Ana sayfa

 

SÜRAKA BİN MALİK R.A. :

 

Peygaberimiz (s.a.v.) Mekke’den Medine’ye hicret ederken, yolda vuku bulan meşhûr hâdisede

ismi geçen Sahâbî. Eshâb-ı kirâmdan yedi zât bu isimle anılır. Fakat bunlardan bir tanesi pek meşhûrdur.

Sürâka bin Mâlik bin Ca’şem Kenâni (r.a.) bu en meşhûr olanıdır. Künyesi Ebû Süfyân’dır. Doğumu

kesin olarak bilinmiyor. 24 (m. 645) senesinde, Hz. Osman’ın zamanında vefât etti.

M. 622 senesinde Kureyş müşrikleri Peygamber efendimizin vücudunu ortadan kaldırmak için kesin

karar almışlardı. Bu hususta ısrarlı idiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Habîbine hicret etmesi için izin

verdi. Resûlullah (s.a.v.) Hz. Ebû Bekir’e, beraber hicret edeceklerini bildirince, gözlerinden sevinç yaşları

aktı. Çünkü kâinatın efendisiyle böyle bir yolculuk herkese nasip olmazdı. Hz. Âişe validemiz, “O

güne kadar, bir kimsenin sevincinden dolayı bu derece ağladığına şâhid olmamıştım” buyurmuştur.

Resûlullah (s.a.v.) ile Hz. Ebû Bekir hicret için yola çıktıktan sonra müşrikler arzularını yerine getirmek

için Peygamberimizin (s.a.v.) hâne-i se’âdetlerine uğramışlardı. Fakat, onlar, Peygamberimizi

(s.a.v.) evde bulamayınca şaşkına döndüler. Derhal her tarafı aramaya başladılar. Ancak Mekke’de olmadığını

anlayınca dışarıda aramaya karar verdiler. Bunun için herşeylerini ortaya koydular.

Peygamber efendimizle (s.a.v.), Hz. Ebû Bekir’i öldürene veya esir edene çok miktarda mal, para

vereceklerini va’d ettiler. Miktarını da 100 deve olarak bildirdiler. Bu haber, Sürâka bin Mâlik’in bağlı olduğu

Müdlicoğulları arasında da yayıldı. Sürâka bin Mâlik iyi iz takibi yapan birisiydi. Bu yüzden bu haberle

yakından ilgilendi.

Bir Salı günü Sürâka bin Mâlik’in oturduğu bölge olan Kudeyd’de, Müdlicoğulları toplantıda bulunuyorlardı.

Bu toplantıya Sürâka bin Mâlik de katılmıştı. O sırada Kureyş’in adamlarından biri gelip

Sürâka’ya “Ey Sürâka! Vallahi ben az önce, sahile doğru giden üç kişilik bir yolcu kafilesi gördüm. Onlar

herhalde Muhammed (s.a.v.) ile Eshâbı’dır.” dedi. Sürâka, durumu anladı. Ancak, ortada çok fazla miktarda

mükâfat vardı. Bunu kendisi elde etmek istiyordu. Onun için başkasının bundan haberdar olmasını

istemiyordu. Bu yüzden, ortada önemli bir şey yokmuş gibi konuştu. “Hayır, o senin gördüğün kimseler,

filân kişilerdir. Biraz önce geçmişlerdi. Onları biz de gördük.” dedi.

Sürâka bin Mâlik biraz daha orada kaldı. Dikkat çekmeden evine geldi. Hizmetçisine, atını ve silâhını

alıp vadinin arkasında kendisini beklemesini söyledi. Kendisi de kargısını almış, ucunu aşağıya çevirmek

suretiyle, ucunun parlaklığının dikkati çekmesini de önlemişti. Müşriklerin bâtıl bir âdetleri vardı.

Bir işi yapmadan evvel, oklarla fala bakarlardı. Sürâka da yanına aldığı çantadan fal oklarını çıkardı.

Peygamber efendimiz ile Eshâbına zarar verip veremiyeceğini, fal oklarından anlıyacaktı. Sürâka oklarla

fala baktığında oklar, Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Eshâbına zarar verilemiyeceğini gösteriyordu.

