Ana sayfa

 

İKRİME BİN EBİ CEHİL R.A. :

 

Eshab-ı kirâmdan. Neseb ve silsilesi; İkrime bin Ebî Cehil Amr bin Hişâm bin Mugîre bin Abdullah

bin Amr bin Mahzûm el-Kureyşî el-Mahzûmî’dir. Ebû Cehlin oğludur, önce İslâm’a büyük düşman iken

Mekke’nin fethinden sonra müslüman oldu. Mekke’nin feth edildiği gün öldürülmesi emir buyurulan altı

kişiden biriydi. O gün Yemen’e kaçmak için gemiye bindi. Yolda fırtına çıkıp gemi batmak üzereyken

“Kurtulursam Muhammed’in (s.a.v.) ayaklarına kapanacağım.” diye niyet etti. Kurtulup, Yemen’e varınca

müslüman oldu. Hanımı ve amcasının kızı olan Ümmî Hakîm, Mekke’nin feth edildiği gün îmân edip,

kocası İkrime için de Peygamberimizden (s.a.v.) emân (af) almıştı. Yemen’e giderek İkrime’ye “İnsanların

en üstünü, en halimi ve en kerîmi olan zât tarafından sana emân getirdim. “Senin için Resûlullah’tan

(s.a.v.) emân istedim. Eshâbına “Allahü teâlâ’nın emânında olsun, kimse ona taarruz eylemesin”

buyurdu diyerek kocası İkrime’yi müjdeledi. İkrime, hanımı ile Mekke’ye dönüp Resûlullah’ın (s.a.v.) huzuruna geldi.

Resûl-i ekrem, İkrime’nin geldiğini görünce ridası olmadığı halde ona doğru gelerek ayakta karşıladı,

kucaklaştılar. Sonra Resûl-i ekrem oturdular, İkrime ve hanımı da emir buyurunca oturdular. Zevcesinin

yüzü kapalıydı. Bundan sonra İkrime Peygamberimize, zevcem benim için sizden emân aldığını

söyledi. Bu sebeple geldim dedi. Resûl-i ekrem “Zevcen doğru söylemiş, sen emniyettesin” buyurdu.

İkrime de “Yâ Resûlallah!. Önceki yaptıklarıma pişman oldum. Bana İslâmiyeti talim et dedi. Resûlullah efendimiz İslâmı talim ettiler. İkrime, Allahtan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi

olduğuna şehâdet ediyorum diyerek müslüman oldu. Peygamber efendimiz de cenâb-ı Hakka duâ ederek

onun için af ve mağfiret talebinde bulundu. Hz. İkrime, müslüman olduktan sonra Resûl-i Ekrem ile

beraber Medine’ye gitti. Orada yerleşti. Hicretin Onuncu yılında Resûlullah (s.a.v.) tarafından Hevazin’e

zekât toplayıcı olarak gönderildi. Hz. Peygamberin vefâtında İkrime (r.a.) hazretleri Yemen’in Tebâle

şehrinde bulunuyordu. Bu sebeple Resûl-i Ekrem’in vefâtında Medine’de bulunamamıştı.

Hz. Ebû Bekir, hicri onbirinci yılda Hz. Ömer’i hac emiri olarak tayin etti. Ertesi sene de kendisi

Umre yapmak için Mekke’ye gitti. Bu sırada İkrime bin Ebû Cehil, Hz. Ebû Bekir’in evine giderek onunla

birlikte babası Ebû Kuhafe’nin elini öptü. Eve girişleri sırasında Attab bin Useyd, Süheyl bin Amr, İkrime

bin Ebî Cehil ve Hâris bin Hişam, Hz. Ebû Bekir’e: “Selâmün aleyküm ey halifet’ü Resûlillah” dediklerinde,

Resûl-i ekremin ismi zikredilmesinden dolayı Hz. Ebû Bekir ağlamıştır.

Hz. Ebû Bekir devrinde İkrime (r.a.) bir ordu ile Yemame’de bulunan ve yalancı Peygamberlik dâvasına

kalkışan Müseyleme’tül-Kezzab üzerine gönderildi. Fakat yardımcı kuvvetleri beklemeden

Müseyleme’ye hücum edince mağlup oldu. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir onu, önce Umman tarafında

bulunan Huzeyfe’nin (r.a.) yanına yardımcı kuvvet alarak gönderdi.” Burada vazifesini yaptıktan sonra

Mehre’ye yolladı. Mehre halkının İslâmiyeti kabulü ile Hz. İkrime ordusu ile birlikte Yemen’e gönderildi.

