Ana sayfa

 

SAİD BİN AMİR R.A. :

 

Esbâb-ı kirâmın büyüklerinden ve Hz. Ömer’in vâlilerindendir. İsmi Sa’îd bin Âmir bin Huzeym bin

Selâmân bin Rebia bin Sa’d bin Cemh-il Kuraşî el-Cumhî’dir. Künyesi yoktur. Vefâtından sonra zürriyeti

(soyu) kalmamıştır. Annesi Ervâ binti Ebî Muîd-il-Emeviyye’ dir. Hayberin fethinden önce îmân etti. Mekke’den

Medine-i Münevvereye hicret etti. Hayber ve daha sonraki bütün gazalarda Peygamberimiz

(s.a.v.) ile beraber bulundu. Mekke’nin fethi, Huneyn ve Tebük gazâsı bunlardandır. Bütün bu gazalarda

Peygamberimiz (s.a.v.)’le beraber kahramanca savaştı. Hz. Ebû Bekir zamanında da Yemâme ve diğer

gazalarda bulundu. Hz. Ömer zamanında Humus’da ve Şam’ın Kıysâriyye kasabasında vali iken vefât

etti. Bazı rivâyetlerde Rakka’da veya Humus’da vefât ettiği bildirilmiştir (m. 641).

Kendisinden Abdurrahmân bin Sâbit, Şehr bin Hevşeb ve bir çok zât hadîs rivâyetinde bulunmuşlardır.

Yermük savaşından sonra Abbas bin Ganem’den boşalan Humus valiliğine tayin edildi. Vali olmağı

pek istemeyen Sa’îd bin Âmir (r.a.), Hz. Ömer’in emrine itâat ederek Humus’a geldi. Amillik (valilik)

vazifesinde de çok dikkatli ve âdil hareket eden Hz. Sa’îd, son derece zâhid ve fakîr bir hayat yaşadı.

Herkes bu hayatına şaşırıp, hayret ediyorlardı. Hz. Ömer, Şam’a teşrif ettiği zaman oradan Humus’a

geçti. Humus’da fakîrlerin bir listesinin çıkarılmasını isteyen Hz. Ömer, fakîrlerin içerisinde Sa’îd bin Âmir

(r.a.) ismini görünce çok şaşırdı. Sa’îd bin Âmir”ın (r.a.) isminin listeye niçin yazıldığını sordu. Listeyi

hazırlıyanlar “Valimiz fakîrdir, devamlı “Rüşvet alan da veren de Cehennemdedir.” hadîs-i şerîfini

okur ve en küçük bir hediyyeyi dahi kabul etmez” dediler. Hz. Ömer Sa’îd bin Âmir’e bin dirhem tahsis

etti. Hz. Sa’îd, bin dirhem ile hanımına geldi ve “Hz. Ömer bize şu gördüğün bin dirhemi göndermiş,”

buyurdu. Hanımı: “Ondan bir miktar parayla yiyecek ve katık alır kalanını biriktirirsin” dedi. Sa’îd (r.a.)

hanımına “Ben bundan çok daha iyisini sana söyleyeyim mi? Biz bu malı çok iyi bir şekilde kullanacak

işletecek bir kimseye ortaklığa verelim. Onun kâr ve gelirinden de yeriz” deyince hanımı “peki öyle olsun”

dedi. Sa’îd bin Âmir (r.a.) bu parayla yiyecekler, iki deve, iki köle satın aldı. Aldıklarını Humus’taki

fakîrlere ve ihtiyaç sahiplerine dağıttı. Kendine çok az bir şey dışında hiç bir şey kalmadı. Birkaç gün

sonra hanımı kendisine: “Malı ortaklığa verdiğin adamdan paranın kârını al ve onunla şunları şunları

satın al” dedi. Sa’îd (r.a.) sustu. Döndüğü zaman istedikleri şey olmayınca hanımı aynı istekleri yine söyledi.

Sa’îd (r.a.) yine sustu. Birgün sonra hanımı halleri ve sözleriyle Hz. Sa’îd’i çok üzdü. Sa’îd (r.a.)

ertesi gün eve hiç gelmedi. Akrabalarından birisi hanımına gelerek, “Sana ne oluyor ki kocana eziyet

ediyorsun. O malının tamamını tasadduk etti, dağıttı” dedi. Kadın üzüldü ve ağladı. Sonra Sa’îd (r.a.)

geldi ve şöyle buyurdu: “Allahü teâlânın râzı olduğu bir şey, dünyâ ve dünyânın içindeki her şeyden daha

kıymetlidir. Eğer Allahü teâlânın râzı olduğu iyilik, hayırlardan birisi gökyüzüne lamba gibi asılsaydı,

onun nuru, yeryüzünü aydınlatır ve onun parlaklığı yanında güneş sönük kalırdı, işte seni bu iyilikler için

terk eder, senden ayrılırım. Fakat senin için bu hayırları ve iyilikleri terk edemem. Her hal üzere hayır ve

hasenat yaparım.” Fakîrlik ve sıkıntı içinde olduğu halde bu parayı kendisi için niçin harcamadığını soranlara

şu hadîs-i şerîfi nakletti: Resûlullahtan (s.a.v.) işittim ki, “Ümmetimin fakîrleri zenginlerinden

beşyüz sene önce Cennete girerler. Zenginlerden biri kendini onların arasına, atar ve Cennete

girmek ister. Melek onun elini tutar, fakîrler arasından çıkarır ve bekle, henüz senin Cennete girme

zamanın gelmedi, der. Beşyüz sene onu kıyâmetin kızgın sıcağında hesap yerinde tutarlar.

