Ana sayfa

 

EBU HUREYRE R.A. :

 

Meşhûr Sahâbî. Eshâb-ı kirâm arasında en çok hadîs-i şerîf bilen ve rivâyet edenlerdendir. İsmi

hakkında değişik rivâyetler olup, en doğru rivâyete göre isminin Abdurrahman bin Sahr olduğu bildirilmiştir.

Yemen’in Devs kabilesindendir. Künyesi Ebû Hureyre’dir. Bu künyenin verilişi hakkında kendisi

şöyle demiştir: “Ben çocukken koyunlarımızı güderdim. Küçük bir kedim vardı. Gündüz onu yanıma alır,

onunla oynardım. Gece otların arasına bırakırdım. Bu sebeple babam bana Ebû Hureyre (Kedicik babası)”

dedi. Bir rivâyeti de şöyledir: “Bir gün kaftanımın içinde küçük bir kedi taşıyordum. Resûlullah (s.a.v.)

gördü. “Nedir bu?” buyurdu. Ben de, “kedicik” dedim. Bunun üzerine Resûlullah bana “Ey kedicik babası”

buyurdu. Ebû Hureyre (r.a.) 57 (m. 678) senesinde 78 yaşında iken Medine-i Münevvere’de vefât

etti.

Ebû Hureyre (r.a.) hicretin 7. senesinde (m. 628) müslüman oldu. Gençliğinde fakîrlik ve sıkıntı içinde

yaşamıştır. Müslüman olduğunda 30 yaşını geçmişti. Yemendeki Devs kabilesinin en ileri gelenlerinden

ve meşhûr şair olan Tufely bin Amr (r.a.) vasıtasıyla müslüman oldu. Tufeyl bin Amr (r.a.) Peygamber

efendimizin (s.a.v.) duâsı ve emri üzerine kabilesini İslâma davet edince ilk kabul eden Ebû

Hureyre (r.a.) oldu. Hicretin 7. yılında Tufeyl bin Amr (r.a.) îmân edenlerle birlikte Yemen’den ayrıldılar.

Yetmiş kişiden fazla bir kafile halinde Medine’ye geldiler. Ebû Hureyre bir an önce Peygamberimizi

(s.a.v.) görmek, Ona kavuşmak aşkıyla yanıyordu. Yolculuğun uzun sürmesinden sıkılıyor, sabırsızlanıyordu.

Bu halini su beyitle dile getirmiştir:

“Yâ leyleten min tûlihâ ve anâihâ,

Âlâ ennehâ min daret-il küfri necceti.”

(Ey yolculuk gecesi! Bıktım yolun uzunluğundan ve sıkıntısından. Fakat bu yolculukdur, kurtaran

beni küfür ve inkâr yurdundan...)

Ebû Hureyre (r.a.), Medine’ye geldiği sırada Peygamberimiz (s.a.v.) Hayber’in fethine gitmişti. Bu

gelişini şöyle anlatmıştır. “Resûlullah (s.a.v.) Hayber’de bulunduğu sırada Medine’ye Muhâcir olarak

geldim. Sabah namazını Resûlullahın (s.a.v.) vekil bıraktığı Siba’ bin Urfuta’nın (r.a.) arkasında kıldım.

Birinci rek’âtte Meryem sûresini, ikinci rek’âtte Mutaffifîn sûresini okudu. Namazdan sonra Siba’ bin

Urfuta’nın (r.a.) yanına vardık, bize bir miktar yiyecek ikrâm etti.”

Peygamberimiz (s.a.v.) Hayber’de olduğu için Medine’ye gelen bu kafile doğruca Haybere hareket

etti. Oraya vardıklarında Peygamberimiz (s.a.v.) Natat kalesini fethetmiş, Kâtibe kalesini de kuşatmıştı.

