Ana sayfa

 

BİLAL-İ HABERŞİ R.A. :

 

Peygamber efendimizin (s.a.v.) müezzini. Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından ve ilk müslüman olanlardandır.

İsmi, Bilâl bin Rebah Habeşî, künyesi Ebû Abdullah’tır. Habeşistanlı bir aileye mensûb olup,

babasının ismi Rebah, annesinin ismi Hamâme’dir. Mekke-i Mükerreme’de Beni Cumha kabilesine intisap

etmişlerdir. Bilâl-i Habeşî (m. 581) senesinde Mekke-i Mükerreme’de doğdu. 20 (m. 641)’de Şam’da

vefât etti. Kabri Şam’da, Babüssagîr’dedir.

Bilâl-i Habeşî ilk îmân edenlerden olup, müşriklere karşı müslüman olduğunu açıkça bildiren yedi

Sahâbîden biridir. Müslüman olmadan önce Mekke-i Mükerreme’de müşriklerin ileri gelenlerinden

Ümeyye bin Halefin kölesi idi. O zaman her yerde olduğu gibi Arabistan’da da korkunç bir cehâlet devri

yaşanıyordu. İçki, kumar, zina, hırsızlık, zayıfları ezmek gibi zulüm ve ahlâksızlık namına ne varsa işleniyordu.

Zorbalık, güçlülerin zayıflara karşı başvurduğu bir tahakküm vasıtası olmuştu. Güçlülerin köle

olarak kullandıkları nice zayıf ve garip kimselerden biri de Bilâl-i Habeşî hazretleri idi. Annesi de köle

yapılmıştı. Bilâl-i Habeşî’nin diğer kölelerden çok farklı bir hâli vardı. Son derece mert ve dürüst idi. Kölesi

olduğu Ümeyye bin Halefin mallarını satmak üzere onun temsilcisi olarak kervanlara katılır, bol kazanç

getirirdi. Diğer bir vasfı da sesinin çok güzel olmasıydı. Sahibi Ümeyye bin Halef, Onu sesinin şaşırtacak

derecede güzel olması sebebiyle düğün ve şenliklerde bulundururdu. Bundan dolayı şenlik ve

şölenlerde aranan kimse olmuştu. Ticâret için uzun yollar kat ederken yorgunluktan ve sıcaktan yürüyemez

hâle gelen kervan onun nâmeleri ile canlanır, develer onun sesini işitince coşup çatlarcasına yol

yol alırdı. Ümeyye bin Halef bütün bu vasıflarıyla Bilâl-i Habeşî’ye diğer kölelerden farklı muamele yapardı.

Bilâl-i Habeşî yine bir kervanla Ümeyye bin Halefin mallarını satmak üzere Şam’a gitmişti. Bu kervanda

Hz. Ebû Bekir de vardı. Bu ticâret seferi, Hz. Ebû Bekir ile Bilâl-i Habeşî arasında dostluk kurulmasına

sebep oldu. Bu sırada Mekkelilerin tek geçim vasıtası ticâret idi. Diğer taraftan cahiliyye devrini

yaşamakta olan Araplar vahşette ve zulümde o dereceye varmıştı ki, küçük kız çocuklarını diri diri toprağa

gömüyorlar ve en ufak bir vicdan azâbı çekmiyorlardı. Bir çok batıl inançlarının yanında kız çocuklarına

sahib olmayı da bir yüz karası sayıyorlardı. İnsanların böylesine bunaldığı, çaresiz kaldığı bu sıralarda

artık İslâm güneşinin doğmasına ve âlemi aydınlatmasına çok az bir zaman, hatta sayılı günler

kalmıştı. Bunun ilk işaretlerinden biri de Hz. Ebû Bekir’in Hz. Bilâl-i Habeşî ile ticârete çıkışlarında belirmişti.