Sürâka’nın buna çok canı sıkıldı. Fakat bütün düşüncesi vadedilen yüz deveyi almaktı. Onun için hiç

düşünmeden atına bindi. Falının ters göstermesi bile onu bu takibinden vazgeçiremedi. Atını koşturmağa

başladı. Fakat Sürâka’nın atı tökezleyerek yere düştü. Kendisi de yuvarlandı. Acaba yanlış mı fala

baktığını öğrenmek için tekrar bir kaç defa daha aynı işi yaptı. Netice hep aynı çıkıyordu. Muhammed

(s.a.v.) ve Eshâbına (r.a.) zarar veremiyecekti. Buna rağmen, yine yoluna devamda ısrar etti. Aldığı bir

haber üzerine Resûlullah’ın ve Eshâbının izlerini yine buldu. Nihayet yaklaşmıştı. Artık birbirlerini iyice

görebiliyor, hatta Sürâka o sırada Resûlullah’ın (s.a.v.) okuduğu Kur’ân-ı kerîmi dahi işitiyordu. Fakat

Resûl-i Ekrem efendimiz arkalarına hiç bakmıyorlardı. Hz. Ebû Bekir arkasına bakınca, Surâka’yı görüp,

telâşa kapılmıştı. Peygamber efendimiz (s.a.v.) ona mağaradaki gibi “Üzülme, Allahü teâlâ bizimle

beraberdir” buyurdu.

Buhârî hazretlerinin rivâyetine göre, bu sırada Hz. Ebû Bekir, bir atlının kendilerine yetiştiğini Resûl-

i Ekrem’e (s.a.v.) arz edince, Peygamber efendimiz (s.a.v.): “Yâ Rabbi! Onu düşür” diye duâ buyurmuşlardı.

Başka bir rivâyette, Sürâka yanlarına kadar gelince, Hz. Ebû Bekir, ağlamaya başlamış,

Resûl-i Ekrem (s.a.v.) niçin ağladığını sorunca, “Vallahi kendim için ağlamıyorum. Sana bir zarar gelirse

diye ağlıyorum” demiştir.

Sürâka, Peygamber efendimize (s.a.v.) saldırabilecek kadar yaklaştı. “Yâ Muhammed! Seni, bugün

benden kim koruyacak” dedi. Resûl-i Ekrem efendimiz de “Beni Cebbar ve Kahhâr olan Allahü

teâlâ korur.” cevabını verdi. O sırada Sürâka’nın atı, iki ön ayaklarıyla dizlerine kadar yere battı. Bundan

kurtulup, tekrar saldırmaya teşebbüs edince, atının ayakları yine yere saplandı. Atını bu durumdan

bir türlü kurtaramadı. Başka yapacağı hiçbir şey yoktu. Bunun üzerine çaresiz kalan Sürâka âlemlere

rahmet olarak gönderilen şefkat ve merhamet sahibi Resûlullah’a (s.a.v.) yalvardı. Bütün olgunlukları ve

iyi ahlâkı kendisinde toplayan, üstün ahlâk ve yaratılış üzere olan Peygamber efendimiz (s.a.v.) onun bu

dileğini kabul etti. Sürâka, “Yâ Muhammed! Bunun senin işin olduğunu anladım. Duâ et de kurtulayım.

Bundan sonra sana asla zarar vermem. Senin peşine düşenlere de senden hiç bahsetmeyeceğim”

diyordu. Kâinatın efendisi (s.a.v.): “Yâ Rabbi! Eğer o sözünde doğru ve samimi ise onun atını kurtar”

diye duâ edince, Allahü teâlâ bu duâyı kabul buyurdu.

Sürâka bin Mâlik’in atı bir hayli çaba sarf ettikten sonra ayağını çukurdan çıkarabilmişti. Bu sırada

atın ayağının çıktığı yerden, ateş dumanı gibi bir şey göğe doğru yükseliyordu. Bu manzarayı gören

Sürâka hayretler içerisinde kaldı. “Amâân” diye bağırdı. Resûlullah (s.a.v.) ile arkadaşları durup beklediler.

Sürâka, bütün bu olup bitenleri dikkatle takip ediyordu. Gördü ki, Hz. Muhammed (s.a.v.) bu hâdiselerde

daima korunuyordu. Bütün bunları gördükten sonra Sürâka: “Yâ Muhammed, ben Sürâka bin Mâlik’im,

benden asla şüpheniz olmasın. Size söz veriyorum. Bundan sonra beğenmediğiniz hiçbir işi

yapmıyacağım. Kavmin, seni ve arkadaşlarını yakalıyana çok mükâfat vereceğini va’d etti” dedi ve

Kureyş müşriklerinin yapmak istediklerini tek tek haber verdi. Bu sırada Sürâka, onlara yol azığı ve binek

deve vermek istediyse de, Peygamberimiz (s.a.v.) kabul etmedi. Ve Ona “Ey Sürâka! Sen İslâm

dinini kabul etmedikçe ben de senin deveni ve sığırını arzu etmem, istemem. Sen bizi gördüğünü

gizli tut, yeter” diye buyurdu, İbn-i Sa’d da şöyle nakleder: Sürâka, Peygamber efendimiz’e (s.a.v.) bana

istediğini emret deyince, Resûlullah (s.a.v.) de “Yurdunda dur. Hiç kimsenin bize yetişmesine

meydan verme” buyurmuştur.

