Ana sayfa

 

CABİR BİN ABDULLAH R.A.   جابر بن عبد الله: 

 

Ensâr-ı kirâmın büyüklerinden. Babası da müslüman olup künyesi Ebû Abdullah veya Ebû

Abdurrahman’dır. Annesinin ismi Nesibe’dir. (m. 601) yılında Medine’de doğmuş olup, 77 (m. 694) yılında

95 yaşında Medine’de vefât etmiştir. Cenâze namazını Medine Valisi bulunan Hz. Osman’ın oğlu

Ebân kıldırmıştır.

Bizzat Resûlullah’dan (s.a.v.) ilim öğrenmiş sonra Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Ebû Ubeyde,

Talha, Muaz bin Cebel, Ammar’dan (r.anhüm) öğrenmeye devam etmiştir. Sonra ilim neşretmeye başlamıştır.

Mekke, Yemen, Kûfe, Basra, Mısır’dan onun derslerini dinlemeğe gelenler de bulunurdu. Bunlar

hadîs, tefsîr, fıkıh ilimlerini tahsil ederlerdi. Bütün ömrünü Resûlullahın (s.a.v.) hadîs-i şerîflerini neşr

etmeğe vakfetmiş, çok hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Kendisinden, Ata bin Ebî Rebah, Mücâhid bin Cebr,

Ebû Süfyân, Talha bin Nafi, Sa’îd bin Müseyyeb, Vehb bin Keysan, Şa’bî, Ka’b bin Mâlik gibi tâbiînin

büyükleri rivâyette bulunmuşlardır. Toplam 1540 hadîs-i şerîf bildirmişdir. Bunlardan 210 hadîs-i şerîf,

Sahih-i Buhârî ve Sahih-i Müslim’de mevcuttur. Bunların 68’i her ikisinde 26’sı yalnız Buhârî’de, 126’sı

da yalnız Müslim’de yer almaktadır. Rivâyetleri son derece sağlam ve ihtiyatlıdır. Tâbiînin her tabakası

onun ilminden istifâde etmiştir.

Câbir bin Abdullah hazretleri sahabenin en büyük fıkıh âlimlerinden idi. Daha Resûlullah’ın sağlığında

sorulan suallere cevap verir, müftilik yapardı. Bu onun fıkıh ilmindeki yüksekliğine en büyük delildir.

Câbir hazretleri tefsîr ilminde de Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden idi. Âyetlerin nüzul (iniş)

sebeblerini bilmek ve belâgatı hususunda Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden idi.

Tefsîrine örnek:

“Tezekkî eden muhakkak kurtulmuştur” âyet-i kerîmesindeki Tezekkî’yi şöyle tefsîr etmiştir:

“Allahü teâlâ’dan başka ilah olmadığına, benzeri, eşi, ortağı olmadığına, Hazret-i Muhammed’in hak

peygamber olduğuna, şehâdet etmektir.”

Câbir bin Abdullah’ın, babası Abdullah bin Amr, ikinci Akabe bîatında İslâmiyeti kabul etmiş ve

Resûl-i Ekrem (s.a.v.) tarafından Benî Hasan’a nakîb olarak ta’yin edilmişti. Bu sıralarda Câbir (r.a.)

genç bir delikanlı idi. Yedi kızkardeşi olup, erkek kardeşi yoktu. Ümmü Ma’bed, kızkardeşlerinin en üstünü

idi.

Câbir bin Abdullah’ın (r.a.) babası, Uhud gazâsında şehîd olunca, Amr bin Hasanoğullarının reisi

olmuştu. Kendilerine mahsus Aynü’l Erzak taraflarında bir çeşmeleri vardı. O devirlerde çeşme veya

kuyusu olanlar, diğer halkı bundan para ile istifade ettirirlerdi Bu çeşme Hz. Muâviye zamanında Medine

Valisi Mervan bin Hakem tarafından istimlâk edilerek halkın istifâdesine sunuldu.

Câbir bin Abdullah (r.a.) Bedir ve Uhud gazâlarına iştirak ettiği rivâyeti varsa da doğru olanı iştirak

etmediğidir. Çünkü, yedi kız kardeşine bakacak kimseleri de yoktu. Babası, kızlarının, kimsesiz kalma-

ması için oğlunu harbe iştirakten men ederek; “Oğlum, şu kızların kimsesiz kalmalarını düşünmesem,

senin gözümün önünde şehîd olmanı isterdim” demiştir. Babasının şehîd olmasını şöyle anlatır:

“Babam, Uhud’da şehîd olmuştu. Kızkardeşim bana bir deve vererek; “Git, babamızı bu devenin

üzerinde taşı. O’nu Selemeoğullarının kabristanına göm” dedi. Ben de deveyi alarak harb meydanına

gittim. Yanımda birkaç kişi daha vardı. Resûl-i ekrem (s.a.v.), babamı, harb yerinden alarak aile kabristanına

götürmek istediğimi anladılar. O sıralarda Resûl-i ekrem Uhud’da bulunuyorlardı. Beni huzurlarına

çağırdılar ve; “Nefsim yed-i kudretinde olan Allahü teâlâya yemin ederim ki; Abdullah da arkadaşları,

ile gömülecektir.” Resûl-i ekremin (s.a.v.) bu sözü üzerine ben de babamı taşımaktan vazgeçtim.

