Ana sayfa

 

TALHA BİN UBEYDULLAH R.A. :

 

İlk îmâna gelenlerden ve aşere-i mübeşşereden. Dedesi, Ebû Bekr-i Sıddîkın dedesinin kardeşidir.

Bedir gazasında, Şam tarafında vazifeli idi. Diğer gazalarda bulundu. “Talha, ile Zübeyr, Cennette

komşularımdır” hadîs-i şerîfi” ile medh edildi. Çok zengin olup bütün malını Allah yolunda dağıttı. Deve

Harbinde Hz. Ali tarafında değil idi. Orada, ok ile şehîd oldu. Hz. Ali buna çok üzüldü. Ağlıyarak mübârek

eli ile yüzünden toprağı sildi; namazını kendi kıldırdı.

Hz. Talha; Humne binti Cahş, Hz. Ebû Bekir’in kızı Ümmü Gülsüm ve Ûmmü Ebbân binti Utbe ile

evlenmiş ve onu erkek, dördü kız ondört çocuğu olmuştur. Oğulları Muhammed, İmrân, Îsâ, Yahyâ, İsmâil,

İshâk, Yakub, Mûsâ, Zekeriyyâ, Sâlih olup, kızları ise Ümmü İshâk, Aişe, Şu’be ve Meryem’dir.

Hz. Talha’nın ismi Talha bin Ubeydullah bin Osman bin Amr bin Kâ’b olup, Künyesi Ebû Muhammed,

lâkabı Feyyaz ve Hayyir (Çok hayır işleyen)’dir. Hicretten yirmidört yıl önce Mekke’de dünyâya

geldi. Soyu, altıncı babada Hz. Ebû Bekir onuncu babada ise Resûlullah (s.a.v.) ile birleşir: Babası

Ubeydullah, Resûlullah (s.a.v.) peygamberliğini ilân ettiği zaman hayatta idi. Talha (r.a.) babasının vefâtından

evvel Hz. Ebû Bekirin tavsiyesine uyarak, İslâmiyeti kabul etmiş müslüman olmuştur. İlk îmân

edenlerin sekizincisidir. Hz. Ebû Bekir vasıtasıyla îmân edenlerin beşincisidir.

Hz. Talha, İslâmı tanımadan önce de ticâretle uğraştığı için sık sık Mekke dışına çıkardı. Bu seyahatlerinden

birinde Şam yakınlarında Busra kasabasında bir panayıra gelmişti. Bir rahib: “Panayıra gelenlere

sorun; içlerinde Mekke’den gelen var mı?” diye seslendi. Bunun üzerine Hz. Talha: “Evet, ben

Mekkeliyim” dedi. Bunun üzerine rahib; “Ahmed (a.s.) zuhur etti mi!” diye sordu. Talha “Ahmed kimdir?”

diye sordu. Rahib: “Abdullah bin Abdülmuttalibin oğludur. Orası O’nun zuhûr edeceği şehirdir. O peygamberlerin

sonuncusudur. Kendisi Harem-i şerîften çıkarılacak, hurmalık, taşlık ve çorak bir yere hicret

edecektir.” dedi. Rahibin sözleri Hz. Talha’nın kalbine yer etti. Oradan acele ayrılıp Mekkeye geldi ve

“olan biten bir şey var mı?” diye sordu. “Evet var. Abdullahın oğlu Muhammed-ül-Emin peygamber olduğunu

iddia etti. Ebû Kuhafe’nin oğlu da “Hz. Ebû Bekir, ona uydu.” dediler. Bunun üzerine doğruca Hz.

Ebû Bekir’in yanına gitti. Ondan müslüman olduğu cevabını alınca, Hz. Ebû Bekire rahibin söylediklerini

anlattı. Sonra birlikte Resûlullah’a gidip, müslüman oldu. Rahibin sözlerini Peygamber efendimize

(s.a.v.) de anlattı ve Resûlullah tebessüm ettiler. Talha bin Ubeydullah (r.a.) müslüman olduğu zaman

Mekkeli müşriklerden pek çok eza ve cefa gördü. Rivâyet olunur ki, Nevfel bin Huveylid bin Adeviyye

adamları ile birlikte Hz. Ebû Bekir ile Hz. Talha’yı yakalayarak onları iple bağladılar ve işkence yaptılar.

Temimoğulları da onlara sahip çıkmadı: Bu hâdiseden dolayı Hz. Ebû Bekir ve Talha’ya (r.a) bitişikler

mânâsına gelen “karînân” dendi.

Hz. Talha en yakın akrabaları dahil olmak üzere Mekke müşriklerinden de işkence gördü. Evlerine

hapsedilmiş, İslâmdan dönmesi için günlerce aç ve susuz bırakılmıştır. Kardeşi Osman da Hz. Talha

vasıtasıyla îmân etmiş, bu işkencelere o da tabi tutulmuştur. Hele namazlarını eda edecekleri zaman

çektikleri sıkıntı ve kendilerine reva görülen işkence tahammülü mümkün olmayan cinstendi. Hz. Mes’ûd

bin Hıraş, gördüğü bir hâdiseyi şöyle nakleder: Safa ile Merve arasında dolaşırken; elleri boynuna bağlı

ve kalabalık bir gurup tarafından takib edilen bir delikanlı gördüm. Etrafındakilere bu gencin suçunun ne

olduğunu sorduğumda bana: Bu Talha bin Ubeydullah’tır. Atalarının yolundan saptı, diye cevap verdiler.

