OSMAN BİN MAZ’UN R.A. :
İlk Müslümanlardan.
Künyesi, Ebû Sâib’dir. Doğum târihi bilinmemektedir. Vefâtında ihtilaf vardır.
Hicretin ikinci yılında
vefât ettiği de rivâyet edilir. Babası Maz’ûn bin Habîb, annesi Sahile binti
el-
Anbes’dir. Zevcesi Havle
binti Hakim’dir. Abdurrahman ve Sâib isimlerinde iki oğlu vardır.
Osman bin Maz’ûn (r.a.)
temiz bir yaratılışa sahipti. İslâmdan önce de düzenli ve ağırbaşlı bir
yaşayışı
vardı. Müslüman olmadan
önce hiç içki içmemiş “Aklı giderip, benden aşağıdakileri bana güldüren
bir şeyi içmem” demiştir.
Böyle bir insanın her türlü kemâli, iyiliği ve güzelliği emreden İslâmiyeti
kabul
etmemesi düşünülemezdi.
İslâmın ilk günleriydi. Daha gizlilik devriydi. Resûlullah (s.a.v.) henüz
Erkam’ın evine teşrif
buyurup, orada İslâma davete başlamamışlardı. Bir gün, Osman bin Maz’ûn,
Ubeyde bin Hâris,
Abdurrahman bin Avf, Ebû Seleme bin Abd-il-Esed Ebû Ubeyde bin el-Cerrâh
(r.anhüm) Peygamber
efendimizin (s.a.v.) yanına gittiler. Resûlullah (s.a.v.) onlara İslâm’ın ne
olduğunu
anlatınca, hepsi orada
müslüman oldular.
Ahmed bin Hanbel’in (r.a.)
Müsned’inde, ise Osman bin Maz’ûn’un (r.a.) İslâma girişi hakkında
şöyle bir rivâyet vardır:
Resûlullah (s.a.v.) bir gün Mekke’de evinin yanında oturuyordu. O sırada Osman
bin Maz’ûn oradan
geçiyordu. Resûlullah’a bakıp, tebessüm etti. Bunun üzerine Resûlullah, ona
“Biraz
oturmaz mısın?” buyurdu.
Osman bin Maz’ûn (r.a.) bu teklifi kabul etti. Peygamberimizin (s.a.v.)
karşısına
oturdu. Resûlullah (s.a.v.)
konuşuyordu. Konuşurken o sırada mübârek gözlerini göğe dikti. Sanki
kendisine bir şeyler
anlatıyor, o da bunu kavramak istiyor gibi başını sallıyordu. Bu sırada
Resûlullah’ın
(s.a.v.) Osman bin Maz’ûn
ile ilgisi kalmamıştı. Bu hâl bir müddet devam etti. Peygamberimiz (s.a.v.)
bundan sonra gözünü sağ
tarafından aşağı doğru ağır ağır indirdi. Bilâhare Osman bin Maz’ûn (r.a.) bu
hâli Peygamber efendimizden
sordu. Kendisinde, daha önce böyle bir şeye rastlamadığını söyledi.
Resûlullah (s.a.v.) Osman
bin Maz’ûn’a “Ne yaptığımı gördün mü?” diye sordu. O da gördüklerini olduğu
gibi anlattı. Peygamber
efendimiz (s.a.v.) “Sen otururken, bana Allahü teâlânın elçisi Cebrâil
(a.s.) geldi” buyurdular.
Osman bin Maz’ûn (r.a.) “Allahü teâlânın elçisi mi?” diye sordu. Resûlullah
(s.a.v.): “Evet”
buyurdular. Osman hm Maz’ûn “Cebrâil sana ne söyledi?” diye sordu. Resûlullah
(s.a.v.)
da: “Muhakkak ki Allah,
adaleti, ihsanı ve akrabaya vermeyi emrediyor. Zinâdan, fenalıklardan ve
insanlara zulüm yapmaktan
da nehyediyor (yasak ediyor). Size böylece öğüt veriyor ki, benimseyip
tutasınız.” (Nahl sûresi
90) âyetini indirdi” buyurdu.
Osman bin Maz’ûn (r.a.) “Bu
hâdise üzerine kalbimde îmân yeşerip yerleşti. Hz. Muhammed’in
(s.a.v.) sevgisi, gönlüme
düştü.” dedi. Hz. Osman bin Maz’ûn’un İslâma girişi Resûlullah’ı (s.a.v.) çok
sevindirdi. Osman bin
Maz’ûn (r.a.) müslüman olduktan sonra evine gitti. Ailesine de İslâmı anlatıp,
onların
da İslâm ile şereflenmesine
vesîle oldu. Böylece, ailece müslüman olma bahtiyarlığına kavuştu.