Onu Uhud şehîdleri ile birlikte gömdüm.”

Câbir bin Abdullah’ın (r.a.) babası şehîd olduğu zaman bir hayli borcu vardı. Bu borçların mühim

kısmı, etrafta oturan Yahudilere idi. Babasının şehâdetinden sonra, alacaklılar, Câbir bin Abdullah’ı sıkıştırarak

alacaklarını istemişlerdi. Fakat Câbir bin Abdullah’ın elindeki malları borcunu ödeyecek miktarda

değildi. Küçük bir hurma bahçesinden başka bir şeyinin olmadığını, borcunun bir kısmını gelecek

seneye tehirini istedi. Çok zor durumda kalan Câbir bin Abdullah, halini insanların en merhametlisi olan

Peygamberimize (s.a.v.) arz etti. Resûl-i ekrem (s.a.v.) hurmaları toplamasını ve kendilerine haber vermelerini

buyurdular.

Resûl-i ekrem (s.a.v.) Câbir bin Abdullah’ın evine gittiklerinde, “Alacaklıları çağırın” diye buyurdular.

Alacaklılar geldi: Hepsine haklarını verdikten sonra bir miktar hurma yine Câbir bin Abdullah’a

(r.a.) kaldı. Peygamberimiz mucizeyi Eshâb-ı kirâma anlatmasını Câbir bin Abdullah’a (r.a.) emir buyurdu.

Hendek gazâsında, Resûl-i ekrem efendimizin maiyetinde bulunan Câbir bin Abdullah (r.a.) o günleri

şöyle anlatır: “Hendek muharebesinde Resûl-i ekrem (s.a.v.) ile Eshâbı üç gün ağızlarına bir lokma

koymamışlardı. Bu sırada Resûl-i Ekrem’e dikkat etti, mübârek karınlarına taş bağlamışlardı. Hendek

kazmakla meşgul olan Eshâb, bir taş parçasını kıramadıklarını Peygamber efendimize haber verdiler.

Peygamber efendimiz (s.a.v.) onlara: “Siz bu kaya parçasının üstüne biraz su serpiniz” buyurmuştu.

Sonra külünkü almış ve kayaya üç defa vurmuşlar her vuruşlarında kuvvetli bir ateş çıkmış,

Yemen, İstanbul, Faris illeri görünmüştü. Bunun hikmeti sorulduğu zaman Peygamberimiz “Buraların

müslümanlar tarafından feth edileceğini” buyurmuşdu.

İşte bu sıkıntılı ve ızdıraplı günlerden birinde, Hz. Câbir’in evinde bir miktar arpa ile bir oğlak vardı.

Hanımıyla konuşarak; onları Resûl aleyhisselâm ve beraberindeki birkaç Eshâba ikrâm etmeye karar

verdiler. Zaten fazla kimseye yetecek kadar değildi. Câbir (r.a.), Resûl aleyhisselâma gelerek, “Biraz,

yemeğim var, siz ve bir kaç kişi buyurun” dedi. Resûl aleyhisselâm, “Peki, hanımına söyle, ben gelinceye

kadar yemeği ocaktan indirmesin, arpa ekmeğini de tandırdan çıkarmasın” buyurdu. Hz.

Câbir hendek mahallinden ayrılıp evine döndü. Biraz sonra Peygamberimiz (s.a.v.), bütün hendek ahalisini

Câbir’in (r.a.) dâvetine çağırmışlardı. Yüzlerce sahâbî bu davete icâbet ederek O’nun evine geldiler.

Câbir (r.a.) gelenleri görüp, bir yemeğe, bir gelenlere bakarak, mahcubiyetinden ne yapacağını şaşırmıştı.

Sonra Resûlullah geldi ve yemeği ortaya koymalarını emretti. Yemeği dağıtmaya başladılar. Gelenlerin

hepsi yediği halde yemek yine bitmemişti.

Câbir’in (r.a.) babası Uhud da şehîd oldu. Kardeşleri kimsesiz kaldı. Bunun üzerine dul bir kadın

olan Süheyl binti Mes’ûd ile evlendi. Yedi kız kardeşine bakabilmek için böyle dul birini tercih etmişti.

Resûlullah (s.a.v.) bunu duyunca “Îsâbet ettin” buyurmuştur.

