Ana sayfa

 

HALİD BİN VELİD R.A. :

 

Peygamber efendimizden “Seyfullah=Allah’ın kılıcı” ünvanını alan kahraman. Eshâb-ı kirâmın

ve İslâm kumandanlarının büyüklerindendir. İsmi Hâlid, künyesi Ebül-Velîd ve Ebû Süleymândır. Nesebi

Hâlid bin Velîd bin Mugîre bin Abdullah bin Amr bin Mahzun’ dur. Ebû Cehil bin Hişâm ile ve Velîd bin

Abd-i Şems ile kardeş çocuklarıdır. Velîd bin Velîd’in kardeşidir. Annesi Lübâbe, Ümmül-mü’minîn Hz.

Meymûne’nin kardeşidir. Hz. Hâlid bin Velîd’in soyu, Mürre bin Kâ’b’da Peygamber efendimizin soyu ile

birleşir. Kureyş’in ileri gelenlerinden ve kumandanlarındandır. Bütün Arab kabileleri tarafından tanınır ve

sevilirdi. 8 (m. 630) senesinde müslüman oldu. 21 (m. 642)’de Humus’ta vefât etti.

Bedir ve Uhud savaşlarında henüz müslüman olmadığından düşman birliklerinden birinin kumandanıydı.

Hudeybiye’de de düşman tarafında bulundu. Hz. Hâlid bin Velîd’in kardeşi Velîd, Bedir’de esir

edildi. Fidye karşılığında serbest bırakılıp Mekke’ye dönünce imâna geldi ve tekrar Medine’ye döndü.

Oradan, Hz. Hâlid bin Velîd’in müslüman olması için teşvik edici mektublar gönderdi. Peygamber efendimiz

Umre yapmak için Mekke’ye gidince, Hz. Hâlid bin Velîd saklandı. Hz. Peygamberimize görünmedi.

Hz. Hâlid bin Velîd’in kardeşi Velîd de, Peygamber efendimizin yanında bulunuyordu. Sevgili Peygamberimiz

Ona “Hâlid nerelerde? Onun gibi birinin İslâmiyeti tanımaması, bilmemesi olamaz.

Keşke o, bütün gayret ve kahramanlıklarını müslümanların yanında müşriklere karşı gösterseydi

ne kadar hayırlı olurdu. Kendisini, sever, üstün tutardık.” buyurdu. Hz. Hâlid bin Velîd, Peygamber

efendimizin bu sözlerini haber alınca İslâma meyli arttı. Hz. Peygamberimizin yanına gitmek için toparlandı.

Bunu kendisi şöyle anlatıyor: “Allahü teâlâ bana ihsan etti. Kalbime İslâm’ın sevgisini yerleştirdi.

Hayrı ve Şerri ayıracak hale getirdi. Kendi kendime, “Ben Muhammed’e (s.a.v.) karşı her savaş yerinde

bulundum. Ama bulunduğum her savaş yerinden ayrılırken, bozuk ve yanlış bir hâl üzere olduğumu ve

Muhammed’in (s.a.v.) bir gün mutlaka bize galip geleceğini biliyordum. Bunu sezmiş olarak oradan ayrılıyordum.

Resûlullah (s.a.v.) Hudeybiye’ye geldiği zaman, ben de düşman süvarilerinin başında bulunuyordum.”

Usfan’da onlara yaklaşıp gözüktüm. Resûlullah (s.a.v.) bizden emin bir şekilde, Eshâbına öğle

namazı kıldırıyordu. Üzerlerine ânî baskın yapmak istedik, ama mümkün olmadı. Böyle olması da hayırlı

oldu. Muhammed (s.a.v.) kalbimizden geçenleri anlamış olmalı ki, ikindi namazını temkinli olarak kıldılar.

Bu durum bana çok tesir etti. “Bu zât her hâlde, Allah tarafından korunuyor ölmedi” dedim. Birbirimizden

ayrıldık. Ben çeşitli düşünceler içinde bulunuyorken Muhammed (s.a.v.) Umre etmek için Mekke’ye gelince

ondan gizlendim. Kardeşim Velîd de Onunla beraber gelip beni bulamayınca, şöyle bir mektûb yazıp

bırakmıştı. “Bismillahirrahmanirrahîm. Allahü teâlâya hamd ü sena ve Resûlullaha salât ü selâmdan

sonra derim ki, hakikaten ben, senin İslâmiyyetten yüz çevirip gitmen kadar şaşılacak görüş bilmiyorum.