Osman bin Maz’ûn (r.a.)
müslüman olunca, müşriklerin çeşitli eziyet ve işkencelerine uğradı. Bunun
üzerine,
Peygamberimiz’in (s.a.v.)
müsaadesi ile Habeşistan’a hicret etti.
Aradan bir hayli zaman
geçmişti. Habeşistan’daki müslümanlara Kureyşliler müslüman oldu, diye
yalan bir haber ulaştı.
Bunun üzerine, müslümanlar Habeşistan’dan ayrılıp, Mekke’ye doğru yola
çıktılar.
Fakat Mekke’ye yaklaşınca,
haberin yalan olduğu anlaşıldı. Mekke’ye girerlerse, durumlarının iyi
olmıyacağını biliyorlardı.
Aralarındaki görüşmelerden sonra her biri Mekke’de bir dostunun himayesinde
kalmağa karar verdiler.
Böylece Mekke’ye açıktan girme imkânını elde etmiş oldular. Bu himayeyi elde
edemiyenler de vardı.
Bunlar ise, Mekke’ye girişlerini gizli yapmak zorunda kaldılar.
Osman bin Maz’ûn (r.a.)
Velîd bin Mugîre’nin himayesine girmişti. Ancak, müslümanın, bir
müşriğin himayesi altında
olması hazmedilir bir şey değildi. Müşriklerin himayesine giren bütün
müslümanlar, bu durumun
acısını ve ağırlığını, bütün şiddetiyle ruhlarının derinliklerinde hissediyorlardı.
İmânları buna asla müsâade
etmiyordu. Zaten bütün bu sıkıntılı ve perişan durumlara onlar sebep
olmuşlardı.
Geçici bir rahat için,
onların himayesine girmeği imânlarından fedâkârlık sayıyorlardı. Bu yüzden
himaye altına girenlerin
hepsinin kalbi kırık ve üzgün idi. Bu üzüntüyü en çok hissedenlerden biri de
Osman bin Maz’ûn (r.a.)
idi. Kendi kendine “Vallahi, benim arkadaşlarım, Allah yolunda çeşit çeşit
eziyet
ve sıkıntı çekerken, bir
müşriğin himayesinde rahat ve emniyet içinde yaşamam, bu belâlardan uzak
kalmam benim için büyük bir
eksikliktir, dedi.” Doğruca, Velîd bin Mugîre’ye gitti. Onun, hakkındaki
himayesini
red ettiğini söyledi. Velîd
bin Mugîre, niçin himayesinden çıktığını, kendisini rahatsız eden birisi
mi olduğunu, sordu. Böyle
bir şey olmadığını ancak “Bir müşriğin himayesinde olmak biz müslümanlara
yakışmaz. Üstelik bizim
perişan hallere düşmemize sebep oldunuz. Ben Allahü teâlânın himayesinden
razıyım. Bize O’nun
garantisi kâfidir.” cevabını verdi. Bunun üzerine Velîd “Öyleyse bu reddi
Mescid-i
Haram’da açıktan yap” dedi.
Beraberce Mescid-i Haram’a gittiler. Velîd orada, Osman bin Maz’ûn’un
(r.a.), himayesini, red
ettiğini söyledi. Osman (r.a.) da onun sözünü tasdîk etti. Orada, “Ben Allahü
teâlâdan başkasının
himayesinde bulunmayı sevmiyorum, onun için, Velîd’in üzerimdeki himayesini red
ettim.” Bu redde, orada
bulunanların hepsi şahid oldu. Artık o himayesizdi.
Osman biri Maz’ûn
hazretleri imânı ve inancından hiç taviz vermemiş, en ağır eziyet ve hakaretle2
bile onu davasından
vazgeçirememişti.
Osman bin Maz’ûn (r.a.)
Velîd bin Mugîre’nin himayesinden çıktıktan sonra, bir gün, Kureyşlilerin
meclisine gitti. Orada
meşhûr câhiliyye şairi Lebîd de bulunuyordu. O yazdığı bir kasîdeyi okuyor,
herkes
onu dinliyordu. Lebîd
“Şüphesiz Allahü teâlâdan başka herşey bâtıldır” mısra’ını okurken, Osman
bin Maz’ûn (r.a.) “Doğru
söyledin.” “Her nimet mutlaka zevale (yok olmağa) mahkûmdur” mısra’ını okurken
de, “Yalan söyledin, Cennet
nimetleri zeval bulmaz, dâimidir” demişti. Lebîd bu söze çok kızmış,
Kureyşlilere sitem ederek
“Ey Kureyş! Sizin meclisinizde böyle kimseler olmazdı. Ne oldu size?” dedi.
