Ana sayfa

 

EBU SÜFYAN BİN HARB R.A. :

 

Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinden meşhûr bir sahâbî. İsmi Sahr bin Harb’dir. Ebû Süfyân ve

Ebû Hanzala diye iki künyesi vardır. En çok Ebû Süfyân künyesi ile tanınır. Annesi Safiye binti Harb’dir.

Hz. Muâviye ve Resûlullahın (s.a.v.) zevce-i mutahharası olan Ümm-i Habîbe’nin babalarıdır. Dolayısıyla

Resûlullahın kayınpederi olmaktadır. (m. 565) senesinde Mekke’de doğdu. 34 (m. 653) senesinde de

Hz. Osman zamanında vefât etti. Baki kabristanına defn edildi. Vefât ettiğinde 88 yaşında idi. Dedesi,

Ümeyye bin Abd-i Şems bin Abd-i Menâftır. Abd-i Menâf, Resûlullahın (s.a.v.) dedesinin dedesidir.

Müslüman olmadan önce Resûlullahın büyük düşmanı idi. Ticâretle meşgul olurdu. Bedir savaşına

bunun ticâret kervanı sebep oldu. Hâdise kısaca şöyle olmuştur. Hicretin ikinci yılı, Ramazan ayında

Ebû Süfyân’ın reisliğinde büyük bir Kureyş kervanının Şam’dan Mekke’ye dönmekte olduğu haber alındı.

Bunun üzerine, Peygamber efendimiz (s.a.v.) bu kervandaki malları ganimet olarak almak için bir

ordu toplayarak Safra köyünü sola alarak sağdaki Zefirân denilen vadiye kadar geldi.

Bu arada, İslâm ordusunun kervanı üzerine gelmekte olduğunu öğrenen Ebû Süfyân yolunu değiştirdi.

Diğer taraftan da, Mekke müşriklerinden yardım istedi. Bunun üzerine müşrikler o günün ileri harb

aletleriyle mücehhez 1000 kişilik bir ordu hazırladılar. Bunu haber alan Resûl-i Ekrem (s.a.v.) İslâm ordusuna

Bedir kuyularına doğru hareket emrini verdi, iki ordu burada karşılaştı. Çetin bir muharebeden

sonra, İslâm ordusu muzaffer oldu.

Bedir’de Kureyş’in mağlup olması üzerine, Ebû Süfyân bazı adamları ile Medine-i münevvereye

doğru gidip, Ureyz denilen yerdeki hurmaları yakmış, Ma’bed-i Ensârî ile arkadaşlarını şehîd etmişti.

Ebû Süfyân Uhud muharebesinde müşrik ordusunun başkumandanı idi. Uhud gazasına bütün ağırlığını

koymuştu. Hendek gazvesinde de şirk ordusunun başında bulunmuş. Medine’yi kuşatmış, ancak bir

netice alamadan geri dönüp gitmiştir.

Ebû Süfyân İslâmiyeti yıkmak ve yok etmek için bütün gücü ile çalışıyordu. Kızı Ümm-i Habîbe ise

zevci Ubeydullah bin Cahş ile birlikte Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Ancak, Ubeydullah bin Cahş, fakîrlikten

kurtulmak için papazlara aldanıp, meazallah (Allahü teâlâ muhafaza buyursun) mürted olmuş, dinini

dünyâya değişmişti: Resûlullahın (s.a.v.) halasının oğlu olan bu adam, hanımı Ümm-i Habîbe’yi de

(r.anha) dinden çıkıp, zengin olmaya cebr (zorlayıp) ve teşvik etti ise de, Ümm-i Habîbe (r.anha) fakîrliğe

ve ölüme râzı olacağını, fakat Muhammed’in (a.s.) dininden çıkmıyacağını söyleyince onu boşadı. Sürünerek,

sefaletten ölmesini bekliyordu. Fakat az zaman içerisinde kendisi öldü. Resûlullah (s.a.v.) Ümm-i

Habîbe’nin dininin, kuvvetini ve başına gelen çok acı hali duydu. Necâşî’ye mektûb yazıp, “Oradaki

Ümm-i Habîbe ile evleneceğim. Nikâhımı yap! Sonra kendisini buraya gönder.” şeklinde talebte

bulundu. Necâşî daha önce müslüman olmuştu. Mektuba çok hürmet edip, oradaki müslümanları sarayına

davet ederek, ziyafet verdi. Hicretin yedinci yılında nikâh yapılıp, hediyye ve ihsanlarda bulundu.

