ESAD BİN ZÜRARE :
Medineli ilk müslüman olan
Sahâbîlerdendir. Adı, Es’ad bin Zürâre bin Ads bin Ubeyd bin Sa’lebe
bin Ganem bin Mâlik bin
Neccâr el-Hazrecî’dir. Medineli Ensâr’ın büyüklerinden ve en önce îmân
edenlerdendir.
Doğum zamanı ve yaşı
hakkında bilgi yoktur. Künyesi “Ebû Ümâme” olmakla beraber
“Es’adül-Hayr=(Hayırlı
Es’ad)” ismi ile anılırdı. Oğlu Abdullah da Eshâb-ı kirâmdandır. Kızı Habîbe,
Behl
bin Hanif (r.a.) ile, diğer
kızı Fâria da Nebyat bin Câbire (r.a.) ile evlenmişlerdir. Diğer bir kızı
Kebeşe de,
Abdullah bin Ebî Habîbe
(r.a.) ile evlendi. Dört evladı da Eshâb-ı kirâmdan olmakla şereflenmiştir. Hz.
Es’ad, ilk Akabe bîatından
önce Mekke’de müslüman oldu. Peygamber efendimizin Medine’ye hicretinden
kısa bir süre sonra vefât
etti. Vefâtından önce kızlarını Resûlullah efendimize vasiyet etmişti.
Es’ad bin Zürâre’nin (r.a.)
müslüman oluşu, birinci Akabe bîatından öncedir. Birinci Akabe’de
müslüman olduğu da
bildirilmektedir. Resûlullah (s.a.v.) efendimiz, Mekke’de herkesi imâna davet
ediyor,
İslâm nuru ile küfür
karanlığını aydınlatarak, kalblere Allah sevgisini yerleştirmeye çalışıyordu.
Mekke’nin
puta tapan Arapları, bu hak
daveti bir türlü anlayamıyor, İslâmiyeti kabul etmemekte ısrar ve inat
ediyorlardı. İnsanları hak
dine davetin başlaması, on seneye yaklaşmıştı. Peygamberimiz karşılaştığı
herkese İslâmiyeti tebliğ
ediyor, onların müslüman olmalarını istiyordu. Bu iş için Taif’e gitti. Orada
bir ay
kaldı. Kimse inanmadığı
gibi alay ettiler, eziyet ve sıkıntı verdiler. Çocuklarını ve hizmetçilerini yola
dizip
Resûlullah’ı taşa tuttular.
Mekke’de çok az kimse müslüman olmuştu. Onlara da, müşrikler, akla hayale
gelmedik sıkıntılar
veriyor, işkence yapıyordu. İşte, Peygamberimizin İslâmı tebliği hususunda çok
sıkıntı
çektiği bir günde Es’ad bin
Zürâre ile Zekvan bin Abd-i Kays, Medine’den Mekke’ye gelmişlerdi. Mekke’nin
ileri gelenlerinden Utbe
bin Rebîa’nın yanına uğramışlardı. Bu sırada Hz. Es’ad Resûlullahın
(s.a.v.), yeni bir dîni
açıklamaya başladığını öğrendi. Zaten kendisi, Hanîf inancı üzere olup, tek
olan
Allah’a inanıyor, O’na
ibadet ediyor, asla putlara tapmıyordu. Hemen Resûlullahın (s.a.v.) yanına
gitmek
istedi. Utbe buna engel
olmak istediyse de, arkadaşı Zekvan ile birlikte Peygamberimizin huzuruna
vardılar.
Resûlullah (s.a.v.), onları
güzel şekilde karşılayıp ikrâm ve iltifatta bulundu. Kur’ân-ı kerîmden âyetler
okuyup, İslâmiyeti anlattı.
Bu dine girmeleri için davette bulundu. Arkadaşı Zekvan, Es’ad bin
Zürâre’ye hitaben, “İşte,
senin dinin budur!” dedi. İkisi birden hakka daveti kabul ederek müslüman
oldular.
Sonra, Resûlullah’tan izin
alarak Medine’ye döndüler. Orada herkese, İslâmiyeti duyurmaya başladılar.
Bunlardan ilk olarak Sa’d
bin Hayseme (r.a.) bu daveti kabul edip, müslüman oldu. Böylece üç kişi
oldular. Daha sonra
Resûlullah (s.a.v.) ile görüşmeleri için Medinelileri teşvik ettiler. Hatta ilk
Akabe bîatinin
onların bu teşviki ile vuku
bulduğu beyan edilmektedir.
