ÜMM-Ü SÜLEYM R.ANHA :
Hanım Sahâbîlerin
meşhûrlarından. Peygamber efendimize on yıl devamlı hizmet etmekle şereflenen
Enes bin Mâlik’in (r.a.)
annesi ve Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından Hz. Ebû Talha’nın hanımıdır.
Esas adının Sehle, Rümeysâ,
Gumeyrâ, Rumeyle, Uneyfe veya Rumeyse isimlerinden birinin olduğu
bildirilmektedir. Ümmü
Süleym künyesi ile meşhûr olmuştur. Medine’deki Hazrec kabilesinin
Necranoğullarından Milhan
bin Hâlid’in kızıdır. Annesinin adı, Melike binti Mâlik’tir. Peygamberimizin
uğrunda şehîd olan meşhûr
Sahâbî Haram bin Milhan (r.a.) Onun erkek kardeşi ve Kıbrıs Adası’nın fethi
sırasında şehîd olan Ümmü
Hıram da kızkardeşiydi. Hz. Ümmü Süleym’in Medine’de kaç târihinde doğduğu
ve kaç yaşında vefât ettiği
kesin olarak bilinememektedir.
Müslüman olmadan önce,
kendi kabilesinden Mâlik bin Nadr ile evlenmiş ve O’ndan Enes isminde
bir oğlu olmuştur. Eshâb-ı
kirâmın meşhûrlarından Enes bin Mâlik (r.a.) bu zâttır. Ümmü Süleym
(r.anha), Medine’de
İslâmiyet yayılmaya başladığı zaman ilk olarak imâna gelenlerdendir. Fakat kocası
Mâlik müslüman olmamıştı.
Ümmü Süleym, müslümanlığı
kabul edip, Peygamberimize (s.a.v.) bîat ettiği sırada kocası Mâlik
yanında yoktu. Eve gelip,
hanımının müslüman olduğunu öğrenince ona: “Sen dininden çıktın mı? Sapıttın
mı?” dedi. Ümmü Süleym: “Hayır,
ben dinden çıkmadım ve sapıtmadım. Fakat şu şehrimize gelen
zâta (Muhammed
aleyhisselâma) îmân ettim” diye cevap verdi ve oğlu Enes’e de İslâm dinini
telkin etmeye
başladı. Yaşı küçük olan
oğluna Kelime-i şehâdeti öğretiyor, Allahü teâlâdan başka ilâh olmadığına
ve Muhammed aleyhisselâmın
da O’nun Peygamberi olduğuna inanmasını telkin ediyordu. Kocası
Mâlik, bunu görünce
kızarak: “Benim çocuğumu dinsiz yapıyor, onu bozuyorsun. Vazgeç bundan!” dedi.
O da: “Ben Onu bozmuyorum”
dedi. Mâlik, Ümmü Süleym’in (r.anha) dîninden vazgeçmediğini anlayınca,
kendisine darılıp Şam
tarafına doğru çekip gitti. Yolda bir düşmanı ile karşılaşıp öldürüldü. Böylece
Ümmü Süleym (r.anha) dul
kalmış oldu. Kocası Mâlik’ten çok iyilik görmüştü. Oğlu Enes’i büyütüp, bulûğ
çağına girip, meclislerde
söz sahibi oluncaya kadar kimseyle evlenmeyeceğine dair kendi kendine söz
verdi. Bir süre dul kaldı.
Hz. Ümmü Süleym’in kocası
ölünce, Medine’de kabilesinin reisi olup, okçuluğu ile meşhûr olan
Ebû Talha, kendisi ile
evlenmek için teklifte bulundu. Ebû Talha zengin ve hatırı sayılır bir kimse
olmakla
beraber henüz müslüman
değildi. O da, kabilesi gibi putlara tapıyordu. Bu yüzden, Hz. Ümmü Süleym,
Ona cevap olarak: “Ben,
seni istememezlik etmem. Senin gibisi red olunmaz. Fakat sen müşriksin. Ben
ise müslümanım,
elhamdülillah! Ey Ebû Talha! Sen, bilmez misin ki, bu putların sana bir faydası
ve zararı
yoktur. Sana zararı ve
faydası olmayan bir taşa tapmayı nasıl uygun görürsün? Senin, ilah diye
taptığın
bu ağaçlar, yerden biter,
sonra onu bir marangoz yontar. Bu halde sen, bir tahta parçasına tapmaktan
utanmıyor musun?” dedi. Hz.
