TUFEYL BİN AMR R.A. :
Eshâb-ı kirâmın
şâirlerinden ve Resûlullah efendimizin Mekke’de İslâmiyeti açıklamaya yeni
başladığı
sırada îmân edenlerden.
Adı, Tufeyl bin Amr bin Tarif bin Âs bin Sa’lebe bin Selîm bin Fehm bin
Ganem bin Devs ed-Devsî
el-Ezdî’dir. Yemen taraflarında mamur ve verimli bir beldede oturan Devs
kabilesine mensûbtur. Hz.
Tufeyl bin Amr, bu kabilenin en seçkin, en itibarlı ve akıllı kişilerindendi.
Kendisi
şâirdi. Ekseriya ticâretle,
alış-verişle meşgul olurdu. Bu vesîle ile Mekke’ye gidip gelirdi. Hac mevsiminde
Mekke’ye geldiği bir sırada
Müslüman oldu. Hayber’in fethi sırasında Medine’ye gelip harbe katıldı.
Bundan sonra Resûlullah
efendimiz (s.a.v.) ile bütün harplerde bulundu. Hz. Ebû Bekir zamanındaki
Yemâme harbinde mürtedlere,
dinden ayrılanlara karşı kahramanca savaştı ve orada şehîd oldu. Oğlu
Amr bin Tufeyl de, Hz. Ömer
zamanında Yermûk harbi esnasında şehîd oldu.
Peygamberimiz, Mekke’de
İslâmiyeti açıkça yaymaya başladığı yıllarda, gece gündüz insanlara
nasîhat veriyor, onları
İslâm dînine davet ediyordu. Mekke’li müşrikler ise, Resûlullah’ın (s.a.v.) bu
gayretini
boşa çıkarmak için hiç
durmadan uğraşıyorlardı. O’nun anlattıklarını kabul edip îmân edenlere,
mü’minlere, her türlü
yalan, iftira ve işkenceyi reva görüyorlardı. O’nunla görüşen, konuşan birisini
gördüler
mi, hemen yanına
varıyorlar, Onu dinlememesi ve anlattıklarına inanmaması için her türlü hileye,
yalana başvuruyorlardı.
Dışarıdan Mekke’ye gelenleri Peygamberimizle görüştürmemek için, ellerinden
geleni yapmaktan geri
durmuyorlardı.
Müslümanların, çok sıkıntı
içinde oldukları ve kâfirlerden çok eziyet çektikleri bir zamanda, Hz.
Tufeyl bin Amr, Mekke-i
Mükerreme’ye gelmişti. Bunu gören müşriklerin önderleri, hemen onun yanına
gittiler ve dediler ki: “Ey
Tufeyl! Sen, bizim memleketimize geldin. Aramızda ortaya çıkan
Abdulmuttalib’in yetiminin
şaşılacak birçok halleri vardır. Kur’ân-ı kerîm diye söylediği sözleri sihir
gibidir.
Oğlunu babasından, kardeşi
kardeşten, kocayı karısından ayırıyor! Ortaya attığı fikirlerle, ortalığı
karıştırıyor.
Onun sözünü işiten oğul
babasına bakmıyor, O’na tâbi oluyor. Artık kimse birbirini dinlemeyip,
müslüman oluyorlar.
Korkarız ki, bizim başımıza gelen bu ayrılık belâsı, seninle kavminin başına da
gelir.
Sana nasîhatimiz olsun.
O’nunla sakın konuşma. Ne O’na bir söz söyle, ne de O’nun sözünü dinle.
Anlattıklarına kulak asma!
Çok dikkatli ol. Burada fazla da kalma. Hemen çekip git!”
Bundan sonrasını Tufeyl bin
Amr (r.a.) şöyle anlatıyor: Yemin ederek söylüyorum ki, beni öyle ettiler
ve bu sözü o kadar çok
söylediler ki, O’nunla konuşmamaya, O’nun sözünü asla dinlememeye karar
verdim. Hatta Kâ’be’ye
girdiğim zaman, ne olur, ne olmaz belki sözlerini duyarım endişesiyle
kulaklarıma
pamuk bile tıkamıştım.
Ertesi gün, sabahleyin Kâ’be’ye gittim. Gördüm ki, Resûlullah (s.a.v.)