Başka bir rivâyette, Es’ad
bin Zürâre’nin (r.a.) müslüman oluşu şöyle bildirilmektedir: Resûlullah
(s.a.v.) her yıl hac
mevsiminde ve Ukâz panayırı günlerinde Mekke şehrinin dışına çıkıp, başka
yerlerden
gelen kabilelerle görüşerek
onları İslâma davet ederdi. Peygamberliğinin onbirinci senesinde, hac
mevsiminde Mekke dışına
çıkmıştı. Akabe denilen yerde, Medine halkından bir toplulukla karşılaştı.
Onlara,
“Sizler kimlersiniz?” diye
sorunca, Medine’de Hazrec kabilesine mensûb olduklarını söylediler.
Peygamberimizin dedesi
Abdülmuttalib’in annesi Selma hatun da, Hazrec kabilesinin Neccâroğulları
koluna mensûbtu.
Peygamberimiz, Hazrecli bu altı kişi ile bir müddet oturup, onlara Kur’ân-ı
kerîmden
İbrâhîm sûresi 35-52.nci
âyet-i kerîmelerini okudu ve İslâmiyeti anlattı. Bu dine girmeleri için davette
bulundu. Onlar da, zâten
kabilesinin büyüklerinden ve Medine’de yaşayan yahudilerden, yakında bir
peygamberin geleceğini
işitmişlerdi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.), onları dine çağırınca birbirlerine
bakıştılar
ve: “Yahudilerin,
alâmetlerini haber verdiği işte bu Peygamberdir!” diye aralarında konuştular,
öteden
beri yahudilerle Evs ve
Hazreclilerin aralarında düşmanlık olduğu için onlardan evvel bu peygambere
îmân etmek istediler.
Ayrıca Evs ve Hazrec kabileleri de birbirlerine düşman idi. Bu sebepten hemen
Resûlullah’ın huzurunda
Kelime-i şehâdet getirerek müslüman oldular. Peygamberimize de: “Biz kavmimizi,
hem birbirlerine karşı, hem
de yahudilere karşı, aralarında düşmanlık ve kötülük olduğu halde
geride bırakmış
bulunuyoruz. Ümit edilir ki, Allah onları da, sizin sayenizde bir araya toplar.
Biz, hemen
dönüp onları senin
peygamberliğini kabul etmeye davet edeceğiz ve bu dinden kabul ettiğimiz
şeyleri
onlara da anlatacağız. Eğer
Allah, onları bu, din üzerinde toplayıp birleştirirse, Senden daha azîz ve
şerefli kimse olmaz!”
dediler. Medineli bu altı kimse gerçekten inanmış, Allahü teâlânın
Peygamberimize
tebliğ ettiklerini kabul ve
tasdîk etmişlerdi. Vatanlarına dönmek üzere Peygamberimizden izin alıp
ayrıldılar.
Bu yeni müslüman olan altı
kişinin ikisi, Neccâroğulları ailesinden Ebû Umâme Es’ad bin Zürâre ile
Avf bin Hâris idi.
Diğerleri de, Râfi bin Mâlik, Kutba bin Âmir, Câbir bin Abdullah bin Riâb
(r.anhüm) idiler.
Bunlar, Medine’ye
kavimlerinin yanına dönünce, hemen onlara Peygamberimizden anlatmaya ve
İslâm dinine girmeleri için
davete başladılar. Bunu o kadar çok yaptılar ki; Medine’de, içinde
Peygamberimizin
ve İslâmiyetin
bahsedilmediği bir ev kalmadı. Böylece İslâmiyet, Hazrec kabilesi arasında
yayıldığı
gibi Evs kabilesinden de
bazı kimseler müslüman oldu. Akabe’deki bu görüşmeden sonra, Es’ad bin
Zürâre (r.a.) İslâmiyeti
kabul eden oniki arkadaşı ile beraber hac için Mekke’ye gittiler. Ve yine
Akabe’de
Resûlullah (s.a.v.) ile
görüşüp, O’na bîat ettiler. O’na bağlılıklarını arz edip, bütün emir ve
isteklerine
teslim olacaklarına söz
verdiler. Bu sözleşmede, Allah’a ortak koşmayacaklarına, zina yapmayacaklarına,
hırsızlık etmeyeceklerine,
iftiradan kaçınacaklarına, ayıplanmak ve rızık korkusu sebebiyle çocuklarını
öldürmeyeceklerine dair
taahhütte bulundular, ikisi Evs kabilesine, diğerleri de Hazrec kabilesine
mensûb olan bu 12 kişinin
başı, reisi Es’ad bin Zürâre (r.a.), idi. Peygamberimiz bu oniki kişiyi
kabilelerine
nakîb (temsilci) yaptı.