Gencin peşi sıra çirkin sözler söyleyerek onu takib eden bir de kadın vardı. Onun Kim olduğunu sordum.

Bu gencin annesidir dediler. Fakat Talha (r.a.) bütün bu akıl almaz işkencelere göğüs geriyor. Beni öldürseniz

de dînimden dönmem diye karşılık veriyordu.

Peygamberimiz (s.a.v.), Hz. Ebû Bekir’le Medîne-i münevvereye hicret buyurduğu zaman Hz.

Talha ticâret için Şam’a gitmişti. Dönerken Medine’ye uğramıştı. Hz. Peygamberin orada olduğunu öğrenince

kervandaki mallarından vazgeçip Mekke’ye gitmedi Ve Medine’de kaldı. Es’ad bin Zürare’nin

(r.a.) misafiri oldu. Bir müddet sonra Es’âd bin Zürare’yi (r.a.) Mekke’ye gönderip ailesini Medine’ye getirtti.

Medine’de Muhacîrin ile Ensâr arasında kardeşlik tesis olunduğunda Peygamber efendimiz (s.a.v.),

Hz. Talha’yı Hz. Übeyy bin Kâ’b ile kardeş yapmıştı. Hz. Talha, Bedir’den başka bütün gazalarda Peygamberimiz

(s.a.v.) ile beraber bulunmuştur. Çok cesur idi. Bütün gazalarda Allahü teâlâ’nın dînine hizmet

ve şehîdlik mertebesine ulaşmak için kahramanca savaşmış, pek çok defalar Peygamberimizin

medhine kavuşmuş ve Cennet ile müjdelenmiştir. Kureyş müşrikleri Resûlullah ve müslümanları ortadan

kaldırmak için güçlenmek ve para temin etmek maksadıyla Ebû Süfyân başkanlığında Suriye’ye (Şam’a)

büyük bir kervan çıkardılar. Yanlarında otuz kırk kadar muhâfızları da vardı. Hz. Peygamber (s.a.v.) önce

keşif ve araştırma yapmak üzere Talha ve Saîd bin Zeyd (r.a.)’ı Medine dışına göndermişti. Bu sebeple

onlar Medine’den uzak kalıp Bedir gazâsından haberdar olmayıp, Bedir’e katılmadılar. Fakat gazâ

ile vazifeli olarak Resûlullah (s.a.v.) tarafından gönderildikleri için Bedir ehlinden sayılmışlar, ganimetlerden

de kendilerine hisse verilmiştir. Bedir’de bulunanlar gibi kendilerine sevab verildiği Peygamberimiz

(s.a.v.) tarafından bildirilmiştir.

Hz. Talha, Bedir’den sonra İslâmın en büyük gazası, ölüm kalım Savaşı olan Uhud’da kahramanlık

destanları yazmıştır. Canını Peygamber efendimizi korumak için tehlikeden tehlikeye attı. Eshâb-ı kirâm,

Resûlullahın yanında çarpışmak için dizildikleri zaman, Resûlullah (s.a.v.) Mus’ab bin Umeyr’ın taşıdığı

sancağın altında idi. Gaza başlamış müşriklerin sancaktarları öldürülünce müşrik ordusu bozulmuş idi.

Hatta müslümanlar, müşriklerin ordugâhına girip ganimet toplamağa başlamışlardı. Peygamberimiz

(s.a.v.) Uhud geçidine koyduğu ve hiç bir surette ayrılmamalarını emir buyurdukları, Eshâbın en iyi okçularından

elli kişinin büyük kısmı, müşrikler yenildi, diyerek bulundukları yerleri terk ettiler. Müşrik ordusu

bunu fark edince Uhud Dağını dolaşarak geçide geldiler. Burada bulunan on kadar sahâbîyi şehîd

ettiler ve müslümanları arkadan vurdular. O müthiş günde müslümanlar ne olduğunu anlayamamışlar,

hatta bazıları birbirlerine kılıç vurmuşlardı. Hele harp meydanında Resûlullahın (s.a.v.) öldürüldü haberi

Eshâb-ı kirâmı kalblerinden hançerlemişti. Ne olduğu, anlaşılmamış herkes yeise düşmüştü. Eshâb-ı

kirâmın bazıları geri dönmek icâb ettiğini, bazıları Resûlullah madem ki öldü, biz de ölünceye kadar kâfirlerle

harb edip O’na hemen kavuşuruz diyorlardı. Bir kısım Eshâb da Peygamberimizin (s.a.v.) etrafında

toplanmışlar canlarını siper edip Resûlullahı muhafaza etmeye çalışıyorlardı. İşte Hz. Talha bin

Ubeydullah bir an bile geri çekilmemiş, Resûlullahın yanından ayrılmamıştı. Her fazîlet ve üstünlükleri

kendisinde toplayan her bakımdan Hz. Âdem (a.s.)’dan kıyâmetin kopmasına kadar gelmiş geçmiş ve

gelecek olan insanların en üstünü, en güzeli, en yumuşak huylusu, en tatlı sözlüsü olan Peygamberimiz

(s.a.v.) burada şecaat ve kahramanlığın en güzel ve en üstün misalini gösteriyorlardı. Mikdâd (r.a.)