Halbuki, gittiğin yolun yanlış olduğunu anlıyabilecek haldesin, niye aklını kullanmıyorsun? İslâmiyet gibi

bir dîni tanıyamamak, anlıyamamak ne kadar tuhaf. Hz. Peygamberimiz, bana seni sordu. Senin,

İslâmiyyeti tanıman, gayret ve kahramanlığını Müslümanların arasında, müşriklere karşı kullanman,

Peygamber efendimizin arzusudur. Ey kardeşim! Çok fırsatları kaçırdın; ama, daha fazla gecikme!”

Kardeşimin mektubu bana ulaşınca, müslüman olma arzusu bende çok kuvvetlendi. Gitmek için

acele ediyordum. Resûlullah’ın (s.a.v.) söyledikleri beni çok sevindirmişti. O gece uyurken, rüyamda

sıkıntılı dar ve çöl gibi susuz yerlerden, yemyeşil geniş ve ferah bir yere çıkmıştım. Medineye varınca bu

rüyamı Hz. Ebû Bekir’e anlatıp, tabirini ondan sormaya karar verdim.

Ben Resûlullah’a (s.a.v.) gitmek için toparlanırken, “Acaba oraya giderken bana kim arkadaş olabilir”

diye düşünüyordum. Safvân bin Ümeyye’ye rastladım. Vaziyeti ona anlattım. O teklifimi reddetti. Daha

sonra İkrime bin Ebû Cehil’e rastladım. O da aynı şekilde davetimi red edince evime gittim. Hayvanıma

binip Osman bin Talha’nın yanına gittim. Ona da aynı şekilde, müslüman olmak üzere, Hz. Peygamberimize

gideceğimizi, kendisinin de gelmesini söyledim. Tereddütsüz kabul etti ve ertesi günü seher

vakti beraberce yola çıktık. Hadde denilen yere vardığımızda Amr bin Âs ile karşılaştık. O da

müslüman olmak için Medine’ye gidiyordu. Hep beraber Medine’ye vardık. Elbisemin en güzelini giyip

Resûlullah efendimizle görüşmeğe hazırlandım. O sırada kardeşim Velîd geldi ve “Acele et. Çünkü Peygamberimize

(s.a.v.) sizin geldiğiniz haber verilmiş ve O da çok sevinmiştir. Şimdi sizi bekliyor” dedi.

Ben de acele ile O yüce Peygamberin huzuruna vardım. Gülümsüyordu. Selâm verdim, “Allah’dan başka

ilâh olmadığına ve senin de Allah’ın Peygamberi olduğuna şehâdet ediyorum” dedim. “Sana hidâyet

eden, doğru yolu gösteren Allah’a hamd olsun.” buyurdu. Sonra günahlarımın affı için Allahü

teâlâ’ya duâ etmesini istedim. Benim için duâ etti ve “İslâmiyet, kendisinden önce işlenmiş olan günahları

kesip atar.” buyurdu. Diğer iki arkadaşım da müslüman oldular.

Peygamber efendimiz bana kendi evinin yanında bir yer verdi. Beni savaşta hep süvari birliklerinin

başına kumandan tayin etti. Daha sonra Mekke’de iken gördüğüm rüyayı Hz. Ebû Bekir’e anlattım. O da

“Görmüş olduğun o ferahlık yer, Allahü teâlâ’nın, seni, müşriklikten İslâmiyete erdirmesidir” buyurdu. Hz.

Hâlid bin Velîd’in müslüman olması hicretin sekizinci yılında oldu. Müslüman olduktan sonra Medine’de

yerleşti.

Hz. Hâlid bin Velîd, müslüman olduktan sonra ilk olarak Mûte gazasında bulundu. İslâm askeri

Mûte’ye hareket ederken Peygamber efendimiz “Cihada çıkacak olan şu insanlara Hz. Zeyd bin Hârise’yi

kumandan tayin ettim. Eğer o şehîd olursa yerine Cafer bin Ebî Tâlib geçsin. O da şehîd

olursa yerine Abdullah bin Revâhâ geçsin. Eğer o da şehîd olursa, aranızda münâsib gördüğünüz

birini seçip ona tâbi olursunuz,” buyurdu. Mû’te harbi başladı. Şiddetli çarpışma olurken; Hz.