Ümmü Süleym’in bu sözü, Ebû Talha’nın kalbine te’sîr etti. Hz. Ümmü
Süleym: “Eğer müslüman
olup, Allahtan başka ilâh olmadığına ve Muhammed aleyhisselâmın da Onun
kulu ve Peygamberi olduğuna
şehâdet etsen de seninle evlensem olmaz mı? Bunun için bir mehir (karşılık,
bedel) de istemiyorum”
deyince, Ebû Talha, ondan mühlet istedi, düşünüp karar vermek için yanından
ayrıldı. İslâmiyetin gerçek
bir din olduğunu ve putlara tapınmanın manasızlığını kavrıyarak
müslüman olmaya karar
verdi. Kısa bir zaman sonra geldi ve “Bana yaptığın teklifi kabul ettim.
Allahtan
başka ilâh bulunmadığına ve
Hz. Muhammed’in de (s.a.v.) Onun Peygamberi olduğuna şehâdet ederim”
dedi. Hz. Ümmü Süleym
kendisinin telkini ile müslüman olan Ebû Talha (r.a.) ile evlenmeyi kabul ede-
rek, yanında bulunan ve
bulûğ çağına giren oğluna: “Kalk, ey Enes! Ebû Talha’yı benimle evlendirmek
için gereğini yap!” dedi.
Böylece Hz. Ümmü Süleym ile Hz. Ebû Talha nikâhlandılar.
Hz. Ebû Talha ile olan bu
evliliklerinden Ebû Umeyr adında bir erkek çocukları oldu. Babası buna
çok sevinmişti. Bu çocuğun,
kafeste bir serçe kuşu vardı. Serçenin ölmesi üzerine Peygamber efendimiz
(s.a.v.) çocuğa: “Ey Ebû
Umeyr serçe ne oldu?” diye lâtife etmiştir. Hz. Ümmü Süleym’in, oğlu ağır
hastalanıp babası Ebû
Talha’nın evde bulunmadığı bir sırada ölmüştü. Ümmü Süleym, Onu yıkayıp
kefenledi
ve evin bir köşesine koydu.
Buhurlayıp üzerini örttü. Ev halkına da: “Ebû Talha’ya oğlunun öldüğünü,
ben söylemedikçe, hiç
biriniz söylemeyiniz!” diye tenbih etti. Akşam olunca, Ebû Talha (r.a.) eve
geldi. “Çocuk nasıldır?”
diye sordu. Ümmü Süleym (r.anha) da: “Çocuğun ızdırabı dindi. Rahatlaştığını
sanıyorum!” dedi. Hz. Ebû
Talha, Onun sözünden, çocuğun gerçekten iyileştiğini sandı. Ümmü Süleym
(r.anha) akşam yemeğini
hazırladı. Kocası oruçluydu. Ona yemeğini yedirdi, içirdi. O güne kadar hiç
yapmadığı şekilde özenerek
süslendi. Ona karşı neşeli görünmeye çalıştı. Sonra yattılar. Gecenin sonuna
doğru Ebû Talha (r.a.)
mescide çıkmak isteyince, Hz. Ümmü Süleym! “Ey Ebû Talha! Şu komşumuzun
yaptığına baksana” dedi. O
da: “Ne oldu?” diye sorunca: “Benden emanet bir şey aldılar. Onu
geri aldım diye ağlamaya
başladılar” dedi. Hz. Ebû Talha: “Hiç öyle şey olur mu?” deyince, hanımı:
“İşte,
Allahü teâlâ bize verdiği
emanetini geri aldı” diyerek çocuğun öldüğünü kendisine bildirdi. O da bunun
üzerine “İnnâ lillâhi ve
innâ ileyhi râciûn” dedi. Sonra sabah namazını kılmak için mescide gitti.
