HATİB BİN EBİ BELTEA R.A. :
Eshâb-ı kirâmın
Muhacirlerinden ve Bedir harbine katılanlardan. Resûlullah’ın, Mısır kralı
Mukavkıs’â gönderdiği,
elçisidir. Nesebi (silsilesi), Hatîb bin Ebî Beltea bin Âmir bin Seleme bin
Sa’b bin
Sehl el-Lahmî’dir. Ayrıca
Amr adı ile de bilinmektedir. Künyesi “Ebû Muhammed” veya “Ebû Abdullah”tır.
Kendisinin Yemen’de Kahtanî
kabilesine veya Necm bin Adiyy kabilesine mensûb olduğu zikredilmektedir.
Babası, Ebû Beltea’dır.
Doğumu hakkında kesin bir târih bildirilmemiştir. 30 (m. 650) senesinde Medine-
i Münevvere’de vefât
etmiştir.
Hz. Hatîb, genç yaşında
Yemen’den Mekke-i Mükerreme’ye gelmiştir. Ubeydullah bin Hâmid bin
Züheyr bin Hâris bin
Esed’in azadlı kölesi olduğu da, kaynak eserlerde zikredilmiştir. Annesinin adı
bilinmemektedir.
Mekke’ye yerleşen Hz.
Hatîb, burada evlenmiş ve bir çok çocuğu olmuştur.
Hatîb bin Ebî Beltea
(r.a.), müslüman olmadan önce, şairliği ile meşhûrdur. İyi bir süvari idi.
Hicretten
önce müslüman olmakla
şereflenmiş olup, bunun kesin târihi bilinmemektedir. Mekkeli
müslümanlarla birlikte,
Peygamber efendimizin hicretinden önce Medine’ye hicret etmiştir. Burada, bir
süre Ensârdan Münzir bin
Muhammed’in evinde misafir kalmıştır. Resûlullah efendimiz, Muhacirler ile
Ensâr arasında kardeşlik
bağlarını kuvvetlendirmek için Muhâcirînden biri ile Ensârdan birini kardeş
yapmıştı. Bu din kardeşleri
birbirinin herşeyine ortak olmuştu. Hattâ mirasta bile. Fakat Allahü teâlâ,
âyet-
i kerîme ile ancak ana ve
babadan kardeş olanların mirasçı olacağını bildirdi. Hz. Hatîb, Ensârdan
Hâlid bin Râhile ile kardeş
yapılmıştı.
Hatîb bin Ebî Beltea’nın
(r.a.), îmân kuvveti ve Resûlullah’a olan sevgisi ve teslimiyeti tamdı. Bedir,
Uhud, Hendek harblerinde ve
Biat-ı Rıdvan ve Hudeybiye’de bulundu. Büyük Bedir, müslümanlar ile
müşrikler arasında yapılan
ilk harbti. Bu harbe katılan Eshâb-ı kirâmın gösterdikleri cesaret, sabır,
fedâkârlık
ve Resûlullah’a olan
bağlılıklarından dolayı, Allahü teâlâ, Bedir harbine katılan 313 Sahâbî’nin,
bütün kusurlarını
bağışlamış ve Cennette kavuşacakları nimetleri haber vermiştir. Hatîb bin Ebî
Beltea
(r.a.) da bu müjdeye
kavuşanlardandır. Ayrıca Peygamber efendimiz, 1400 kadar Eshâbı ile hac
niyetiyle
Medine’den yola çıkmıştı.
Hz. Hatîb de bunlar arasındaydı. Bunu haber alan Mekkeli müşrikler, Onları
Mekke’ye sokmamaya karar
verdiler. Elçi olarak gönderilen Hz. Osman’dan bir haber gelmeyince buradaki
mü’minler canlarını fedâ
ederek Resûlullah’ı koruyacaklarına söz vermişlerdi. “Bîat-ı Rıdvan” adı
verilen bu hâdiseyi Allahü
teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde, “Ey sevgili Peygamberim. And olsun ki, Allah,
mü’minlerden (seninle o
ağacın altında bîat edenlerden) razı olmuştur da, kalblerindekini bilerek,
onların üzerine sekîne
(manevî bir kuvvet) indirmiş ve onları yakın bir fetih ile mükafatlandırmıştı.”
