Ana sayfa

 

EBU TALHA  / ZEYD BİN SEHL R.A.  أبا طلحة :

 

Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından ve Ensâr’ın büyüklerinden. Adı, Zeyd bin Sehl bin Esved bin Haram

bin Amr bin Zeyd-i Menât bin Adî bin Amr bin Mâlik en-Neccâr el-Ensârî’dir. Eshâb-ı kirâmın meşhûr

okçularındandır. Müslüman olmadan önce de okçuluğu ile meşhûrdu. Yiğitliği ve kahramanlığı ile

birlikte bilhassa iyi ok atması ile tanınmıştı. Kendisinin okçuluğunu tanıtan bir şiiri vardır.

Zeyd’im ben, hem Ebû Talha’yım da.

Her gün bir av bulunur silâhımda.

Medine’de doğdu. Doğumu hakkında kesin bir târih bildirilmemektedir. Esas adı Zeyd olup, “Ebû

Talha” künyesi ile meşhûr olmuştur. Babası Sehl, annesi de Ebâde binti Mâlik’tir. Hanımı, Hz. Enes bin

Mâlik’in annesi Ümmü Süleym binti

Milhân’dır. Hz. Ebû Talha’nın mensûb olduğu Amr bin Mâlik kabilesi, Peygamberimizin Mescidinin

batı tarafında “Babür-rahme” civarında ikâmet ediyorlardı. Hz. Ebû Talha, Peygamberimizin İslâmiyeti

tebliğ etmeye başladığı sırada kabilesinin reisi (başkanı) bulunuyordu. Müslüman olduktan sonra,

Resûlullahın çok sevdikleri ve itimad ettikleri Eshâbından oldu. Onunla beraber bütün harplere iştirak etti

ve çok kahramanlıklar gösterdi. Hicretin otuzdördüncü (m. 655) senesinde 70 yaşında iken vefât etti.

Daha sonraki bir târihte de vefât ettiği bildirildi.

Hz. Ebû Talha, İslâm güneşinin Mekke-i Mükerremede doğup cihanı aydınlatmaya başladığı sırada

20 yaşına erişmiş tam gençlik çağını yaşıyordu. Bu sırada Mâlik bin Nadr’dan dul kalan ve Hz. Enes

bin Mâlik’in annesi olan Ümmü Süleym ile evlenmek istedi. Bu Ümmü Süleym, cahiliye devrinde Mâlik

bin Nadr ile evliydi. İslâmiyeti kabul edince, kocası dininden ayrılması için çok uğraştı. Hz. Ümmü

Süleym’in müslümanlığı terk etmemesi sebebiyle Kocası Mâlik buna darılıp Şam’a doğru yola çıkmış,

yolda da eşkıyalar tarafından öldürülmüştü. Eşinden dul kalan Ümmü Süleym, kendisi ile evlenmek isteyen

Ebû Talha’ya (r.a.): “Benim de seninle evlenmek arzum yok değil! Senin bu arzunu red etmek istemezdim.

Fakat ben, İslâmiyeti kabul edip müslüman oldum. Sen ise, henüz müşriksin. Dînime göre,

müslüman bir kadının, kâfir olan bir erkek ile evlenmesi caiz olmayıp, yasaktır. Eğer müslüman olursan,

seninle evlenirim ve müslümanlığından başka bir şey de istemem.” dedi. Ebû Talha da, Onun bu talebini

kabul edip, müslüman oldu ve onunla evlendi. (Bkz. Ümmü Süleym). Hz. Ümmü Süleym’den Abdullah

ve Ebû Ümeyr adında iki oğlu olmuştur. Başka bir rivâyette de, Hz. Ebû Talha’nın, İslâmiyeti kabul edişi

şöyle bildirilmektedir. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) efendimiz, İslâmiyeti Medinelilere öğretip yaymak için

Mus’ab bin Umeyr’i (r.a.) vazifelendirmişti. Hz. Mus’ab, Medine halkına İslâmiyeti anlatırken, bir gün Ebû

Talha (r.a.) ile görüşüp, Onu da bu dîne girmeye davet etmişti. Hz. Ebû Talha İslâmiyeti kabul ettikten

sonra, Mekke-i Mükerreme’ye giderek Resûlullah efendimiz ile görüşüp, Onunla konuşmak, sohbetinde

bulunmak şerefine de kavuşmuştu. Mekke’de, Resûl-i Ekrem’e bîat ettikten sonra tekrar Peygamberimiz

tarafından, Medineye gönderilmiş ve oradaki Ensâra İslâmiyeti tebliğ etmek, açıklayıp öğretmek için

ta’yin olunan nakiblerden (temsilcilerden) biri olmuştu.