Uhud gazasında bulunmuştu. Peygamber efendimizi (s.a.v.) görmüş ve O’nun halini şöyle haber vermişti:

“Hz. Mus’ab bin Umeyr şehîd olmuş sancak düşüyorken, Hz. Mus’ab suretinde bir melek sancağı almış,

daha sonra Resûlullah (s.a.v.) bu sancağı Hz. Ali’ye vermişti. Kendisini, hak din ve hak bir kitapla

peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemin ederim ki, düşmanın en şiddetli saldırıları karşısında

Resûlullah’ın bir karış bile gerilediğini görmedim. Resûlullah tıpkı, askerî bir birlik gibi, sebat etmekte

yerinden ayrılmamakta idi.” İşte bu şiddetli günde yedisi muhacirlerden, yedisi ensardan olmak üzere on

dört Sahâbî de onunla birlikte sabır ve sebat gösterdiler. Burada bulunan muhacirlerden birisi Talha bin

Ubeydullah (r.a.)’dır. Müslümanların şaşkınlık içinde bulunup dağıldıkları zaman Peygamberimiz (s.a.v.)

“Ey Allahın kulları, Bana doğru geliniz, Ey Allahın kulları, Bana doğru geliniz!” diyerek seslene

seslene ancak otuz sahâbî toplayabilmişti. Peygamberimiz (s.a.v.) müşrikler tarafından kuşatılmıştı.

Resûlullah (s.a.v.) “Kim Allah yolunda vücûdunu bize verir, fedâ eder” buyurduğu sırada ensardan

beş sahâbî sıçrayıp ayağa kalktılar. Peygamberimizin (s.a.v.) önünde çarpışa çarpışa can verdiler,

şehîd oldular. Bunların son şehîd olanı ondört yerinden yaralanmış yere düşünce Peygamberimiz “Onu

bana yaklaştırınız.” buyurmuşlardı. Bu mübârek şehîd, Resûlullahın (s.a.v.) ellerinde şehâdet şerbetini

içdi. Peygamberimiz (s.a.v.), Talha bin Ubeydullah hazretlerinin de içlerinde bulunduğu onüç sahâbî ile

bir köşeye çekildiler.

Müşrikler Peygamberimiz (s.a.v.) ve onüç Sahâbîyi yok etmek için üzerlerine yürüdüler. Peygamberimiz

(s.a.v.) “Şunları kim karşılar, kim durdurur” buyurdular. Hz. Talha, “Ben” buyurdu. Peygamberimiz

“Senin gibi daha kim var” diye sordular. Ensârdan bir zât “Ben” dedi. Peygamberimiz ona

“Haydi sen karşıla” buyurdu. O zât gitti müşriklerin üzerine bir aslan gibi atıldı. Gözleri yaşartan kahramanlıklar

gösterdi. Birçok kâfiri Cehenneme gönderdi ise de sayıca çok olan müşrikler nihayet onu

şehîd ettiler. Yine müşriklerden bir grup Peygamberimize doğru gelmeye başladı. Peygamberimiz “Şunlara

kim karşı koyar” buyurdular. Hz. Talha yine atıldı. “Ben” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) “Senin gibi

daha kim var” diye sordu. Yine Ensârdan bir zât “Ben” dedi. Resûlullah (s.a.v.) “Haydi onları sen karşıla”

buyurdular. O zât da gitti. Aynı şekilde çarpışa çarpışa şehâdet şerbetini içti. Müşriklerden başka

bir grup daha geldi. Resûlullah (s.a.v.) aynı şekilde sordu. Yine Hz. Talha atıldı ise de Peygamberimiz

yine “Senin gibi daha kim var” diye sordu. Ensârdan bir zât “Ben” dedi, Resûlullah (s.a.v.) aynı şekilde

onu da gönderdi. O da şehîd oldu. Peygamberimizin (s.a.v.) yanında bulunan ensardan oniki sahâbî bu

şekilde şehâdet şerbetini içtiler, inandıkları, îmân ettikleri Allahü teâlâya ve kendilerine vâd olunan sonsuz

Cennet nimetlerine kavuştular. Resûlullahın (s.a.v.) yanında Hz. Talha bin Ubeydullah’dan başka

kimse kalmadı. Müşrikler Peygamberimizi (s.a.v.) kastederek yine hücum ettiler. Peygamberimiz “Gelen

şu müşriklere kim karşı koyar” buyurdu, Hz. Talha “Ben” buyurdu ve gitti çarpışmaya başladı. Bir

kısmını öldürdü. Bu sırada Peygamberimiz (s.a.v.)’in yanına bazı sahâbîler yetiştiler. Eshâb-ı kirâm burada

akıllara durgunluk verecek, gözlerin bir daha göremeyeceği kahramanlıklar gösteriyorlardı. Din-i

İslâmda her türlü iyilik ve fazîlette ümmetin en önünde olan Eshâb-ı kirâm cihad, şecaat ve kahramanlıkta

da en önde olduklarını isbât eden canlı misaller ortaya koyuyorlardı.