Peygamberimizin (s.a.v.) yanına vardıklarında Ebû Hureyre’ye bakıp, “Sen kimlerdensin?” buyurdu. O

da: “Devs kabilesindenim!” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) “Devs içinde kimi gördümse, onda hayır

gördüm” buyurdu. Bundan sonra Ebû Hureyre (r.a.) Peygamberimize (s.a.v.) müslüman olduğuna dair

bîat etti. Eliyle musafeha ederek, müslüman olduğunu bildirdi. Gelirken yolda kölesini kaybetmişti. Ebû

Hureyre (r.a.) Peygamberimizle (s.a.v.) otururken kölesi çıkageldi. Peygamberimiz (s.a.v.) “İşte kölen

geldi!” buyurdu. Bunun üzerine Ebû Hureyre (r.a.): “Şahid ol ki o, hürdür. Ben onu Allah rızası için âzâd

ettim” dedi. Hayber’in fethinden sonra Peygamber efendimiz (s.a.v.) Ebû Hureyre’ye (r.a.) ve Yemen’den

gelen Devs’lilere Hayber’de alınan ganimetlerden hisse verdi. Sonra Medine’ye döndüler. Bundan

sonra Ebû Hureyre (r.a.) Yemen’e dönmeyip Medine’de kaldı.

Ebû Hureyre (r.a.), Peygamberimizin (s.a.v.) yanına geldikten sonra artık O’ndan hiç ayrılmadı. Ticâret,

mal, servet gibi hiçbir meşgalesi yoktu. Bunlarla hiç uğraşmadı. Eshâb-ı kirâmın en fakîri olup,

Eshâb-ı Suffa arasına katıldı. Eshâb-ı Suffa, Mescid-i Nebî’de kalır hep ilimle meşgul olurdu. Ebû

Hureyre (r.a.), Peygamberimizin (s.a.v.) hep huzurunda bulundu. Bu hal Peygamberimizin vefâtına kadar

dört sene sürdü, işçilik yaparak geçimini temin ederdi. Yemen’den gelen annesi de yanında kalmakta

idi.

Peygamberimizin (s.a.v.) yanında devamlı bulunduğu için pekçok hadîs-i şerîf işitmiş ve rivâyet

etmiştir. Bir gün Peygamberimize (s.a.v.) şöyle demiştir: “Yâ Resûlallah (s.a.v.) senden işittiklerimi hâfızamda

fazla tutamıyorum.” Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) “Örtünü uzat” buyurdu. O da ridasını

uzattı. Resûlullah (s.a.v.) Ona duâ etti, iki mübârek eliyle üç defa O’na doğru nûr saçtı ve “Örtünü göğsüne

sür” buyurdu. O da sürdü. Böylece Allahü teâlâ O’na öyle bir hâfıza ihsan etti ki, işittiği hiç bir şeyi

unutmadı, ömrü de uzun oldu. Böylece çok hadîs-i şerîf rivâyet etti.

Ebû Hureyre, Peygamberimizin (s.a.v.) yanına geldikten sonra hizmetine girmiş ve başka hiç bir

işle meşgul olmamıştır. Bilmediği ve öğrenmek istediği herşeyi, Peygamberimizden (s.a.v.) sorup öğrenmiştir.

Bir zât, İbn-i Ömer’e (r.a.) “Ebû Hureyre (r.a.) Resûlullahtan (s.a.v.) bu kadar çok hadîs rivâyet

ediyor, doğru mu?” dediğinde İbn-i Ömer (r.a.) “Yemin ederim ki, hiç birinde şek ve şüphe yoktur. Çünkü

Ebû Hureyre her zaman Resûlullaha (s.a.v.) sual sorar, aldığı cevapları ezberlerdi.” demiştir.

Eshâb-ı kirâm arasında Muhâcirîn ve Ensârın bir çoklarının bilmediği hadîs-i şerîfleri Ebû Hureyre

(r.a.) bilirdi. Çünkü Eshâb-ı kirâmın çoğu iş güç sahibi olduğundan, bir kısmı çarşıda, pazarda çalışır, bir

kısmı ziraatle meşgul olurdu. Bu sebeple her zaman ve her saat Resûlullahın (s.a.v.) yanında bulunma

fırsatını elde edemezlerdi. Eshâb-ı kirâmdan bir kısmı ise kendini tamamen ilme vermiş olup,

Resûlullahın (s.a.v.) huzurunda bulunurdu. Bunların en başında gelen Ebû Hureyre (r.a.) idi. Bu bakımdan

o herkesin duymadığı hadîs-i şerîfleri işitip rivâyet etmiştir. Onun bu hali Eshâb-ı kirâmın ileri gelenleri

tarafından da bildirilmiştir. Ebû Âmir şöyle rivâyet eder: “Bir gün ben Talha (r.a.) ile konuşuyordum.