Fetih sûresi 18.nci âyet-i
kerîmesi ile haber vermiş, Onlardan râzı olduğunu bildirmiştir.
Hatîb bin Ebî Beltea
(r.a.), hicretin yedinci senesinin Muharrem ayında Hayber, gazasında,
yahûdilere karşı büyük bir
cesaretle, kahramanca savaşan ve kalelerini muhasara eden süvarilerden
biriydi. O, kuvvetli bir
hitâbete ve ikna edici bir konuşma kabiliyetine sahipti. Sözleri çok
tesirliydi. Dinleyenleri
mest ediyor, etkisi altında
bırakıyordu. Sureti, görünüşü çok güzeldi. Güler yüzlü, tatlı dilliydi. İyi
bir şâirdi.
Resûlullah efendimiz,
hicretin altıncı yılında Mekkeli müşriklerle bir sulh andlaşması yaptıktan
sonra,
Medine civarında bulunan
altı hükümdara mektûb göndererek onları İslâm dînine davet etmişti. Her
bir hükümdara gönderdiği
elçileri, Eshâbının en seçkinleri olup, suretleri ve sözleri en güzel
olanlarıydı.
Peygamberimiz (s.a.v.)
bunlardan Hatîb bin Ebî Beltea’yı Mısır kralı Mukavkıs’a göndermişti. Peygamber
efendimiz, O’nu göndermeden
önce, “Ey Eshâbım! Mükâfatı Allahü teâlâ’dan beklemek üzere şu
mektubu, Mısır hükümdarına
hanginiz götürür?” diye sorunca, Hz. Hatîb, hemen yerinden fırlayıp
ayağa kalktı. Ve
Peygamberimizin huzuruna varıp, “Yâ Resûlallah! Ben götürürüm!” dedi.
Peygamberimiz
de, “Ey Hatîb! Bu vazifeni,
Allahü teâlâ senin hakkında mübârek eylesin!” buyurdu.
Hatîb bin Ebî Beltea
(r.a.), mektubu Peygamberimizden aldı. Veda edip, evine gitti. Yol için
hayvanını
hazırladı. Ailesi ile de
vedalaştıktan sonra yola çıktı. Önce Mısır’a’vardı. Mukavkıs’ı orada
bulamayınca
İskenderiye’ye gitti. Orada
hükümdarın sarayını buldu. Kapıcı, içeriye almadan önce, maksadını
öğrendi. Kapıcı Hz. Hatîb’e
çok hürmet etti. Onu hiç bekletmedi. Mukavkıs, o sırada deniz üzerinde
adamlarıyla
bir meclis kurmuş
bulunuyordu. Hatîb (r.a.), bir sandala binip, Mukavkıs’ın toplantı halinde
olduğu yere yaklaştı.
Peygamberimizin mektubunu eline alıp, ona gösterdi. Mukavkıs, mektubu görünce
Hatîb bin Ebî Beltea’yı
yanına getirmelerini adamlarına emretti. Huzuruna varınca, Mukavkıs,
Peygamberimizin
mektubunu Hz. Hatîb’den
aldı. Mektupta şöyle yazıyordu:
“Bismillâhirrahmânirrahîm,
Allahın kulu ve resûlü
Muhammed’den Kıbt’ın (Eski Mısır halkının) büyüğü Mukavkıs’a! Selâm,
hidâyete uyanların üzerine
olsun. Seni selâmet bulman için İslâm’a davet ederim. Müslüman
ol ki, selâmet bulasın ve
Allah’ın iki kat ecrine nâil olasın. Eğer yüz çevirirsen senin ve Kıbt’ın
günahı senin üzerine olur:
“Ey kitap ehli! (Yahudiler ve hıristiyanlar!) Gelin bizimle sizin aranızda
eşit olan bir kelimede
birleşelim. Allah’dan başkasına ibâdet etmeyelim. Ona hiçbir şeyi, eş ve
ortak koşmayalım ve
Allah’-ı bırakıp da birbirimizi Rab’lar (ilâhlar) edinmeyelim. Eğer kitap ehli
bu
davetten yüz çevirirlerse
(Siz şahit olunuz ki) bizler müslümanız deyiniz!” (Âl-i İmrân 64)
Peygamberimizin mektubu
okununca, Mukavkıs, Hz. Hatîb’e “Hayırlısı olsun!” dedi. Mısır hükümdarı,
kumandanlarını, devlet
adamlarını toplayıp, Hatîb ile aralarında, şu konuşmalar geçti:
Mukavkıs- “Ben, anlamak,
istediğim bazı şeyleri sana soracak, bu hususta seninle konuşacağım.”