Talha bin Ubeydullah (r.a.) buyurdu ki: “Gördüm ki, Eshâb-ı kirâm dağıldı. Müşrikler hücum ettiler

ve Resûlullahı (s.a.v.) her taraftan kuşattılar. Resûlullahın (s.a.v.) önünden mi, arkasından mı, sağından

mı, yoksa solundan mı gelen taarruzlara karşı duracağımı bilemiyordum. Bir önden gelenlere bir arkadan

gelenlere koştum onları uzaklaştırdım. Nihayet dağıldılar.” Hz. Talha’nın, Uhud’un bu anında vücûdunun

her yeri heyecandan ve Resûlullaha (s.a.v.) bir zarar gelir korkusundan tir tir titriyordu. O Uhud

günü Resûlullah’a (s.a.v.) bir zarar gelmemesi için en çok uğraşan en fazla canını hiçe sayanlardan idi.

Eshâb-ı kirâmdan birçoğu bazı anlar Resûlullah (s.a.v.)’ın yanından ayrıldıkları halde Hz. Talha bir an

ayrılmamış idi. Sa’d bin Ebî Vakkas (r.a.) bu hali haber verdikten sonra: “Biz Resûlullahın (s.a.v.) yanına

döndüğümüz zamanlar Hz. Talha’yı hep O’nun etrafında dönerek çarpıştığını ve kendisini Resûlullaha

(s.a.v.) kalkan yapıp koruduğunu gördüm.” buyurmuştur.

Müşriklerden çok keskin nişancı, attığını vuran bir okçu vardı. Bu Mâlik bin Zübeyr idi. Bu hain

Peygamberimize (s.a.v.) nişan alıp bir ok attı. Resûlullahın (s.a.v.) başına doğru gelen bu oka başka hiç

bir şekilde karşı koyamıyacağını anlayan Talha (r.a.) elini açarak oka karşı tuttu. Ok elini parçaladı.

Parmaklarının bütün sinirleri kesildi. Elinin kemikleri kırıldı. Atılan oka elini tutması, candan çok ötelere

yükselmiş bir aşkın, kemâle gelmiş bir imânın, muhabbet ile yanan, anlatılamayan hakiki bir sevginin fiili

olarak ortaya çıkmasıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.) “Eğer (Talha oka elini beni korumak için tutarken)

Bismillah deseydi, insanların gözü önünde Cennete giderdi.” Başka bir rivâyette ise Talha’ya (r.a.)

“Eğer Bismillah deseydin insanlar sana bakışırken, melekler seni göklere yükseltirdi.” buyurmuşlardır.

Yine “Uhud günü yer yüzünde sağımda Cebrâil, solumda Talha bin Ubeydullah’dan başka

bana yakın bir kimse bulunmadığını gördüm” buyurmuşlardır.

Talha bin Ubeydullah’ın (r.a.) her yeri kılıç ve ok darbeleriyle delik deşik olmuş, vücûdunda yaralanmayan

ve kana bulunmayan bir yer kalmamış idi. O gün vücûdunda altmışaltı büyük yara açılmıştı.

Küçükler ise vücûdunda sayılamıyacak kadar çokdu. Bu haliyle dahi cihâda devam ediyordu. Dirâr bin

Hattab onun başına şiddetli iki kılıç darbesi indirmiş ve Hz. Talha kan kaybı sebebiyle de bayılmıştı. Bunu

gören Peygamberimiz (s.a.v.) yanına gelen Hz. Ebû Bekir’e hemen Hz. Talha’ya yardıma koşmasını

emrettiler. Hz. Ebû Bekir onu baygın bir vaziyette buldu. Hemen başını kaldırdı ve yüzüne su serpti. Hz.

Talha ayıldı. Ayılır ayılmaz ilk sorduğu soru “Resûlullah ne yapıyor” olmuştur. Böylece sevgi ve bağlılığın

en güzelini göstermiştir. Eshâb-ı kirâmda bu aşk, bu muhabbet, bu îmân olduğu için, Resûlullaha

böyle gönül verdikleri için Peygamberlerden sonra insanların en üstünü olmuşlar, onun için onların verdiği

bir avuç arpa sadaka, onlardan olmayanların verdiği Uhud Dağı kadar altın sadakadan daha kıymetli

olmuştur.

Hz. Ebû Bekir, “Resûlullah iyidir. Beni sana O gönderdi.” deyince Talha (r.a.) “Allahü teâlâya sonsuz

şükürler olsun. O sağ olduktan sonra her musîbet hiçtir.” Buyurdu. İşte bu sırada âlemlerin efendisi,

iki cihanın sultanı Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) oraya teşrif ettiler. Talha (r.a.)’ın bütün vücûdunu

mübârek elleriyle mesh ettiler ve ellerini açıp “Allahım ona şifâ ver, Ona kuvvet ver” diye duâ buyurdular.

Talha (r.a.) biraz sonra sapa sağlam kalktı ve düşmanla yine harbetmeye başladı. Müşriklerden Ebû

Zâtülyed, bir ata binmiş (Ben Ebû Zâtülyed’im. Bana Muhammed’i gösteriniz) diye bağırarak

Resûlullah’a (s.a.v.) doğru geliyordu. Talha (r.a.) onun önünü kesti. Mızrağını atın arka bacaklarına vurunca;

at kuyruğunu iki bacağı arasına sokup çöktü. Talha (r.a.)’da mızrağını bu müşrikin göz bebeğine

sapladı ve onu bağırtarak öldürdü. Hz. Talha bu halden sonra da bir hayli yara aldı. Yaraları yetmişbeşi

aştı. Sadece başında dört büyük kılıç yarası vardı. Uylukları kılıçla parçalanmış, parmakları çolak olmuş

idi. Talha (r.a.) şehîd olmayı bekliyen kimselerdendi.