Biri gelip, Ebû Hureyre’den (r.a.) bahsederek “Bu Yemenli mi, Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) hadîs-i şerîflerini

çok biliyor yoksa sen mi?” dedi. Elbette O çok bilir, çünkü O, hergün Resûlullahın (s.a.v.) huzurunda ve

hizmetinde bulunmuştur. Biz eşlerimizle ve ailemizle, evimizde oluyorduk. Onun böyle bir meşgalesi

yoktu. Bu bakımdan O bizden daha fazla bilir dedim.”

Bir defasında Hz. Âişe’den soruldu: “Resûlullahın (s.a.v.) sözlerini ve hallerini siz mi çok biliyorsunuz,

yoksa Ebû Hureyre mi?” Hz. Âişe şöyle cevap verdi: “Ebû Hureyre (r.a.) bilir. Çünkü ben ev işleriyle

meşgul olurdum. Yemin ederim ki, Ebû Hureyre (r.a.) bütün vaktini Resûlullahın (s.a.v.) huzurunda geçirmiştir.”

buyurdu. Ebû Hureyre (r.a.) dört sene gibi kısa bir zamanda pek çok hadîs-i şerîf rivâyet etmesini

başkalarının yadırgamasına şöyle cevap vermiştir “Evet ben Hayber gazâsı sırasında Resûlullahın

(s.a.v.) huzuruna kavuştum. O sırada 30 yaşlarında idim. Ondan sonra, hep Resûlullahın (s.a.v.) yanında

bulundum. Evine girip çıktım, hizmet ettim. Birçok muharebede de hizmetinde bulundum. Resûlullah

(s.a.v.) ile birlikte hacca gittim. Elbette daha fazla hadîs-i şerîf bilirim. Çünkü Resûlullah (s.a.v.) ile temasım

diğerlerinin temasından daha çoktur.”

Hadîs-i şerîf öğrenme hususundaki, gayreti bizzat Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından açıkça ifade

edilmiştir. Bir gün Peygamberimize (s.a.v.), “Kıyâmet günü şefâatinize nâil olacaklar kimlerdir yâ

Resûlallah” diye sormuştum. Peygamberimiz (s.a.v.) “Ey Ebû Hureyre, senin hadîse karşı hırsını bildiğim

için hiç kimsenin senden önce bu suâli bana sormayacağını biliyordum. Kıyâmet günü benim

şefâatime kavuşacak olan kimse hulûs-i kalb ile “Lâ ilâhe illallah” diyen kimse olacaktır.”

buyurmuştur.

Ebû Hureyre, 5374 hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Peygamberimizden (s.a.v.) bizzat işiterek ve

Eshâb-ı kirâmdan Hz. Ebû Bekir’den, Hz. Ömer’den, Hz. Âişe’den hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Kendisinden

de Abdullah İbn-i Abbas, Abdullah İbn-i Ömer, Enes bin Mâlik, Vasile bin Eska, Cabir bin Abdullah

başta olmak üzere 800’den fazla Eshâb ve Tâbiîn hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Rivâyetleri toplanıp

yazılmıştır. Ebû Hureyre’nin (r.a.) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler bütün hadîs kitaplarında olup, 325 rivâyeti

Buhârî ve Müslim’de ittifak halinde yer almıştır. Sahih-i Buhârî’de ayrıca 93 ve Sahih-i Müslim’de ayrıca

189 rivâyeti vardır. Ondan hadîs-i şerîf rivâyet edenlerden biri olan Beşîr bin Nuhayk’dır. Ebû

Hureyre’den işittiği hadîs-i şerîfleri yazmış ve sonra da bizzat Ebû Hureyre’ye (r.a.) okuyup dinleterek

rivâyet izni almıştır. Ömer bin Abdulazîz, Eshâb-ı kirâmdan işitilen hadîs-i şerîflerin yazılıp, bir kitapta

toplanmasını Kesir bin Mürre el-Hadramî’ye bir mektub yazarak emir vermişti. Bu mektûbta Ebû

Hureyre’nin (r.a.) rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerin yazılmamasını, çünkü onların yanında yazılı olarak bulunduğunu

ayrıca belirtmiştir. Ebû Hureyre (r.a.) ve diğer Sahâbe daha Resûlullah (s.a.v.) hayatta iken

işittikleri hadîs-i şerîfleri yazmaya başlamışlardır. Böylece asr-ı se’âdetten itibaren Sahâbe ve Tâbiîn

devrinde hadîs-i şerîfler yazılmıştır. Ebû Hureyre’nin (r.a.) rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden 140 kadarını

içine alan bir kitap vardır. Bu kitap kendi talebesi Hemmam bin Münebbih tarafından yazılmış ve “es-

Sahife’tüs-Sahiha” ismi verilmiş ve zamanımıza kadar muhafaza edilmiştir. Ebû Hureyre’ye (r.a.) ait bu

sahife müsteşriklerin “Hadîs-i şerîfler Resûlullahın (s.a.v.) vefâtından üç asır sonra yazılmıştır” şeklinde

ileri sürdükleri iddianın saçma ve kasıtlı olduğunu ortaya çıkartmaktadır.