Zeyd bin Hârise, Hz. Cafer ve Hz. Abdullah bin Revâhâ şehîd oldular. Sancak Hz. Sâbit bin Akrem’e

verildi. O, sancağı bir yere dikip, mücâhidleri yanına çağırdı. Herkes toplanınca “Aranızdan birini kendinize

kumandan olarak seçiniz ve ona tâbi olunuz.” dedi. “Biz seni kumandan seçtik” dediler. “Ben bu işi

yapamam” dedi ve Hz. Hâlid bin Velîde dönerek, “Yâ Hâlid! Senin savaş tecrüben, askerî bilgin, askeri

heyecanlandırarak harekete geçirmen benden fazladır. Sancağı acele al. Savaş devam ederken bu işlerle

oyalanmamız bizim aleyhimize oluyor” dedi. Böylece Hz. Hâlid bin Velîd sancağı aldı. Akşam vakti

yaklaşmış idi. Güneş batıncaya kadar pek müthiş çarpıştı. Onun bu maharetine kâfirler bile şaşırdılar.

Akşam oldu. Sabahleyin tekrar savaşılacaktı. Hz. Hâlid bin Velîd, şaşılacak derecede askerî dehâya ve

muharebe tecrübelerine sahip bir kahramandı. Sabah olunca, İslâm askerinin, düzenini değiştirdi. Sağ

taraftakileri sol tarafa, sol taraftakileri sağ tarafa, ön taraftakileri arka tarafa ve arka taraftakileri ön tarafa

aldı. Rum askerleri, daha önce tanımış oldukları kişilerle karşılaşmayınca hepsi birden şaşırdılar. “Demek

ki bunlara yardımcı kuvvetler gelmiş” diyerek korkuya kapıldılar. Hz. Hâlid bin Velîd’in kumandasındaki

mücâhidler, Rum askerlerinin morallerinin bozulmasından istifade edip, hücuma geçtiler. Üçbin kişilik

İslâm askeri Heraklius’un yüzbin kişilik ordusunu bozguna uğrattı. Başkumandan Hz. Hâlid bin

Velîd’in elinde, o gün dokuz kılıç parçalandı. Rum askerinin çoğu kılıçtan geçirildi. Peygamber efendimiz,

Hz. Hâlid bin Velîd’in bu, fevkalâde başarısını haber aldığı zaman onu (Seyfullah=Allah’ın kılıcı)

lâkabı ile şereflendirdi.

Hz. Hâlid bin Velîd, bundan sonra Mekke’nin fethinde bulundu. Ordunun sağ kanadının kumandanı

idi. Hissedilir bir mukavemetle karşılaşmadan, ilk önce Hâlid bin Velîd’in (r.a.) kumandanı olduğu birlik,

daha sonra Hz. Zübeyr bin Avvâm, Muhâcir süvarilerle Mekke’ye girdi. Nihayet, Peygamber efendimiz,

hicretin sekizinci yılı Ramazan-ı şerîf ayı, on üçüncü Cuma günü Mekke’nin fethini ihsan ettiği için

Allahü teâlâ’ya şükranından ve tevazu’undan dolayı mübârek başını eğmiş bulunuyordu. Yüksek sesle

Fetih sûresini okuyarak Mekke-i Mükerreme’ye girdiler. Mekke’nin fethinden bir hafta sonra Peygamber

efendimiz (s.a.v.) etrafa askerî birlikler gönderip, İslâma uymayan her şeyi değiştirmelerini, düzeltmelerini

emretti. Hz. Hâlid bin Velîd, otuz süvari ile birlikte Uzzâ putunu yok etmek için gönderildi. Uzzâ,

Nahle’de üç sakız ağacı veya büyük dikenli ağaç idi. Bunun yanında Gatafan kabilesinin tapdıkları bir

put vardı. Bu put, müşriklerce en büyük put sayılırdı. Hz. Hâlid bin Velîd gitti ve bu putu yok etti. Uzzâ

ağacını da kesip, oranın kapıcısı olan Dâbbe’yi öldürdükten sonra geri döndü. Peygamber efendimiz

(s.a.v.) memnun oldular. Bundan sonra, Hz. Hâlid bin Velîd, üçyüzelli kişi ile beraber, Benî Cezîme kabilesini

İslâm’a davet için gönderildi.

Mekke feth edilince; Evtas, Sakif ve Hevâzîn kabileleri birleşerek Müslümanlara karşı, binlerce kişilik

bir ordu meydana getirdiler. Hz. Hâlid bin Velîd, bu gazada süvari birliğinin kumandanı olup en önde

çarpışıyordu. Çok büyük kahramanlık gösterdi. Bir ara yaralandı. Peygamber efendimiz, Hz. Hâlid bin

Velîd’in yaralandığını işitti. Düşmanlar bozguna uğratıldıktan sonra, Peygamber efendimiz, Hz. Hâlid bin

Velîd’in yerini sordu. Gösterdiler. Peygamber efendimiz geldi, yarasına baktı. Yaranın iyileşmesi için duâ

buyurdu. Allahü teâlâ’nın izniyle yara iyileşti.