Kâ’be’nin
yanında durmuş, namaz
kılıyordu. Ona yakın bir yerde durdum. Cenâb-ı Hakları hikmeti olarak Kur’ân-ı
kerîmden okuduklarından
bazısı kulağıma gitti. İşittiğim sözleri, o kadar güzel buldum ki, kendi
kendime:
“Ben, iyiyi kötüyü ayırt
edemiyecek bir adam değilim. Hem de şâirim. Bunun söylediklerini ne diye
dinlemiyeyim? Sözlerini
güzel bulursam O’nu kabul ederim, güzel gelmezse terk ederim” dedim. Ve bir
tarafa gizlenip, Resûlullah
(s.a.v.) namazını kılıp evine dönünceye kadar orada bekledim. Evine girinceye
kadar peşinden gittim.
Evine girince, ben de girdim ve “Yâ Muhammed! (s.a.v.) Ben bu diyara
geldiğimde,
senin kavmin bana şöyle
şöyle dediler. Senden uzak durmamı istediler. Beni, o kadar korkuttular
ki, ben de senin sözünü
işitmemek için kulaklarıma pamuk tıkadım. Ama Allahü teâlâ’nın hikmeti olacak
ki, bana senin
okuduklarından bir miktarını işittirdi. Onları pek güzel buldum. Şimdi, sen,
bana ne söyleyeceksen
bildir! Kabul etmeye
hazırım” dedim. Resûlullah efendimiz bana İslâmiyeti anlattı ve Kur’ân-ı
kerîmden bir miktar okudu.
Yemin ederim ki, ömrümde bundan daha güzel söz asla işitmemiştim. Hemen
orada Kelime-i şehâdet
getirip müslüman oldum.
O anda dedim ki: “Yâ
Resûlallah! Ben, kavmimde sözü dinlenen itibarlı bir kimseyim. Onlar benim
sözümden dışarı çıkmazlar.
Gidip onları da, İslâm dînine davet edeyim. Duâ ediniz de, Allahü teâlâ benim
için bir alâmet, bir
kerâmet buyursun! Böylece o alâmet, kavmimi İslâmiyete davet ederken bana bir
kolaylık, yardım olsun!” Bu
ricam üzerine Resûlullah efendimiz: “Ey Allah’ım! Onun için bir âyet, alâmet
yarat!” diye duâ buyurdu.
Bundan sonra Mekke’den
çıkıp kendi beldeme döndüm. Karanlık bir gecede, kavmimin oturduğu
su başına bakan tepeye
vardığım zaman, hemen alnımda kandil gibi bir nûr peyda oldu. Çıra gibi ışık
vermeye başladı. O zaman
duâ edip: “Allahım! Bu nuru alnımdan başka bir yere naklet! Devs kabilesinin
cahilleri görüp de,
dîninden döndüğü için Allah, onun alnında ilâhi bir ceza olarak bunu çıkardı,
sanmasınlar!”
dedim. O nur, hemen
elimdeki kamçının ucuna gelip kandil gibi asıldı. Kabilemin yurduna yaklaşıp
da, yokuştan aşağıya inmeye
başladığım sırada orada bulunanlar, elimdeki kamçının başında kandil
gibi parlayan nuru
birbirine gösteriyorlardı. Bu vaziyette yokuştan aşağıya inip evime geldim.
Yanıma ilk
önce, ihtiyar olan babam
gelip, beni bu halde gördü. Bana olan sevgisinden dolayı boynuma sarıldı. Babam
çok yaşlıydı. Ona dedim ki:
“Ey babacığım! Eğer evvelki halin üstüne kalırsan, ne ben sendenim,
ne de sen bendensin!” Bu
sözümü işitince babam şaşırdı ve “Sebebi ne, ey oğlum!” diye sordu. Ona
cevap olarak: “Ben, artık
Muhammed aleyhisselâmın dînine girip müslüman oldum” dedim. Bunun üzerine
babam da: “Oğlum, ben de
senin girdiğin dîne girdim. Senin dînin, benim dînim olsun!” deyip, hemen
Kelime-i şehâdet getirerek
müslüman oldu. Bundan sonra İslâm dîninden bildiğimi ona öğrettim.
Sonra yıkanıp temiz
elbiseler giydi. Daha sonra yanıma hanımım geldi. Ona da aynı şeyleri söyledim.
O
da kabul edip müslüman
oldu.
Sabah olunca Devs
kabilesinin içine çıktım. Bütün Devslilere İslâmiyeti anlattım. Onları da bu
dîne
girmeye davet ettim. Fakat
onlar, bu daveti kabullenmede ağır davrandılar. Hatta çok zaman muhalefet
ettiler. Günah ve kötülük
olan işlerinden uzak durmadılar. Hatta göz, kaş hareketleri yaparak benimle
alay etmeye başladılar.
Faiz ve kumara düşkünlüklerinden beni dinlemediler, İslâmiyete uymaktan
kaçındılar.