Malının hesabını verir, sonra Cennete girer.” buyurdular. Sonra Sa’îd (r.a.) buyurdular ki: “Muhammed

aleyhisselâmı, hak peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemin ederim ki, bütün âlem helâl

mal para ile dolu olsa ve hepsini bana verseler, bu fakîrliğime değişmem.”

Hz. Ömer, Sa’îd bin Âmir’in (r.a.) herkes tarafından çok sevilen bir kimse olduğunu öğrenince,

Humuslulardan bir cemaata Onun kusuru olup olmadığını sormuş, onlar da kusuru olduğunu söyleyip,

dört şey zikretmişlerdi. Bunun üzerine Hz. Ömer, Sa’îd’i (r.a.) hemen Medine-i Münevvereye çağırıp; “Yâ Sa’îd, senin bazı kusurların varmış. Bunların aslı nedir. Vazifene sabah namazından hemen sonra değil

kuşluk vakti geliyormuşsun. Geceleri insanlar içerisine hiç çıkmaz görünmezmişsin. Haftada bir gün evine

çekilir hiç kimseyi kabul etmezmişsin. Eshâb-ı kirâmdan, Hubeyb’in (r.a.) şehîd edildiği söylenince

bayılıyor kendinden geçiyormuşsun” diye sordu. Bunun üzerine Hz. Sa’îd, cevabında buyurdu ki: “Yâ

Emir-el-mü’minîn vazifeme ancak kuşluk vakti gelebiliyorum. Çünkü hanımım hastadır. Evde bütün hizmetleri

kendim yapıyorum. Hamur yoğurur ondan ekmek yapar, pişirir abdest alır öyle çıkarım. Geç kalışım

bundandır. Geceleri insanların içerisinde görünmeyişimin sebebi; gündüzleri halkın hizmetleriyle

meşgul olurum. Geceleri de Allahü teâlâya hizmet ve kulluk için ayırdım. Böylece gündüzleri yaptığım

işlerin, verdiğim hükümlerin muhasebesini yapar yanlış kararlarım varsa düzeltirim. Haftada bir gün evime

çekilip hiç kimse ile görüşmememin sebebi başka giyecek elbisem olmadığından, yıkadığım elbiselerim

kuruyuncaya kadar kimseyi kabul edemiyorum. Hubeyb’in (r.a.) şehâdetini hatırlayınca bayılmamın

sebebi anlatılacak şey değildir. Çünkü Mekke müşrikleri Hubeyb’i (r.a.) asarlarken (Bkz. Hubeyb bin

Adiy) yanlarında idim. Belki mâni olabilirdim fakat o zaman henüz îmân etmemiştim. Seyirci kaldım. Onun

gösterdiği cesaret ve celâdeti hatırladıkça, ne kadar kuvvetli bir imâna sahib olduğunu daha iyi

anlıyorum. Niçin mâni olmadım diye üzüntümden bayılıyorum” cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer,

“Yâ Sa’îd, Allahü teâlânın korkusu seni ne kadar yüceltmiş. Millete faydalı bir uzuv yapmış” buyurarak

gözyaşı döküp ağladılar. Hz. Sa’îd, Hz. Ömer’den bundan sonra valilikden affetmesini rica etmiş ise de

Hz. Ömer bunu kabul etmeyip yine vali olarak göndermiştir.

Hz. Sa’îd bin Âmir, İslâmın korunması ve emniyeti altında bulunan gayrı müslimlere (zımmîlere)

karşı yumuşak davranır ve çok ilgi gösterirdi. Şam’daki zımmîler onun bu yüksek tavrından çok memnun

idiler. Bir defa Hz. Ömer, onun zimmiler tarafından çok sevildiğini haber aldı ve sordu: “Neden ahali bu

kadar ona muhabbet gösteriyorlar?” Cevaben; “O, halkın dert ortağıdır” dediler. Hz. Ömer bu duruma

sevindi ve memnuniyetini belli etti.

Hz. Sa’îd bin Âmir fakîrlerin, muhtaçların ve zavallıların dert ortağı olup, bu onun en bariz özelliği

idi. Fakîrler ve muhtaçlar kendisini çok severlerdi. Hz. Sa’îd bin Âmir eline geçeni fakîr-fukara’ya ve

muhtaçlara dağıtır, kendisine çok zaruri olandan fazlasını bırakmazdı. Bir özelliği de fakîrlere istemeden

önce hemen vermesi idi. Soranlara, Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) şu hadîs-i şerîfini daima hatırlatırdı.

“Atiyye (bağış) istenmeden verilen şeydir, birisi bir şey istedikten sonra verilirse o zaman o

atiyye olmaz, istemenin karşılığı olur.”

Abdurrahmân Kâsıt, Sa’îd bin Âmir’den Peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivâyet etti:

“Muhacirlerin fakîrleri, insanlardan kırk yıl önce Cennete gireceklerdir.”

 

KAYNAKLAR:

 

1) Hilyet-ül-Evliyâ cild-1, sh-244

2) El-Îsâbe cild-2, sh-48

3) El-İstiâb cild-2, sh-12

4) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-4, sh-269

5) Tehzîb-üt Tehzîb cild-4, sh-51

6) El-A’lâm cild-3, sh-97