Bunlar, kabilelerine İslâmiyeti anlatıp, onlar adına Resûlullah’a karşı kefil
olacaklardı.
Es’ad bin Zürâre (r.a.) da,
hepsi adına temsilci tayin edilmişti.
Bu sözleşmeden sonra,
Medine’ye dönen Hz. Es’ad ve arkadaşları, kabilelerine hemen İslâmiyeti
anlatarak, onu yaymak ile
meşgul oldular. Bu sırada Peygamberimiz Mir’ac’a götürülüp, Cenneti ve
Cehennemi
gördü. Allahü teâlâ ile
vasıtasız olarak, anlaşılmaz bir şekilde konuştu. Beş vakit namaz
emrolundu.
İslâmiyet Arabistan
yanmadasında yayılmaya devam ederken, Medine’de bu iş çok daha süratli
yürüyordu. Öyle ki, daha
önce birbirlerine düşman olan Evs ve Hazrec kabileleri barışmış, İslâmiyeti
daha iyi öğrenebilmek için
Resûlullah efendimizden bir muallim, hoca istemişlerdi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.)
de, onlara Kur’ân-ı kerîmi
ve İslâmiyeti öğretmek için Mekke’deki Eshâbından Hz. Mus’ab bin Umeyr’i
gönderdi. Mus’ab (r.a.),
Medine’de Hz. Es’ad’ın evinde kaldı. Onunla birlikte ev ev dolaşarak herkese
İslâmiyeti duyurdular.
Resûlullah’ın sevgisini ve Onu, bütün düşmanlarından korumak için canla başla
çalışacaklarına söz
vermelerini anlattılar. Onları, Resûlullah ile yapılacak bîata hazırladılar.
Onların bu
gayretleri bereketiyle
Medine’de Evs ve Hazrec kabilesi içinde Benî Ümeyye bin Zeyd’in evinden başka,
İslâmiyet nuru ile
aydınlanmayan, müslüman olmayan kimse kalmamıştı. Bu arada Hz. Es’ad bin
Zürâre’nin teyzesi oğlu
olan Sa’d bin Muâz’ın (r.a.) hizmeti de çok büyük olmuştu. Onun müslüman olduğu
gün, kendi kavminden
müslüman olmayan kimse kalmamıştı.
Resûlullah efendimize,
Peygamberlik vazifesi verileli 13 sene olmuştu. Mekkeli müşriklerin,
müslümanlara zulmü had
safhaya varmış, dayanılmaz bir hâl almıştı. Medine’de ise, Es’ad bin Zürâre
(r.a.) ile Mus’ab bin
Umeyr’in (r.a.) hizmetleri sayesinde Evs ve Hazrecliler, müslümanlara kucak
açacak,
onları bağrına basıp
uğrunda her fedâkârlığı yapacak aşk ve şevkin içindeydiler. Resûlullah’ın da
bir an önce Medine’ye
teşriflerini arzuluyorlar, O’nun uğrunda mallarını ve canlarını
esirgemeyeceklerine
söz veriyorlardı. Hac
mevsimi gelmişti. Hz. Mus’ab bin Umeyr ile beraber, Medineli 73 erkek ve 2
kadın
müslüman, Mekke’ye
geldiler, Hacdan sonra, hepsi yine Akabe’de Peygamberimiz ile buluştular. Hz.
Es’ad bin Zürâre ve 12
temsilci, kabileleri adına Peygamberimizin Medine’ye hicret etmelerini rica ve
teklif ettiler. Resûlullah
efendimiz onlara, Kur’ân-ı kerîmden bazı âyet-i kerîmeleri okuduktan sonra,
kendi
canlarını, çoluk ve
çocuklarını nasıl koruyup gözetirlerse, O’nu da öyle koruyacaklarını temin
etmek
üzere onlardan kesin söz
istedi. Evs ve Hazrec kabilelerin bütün temsilcileri biraz düşünüp taşındıktan
sonra, “Senin uğrunda
canımızı ve mallarımızı harcasak, bize ne var?” dediler. Peygamberimiz de
cevabında:
“Allahü teâlânın râzı
olması ve Cennet var!” buyurdu. Bunlardan her biri kavminin temsilcileri,
vekilleri olarak bu hususta
söz verdiler. İlk önce Es’ad bin Zürâre (r.a.): “Ben, Allah’a ve O’nun Resûlüne
verdiğim sözü yerine
getirmek, canımla ve malımla O’na yardım hususundaki, sözümü, işlerimle
gerçekleştirmek üzere bîat
ediyorum” deyip elini uzattı ve müsâfeha yaptı. Arkasından her biri bu şekilde
bîati tamamlayıp, “Allahü
teâlânın ve Resûlünün davetini kabul ettik, dinledik ve boyun eğdik.” diyerek
hoşnutluklarını ve
teslimiyetlerini ifade ettiler. Böylece Resûlullah’ın uğrunda canlarını ve
mallarını çekinmeden
ortaya koydular. Kadınlar
ile bîat, sadece söz ile yapılmıştı. Bu ikinci akabe bîatından sonra,
Resûlullah efendimiz,
Mekkeli müslümanların Medine’ye hicret etmelerine izin verdi. İlk hicret eden,
Peygamberimizin süt kardeşi
Hz. Ebû Seleme bin Abdül-Esed olmuştu. Arkasından birçok müslüman
gitti.