Hicretten sonra Peygamberimiz, Onun ile Muhacirlerden ve Cennet ile müjdelenenlerden Hz. Ebû

Ubeyde bin Cerrâh arasında kardeşlik akdi yaptı. Resûlullah’a teslimiyeti ve bağlılığı, tarifi zor olan bir

aşk derecesinde idi. Hz. Ebû Talha, malı mülkü, çoluk ve çocuklarıyla birlikte hayatını Resûlullah’a hizmetle

geçirmiştir. Resûlullah efendimiz kendisini çok severdi. Bedir’de ve diğer bütün muharebelerde

Resûlullah’tan hiç ayrılmamıştı. Müşriklerle yapılan Uhud harbinde çok büyük fedâkârlıkları görülmüştür.

Uhud’da, bir ara müslümanlar dağılmışlardı. Düşman askerleri tâ Resûlullah’ın yanına kadar yaklaşmışlardı.

Bu durum, büyük bir tehlike arz ediyordu. Buna rağmen bir avuç fedâkâr müslüman, Resûlullah’ın

etrafında halkalanıp, canlı bir duvar meydana getirdiler. Onu korumak için canlarını fedâ ettiler. Hz. Ebû

Talha da, Resûlullah’ın yanından hiç ayrılmayanlardandı. Resûlullah’a saldıran ve O’na büyük sıkıntı

veren müşriklere karşı eline geçirdiği bir kalkanı kullanıp vücudunu siper ederek, onlardan hiçbirisini

Resûlullaha yaklaştırmamış ve bir yandan da son derece maharetle düşmana ok yağdırmaya devam

etmiştir. O kadar ki, arkasında bulunan Resûlullah efendimiz arada bir mübârek başını kaldırır ve Ebû

Talha’nın (r.a.) attığı okların isabet ettiği yerleri gözetirdi. Resûlullah’a bir okun isabet edeceğinden korkup:

“Yâ Resûlallah! Anam babam, canım sana kurban olsun! Mübârek başınızı kaldırmayınız ki, size bir

düşman oku isabet edip zarar vermesin! Beni boğazlamadıkça, bunlar sana ulaşamazlar. Ben ölmedikçe

size bir şey olmaz” diyerek Resûlullah’ı kendi nefsine tercih ederdi. Yüksek sesi ile düşmana korku

salardı. Bundan dolayı Peygamber efendimiz, “Asker içinde Ebû Talha’nın sesi, yüz kişiden hayırlıdır”

buyurdu. Uhud harbinin bu dehşet veren safhası, Allaha ve O’nun Resûlü Muhammed

aleyhisselâma îmân edip, canlarını fedâ etmekte bir an dahi olsun tereddüt etmeyen müslümanlara

Allahü teâlânın yardımı ulaşarak son buldu. Dağılan müslümanların, Resûlullah’ın etrafında tekrar toplanması

ile zafer kazanıldı.

Hendek harbinde de, kendisine ayrılan bölgeyi, kabilesi ile birlikte en iyi şekilde savunup korumuştur.

Hz. Ebû Talha, Hayber savaşında da, Resûlullahın maiyetinde muharebeye katılmış, hatta bu esna-

da Resûlullah’ın bir emrini müslümanlara tebliğ etmekle memur edilmişti. Şöyle ki, daha önce Arapların

yediği ehli merkep eti, bu harp esnasında harâm edilmişti. Bir ara müslümanlardan bazıları merkep eti

yemek için ateş yakmışlar, bu etleri pişirmeye başlamışlardı. Müslümanların bu halinden haberdâr olan

Resûlullah efendimiz, Hz. Ebû Talha’yı gönderip, ehli eşek etini yemenin harâm edildiğini bildirmesini

istedi. Askerlerin karargâhına varan Ebû Talha (r.a.), hepsine bu emri tebliğ etmiş, ocakların üstünde

pişen tenceredeki etler hemen dökülmüştü.