Namazdan
sonra çocuğunun öldüğünü ve
hanımı ile arasında geçen durumu Resûlullah (s.a.v.) efendimize
haber verince her ikisi için
de: “Cenâb-ı Hak, bu gecenizi hakkınızda mübârek eylesin!” diye duâ etti.
O gece, Ümmü Süleym
(r.anha) oğlu Abdullah’a hamile kalmıştı. Bu çocuk, Ümmü Süleym’in,
Resûlullah (s.a.v.) ile
beraber katıldığı bir harpte dünyâya gelmiş, Peygamberimiz (s.a.v.) ona
Abdullah
ismini koyup, hakkında
hayır duâ etmişti. Bu duânın bereketiyle Abdullah bin Talha’nın yedi veya dokuz
oğlu olmuştu ki, hepsi de
Kur’ân-ı kerîmi ezberleyip, hafız olmuşlardı. Eshâb-ı kirâmın hanımlarından
Ümmü Atiyye (r.anha) diyor
ki: “Resûlullah (s.a.v.) biz kadınlardan müslüman olduğumuzda, ölüye ağlayıp
feryat figan etmeyeceğimize
de söz almıştı. Beş kadından başka kimse bu sözünde duramadı.
Resûlullah’a (s.a.v.)
verdiği sözü aynen yerine getirenlerden biri de Ümmü Süleym’dir.”
Ümmü Süleym (r.anhâ) dinine
son derece bağlı ve sabırlı bir kadındı. Resûlullahı (s.a.v.) çok severdi.
Evinde pişirdiği yemekten,
mutlaka ona ayırırdı. Daha Resûlullah efendimiz, Medine’ye yeni hicret
etmişlerdi. O sırada Hz.
Ebâ Eyyûb el-Ensârî’nin evinde, kalıyordu. Bir hizmetçisi de yoktu.
Müslümanlardan
her biri, gücü yettiği
miktarda, Resûlullah’a (s.a.v.) hediyeler takdim etmişlerdi. Ümmü Süleym de
(r.anhâ); o sırada elinde
hediye edecek bir şey bulunmadığı için henüz 12 yaşlarında olan oğlu Enes’i
(r.a.) Ebû Talha ile
beraber elinden tutarak, Resûlullah’ın (s.a.v.) huzuruna getirdi ve: “Yâ
Resûlallah!
Enes, terbiyeli bir
çocuktur, zekîdir. Müsaade ederseniz, size hizmet etsin! Haddim olmayarak size
hediye
ettim. Benim oğlum ve Sizin
de hizmetkârınızdır” dedi. Hz. Enes bin Mâlik buyurdu ki: “Peygamberimiz
Medine’ye gelişlerinden
vefâtlarına kadar, hazarda ve seferde kendilerine hizmet ettim. Yaptığım
herhangi bir işten dolayı
bana: (Bunu neden böyle yapmadın? veya yapmadığım bir iş için de, bunu
böyle yapmasaydın!)
demedi.” Hatta bir gün Enes bin Mâlik’i (r.a.), Resûlullah efendimiz bir yere
gönderdiğinde eve geç
gelmişti. Annesi Ümmü Süleym (r.anha) “Eve niçin geç geldin?” dedi. Hz. Enes
de: “Peygamberimiz (s.a.v.)
beni bir işe gönderdi” dedi. Annesi, “Nedir o iş?” deyince: “O, aramızda gizli
sırdır” diye cevap verdi.
Bunun üzerine annesi: “Resûlullahın (s.a.v.) sırrını iyi muhafaza et!” dedi.