Huneyn muharebesinde bozguna uğrayan kâfirler Taif kalesine sığınıp, kale kapılarını kapattılar.

Peygamber efendimiz, Hz. Hâlid bin Velîd’i bin kişilik bir kuvvetle, önden yola çıkardı. Hz. Hâlid bin

Velîd, Taif kalesini muhasara etti. Çarpışmak için er diledi. Kimse kale kapısından çıkıp çarpışmağa cesaret

edemedi. Müşrikler, kaleyi çok iyi şekilde tamir edip bir yıllık yiyeceklerini depo etmişlerdi ve dışarı

çıkmıyorlardı. Kale içinde bir sıkıntıları yoktu. Peygamber efendimiz, kalenin fethi için şimdilik izin verilmediğini

buyurunca, İslâm askeri geri döndü.

Hicretin dokuzuncu senesinde, Bizanslıların müslümanlara karşı, Şam civarında 30 000 kişilik bir

ordu hazırladıkları haberi alındı. Haber kat’î olmamakla birlikte, derhal İslâm ordusu hazırlanıp gönderildi.

Bu ordu Tebük Mevkiinde 20 gün kadar bekledi. Civarda yaşayan Arabların hepsi Hıristiyan olup,

Rum Kayserine bağlıydılar. Herhangi bir savaş halinde, bunlardan İslâm ordusuna zarar gelmemesi için,

itâat altına alınmaları gerekiyordu. Ezrah ve Eyle adındaki reisler, itâati kabul ettikleri halde Ekider adlı

reis kabul etmedi. Hz. Peygamberimiz, Hz. Hâlid bin Velîd’e “Dörtyüzyirmi sahabe ile git. Ekîder’i

zahmetsiz, alır gelirsiniz. İnşâallah onu dışarıda avlanırken yakalarsınız.” buyurdu. Hz. Hâlid bin

Velîd, emre uyarak, derhal hareket etti. Oraya varınca, hakîkaten Ekîder’i avlanırken yakaladılar, diri

olarak Hz. Peygamberimize teslim ettiler. Ekîder cizye vermeği kabul ettiğinden, kendisine emân verilip

serbest bırakıldı. Tebük” gazâsından sonra, kabileler, grup grup Medine’ye geldiler ve müslüman oldular.

Bunun için o seneye (elçiler yılı) denildi.

Peygamber efendimiz (s.a.v.) Hz. Hâlid bin Velîd’i Benî Huzeyme kabilesini İslâm’a davet için

gönderdi. Onlarla anlaşma yaptı. Hicretin onuncu senesinde, yine Hz. Hâlid bin Velîd’i (r.a.) Hâris bin

Ka’boğullarına gönderdi. Peygamber efendimiz ilk üç gün kılıç kullanılmamasını tenbih etmiş idi. Bunun

için Hz. Hâlid bin Velîd tatlılıkla işi halletti ve onlar da İslâm’ı kabul ettiler. Hz. Hâlid bin Velîd, Hâris bin

Ka’boğullarının İslâm’a gelmesi üzerine, Peygamber efendimize bir mektûb gönderdi.

Bu mektûb şöyledir:

“Bismillahirrahmanirrahîm.

Allahü teâlâ’nın Resûlü, Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm’a Hâlid bin Velîd tarafındân.

Esselâmü Aleyke Yâ Resûlallah!

Kendisinden başka ilâh olmıyan Allahü teâlâ’ya hamd ederim. Yâ Resûlallah, beni Hâris bin Kâ’b

Kabilesine gönderdiniz. Onlarla üç gün muharebe etmememi ve İslâm’a davet etmemi, müslüman olurlarsa

aralarında kalmamı ve İslâmın esaslarını, Allahü teâlâ’nın kitabını ve Resûlünün sünnetini öğretmemi,

eğer müslüman olmazlarsa muharebe etmemi emir buyurmuştunuz.

Ben de, emr-i şerîfleriniz üzere hareket ederek, Hâris bin Ka’boğullarına üç gün nasîhat edip, İslâm’ı

tebliğ ettim. Süvarilerim “Ey Benî Hârisler! Selâmete ermek isterseniz, müslüman olunuz” diye onları

İslâm’a davet ettiler. Onlar, hiç çarpışmadan müslüman oldular. Ben de onlara, Allahü teâlâ’nın emirlerini

Resûl Aleyhisselâm’ın sünnet-i şerîflerini öğrettim. Yâ Resûlallah! Bundan sonra, nasıl hareket

etmem gerektiği hakkında ikinci bir emr-i şerîfiniz gelinceye kadar burada bekliyeceğim.

Esselâmü aleyke Yâ Resûlallah!”