Hz. Talha buyurdu ki: Eshâb-ı kirâm “Mü’minlerden öyle yiğitler vardır ki, Allah ile olan

ahidlerine (harp meydanlarında sebat) gösterirler. Onların bir kısmı ahdini yerine getirdi (şehîd oldu),

bir kısım ise şehîd olmayı bekliyor” (Ahzab 23) âyet-i kerîmesinde bekliyenlerin kim olduklarını

merak ediyorlar fakat edeblerinden de bir türlü Resûlullaha (s.a.v.) soramıyorlardı. Bedevî birine;

Resûlullaha (s.a.v.) şehîd olmayı bekleyenlerin kimler olduğunu sor, dediler. Bedevî de bunu

Resûlullaha (s.a.v.) sordu. Resûlullah cevap vermedi. Bedevî tekrar sordu, Resûlullah yine cevap vermedi.

Sonra ben, mescidin kapısından çıktım. Üzerimde yeşil elbise vardı. Peygamberimiz (s.a.v.) beni

görünce: “Şehîd olmayı bekliyenlerin kimler olduğunu soran kimse`nerede” diye sordu. Bedevî

“Benim yâ Resûlallah! Buradayım” dedi. Resûlullah (s.a.v.) beni göstererek “İşte bu şehîd olmayı

bekliyen kişilerdendir.” buyurdu.

Uhud günü İbni Kâmia kâfiri Peygamberimizi (s.a.v.) öldürmeğe yemin etmiş idi, her yerde Onu

(s.a.v.) arıyordu. Peygamberimizin (s.a.v.) üzerinde iki zırh vardı. Başında da miğfer bulunuyordu. İbni

Kamia, Resûlullaha (s.a.v.) hücum etti ve kılıcını âlemlerin Efendisi Hz. Muhammed (s.a.v.)’e çaldı. Kılıç

darbesiyle mübârek omuzları yaralandı. Bu sırada müşriklerden Ebû Âmir tarafından müslümanları düşürmek

için kazılmış çukura kadar gelinmişdi. Diğer bir kılıç darbesi ile Hz. Peygamber (s.a.v.) çukura

düştü, miğferlerinin iki halkası mübârek yanaklarına battı. Resûlullaha (s.a.v.) ilk defa yetişen Hz. Ali

oldu. Hemen Resûlullahın mübârek ellerinden tutarak Talha bin Ubeydullah da doğrultarak Peygambe-

rimizi (s.a.v.) çukurdan çıkardılar. Uhud gazasının sonuna kadar da Resûlullah’dan (s.a.v.) ayrılmadı.

Resûlullahı (s.a.v.) sırtına alarak Uhud kayalığına taşıdı. Hz. Talha işte bu Uhud günü Talhat-ül-Hayr

(hayırlı Talha) lâkabı ile şereflendi ki ona bu lâkabı Resûlullah (s.a.v.) vermiştir. Kayalıklara gelince

Peygamberimiz (s.a.v.) bir kayanın üzerine çıkmak istedi. Fakat gayet zayıflamış ve üst üste iki zırh

giymiş ve kendisine yetmişten ziyade kılıç vurulmuş olduğundan takat getiremedi. Bunun üzerine Talha

(r.a.) altına oturdu ve Resûlullah (s.a.v.) taşın üzerine çıktı. O zaman Resûlullah (s.a.v.) “Talha

Resûlullaha yardım ettiği zaman cennet ona vacib oldu” buyurdular.

Hz. Talha, Uhud Harbi’nden Mekke’nin fethine kadar geçen süre içinde yapılan bütün gazvelere

katılmıştır. Bu arada Hudeybiye’de biât-ı Rıdvan’da da bulunmuştur. Mekke’nin fethinden sonra Huneyn

gazvesinde düşmanın okları karşısında gerileyen ordu içinde sebat edenlerdendir. Tebük gazvesinde

herkes elinden gelen gayretle orduyu techîz etmek, (donatmak) için uğraşırken O da herkesle yarışırcasına

bütün varını yoğunu sarf etmiştir. İşte bundan dolayı Feyyaz lâkabını almıştır.

Resûlullaha (s.a.v.) haber verildi ki; münafıklar, yahudi Saveylim’in evinde toplanmışlardı. Müslümanları

Tebük seferinden geri çevirmek istiyorlardı. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) Talha bin

Ubeydullah’ı bazı sahabîlerle Saveylim’in, Casum mevkiindeki evine gitmelerini ve evi, münafıklık eden

bu hainlerin üzerine yıkıp yakmalarını emr buyurdu. Hz. Talha bu emri derhal yerine getirdi. Münafıklardan

Dahhâk bin Halife evin arkasından atladı, ayağı kırıldı ve münafıkların, fitnesi söndürüldü.

