Ana sayfa

 

MUĞİRE BİN ŞU’BE R.A. :

 

Eshâb-ı kirâmın meşhûr dâhi ve valilerinden. İsmi, Mugîre, künyesi; asr-ı saâdet’de Ebû Îsâ, sonraları

da Ebû Abdullah’tır. Nesebi, Mugîre bin Şu’be bin Ebî Âmir bin Mes’ûd bin Mu’teb bin Mâlik bin

Ka’b bin Amr bin Avf bin Kays’dır. Taif’in Sakîf kabilesine mensûbtur. Bi’setten önce muhtemelen (m.

600) senesinde Taif te doğdu. Kûfe’de 50 (m. 670) senesinde tâûn hastalığından vefât etti.

Hicretin beşinci (m. 627) senesinde; Taif puthanesindeki Lât rahibleriyle anlaşamayıp, Medine-i

Münevvere’ye geldi. Hendek gazvesi esnasında îmân ile şereflenip, müslüman oldu. İslâmiyetin müdafaası

için Resûlullahın (s.a.v.) yanında gazalara katıldı. Peygamberimizin yanında bulunup, O’na hizmet

etti. Seriyelerde kumandanlık ve mücâhidlik yaptı. Şecere-i Rıdvan altında bi’at etti. Hudeybiye

andlaşmasında Peygamberimizin yanında olup, hizmetindeydi. Kureyş’li müşrikler Beni Sakîf kabilesi

reisi amcası Urve bin Mes’ûd’u elçi olarak gönderdi. Urve, konuşma esnasında cahiliyye âdetinde oldu-

ğu gibi Peygamberimizin sakalını tutup, okşamak istedi. Mugîre (r.a.) amcası Urve’ye kılıcının ucuyla

müdahale ederek, Resûlullah’ın (s.a.v.) mübârek sakalına dokunmaktan menetti. Amcası, O’nun

Resûlullaha (s.a.v.) karşı olan sevgisi, muhabbeti ve bağlılığı karşısında hayrete düştü. Mekke’nin fethine,

Huneyn gazasına ve Tebük seferine katıldı. Taif’te, kabilesi İslâmiyet ile şereflenince, amcası Urve

şehîd edilip, Sakîfliler de zulüm, işkence tecâvüze uğradı. Sakîflilerin hâli Resûlullah’a (s.a.v.) arz edilince,

putları kırmak için Taif seferine gönderildi. Taif’e bir miktar asker ile gidip, Lât dahil bütün putları kırdı.

Putların kırılmasına ağlayan Taifli kadınlar, onların âciz birer taş yığını olduğunu görünce hepsi samimiyetle

müslüman oldu. Allahü teâlânın varlığına, birliğine, sonsuz kudret sahibi olduğuna ve Hz. Muhammed’in

(s.a.v.), O’nun Resûlü olduğuna îmân ettiler. Mugîre (r.a.), Taifi küfür karanlığından nura

kavuşturup, Mekke’ye Resûlullahın (s.a.v.) yanına döndü. Veda Haccı’na katıldı. Resûlullahın (s.a.v.),

âhirete teşriflerinde techîz ve tekfînde vazife aldı. Peygamberimiz (s.a.v.) kabre indirildikten sonra üzerine

toprak atılırken yüzüğünü düşürdü. Hz.Ali’ye (r.a.) durumu arz edip, kabirden yüzüğünü almak istedi.

Müsaade verilince, kabre inip, yüzüğünü alırken Peygamberimizin (s.a.v.) ayaklarını sıvazladı. Böylece

Resûlullahın (s.a.v.) mübârek bedenine son defa elini süren kişi oldu. Bundan dolayı, “Resûlullah’dan

son ayrılan insan benim” derdi.

Hz. Ebû Bekir’in hilâfetinde, yalancı peygamberlik iddiasında bulunan Müseylemetü’l-Kezzâb ve

dinden dönen mürtedler üzerine gönderilen orduda vazife aldı. Yemame harbinde mürtedlere, Şam ve

Yermük’de de Rumlara karşı savaştı. Yermük’de bir gözü yaralandı. Hz. Ömer’in hilâfetinde Irak’da yapılan

fetihlere de katıldı. İran’daki Sâsânî İmparatorluğu’nun sonunu getiren Kadisiye Meydan Muharebesi

öncesinde müslümanların sefirliğini yaptı. Zulüm üzerine kurulan İran Sâsânî Kumandanlık Sarayı’nın

şa’şaası, kumanda heyetinin süslü elbiselerine karşı Mugîre’nin (r.a.) sâde kıyafeti ve vakarlı halini gören

İran kumandanları şaşırdılar, İranlılar sert konuşup, müslümanları korkutacaklarını zannettiler. Söz

sırası Mugîre bin Şu’be’ye gelince O, büyük bir cesaretle konuşmaya başladı ve şöyle dedi:

“İslâmiyetin esaslarına göre herkes Allahü teâlâ indinde bir kul olarak eşittir. Hiç kimsenin diğerine

karşı bu hususda bir imtiyazı yoktur. Ayrıca saltanat diye birşey yoktur... (Devlet reîsi milletine hizmetçidir)”

Mugîre bin Şu’be’nin bu sözlerini dinleyen. İran heyeti şaşkın bir vaziyette birbirlerine bakıp ne söyleyeceklerini

ve ne yapacaklarını şaşırdılar ve telâşa düştüler. Telâşı ve şaşkınlığı daha çok artan İran

Başkumandanı Rüstem, yakut, inci ve elmaslarla süslü olan kılıcını Mugîre bin Şu’be’ye göstererek: “Sefir

hazretleri, bu kılıç çok insanlar tarafından bir çok kerre öpülmüştür” dedi. Bu söz karşısında büyük bir

dâhi olan Mugîre bin Şu’be şöyle cevap verdi:

“Senin kılıcını öpenler (yaltakçılık yaparak) onun kınını öpmüşlerdir, kılıcı değil.” Sonra kendi kılıcını

göstererek, “Bu kılıç ondan daha keskin ve daha çok bilenmiştir” dedi. Bu görüşmelerden sonra anlaşmaya

varılamayarak yapılan ve müslümanların galip geldiği Kadiseye Meydan Muharebesinde,

Mugîre bin Şu’be büyük bir kahramanlık göstermiştir.