Hatîb- “Buyur, konuşalım!”
Mukavkıs- “Sizi gönderen
zâttan bana haber veriniz. O bir peygamber midir? Biraz bahset.”
Hatîb- “Evet, O bir
peygamberdir.”
Mukavkıs- “O, böyle
gerçekten bir peygamber idiyse, kendisini öz yurdundan çıkarıp başka bir yere
sığınmak zorunda bırakan
kavminin aleyhinde niçin bedduâ etmedi?
Hatîb- “Sen, Îsâ bin Meryem
aleyhisselâmın bir peygamber olduğuna inanıyorsun değil mi? O,
kavmi kendisini yakalayıp,
öldürmek istediğinde, buna rağmen onlara bedduâ etmedi ve Cenâb-ı Hak,
O’nu, dünyâ semasına
kaldırdı. Mükâfatlandırdı. Halbuki, O, kavminin helâk edilmesi için Allahü
teâlâ’ya
duâ etse olmaz mıydı?”
Mukavkıs- “Çok güzel cevap
verdin. Gerçekten sen, hikmet sahibi bir zatın yanından gelen hakîm
bir kimsesin. Bu gece
yanımızda kal, yarın sana cevabımı vereyim.”
Hatîb (r.a.), Hz. Mûsâ
zamanındaki Firavun’u kasdederek Mukavkıs’a dedi ki: “Senden önce, burada
bir hükümdar vardı. O,
halkına karşı “En büyük ilâh benim!” diyerek Rab olduğunu iddia etmişti.
Allahü teâlâ da, onu, dünyâ
ve âhıret azaplarıyla cezalandırdı. Sonra ondan intikam aldı. Sen ise, senden
başkasından ibret al da,
başkasına ibret olma!”
Mukavkıs- “Bizim için bir
din vardır. Biz bu dinimizi, ondan daha hayırlısı olmadıkça bırakmayız.”
Hatîb- “Senin bağlı olduğun
ve daha hayırlısı olmadıkça bırakmayacağını söylediğin dininden daha
hayırlı olan din, hiç
şüphesiz İslâmiyettir. Biz seni Allahü teâlânın bu son dinine, İslâmiyet’e
davet
ediyoruz ki, Allah, dinini
O’nunla tamamlamış, O’nu insanlara yeterli kılmıştır. Dahası da yoktur. Bu
Peygamber,
(Yani Muhammed
aleyhisselâm), yalnız seni değil, bütün insanları davet etti. Bu Peygamber,
insanları İslâm’a davet
ettiğinde; Kureyş, O’na, insanların en fazla tepki gösterip, kaba davrananı,
yahûdiler en fazla
düşmanlık edenleri, hıristiyanlar da en yakın olanları oldu. Hayatım hakkı için
yemin
ederim ki, Mûsâ
aleyhisselâmın Îsâ aleyhisselâmı müjdelemesi ancak Îsâ aleyhisselâm’ın Muhammed
aleyhisselâm’ı müjdelemesi
gibidir. Binaenaleyh, bizim seni Kur’ân-ı kerîme davet etmemiz, senin
yahûdileri İncil’e davet
etmen gibidir. Şüphesiz malumundur ki, her peygamber kendisini anlayıp idrak
edecek bir kavme gönderilmiştir.
