EBU RAFİ’ R.A. :
İlk müslümanlardan. Meşhûr
olan, isminin Eslem olduğudur. Künyesi Ebû Râfi’dir. Hz. Ali’nin hilâfetinin
ilk günlerinde vefât etti.
Aslen Mısırlı’dır. Altı çocuğu vardı: Bunlar, Hasan, Râfi, Abdullah,
Mûtemer, Mugîre ve
Selmâ’dır. Önce Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) amcası Hz. Abbas’ın kölesi idi. Hz.
Abbas
onu Resûlullaha hibe etti.
Böylece Resûlullahın (s.a.v.) aile efradı arasına girme se’âdet ve şerefine
kavuştu.
Peygamber efendimiz.
(s.a.v.) Erkam bin Ebi-l-Erkam’ı, zekât memuru olarak göndermişti. O zaman
Erkam (r.a.), Ebû Râfi’e
“Bana bu işte yardımcı olursan, sana, toplanan zekâttan, toplayanlara ne
verilirse, onu sana
veririm” dedi. Ebû Râfi (r.a.) bunu Resûlullaha arz edince, “Yâ Ebâ Râfi! Biz
Ehl-i
Beyt’teniz. Onun için bize
sadaka (zekât) helâl değildir. Kavmin kölesi, kendilerinden sayılır.”
buyurdu. Resûl-i ekrem
efendimiz, amcası Hz. Abbas müslüman olunca, sevincinden onu âzâd edip,
Selmâ ismindeki âzâdlısı
ile evlendirdi. Ondan Abdullah adında bir oğlu oldu. Bu oğlu büyüyünce Hz.
Ali’nin kâtibi olma
şerefine kavuştu. Ebû Râfi âzâd edildiği zaman ağlamış, “Yâ Resûlallah! Beni
niçin
bırakıyorsun, bundan sonra
da yanında kalacağım” demiştir. Hür iken de Resûlullahdan (s.a.v.) ayrılmamış,
harb ve sulh zamanlarında
da, Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) hizmetinde bulunma nimetine kavuşmuştur.
Seferlerde Resûlullahın
çadırını o kurardı.
Ebû Râfi (r.a.) İslâm’ın
ilk zamanlarında müslüman olmasına rağmen müşriklerin şerrinden çekindiği
için müslümanlığını açığa
vurmamıştı. Bedir muharebesine kadar, Mekke’de kaldı. Bedir muharebesi
olmuş, müşrikler mağlup
olarak Mekke’ye dönmüşlerdi. Ebû Râfi (r.a.) bu sırada Zemzem kuyusunun
yanındaki odasında kendi
işi ile uğraşıyordu. Yanında Hz. Abbas’ın zevcesi Ümm-i Fadl var idi. Ümm-i
Fadl da müslüman idi.
Bedir’de müslümanların, müşrikleri, büyük bir hezimete uğrattıklarını duyunca,
çok sevinmişlerdi. Ebû Râfi
ile Ümm-i Fadl bu sevinçli haberden konuşuyorlardı. Bu sırada oraya Ebû
Leheb gelince,
konuşmalarını kestiler. Ebû Leheb, Bedir gazâsına gitmemiş, yerine Âs bin Hişâm
bin el-
Mugîre’yi göndermişti. O
zamanın âdetine göre harbe gitmiyen bir kimse, yerine başkasını göndermesi
gerekiyordu. Ebû Leheb,
gelince, kendisine Kureyş’in mağlubiyet haberini “verdiler. Bunun üzerine orada
bir yerde oturdu. Ebû Râfi
(r.a.) ile Ebû Leheb’in sırtları birbirine dönük bir vaziyette idi. Ebû Leheb
otururken, Ebû Süfyân da
Bedir’den dönmüştü. Bunu görenler, işte Ebû Süfyân geldi dediler. Ebû
Leheb, Ebû Süfyân’a “Ey
kardeşimin oğlu! yanıma gel,” diye çağırdı. O’ndan, Bedir harbi hakkında bilgi
istedi. “Anlat bakalım,
nasıl oldu” diye suâl etti. Ebû Süfyân orada bir yere oturdu. Bir çok kimse de
ayakta
dinliyorlardı. Ebû Süfyân,
şöyle anlattı. “Hiç sorma, müslümanlarla karşılaşınca, sanki elimiz kolu-
muz bağlı idi. İstedikleri
gibi hareket ettiler. Bir kısmımızı öldürdüler, bir kısmımızı esir ettiler.
Vallahi ben
bizimkilerden kimseyi
kınayıp, ayıplamıyorum. Çünkü, o sırada öyle kimselerle karşılaştık ki, yer ile
gök
arasında siyah beyaz atlar
üzerinde beyazlara bürünmüşlerdi.” Sessizce onları dinlemekte olan Ebû Râfi
(r.a.) “Vallahi onlar
meleklerdir” deyiverdi. Ebû Leheb, ona şiddetli bir tokat vurdu ve kaldırıp
yere çarptı.
