Ana sayfa

 

HUBEYB BİN ADİY R.A. :

 

Eshâb-ı kirâmın şehîdlerinden. Ensârdan ve Evs kabilesindendir. Hicretten önce müslüman oldu.

Bedir ve Uhud savaşına katıldı. Bu savaşlarda büyük kahramanlıklar gösterdi. Bedir savaşında Hâris bin

Nevfel adındaki meşhûr müşriki öldürmüştür. Hicretin 4. (m. 625) senesinde vuku bulan Recî’

vak’asında esir edilip, Mekke’ye götürülerek müşriklere verildi ve orada onlar tarafından şehîd edildi.

Uhud savaşında kendilerinden bazılarının öldürülmesi üzerine müslümanlara kin tutan Lihyanoğulları öç

almak istediler. Bu maksatla Adal ve Kare kabilesiyle anlaşıp, bu kabilelerden bir heyeti Medine’ye göndermeyi

plânladılar. Müslüman olduğunuzu söylersiniz. Zekât vereceğiz, bunu almak ve bize İslâmı öğretmek

üzere muallim istiyoruz dersiniz. Gelenlerin bir kısmını öldürür, öcümüzü alırız. Bir kısmını da

Mekke’ye götürüp Kureyş’e satarız dediler.

Bu iki kabileden altı veya yedi kişilik bir heyet Peygamberimize (s.a.v.) gelerek “Müslüman olduk,

bize Kur’ân-ı kerîmi ve dîni öğretecek muallimler ver” dediler. Bu sırada Peygamberimiz (s.a.v.) Mekkeli

müşriklerin savaş hazırlığı içinde olup, olmadıklarını kontrol etmek üzere on kişiden meydana gelen bir

seriyye (keşif kolu) hazırlamıştı. Adal ve Kare kabilesinden de böyle bir heyetin gelip muallim istemeleri

üzerine durumu araştırmak inceleyip, ilgilenmek üzere bu on kişilik keşif kolunu gelenlerle birlikte gönderdi.

Eshâb-ı kirâm’dan kurulan bu seriyyede bulunanlardan üçünün ismi bilinmemektedir. İsmi bilinen

yedi Sahâbî şunlardır; Mersed bin Ebî Mersed, Hâlid bin Ebî Bükeyr, Âsım bin Sâbit, Hubeyb bin Adiy,

Zeyd bin Desinne, Abdullah bin Târık, Muattib (Mugir) bin Ubeyd (r.anhüm).

Bu keşif kolu gündüzleri gizlenip, geceleri yürümek suretiyle bir seher vakti Recî’ suyunun başına

geldiler. Orada bir müddet dinlenip, Acve hurması (iyi cins Medine hurması) yediler. Sonra oradan ayrılarak,

yakınlarındaki bir dağa çıkıp gizlendiler, Onlar oradan ayrıldıktan sonra Huzeyl kabilesinden koyun

güden bir kadın Recî’ suyunun başında hurma çekirdeklerini görüp, Medine hurmasının çekirdekleri

olduğunu anladı. Buraya Medine’den gelenler olmuş diye bağırarak, koşup, kabilesine haber verdi. Bu

sırada Eshâb-ı kirâm’dan bu on kişilik seriyyenin yanında bulunan Adal ve Kare kabilesinin heyetinden

biri, bir bahane ile yanlarından ayrıldı. Hemen Lihyanoğullarına gidip, haber verdi.

Lihyanoğulları bu haber üzerine yüzü okçu olmak üzere ikiyüz kişilik bir kuvvetle izlerini takip edip,

bulundukları dağı kuşattılar. Sonra onları dağın tepesinde buldular. Teslim olmalarını, kendilerini tutup,

Mekkeli müşriklere teslim edeceklerini söylediler. Bu keşif kolu kendi aralarında istişare yaptıktan sonra

teslim olmayı reddettiler. Kılıçlarını çekip üzerlerine hücum eden ikiyüz kişilik düşmana karşı görülmemiş

bir kahramanlıkla çarpıştılar. Üzerlerine saldıran kuvvetten bir kısmını öldürdüler. Nihayet çarpışa çarpışa

on Sahâbî’den yedisi okla vurularak orada şehîd düştü. Üçü de esir edildi. Esir edilen bu Sahâbîler;

