Ana sayfa

 

İMRAN BİN HUSAYN R.A. :

 

Eshâb-ı kirâmdan. Huzaa kabilesinin Kazb kolundandır. Hayber Savaşı’nda müslüman oldu. Ondan

sonraki bütün savaşlarda Peygamber efendimizin (s.a.v.) yanında ve hizmetinde bulunmakla şereflendi.

Peygamber efendimiz (s.a.v.) kendilerini çok severdi. Eshâb-ı kirâm içinde çok fazîletlere sahipti.

Fıkh ilminde üstün derecesi vardı. Duâsı kabul olunan seçilmişlerdendir. Mekke’nin fethinde Huzaa kabilesinin

sancağını taşıdı.

Hz. Ömer halife olunca, Basra halkına İslâmiyeti öğretmek için İmrân bin Husayn’i (r.a.) gönderdi.

Hasan-ı Basrî hazretleri kendisinden çok hadîs-i şerîf öğrenmiş ve yemin ederek demiştir ki: “Basralılar

için İmrân’dan daha hayırlı biri gelmemiştir.” Muhammed bin Sîrîn buyurdu ki: “Resûlullah’ın (s.a.v.)

Eshâbı arasında İmrân bin Husayn’dan üstünü az bulunur.” Abdullah bin Amr kendisini Basra kadılığına

tayin etti. Kâdılığı zamanında, iki kişi hüküm vermesi için kendisine geldi. Bunlardan birisi şahidini getirdi,

diğeri getiremedi. Hüküm şahit getirenin lehine verildi. Şahit getiremiyen kimse bunu kabul etmeyip

“Bu karar bâtıldır” dedi. Hz. İmrân bunun üzerine Abdullah bin Amr’den azlini isteyerek istifa etti. İmrân

bin Husayn midesinden rahatsızlanmış, ishale yakalanmıştı. Hastalandığı sıralarda karnının dağlanmasını

tavsiye ettiler. O kabul etmedi. Vefâtından iki sene önce çok ısrar ettiler. Dağlandı. “Dağlandık, fakat

sıhhat ve afiyete kavuşamadık” derlerdi. Dağlanmadan önce melekleri görürdü. Dağlanınca melekleri

göremez oldu. Sonra Allahü teâlâ’ya çok yalvardı. Tövbe etti. Yine görmeye başladı. Yakalandığı hastalığı

sebebiyle ne oturabilir ne de ayakta durabilirdi. Kendisine hurma dallarından bir sedir yapmışlardı.

Orada günlerini geçirir, Rabbini zikrederdi. Otuz sene bu hal devam etti. Mitraf ile kardeşi A’lâ, ziyâretine

gittiler. Mitraf, onun bu hâlini görünce ağladı. Hz. İmrân: “Niçin ağlıyorsunuz?” deyince, O da: “Senin

haline ağlıyorum” diye cevap verdi. Hz. İmrân: “Ağlama, ben ölünceye kadar da kimseye söyleme! Melekler

benim ziyâretime gelip selâm veriyorlar. Meleklerin selâmını alıyor, onlarla konuşuyorum. Onların

bu ziyâretlerinden fazlasıyla memnun oluyor, hasta olduğumdan dolayı verilen bu nimetlere şükür ediyorum.

Böyle bir hastalık halinde Melekleri gören bir kimse, bu dertlere râzı olmaz mı?” dedi. Hicrî 52 (m.

672) senesinde vefât etti.

Birgün İmrân bin Husayn’a birisi, “Bize yalnız Kur’ân’dan söyle” deyince “Ey ahmak! Kur’ân-ı kerîm’de

namazların kaç rekât olduğunu bulabilir misin?” dedi.

Resûlullah’tan (s.a.v.) 120 hadîs-i şerîf nakletmiştir. Peygamber efendimizden işiterek bizzat rivâyet

ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları şunlardır:

Peygamber efendimiz, düşman askerleri ile karşılaştığı zaman en önce vuran o olurdu.

Merhametden ayrılmamakla beraber harp meydanlarında insanların en şiddetlisi olurdu. Huneyn cenginde

müşrikler Onu kuşattığı zaman atından inerek “Ben Peygamberim, yalan yok. Ben

Abdulmuttalibin oğlu Abdullah’ın oğluyum” buyurarak düşmana saldırdı. O gün Ondan daha cesur

ve daha metin kimse görmedim.

Birgün Peygamber efendimizin huzuruna Temimoğullarından bir grup gelmişti. Peygamberimizin

onlara:

“Ey Temimoğulları; Size müjde olsun” buyurup; Onlara Mebde’ ve Mead (mahlukların yaratılışını

ve kıyâmetin kopmasını) anlattı.

Temimoğulları: Bizi müjdeledin. Fakat biz devletin hazinesinden para istiyoruz diyerek, imân etmediler.

Sonra Yemen halkından bir grup ziyârete geldiler. Peygamber efendimiz Yemenlilere:

“Ey Yemenliler! Temimoğulları madem ki kabul etmek, istemediler. O hayır ve se’âdet müjdesini

siz alınız!” buyurdu. Yemenliler de: “Kabul ettik, yâ Resûlallah! Zaten biz huzurunuza îmân etmek

için gelmiştik” dediler.

Hz. Peygamberimiz Onlara da Mebde’ ve Mead’ı (Mahlûkatın yaratılışını ve kıyâmetin kopmasını)

anlattıkları sırada bir kimse gelerek; “Yâ İmrân! Bindiğin deve, yularını sıyırarak kaçtı” dedi. Ben de devemi

bulmak için hemen çıkıp baktım. Keşke deveyi bıraksaydım da Resûlullah’ın mübârek sözlerini

dinlemek fırsatını kaçırmasaydım.