Kureyşliler Lebîd’e, “Sen
ona bakma, o zaten bizim dinimize, putlarımıza da karşı gelip, başka bir yol
tuttu, daha önce Velîd bin
Mugîre’nin himayesinde idi, bunu da red etti” diyerek onu teskine çalıştılar.
Bu
sırada, müşriklerden
Abdullah bin Ümeyye, Osman bin Maz’ûn’un (r.a.) gözüne şiddetli bir yumruk
vurup,
gözünü mosmor yaptı. Velîd
yeğenine yapılanı gördüğü halde hiç yardımcı olmamış, aksine “Himayemi
red etmeseydin böyle
olmazdın” demişti. Osman bin Maz’ûn’un tek suçu var idi. O da Allahü
teâlâya îmân etmesi ve bu
îmân istikametinde konuşmasıydı. Karşılaştığı bu üzücü durum, Osman bin
Maz’ûn’u (r.a.)
durduramamış içindeki alev alev kabaran imânını taşırmış, “Vallahi, Allah için,
bu sağlam
gözüm de, öncekinin
akıbetine uğrasa gam yemem. Ben Allahü teâlânın teminatındayım. Rıza yolunda,
gözüme vurulan tokatın
ecrini Allahü teâlâ verecektir. Kimden Allahü teâlâ râzı olursa o bahtiyardır.
Bana
sefîh ve yolunu şaşırmış da
deseler ben Muhammed’in (s.a.v.) dîni üzereyim. Bana ne kadar zulm
etseler, eziyet etseler de
bu yolda yürüyeceğim” dedi. Bu samimi ve içten gelen ifadeler, Velîd’e tesir
etmiş olduğundan Velîd, Hz.
Osman’a “Gel, tekrar himayeme gir.” dedi. Hz. Osman ona, “Ben Allahü
teâlâdan başkasının
himayesine giremem” cevabını verdi.
Osman bin Maz’ûn’un (r.a.)
gözüne müşriklerden Abdullah bin Ümeyye tarafından o yumruk vurulunca,
orada bu acıya içten
katılan, sanki kendisine vurulmuş gibi olan bir kişi vardı. O da Hz. Sa’d bin
Ebî Vakkas idi. Çünkü
müslüman kardeşine atılan bu tokat, ona atılmış, demekti. Bunu kabul edemiyen
Hz. Sa’d yerinden fırlayıp,
o da, o kâfirin suratına müthiş bir yumruk indirdi. Abdullah bin Ümeyye’nin
yüzü gözü kanlar içerisinde
kaldı. Böylece o, lâyık olduğu cezayı bulmuş oldu.
Osman bin Maz’ûn (r.a.)
Mekke’de kaldığı müddetçe, başına gelen belâ ve musîbetleri sabırla
karşıladı. Resûlullah
(s.a.v.) hicrete izin verince, kardeşleri Abdullah, Kudâme, zevcesi ve oğlu
Sâib ile
beraber Medine’ye hicret
etti. Peygamber efendimiz (s.a.v.) Medine’de onunla Ebül-Heysemi kardeş
yaptı.
Osman bin Maz’ûn (r.a.)
hicretin ikinci senesinde Bedir harbi sırasında hastalandı. Tedavisine
çalışılmış,
fakat iyileşememişti.
Nihayet hicretten otuz ay sonra ebedî âleme göçtü. Medine’de ilk vefât
eden Sahâbî o oldu.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) o kefenlenirken alnından öptü. “Sen de dünyâdan
bir şey elde etmedin, dünyâ
da senden etmedi.” buyurdu. Mübârek gözlerinden akan yaşlar Osman
bin Maz’ ûn’un (r.a.)
yanaklarına damladı. Osman bin Maz’ûn’un (r.a.) techîz ve tekfîni bitmişti. Bu
sırada
Ümmül-Alâ; Osman bin
Maz’ûn’a (r.a.) şöyle seslendi. “Ey Ebâ Sâib! Ben şunu kesin olarak ifade
etmek isterim ki, Vallahi
Allahü teâlâ sana ikrâmda bulunmuştur.” dedi. O zaman Resûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu: “Allahü teâlânın
ona ikrâm ettiğini nereden biliyorsun?” Ümmül-Alâ tekrar “Yâ
Resûlallah! Anam babam sana
fedâ olsun... Bunu bilmiyorum. Fakat, Allahü teâlânın üstün kıldığı kim-
dir?” diye sordu. Peygamber
efendimiz “Vallahi Osman için hayır ümid ediyorum. Ancak ben Allahü
teâlânın Peygamberi olduğum
hâlde, başıma ne geleceğini bilmem.” Ümmül-Alâ: “Anam babam
sana fedâ olsun Yâ
Resûlallah bunu kimse bilemez” dedi. Ümmül-Alâ, o günden sonra, bir daha kimse
için böyle sözlere cesaret
edemediğini söylemiştir.