Ebû Hureyre (r.a.) şöyle buyurmuştur: “Ben Resûlullahdan (s.a.v.) iki çeşit ilim öğrendim. Eğer ikincisini

söylesem bana mecnun dersiniz” buyurmuştur. Dört sene gibi bir zaman içerisinde, gecegündüz

Resûlullahın (s.a.v.) huzurundan ayrılmamış, bütün işini gücünü bırakmıştır. Hep Peygamberimizin

(s.a.v.) buyurduklarını dinleyip, hıfz etmiştir (ezberlemiştir). Hatta günlerce aç kaldığı halde dîni

öğrenme gayretiyle buna katlanmıştır. Bu hususta kendisi şöyle anlatmıştır. “Bir gün açlığa dayanamayarak

evimden çıkıp mescide gittim. Günlerce bir şey yememiştim. Oraya varınca bir grup Eshâbın da

orada olduğunu gördüm. Yanlarına varınca “Bu saatte niçin geldin Yâ Ebâ Hureyre” dediler. Ben de “Açlık

beni buraya getirdi” dedim. Onlar, “Biz de açlığa dayanamayarak buraya çıkıp geldik” dediler. Bunun

üzerine hep birlikte Resûlullahın (s.a.v.) huzuruna gittik. Huzuruna varınca “Bu saatte buraya gelmenizin

sebebi nedir?” buyurdu. Biz de “Açlık, Yâ Resûlallah (s.a.v.)” dedik. Bir tabak hurma getirdi. Hepimize

ikişer tane hurma verdi. Ben birini yedim, birini sakladım. Resûlullah (s.a.v.) görüp, “Niçin onu

da yemedin?” buyurdu. “Birini de anneme ayırdım” dedim. Resûlullah (s.a.v.) “Onu da ye, sana annen

için iki tane daha vereceğiz” buyurdu. Annem için iki tane daha verdi.

Yine Ebû Hureyre (r.a.) şöyle anlatmıştır: “Bir gün Resûlullaha (s.a.v.) bir kâse süt hediye getirildi.

Ben o gün çok açtım. Resûlullah bana “Git Eshâb-ı Suffayı çağır” buyurdu. Çağırmaya gittim. Giderken

bu sütün hepsi bana ancak yeter diye aklıma geldi. Eshâb-ı Suffa’yı çağırdım, yüz kişi kadar vardı.

Resûlullahın (s.a.v.) emri üzerine o süt kâsesini alıp her birine ayrı ayrı verdim. Hepsi doyasıya içti.

(Resûlullahın (s.a.v.) mu’cizesi ile artıyordu). Sonra Resûlullah (s.a.v.) “Ben ve sen kaldık iç.” buyurdu.

Ben de biraz içtim, “İç” buyurdular. Tekrar içtim, içtikçe “İç” buyurdular. O kadar içtim ve doydum ki,

artık hiç içecek halim kalmadı. Sonra da kâseyi alıp Resûlullah (s.a.v.) içti...”

Ebû Hureyre (r.a.) müslüman olduktan sonra annesinin de müslüman olmasını çok istiyor, bunun

için çok uğraşıyordu.

Fakat bir türlü muvaffak olamıyordu. Bu hususta şöyle anlatmıştır: “Bir gün Peygamberimizin

(s.a.v.) huzuruna gidip, Yâ Resûlallah (s.a.v.) annemi İslâma da’vet ediyorum, bir türlü kabul etmiyor. Bu

gün de müslüman olmasını söyledim. Bana hoş olmayan sözlerle karşılık verdi, kabul etmedi. Hidayete

kavuşması için duâ buyurunuz dedim. Bunun üzerine “Allahım! Ebû Hureyre’nin annesine hidâyet

ver!” buyurdu. Duâyı alınca sevinerek eve gittim. Eve varınca annem “Yâ Ebâ Hureyre ben müslüman

oldum” dedi ve kelime-i şehâdeti söyledi. Ben sevincimden yerimde duramıyordum. Tekrar Resûlullahın