Allah’a ve Peygamberine âsî
oldular.
Hz. Tufeyl bin Amr, diyor
ki: Bir müddet sonra Mekke’ye gelip kavmimi Resûlullah’a şikâyet ederek:
“Yâ Resûlallah! Devs
kabilesi Allah’a âsî oldular. İslâma girmeleri için yaptığım davetimi kabul
etmediler.
Onların aleyhinde bedduâ et
de, helâk olsunlar!” dedim. Herkese şefkat ve merhameti çok olan
Peygamberimiz, ellerini
açıp kıbleye dönerek: “Yâ Rabbi! Devs halkına doğru yolu göster de, onları
İslâm dînine getir!” diye
duâ buyurdu. Bana da: “Kavmine dön! Onları güleryüzle ve tatlı dille
İslâmiyete davet etmeye devam
et! Kendilerine yumuşak davran!” buyurdu. Hemen dönüp memleketime
geldim. Devs halkını İslâma
davetten hiç boş kalmadım. Hz. Ebû Hureyre’den başka, bu davetimi
kabul edip, îmân eden
olmadı. Buna rağmen, insanları İslâmiyete davetten geri durmadım.
Tufeyl bin Amr,
Peygamberimizin (s.a.v.) Hayber’de bulunduğu sırada, Devs kabilesinden
kendisine
tâbi olup, müslümanlığı
kabul edenlerle birlikte Medine’ye hicret edip geldiler. Sayıları 70 veya 80
civarındaydı. Hz. Tufeyl
bin Amr ve yanındakiler, Medine’ye gelirken, bu kafilede bulunan Ebû Hüreyre
(r.a.) ile Abdullah bin
Üzeyir (r.a.) de bulunuyordu. (Bkz. Ebû Hüreyre). Hz. Ebû Hüreyre, Medine’ye
gelirken çöllerde uzayıp
giden gece yolculuğundan canı sıkılıyor, sabırsızlanıyor ve şu beyitleri
okuyordu:
“Ey yolculuk gecesi! Ben,
bıktım O’nun uzunluğundan ve sıkıntısından!
Fakat kurtaran da odur,
beni, küfür ve inkâr yurdundan!”
Hz. Tufeyl ve Devsliler,
Medine’ye geldiklerinde Bedir, Uhud ve Hendek harpleri yapılmıştı.
Peygamberimiz
Hayber seferinde
bulunuyordu. Şehre girdiklerinde sabah namazı vaktiydi. Sabah namazını,
Resûlullah’ın vekili olan
Sibâ bin Urfuta kıldırıyordu. Birinci rek’atte Meryem sûresini, ikinci rek’atte
de
Mutaffifîn sûresini okudu.
Bu ikinci sûre, alış-verişte hile yapanlara, ölçüde noksan tartanlara yapılacak
azâbı bildiriyordu. Hz. Ebû
Hüreyre, bunu işitince, eskiyi hatırlayıp çok üzüldü.
Tufeyl bin Amr (r.a.) ile
beraber olan Devsliler, hep beraber Hayber’e hareket ederek orada Peygamberimizle
buluştular. Resûlullah
efendimizden, ordunun sağ kanadında yer almalarını rica ettiler.
Kendilerine “Yâ Mebrûr”
sözünü savaş parolası yapılmasını istediler. Peygamberimiz de bu isteklerini
kabul etti. Ordunun sağ
kanadının kumandanlığını Tufeyl bin Amr (r.a.) yürüttü. Devsliler, Hayber’e
geldikleri
vakit, Peygamberimiz,
yahûdilerin elinde bulunan Nafat kalesini fethetmiş, Ketibe kalesini de
kuşatmış
bulunuyordu. Hayber
kalesinin fetih işi tamamlanınca, elde edilen ganimetlerden, harbe katılan
Devslilere de hisse
ayrıldı.
Tufeyl bin Amr (r.a.)
Mekke’nin fethinde de Resûlullahın (s.a.v.) maiyetinde bulundu. Peygamberimiz
(s.a.v.) Mekke’nin
fethinden sonra Huneyn’de Hevâzinlileri bozguna uğratıp Tâif üzerine yürümek
istediği sırada, Tufeyl bin
Amr’ı (r.a.) da, Huzâalılar ile Devslilerin beraber tapındıkları Zülkeffeyn
adındaki
putu yakmaya gönderdi. Bu
put, Amr bin Humame’ye ait olup, ağaçtan yontulmuş ve içi boştu. Bunlar
Kâ’be’yi hac edip döndükten
sonra Zülkeffeyn’in yanına uğrayıp, hürmet ve tazim vazifelerini yerine
getirmedikçe, evlerine
girmezlerdi. Tufeyl bin Amr (r.a.), Peygamberimize gelip: “Yâ Resûlallah! Beni,
Amr bin Humame’nin putu
olan Zülkeffeyn’e gönder de, onu yakayım!” dedi. Bu putu yakıp, yok etmek
için Onu görevlendirdi ve
buyurdu ki: “Zülkeffeyn’in işini bitirdikten sonra, kavminle beraber İslâm
ordusunu desteklemek üzere
Taif’e gelip, bize yetişesin!”