Bu suretle Ümm-i Habîbe (r.anha) imânının mükâfatına kavuşarak orada zengin ve rahat oldu. Onun

sayesinde oradaki müslümanlar da rahat etti, Cennette kadınlar, kocalarının yanında bulunacakları için,

Cennetin en yüksek derecesi ile de müjdelenmiş oldu ki, dünyânın bütün zevk ve nimetleri, bu müjde

yanında pek küçük kalır. Bu nikâh, Ebû Süfyân’ın ilerde müslüman olmakla şereflenmesini hazırlıyan

sebeplerden birisi oldu. Ebû Süfyân’ın Resûlullaha (s.a.v.) ve İslâm’a olan düşmanlığı Mekke’nin fethine

kadar devam etti.

Müslümanların Mekke’den Medine’ye hicret etmesinden sonra da düşmanlıklarını devam ettiren

müşrikler ordu hazırlayıp, Medine’de bulunan müslümanların üzerine yürüdüler. Bedir, Uhud ve Hendek

gibi kanlı muharebeler yapıldı. Bu muharebelerde müslümanların karşısında tutunamayıp perişan olan

müşrikler, nihayet hicretin altıncı yılında Peygamberimizle (s.a.v.) sulh yapmayı kabul ettiler ve

Hudeybiye antlaşmasını imzaladılar. Ancak Hudeybiye antlaşmasını bizzat kendileri ihlal ettiler (bozdular).

Bunun üzerine Resûl-i Ekrem efendimiz onlara bazı tekliflerde bulundu ise de kabul etmediler ve

harbe hazırlanacaklarını bildirdiler ve kısa bir müddet sonra, bu teklifleri kabul etmediklerine pişman

olup, Hudeybiye antlaşmasını yenilemek için Ebû Süfyân’ı Medine’ye gönderdiler.

Ebû Süfyân Medine’ye gelince, hem kızı ve hem de Resûlullahın zevce-i mutahharası olan Ümm-i

Habîbe’nin evine gitti. Eve girdi. Burada Resûl-i Ekrem’in döşeğine oturmak istedi. Ümm-i Habîbe

(r.anha) onu Resûlullah’ın döşeğine oturtmadı. Döşeği hemen dürdü. Ebû Süfyân, “Kızım bana bir döşeği

kıyamıyor musun? Niçin böyle yapıyorsun” dedi. Hz. Ümm-i Habîbe, “Bu Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.)

döşeğidir. Müşrik onun üzerine oturamaz. Sen de müşrik ve pis birisisin. Bu yüzden seni bu döşeğe oturtmadım”,

cevabını verdi. Ebû Süfyân, “Kızım, bizim evden ayrılalı, sana bir şeyler olmuş, kötü olmuşsun”,

deyince, Hz. Ümm-i Habîbe, “Asla böyle bir şey yok. Allahü teâlâ bana kötülüğü değil

müslümanlığı ihsan etti, sen, hâlâ işitmiyen, görmiyen, taştan yapılmış putlara tapıyorsun, nasıl olur da,

senin gibi Kureyş’in ileri gelen aklı başında birisi İslâmiyet’ten uzak kalır.” dedi. Bunun üzerine Ebû

Süfyân, “Senden bunu da mı duyacaktım? Atalarımın yaptığı putları bırakıp, Muhammed’in (s.a.v.) dinine

mi gireceğim? Bu olur şey değil!” dedi.

Ebû Süfyân evden ayrıldı. Resûl-i Ekrem’e (s.a.v.) ve Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerine gidip, sulhu

yenilemek istediklerini söylediyse de bir netice alamadı. En son Hz. Ali ile görüştü. O da onu başından

savdı. Ebû Süfyân, Peygamberimizin (s.a.v.) mescidine girdi. Orada sulhu yenilediğini söyledi. Peygamberimiz

(s.a.v.) “Yâ Ebâ Süfyân! Bunu sen söylüyorsun, ben değil.” buyurdu. Ebû Süfyân bundan

sonra Mekke’ye döndü. Mekke’ye varınca, Kureyş müşrikleri Ebû Süfyân’a, ne getirdin diye sordular.