Hubeyb bin Adiy (r.a.) Zeyd bin Desinne (r.a.) ve Abdullah bin Târık (r.a.) idi. Lihyanoğulları üçünü de

yayların kirişleri ile bağladılar, içlerinden Abdullah bin Târık (r.a.) Mekkeli müşriklere götürülmeye râzı

olmadı. Gitmemek için zorlandı. Şehîd edilen arkadaşlarımdan güzel misaller vardır diyerek haykırdı. Bir

zorlayışta ellerinin bağını kopardı. Lihyanoğulları O’nu taşa tuttular, sonunda O’nu da şehîd ettiler.

Hubeyb bin Adiy (r.a.) ve Zeyd bin Desinne (r.a.), Resûlullah’ın (s.a.v.) verdiği keşif vazifesini yapmaya

belki imkân buluruz düşüncesi ile sabrettiler. (Bkz. Âsım bin Sâbit)

Lihyanoğulları her ikisini de Mekke’ye götürdüler. Bu sırada müslümanlarla Bedir ve Uhud savaşını

yapmış ve bu savaşlarda yakınları öldürülmüş olan müşrikler kin ve intikam hırsı içinde bulunuyorlardı.

Bu bakımdan her an fırsat arıyorlardı. Hubeyb’i (r.a.) müşriklerden Huceyr bin Ebî İhab-ı Temimî,

Bedir Savaşında öldürülen kardeşinin intikamı için satın aldı. Zeyd bin Desinne’yi de (r.a.), Safvan bin

Ümeyye, Bedir savaşında öldürülen babası Ümeyye bin Halefin intikamını almak üzere satın aldı. Müşrikler

her ikisini de satın aldıktan sonra öldürmeye karar verdiler. Ancak savaş yapmayı yasak saydıkları

aylar girmiş olduğundan hapsetmek suretiyle bu ayların çıkmasını beklediler. Bir müddet her ikisini de

ayrı yerlerde hapis tuttular. Her iki Sahâbî de bu esaret karşısında büyük bir sabır, takat ve asalet gösterdiler.

Hubeyb bin Adiy’in (r.a.), hapsedildiği evde bulunan ve azatlı bir cariye olan Mâviye (Bu kadın daha

sonra müslüman olmuştur.) şöyle anlatmıştır, “Hubeyb (r.a.), benim bulunduğum evde bir hücreye

hapsedilmişti Ben ondan daha hayırlı bir esir görmedim. Bir gün baktım elinde insan başı gibi kocaman

bir üzüm salkımı vardı. Ondan yiyordu. Hergün böyle üzüm salkımı elinde görülürdü. O mevsimde hem

de Mekke’de üzüm bulmak asla mümkün değildi. Allahü teâlâ ona rızık veriyordu. Hapsolunduğu hücrede

namaz kılar, Kur’ân-ı kerîm okurdu. Onun okuduğu Kur’ân-ı kerîmi dinleyen kadınlar ağlaşırlar. Ona

acırlardı. Ona bir isteğin var mı dediğimde: “Bana tatlı su ver, putlar için kesilen hayvanların etinden getirme,

bir de beni öldürecekleri zaman önceden haber ver, başka bir şey istemem” dedi. Öldürüleceği

gün kararlaştırılınca gidip kendisine söyledim. Hayret ettim, öldürüleceği zamanı öğrenince onda en ufak

bir değişiklik ve zerre kadar üzüntü eseri görülmüyordu. Öldürüleceği gün yaklaşınca ölmeden önce vücut

temizliği yapmak istediğini söyledi ve bir ustra istedi. Ben de çocuğumun eline bir ustura verip, gönderdim.