Hz. Ebû Bekir, Şam’da bulunduğu sırada bir rüya görmüştü. Bu rüyasını tâbir ettirmek üzere bir

rahibe gitti. Giderken yanında Bilâl-i Habeşî’yi de götürmüştü. Rahibin yanına vardıklarında Hz. Ebû

Bekir rüyasını anlattı. Rahib Hz. Ebû Bekir’e senin rüyan sadık bir rüyadır. Bir peygamber gönderilecek

sen onun hayatında yardımcısı, vefâtından sonra da halifesi olacaksın dedi. Bilâl-i Habeşî, rahibin sözlerini

ibret ve hayretle dinledikten sonra, putlar mı gönderecek dedi. Rahib hayır, semâvâtı, arzı ve her

şeyi yaratan Allah gönderecektir. O peygamber, eşi ve benzeri olmayan Allaha ibadet etmeyi ve putların

kırılmasını emredecek dedi. Bilâl-i Habeşî derin derin düşündükten sonra putların kırılacağı gün diye

mırıldandı. Rahib evet onların hepsini kıracak dedi. Bu kervan Şam’dan Mekke-i Mükerremeye döndüğünde

artık İslâmın nuru âlemi aydınlatmıştı. İnsanlar birer ikişer müslüman oluyordu.

Bilâl-i Habeşî bir gece yarısından sonra kaldığı evin kapısının yavaş yavaş çalındığını ve Bilâl! Bilâl’

diye fısıldayan bir ses duydu. Gecenin bu saatinde nedir bu ses diye doğruldu. Yine Bilâl! Bilâl! diye

fısıldayan sesi işitti. Karanlıkta ürpererek sesin geldiği yere yaklaştı. Kimsin? dedi. Ben Ebû Bekir deyince,

bu saatte ne istiyorsun? Ne söyleyeceksen sabah söyleyemez miydin dedi. Hz. Ebû Bekir hayır ya

Bilâl! Söyleyeceğimi, sahibinin yanında sana açamam, dedi. Bilâl-i Habeşî nedir öyleyse o haber? dedi.

Bu ümmetin Peygamberi (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi. Bilâl-i Habeşî bu ümmetin Peygamberi mi?

diye tekrar edince evet Yâ Bilâl dedi. Kimdir o? deyince Hz. Ebû Bekir, Muhammed bin Abdullah’dır dedi.

Bilâl-i Habeşî nasıl bildin dedi. Hz. Ebû Bekir o peygamber olduğunu söylüyor ve gizlice insanları

Allahü teâlâya imân etmeye çağırıyor. Ben kendisine Yâ Ebel Kâsım bir haber duydum, dedim. Ne duydun

dedi. Ben de, insanları Allahü teâlâya îmân etmeye davet ettiğini ve Onun Resûlü olduğunu söylediğini

duydum deyince Evet Yâ Ebâ Bekir! Rabbim beni, insanlara müjdeleyici ve korkutucu olarak, Hz.

İbrâhîm’i gönderdiği gibi beni de bütün insanlara peygamber olarak gönderdi, dedi. Ben de, sen yüksek

bir ahlâka sahipsin yalan söylemezsin dedim. Elini uzattı ben de elini tuttum ona tabi olup, müslüman

oldum. Bilâl-i Habeşî hemen mi kabul ettin? Yoksa bundan bir menfaat mi bekliyor? dedi. Hz. Ebû Bekir,

hayır Yâ Bilâl onun mala mülke ihtiyacı yok. O, Hatice’nin (r.anha) ticâret kervanını yönetiyor ve kazancı

yerinde dedi. Bilâl-i Habeşî O, neye davet ediyor deyince Hz. Ebû Bekir O, her şeyin yaratıcısı olan

Allaha ibadet etmeye davet ediyor. Onun davet ettiği dinde üstünlük ancak imân ve kulluk iledir dedi.

Bilâl-i Habeşî başını eğip, bir müddet sessizce bekledi. Sonra da Hz. Ebû Bekir’in bildirdiği gibi kelime-yi

şehâdet getirerek müslüman oldu.

Bilâl-i Habeşî müslüman olduktan sonra hayatında bambaşka bir safha başladı. Artık o hak ile batıl

arasında vuku bulmak üzere olan çetin bir mücadelenin azimli bir kahramanı, yalnız bir mücâhidi olmuştu.

Bilâl-i Habeşî’nin sahibi Ümeyye bin Halef onun müslüman olduğunu öğrenir öğrenmez büyük bir

dehşete kapılıp, ne yapacağını şaşırmıştı. Onu dininden döndürmek için en ağır işkenceleri yapmaya

başladı. Yoruluncaya kadar döverdi. Öğle vaktinde Arabistanın yakıcı sıcağı altında elbiselerini soyup

bazen yüzüstü, bazen sırtüstü sıcak kumlara yatırır, üzerine ağır taşlar kordu. Bilâl-i Habeşî’nin vücudu

sıcak kumlardan yanar, ağır taş altında nefesi kesilirdi. Görenler onun bu acıklı halinden ürperirdi. Fakat

Bilâl-i Habeşî bütün ağır işkencelerin altında hep bir şey fısıldardı. (Ehadün! Ehadün!) Allah birdir, Allah

birdir derdi. Bütün bu işkencelerle hıncını alamayan Ümeyye bin Halef onu böylece bîtâb, halsiz düşürdükten

sonra da boynuna bir ip takıp, çocukların eline verirdi. Çocuklar Mekke sokaklarında dolaştırırdı.