Ebû Süfyân, “Tek bir kalb olmuş bir kavmin yanından geliyorum. Hayatımda, eshâbının, Muhammed’e

(s.a.v.) gösterdiği bağlılık ve itâat gibi bir itâatle bağlanan bir kavim görmedim” dedi. Bunun üzerine

müşrikler “Sen hiçbir şey yapmamışsın. Senin kendi kendine ilân ettiğin sulhun hiçbir hükmü olmaz. Sen

bize sulh haberi getirmedin ki, emin olalım, harb haberi getirmedin ki harbe hazırlanalım” diyerek Ebû

Süfyân’a sitem ettiler.

Diğer taraftan, Resûlullah (s.a.v.) Ebû Süfyân Mekke’ye döndükten sonra, Hz. Ebû Bekir’i ve Hz.

Ömer’i çağırdı, istişare yaptı. Harbe karar verdi. İslâm ordusu bütün hazırlıklarını tamamladıktan sonra

Mekke’ye doğru yola çıktı. Merruz-Zahran denilen yere varınca karargâh kuruldu. Burada Peygamber

efendimiz onbin ateş yakılmasını emretti. Burası Mekke’ye yakın bir yer idi. Bir anda her taraf aydınlandı.

Mekkeliler neye uğradıklarını anlıyamadılar. Şaşkınlık içinde Ebû Süfyân’ın yanında toplandılar.

Ebû Süfyân durumu öğrenmek üzere yanına dört kişi aldı. İslâm ordusunun bulunduğu yere doğru

yürüdü. Karargâha yaklaştığı sırada İslâm askerleri onu yakaladılar. Hz. Abbas onu alıp, Resûlullahın

 (s.a.v.) huzuruna götürdü. Resûlullah (s.a.v.) onu affedip, amcası Hz. Abbas’a “Onu bu gece çadırına

götür. Sabah da bana getir” buyurdu.

Sabah namazı vakti olmuş, müezzinin ezanıyla, müslümanlar birer birer kalkıyorlardı. Ebû Süfyân

onların niçin kalktıklarını sordu. Hz. Abbas; “Namaza kalkıyorlar” dedi. “Kalkınca ne yapacaklar?” diye

sorunca, Hz. Abbas; “Onların hepsi mü’min, müslüman kimselerdir. Resûlullahın yanına gidecekler.

Resûlullah (s.a.v.) abdest alırken, Eshâb-ı i kirâm Resûl-i Ekrem’in abdest suyunu yüzlerine sürmek için

hemen oraya koşarlar.” Bu durumu gören Ebû Süfyân, “Ne Kisra’da ne de Rumların hükümdarında böylesine

bir saltanat görmedim” dedi. Bunun üzerine Hz. Abbas, “Bu saltanat değil, Peygamberliktir. Bu

yüzden O’na bu kadar bağlılar” dedi.

Resûlullah efendimiz (s.a.v.) namaza başlamak için tekbir aldı. Peşinden cemaat olan

müslümanlar da tekbir aldılar. Bu kadar büyük cemaatin, Resûlullaha uyarak rükû, kıyam ve secdelerini

gören Ebû Süfyân, namazdan sonra Hz. Abbas’a, “Muhammed (s.a.v.) onlara bir şey emretse, onlar

hemen bu emri yerine getirirler mi?” diye sordu. Hz. Abbas, “Vallahi, yemeyi içmeyi bırakmalarını

emderecek olsa, hiç tereddütsüz terk ederler” dedi.