Hz. Ümmü Süleym, Eshâb-ı
kirâmın diğer hanımları gibi harplerin çoğuna iştirak edip, icabında
bizzat dövfişmüştür. Bu
harplerin her birinde önemli hizmetler görmüştür. Uhud harbine katılıp, müşrik
ordusuyla harb eden
askerlere hizmet etti. Kocası Hz. Ebû Talha, iyi bir okçu ve cesur bir asker
olduğundan
hep Resûlullah’ı (s.a.v.)
korumakla meşguldü. Oğlu Enes (r.a.), yaşı küçük olduğu halde, bu
harbe o da gelmişti. Su
tulumlarını doldurup annesi Ümmü Süleym’e (r.anha) ve Hz. Âişe’ye veriyordu.
Bu harbin en şiddetli bir
zamanıydı. Bir ara askerler arasında panik baş göstermiş, Resûlullahın (s.a.v.)
yanından ayrılmışlardı.
Resûlullah efendimiz, yanındaki 12 kişi ile hiç yerinden ayrılmamış, sebat
göstermişti. Bu çok
tehlikeli harp gününde, Hz. Âişe ile Hz. Ümmü Süleym, asker arasında, durmadan
arkalarında kırbalarla su
taşıyorlar ve yaralıların ağzına su veriyorlardı. Bu kapları (kırbaları)
boşalınca
son derece bir çeviklikle
geri dönüp gelerek kırbaları dolduruyorlar, sonra yine acele edip yaralılara su
veriyorlar, onların
yaralarını sarıyorlardı.
Hendek harbinde ise, bütün
çocuklarla birlikte kale gibi bir evde mahfuz kalmışlardı. Harbe katılamamıştı.
Hicretin yedinci (m. 629)
senesinde Hayber savaşında, Resûlullahın (s.a.v.) maiyetinde
bulunuyordu. Fetihten sonra
esirler arasındaki Hz. Safîyye, Peygamberimizin (s.a.v.) hanımı olmak
şerefine kavuşmuştu. O
zaman, gelin oluncaya kadar Hz. Safiyye’yi, Ümmü Süleym’e (r.anha) evine ve
emrine tevdi buyurdular.
Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte Mekke’nin fethinde de bulunmuştur. Bunun
arkasından Hz. Ümmü Süleym
(r.anha), Huneyn savaşına da bizzat iştirak etmiştir. Bu sırada oğlu
Abdullah’a hamileydi. Buna
rağmen eline bir hançer geçirmiş hazır vaziyette bekliyordu. Bu harp
esnasında kocası Hz. Ebû
Talha, tebessüm ederek, Resûlullah’ın (s.a.v.) yanına geldi ve “Yâ
Resûlallah! Ümmü Süleym’in
(r.anha) hançerini gördün mü?” diye sordu. Resûl-i Ekrem (s.a.v.), Ümmü
(r.anha) hançerini gördün mü?” diye sordu. Resûl-i Ekrem (s.a.v.), Ümmü
Süleym’e (r.anha) dönerek:
“Ey Ümmü Süleym! Bu hançer
ile ne yapacaksın?” buyurunca, o da dedi ki: “Ben bunu, bu günler için
hazırlamıştım. Hele
müşriklerden birisi bir kerre yanıma yaklaşsın!.. Bununla karnını deşerim.”
Harp
meydanında en cesaretli
kahraman mücâhidlerden bile öne geçerdi. Huneyn harbinde, bir ara
müslüman saflarında bir dağılma
baş gösterdiği sırada, Ümmü Süleym (r.anha) hançerini çekip, sebat
göstermiş, arslanlar gibi
düşmana saldırmıştı.
Eli hançerli Ümmü Süleym
(r.anha.), Resûlullaha (s.a.v.) gelerek, “Eğer, izin verirseniz, paniğe
uğrayıp, senin yanından
ayrılanları da öldüreyim!” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.), ona cevabında: “Ey
Ümmü Süleym! Allahü teâlâ
bize yetişti ve zafer ihsan etti” buyurdu.
Hz. Ümmü Süleym’in
fazîletleri çoktur. Peygamberimize ve Onun hanımlarına çok hizmet etmiştir.
