin Sâbit’tir” buyurarak tasdîk ve taltif buyurmuştur.

Fıkıh ilminin her meselesinde, Eshâb-ı kirâmın en yüksek müctehidlerindendi. Daha Resûl-i Ekrem

(s.a.v.) zamanında fetva vermek şerefine kavuşmuştu. Daha sonra kendisi Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz.

Osman, Hz. Ali ve Hz. Muâviye devirlerinde Medine’nin en büyük müftüsüydü. Eshâb-ı kirâmın

fakîhlerinin ilk tabakasındandı. Fetvaları toplandığı zaman büyük cildler ortaya çıkar. O’nun fıkıha dair

ictihâd ve kavilleri, Sa’îd bin Müseyyib vasıtasıyle, doğudaki ve batıdaki bütün müslüman memleketlerinde

yayılmış ve herkes bunlarla amel etmiştir. Zaten Eshâb-ı kirâm arasında dört kişi fıkıh ilminde şöhret

bulmuştur. Fıkıh ilminin kaynağı, bu dört büyük sahâbî ve onların ictihâdlarını alıp rivâyet eden talebeleri

kabul edilmiştir. İslâmın ilk devirlerinde Medine-i Münevvere ilim merkezi olduğundan. Hz. Zeyd’in

buradaki ilim neşri bütün İslâm memleketlerine yayılmıştı. Eshâb-ı kirâm devrinde, fıkıh ilmindeki

mütalalar, iki sahabenin meclisinde yapılıyordu. Biri Hz. Ömer’in, diğeri de Hz. Ali’nin meclisleri idi. Zeyd

bin Sâbit (r.a.), Hz. Ömer’in ilim meclisine devam edenlerdendi. Burada en zor ve halli güç fıkıh meselelerinin

mütalaâsı yapılıp halledilirdi. Zeyd bin Sâbit (r.a.) Mescid-i Nebevî’ye geldiği zaman her müşkülü

olan ona gelir, meselesini sorar, cevabını alırdı. Onun namaz, hayvan kesimi ve av hayvanları, hibe

(bağış), ziraat ortaklığı meselesine ait fetvâları, fıkıh meselelerinin yazıldığı kitaplarda yer almaktadır.

Ayrıca ferâiz problemlerinin çözülmesi bir hesap bilgisi istemekteydi. Bu ilimde yüksek bir bilgiye sahipti.

En çetin problemleri en kısa zamanda çözme melekesine haizdi. Râsih ilimli, yani ilmini nübüvvet kaynağından

almış ve Kur’ân-ı kerîmde “İlimde râsih olanlar” buyurularak medh edilen âlimlerden olmuştur.

Peygamberimiz (s.a.v.) vefât ettiği arada Eshâb-ı kirâmdan Kur’ân-ı kerîmi tamamen ezberlemiş

olan çok hâfız vardı. Fakat bunların çoğu Hz. Ebû Bekir zamanında, dinden dönme olayları sebebiyle

çıkan savaşlarda şehîd olmuştu. (Yemâme Savaşında yetmiş hâfız şehîd edilmişti.) Böylece hafızların

sayıları bir hayli azalmaya başlamıştı. Bu durum karşısında Hz. Ömer, Halife Hz. Ebû Bekir’e müracaat

edip, o zaman dağınık sahifelerde yazılı olan Kur’ân-ı kerîm âyetlerinin bir kitap halinde toplanmasını

rica etti. Hz. Ebû Bekir, bu iş için Zeyd bin Sâbit’i (r.a.) çağırıp: Ey Zeyd, sen genç ve akıllı birisin, senin

ayıplanacak ve seni töhmet altında bırakacak hiçbir hâlin yoktur. Resûl-i ekremin hayâtında O’nun vahiy

kâtibi idin. Sen Kur’ân-ı kerîm âyetlerini bir araya topla.” Buyurdu. Bunun üzerine Hz. Zeyd bin Sâbit bir

heyet kurarak büyük bir titizlik ve gayretle Kur’ân-ı kerîm âyetlerini bir araya toplayıp mushaf hâline getirdi Bu mushafı Hz. Ebû Bekir’e teslim etti.

Zeyd bin Sâbit, Hz. Osman’ın halifeliği sırasında da, O’nun en başta gelen yardımcılarından olmuştur.

Hz. Ebû Bekir devrinde bir kitap hâlinde bir araya getirilen Kur’ân-ı kerîmin tek nüshası, Hz.

Osman’ın emri ile yine Zeyd bin Sâbit başkanlığında bir heyet tarafından çoğaltılıp altı tane daha

mushaf-ı şerîf yazılarak, belli merkezlere gönderilmiştir. Böylece bu şerefli vazifeyi de yapmak ona nasîb olmuştur.

Hz. Zeyd, 45 (m. 665) senesinde Hz. Muâviyenın halifeliği sırasında Medine’de vefât etti. Bu sırada

yaşları ellinin üzerindeydi. Cenâzesinde Abdullah İbni Abbâs, Sa’îd bin Müseyyeb ve Ebû Hüreyre

(r.a.) de bulundular. Namazını Mervân bin Hakem kıldırdı.