Hz. Abbas, Ebû Süfyân’ı Peygamber efendimizin yanına götürdü! Resûlullah onu görünce, “Ey

Ebû Süfyân, Lâ ilâhe illallah (Allahü teâlâdan başka ilah yoktur) diyeceğin vakit gelmedi mi? Ben

size, hem dünyânızı hem de âhiretinizi kazandıracak bir din getirdim. Müslüman olunuz, selâmet

ve se’âdete eriniz” buyurdular. Ebû Süfyân Peygamber efendimize (s.a.v.) “Anam babam sana fedâ

olsun. Bu kadar sana eziyet ve cefada bulundum. Sonra beni yine hidâyete çağırıyorsun. Ne hoş hilm ve

ne güzel kerem sahibisin, inandım ki: Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur” dedi. Bunun üzerine Peygamber

efendimiz, “Benim Peygamber olduğumu tasdîk etme zamanın gelmedi mi?” buyurunca, Ebû

Süfyân Kelime-i şehâdeti söyleyerek müslüman oldu.

Hz. Abbas, Resûlullaha, “Yâ Resûlallah! Ebû Süfyân övülmeyi ve üstün tutulmayı seven birisi, övüneceği

bir şey lütf etseniz”, dedi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.), “Kim Ebû Süfyân’ın evine, Kâ’be’ye,

Mescid-i Haram’a ve kendi evine sığınırsa, emindir,” buyurarak Mekkeli müşriklere bunu bildirmesini

emretti. Ebû Süfyân Mekke’ye dönmek üzere izin istediğinde, Peygamberimiz (s.a.v.) amcası Hz.

Abbas’a, “Ebû Süfyân’ı al, ordunun geçeceği yolun dar bir yerine götür, İslâm ordusunun büyüklüğünü

görsün,” buyurdu. Hz. Abbas onu alıp, İslâm ordusunun geçeceği yolun dar bir yerine götürdü.

Ordu hareket edip, Eshâb-ı kirâm kabile kabile Ebû Süfyân’ın önünden geçiyor, “Allahü Ekber” sadaları

her tarafı çınlatıyordu. Her birlik geçtikçe, Hz. Abbas onu tanıtıyordu. En son Peygamberimizin (s.a.v.)

bulunduğu birlik geçti. Bundan sonra Ebû Süfyân îmân etmiş olduğu halde, sür’atle Mekke’ye döndü.

Mekke’ye varınca, halkı İslâm’a ve teslim olmaya davet etti.

Kureyşlilere şöyle buyurdu: “Ey Kureyş! Bu gelen Muhammed’dir (s.a.v.) Karşısına çıkılmayacak

bir kuvvetle Mekke’ye geliyor. Her kim Ebû Süfyân’ın evine, Mescide sığınırsa veya kendi evine kapanırsa

emindir” dedi. Bunu gören hanımı Hind, kocasının sakalından tutarak “Ey Kureyş!’ Bu ahmak ihtiyarı

öldürün.” demişti. Ertesi gün Hind de imâna geldi. Hind Resûlullahın elinden tutup bîat etmek isteyince

Resûlullah (s.a.v.) “Ben kadınlarla el tutuşmam” buyurmuşlardır. Resûl-i Ekrem kadınlarla bîati

sözle yapardı. Hz. Hind, Kureyş kadınları adına Resûlullah ile sözleşti. Resûlullahın (s.a.v.) hayır duâlarını

almakla şereflendi. Ebû Süfyân’ın sözlerini heyecanla dinleyen Kureyş müşrikleri büyük bir şaşkınlık

içine düşüp, bir kısmı Ebû Süfyân’ın evine bir kısmı Harem-i şerîfe girdi. Bir kısmı da kendi evine kapanıp,

dışarı çıkmadı. Silahını alıp, dolaşanlar da görülüyordu.

İslâm ordusu, Mekke’yi fethedip, o günün gecesinde sabaha kadar tekbir ve tehlil getirip, Kâ’be’yi

tavaf ettiler. Bu manzarayı gören Ebû Süfyân hanımı Hind’e, “Sen bunun Allahü teâlâ’dan olduğu kanaatinde

misin?” diye sordu. Hind, “Evet Allah’tandır.” diye cevap verdi. Ertesi gün Resûlullah (s.a.v.) ona

“Sen Hind’e (Bu Allahü teâlâdan mıdır?)” diye sordun. O da “Evet öyledir” dedi, buyurdu. Bunun

üzerine Ebû Süfyân’ın bu mucize karşısında, Resûl-i Ekrem’e muhabbeti ziyadesiyle artmış, kalbinin

derinliklerinden gelen bir iştiyak ve sevinçle: “Şehâdet ederim ki, sen Allahü teâlânın kulu ve Resûlüsün,

Allahü teâlâya yemin ederim ki, şu sözümü Allahü teâlâ ile Hind’den başka hiç kimse bilmiyordu” demiştir.