(s.a.v.) yanına koştum. Sevincimden ağlayarak annemin müslüman olduğunu müjdeledim. Yâ

Resûlallah (s.a.v.) annemi ve beni mü’minlerin sevmesi için, bizim de mü’minleri sevmemiz için duâ ediniz

dedim. Resûlullah (s.a.v.) “Allahım şu kulunu ve annesini mü’min kullarına, mü’minleri de onlara

sevdir.” buyurarak duâ etti. Artık beni bilen ve gören her mü’min sevdi.

Ebû Hureyre’nin (r.a.), Peygamberimizin (s.a.v.) vefâtından sonra en çok sevdiği ve meşgul olduğu

iş hadîs-i şerîf rivâyet etmek ve yaymak olmuştur. Hz. Ebû Bekir’in halifeliği sırasında idarî işlerle

meşgul olmamıştır. Hz. Ömer’in halifeliği sırasında Bahreyn valiliğine tayin edildi. Bir müddet bu vazifeyi

yaptı. Hz. Osman’ın halifeliği sırasında Mekke kadılığı yaptı. Hz. Muâviye’nin halifeliği sırasında da Medine

valisi oldu.

Ebû Hureyre (r.a.), Peygamberimizden (s.a.v.) bizzat öğrendiği din bilgilerini ve işittiği hadîs-i şerîflerin

İslâm dünyâsına yayılması hususunda çok büyük hizmet yapmıştır. Her Cum’a günü namazdan

önce hadîs-i şerîf dersleri verirdi. Hadîs-i şerîf öğrenmek için gelenler onun etrafında toplanırdı. Onun

ders meclisi pek geniş olup, bir çok kimse ondan ilim öğrenip, ilimde yükselmiş ve hizmet etmiştir. Ebû

Hureyre (r.a.) fazîleti ve İslâmı yaşamasıyla en mükemmel bir nümûne idi. Çok geceleri ibâdet ile geçirir,

sabaha kadar namaz kılar, Kur’ân-ı kerîm okurdu. Her ayın başında üç gün oruç tutardı. İbâdetlerde çok

ihtiyatlı hareket ederdi. Hep abdestli bulunur ve Resûlullah (s.a.v.) “Abdestli olan vücûd a’zâsına Cehennem

ateşi dokunmaz” buyurdu, derdi.

Osman en-Nahaî şöyle nakletmiştir: “Ebû Hureyre’yi (r.a.) yedi gün misafir ettim. Aile efradı ile birlikte

çok kere geceleri namaz kılarak ve Kur’ân-ı kerîm okuyarak geçirirlerdi.”

İkrime (r.a.) da, Ebû. Hureyre (r.a.) her gün onbirbin tesbih çekerdi, demiştir. Ölümü yaklaştığında

ağlamıştı. Sebebi sorulunca “Âhıret azığının azlığından ve yolculuğun zorluğundan” demiştir. Allah korkusu,

mahşer gününün hesabından bahsedilince titremeye başlar, bazan ağlayarak kendinden geçerdi.

Şakya Eshahi şöyle rivâyet etmiştir: “Bir defasında Medine’ye Ebû Hureyre’yi (r.a.) ziyâret için

gelmiştim. Resûlullahın (s.a.v.) kıyâmet gününe dair bir hadîs-i şerîfini rivâyet ederken, birdenbire feryad

edip, kendinden geçti. Bir müddet sonra kendine gelince neden böyle yaptığını sordum. Biliyormusun?

Kıyâmet günü için Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Kıyâmet günü Allahü teâlânın insanları hesaba

çekeceği gündür. Kur’ân-ı kerîme, O’nun emirlerine uyanlar (hak yolu tutanlar) makbul olup, uymayanlar

cezalandırılacaktır. Kur’ân-ı kerîmi bitip okuyan, öğrenip öğretenlerden amel etmeyenlerin

vay haline” Kur’ân-ı kerîmde insanlara emirler vardır. Fakîri himaye etmek, sadaka vermek, akrabayı

ziyâret etmek... Bunların hepsini yerine getirmek gerekir. İşte bunun için kıyâmet gününden korkarım

dedi.”