Müşrikler onunla alay ederlerdi. Bilâl-i Habeşî garip ve kimsesiz olduğu için diğer müşriklerden de işkence

görürdü. Ona ağır işkence yapanlardan biri de Ebû Cehil’dir. Bilâl-i Habeşî onun ağır işkenceleri karşısında

da Allah birdir, Allah birdir diyerek, dinindeki sebatını gösterirdi. Ümeyye bin Halef yine bir gün

Bilâl-i Habeşî’ye işkence yapmak için dışarı çıkarmıştı. Üzerindeki elbiselerini çıkarıp sadece bir don ile

yakıcı sıcakta kızgın kumlar üzerine yatırıp, üzerine taşlar yığmıştı. Müşrikler toplanıp ağır işkenceler

yapıyorlardı. Ya dininden dönersin veya seni öldüreceğiz diyorlardı. Bilâl-i Habeşî bu tahammülü zor

işkenceler altında (Allah birdir, Allah birdir) diyordu. Bu sırada Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) oradan

geçiyordu. Bilâl-i Habeşî’nin halini görerek üzüldü. “Allahü teâlânın ismini söylemek seni kurtarır”

buyurdu. Evine döndükten biraz sonra da Hz. Ebû Bekir yanına geldi. Peygamberimiz (s.a.v.) Bilâl-i Habeşî’nin

çektiği işkenceyi Hz. Ebû Bekir’e söyleyip “Çok üzüldüm” buyurdu. Hz. Ebû Bekir hemen Bilâl-

i Habeşî’ye işkence yapılan yere gitti. Müşriklere (Bilâl’e böyle yapmakla elinize ne geçer? Bunu bana

satınız) dedi. Dünya dolusu altın versen satmayız. Fakat, senin kölen Âmir ile değişiriz dediler. Hz. Ebû

Bekir’in kölesi Âmir onun ticâret işlerini yapardı. Çok para kazanırdı. Yanında şahsî malından başka,

onbin altını vardı. Hz. Ebû Bekir’in önemli bir yardımcısı olup, her işini yürütürdü. Fakat, kâfir idi. Îmân

etmiyordu. Hz. Ebû Bekir Âmiri bütün malı ve paraları ile Bilâl için size verdim, buyurdu. Ümeyye bin

Halef ve diğer müşrikler çok sevinip, Ebû Bekir’i aldattık dediler. Hz. Ebû Bekir hemen Bilâl-i Habeşî’nin

üzerine koydukları ağır taşları üzerinden alıp ayağa kaldırdı. Bilâl-i Habeşî ağır işkenceler sebebiyle çok

halsizleşmişti. Elinden tutup doğruca Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) huzuruna getirdi. (Yâ Resûlallah!

Bilâli bugün Allah rızası için âzâd ettim) dedi. Resûlullah (s.a.v.) çok sevindi. Hz. Ebû Bekir’e çok duâ

buyurdu. O sırada Cebrâil aleyhisselâm gelip, (Velleyl) sûresinin onyedinci âyetini getirdi. O sırada nâzil

olan bu âyet-i kerîmede Allahü teâlâ Hz. Ebû Bekir’in Cehennemden uzak olduğunu müjdeledi.

Bilâl-i Habeşî âzad edildikten sonra, hicrete kadar Peygamberimizin yanından ayrılmadı. Medine-i

Münevvere’ye hicret edince bir müddet Sa’d bin Haysumenin evinde misafir oldu. Mekke’den Medine’ye

hicret eden Eshâb-ı kirâm ile (muhacirler) Medine’de bulunan Eshâb-ı kirâm (ensâr) arasında kardeşlik

kurulmuştu. Mallarını, servetlerini paylaşmak ve her hususta yardımlaşmak üzere kurulan İslâm kardeşliğinde

Peygamberimiz (s.a.v.) Bilâl-i Habeşî’yi de ensârdan Ebû Rüveyha Abdullah bin Abdurrahman ile

kardeş yaptı. Bu kardeşlik ömürleri boyunca büyük bir fedâkârlık ve sadakatle devam etmiştir. Bilâl-i

Habeşî’nin evlenmesi de hicretten sonra olmuştur.