Hz. Ebû Süfyân’ın Mekke’nin fethinde büyük hizmeti oldu. Mekkelilere bu sırada ne yapacaklarını

anlatıp, onlara en salim yolu göstererek, kanlarının akmamasına sebep oldu. Ebû Süfyân (r.a.), Mekke’nin

fethinden sonra vuku bulan Huneyn gazvesine iştirak etti. Ondan sonra Taif muhasarasına da

katılan Ebû Süfyân (r.a.) burada bir gözünü kaybetti. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) daha sonra Ebû Süfyân’ı

(r.a.) Necran’da görevlendirdi. Hz. Ebû Bekir zamanında da Necran’da valilik yapan Ebû Süfyân hazretleri,

bu vazifelerinde Hz. Ömer devrine kadar kaldı. Hz. Ömer’den izin alarak Suriye ordusuna katılıp,

burada savaşlarda bulundu. Yaptığı konuşmalarla askerleri harbe teşvik etti.

14 (m. 686) senesinde yetmiş yaşını geçtiği halde Yermük muharebesinde bulundu. Yaşlı olduğu

için savaşmasına izin verilmedi. Yalnız yüksekçe bir yere çıkıp, İslâm ordusunu harbe teşvik edici moral

yükseltici konuşmalar yaptı.

Hz. Osman zamanında, onun danışmanı olarak görev yaptı. Ebû Süfyân (r.a.) İslâm’a girdikten

sonra halis bir müslüman oldu: Ölüm döşeğinde iken, aile efradına “Bana ağlamayın, çünkü ben

müslüman olduktan sonra günah işlediğimi hatırlamıyorum” buyurmuştur.

Peygamberimizin (s.a.v.) mübârek zevcesi Ümmî Habîbe (r.anha) annemizin erkek kardeşi olan

Hz. Muâviye, babası Ebû Süfyân ve anası Hind (r.anha) eshârdan (Resûlullah’ın (s.a.v.) zevce tarafından

akrabaları) olup, şu hadîs-i şerîfe dahildirler “Allahü teâlâ, beni insanların en asilzâdesi olan

Kureyş kabilesinden seçti. Bana insanlar arasında en iyilerini arkadaş, eshâb yaptı. Bunlardan

bir kaçını bana vezirler olarak ve din-i İslâmı insanlara bildirmekte, yardımcı olarak seçti. Bunlardan

bazılarını da Eshâr olarak ayırdı. Bunları seb edenlere (söğenlere) iftira edenlere, Allahü

teâlânın ve bütün meleklerin ve insanların la’neti olsun. Allahü teâlâ kıyâmet günü bunların farzlarını

ve sünnetlerini kabul etmez.”

Ebû Süfyân (r.a.) müslüman olup, Sahâbelik şerefine kavuşmakla, gelmiş geçmiş evliyânın ulaşamadığı

bir mertebeye ve devlete kavuşmuştur.

Hz. Ebû Süfyân pek fazla hadîs-i şerîf rivâyet etmemiştir. Bir gün Resûlullaha (s.a.v.) ihlâs’ın ne

olduğunu sordu. Peygamber efendimiz, “Rabbim Allah’dır, dedikten sonra, emr olunduğun gibi

dosdoğru olmandır.” buyurdu.

 

KAYNAKLAR:

 

1) El-A’lâm cild-3, sh-201

2) El-Îsâbe cild-2, sh-178

3) El-İstiâb cild-2, sh-190

4) Kâmûs-ul-â’lâm cild-1, sh-725

5) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-1002

6) Eshâb-ı Kirâm sh-329

7) İbn-i Hişâm cild-2, sh-614

8) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-2, sh-12

9) İbn-i Âbidîn cild-5, sh-263

10) Megâni (Valudî) cild-2, sh-821

11) Zerkânî, Mevâhib Şerhi cild-2, sh-320