Daha sonra Allahü teâlânın
izni ile, Peygamberimiz de Medine’ye hicret buyurdular. Hicretten sonra
Peygamberimiz Hz. Zeyd bin
Hâlid Ebû Eyyûbel Ensârî’nin evine yerleşmekle beraber, Hz. Es’ad bin
Zürâre’nin evinde de kalmak
suretiyle onun hatırını gözetir, hanesini bereketlendirirlerdi. Çünkü O,
Ensârın en büyüğü ve
Medinelilerin en önce müslüman olanlarındandı. İslâmiyet, Medine’ye O’nun
evinden
yayılmıştı. İslâmiyeti
öğretmek için Peygamberimiz tarafından Mekke’ye gönderilen Hz. Mus’ab
bin Umeyr, O’nun evinde
kalmıştı.
Hicrette, Peygamberimizin
bindiği devenin, Medine’ye varınca ilk çöktüğü arsa, Es’ad bin
Zürâre’nin (r.a.) yanında
yetişip büyüyen Neccâroğullarından Sehl ve Süheyl adında iki yetime aitti.
Resûlullah efendimiz,
mescit yapmak için bu arsayı satın almak istedikleri zaman, iki kardeş,
satmayacaklarını
ancak Resûlullah’a hediye
etmek istediklerini söylediler. Peygamberimiz arsa sahiplerinin yetim
olduklarını bildikleri için
ücretini ödemeden almak istemedi. O arsayı on miskal (48 gram) altına satın
aldı. Hz. Ebû Bekir’e emir
buyurup, arazinin parasını verdirdi. Hz. Es’ad bin Zürâre de, bu iki yetime,
Ben-i Beyâda tarafında
kendilerine bir arazi vererek geçimlerini sağlamayı temin etti.
Medine’de Mescid-i
Nebevî’nin inşaatına devam edilirken hicretten dokuz ay sonra Hz. Es’ad bin
Zürâre hastalandı. O, bugün
için de tehlikeli olan menenjit hastalığına yakalanmıştı. O devirde böyle
hastalıklar ateş ile
dağlanırdı. Bu tedavi şekli aynen uygulanmasına rağmen hastalığı iyileşmedi.
Resûlullah efendimiz
kendisini ziyâret ederek sıhhat ve afiyetleri için duâ etti. Hastalığı çok
şiddetliydi.
Hayatının son anlarını
yaşıyordu. Tedavisi için her çareye başvurulmuştu. Kısa bir müddet içinde vefât
etti. Böylece Hz. Es’ad bin
Zürâre, Resûlullah’ın Medine’ye hicretinden sonra ilk vefât eden sahabîsi
oldu. Ensârın sözüne göre
Baki Kabristanına, ilk olarak O defn edildi. Muhacirler ise Hz. Osman bin
Maz’ûn’un defn edildiğini söylüyorlar.
Es’ad bin Zürâre (r.a.),
Bedir harbine katılamadan vefât etmişti. Resûlullah efendimiz, O’nun ölümüne
çok üzüldüler. Medineli
yahudiler, onun ölümünden sonra Resûlullah’ın Peygamberliği aleyhinde
dedi-kodu yapmaya
başlayarak, “Muhammed’in bir kudreti olsaydı, arkadaşını iyi ederdi” dediler.
Bu
suretle, mü’minleri, O’ndan
soğutmak ve yeni dine girecek olanları, O’na yaklaştırmamak istiyorlardı.
Düşmanlıklarını açıkça
ortaya koyuyorlar, insanları şüpheye düşürmek istiyorlardı. Resûl-i Ekrem
(s.a.v.)
efendimiz de, onların bu
hallerini çok iyi bildiklerinden: “Yahudiler, neden arkadaşını kurtaramadı?
diyecekler. Ben ise,
arkadaşımın bu hali için bir menfaat veya zarar vermeye mâlik değilim!”
buyurdu.