Ümmül-Alâ, bilâhare
rüyasında Hz. Osman’a ait bir çeşme gördüğünü, bunu Resûlullah’a anlattığını,
Peygamber efendimiz onun,
Hz. Osman’ın ameli olduğunu, buyurduğunu, anlatmıştır.
Ebû Alkame de şöyle
nakleder: Osman bin Maz’ûn (r.a.) vefât etmişti. Resûlullah techîzini emretti.
Techîz, yıkama ve namazının
kılınması bitince, kabrine kondu. Bu sırada zevcesi, “Ey Ebâ Sâib! Cennet
sana afiyet olsun” dedi.
Peygamber efendimiz sen bunu nereden biliyorsun? buyurdu. Zevcesi “Yâ
Resûlallah! Gündüzleri oruç
tutar, geceleri namaz kılardı.” dedi. Resûlullah (s.a.v.) “Allahü teâlâ ve
Resûlünü
severdi, desen kâfi idi.”
buyurdu. Peygamber efendimiz (s.a.v.) Osman bin Maz’ûn’u çok severlerdi.
Bu yüzden onun ayrılığından
çok müteessir ve mahzun olmuşlardı.
Osman bin Maz’ûn’un (r.a.)
vefâtı sırasında müslümanların henüz bir kabristanı yoktu. Resûlullah
(s.a.v.) Eshâbı için, bir
kabristan arıyordu. Medine etrafına teşrif buyurdular. Baki’ ile emr olundum,
buyurarak
orayı kabristan seçtiler. Osman
bin Maz’ûn (r.a.) oraya defn edildi. Böylece Bâki’a ilk defn edilen
o oldu. Osman (r.a.) kabre
indirilirken, Resûlullah (s.a.v.) “O bizim ne iyi selefimizdir.” buyurdu.
Kabrinin
baş tarafına bir taş dikti.
Ondan sonra birisi vefât edince, Resûlullah’a (s.a.v.) “Nereye defn edelim.”
diye sorulur, Peygamberimiz
de (s.a.v.) “Selefimiz Osman bin Maz’ûn’un yanına” buyururlardı.
Osman bin Maz’ûn (r.a.)
dünyâya hiç rağbet ve tama’ etmez, devamlı ibadetlerle meşgul olurdu.
Peygamber efendimiz o vefât
ettiği zaman “Dünyadan üzerine birşey bürünmeden çıktı.” buyurmuştur.
Gecelerini namaz kılmak,
gündüzlerini de oruç tutmakla geçirirdi. Bu husus Peygamber efendimize
haber verildi. Ona, “Ben
senin için güzel bir örnek değil miyim?” buyurdu. Hz. Osman bin Maz’ûn
“Babam, anam sana fedâ
olsun! Bu soruyu niçin sordunuz dedi. Peygamber efendimiz (s.a.v.) “Devamlı
olarak gündüzlerini oruçla,
gecelerini de namazla geçiriyormuşsun.” buyurdu. Hz. Osman bin
Maz’ûn; “Öyle yapıyorum”
dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) “Gözlerinin, senin üzerinde hakkı
var. Bedeninin hakkı var,
ailenin hakkı var. Namaz kıl, fakat aynı zamanda yat ve uyu. Oruç tut,
ancak bazan da tutma. Ey
Osman! Allahü teâlâ beni ruhbanlıkla değil, tatbiki kolay bir din ile
gönderdi.” buyurdu. Böylece
Resûlullah efendimiz (s.a.v.) Osman bin Maz’ûn’a (r.a.) ibâdet ve niyazda
mu’tedil olmasını tavsiye
buyurmuşlardır. Osman bin Maz’ûn (r.a.) orta boyda, koyu esmer, geniş ve bir
tutam kadar sakallı idi.
KAYNAKLAR:
1) Hilyet-ül-Evliyâ,
cild-1, sh-102
2) El-A’lâm, cild-4, sh-214
3) Tabakât-ı İbn-i Sa’d,
cild-3, sh-393
4) El-Îsâbe, cild-2, sh-464
6) El-İstiâb, cild-3, sh-85