Allahü teâlâ dileyince herşey oluyordu. O’na hâlis bir şekilde güvenilip, rızası yolunda yürüyünce

akıllara durgunluk veren hâdiseler meydana geliyordu. Resûlullahı (s.a.v.) öldürüp, büyük mükâfatlara

kavuşma hırsıyla, kükreyen bir aslan endamıyle, yola çıkan Sürâka, şimdi mu’nis, uysal bir çocuk oluvermişti.

Her şeye kadir olan Allahü teâlâ, Habîbine (s.a.v.) zarar vermemesi için Sürâka’nın kalbini iyiliğe

doğru çevirmişti. Elbette Allahü teâlâ, Habîbini (s.a.v.) yalnız bırakmayacaktı. Çünkü O insanlara

merhamet için, onların dünyâda ve âhirette ebedî seâdet ve mutluluğa kavuşması için gönderdiği sevgili

Peygamberiydi.

Peygamber efendimiz ayrılmadan önce, Hz. Ebû Bekir’e, Sürâka’nın bir isteği olup olmadığını

sormasını emir buyurdular. Hz. Ebû Bekir sorunca, Sürâka, “Sizinle benim aramda emannâme olacak

bir yazı verin” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) emannâmenin verilmesini emretti. Hz. Ebû Bekir (r.a.) hicrette

yanlarında bulunan Âmir bin Fuheyre’ye bu emannâme’yi yazdırıp, Sürâka’ya verdi. O da alıp çantasına

koydu.

Sürâka bundan sonra izini takip ederek geri döndü. Karşılaştığı bu durumları yolda kimseye anlatmadı.

Ebû Cehil onun eli boş döndüğünü görünce, müslüman olduğunu zannetti. Söylediği şiirlerle

onu kötüleyip herkesin gözünden düşürmeğe çalıştı. Sürâka şâir birisiydi. Onun için Ebû Cehile şiirle

cevap verdi. “Ey Ebû Cehil! Ben Muhammed’e iyice yaklaşmış, saldırmak üzereyken, atımın ayakları

birdenbire yere batıverdi. Sen eğer bu hali görmüş olsaydın şüphesiz, Muhammed’in apaçık Peygamber

olduğunu anlardın. Sen söyle, artık buna kim dayanabilir. Senin yapacağın, Kureyşlileri ona saldırmağa

teşvik değil, bilâkis buna mâni olmandır. Ben inanıyorum ki, onun davet ettiği İslâmiyet bir gün yerleşip,

her tarafa yayılacaktır. Öyle olacak ki, herkes ona karşı gelmeyi değil, O’nunla sulh içerisinde yaşamayı

istiyecektir” dedi. Sürâka bundan sonraki senelerde İslâmiyetin hızla ilerlediğini, karşısına çıkan küfür ve

şirk engellerini bir bir aştığına şahid oluyordu. Nihayet 8 (m. 630) senesinde Mekke feth edildi. Bu sırada,

elinde seneler önce aldığı bir emannâme ile Sürâka, Resûl-i Ekrem’in huzur-i se’âdetlerine girip,

müslüman oldu. O zaman Peygamber efendimiz (s.a.v.) Sürâka’ya “Ey Sürâka! Kisrâ’nın bileziklerini

kollarında görür gibi oluyorum” buyurdular. Aradan uzun zaman geçmiş. Hz. Ömer devrinde, ülkesi

feth edilen Kisrâ’nın kürk ve bilezikleri Medine’ye getirilmişti. O sırada Hz. Sürâka bin Mâlik de Medine’de

idi. Hz. Ömer bu bilezikleri Sürâka bin Mâlik’e (r.a.) verdi. Sürâka (r.a.) bu bilezikleri bileğine takmış,

çok geniş olduğu için, bilezikler dirseklerine kadar uzamıştı. Sürâka (r.a.) bu sırada Resûl-i Ekrem’in

(s.a.v.) seneler önce buyurduğu mübârek sözü hatırlayıp bu mucize karşısında ağladı. Sürâka’nın

(r.a.) bileğinde bu bilezikleri gören Hz. Ömer de (r.a.) “Şükür Allahü teâlâ’ya ki bize, Kisrâ’nın iki bileziğinin

Mudlicoğullarından biri olan Sürâka bin Ca’şem’in bileklerine takıldığı günü gösterdi” buyurdu.

 

KAYNAKLAR:

 

1) El-A’lâm cild-3, sh-80

2) El-Îsâbe cild-2, sh-19

3) El-İstiâb cild-2, sh-119

4) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-1, sh-232

5) Buhârî (Bâb-ul-hicret)

6) Müslim (Bâb-ul-hicret)