Peygamberimiz, Onun
hakkında buyurdu ki: “Rüyamda Cennete girdim. Bir de baktım ki, Ebû Talha’nın
hanımı Rumeysâ (Ümmü
Süleym) de oradaydı.” O, Resûlullahı çok sevdiği gibi, Resûlullah (s.a.v.) da
Onu ve bütün ailesini
severdi. Hanımlarından başka kimsenin evine gidip istirahat etmediği halde, Hz.
Ümmü Süleym’in evine
giderdi. Orada âdetleri üzere kaylûle yaparlar, öğleden evvel biraz uyurlardı.
Namaz vakti gelince,
hasırdan seccadeleri serip, Onun çocukları ile beraber namaz kılardı.
Hz. Ümmü Süleym’in oğlu
Enes bin Mâlik (r.a.) şöyle anlatıyor: Resûlullah (s.a.v.) Medine’ye
geldiği zaman ben küçüktüm.
Annem Hz. Ebû Talha ile evlenmişti. Ebû Talha çok fakîr kalmıştı. Çünkü
malının tamamını
Resûlullaha (s.a.v.) hediye etmiş, O da fakîrlere sadaka olarak dağıtmasını
istemişti.
Bir iki gün hiç yemek
yemeden geçirdiğimiz zamanlar olurdu. Bir gün annemin eline biraz arpa
geçmişti.
Onu un yaptı ve iki ekmek
pişirdi. Komşudan azıcık süt istedi. Ebû Talha’yı da çağır, beraber yiyelim
dedi. Ben de sevinerek çıktım.
Resûlullah (s.a.v.) Eshâb-ı kirâm ile oturuyorlardı. Yâ Resûlallah annem
sizi çağırıyor dedim.
Kalktılar, Eshâb-ı kirâma da kalkınız buyurdular. Eve yaklaştık. Ebû Talha’ya
(r.a.):
“Hiç bir şey hazırladın mı
ki, bizi davet ediyorsun?” buyurdular. “Yâ Resûlallah, dünden beri bir şey
yememişim, evde bir şey
olacağını zannetmiyorum”, dedi. “Peki, Ümmü Süleym bizi niçin davet etti, eve
bir bak!” buyurdular. Ebû
Talha içeri girdi. Ümmü Süleym (r.anha.), iki arpa ekmeği pişirdim, komşudan
da biraz süt istedim.
Enes’i seni çağırması için gönderdim, dedi. Ebû Talha dışarı çıkıp Ümmü
Süleym’in
(r.anha) dediklerini
söyledi. Peygamberimiz (s.a.v.) “Zararı yok, içeri girelim” buyurdular.
Kendileri, Ebû
Talha ve ben içeri girdik.
“Ekmekleri getirin” buyurdular. Mübârek ellerini ekmeklerin üzerine koydular,
parmaklarını açtılar ve on
kişi çağırın buyurdular. Çağırdım, “Oturunuz, bismillah deyip, parmaklarımın
arasından yiyiniz!”
buyurdular. Bu on kişi, bu şekilde yeyip doydular. “On kişi daha çağırın”
buyurdular.
Çağırdım. Onlar da aynı
şekilde doydular. Böylece Eshâb-ı kirâm’dan yetmişüç kişi yeyip doydular. Sonra
üçümüz yedik, doyduk. Sonra
ekmekleri annem Ümmü Süleym’e (r.anha) verdiler. “Al, ye ve kime
istersen yedir” buyurdular.
Resûlullah (s.a.v.)
efendimiz, çok kerre Hz. Ümmü Süleym’in (r.anha) evine teşrif eder ve orada
istirahat
ederlerdi. Bir gün,
istirahat için uyudukları bir sırada, mübârek alınları terlemişti. Ümmü Süleym
(r.anha) mübârek
alınlarının terini silmeye başladıkları zaman uyandılar ve Ona sordular: “Yâ
Ümmü
Süleym! Ne yapıyorsun?”