Hicretten sonra da İslâmiyet yeni hâdiselerle her gün biraz daha yayılıyor, küfür karanlıkları günden

güne siliniyordu. Bilâl-i Habeşî de diğer müslümanlar gibi mühim hizmetler yapıyordu. En mühim

hizmetlerinden biri Peygamber efendimize (s.a.v.) müezzinlik yapması olmuştur. Resûlullah’dan

ayrılmaz, yolculuklarda da bu hizmeti yapardı. Peygamberimiz (s.a.v.) için lâzım olan şeyleri dışarıdan

alıp getirirdi. Gerektiğinde bu işleri görmek için borç alır sonra da öderdi. Hane-i se’âdetin işlerini görür,

ihtiyaclarını giderirdi.

Medine-i Münevvereye hicret yapıldıktan bir müddet sonra Mescid-i Nebî yapıldı. Peygamberimiz

(s.a.v.) Eshâb-ı kirâma beş vakit namazı cemaatle bu mescidde kıldırıyordu. Namaz vakti gelince “Essalâtü

câmi’a” denilerek namaz vaktinin girdiği bildiriliyordu. Daha sonra Peygamberimiz (s.a.v.)

Eshâb-ı kirâmla istişare edip, namaz vaktinin bildirilmesi için bir alâmet tesbitini arzu buyurdu. Bir kısmı

çan, bir kısmı boru çalalım, bir kısmı da ateş yakıp yukarı kaldıralım, dedi. Peygamberimiz çanın Hıristiyanlara,

borunun Yahudilere, ateşin Mecûsîlere mahsus olduğunu söyleyerek bunları kabul etmedi. Abdullah

bin Zeyd bin Sa’lebe ve hazret-i Ömer rü’yâda ezan okumasını görüp söylediler. Resûlullah

(s.a.v.) bunu beğenip, namaz vakitlerinde ezan okunmasını emr buyurdu. Bilâl-i Habeşî’yi çağırdı. Ezanın

ona öğretilmesi ve onun okumasını emretti. Bilâl-i Habeşî yüksek bir yere çıkıp, beş vakit namaz için

ezan okumaya başladı. Ve böylece ezan okumak sünnet oldu. İslâmda ilk ezan okuyan O’dur. Bilâl-i

Habeşî bir gün sabah namazı vaktinde, Peygamberimizin (s.a.v.) kapısı önünde (Es-salâtü hayrün

minennevm) diye iki defa seslenmişti. Bunu Peygamber efendimiz (s.a.v.) beğendi. “Bilâl, bu ne güzel

söz! Sabah ezanını okurken bunu da söyle” buyurdu.

Hz. Bilâl-i Habeşî’nin sesi gür çok güzel ve pek tesirliydi. O, ezan okumaya başlayınca, herkes büyük

bir aşk ve vecd içinde dinler kendinden geçerdi. Ezan okurken herkesi ağlatırdı. Peygamberimizin

(s.a.v.) vefâtına kadar müezzinlik, yapmıştır. Bilâl-i Habeşî Medine’de bulunmadığı zaman Ebû Mahzûre

(r.a.), O da bulunmazsa Abdullah bin Ümmî Mektûm (r.a.) müezzinlik yapardı. Bilâl-i Habeşî’nin müezzinlikten

başka bir vazifesi daha vardı. O da bayram namazlarında “Anaze” denilen mızrağı taşırdı. Bu

asayı Peygamberimiz (s.a.v.) namaza veya duâya durunca önüne dikerdi.

Bilâl-i Habeşî Peygamberimizin (s.a.v.) yaptığı bütün savaşlara katılıp cihad etmiştir. Bedir savaşında,

daha önce kendisine müslüman olduğu için işkence yapan Ümeyye bin Halefin üzerine hücum

etmiş onun öldürülmesini sağlamıştır. Diğer savaşlarda da Peygamberimizin yanında bulunmuştur.

Mekke’nin feth edildiği günde Peygamberimiz (s.a.v.) has müezzini Bilâl-i Habeşî’yi yanında bulundurmuştur.