Ve o kavmin, bu peygambere itâat etmesi, üzerine vacip olmuştur, işte
sen de bu peygambere
yetişenlerden birisisin. Biz seni Mesih’in dininden nehyetmiyoruz. Fakat bu
yeni
dine davet ediyoruz.”
Mukavkas- “Ben bu
peygamberin haline baktım. Emirlerinde ve yasaklarında asla akla uygun olmayan
birşey bulamadım; Anladım
ki, bu kişi sihirbaz değildir. Kahin ve yalancı değildir. Peygamberlik
alâmetlerinden bazı halleri
kendinde buldum. Gizli olan şeyleri meydana çıkarmak bu alametlerdendir.
Bazı sırlardan haber vermek
bu kişiden ortaya çıktı. Hele biraz düşüneyim.”
Mukavkıs- Peygamberimizin
mektûbunu aldı. Çok hürmet gösterip, fildişinden yapılmış bir kutu içine
koydu. Kutuyu mühürledi ve
bir cariyesine teslim etti. Adı geçen bu mektûb 1267 (m. 1850) senesinde
Mısır’ın Ahmin bölgesinde
eski bir manastırdaki Kıbt kitapları arasında bulunmuş ve Osmanlı Padi-
şahı Sultan Abdülmecid Hân
tarafından satın alınarak, İstanbul Topkapı Sarayı, Mukaddes Emanetler
Bölümüne konmuştur. Orada
muhafaza edilmektedir.
Mukavkıs, Hz. Hatîb bin Ebî
Beltea’yı Mısır’da 5 gün misafir etti. Çok hürmet edip, ikrâmlarda bulundu.
Mukavkıs, bir gece haber
salıp, Hz. Hatîb’i huzuruna çağırtıp, Peygamber efendimiz hakkında
birçok sorular daha sordu.
Arapça konuşan tercümanından başka kimse yoktu.
Mukavkıs- “O’nun hakkında
soracağım şeylere doğru cevap verir misin? Eshâbının arasında seni
seçip gönderdiğini
biliyorum. Ben sana üç şey soracağım.”
Hatîb- “İstediğin şeyi sor!
Ben sana ancak doğruyu söyleyeceğim.”
Mukavkıs- “Muhammed,
insanları neye davet ediyor?”
Hatîb- “Yalnız Allahü
teâlâya ibâdet etmeye davet ediyor. Gece ve gündüzde beş vakit namaz kılmayı
emrediyor. Ramazan orucunu
tutmayı, Kâ’be’ye (Beytullaha) hac etmeyi verilen sözde durmayı
emrediyor, ölmüş hayvan
etini ve kan yemekten men ediyor.”
Mukavkıs- “O’nun şekil ve
şemâlini, (fizikî görünüşünü) bana tarif et!”
Hz. Hatîb bin Ebî Beltea
kısaca tarif etti. Birçoğunu saymamıştı.
Mukavkıs- “Anlatmadığın
daha bazı şeyler kaldı. Öyle ki, gözlerinde azıcık kırmızılık, arkasında
peygamberlik mühürü vardır.
Kendisi merkebe biner, harmani (sof) giyer, hurma ve az etli yemekle geçinir.
Amcaları veya amcaoğulları
tarafından korunur.”
Hatîb- “Bunlar da onun
sıfatıdır.” Mukavkıs- “Ben gelecek bir peygamber kaldığını biliyordum. Fakat
onun Şam’dan çıkacağını
sanıyordum. Çünkü daha önceki peygamberler hep oradan çıkmışlardı.
Gerçi son Peygamberin
Arabistan’da, sertlik, darlık, yokluk ülkesinde çıkacağını da kitaplarda
görmüştüm.
Allah’ın kitabında
sıfatlarını yazılı bulduğumuz peygamberin ortaya çıkma zamanı da, tam bu
zamandır.