Peygamberimiz (s.a.v.) de, Hz. Hâlid bin Velîd’in mektubuna şöyle cevap yazdırdılar:

“Bismillahirrahmanirrahîm.

Allahü teâlâ’nın Resûlü Muhammed Aleyhisselâm’dan, Hâlid bin Velîd’e,

Esselâmü aleyke Yâ Hâlid, Allahü teâlâ’ya hamd ederim. Benî Hâris bin Kâ’blıların kendileriyle

çarpışmanıza ihtiyaç kalmadan müslüman olup, Allahü teâlâ’nın birliğine ve Muhammed’in,

O’nun kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet ettiklerini ve hidâyete kavuştuklarını haber veren mektubunu

elçiniz bana getirdi.

Onları, Allahü teâlâ’nın ve Resûlünün emirlerine göre hareket ederlerse âhıret ni’metleriyle

müjdele. Eğer aykırı hareket ederlerse âhıret azâblarıyla korkut. Sonra buraya gel. Onların elçileri

de seninle beraber gelsin.

Vesselâmü aleyke ve Rahmetullahi ve berekâtühü.”

Bundan sonra, Peygamber efendimiz Hz. Ali’yi, bir müfreze ile Yemen’e arkasından O’na yardım

etmeleri için, Hz. Hâlid bin Velîd’i de bir müfreze ile gönderdi. Hz. Ali’ye ulaştıkları zaman, ona tâbi olmalarını

tenbih etti. Gittiler. Yemen halkı biraz karşı koydu ise de az bir çarpışmadan sonra, İslâm’ı kabul ettiler.

Hz. Hâlid bin Velîd, Peygamber efendimizin vefâtlarından sonra Hz. Ebû Bekir devrinde, ortaya çıkan

ve Peygamberlik iddiasında bulunan bazı kimseler üzerine yürüdü. Bunlardan Tuleyha ve Avânesini

öldürdü, Ayniye bin Husayn’i yakalayıp Medine’ye getirdi. Yemâme’de Müseylemet-ül-Kezzab’ın ordusunu

dağıttı. Bu muharebede Müseyleme’nin ordusundan 20 bin kişi, Müseyleme de Hz. Vahşi tarafından

öldürüldü, İslâm ordusundan 2000 asker şehîd oldu. Bundan sonra Hz. Hâlid bin Velîd, mürted olanlarla

ve zekat vermek istemeyenlerle uğraştı. Daha sonra, İslâm’ın yayılması için, Irak tarafına gönderildi.

Muzar muharebesinde 30 000 İran askeriyle çarpıştı. Galip geldi. Çoğunu nehre döktü, İranlı kumandan

Hürmüz’le müthiş çarpışmalar oldu. Hz. Hâlid bin Velîd’in kumandanlarından Hz. Ka’ka bin Amr

fevkalâde kahramanlıklar gösterdi, kalın zincirlerle yapılmış istihkâmları kırdı. İran ordusuna karşı muzaffer

oldular.

Hz. Hâlid bin Velîd Kesker’de İran’ın büyük bir ordusunu ani gece baskınıyla hezimete uğrattı. İran

kumandanı, kederinden öldü. Elis’te de İranlılarla yapılan savaşta Hz. Hâlid bin Velîd gösterdiği kahramanlıklarla

askerini coşturdu. Bu savaşta da galip geldi.

Hz. Hâlid bin Velîd, Hire üzerine yürüdü. Kaleyi kuşattı. Görüşmek üzere bir kimse istedi. Hireliler:

“Öldürmezseniz göndeririz” dediler. Hz. Hâlid bin Velîd öldürmeyeceklerini söyleyince Abdülmesih bin

Hayyam bin Bukayle ile Hîre valisi, Hz. Hâlid’in huzuruna geldiler. Hz. Hâlid onlara: “Sizi Allah’a ve İslâm’a

davet ediyorum. Eğer müslüman olursanız, müslümanlara ait olan haklara sahip olursunuz ve

müslümanın yapacağı vazifeleri de yaparsınız. Bunu kabul etmezseniz, cizye verirsiniz. Bunu da kabul

etmezseniz, sizin yaşamaya karşı olan hırsınızdan daha fazla şehîd olmaya karşı hırslı olan bir orduyla

geldim” dedi. Bunları söylerken Abdülmesih’in elinde bir şişe gördü. Şişedekinin ne olduğunu sordu.