Hz. Enes buyuruyor ki: “Huneyn savaşında Peygamber efendimiz (s.a.v.) “Kim bir düşman öldürürse

düşmanın nesi varsa öldürene aiddir. Ganimete dahil değildir” buyurmuşlardı. Ebû Talha

(r.a.) Huneyn savaşında tam yirmi düşman askeri öldürmüştür. Huneyn’deki gayret hizmet ve kahramanlıklarından

ve bilhassa cömertliğinden dolayı da Talhat-ül-Cûd lâkabı Resûlullah (s.a.v.) tarafından verilmiştir.

Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte Mekke’ye giden Hz. Talha, Mekke’de haccı eda edip, Veda hutbesini

dinledikten sonra Medine’ye dönmüş ve bir müddet orada kalmıştır. Resûlullah’ın (s.a.v.) vefâtından çok

müteessir olup, tenha bir köşeye çekilip ağlamıştır. Sonra Hz. Ebû Bekir’in halife seçildiğini görüp, hemen

ona bîat etmiştir. Hz. Ebû Bekir’in hilâfeti zamanında da bütün savaşlara katılmıştır. Hz. Ebû Bekir

hastalandığında, yerine kimin halife olmasını Hz. Talha ile istişare etmiş ve Hz. Ömer’i uygun görmüş ve

“Hz. Ömer bu makama en çok lâyık olan zâttır. (Cenâb-ı Hak sana müslümanların işini kime terk ettin)

derse açık bir alınla ve müsterih olarak, (Hz. Ömer’e bıraktım dersin)” buyurmuşlardır.

Hz. Ömer zamanında şûra meclisi üyesi idi. Hz. Ömer her hususta Onun reyine müracaat ederdi.

Bir defasında şûra meclisinde fetholunan arazinin mücâhidler arasında taksim olunması veya olunmaması

durumu görüşülüyordu. Hz. Ömer dağıtılmamasını istiyor ve arazinin yalnız Onu fetheden

mücâhidlere ait olmayıp ondan sonra gelecek nesillere de ait olduğunu beyan buyurmuştu. Hz. Ömer’in

bu ictihâdından başka şekilde ictihâd edenler oldu ise de Hz. Talha kuvvetli deliller ortaya koyunca;

mes’ele Hz. Ömer’in teklif ettiği şekilde kabul olundu. İslâm Hukuku’nda bu ictihâd esas kabul edildi. Hz.

Ömer’in vefât etmeden önce halife seçilmek üzere namzet gösterdiği altı zattan birisi de Talha bin

Ubeydullah (r.a.)’dır. Hz. Talha kendi namzetliğinden feragat etti, reyini Hz. Osman’a verdi. Hz. Osman

halife seçilince, Hz. Talha da onu cânı gönülden destekledi.

Hz. Osman devrinde, ilk 6 yıl sakin geçti ve sessiz bir hayat yaşandı. Hz. Osman âsiler tarafından

muhasara edildiğinde, Hz. Talha O’nu korumak amacıyla Hz. Ali ve Hz. Zübeyr gibi oğullarını gönderdi.

Oğlu Muhammed şiddetli şekilde âsilere mukabelede bulundu. Hz. Osman şehîd edilince Hz. Talha çok

üzüldü. Hz. Ali halife seçilince O’na bîat etti. Sonra Hz. Osman’ı şehîd edenlerin derhal cezalarının verilmesini

ve kısas yapılmasını istedi. Hz. Ali de isyancıların Medine’ye hâkim olduklarını bir müddet sonra

kendilerine bağlı bir ordu kurulduğu zaman isyancıların ve katillerin cezasının verileceğini beyan etti.

Hz. Talha buna çok üzüldü. Mekke’ye Hz. Âişe validemizin yanına daha sonra Basra’ya gitti. Hz. Ali ile

karşılarındaki müslümanlar arasında kan dökülmemesi için Hz. Âişe arabulucu olarak gelmişti. Her iki

taraf anlaştılar. Fakat bunu öğrenen Abdullah bin Sebe yahudisi ve ona tabi olan isyancılar gece her iki

orduya da hücum ederek, Hz. Ali ordusuna Âişe (r.anha) sözünde durmadı, Hz. Âişe, Talha ve Zübeyr’in

bulunduğu tarafta da Hz. Ali “sözünde durmadı” diye bağırarak fitne çıkardılar ve çok müslüman kanının

dökülmesine sebep oldular. Hz. Talha burada şehîd oldu. Hz. Âişe bu vaka esnasında bir deve üzerinde

olduğundan bu vak’aya cemel vakası denildi. Hz. Ali harp meydanını gezerken Hz. Talha’yı maktuller

(ölenler) arasında görünce çok üzüldü, çok, pek çok ağladı. Kucağına aldı. Yüzündeki toprakları sildi ve

“Ey Ebû Muhammed (Talha) semânın yıldızları altında seni toprağın üzerinde serilmiş olarak görmek

bana pek ağır geldi, beni kalbimden vurdu. Keşke yirmi yıl önce öleydim” buyurdu, Hz. Ali, Hz. Talha’nın

namazını kendi kıldırdı. Vefâtından yirmi yıl sonra kızı Âişe bir gece rüyasında Hz. Talha’yı gördü ve

Ona “Yâ Aişe kabrimin bir tarafından sızan su bana eziyyet veriyor, beni buradan çıkar da başka yere

defn et”, diye tenbih buyurdu. Bunun üzerine kızı Âişe çok üzüldü ve akrabalarından bazılarını alarak

kabr-i şerîflerini açtılar. Sızan sudan dolayı vücûdunun bir tarafı hafif yeşillenmiş ise de, diğer yerleri

yeni defn edilmiş ve bir kılına dahi zarar gelmemiş olduğu halde buldular. Başka bir kabre naklettiler.