Hz. Ömer, 17 (m. 638) senesinde O’nu önce Basra, sonra da Kûfe valiliğine tayin etti. Basra valiliği

esnasında gelir ve giderin hesabını tutup, her hususu yazılı olarak tesbit etme usûlünü getirdi. Yaptığı

bu usûl, halife Hz. Ömer (r.a.) tarafından beğenilip, tatbikatın devamına müsâade etti. Nihavend ve

Hemadan zaferlerinde bulundu. Hz. Osman’ın hilâfetinde Medine’ye çağırılıp, çeşitli hizmetlerde vazifelendirildi.

41 (m. 661) senesinde Kûfe valiliğine tayin edildi. Kûfe’de Hâriciler türeyince, onların reislerini öldürüp,

taraftarlarını cezalandırdı. Hârici isyanını bastırdı. Halife Muâviye’nin (r.a.) takdirini kazandı. Vefâtına

kadar Kûfe valisi kaldı. Kûfe’de 50 (m. 670) senesinin Şaban ayında yetmiş yaşında tâûndan vefât

etti.

Mugîre bin Şu’be (r.a.) dâhi olup, teşkilâtçı bir Sahâbîydi. Zekâ ve aklını meşhûr dâhilerden Halife

Hz. Muâviye(r.a.) de takdir ederdi. Büyük mes’eleleri üstün görüşüyle hemen hâlledip, en sıkışık durumlarda

bile bir çıkar yol bulurdu. Dîni ilimlere vâkıf, tedbir sahibiydi. Pek çok talebe yetiştirip, bunlara dîni

ilimleri öğretip, hadîs-i şerîf rivâyet etti. Oğulları Urve, Hamza ve Urve bin Zübeyr, Hubeyre bin Vahye,

Mısver bin Mahzene, Kays bin Ebî Hazim, Mesruk bin Ezda; Nafi bin Cübeyre, İbn-i Mûtem, Amr bin

Vehb talebeleriydi. Yüzotuzüç hadîs-i şerîf rivâyet etti

Buyurdu ki: “Bir kimse evine girdiği zaman, selâm verirse, şeytan şöyle cevap verir: Artık, benim

burada duracak bir yerim kalmadı. Sofraya oturup yemek yemeğe başladığı zaman Allahü teâlânın adını

anarsa yani Besmele-i şerîfeyi söylerse, şeytan bu sefer de şöyle der: (Burada, benim için ne duracak

yerim, ne de yiyecek bir şeyim kaldı.) Su içeceği zaman, Allahü teâlânın adını anarsa, şeytan bu sefer

şöyle der; (Artık burada benim için ne durak, ne yemek, ne de içmek kaldı. Şeytan, bundan sonra eli boş

olarak çıkar gider.) Peygamber efendimizden bizzat işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerin bazıları:

“Benim ağzımdan yalan söylemek, başka bir kimseyi dedi, diye yalan söylemek gibi değildir.

Kim bile bile benim ağzımdan yalan uydurursa Cehennemdeki yerine hazırlansın.”

 “Arkasından saçı başı dağıtarak ağlanılan, feryad edilen ölü, bu feryad ve figan sebebiyle

azâb görür.” “Ölülere kötü söylemeyiniz, zira bu sebeple hayattaki yakınlarını incitmiş olursunuz.”

“Allahü teâlâ size analara isyan etmeyi, kız çocuklarını, diri diri toprağa gömmeyi, verilecek

borcun verilmemesini (Borcu inkâr etmeyi) verilmeyen bir şeyin alınmasını harâm kıldı.”

Mugîre bin Şu’be hazretleri bir kadınla evlenmek istemişdi. Peygamber efendimiz Mugîre’ye (r.a.),

“O’nu gördün mü?” buyurdular. Mugîre “Hayır, yâ Resûlallah” deyince Resûlullah (s.a.v.) “O’nu gör.

Zira birbirinizi görmeniz aranızdaki muhabbeti arttırır.” buyurdu.

Mugîre bin Şu’be, Resûlullahın (s.a.v.) namaz kıldıktan sonra şu duâyı okuduğunu rivâyet etmiştir.

“Allahü teâlâdan başka hiç bir ilâh yoktur. Onun ortağı da yoktur. Mülk onundur. Hamd

O’na mahsustur. O herşeye gücü yetendir. Allah’ın verdiğine mâni olacak, engellediğini verebilecek

yoktur. Allahım senin lütfun olmazsa mal sahibine mülkü fayda vermez.”

 

KAYNAKLAR:

 

1) El-îstiâb, cild-3, sh-388

2) Üsüd-ül-gâbe, cild-3, sh-406

3) Tabakât-ı İbn-i Sa’d, cild-3, sh-385

4) Eshâb-ı Kirâm, sh-361

5) A’Iâm-ün-Nübelâ, cild-3, sh-16

6) El-Îsâbe, cild-3, sh-452