Yemen’deki bütün mürtedleri ortadan kaldırdı. Daha sonra Medine’ye geri döndü. Bu defa Hz. Ebû Bekir

onu, bir ordu ile birlikte Suriye tarafına gönderdi. Burada Ecnadin’de Bizanslılarla savaştı. Bu savaşta

ağır yaralandı. Sonra Medineye geri döndü. Daha sonra Yermük savaşına katıldı. Bu savaşta oğlu ile

birlikte Hicrî 15 (m. 636) yılında şehid oldu. Ecnâdin muharebesinde şehîd olduğunu söyleyenler de vardır.

Hz. İkrime’den hadîs rivâyet edilmemiş fakat, Eshâb-r kirâm’dan bazıları onun müslüman oluşu ve

harplerde gösterdiği kahramanlıklar hakkında birçok rivâyetlerde bulunmuşlardır.

Hz. İkrime, İslâmiyetle şereflenince çok samimi bir müslüman olmuştur. Bu samimiyetinin nişanesi

olarak savaştan savaşa at sırtında yıldırım gibi koşmuştur. Cesaretli ve çok iyi bir kumandandı. Müslümanlığa

gönülden bağlanmıştı. İbn-i Ebî Müleyke hazretlerinin bildirdiğine göre, Kur’ân-ı kerîmi eline

alınca önce alnına koyar sonra ağlamaya başlardı. Başka bir rivâyetde Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden

Hz. Huzeyfe şöyle anlatıyor: “Yermük muharebesinde idi. Çarpışmanın şiddeti geçmiş, ok ve mızrak

darbeleri ile yaralanan müslümanlar düştükleri sıcak kumların üzerinde can vermeye başlamışlardı. Bu

arada ben de, güç belâ kendimi toparlayarak, amcamın oğlunu aramaya başladım. Son anlarını yaşayan

yaralıların arasında biraz dolaştıktan sonra, nihayet aradığımı buldum. Fakat ne çare!... Bir kan seli

içinde yatan amcamın oğlu, göz işaretleri ile bile zor konuşabiliyordu. Daha evvel hazırladığım su kırbasını

göstererek dedim ki:

“Su istiyor musun?” Belli ki istiyordu. Çünkü dudakları hararetten âdeta kavrulmuştu. Göz işareti ile

de “Çabuk, halimi görmüyor musun?” der gibi bana bakıyordu Ben kırbanın ağzını açtım suyu kendisine

doğru uzatırken biraz ötede yaralıların arasında Hazret-i İkrime’nin sesi duyuldu:

“Su! Su! Ne olur, bir tek damla olsun su!”

Amcamın oğlu Hâris bu feryadı duyar duymaz göz ve kaş işaretleriyle suyu hemen Hz. İkrime’ye

götürmemi istedi. Kızgın kumların üzerinde yatan şehîdlerin aralarından koşa koşa Hz. İkrime’ye yetiştim

ve hemen kırbamı kendisine uzattım, İkrime hazretleri elini kırbaya uzatırken Hz. Iyaş’ın iniltisi duyuldu.

“Ne olur bir damla su verin. Allah rızası için bir damla su!”

Bu feryadı duyan Hz. İkrime, elini hemen geri çekerek suyu lyaş’a götürmemi işaret etti. Suyu o da

içmedi. Ben kırbayı alarak şehîdlerin arasından dolaşa dolaşa Hz. Iyaş’a yetiştiğim zaman kendisinin

son nefesinde kelime-i şehâdeti söylediğini duydum. Benim getirdiğim suyu gördü. Fakat vakit kalmamıştı...

Başladığı Kelime-i Şehâdeti ancak bitirebildi. Derhal geri döndüm, koşa koşa Hz. İkrime’nin yanına

geldim; kırbayı uzatırken bir de ne görevim! Onun da şehîd olduğunu müşahede ettim. Bari dedim

amcamın oğlu Hz. Hâris’e yetiştireyim. Koşa koşa ona geldim, ne çare ki o da ateş gibi kumların üzerinde

kavrula kavrula ruhunu teslim eylemişti.

Hayatımda bir çok hâdise ile karşılaştım. Fakat hiçbiri beni bu kadar duygulandırmadı. Aralarında

akrabalık gibi bir bağ bulunmadığı halde, bunların birbirine karşı bu derece fedâkâr ve şefkatli halleri

gıpta ile baktığım en büyük îmân kuvveti tezahürü olarak hâfızama adetâ nakşoldu!...

Hz. İkrime şehîd olduğunda üzerinde 70’den fazla kılıç ve mızrak yarası vardı.

 

KAYNAKLAR:

 

1) Vâkıdî, megâzî, cild-2, sh-825

2) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-2, sh-39, cild-5, sh-444

3) El-İstiâb cild-3, sh-148

4) El-Îsâbe cild-2, sh-496

5) Şezerât-üz-zeheb cild-1, sh-28