Tufeyl bin Amr (r.a.)
derhal Devs kabilesinin putunu yakmak üzere hareket etti. Putun bulunduğu
yere gelip onu yıktı, kırdı
ve içine ateş doldurup yaktı. Ateş tutuşup alevlendikten sonra, put yanmaya
başlayınca şu mısraları
söyledi:
“Ey Zülkeffeyn! Ben senin
kullarından değilim.
Bizim doğumumuz, senin
doğumundan daha eskidir.
Ben senin içine ateş doldurdum.”
Bu şiirdeki “Bizim
doğduğumuz zaman, senin doğduğun zamandan eskidir” mısrasının mânâsı:
“Senin yontulduğun ağaç,
daha bitmeden ve sen o ağaçtan yontulmadan önce insan denen varlık vardı.
Sen, Âdem oğluna ilâh
olmaya nasıl lâyık olursun?” demektir. Puta hitap etmekten maksad ise, Ona
ibâdet edenlere
işittirmektir. Yoksa put bir ağaç parçasıdır, İşitmek ve anlamak ihtimâli
yoktur. Netice
olarak oradakilere: “İşte,
ibâdet ettiğiniz cansız ağacın halini görün!” demektir. Devs kabilesi,
Zülkeffeyn
putu yakılıp ortada
tapılacak bir şey kalmayınca, hepsi birden İslâmiyetin bütün emirlerine tam
olarak
uymaya söz verip, müslüman
oldular. Puta tapmaktan vazgeçtiler.
Ondan sonra Tufeyl (r.a.),
kendi kabilesinden 400 kişi alarak acele yola çıktı. Gelişinden 4 gün
sonra Tâif te
Peygamberimize (s.a.v.) yetişti. Yanında, ağır savaş aracı olarak Debbâbe ile
mancınık da
götürdü. Peygamberimiz,
onlara: “Ey Ezd (Devs) topluluğu! Bayrağınızı kim taşıyor?” diye sordu.
Tufeyl bin Amr da:
“Bayrağı, cahiliye devrinde Numan bin Zerâfe veya Bâziyetü’l-Lehbî adındaki
kişi
taşırdı” diye cevap verdi.
Peygamberimiz de: “Ona taşıtmakta, isabet etmişsiniz!” buyurdu. 400 kişilik
bir muharip grupla Tâif
muhasarasına katılan Devslilerden bir kaç kişiyi kâfirler yaralayarak şehîd
ettiler.
Tâif gazâsından geri
döndükten sonra Tufeyl (r.a.) Resûlullah efendimizin hizmetinden hiç ayrılmadı.
Onun vefâtına kadar yanında
kaldı.
Resûlullah’ın (s.a.v.)
vefâtından sonra halife seçilen Hz. Ebû Bekir zamanında Mekke ve Medine’nin
dışında birçok kabile
dinden ayrılmaya başlamışlardı. Hz. Ebû Bekir, bunların üzerine yürüdü.
Hepsini mağlup etti.
Yalancı peygamberlik iddia eden Tuleyha adındaki kimsenin üzerine, Hz. Tufeyl
bin
Amr gönderildi. Bunun işini
tamamlayıp, Necid bölgesinde fesâda, bozgunculuğa teşebbüs edenleri yola
getirdikten sonra, Yemâme
harbine iştirak etti. Orada Müseylemet-ül-Kezzâb’a karşı harp ederken, hicretin
onbirinci (m. 633) yılında
şehîd oldu. Doğum târihi ve yaşı hakkında kesin bir bilgi yoktur.
KAYNAKLAR:
1) El-Îsâbe cild-2, sh-225
2) El-İstiâb cild-2, sh-229
3) Üsüd-ül-gâbe cild-3,
sh-55
4) Tabâkât-ı İbn-i Sa’d
cild-4, sh-237
5) El-A’lâm cild-3, sh-227
6) Müsned-i İbn-i Hanbel
cild-2, sh-243
7) Sahîh-i Buhârî cild-5,
sh-123