Cevabında: “Yâ Resûlallah, bereket için alnınızın terini mendille alıyorum,
bunu saklıyacağım” Hz. Ümmü
Süleym (r.anha), Resûlullahın mübârek terini, böyle mendil ile toplar ve
bunu bir şişe içinde
saklardı.
Yine bir ara Resûl-i Ekrem
efendimiz, Hz. Ümmü Süleym’in (r.anha) evinde bir su tulumunun ağzından
su içmişlerdi. Ümmü Süleym
(r.anha) bu tuluma, Peygamberimizin (s.a.v.) mübârek ağızları dokundu
diye bereketlenmek için
sakladı ve bir daha kullanmadı.
Hz. Ümmü Süleym’in
Resûlullah’a (s.a.v.) sevgisi, saygısı ve hizmeti çoktu. Resûlullah efendimiz
(s.a.v.) de Ümmü Süleym’e
(r.anha) iltifat gösterirlerdi. Ona çok duâ etmişlerdi. Kendisine, ailesine ve
çocuklarına hayır ve
bereket istemişlerdi. Nitekim Ümmü Süleym (r.anha.), Resûlullah’a (s.a.v.)
hizmet
etmesi için oğlu Enes bin
Mâlik’i götürüp teslim ettiklerinde, Ona duâ etmelerini istedi. Peygamberimiz
de (s.a.v.) Hz. Enes
hakkında, ömrünün uzun ve hayırlı olması, mal ve evladının çok olması ve sahip
olduğu her şeyin feyizli ve
bereketli olması için duâ etmişti. Resûlullahın (s.a.v.) duâsı bereketiyle Enes
bin Mâlik (r.a.), 103
yaşına kadar yaşayarak, 80 evlâdı, bunlardan; 78’i erkek, yalnızca ikisi kız
olmuştur.
Malı da sayılamıyacak kadar
çoktu. Hz. Ömer’in halifeliğinde halka fıkıh ilmi öğretmek için Basra’ya gidip
91 (m. 710) târihinde orada
vefât etti.
Hz. Ümmü Süleym’in erkek
kardeşi Haram bin Milhan ve kız kardeşi Ümmü Hiram da,
Resûlullahın (s.a.v.)
iltifatına mazhar olmuştur. Hz. Ümmü Süleym’in evine sık sık gitmesi
Resûlullaha
sorulduğunda, buyurdu ki:
“Ben, Ümmü Süleym’e acıyorum. Çünkü O’nun erkek kardeşi (Haram bin
Milhan) bana yardım ederken
şehîd olmuştur.” Ümmü Süleym’in (r.anha) kızkardeşi Ümmü Hirâm’ın
(r.anha) evi de
Resûlullahın (s.a.v.) ziyâret ederek şereflendirdiği yerlerdendi. Bazen kaylûle
için oraya
gider, uyurlardı. Bir gün
uykudan kalktıklarında tebessüm ederek Ümmü Hirâm’a buyurdular ki: “Ümmetimden
bir kısmını gemilere binip,
kâfirlerle gazaya giderler gördüm.” Ümmü Hirâm (r.anha) bu
müjdeyi duyunca, “Yâ
Resûlallah! Duâ et, ben de onlardan olayım” dedi. “Yâ Rabbi! Bunu da, onlardan
eyle!” buyurdu. Hz.
Mu’âviye (r.a.) zamanında Ümmü Hirâm (r.anha) kocası ile gemilere binip
Kıbrıs’a
cihad etmeye gitti. Orada
attan düşüp şehîd oldu (Bkz. Ümmü Hirâm (r.anha).
Bir ara Resûlullah (s.a.v.)
hac için Mekke’ye gidiyorlardı. Ümmü Süleym’e buyurdular ki: “Ey
Ümmü Süleym! Bu sene
bizimle hacca gelir misiniz?” O da: “Yâ Resûlallah! Kocamın iki bineceği
vardı. Bunlardan birini
kendisi, birini de oğlu için alıp, hacca gidiyor. Bana bir binecek kalmadı”
dedi.