Biz, onun vasfını; iki kız
kardeşi bir nikâh altında birleştirmez, hediyeyi kabul eder, sadakayı
kabul etmez. Fakîrlerle,
yoksullarla oturur, kalkar! diye de kitapta yazılı bulmuştuk Ona uymak
hususunda
Kıbtîler beni dinlemezler.
Ben saltanatımdan da ayrılamıyacağım. Bu hususta çok cimriyim. O peygamber,
ülkelere hâkim olacak.
Kendisinden sonra da Sahâbîleri, bu topraklarımıza kadar gelip konacaklar.
En sonunda şuradakilere
gâlib geleceklerdir. Ben Kıbtîlere bundan ne bir kelime anarım, ne de
hiçbir kimseye, bu
konuşmamı bildirmek isterim.”
Mukavkıs, Arapça yazan
kâtibini çağırdı. Peygamberimizin mektubuna şöyle cevap yazdırdı:
“Abdullah’ın oğlu
Muhammed’e, Kıptîlerin büyüğü Mukavkıs’tan!
Selâm, senin üzerine olsun.
Gönderdiğin mektubunu okudum. Orada zikrettiğin şeyi ve yaptığın
daveti anladım. Ben de bir
peygamberin geleceğini biliyordum. Ama onun Şam’dan çıkacağını zannediyordum.
Elçine ikrâmda bulundum.
Sana Kıbtîlerin yanında büyük değeri bulunan iki cariye ile giyecek
elbise gönderdim. Bir de
binmen için dişi bir katır hediye ettim.”
Mukavkıs, bundan başka ne
bir şey yaptı, ne de müslüman olmuştu. Hz. Hatîb bin Ebî Beltea’ya:
“Hemen memleketine,
sahibinin yanına dön! Onun için iki câriye, iki binek hayvanı, bin miskal (bir
miskal
4,8 gr. Altın) yirmi takım
Mısır işi ince elbise ve daha başka hediyeler gönderilmesini emrettim. Senin
için de, yüz dinar ve beş
takım elbise verilmesini söyledim. Yanımdan ayrılıp git. Sakın, Kıbtîler, senin
ağzından tek kelime bile
işitmesinler!” dedi.
Mukavkıs, Peygamber
efendimize ayrıca billur bir kadeh, kokulu bal, sarık, Mısır keten kumaşı, öd,
misk gibi güzel kokular,
baston, bir kutu içinde sürmelik, gül yağı, tarak, makas, misvak, ayna, iğne ve
iplik de hediye etti.
Mukavkıs, Hz. Hatîb’e
Peygamberimiz hakkında “Sürme kullanır mı?” diye sormuştu. Hz. Hatîb de,
“Evet’ Aynaya bakar, saçını
tarar, seferde, hazarda, aynayı, sürmedanlığı, tarağı, misvağı yanından
ayırmaz!”
demişti. Mukavkıs’ın,
Peygamberimize hediye olarak gönderdiği iki cariye Mâriye ve kardeşi
Sîrîn’di. Hatîb bin Ebî
Beltea (r.a.) yolda bunlara müslüman olmalarını teklif edince, kabul edip,
müslüman olmuşlardı.
Peygamberimiz (s.a.v.). Hz. Mâriye’yi hanım olarak kabul edip, onunla evlendi.
Oğlu Hz. İbrâhîm, ondan
olmuştu. Sîrîn’i de Eshâbından “Şâir-i Nebî” olan Hassan Bin Sâbit’e verdi. En
iyi cins ve beyaza çok
yakın gri tüylü iki binek hayvanından katıra “Düldül”, Merkebe de “Ufeyr” veya
“Yafur” adı takıldı. O güne
kadar Arabistan’da ak tüylü katır görülmemişti. Müslümanların ilk gördüğü ak
tüylü katır, Düldül oldu.
Peygamber efendimiz, hediye edilen billur kadehle su içerdi.
Hz. Hatîb bin Ebî Beltea,
Mukavkıs’ın yanında kısa bir müddet kaldı. Halbuki yabancı heyetler,
Mukavkıs’ın yanında bir ay
veya daha fazla kalırlardı. Hatîb (r.a.), 5 gün kaldıktan sonra Mukavkıs’ın
ülkesinden ayrıldı. O, Hz.