Abdülmesih şöyle cevap verdi: “Yâ Hz. Hâlid! Bu zehirdir. Eğer sen, bizim arzularımıza uygun bir anlaşma

yaparsan ne âlâ. Milletimin arzularına uygun olmayan bir anlaşma ile gitmektense, bu zehiri içerek

hayatıma son vereceğim.” Hz. Hâlid bin Velîd, zehiri Abdülmesih’in elinden aldı ve “Bismillahillezi la

yedurru ma’asmihi şey’ün fil erdi ve la fissemâi ve hüves-semî’ul-alîm.” diyerek sonuna kadar içti.

Abdülmesih ve Hîre valisi, Hz. Hâlid bin Velîd’i hemen ölecek diye boş yere beklediler. Sonra

Abdülmesih ve vali anlaşma şartlarını görüşmek üzere kaleye girdiler. Halk onları merakla bekliyordu.

Abdülmesih onlara: “Ben, kendilerine zehir tesir etmeyen bir kavmin yanından geliyorum” dedi. Kavmiyle

istişare edip tekrar Hz. Hâlid bin Velîd’in yanına gelerek: “Biz, sizinle harp edemeyiz. Fakat dîninize de

giremeyiz. Size cizye vermeğe hazırız” dedi. 90 bin dinar üzerinden sulh anlaşması yaptılar. Hz. Hâlid

bin Velîd, Hirelilerle yaptığı sulhnâmeyi bitirince İran hükümdarına ve erkanına bir mektûb yazdı. Bu

mektûb aynen şöyledir:

“Bismillahirrahmanirrahîm,

Hâlid bin Velîd’den, Rüstem, Mihran ve Acem reislerine. Selâm, hidâyete kavuşanlara olsun.

Allahü teâlâ’ya hamd ederim. Onun kulu ve Resûlü olan Hz. Muhammed Aleyhisselâma salât ü selâm olsun.

Yaptığınız bütün çalışmalarınızı dağıtan, topluluğunuzu parçalayan, sözlerinizde sizi ihtilâfa düşüren,

gücünüzü kuvvetinizi zayıflatan, mülk ve hakimiyetinizi elinizden alan Allahü teâlâ’ya sonsuz şükürler olsun.

Bu mektubu Hîrelilere, İran’a gönderilmek üzere teslim etti. Hz. Hâlid bin Velîd buraları emniyet altına

aldıktan sonra, Anbar kalesini muhasara etti. Sulh yoluyla şehri ele geçirdi. Bundan sonra,

Mehran’ın, müslümanlarla savaşmak üzere Aynüttemr’de hazırlık yaptığını haber aldı. Üzerine giderek

bu kaleyi de fethetti. Bu sırada, Dûmet-ül-Cendel’de, Ekîder ve etrafındaki kabile reisleri ayaklandılar.

Bunlar için İyâd bin Ganem (r.a.) gönderilmişti. Bu, Hz. Hâlid bin Velîd’den yardım istedi. Hz. Hâlid gelip,

Dûmet-ül-Cendel’i iki taraftan kuşattılar. Hz. Halîd, Dûmet-ül-Cendel’in reislerinden Gûdî’yi öldürdü. Az zaman sonra kale müslümanların eline geçti.

Hz. Hâlid bin Velîd, bundan sonra Hîre’ye geri döndü. Bu sırada, İranlılar ElCezîre’yi (Irak) geri

almak için hazırlanmışlardı. Hz. Hâlid, ani bir gece baskını ile İran ordusunu dağıttı. Hz. Hâlid’in üstün

gayretleri neticesi bu mıntıkaya hakim olundu. Hz. Hâlid, yavaş yavaş Fırat tarafına ilerledi. Burası, asker

sevkiyatı için çok mühim bir mevki idi. Fırat nehri kenarında, gayri müslim Arablar, Rumlar ve İranlı-

ların müşterek ordusu ile çetin bir muharebe oldu. Bu büyük zaferin elde edilmesi ile Irak’ın her tarafı

müslümanların hakimiyetine girmiş oldu. Bundan sonra, Halife Hz. Ebû Bekir, Hz. Hâlid bin Velîd’e Şam

tarafına hareket etmesini emretti. Derhal yola çıktı. Bir çok yerleri ele geçirerek Busra’ya ulaştı. Busra’da

İslâm ordusu hücum etti. Müslüman ordusu karşısında aman dilediklerinden onlarla cizye ve haraç vermek

şartıyla sulh yapıldı. Böylece Busra’lılar can ve mallarını teminat altına aldılar. Bu İslâm ordusu

Ecnadeyn de yapılan savaşta da galip geldikten sonra, Şam civarına geldiler. Şehir üç taraftan muhasara

edildi. Üç ay süren muhasarada netice alınamadı. Şehirde, bir gün, patriklerden birinin bir oğlu dünyâya

geldi. Halk her şeyi unutup, bayram yapmaya başladılar. Hz. Hâlid bin Velîd geceleri uyumayıp

vaziyeti araştırırdı. Askerî dehâsı ve halkın bu zaafından istifâde edip, ordusuna hücum emri verdi ve

ordu şehre girdi. Fahl mevkiinde Rumlarla yapılan savaşta, Rum orduları perişan edilerek, zafer kazanıldı.