Talha bin Ubeydullah hazretlerinin üstünlükleri ve fazîletleri pek çoktur. Günyet-üt Talibin (1322

Mısır Baskısı) seksendördüncü sahifesinde Abdülkadir Geylânî (k.s.) buyuruyorlar ki:

(Ehl-i sünnete göre, Muhammed aleyhisselâmın ümmeti, başka Peygamberlerin ümmetlerinden

daha üstündür. Bu ümmetin de üstünü, Ona îmân ederek mübârek yüzünü görmekle şereflenen Eshâb-ı

kirâmdır ki, hepsi Ona tâbi’ olmuş, Onun için harb etmiş, Onun uğruna canlarını, mallarını fedâ etmişdir.

Onun emrini yapmak, birinci vazifeleri olmuş, herşeyde Onun yardımcısı olmuşlardır. Bu Eshâbın da en

üstünü Hudeybiyede, Resûlullah (s.a.v.) ile bi’at edip Onun için ölmeğe hâzır olduklarını söz veren kahramanlardır.

Bunlar, bindörtyüz kişi idi. Bunların da en üstünü, Bedr muharebesinde bulunanlardır ki,

bunlar, Tâlûtun askeri gibi üçyüzonüç kişi idi. Bunların da üstünü, ilk müslüman olan kırk kişidir ki, kırkıncısı,

Ömer “radıyallahü anh”dır. Bunların otuzdördü erkek, altısı kadındır. Bunların da üstünü, (Aşere-

i mubesşere) ya’nî Cennete gidecekleri müjdelenen on kişidir. Bunlar, Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali,

Talha, Zübeyr bin Avvâm, Abdurrahman bin Avf, Sa’d İbni Ebî Vakkâs, Sa’îd bin Zeyd, Ebû Ubeyde bin

Cerrâhdır. Bunların da üstünü, Hulefâ-i râşidîn, ya’nî dört halife olup, bunların da üstünü Ebû Bekr, sonra

Ömer, ondan sonra Osman, ondan sonra Ali’dir).

Hz. Talha’nın bu bütün üstünlük ve fâziletlerden sadece kavuşmadığı Hulefa-i râşidîn derecesi olmuştur.

Peygamberimiz (s.a.v.) “Yeryüzünde Cennetlik bir kimse görmek isteyen Talha bin

Ubeydullah’a baksın” buyurdu. Hz. Âişe anlatır: Ebû Bekir Sıddîk bir gün Resûlullahın (s.a.v.) yanına

girmişti. Resûlullah ona “Yâ Ebâ Bekir sen Allahü teâlânın Cehennemden âzâd ettiği kişisin” buyurdu.

Ondan önce kimseye böyle Atik ismi vermemişti. Sonra Talha bin Ubeydullah içeri girdi.

Resûlullah (s.a.v.) ona “Ey Talha sen de şehîd olmayı bekleyenlerdensin” buyurdu.

Hz. Talha ahlâk, edeb ve fazîlet bakımından çok yüksek idi. Kalbi Allahü teâlâ’nın korkusuyla ve

Resûlünün muhabbetiyle doluydu. Bu muhabbeti aşk derecesinden de çok ötelerde idi. O bu aşkının en

güzel isbâtını Uhud ve diğer gazalarda göstermiştir.

Zi’l-Karede gazvesinde mücâhidlerin susuz kalmaması için bir kuyu satın alıp onu mü’minlere vakfetmiş

idi. O zaman kuyu satın almak ve vakfetmek büyük bir cömertlik idi. Ayrıca Zü’l-usra gazvesinde

savaşa katılanları tek başına doyurmuştur. Günlük geliri bin altın idi. Öksüzleri gözetir; fakîrlerin ihtiyaçlarını

görür, biçarelere yardım eder, paraya ihtiyacı olanlara para verirdi. Teymoğullarının bütün muhtaçları,

onun yardımları altında idi. Hz. Talha bunların dullarını evlendirir, borçlularının borçlarını öderdi.

Resûlullah’ın (s.a.v.) vefâtından sonra Ümm-ül-mü’minîn olan ezvac-ı tâhîratın hizmetine

koşmuşdu. Bütün malını ve parasını emirlerine amade kılmıştı. Medine’ye gelenler onun evinde misafir

edilirdi. Kendisinden bir şey beklendiğinde onu yerine getirmediği görülmemiştir. Bir gün bir Bedevî, Hz.

Talha’ya gelerek akrabalık iddiasında bulunarak yardım istedi. Hz. Talha bu akrabalık bağının çok önemli

olduğunu söyleyerek, bir arazisinin olduğunu ve isterse onu almasını, isterse satıp parasını vermeyi

teklif etti. Bedevî parasını almayı isteyince, Hz. Talha araziyi Hz. Osman’a satıp parasını Bedevî’ye

verdi.