Çocuk yanına gidince birden korktum. Eyvah bu adam çocuğu ustura ile keser o nasıl olsa öldürülecek

dedim. Koşup çocuğa baktım. Hubeyb (r.a.) gönderdiğim usturayı çocuğun elinden alıp, çocuğu

sevmek için dizine oturtmuştu. Ben bu durumu görünce çok korkup, feryad etmeye başladım. Durumu

anlayınca, “Bu çocuğu öldüreceğimi mi zannediyorsun? Bizim dînimizde böyle şey yok Haksız yere cana

kıymak bizim hal ve şanımızdan değildir” dedi.

Hubeyb bin Adiy’i (r.a.) ve Zeyd bin Desinne’yi (r.a.) öldürmek için müşriklerin kararlaştırdığı gün

gelmişti. O gün sabah erkenden zincirlerini çözüp, Mekke dışında Temim denilen yere götürdüler. Mekke

halkı ve müşriklerin ileri gelenleri iki Sahâbî’nin idam edilişini seyretmek üzere toplanmıştı. Etraflarını

büyük bir kalabalık sarmıştı. İdama götürülürken yolda karşılaşıp görüşen bu iki Sahâbî kucaklaşarak

birbirlerine uğradıkları belaya sabretmelerini tavsiye ettiler.

Müşrikler, esirleri idam edecekleri yerde iki darağacı kurmuşlardı. Hubeyb’i (r.a.) darağacına kaldırıp

bağlamak istedikleri sırada: “Beni bırakınız iki rekât namaz kılayım” dedi. Bıraktılar, “kıl orada” dediler.

Hubeyb (r.a.), hemen namaza durup, büyük bir sükûnet içinde huşu ile iki rekât namaz kıldı. Toplanan

müşrikler, kadınlar, çocuklar heyecanla onu seyrediyorlardı. Namazını bitirdikten sonra “Vallahi eğer

ölümden korkarak namazı uzattığımı zannetmeyecek olsaydınız, namazı uzatırdım ve daha çok kılardım”

dedi. Böylece idam edilirken iki rekât namazı ilk kılan, âdet ve sünnet olmasına sebep olan Hubeyb

bin Adiy’dir (r.a.). Peygamber efendimiz (s.a.v.) onun idam edilirken iki rekât namaz kıldığını işitince bu hareketini yerinde ve uygun bulmuştur.

 

Hubeyb (r.a.) namazı kıldıktan sonra, onu tutup darağacına kaldırarak bağladılar. Yüzünü kıbleden

Medine’ye doğru çevirdiler. Sonra haydi dininden dön seni serbest bırakalım dediler. Şöyle cevap verdi:

“Vallahi dönmem! Bütün dünyâ benim olsa, bana verilse yine İslâmiyyetten dönmem!” Bu cevabı alan

müşrikler, şimdi senin yerine Muhammed’in olmasını onun öldürülmesini ister misin, sen de evinde rahat

oturasın dediler. Hubeyb (r.a.): “Ben Muhammed aleyhisselâm’ın ayağına bir diken bile batmasına asla

râzı olmam!” dedi. Müşrikler alay edip, gülüşerek, “Ey Hubeyb, İslâm dininden dön eğer dönmezsen seni

muhakkak öldüreceğiz” dediler. Hubeyb. (r.a.), “Allah yolunda olduktan sonra benim için öldürülmenin

hiç ehemmiyeti yoktur” dedi. Zeyd bin Desinne’ye de (r.a.) bu şekilde söylediler. O da aynı cevabı vererek

şehîd oldu.

Bundan sonra Hubeyb (r.a.), “Allahım! Şuracıkta düşman yüzünden başka yüz görmüyorum.

Allahım benden Resûlüne (s.a.v.) selâm ulaştır. Bize yapılan bu işi Resûlüne bildir..” diyerek duâ etti.