Hz. Ebû Talha, Mekke’nin fethinde de, kendi kabilesi ile birlikte savaşa iştirak etmiştir. Huneyn

harbinde ise çok büyük fedâkârlıklar göstermiştir. Bu harpte yalnız kendisi yirmi müşrik (puta tapan) askerini

öldürmüş ve Resûlullah efendimizin “Her kim, kaç düşman askeri öldürürse, öldürdüğü kimselerin

atı, silâhı ve diğer techîzatı öldürene aittir. Ganimete dahil değildir.” emirleri gereğince, 20

askerin bütün techîzatı kendisine kalmıştır.

Hz. Ebû Talha, Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte Veda Haccında bulunduktan sonra, Medine’ye geri

döndü. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) vefât ettiği zaman, kabr-i şerîflerini, Medine halkının âdetine uygun olarak

kazmak şerefine de nâil olmuştur.

Hz. Ebû Talha, Resûlullah’ın vefâtından sonra Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk ve Hz. Ömer’ül-Farûk’un halifelik

zamanlarında yapılan harplerin de çoğuna katılmıştır. Bu muharebelerde de büyük kahramanlıkları

görülmüş ve nice kâfirleri, dinden ayrılanları maharetle kullandığı oku ile yere sermiştir.

Resûlullah’ın âhirete irtihalinden sonra, Eshâb-ı kirâmın her biri, onun ayrılık acısına dayanamayarak

başka şehirlere hicret etmişlerdi. Hz. Ebû Talha da, ayrılık üzüntüsü sebebiyle Şam’a gitti. Burada

uzun müddet kaldı. Medine’ye dönüp, Resûlullah’ın kabr-i şerîfini ziyâret etmek arzusu her geçen gün

fazlalaşmasına rağmen, ancak Hz. Ömer’in şehîd edilmesine yakın bir zamanda gelebilmişti. Hz. Ömer

de, Ebû Talha’yı (r.a.) çok sever, ona çok güvenirdi. Sarsılmayan bir itimadı vardı. Nitekim Hz. Ömer,

kendisinin vefâtından sonra halife olacak kimsenin seçimini 6 kişilik bir şûrâ’ya (heyete) havale etmişti.

Bu altı kişi, dünyâda iken Cennetle müjdelenmişlerdi. Bunlar, içlerinden birisini halife seçeceklerdi. Hz.

Ömer, bunların her birine ayrı ayrı nasîhatte ve tavsiyelerde bulundu. Ayrıca, Medineli Sahâbîlerin en

zengin olanlarından ve üstün cesareti ile meşhûr olan, Ebû Talha’ya (r.a.) hitaben: “Ey Ebû Talha! Çok

kerre Allahü teâlâ seninle, İslâmı azîz kılmıştır. Bu defa da hizmet eyle! Halifeyi seçecek şûra üyeleri bir

evde toplanacaklar. Sen de, Ensârdan 50 kişi ile kapıda bekle, dışarıdan kimseyi içeri sokma. Üç gün

içlerinden birini halife seçmek üzere onları teşvik et!” dedi. Halife seçimi, belirtilen sürede tamamlanıp,

Hz. Osman halife oldu.

Hz. Ebû Talha, Hz. Osman ve Hz. Ali zamanlarında meydana çıkan karışıklıklara, fitnelere karışmamış,

Medine’de bir köşeye çekilerek ibâdetle meşgul olmuştur. Emevîler devrinde yaşı bir hayli ilerlemişti.

70 yaşında bulunduğu sırada kendisi bir gün Berâe (Tevbe; sûresini okurken 41.nci: “Ey

mü’minler gerek hafif (süvari) gerek ağırlıklı (piyade) olarak seferber olun ve mallarınızla canlarınızla

Allah yolunda muharebe edin! Eğer bilirseniz, bu sizin için pek hayırlıdır” âyet-i kerîmesi

gelince, şecaat ve kahramanlık damarı kabarıp: “Rabbim beni gerek gençliğimizde, gerekse ihtiyarlığımda

kâfirler ile harbe ve cihada davet ediyor. Çabuk beni harp için techîz ediniz ve yolculuk için lâzım

olacak şeyleri hazırlayınız. Harbe gideyim!” dedi. Oğulları da: “Ey Babacığım! Resûlullah ile birlikte, O

âhirete göç edinceye kadar cihadda bulundun. Sonra da Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer zamanlarında

harblere katıldın. Şimdi harb etmek sırası bizimdir. Sen otur, biz gidelim” dediler ise de, Hz. Ebû Talha:

“Hayır, hayır! Ben gideceğim!” diyerek evvelki sözünden vazgeçmemiştir. Hicretin 34 (m. 654) senesinde,

bir deniz harbi için hazırlanan orduya katılmış, fakat gemiye bindikten ve denize açıldıktan bir müddet

sonra vefât etmiştir. Vefâtından sonra yedi gün kara parçası bulunamadığı için defn edilememiş, bu

kadar uzun süre dışarıda kalmasına rağmen sanki hayatta imiş gibi mübârek cesedinin bozulmadığı

görülmüştür. Gemi sahile yanaşınca karada bir yere dlefnedilmiştir. Vefât târihi ve yeri hakkındaki rivâyetler

değişiktir. Medine’de iken vefât ettiği, cenâze namazını Hz. Osman’ın aldırdığı da bildirilmektedir.

51 (m. 671) yılında vefât ettiği de rivâyet edilmektedir. Hz. Ebû Talha’nın, Resûlullah’ın vefâtından sonra

tam 40 yıl oruç tuttuğunu Hz. Enes bin Mâlik rivâyet etmektedir. Bu rivâyete göre, hicretin 50 veya 51.nci

senesinde vefât ettiği anlaşılmaktadır. Çünkü Ebû Talha (r.a.), Peygamberimizin zamanında ömrünün

çoğunu harplerde geçirmiş olup, oruçlarını tutamamış olması sebebiyle kaçırdıklarını telafi için devamlı

olarak bayram günler haricinde 40 yıl oruç tutmuştur. Bu rivâyet, hadîs âlimlerinin itirazlarına uğramamış

ve sahih bulunmuştur.

Hz. Ebû Talha’nın fazîleti, üstünlüğü ve kemâli çoktu. Resûl-i Ekrem’in yanında hususi bir yeri vardı.

Ona bağlılığı ve muhabbeti ile tanınmıştı. Resûlullah’ın uğrunda katlanmayacağı hiçbir fedâkârlık

yoktu. Bütün harblerde, gözü ile Resûlullah’ı takibederdi. O’na bir zarar gelmemesi için, en sıkışık anlarında

Onun yanına koşar ve vücudu ile Ona siper olmaya çalışırdı. Hayber seferinde, Resûlullah efendimiz

harb ganimeti olarak kendisine verilen Hz. Safiyye’yi devesinin arkasına alarak, geri dönerken

yolda devenin ayağının kayması ile her ikisi birden deveden düştüler. Bundan haberi olan Ebû Talha

 (r.a.), önündeki bütün engelleri en süratli bir şekilde aşarak, hemen yanlarına koştu ve Resûl-i Ekrem’in

(s.a.v.) baygınlık hâlini görünce aklı başından gitti. Hemen onları ayıltmanın çarelerini aradı ve buldu.

Sonra Peygamberimizi devesine bindirdi. Kendisi ve Hz. Enes bin Mâlik, develerine binmiş oldukları

halde, Resûlullah’ın iki yanına geçip dengeli bir vaziyette Medine’ye getirdiler.

Hz. Ebû Talha, Medine’deki Sahâbîlerin en zenginlerindendi. Medine içinde Onun kadar malı mülkü

olan pek azdı. Bütün malları, hayvanları Berha mevkiinde bulunuyordu. Burası Medine’deki Mescid-i

Nebî’ye çok yakındı. Resûlullah efendimiz sık sık buraya uğrar, manzarasını seyreder ve meşhûr olan

suyundan içerdi. Yine bir gün buraya uğradığında, Kur’ân-ı kerîmden Âl-i İmrân 92.nci, “Sevdiğiniz

mallarınızdan infak etmedikçe, hayra nâil olamazsınız” âyet-i kerîmesi nâzil oldu. Bu âyet-i kerîmeyi

işiten Hz. Ebû Talha, hemen Resûlullah’a (s.a.v.) başvurarak, mallarının hepsini kendisine bağışlayıp

istediği gibi kullanmasını teklif etti. Resûlullah efendimiz de bu malları akrabasına dağıtmasını isteyince

emir buyurduğu şekilde, bütün mallarını akrabalarına sadaka olarak dağıttı. Bundan önce de, birçok

defa mallarının hepsini Resûlullah’a bağışlamıştır.