Birgün Peygamber efendimiz bana buyurdu ki: “Yâ İmrân, sen de bilirsin ki biz seni çok severiz.

Kızım Fâtıma-tüz-Zehra rahatsızmış. Eğer beraber gelirsen ziyâretine, hatırını sormağa gidelim.”

Ben de “Anam, babam canım sana fedâ olsun Yâ Resûlallah gidelim,” diye cevap verdim. Kalktım,

beraberce Fâtıma-tüz-Zehra’nın (r.anha) evine geldik. Peygamber efendimiz kapıyı çaldı ve “Esselamü

aleyküm Yâ Ehle Beyti” diye selâm vererek içeri girdiler. Fâtıma-tüz-Zehra da: (r.anhâ) “Ve aleyküm

selâm, sevgili babam Yâ Resûlallah! Buyurunuz.” Peygamber efendimiz: “Kızım, yanımda İmrân bin

Husayn vardır, başını ört.” buyurdu. Fâtıma-tüz-Zehra (r.anha) “Babacığım seni hak Peygamber ola-

rak gönderen Allahü teâlâ’ya yemin ederim ki, bu yün örtüden başka örtünecek bir şeyim yoktur.” dedi.

Peygamber efendimiz (s.a.v.) de “Kızım işte onunla örtün” buyurdu. Hz. Fâtıma (r.anha) “Ey Babacığım!

Başımı örtsem vücudum, vücudumu örtsem başım açık kalır.” dedi. Peygamberimiz de “Bu örtüyü

düz düzüne değil de, köşeleme, yani uzunlamasına ört ki, vücudunun her tarafını kaplasın” buyurdular.

Ben dışardan bu konuşmaları işittikçe gözlerimden yaş, ciğerlerimden kan geliyordu. Hz.

Fâtıma’nın dünyâya hiç bağlanmamasına gıpta ediyordum. Nihayet Hz. Fâtıma Sevgili Peygamberimizin

tarifleri üzere güzelce başını bağlayıp örttükten sonra içeri girmeme izin verdiler, içeride Peygamber

efendimizin arkasında oturdum. Peygamberimiz “Kızım, nasılsın, rahatsızlığın nasıl oldu?” diye hatırlarını

sordular. O da: “Babacığım, bu gece çok rahatsızdım. Sancıdan sabaha kadar uyuyamadım. Şimdi

öyle bir haldeyim ki, bir lokma ekmek yemeğe bile takatim kalmadı. Açlıktan çok bitkinim” dedi. Bu söz

üzerine Allahü teâlâ’nın sevgilisi, Resûl-i ekrem (s.a.v.) efendimizin mübârek gözlerinden yaşlar boşandı.

Buyurdular ki: “Kızım sakın halinden şikâyet etme! Allahü teâlâ’ya yemin ederim ki ben, yaratıkların

en üstünü, Allahü, teâlâ’nın sevgilisi olduğum halde, üç gündür mideme bir lokma ekmek

girmedi. Halbuki, Rabbimden istesem beni doyuncaya kadar yedirir. Fakat ümmetime ibret olması

için geçici rızıkları, sonsuz rızıklar için fedâ ettim.” Sonra Mübârek elleriyle Hz. Fâtıma’nın omuzlarını

tutarak: “Müjdeler olsun ey kızım, sen Cennet kadınlarının efendisisin!” buyurdular. Hz.

Fâtıma da: “Firavn’ın hanımı Asiye ile Îsâ aleyhisselâmın annesi Hz. Meryem’e ne diyeceksin babacığım?”

dedi. Resûl-i Ekrem efendimiz “Asiye, kendi kadın âleminin efendisidir. Meryem de kendi

kadın âleminin efendisidir. Annen Hatice-tül-Kübrâ da kendi kadın Aleminin efendisidir. Sen de

kendi kadınlık âleminin yücesisin. Sizler yüksek derece Cennetlerde öyle köşklerde bulunacaksınız

ki, saf inciden yapılmış olup, orada insanın hoşlanmayacağı, insana üzüntü ve keder verecek,

ağlatıp sızlatacak, dert, sıkıntı ve yorgunluk getirecek hiçbir şey yoktur. Hem sana tavsiye ederim

ki, amcamoğlu Ali’nin getirdiği şeylere kanaat et ve işleri iyi idare et. Öyle bil ki, ben seni dünyâ

ve ahirette şerefli ve üstün bir zata vermişimdir” buyurdular.

“Sizin hayırlı asrınız, benim içinde yaşadığım zamandır, sonra benimle yaşayanlara yakın

olanlardır. Daha sonra onlara yakın olanlardır.”

“Ben, (Mi’râc gecesi) Cennet’de baktım da Cennet ehlinin çoğunun fakîrler olduğunu gördüm.

Cehenneme baktım. Cehehnemdekilerin çoğunu da kadınların teşkil ettiğini gördüm.”

“Haya ancak, hayır getirir”

“Ey Eshâbım! Kur’ân-ı kerîm okutunuz. Kur’ân-ı kerîmin feyzi ile ihtiyaçlarınızı Allahü

teâlâ’nın ihsan deryasından isteyiniz! Sizden sonra bir sınıf Kur’ân-ı kerîm okuyucuları gelecektir

ki, bunlar, Allahü teâlâ’dan değil, insanlardan menfaat sağlamak için Kur’ân-ı kerîm okuyacaklardır.”

 

KAYNAKLAR:

 

1) Kâmûs-ul-a’lâm cild-5, sh-3216

2) Tabakât-ı İbni Sa’d cild-4, sh-287

3) Tehzîb-üt-tehzîb cild-8, sh-125

4) Tezkiret-ül-Huffâz cild-1, sh-29

5) El-A’lâm cild-5, sh-70

6) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-419, 639

7) Eshâb-ı Kirâm sh-354