Hz. Câbir yakışıklı, sevimli, güzel ahlâklı, sünnet-i seniyyeye uymakta çok gayretli; merhametli,

nazik, gönül alıcı muhterem birisiydi. Hz. Câbir’in evi Mescid-i Nebî’den bir mil (2 kilometre) uzak olmasına

rağmen her namazı Peygamber efendimizle, Mescid-i Nebî’ye gelerek kılar idi. Hakkı söylemede,

adaletten ayrılmaz, emr-i ma’ruf ve nehy-i münkeri bildirmede çok gayret gösterirdi. Resûl-i ekrem’in

(s.a.v.) nasıl namaz kıldığını görmek isteyen ona gelir, Câbir (r.a.) da onlara tarif ederdi.

Buyurdular ki: Resûl-i ekrem (s.a.v.) Mekke’de on sene kalarak herkesin toplandığı Ukdağ ve

Mecenne gibi panayırlarda ve Mina dağına çıkarak halka hitaben: “Rabbimin, risâletini tebliğ için bana

kim yardım ederse, cenneti kazanır.” derdi. Fakat, Ebû Cehil, Ebû Leheb gibi kâfirler “Bizi bunun

için mi çağırdın; sakın inanmayın der” insanları aldatırlardı. Nihayet biz Yesrib’den gelerek Resûl-i Ekrem’i

(s.a.v.) bulup, O’na inanmış olarak yardım ederdik. Gelen müslümanlara Resûl-i ekrem, Kur’ân-ı

kerîm okurdu. Onlar da döndüklerinde ailelerine İslâmiyeti tebliğ eder, onların imân ile şereflenmelerini

sağlarlardı.

Gönülleri îmân ile dolu olan, Peygamberimizi her şeyden çok seven müslümanlar toplanarak: “Resûl-

i Ekrem’e (s.a.v.) müşrikler tarafından hakaret, eziyet edilmesine ne zamana kadar müsaade edeceğiz?”

dediler. Bunun üzerine içimizden 70 kişi hac mevsiminde Medine’den hareket ederek Resûl-i

ekrem’i bulduk. Resûl-i ekrem (s.a.v.) ile Akabede mülakat etmek üzere anlaştık. Birer, ikişer o mevkide

toplandık. Resûl-i Ekrem’e (s.a.v.) “Size bîat edeceğiz” dedik. Resûl-i ekrem (s.a.v.) “Bana iyi ve fena

zamanlarda itâat etmek, darlık ve bolluk zamanında infak etmek, emr-i bil Ma’ruf ve nehy-i anil

münkere riâyet etmek, her sözü Allahü teâlâ için söyleyerek, bu yolda birşeyden korkmamak bana

yardım etmek, canlarınızı, mallarınızı, çocuklarınızı her neden koruyorsanız beni de öyle korumak

üzere bîat ediniz, mükâfatınız Cennettir” buyurdu. Resûlullah (s.a.v.) sözlerini bitirdikten sonra

kalkıp ona bîat ettik.

Bizzat Peygamber efendimizden işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları şunlardır:

“Resûlullah (s.a.v.) birinin evi önünde nehir olsa, her gün beş kere bu nehirde yıkansa üzerinde

kir kalır mı?” diye sordu. Eshâb-ı kirâm “Hayır Yâ Resûlallah” dedi. Resûlullah “İşte, beş vakit

namazı kılanların da böyle küçük günahları affolur.”

“Tabakları parmakla, parmağı ağızla siliniz.”

“Allahü teâlâ benim ümmetime, Ramazan-ı şerîfde beş şey ihsan eder ki, bunları hiçbir

Peygambere vermemiştir:

1- Ramazanın birinci gecesi, Allahü teâlâ mü’minlere rahmet eder. Rahmetle bakdığı kuluna

hiç azâb etmez.

2- İftâr zamanında, oruçlunun ağız kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan daha güzel gelir.

3- Melekler, Ramazanın her gece ve gündüzünde, oruç tutanların afv olması için duâ eder.

4- Allahü teâlâ, oruç tutanlara, âhırette vermek için, Ramazan-ı şerîfde Cennetde yer tayin

eder.

5- Ramazan-ı şerîfin son günü, oruç tutan mü’minlerin hepsini afv eder” buyurdu.

Medine’de mescidde dikili bir odun vardı. Peygamber efendimiz hutbe okurken, bu direğe dayanırdı.

Minber yapılınca, direğin yanına gitmedi. Odundan ağlama seslerini, bütün cemaat işittiler. Peygamberimiz

minberden inip direğe sarıldı. Ağlama sesi kesildi. “Eğer sarılmasaydım benim ayrılığımdan

kıyâmete kadar ağlayacaktı.” buyurdu.

“Paranız ile, önce kendi ihtiyaçlarınızı alın, artarsa çoluk çocuğunuzun ihtiyaçlarına sarf edin.

Bundan da artarsa, akrabanıza yardım edin.”

 

KAYNAKLAR:

 

1) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-3, sh-574

2) Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh-37

3) Umdet-ül-kâri cild-1, sh-7

4) El-İstiâb cild-1, sh-221

5) El-Îsâbe cild-1, sh-213

6) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-3, sh-292

7) Herkese Lâzım Olan Îmân sh-306

8) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-392, 179, 273, 337, 456, 485, 484, 586