Hz. Ebû Talha’nın, Resûl-i Ekrem efendimize öyle bir sevgisi vardı ki, ona bir zarar gelmesinden

çok korkardı. O’nun evinden sokağa çıktığını görünce, hemen o da dışarı çıkar, O’nu takibederdi. Bir

aralık, Medine-i Münevvereye bir düşman saldırısı söz konusu olmuştu. Müslümanların korkusu ve telâşı

artınca, Peygamberimiz durumu incelemek için, bir gece hayvanının sırtına binerek dışarıya çıkmıştı.

Hz. Ebû Talha da hemen çıkıp O’nu takibetti. Merak edilecek bir durum bulunmadığını görünce geri döndüğünde,

Ebû Talha (r.a.) ile karşılaştı. Hz. Ebû Talha’nın bu yakınlığı Resûlullah efendimizin, O’nun

evini sık sık ziyâret etmesinden de anlaşılmaktadır. Hz. Ebû Talha’nın üvey oğlu Enes bin Mâlik (r.a.),

Resûl-i Ekrem’in bu sevgisini şöyle anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v.) efendimiz, daima evimize gelip gider ve

bizi memnun etmek için her şeyi yapardı. Resûl-i Ekrem’in bizimle olan yakınlığı o dereceye varmıştı ki,

hepimizi ayrı ayrı sevindirir, benim ana tarafından kardeşim olan bir çocuğu, çeşitli latîfeleriyle eğlendirip

neş’elendirirdi. Namaz vakti geldiği zaman, biz de Resûl-i Ekrem’e bir seccade yayar, arkasına dizilir,

namazımızı kılardık.”

Hz. Ebû Talha’nın evinde güzel bir yemek pişirildiğinde mutlaka Resûl-i ekrem efendimiz hatırlanır,

Onun bu yemeğe iştirakini isterlerdi. Hz. Enes şöyle anlatıyor: “Bir gün, üvey babam Ebû Talha (r.a.),

tavşan avlamıştı. Tavşan evde pişirilmiş, Resûl-i Ekrem efendimiz için bir hisse ayrılmıştı.” Resûl-i Ekrem’in

bunu yiyip yimediği sorulunca da: “Evet, Resûlullah, onu yidi” demişti. Hz. Enes’in annesi ve Ebû

Talha’nın (r.a.) hanımı olan Ümmü Süleym (Rumeysa), bu gibi fırsatların hepsini hemen değerlendirirdi.

Hz. Enes bin Mâlik diyor ki: “Annem Ümmü Süleym? beni bir gün, Resûl-i Ekrem efendimize göndererek

elime, taze hurmalarla dolu bir kap vermişti. Resûlullah efendimiz, bundan mübârek elleriyle alarak, hanımlarından

her birine gönderiyordu. Peygamberimiz, bunlardan arzu ettiği kadarını gönderdikten sonra

geriye kalan hurmaları oturup yimişti. Onun yiyişinde hurmayı arzu ve iştahla yidiği belliydi.”

Hz. Ebû Talha, Resûlullah efendimize sevgisinin çokluğu sebebiyle, Ona ait her şeyi saklamak ve

Onunla bereketlenmek, isterdi. Resûlullah efendimiz, Veda Haccı’nda mübârek başını tıraş ettiği zaman,

mübârek saçından en evvel alan Hz. Ebû Talha (r.a.) olmuştu. Başka bir günde, bir berber, Resûl-i Ekrem’i

tıraş ederek mübârek saçlarını kesmiş, Hz. Ebû Talha da, bütün bu mübârek saçları toplayarak

evine götürmüş, onları hanımı Ümmü Süleym’e teslim ederek, Onun bu saçları tam bir itina ile saklamasını

istemişti.

Resûl-i Ekrem efendimizin, Hz. Ebû Talha’ya ve ailesine olan sevgisinin daha birçok delilleri vardır.

Birgün Ebû Talha’nın (r.a.) bir oğlu ölmüştü. Hanımı tekrar hamile kalıp, bir erkek çocuğu olunca,

Resûlullah efendimiz Onu kucağına alarak, “Abdullah” ismini verdi ve onun için hayır duâda bulundu.

Resûlullahın bu duâsı kabul olunmuş ve bu Abdullah bin Ebû Talha, Ensârın en fazîletli gençlerinden biri

olmuştur.