Şam’da yapılan ikinci karşılaşmada, Rumların bütün orduları yok edilinceye kadar savaş devam

etti. Ard arda yenilen Rumlar, Anadolu’da papazlar vasıtasıyla köy köy dolaşarak asker topladılar. Büyük

bir haçlı seferi düzenlediler. 240 bin Rum askeri Yermük’te toplandı. Buna karşılık, 46 bin kişilik

müslüman ordusu vardı. Başkumandan Hz. Hâlid bin Velîd, ordusunu biner kişilik bölüklere ayırdı. Her

bölüğe kumandanlar tayin etti. Askerin maneviyatını kuvvetlendiren nutuklar irad ettikten sonra, düşmana

hücum emri verdi. Bu savaş târihde eşine ender rastlanan kahramanlıklara sahne oldu. Rum kumandanlarından

Yorgi, Hz. Hâlid bin Velîd’e gelip müslüman oldu. O da kâfirlere karşı çarpışmaya başladı

ve şehîd oldu. Harbin şiddetinden öğle ve ikindi namazlarını imâ ile kıldılar. Bu harbte İslâm kadınları

bile fevkalade cenk ettiler. Allah’ın kılıcı Hz. Hâlid, bütün gücü ile Haçlı ordusunun merkezine yüklendi.

Merkezdeki kuvvetlerini dağıtınca Rum ordusu kaçmaya başladı. Bu savaşta kan gövdeyi götürdü. 100

binden ziyade Haçlı öldürüldü. Buna karşılık 3000 müslüman şehîd oldu. Bu savaşta da zafer, İslâmın

oldu. İran, Irak, Şam, Suriye, Filistin Hz. Hâlid bin Velîd’in kumandanlığı ve fevkalâde güzel idaresi ile

feth edildi. Her gittiği yerde İslâmiyeti tanıttı. Hz. Ebû Bekir, tarafından, Suriye bölgesi valiliğine tayin

olundu. Hz. Ömer devrinde Medine’ye çağrıldı. Bütün hesaplarını muntazam olarak verdiği için, Halife

Hz. Ömer’den çok ihsan ve ikrâm gördü. Kısa bir süre sonra Harran taraflarına vali tayin edildi. Bu vazifede

bir sene kaldı.

Hz. Hâlid bin Velîd, 21 (m. 642) yılında Humus’ta hastalandı. Yanında silah arkadaşları vardı. Vefât

edeceği sırada kılıcını istedi. Kabzasını tutarak şefkatle okşadı. Sonra: “Nice kılıçlar elimde parçalandı,

işte bu benim ölümümü görecek olan son kılıcımdır. Beni en çok üzen, hayatı hep savaş meydanlarında

geçip, yatak yüzü görmemiş olan bu Hâlid’in yatakta ölmesidir. Resûlullah’ın (s.a.v.) hiçbir

Eshâbı, rahat yatağında ölmedi. Ya savaş meydanlarında veya uzak beldelerde Din-i İslâmı yayarken

garib olarak şehîd oldu. Ah... Hâlid!... Şehîd olamıyan Hâlid! Harb, benim etimi çiğneyemedi. Şehîdlik

mertebesi hariç elde etmediğim makam kalmadı. Vücûdumda bir karış yer yoktur ki, ya kılıç yarası, ya

bir ok yarası veya bir mızrak yarası olmasın, ömrü, Din-i İslâmı yaymak için savaşlarda at koşturan kimsenin

sonu, böyle yatak üzerinde mi olacak? ölümü, harb meydanında, atımın üzerinde, düşmana Allah

için kılıç sallarken şehîd olarak beklerdim.” dedi. Sonra Yermük savaşını hatırlayarak: “Ah... Yermük

günü... İnsan kanlarının vadide sel gibi aktığı Yermük!... Şiddetli bir kırağının olduğu gece, gökten boşanan

yağmura karşı kalkanımın altında gecelediğimi unutamıyorum. O gece Muhacirlerden kurulu akıncı

birliğimle baskın yapmak için sabahı zor etmiştik. Ah.. Yermük harbi... Üçbin yiğitle, yüzbin küffara karşı

zafer kazandığımız Mûte’yi bile unutturdun!... Ey yakınlarım! Cihada sarılın. Bu topraklar ancak Cihad

etmekle korunabilir. Yermük, Rumlarla yaptığımız ilk büyük muharebedir. Bundan sonra, daha nice savaşlar

birbirini takip edecektir. Sakın gaflete düşmeyin!... Şimdi, kendimi at kişnemeleri arasında, Allah