Ömrünün son günlerinde hastalandı. Hastalığını duyanların ziyârete gelmesiyle büyük bir kalabalık

toplandı. Bu hastalığı sırasında “Allahım sana kavuşmayı seviyorum. Bunu bana nasîb eyle” demiştir.

Ebû Hureyre’nin (r.a.) rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bir kısmı şunlardır:

 “Bir kimse bir mü’minin dünyâ üzüntülerini giderip ferahlandırırsa, Allah da kıyâmet günü

onun üzüntülerinden birini giderir.”

“Her kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da dünyâ ve âhirette onun ayıbını örter.”

“Her kim eli dar olan borçluya kolaylık gösterirse, Allah da dünyâ ve âhirette ona kolaylık

gösterir.” “Bir kul din kardeşine yardımda bulundukça, Allah da ona yardım eder.”

“Bir kimse ilim tahsili için yola çıkarsa, bundan dolayı Allah ona Cennet yolunu kolaylaştırır.”

“Herhangi bir cemaat câmilerden birinde toplanıp, Kur’ân-ı kerîm okur, onların üzerine sükunet

nâzil olup, onları rahmet kaplar, melekler onları kuşatır. Cenabı Hak da onları, nezdinde

olan melekler ve peygamberlerle zikreder.”

“Ameli kendisini geride bırakan kimseyi, nesebi ileri götüremez.”

“Allahü teâlâ bir kulunu sevdiği vakit Cibrîl’e, Allah filânı seviyor, onu sen de sev, diye emreder.

Cibrîl de onu sever ve ehli semaya (meleklere) Allah filanı seviyor, siz de onu seviniz, diye

seslenir. Bunun üzerine melekler o kimseyi severler. Sonra da yeryüzünde (insanlar arasında)

onun sevgisi, kalblerde yerleşir.”

“Müslümanın müslüman üzerinde hakkı beştir. Bunlar: Selâm almak, hastayı ziyâret etmek,

cenâzeyi teşyi etmek, davete icâbet eylemek (kabul edip, gitmek), aksırana “Yerhamükellah” Allah

sana rahmet etsin, demek.”

“Herhangi bir kul dünyâda diğer bir kulun ayıbını örterse, kıyâmet gününde Allah da onun

ayıbını örter.” “Birbirinize hased etmeyiniz. Alış verişte birbirinizi aldatmayınız. Birbirinize dargın

durmayınız ve birbirinizden yüz çevirmeyiniz. Birinizin bitmek üzere olan pazarlığını bozmayınız.

Allah’ın kulları kardeş olunuz. Müslüman müslümanın kardeşidir; ona zulm etmez, onu yardımsız

bırakmaz, ona hor bakmaz.”

Resûl-i Ekrem (s.a.v.) üç defa göğsünü işaret buyurarak:

“Takva işte buradadır. Bir kimsenin şerir olması için müslüman kardeşini hor görmesi kâfidir.

Müslümanın müslümana kanı, malı, ırzı harâmdır” buyurdu.

“Ramazan ayı gelince Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır.”

“İnsanların Cennete girmelerine en çok yardımcı olan, takva, Allah korkusu ve güzel ahlâktır.”

“Kadın elbisesi giyen erkeğe ve erkek elbisesi giyen kadına la’net olsun.”

“Allahü teâlâ, kulum farzları yapmakla bana yaklaştığı gibi başka şeyle yaklaşamaz. Kulum

nafile ibadetleri yapınca, onu çok severim, öyle olur ki, benimle işitir, benimle görür, benimle

herşeyi tutar. Benimle yürür, benden her ne isterse veririm. Bana sığınınca, onu korurum buyurdu.”

“Bir zaman gelir ki, müslümanlar birbirlerinden ayrılır, parçalanırlar. Şeriati bırakıp kendi

düşüncelerine, görüşlerine uyarlar. Kur’ân-ı kerîmi mizmarlardan, ya’ni çalgılardan, şarkı, gibi

okurlar. Allah için değil keyf için okurlar. Allahü teâlâ bunlara lâ’net eder. Azab verir.”

Ebû Hureyre’nin (r.a.) şöyle dediği rivâyet edilmiştir.

“Biri “Ey Allahın Resûlü, kime iyilik edeyim?” diye sordu. Peygamber efendimiz (s.a.v.) “Annene”

buyurdu. “Sonra kime?” diye sordu. Resûlullah (s.a.v.) “Annene” buyurdu. “Sonra kime?”, diye sordu.