Bir gün Hz. Talha, üzerinde güzel bir maşlah (yünlü harmani) ile yolda giderken adamın biri maşlahını

omuzlarından kaptı. Oradakiler maşlahı adamdan geri aldılar. Fakat Hz. Talha maşlahı adama

iade ettirdi. Adam utanarak Hz. Talha’ya vermek isteyince Hz. Talha: “Senin olsun, Allahü teâlâ mübârek

etsin! Birisi benden birşey umarsa onun umudunu boşa çıkarmaktan Allahü teâlâdan utanırım.” buyurdu.

Son derece sevimli idi. Orta boylu, geniş göğüslü, yakışıklı bir zattı, israf ve aşırılığa kaçmadan iyi

giyinirdi. Onun ahlâkının güzelliğine bir misâl olarak şu kıssa zikredilebilir. Eshâb-ı kirâmdan bir çok zât

Ümmî Ebân hatunla evlenmek için teklifte bulunmuşlardı. Fakat O hiç birisini kabul etmedi. Talha bin

Ubeydullah (r.a.) teklifte bulununca kabul etti. Sebebi sorulduğu zaman: “Onun ahlâkını bilirim. Evine

girerken güler yüzle girer, evinden çıkarken mütebessim olarak çıkar. Kendisinden istenildiğinde verir,

kendisine bir iyilik yapıldığı zaman teşekkür eder. Bir kusur görünce affeder.” diye cevap vermiş ve Hz.

Talha ile evlenmişti.”

Hz. Talha ticâretle meşgul olurdu. Medine-i münevverede ise ziraatle meşgul olmuş ve büyük çiftlikler

sahibi idi. Kendisinin Hayber’de ve Irak’ta çok arazileri vardı.

Hz. Talha çok büyük bir zenginliğin içinde bulunmasına rağmen gayet az yer, son derece sade giyinirdi.

İsraf etmez ve israf edenleri sevmezdi. Bazen de çok güzel elbiseler giyerdi.

Hâlid bin Sa’îd’in rivâyet etmiş olduğu hadîs-i şerîfte Resûlullah (s.a.v.) buyuruyor ki: “Ey insanlar

ben Ebû Bekir’den razıyım. Bunu ona bildirin. Ey insanlar ben Ömer, Ali, Osman, Talha, Zübeyr,

Sa’d, Sa’îd ve Abdurrahman bin Avfdan razıyım. Bunu onlara bildirin. Ey insanlar Allahü teâlâ

Bedr ehlini ve Hudeybiye ehlini bağışladı. Ey insanlar Eshâbım kayınpederlerim (Hz. Ebû Bekir ve

Ömer) ve damadlarım (Hz. Osman ve Ali) Hakkında bana riâyet ediniz. Hiç biriniz onlardan hak

taleb etmesin. Çünkü o haklar öyle haklardır ki, yarın kıyâmet günü bağışlanmazlar.”

Ebû Hureyre (r.a.) buyurdu ki: Resûlullah (s.a.v.) Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha ve Zübeyr

ile birlikte Hira dağının üzerinde bulunuyorlardı. Dağ sarsılmaya, sallanmaya başladı. Bunun üzerine

Resûlullah (s.a.v.) “Sakin ol ey Hira, senin üzerinde ancak bir peygamber yahut sıddîk yahut

şehîdler bulunmaktadır.” buyurmuşlardır.

İbni Mende Talha bin Ubeydullah’dan haber veriyor: Talha bir gece Abdullah bin Amr bin Hirâm’ın

kabrini ziyâret etti. Kabirden Kur’ân sesi işitti. Gelip Resûlullah’a söyledi: “O Abdullahdır. Allahü teâlâ,

şehîdlerin ruhlarını Cennete koyar. Her gece ruhları bedenleri ile buluşur. Sabah olunca yine

Cennette olurlar.” buyurdu.

“Talha ve Zübeyr Cennette benim komşularımdır.” Hadîs-i şerîfi için “Benim kulağım

Resûlullahın mübârek ağızlarından kelimesi kelimesine bu hadîs-i şerîfi işitmiştir.” diye buyurdu.

Peygamberimiz (s.a.v.) yeni ayı, hilâli görünce, “Allahım bu ayı; râzı olduğun ve sevdiğin işlerde,

selâmet, iyilik, îmân ve İslâmımızın devamıyla geçirmemizi nasip eyle. Gadâbını çeken şeylerden

(haramlardan da) muhafaza eyle. Ey hilâl benim ve senin Rabbin Allahü teâlâdır.”

Yine Talha (r.a.), Peygamberimizden(s.a.v.) “Ben tevâzuyu severim. Kim Allah için tevazu ederse

Allahü teâlâ onu yükseltir.” “Allahü teâlâ cömerttir. Cömertleri sever.” “Allahü teâlâ güzel

ahlâkı sever kötü ahlâkı sevmez.” Hadîs-i şerîflerini haber verdi.

 

KAYNAKLAR:

 

1) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-1, sh-160

2) Sünen-i Tirmizî cild-1, sh-376

3) Buhârî fedâil-ül-Sahâbe

4) Müslim fedâil-üs-Sahâbe

5) Medâric-ün nübüvve cild-2, sh-269

6) El-Îsâbe cild-2, sh-229

7) El-İstiâb cild-2, sh-219

8) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-3, sh-214

9) Hilyet-ül-evliyâ cild-1, sh-87

10) Metâli-un nücûm cild-1, sh-216

11) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-1075