Mekke-i Mükerreme feth edilip, Kâ’be putlardan temizlenince Peygamberimiz (s.a.v.) Bilâl-i Habeşî’ye,

Kâ’be’de ilk ezanı okutturdu. Onun tatlı ve gür sesiyle tevhid sedaları dalga dalga Mekke semalarında

yayıldı. Bunu işiten Eshâb-ı kirâm artık küfrün ortadan kaldırıldığını, hakkın gelip bâtılın silindiğini

görerek sevinç gözyaşları döktüler.

Peygamberimizin vefâtından sonra Bilâl-i Habeşî ayrılık acısına tahammül edemez olmuş, artık bir

daha ezan okumamıştır. Resûlullah’a (s.a.v.) olan muhabbetiyle her gün yanıp, tütüyor gözyaşı döküyordu.

Sonra da Medine’de kalmaya tahammül edemediği için Şam’a gitmeye karar verdi. Hz. Ebû Bekir

kalmasını arzu edince (Yâ Ebâ Bekir sen beni âzad etmemiş miydin, eğer kendin için âzad etmişsen

kalayım, Allah için âzad etmişsen müsaade et gideyim) dedi. Hz. Ebû Bekir (istediğin yere gidebilirsin)

diyerek müsâade etti. Böylece Şam’a gidip orada yerleşti. Hz. Ebû Bekir devrinde orada yapılan savaşlara

katılıp cihad etti. Hz. Ebû Bekir’in vefâtından sonra da Şam’da kalıp, Hz. Ömer’in Şam taraflarında

yaptığı savaşlara katıldı. Hicretin onaltıncı senesinde Hz. Ömer ordusuyla Şam’a gelmişti. Bilâl-i Habeşî

de orduya katılıp Kudüs’e gitmişti. Burada Hz. Ömer, Peygamberimizin vefâtından beri ezan okumayan

Bilâl-i Habeşî’ye ezan okumasını rica etmişti. Hz. Ömer’in ısrarına dayanamayıp ezan okumaya başlamıştı.

O ezan okumaya başlar başlamaz. Hz. Ömer ve orada bulunan Eshâb-ı kirâm, Peygamberimizin

(s.a.v.) zamanını hatırladılar. Hepsi kendinden geçmiş gözyaşı döküp ağlamışlardır.

Bilâl-i Habeşî Şam’da bir müddet kaldıktan sonra bir gece rüyasında Peygamber efendimizi

(s.a.v.) görmüştü. Peygamberimiz “Beni ziyâret etmeyecek misin Yâ Bilâl” buyurmuştur. Bunun üzerine

hemen Medine yoluna düştü. Medine-i münevvere’ye; gelince doğruca Peygamberimizin kabr-i şerîfine

gidip, Ravda-i mutahharaya yüzünü, gözünü sürerek ziyâret etti. Resûlullah (s.a.v.) ile geçirdiği günleri

hatırlayıp, hasret ve muhabbet gözyaşları dökerek uzun müddet ağladı. Bu sırada Peygamber efendimizin

torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin onu görüp boynuna sarılmışlardı. Bilâl-i Habeşî’nin Medine’ye

bu gelişinde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin bir ezan okuması için çok ısrar etmişlerdi. Bilâl-i Habeşî bu

ısrara dayanamayarak bir gün sabah namazı vaktinde ezan okumaya başlamıştı. Peygamberimizin

(s.a.v.) mescidinden Bilâl-i Habeşî’nin sesiyle yükselen ezanı duyan Eshâb-ı kirâm yerlerinden fırlayıp,

kadın, erkek, çoluk, çocuk hep sokaklara dökülmüşlerdi. Hepsi Resûlullah (s.a.v.) ile yaşadıkları

se’âdetli günleri, Bilâl-i Habeşî’nin okuduğu ezan sedalarıyla hatırlayıp ağlaşmışlardı. Fakat Bilâl-i Habeşî

ezanda (Eşhedü enne Muhammeden resûlullah) derken, Peygamber efendimizin (s.a.v.) mübârek

ismi geçince hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ezanı tamamlamak için kendini zorladı, gene gözyaşlarını

tutamadı. Böylece ağlaya ağlaya ezanı bitirdi. O gün Eshâb-ı kirâm sanki Resûlullahın (s.a.v.)

bulunduğu günlerden bir gün yaşadı. Peygamberimize (s.a.v.) olan hasretleri ve derin muhabbetleriyle

ağlaşarak, o günleri yâd ettiler. Bu ezan Bilâl-i Habeşî’nin okuduğu son ezan oldu. Birkaç gün Medine’de

kaldıktan sonra Şam’a döndü. Fakat yolda çok hastalanıp evine güçlükle varabildi. Bu hastalıkla ömrünün

son günlerini geçirdi ve vefât etti.