Hatîb’i Arap yarımadasına muhafız askerlerle gönderdi. Bunlar, Arabistan’a
ayak bastıkları sırada,
Şam’dan Medine-i Münevvere’ye girmekte olan bir kafileye rastladılar. Hatîb
(r.a.)
da, Mukavkıs’ın askerlerini
geri çevirip, o kafileye katıldı. Hatîb bin Ebî Beltea (r.a.), hediyelerle
Medine’ye
gelip, Resûlullah’ın
huzuruna kavuştu. Peygamberimiz (s.a.v.) de, Mukavkıs’ın hediyelerini kabul
etti. Hz. Hatîb,
Mukavkıs’ın mektubunu verip, sözlerini nakledince, Peygamberimiz buyurdu ki:
“Ne Kötü
adam! Saltanatına kıyamadı.
Halbuki îmân etmesine mâni olan saltanatı ise, kendisinde kalmayacak!”
Hz. Hatîb’in Allah’a ve
Resûlüne imânı tamdı. Dininden asla dönmedi. Yakınlarına olan merhametinin
çokluğu, onları kayırması
sebebiyle Mekkeli müşriklere, bir mektûb göndermişti. Bu hâdise Eshâb-ı
kirâm arasında infiale
sebep olmuş, hatta öldürülmesini isteyenler bile çıkmıştı. Fakat Cenâb-ı Hak,
Mümtehine sûresi 1.nci
âyet-i celîlesinde, “Ey îmân edenler, benim düşmanlarımı ve kendi
düşmanlarınızı
dost edinmeyiniz.”
buyurarak, Hz. Hatîb’in imânına şehâdet etmiştir. Şöyle ki: Mekke’nin feth
edildiği sene Resûl-i ekrem
efendimizin hareketinden önce Hz. Hatîb, Kureyş’in azatlılarından olup,
Medine’de
kalmakta olan Sâre adında
bir kadınla, Mekke’den bazı tanıdıklarına Hz. Peygamberin hazırlık
plânından bahseden bir
mektûb gönderdi. Mektupda şunlar yazılı idi:
“Ey Kureyş ahâlisi, hiç
şüpheniz olmasın, Hz. Resûlullah, üzerinize bulut gibi bir askerle geliyor ki,
bu asker coşkun, çağlayan
bir sel gibidir. Allah’a yemin ederim ki, Allah’ın Resûlü sizin üzerinize
yalnız
başına da gelse, Cenâb-ı
Hak onu muzaffer kılarak memnun ve mesrûr edecektir. O halde başınızın
çâresine bakınız.
Vesselam.”
Öte yandan Cebrâil
aleyhisselâm gelerek, gizlice mektûb gönderildiğini mektubun kim tarafından,
kiminle ve nasıl
gönderildiğini haber verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.), Hz. Ali
Zübeyr ve
Mikdad bin Esved’den
meydana gelen bir ekibi, mektubu götüren kadını yakalayıp, getirmekle
görevlendirdi.
Onlara: “Hâh bahçesine
vardığınızda sol tarafınızda yolcu bir kadın bulacaksınız. Beraberinde
bir mektûb götürmektedir.
Kendisini yakalayıp getiriniz!” buyurdular. Hah, Mekke ile Medine
arasında koruluk bir yerdi.
Ekip, adı geçen yere
vardığında tarif edildiği gibi bir kadın gördüler ve yakalayıp, mektubu meydana
çıkarmasını istedilerse de,
kadın inkâr etti. Bunun üzerine: “Yâ mektubu çıkarırsın veya elbiseni soyar
arama yaparız” tehdidinde
bulundular. Neticede kadın saçının örgüsü arasından mektubu çıkarıp
verdi. Böylece mektubu
Hatîb bin Ebî Beltea’nın yazdığı ortaya çıkmıştı. Peygamber efendimiz kendisini
bu sebeple çağırıp: “Yâ
Hatîb bu nedir?” diye, sorunca, “Yâ Resûlallah acele buyurmayınız. Ben aslında
Kureyş kabilesinden
değilim. Fakat onlarla münâsebetim vardır. Öte yandan Muhacirlerin Mekke’de
akrabası çoktur. Onların,
orada kalan çoluk çocuğunu ve mallarını korurlar. Benim ise, Mekke’de
hiç himaye edecek kimsem
yoktur. İşte bu mektûb vesîlesiyle, onlar arasında minnettarlar kazanarak,
akrabamı korumak istedim.