Allah nidalarıyla insanlara dar gelen Yermük Vâdisi’nde hissediyorum. Vallahi Rabbimden beni her gazada

diriltmesini ve o savaşın hakkını vermeyi isterim...” dedi. Sonra “Vasiyetimi bildiriyorum, beni ayağa

kaldırın...” deyince ayağa kaldırdılar. “Beni bırakınız, şimdiye kadar hep taşıdığım kılıcım artık beni taşısın”

diyerek kılıcına dayandı, “Ölümü, savaştaymışım gibi ayakta karşılayacağım, öldüğüm zaman atımı

muharebede tehlikelere dalabilen bir yiğide veriniz. Atım ve kılıcımdan başka bir şeye sahip olmadan

öleceğim. Mezarımı, bu kılıcımla kazınız. Kahramanlar kılıç şakırtısından zevk alır,” dedi ve yatağına

düşüp kelime-i şehâdet getirerek vefât etti.

Bütün Eshâb-ı kirâm gibi, Hz. Hâlid bin Velîd de, ömrünü İslâmiyyetin yayılması için harcamıştır.

Peygamber efendimize olan hürmeti, muhabbeti ve bağlılığı son derece idi.

Peygamber efendimiz, Veda Haccı’nda mübârek saçlarını tıraş ettiriyordu. Bütün Ehsâb-ı kirâm etrafında

toplanmış saçları yere düşürmemek için havada yakalıyorlardı. Mübârek alınlarındaki saçlarına

sıra gelince Hz. Hâlid bin Velîd “Anam, babam, canım sana fedâ olsun Yâ Resûlallah, ne olur, mübârek

alnınızdaki saçları bana verir misiniz” diyerek o kadar yalvardı ki, Hz. Peygamberimiz onu kıramadı. Tebessüm

buyurdular. Mübârek saçları alan Hz. Hâlid, öptü kokladı, yüzüne gözüne sürdü ve sarığının

içine yerleştirdi. Bütün savaşlarda muzaffer olmasının sebebini sorduklarında, sarığını çıkarıp içindeki

mübârek saçlar sayesinde olduğunu söylerdi. Yanında, Peygamber efendimizin ism-i şerîfinin, salât ü

selâm ilâve edilmeden yalnız olarak söylenmesine müsaade etmezdi. Resûlullah’tan (s.a.v.) kendisine

bir şey gelirse bundan, büyük şeref ve se’âdet duyar, iftihar ederdi. Bütün Eshâb-ı kirâm gibi, o da, sevgili

Peygamberimizin rızasını ve hoşnutluğunu kazanabilmek için çırpınırdı. Bunun için her şeylerini fedâ

eder, hiçbir şeyden çekinmezdi. Cesaret ve şecaatini ve askerlikteki tecrübelerini İslâmiyetin her tarafa

yayılması için harcamış ve bunun için Peygamber efendimiz tarafından meth edilmişti. Bir gün, Peygamber

efendimiz kendisi için “Allahın iyi kullarından biridir” diye söylemişlerdir. Hz. Hâlid hitâbet ve fesâhatta da çok mâhir idi.

Hz. Hâlid bin Velîd’in çocukları hakkında, teferruatlı malûmat olmamakla beraber, Muhâcir ve

Abdurrahman isimli iki oğlundan bahsedilmektedir ki, bunlar da kendisi gibi şecaat ve cesaret sahibi

idiler.

 

KAYNAKLAR:

 

1) El-A’lâm cild-2, sh-300

2) El-Îsâbe cild-1, sh-413

3) El-Îsâbe cild-1, sh-413

4) Târîh-ul-hamîs cild-2, sh-247, 144

5) Üsüd-ül-gâbe cild-2, sh-109

6) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-4, sh-262, cild-7, sh-394

7) Târîh-i Taberî cild-3, sh-103, 156

8) Mevâhib-i ledünniye cild-1, sh-197

9) Ensâb-ul-eşrâf cild-1, sh-356

10) İbn-i Hişâm cild-4, sh-239

11) Kâmil fi’t-târîh cild-2, sh-303

12) İnsan-ül-uyûn cild-2, sh-788

13) Sahîh-i Buhârî cild-5, sh-87

14) İbn-i Haldun târîhi cild-2, sh-41

15) Zerkânî Mevahib Şerhi cild-2, sh-273