“Annene” buyurdu. Adam tekrar “Sonra kime” diye sordu. Peygamber efendimiz (s.a.v.) “Babana” buyurdu.

“Mü’minlerin îmân bakımından en mükemmel olanı, ahlâkı en iyi olanlarıdır ve hayırlı olanlarınız

da, kadınlara karşı hayırlı olanlardır”

“Allaha ve Kıyâmet Günü’ne îmân edenler, komşusuna eziyet etmesin. Allaha ve Âhıret Gününe

imânı olan, misafire ikrâm etsin. Allaha ve Âhıret Gününe îmân etmiş olan, ya hayır söylesin

ya sussun.”

“Kadın dört şey için nikâh edilir. Malı, soyu, güzelliği ve dini. Sen dindar kadını seç, mes’ûd

olursun.”

“Yedi sınıf insan vardır ki, Allahü teâlâ onları hiç bir gölge bulunmayan günde (Kıyâmet Gününde)

Arş’ının gölgesinde gölgelendirir. Adaletli Devlet Reisi, Allaha ibâdet ederek büyüyen

genç. Kalbi mescidlere bağlı olan kimse, Allah için sevişen ve bu uğurda birleşip bu sevgi ile ayrılan iki kişi, mevki sahibi olan güzel bir kadın tarafından zinaya çağırıldığı halde “Ben Allah’tan korkarım” cevabı ile mukabale eden kimse, sağ elinin verdiği sadakayı sol eli duymayacak

surette gizli sadaka veren kimse, tenha yerde Allahı zikrederek gözleri yaşla dolup taşan

kimsedir, “

“Sadaka, malı eksiltmez, insan afvettikçe Allah da onun izzetini ve şerefini arttırır. Her kim

Allah için tevazu ederse, Allah onu yükseltir.”

Birgün Eshâb-ı kirâma karşı “Müflis kime denir biliyor musunuz?” buyurunca, Eshâb-ı kirâm

“Parası ve malı olmayan kimseye diyoruz.” dediler. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

“Ümmetim arasında müflis, şu kimsedir ki, kıyâmet günü defterinde, çok namaz, oruç ve

zekât sevabı bulunur. Fakat, bir kimseye sövmüş, iftira etmiş, malını almış, kanını dökmüş, dövmüş.

Sevâbları, bu hak sahiblerine dağıtılır. Hakları ödenmeden önce, sevâbları biterse, hak sahiplerinin

günahları, bunun üzerine yükletilir. Sonra Cehenneme atılır.”

Biri Ebû Hureyre’ye (r.a.) ilim öğrenmek isterim, fakat sonra kaybederim diye korkuyorum demesi

üzerine; Ebû Hureyre, “Asıl ilmi kaybetmek bu düşünce ile onu öğrenmemektir.” diye cevab verdiler. Ebû

Hureyre (r.a.) buyurdu ki:

“Kıyâmet günü, Allahü teâlânın huzurunda kıymetli olanlar verâ ve zühd sahibleridir.”

“Kur’ân-ı kerîm okunan eve bereket, iyilik gelir. Melekler oraya toplanır. Şeytanlar oradan kaçar.”

“Kıyâmet günü kul Allahü teâlânın huzuruna getirildiğinde, Cenab-ı Hak ona: “Ey kulum, sen benim

için dostlarımı sevdin mi? Tâ ki ben de o dostlarım için seni seveyim.” buyuracak.

 

KAYNAKLAR:

 

1) Sahîh-i Buhârî cild-5, sh-123

2) Sahîh-i Müslim cild-4, sh-1957

3) Müsned-i Ahmed İbn-i Hanbel cild-2, sh-243, cild-4, sh-399

4) Sünen-i Tirmizî, Kitab-ul-ilm, bab-12

5) Sîret-i İbn-i Hişâm cild-2, sh-24

6) El-İstiâb cild-4, sh-202

7) El-Îsâbe cild-4, sh-202

8) Hilyet-ül-evliyâ cild-1, sh-375

9) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-4, sh-325

10) Tehzîb-ül-esmâ, ve’l-luga cild-12, sh-270

11) Tezkiret-ül-Huffâz cild-2, sh-32

12) El-A’lâm cild-3, sh-308

13) Metâli’-un Nücûm cild-3, sh-128

14) Kâmûs-ul-A’lâm cild-2, sh-767

15) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-999

16) Dürr-ül-meârif sh-42, 43