Bir hayli onu dövdü. Bunun
üzerine, orada bulunan Ümm-i Fadl, odanın direklerinden birini alıp, şiddetle
Ebû Leheb’e vurdu. Ebû
Leheb’in başından yaralandığını görünce, “Kimsesi yok diye onu güçsüz gördün
değil mi?” dedi. Ebû Leheb,
zelîl, hakir ve horlanmış bir vaziyette dönüp, gitti. Yedi gün geçmişti ki,
Allahü teâlâ ona, kara
kızıl denen bir hastalık verdi. Bu hastalık onu öldürdü. Oğulları onu iki veya
üç
gece defn etmeden
bıraktılar. Nihayet pis bir şekilde kokmaya başladı. Herkes, Ebû Leheb’in
yakalandığı
hastalıktan, tâûndan kaçar
gibi, kaçıyor ve sakınıyorlardı. Bunun üzerine Kureyş’den biri, Ebû
Leheb’in oğullarına: “Yazık
size, utanmıyor musunuz? Babanızı, kokuncaya kadar evde bıraktınız. Hiç
olmazsa onu bir yere gömüp
kaybedin” dedi. Oğulları o şahsa şöyle cevap verdiler “Biz ondaki cerahatlenmiş
çıban ve sivilcelerden
korkuyoruz” dediler. Bu defa adam onlara “Siz gidiniz, ben geliyorum, size
yardımcı olacağım” dedi.
Sonra, üçü bir araya geldiler. Onu yıkamadılar. Sadece yanına yaklaşmadan,
uzaktan üzerine su
serptiler. Yüklenip, kenar bir yere gömdüler. Leşi görünmeyinceye kadar,
üzerine taş
attılar. Ebû Leheb böylece
ebediyyen azâb ve ateşler içerisinde kalacağı yurduna, geçiş âlemi olan,
karanlık
ve Cehennem çukuru kabrine
girmiş oldu.
Ebû, Râfi (r.a.), Bedir
gazâsından sonra Medine’ye hicret etti. Daima Peygamber efendimizle
(s.a.v.) beraber oldu.
Resûlullah’ın (s.a.v.) himayesinde olup, devamlı sohbetinde bulunan Eshâb-ı
Suffa
arasına katıldı.
Ebû Râfi (r.a.), Uhud ve
Hendek gazvelerine iştirak etmiş, Hz. Ali’nin kumandasında Yemen’e
gönderilen Seriyye’de
bulunmuş, bu seriyyede Hz. Ali’ye yardımcılık vazifesi yapmıştır. Râfi (r.a.),
Hz.
Ebû Bekir zamanında
mürtedlerle yapılan muharebelerde bulunup, Hz. Ömer devrinde de fetihlere
iştirak
etmiştir. Hz. Osman’ın
zamanında, kendi halinde, sakin bir hayat yaşamış, ilimle meşgul olup, pek
çok talebe yetiştirmiştir.
Ebû Râfi (r.a.), Resûl-i
Ekrem’in sünnet-i seniyyesini ve yüksek ahlâkını çok iyi bilirdi. Eshâb-ı
kirâm,
ondan bu konuda çok
istifade etmişlerdir. Hatta İbn-i Abbas (r.a.) bir kâtip tutup, onun bu hususta
verdiği bilgileri
yazdırmıştır.
Ebû Râfi’nın (r.a.), çok
talebesi vardır. Oğullarından, Hasan, Râfi, Ubeydullah, Mûtemer, torunlarından,
Hasan, Sâlim ve
başkalarından Ata bin Yesâr, Süleymân bin Yesâr bunlardandır. Ebû Râfi’den
(r.a.) 68 hadîs-i şerîf
rivâyet edilmiştir. Ebû Râfi (r.a.): “Resûlullah efendimiz (s.a.v.) abdest
aldığı zaman,
parmağının tamamen
ıslanması için yüzüğünü hareket ettirdiğini, bildirmektedir.” Yine
Resûlullah’dan (s.a.v.) şu
hadîs-i şerîfi nakleder “Sizden birinin kulağı çınlasa, beni zikretsin ve bana
salevât okusun.”
Allahü teâlâ, Âdem
aleyhisselâm’a olan ikrâmdan daha fazlasını Peygamber efendimize ihsan
etmiştir.
Çünkü Adem’e (a.s.) yalnız
isim bilgisi verildi. Peygamber efendimiz’e isim bilgisi verildikten sonra,
bu isimlere ait şahıslar da
bildirildi. Ümmetinden ne kadar kişi gelecekse hepsinin suretleri kendisine
sunulmuştur. Bu konuda Ebû
Râfi (r.a.) şu hadîs-i şerîfi bildirir “Âdem (a.s.) su ile çamur arasında
iken, ümmetimin sûretleri
bana sunuldu. Adem’e (a.s.) bütün isimler öğretildiği gibi bana da bütün
isimler öğretildi.”
Hz. Resûl-i Ekrem’in
(s.a.v.) mübârek hanımlarından olan Mâriye’den İbrâhîm isminde bir oğlu
dünyâya teşrif etmişti. Ebû
Râfi (r.a.), Resûl-i Ekrem’e (s.a.v.) müjde haberini getirdiğinde Peygamber
efendimiz, Ebû Râfi’e bir
köle bağışlamıştır.
Ebû Râfi’nin Peygamber
efendimizden, rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîf şöyledir: “Allahü teâlânın
kullarının en iyisi,
borcunu en iyi ödeyenlerdir.”
KAYNAKLAR:
1) Tabakât-ı İbn-i Sa’d
cild-4, sh-73
2) El-Îsâbe cild-4, sh-67
3) Metâli-un-nücûm cild-1,
sh-433
4) Ebû Dâvûd cild-1, sh-166
5) Müsned-i Ahmed bin
Hanbel cild-2, sh-344
6) Tehzîb-ut-tehzîb
cild-12, sh-92
7) Sahîh-i Müslim cild-1,
sh-502
8) Tehzîb-ul-Esmâ-ve’l-lugâ
cild-2, sh-230
9) El-İstiâb cild-4, sh-68
10) Kâmûs-ül-a’lâm cild-1,
sh-717
11) Hilyet-ül-evliyâ
cild-1, sh-183