“Esselâmü aleyke yâ Resûlallah” dedi. Hubeyb bu duâyı yaptığı sırada sevgili Peygamberimiz (s.a.v.),

Eshâb-ı kirâmla oturuyordu. Zeyd bin Hârise (r.a.) şöyle anlatmıştır: “Bir gün Resûlullah (s.a.v.),

Eshâbıyla otururken kendisine vahy geldiği sırada kaplayan hal gibi bir hal kapladı. Sonra, “Ve

aleyhisselâm” dedi. Eshâb-ı kirâm, “Ya Resûlullah (s.a.v.) bu selâmı kimin selamına karşılık verdiniz?”

dedi. “Kardeşiniz Hubeyb’in selâmına karşılık, Cebrâil aleyhisselâm, Hubeyb’in selâmını bana

ulaştırdı.” buyurdu. Ve Hubeyb ile Zeyd’in şehîd edildiğini Eshâbına duyurdu.

Hubeyb’in (r.a.) etrafında toplanan Kureyş müşrikleri, işte babalarınızı öldüren bu adamdır diyerek

gençleri üzerine mızraklarıyla saldırttılar. Mızraklarını saplayarak vücudunu yaralamaya başladılar. Bu

sırada Hubeyb’in (r.a.) yüzü Kâ’be’ye doğru döndü. Müşrikler Medine’ye doğru döndürdüler. Hubeyb

“Allahım eğer ben senin katında hayırlı bir kul isem yüzümü kıbleye çevir” diyerek duâ etti. Yüzü yine

kıbleye döndü. Müşriklerden hiçbiri onun yüzünü Kâ’be’den başka bir tarafa çeviremedi. Bu esnada

Hubeyb (r.a.) darağacı üzerinde düşman arasında garip bir halde şehîd edilmekte olduğunu dile getiren

bir şiir söyledi. Müşrikler ellerindeki mızrakları vücuduna saplayarak işkence yapmaya başlayınca “Vallahi

ben müslüman olarak öldürülecek olduktan sonra vurulup hangi yanım üstüne düşersem düşeyim

gam yemem. Bunların hepsi Allah yolundadır..” dedi. Hubeyb (r.a.) bundan sonra müşriklere şöyle bedduâ

etti. “Allahım Kureyş müşriklerinin hepsini mahvet, topluluklarını dağıt, birer birer canlarını al, onları

sağ bırakma.” Müşrikler bu bedduâyı duyunca çok korkup, bir kısmı oradan kaçıp uzaklaştılar. Bir kısmı

mızraklarını peşpeşe saplamaya başladılar. İçlerinden biri göğsüne mızrağı sapladı, mızrak sırtından

çıktı. Hubeyb (r.a.) vücudundan kanlar fışkırırken ve darağacında sallanarak son nefesini verirken

“Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh” diyerek şehîd oldu.

Hubeyb bin Adiy’in (r.a.) cenâzesi kırk gün darağacında asılı kaldı. Bedeni çürüyüp kokmadı. Hep

taze kan aktı. Peygamberimiz (s.a.v.) onun cenâzesini getirmek üzere Eshâb-ı kirâmdan Zübeyr bin

Avvâm (r.a.) ve Mikdad bin Esvedi (r.a.) gönderdi. Gece gizlice Mekke’ye girip Hubeybi (r.a.) asılı bulunduğu

darağacından indirip deveye yükleyerek Medine’ye doğru yola çıktılar. Durumu öğrenen müşrikler

büyük bir kalabalık halinde üzerlerine hücum ettiler. Kendilerini savunmak için cenâzeyi, yere koydular.

Biraz sonra baktılar ki Hubeyb’in (r.a.) cenâzesini bıraktıkları yer yarılıp, cesedi içine alındı ve kapandı.

Onlar da oradan uzaklaşıp, Medine’ye döndüler.

Peygamber efendimiz (s.a.v.) Hubeyb bin Adiy (r.a.) için “O benim Cennette komşumdur” buyurmuştur.

 

KAYNAKLAR:

 

1) Hilyet-ül-evliyâ cild-1, sh-112

2) El-İstiâb cild-1, sh-429

3) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-2, sh-55, cild-8, sh-301, 302

4) Vakidî, Megâzî cild-1, sh-74

5) Üsüd-ül-gâbe cild-3, sh-74

6) Sîret-i İbn-i Hişâm cild-3, sh-181, 182, 183

7) Herkese Lâzım Olan Îmân sh-316