Halbuki onun peygamberliği,
insanları cahillikten, küfür ve sapıklık yollarından kurtarıp imân aydınlığına
çıkartmaktı. Onun vazifesi,
Allahü teâlâ’nın râzı olduğu doğru yola davet işinden ibaretti.
Es’ad bin Zürâre (r.a.),
ikinci Akabe bîatından sonra, Hazrec kabilesinin Neccâroğullarına nakîb
(temsilci) tayin edilmişti.
Vefâtından sonra, Neccâroğullarından bir grup Resûlullah’a gelerek: “Bizim
nakîbimiz öldü. Bize bir
nakîb tayin ediniz!” dediler. Resûlullah efendimiz de onlara yeni bir nakîb
tâyin
etmeyerek, “Sizler, benim
dayılarımsınız. Ben de sizin nakîbinizim!” buyurdu. Böylece, onları sevindirmiş
oldu. Resûlullah’ın,
Neccâroğullarına böyle iltifat etmesi, onlar için büyük şeref oldu.
İkinci Akabe bîatından
dönen Medineli müslümanlar, kendilerine Kur’ân-ı kerîmi öğretmek için
gönderilen Hz. Mus’ab bin
Umeyr ile birlikte akrabalarına, arkadaşlarına ve evindekilere İslâmiyeti
anlatmaya
başladılar. Birkaç gün
içinde 30 kişi müslüman oldu. Böylece Medine’de müslümanların sayısı
40’a ulaşmıştı. Bir gün, bu
müslümanların hepsi, Hz. Es’ad bin Zürâre’nin evinde toplandıklarında:
“Yahudiler
ve hıristiyanlar,
kendilerine haftada birer gün seçerek, o gün alış-verişi bırakıp, inançlarına
göre
ibadet ediyorlar. Şimdi,
bize de uygun olanı, haftanın yedi gününden birini seçerek, o günü taât ve
ibâdet
için ayırmaktır!” dediler.
Bu fikri, başta, reisleri Hz. Es’ad olmak üzere hepsi uygun buldular. Derhal
Cuma gününü bu işe
ayırdılar. Cuma’ya, o güne kadar Arube günü deniliyordu. Mü’minlerin toplanıp
ibâdet etme günü mânâsına
“Cum’a” dendi. Resûl-i Ekrem’in Medine’ye hicretinden evvel, Hz. Es’ad bin
Zürâre, Medine’deki 40
kadar müslümanı toplayarak, bir Cuma günü Nakî-ül-Hadamât’taki Beyâda’ya
götürmüş ve orada onlara
Cum’a namazı kıldırmıştır. Bu suretle Peygamberimizin: “Kim, güzel bir
sünneti ihya ederse, hem
onun sevabına, hem de kıyâmete kadar o sünnetle amel edenlerin kazanacakları
sevaba nâil olurlar.”
hadîs-i şerîfinin muhatabı olmuştur. İslâmiyette ilk defa kılınan Cuma
namazı, işte bu yerde
kılınan Cuma’dır. Medineli müslümanların bu hayırlı maksatları, cenâb-ı Hakkın
rızâsına uygun olduğundan
bilâhere devamlı olarak Cuma namazı kılınması emredilmiştir.
Eshâb-ı kirâmdan Hz.
Abdurrahman bin Ka’b bin Mâlik de bu hadîseyi şöyle anlatıyor: Babam, Hz.
Ka’b’ın gözleri az görmeye
başlamıştı. O yola çıktıkça ben onun elinden tutar, istediği yere götürürdüm.
Babamı Cuma namazına
götürdüğüm zamanlarda, ezanın sesini duyar duymaz, hemen Hz. Es’ad bin
Zürâre’yi hatırlar, O’nun
mağfiretini ister, O’na hayır duâ ederdi. Bir gün babama sordum: “Babacığım!
Cuma ezanını duydukça,
daima Es’ad bin Zürâre’yi (r.a.) hatırlayarak, O’na mağfiret diliyorsun, ona
duâ
ediyorsun. Bunun sebebi
nedir?” Babam şu cevabı verdi: “Oğlum! Resûl-i Ekrem’in Medine’ye teşrifinden
evvel, bize ilk Cuma
namazını kıldıran o idi.” Tekrar sordum: “O zamanlar kaç kişiydiniz?” Bana,
Kırk kişiydik” diye cevap
vermişti.
KAYNAKLAR:
1) El-Îsâbe, cild-1, sh-34
2) El-İstiâb, cild-1, sh-82
3) Metâli-un-nücûm, cild-2,
sh-187