Yoksa bu teşebbüsüm, kâfirlerden yana olmak, dinimden dönmek ve onlara
yardım etmek için
değildir”, cevabını verdi. Peygamberimiz (s.a.v.) de: “Doğrudur”, diye
kendisini tasdîk
etti. Hz. Ömer, “Ey
Allah’ın Resûlü! Bırak da şu münafığın boynunu vurayım”, diye atılınca,
Resûlullah efendimiz: “Ey
Ömer! Bu zât Bedir savaşına katıldı. Ne bileceksin, belki Cenâb-ı Hak,
Bedir’de hazır bulunanları
iltifat buyurarak: (Ne isterseniz yapınız! Ben sizi bağışladım) buyurmuştur”
deyince Hz. Ömer ağlamaya
başladı. Bunun üzerine Mümtehine sûresinin 1.nci âyeti nâzil olmuştur.
Âyet-i kerîmede Hz.
Hatîb’in imânına Cenâb-ı Hakk’ın şahit olması şöyle açıklanıyor: Cenâb-ı
Hak; “Ey îmân edenler!
Benim ve sizin düşmanlarınızı dost edinmeyin.” buyurarak Hz. Hatîb’in durumu
anlatılmak istenmiş ve
kendisinin yukarıda belirttiğimiz niyeti taşıyarak yazdığı mektubuna rağmen
mü’min olduğu ifade
buyurulmuştur.
Bu âyet-i kerîmenin
gelmesinden ve Peygamber efendimizin, O’nun sözünün doğruluğunu tasdîk
etmesinden sonra, Eshâb-ı
kirâmdan hiç birinin O’nun hakkında, kötü bir zannı kalmadı. Eshâb-ı kirâmın
rivâyetlerini toplayan eser
sahipleri, bu hâdiseyi onun fazîletini, Allah ve Resûlüne bağlılığını göstermek
için yazmışlardır.
Yukarıdaki hadîs-i şerîf, Allahü teâlâ’nın ve Resûlünün onu bağışladığını,
dünyâ ve
ahirette affedildiğini
göstermektedir.
Peygamber efendimizin
(s.a.v.) ahirete teşriflerinden sonra, Hz. Ebû Bekir zamanında Hatîb (r.a.),
tekrar Mısır’a elçi olarak
gönderildi. Ebû Bekir’in (r.a.) hilâfetinden sonra Hz. Ömer devrinde de bu
vazifesini
çok iyi bir surette yapan
Hatîb (r.a.), Mukavkıs ile bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşma, Mısır’ı feth
eden Amr İbnü’l-Âs (r.a.)
zamanına kadar yürürlükte kaldı.
Hatîb bin Ebî Beltea
(r.a.), Medine-i Münevvere’de vefât etmiştir. Cenâzesini Hz. Osman kıldırmış
ve Bakî’ kabristanına defn
edilmiştir.
KAYNAKLAR:
1) El-A’lâm cild-2, sh-159
2) El-Îsâbe cild-1, sh-300
3) El-İstiâb cild-1,
sh-348, 47
4) Mevâhib-i Ledünniyye
cild-1, sh-242
5) Tabakât-ı İbn-i Sa’d
cild-3, sh-114
6) Sahîh-i Buhârî, Babel
fazl-ı Menşehîde
7) Umdet-ul-karî cild-14,
sh-255
8) İnsân-ul-uyûn cild-3,
sh-11
9) Medarik-ut-tenzîl cild-4,
sh-245
10) Sünen-i Ebî Davûd
cild-3, sh-68