İmam-ı Buhârî’nin Târihi’nde naklettiğine göre, Abdullah İbni Abbas hazretleri: “Bugün ilim hazinesi

defn olundu” diye teessürlerini ifade etmiş ve meşhûr şair Hassan bin Sâbit de acıklı bir mersiye okumuş,

herkes üzüntülerini belirtmişlerdi.

Hz. Zeyd bin Sâbit, büyük işler başaran ve büyük hizmetler bırakan bir sahâbîdir. Ümmetin ıslâhı

hususundaki gayretleri yerinde ve zamanında müdahaleleri ile işleri yoluna koyma çalışmaları ile ilmin

yayılması hususundaki çalışmaları gibi nice hizmetler yapmıştır. O’nun hizmetleri anlatılamayacak kadar

çok ve büyüktür. Kur’ân-ı kerîmi tamamen ezberlemesi, emîn bir kimse olması, güzel yazı yazması gibi

birçok meziyetlere sahiptir. Zaten Resûlullah efendimizin zamanında vahiy kâtibi olmak şerefine kavuşmuştu.

Bütün Ehl-ı Beyt ve Eshâb-ı kirâm arasında, o derece üstün bir itibara erişmişti ki, Cum’a günleri

sokağa çıktıkları vakit, ilim ve irfanına hayran kalan Medine ahâlisi kendisini, tam bir iştiyakla karşılarlardı.

Halkın bu teveccühünden utanan Zeyd bin Sâbit (r.a.) hemen evine giderdi. Bu hâlini suâl edenlere

“İnsanlardan haya etmeyen, Allahtan utanmaz.” buyururlardı. Birisi bir mesele sorarsa, soran kimse güzel

ahlâka mâlik değilse cevap vermezdi.

Zeyd İbni Sâbit (r.a.) vefât edince, Ebû Hüreyre (r.a.) “Bu ümmetin âlimi vefât etti. Umulur ki,

Allahü teâlâ, Abdullah İbni Abbas’ı (r.a.) ona halef buyurur” demişti. Zeyd bin Sâbit’in oğlu Hârice-tebni-

Zeyd, Fukahâ-i Seb’a denilen yedi büyük âlimden birisidir.

İbn-i Ebî Davûd: “Zeyd bin Sâbit, Eshâb-ı kirâm içinde, insanların en âlimi idi. Dînî ilimlerde tam bir meleke sahibi idi.” buyururlardı.

Enes bin Mâlik hazretlerinden rivâyet olunur ki: Peygamber efendimiz (s.a.v.) “Ümmetimin en

merhametlisi Ebû Bekir, Allahın dînî hususunda en şiddetlisi, yani sabit kadem olanı Ömer, en

ziyâde hayâya mâlik olan Osman, ve ferâizi (ahkâm-ı dîniyyeyi) en iyi bileni Zeyd ibni Sâbittir.”

Buyurmuşlardır. Eshâb-ı kirâm arasında fıkıh ilminde dört sahâbe meşhûrdur. Bunlar, Zeyd bin Sâbit,

Abdullah bin Mes’ûd, Abdullah bin Ömer ve Abdullah bin Abbâs’dır. Bütün dünyâya yayılan fıkıh ilminin kaynağı bu dört büyük Sahâbîdir.

Zeyd bin Sâbit’in Peygamberimizden (s.a.v.) rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları şunlardır:

“Kim İslâm dininden başka bir milletin (dînin) yemini üzerine yalan yere, bile bile yemin ederse,

o dediği gibi olur. Kim kendini bir şeyle öldürürse, kıyâmet günü onunla azâb olunur. Bir

kişi üzerine, mâlik olmadığı şeyde nezretmek yoktur. Bir mü’mine la’net etmek, onu öldürmek gibidir.”

“Kim dünyâlık peşinde olarak sabahlarsa, Allahü teâlâ O’nun işini zorlaştırır, malzemesini

dağıtır. Kendisini aç gözlü kılar, yoksulluğu gözünün önünde canlandırır. Dünyadan da nasîbinden

fazla bir şey kendisine verilmez. Ama âhiret düşüncesiyle sabahlayan kimsenin işini Allahü

teâlâ kolaylaştırır, varlığını (servetini) korur, kalbini zenginleştirir, kendisi yüz çevirdiği halde

dünyâ kendisine teveccüh eder (yönelir).”

 

KAYNAKLAR:

 

1) Üsüd-ül-gâbe cild-2, sh-278

2) El-Îsâbe, cild-1, sh-543

3) Tezkîret-ül-huffâz, cild-1, sh-30

4) Hulûsat ü Tezhîbi’l-Kemâl, sh-108

5) Şezerât-üz-Zeheb, cild-1, sh-54

6) Tabakât-üş-Şirâzî, sh-46

7) Tabakât-ul-Kurrâ cild-1, sh-296

8) Tabakâtul-Kurrâ Liz-Zehebî, cild-1, sh-35

9) El-İber, cild-1, sh-53

10) En-Nûmû’z-Zâhire, cild-1, sh-130

11) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-1088

12) Eshâb-ı Kirâm sh-414