Bunun üzerine Resûlullah
efendimiz (s.a.v.), Ümmü Süleym’i (r.anha) mübârek hanımlarının develerine
bindirip hacca götürdüler.
Yolda kadınların develeri, arkadan geliyordu. Bunların hizmetinde de,
Resûlullahın (s.a.v.)
kölesi Enceşe (r.a.) vardı. Hz. Enceşe develeri yürütmek için nağmeli sözler
söylüyordu.
Resûlullah (s.a.v.) bunu
işitince: “Enceşe, Enceşe!. Yavaş söyle, yavaş söyle! Kadınlar
rahatsız olmasınlar”
buyurdu.
Hz. Ümmü Süleym, çocuk
terbiyesi bakımından üstün bir bilgi sahibiydi. Çocukları çok güzel terbiye
eder ve yetiştirirdi. Oğlu
Hz. Enes, bu hususta şöyle bildiriyor: “Allahü teâlâ anneme iyi karşılıklar
versin! Bana çok iyi bakıp,
çok iyi yetiştirdi.”
Hz. Ümmü Süleym, hadîs
ilminde çok bilgi sahibiyi. O da, birçok dîni mes’eleleri halleder, Eshâb-ı
kirâmın çözemediği birçok
mahrem meselelere cevap verirdi. Kendisinden Hz. Ebû Hureyre, oğlu Enes
bin Mâlik, Hz. Zeyd bin
Sâbit, Hz. Ebû Seleme ve Hz. Amr bin Âs gibi bazı Eshâb-ı kirâm, hadîs-i şerîf
rivâyet etmiştir. Bir ara
Eshâb-ı kirâmdan Hz. Zeyd bin Sâbit ve Hz. Abdullah İbn-i Abbâs, bir mes’ele
hakkında ihtilâfa
düşmüşlerdi. Gelip kendisine sordular. O da meseleyi halletti ve ikisinin de
ikna olacağı
cevaplar verdi. Ümmü Süleym
(r.anha) mahrem meseleleri Resûlullah’a (s.a.v.) sormaktan çekinmezdi.
Çünkü Peygamberimizin süt
teyzesi idi.
Resûl-i Ekrem efendimiz
(s.a.v.) da’vetlere icâbet eder ve verilen ziyafetin sadaka olup olmadığını
sormazdı. Çünkü âdet olarak
ziyafetler sadaka olarak değil, hediye olarak verilirdi. Bunun gibi Hz.
Enes’in annesi Ümmü Süleym
ve yine Enes’in rivâyet ettiği üzere, bir terzi Resûl-i Ekrem’i da’vet etmiş
ve Resûl-i Ekrem’e kabak
yemeği ikrâm etmiştir. Ayrıca İranlı bir zât Resûl-i Ekrem’i da’vet etti.
Resûl-i
Ekrem: “Âişe de beraber
mi?” diye sordu. O ise: “Hayır” deyince, Resûl-i Ekrem: “Ben de gelemem!”
buyurduktan sonra, adamın
tekrar daveti üzerine Hz. Âişe (r.anhâ) ile davete icâbet ettiler. Da’vet eden
kendilerine, yemek olarak
erimiş kuyruk yedirdi. Resûl-i Ekrem, hepsinin yemeğini yedi ve kendilerine bir
şey sormadı.
KAYNAKLAR:
1) El-İstiâb cild-4, sh-455
2) El-Îsâbe cild-4, sh-461
3) Hilyet-ül-evliyâ cild-2,
sh-57
4) Tabakât-ı İbn-i Sa’d
cild-8, sh-424
5) Müsned-i İbn-i Hanbel
cild-3 sh-105
6) Sahîh-i Buhârî
(Kitab-ül-Cenaiz) Bâb. 42
7) Sahîh-i Müslim
(Kitâb-ül-Libâs) H. No: 23
8) Şevâhid-ün-Nübüvve
Cüz-5, sh-12