Hz. Ebû Talha’nın fazîleti, üstünlüğü ve hadîs-i şerîf rivâyetindeki son derece ihtiyatı ve titizliği, bu

ilmin âlimlerince kabul ve sağlam görülmüştür. Resûlullah (s.a.v.) efendimizden 92 hadîs-i şerîf bildirmiştir.

Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerde, bazı dînî meseleler, harpler ve sevabı çok olan ameller bildirilmektedir.

Resûl-i Ekrem’in sohbeti ile şereflenen mümtaz, seçkin ve kıymetli bir zât olduğu halde, rivâyetlerinin

az olmasının sebebi, kendisinin Resûl-i Ekrem’e ait hadîs-i şerîfleri, son derece ihtiyat ve dikkatle bildirmesidir.

Bu hadîs-i şerîflerden bazıları şunlardır:

Kendisi şöyle anlatıyor: Bir gün Resûlullah’ın huzuruna girmiştim. Onu, tarif edilemiyecek bir şekilde

neşeli ve güleryüzlü gördüm. Sebebini sorduğumda, buyurdu ki: “Yâ Ebâ Talha! Nasıl memnun

olmayayım ki, biraz önce Cebrâil aleyhisselâm gelip, ümmetimden senin üzerine bir kerre salât

ve selâm getiren kimse üzerine, Allahü teâlâ ve melekleri on kerre salât ve selâm getirir” diye

müjde vermek için Allahü teâlâ tarafından gönderildiğini söylemişti. “İçinde köpek ve canlı resim bulunan

eve melekler gelmez.”

 “Bir müslümanın şerefi ile oynandığı, onun aleyhinde konuşulduğu yerlerde, kim ona yardım

ederse, Allahü teâlâ da yardıma muhtaç olduğu gün kendisine yardım eder. Bir kimse, din

kardeşini insanlar içinde aleyhinde konuşarak rezil edip, kusurlarını teşhir etmeye kalkarsa, yardım

edilmeye muhtaç olduğu günde, Allahü teâlâ da onu rezil eder.”

“Resûlullah efendimiz, bir kavim ile muharebe edip galip geldikten sonra, orada üç gün kalmayı

tercih ederdi.”

Resûl-i ekrem (s.a.v.) Bedir harbinde öldürülen Kureyş müşriklerinin hepsinin bir çukura gömülmesini

emretti. Ondan sonra, onların gömüldükleri yere beraberce gitmiştik. Peygamberimiz (s.a.v.) oraya

vardıklarında: “Ey Ebû Cehil! Ey Utbe bin Rabia! Ey Velîd bin Utbe! Nasıl, Allahü teâlânın va’dinin

hak olduğunu anladınız mı? Ben, Rabbimin bana va’d ettiğini hak olarak gördüm” buyurdu. Hz.

Ömer sordu: “Yâ Resûlallah! İçinde ruh olmayan cesetlerle mi konuşuyorsun?” Resûl-i Ekrem

cevaplarında buyurdu ki: “Beni hak ile gönderen Cenâb-ı Hakk’a yemin ederim ki, siz bile benim

dediklerimi onlar kadar duyamazsınız.”

Bir gün, bir cemaat ortasında oturuyorduk. Resûlullah (s.a.v.) geldi ve bize: “Ne yapıyorsunuz?”

diye sordu. Dedik ki, “Yâ Resûlallah! Oturduk, konuşuyoruz. Müzakere ediyoruz.” Bunun üzerine Resûl-i

Ekrem Efendimiz: “Meclis halinde oturduğunuz zaman, meclislerin hakkını veriniz!” buyurdu. Kendisinden:

“Meclislerin hakkı nedir? Yâ Resûlallah!” diye istirhamda bulunduk. Buyurdular ki: “Meclislerin

hakkı, gözü yummak (yani arkadaşlarının kusurunu görmemek), selâma cevap vermek ve güzel söz

söylemektir.”

 

KAYNAKLAR:

 

1) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-3, sh-504

2) El-Îsâbe cild-1, sh-566

3) El-A’lâm cild-3, sh-58

4) Tehzîb-üt-tehzîb cild-6, sh-4

5) Metâli’-un-nücûm cild-2, sh-13

6) Eshâb-ı Kirâm sh-119, 218

7) Sahîh-i Buhârî, Cenaiz 43, Kitâb-ul-cihâd 29

8) Sahîh-i Müslim Adab 23

9) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-3, sh-315