Vefât edeceği sırada büyük bir sevinç içinde (Oh ne tatlı artık Resûlullah (s.a.v.) ve arkadaşları ile

buluşacağım) demiştir.

O, imânında gösterdiği sebat ile ve Resûlullahın (s.a.v.) hayatında yanından ayrılmayıp hizmet

etmesiyle hep sevilip ve rahmetle yâd edilmektedir. Hz. Ebû Bekir O’nu kölelikten âzad edince Hz. Ömer;

(Seyyidimiz efendimiz Ebû Bekir, Seyyidimiz Bilâli âzad etti) buyurmuştur. Peygamberimiz (s.a.v.)

“Bilâl ne iyi kimsedir. O müezzinlerin efendisidir.” ve “Bilâl Habeşlilerden ilk müslümandır.”, “Ey

Bilâl, zengin olarak değil fakîr olarak öl” buyurdu.

Bilâl-i Habeşî bir gün Mescid-i Nebîde iken büyük bir neş’e ile coşuyor, yerinde duramıyordu. Hz.

Ömer bu halini görüp ne yapıyorsun Yâ Bilâl, Mescidde böyle yapılır mı? dedi. Bu sırada Peygamberimiz

de (s.a.v.) Mescidde oturuyordu. Bilâl-i Habeşî Resûlullaha (s.a.v.) soralım Yâ Ömer, dedi. İkisi birlikte

Peygamberimizin (s.a.v.) yanına varıp oturdular. Durumu arz ettikten sonra Peygamberimiz Bilâl-i

Habeşî’ye bu halinin sebebini sordu. Bilâl-i Habeşî nasıl sevinip, neşelenmeyeyim Yâ Resûlallah (s.a.v.)

Allahü teâlâ bana hidâyet nasîb etti. Halbuki Kureyşin ileri gelenlerinden niceleri inadları sebebiyle bu

hidâyetten ve ebedî se’âdetten mahrum kaldılar. Onlara da hidâyet nasîb olmadı, dedi. Bunun üzerine

Peygamberimiz ona dokunulmamasını ve sevinip neşelenmesinde serbest olduğunu tasdîk buyurdu.

Bilâl-i Habeşî Peygamber efendimize (s.a.v.) müezzin olduktan sonra, öyle güzel ezan okuyordu

ki, işiten her insan dinliyordu. Bu durum müslüman olmayanları kahrediyor, müslümanları ise çok sevindiriyordu.

Medine’deki zengin Yahudilerden biri Bilâl-i Habeşî ne zaman ezan okusa durup dinlerdi. Dinlememek

için kendini zorlar fakat kendini alamazdı. Dinledikçe de kahrolurdu. Buna engel olmak için

çareler arardı. Bir gün Bilâl-i Habeşî’nin son derece maddî sıkıntı içinde olduğunu görerek sana istediğin

kadar borç vereyim dedi. Bilâl-i Habeşî de kabul etti. Yahudi borç parayı verirken de eğer bunu ödeyemezsen

seni borca karşılık köle olarak tutarım dedi. Aradan bir müddet geçmişti. Bilâl-i Habeşî

Yahudinin borcunu ödemek için ne kadar uğraştı ise de ödeyecek parayı bir türlü temin edememişti. Bir

gün Yahudi gelip eğer bir ay sonra borcunu ödeyemezsen kölem olacaksın dedi. Yahudinin verdiği

müddetin dolmasına çok az bir zaman kalmıştı. Yahudi borcunu ödeyemediğini görerek, onu köle yapacağım

deyip kendi kendine seviniyordu. Bilâl-i Habeşî’yi de gördükçe unutma ödeyemezsen kölem olacaksın

diyordu. Zamanın bitmesine dört gün kalmıştı ve Yahudi yine gelmişti. Bilâl-i Habeşî çaresizlik

içinde Peygamberimize (s.a.v.) gidip, durumu arz etti. Peygamberimiz başını eğip, biraz düşündü ve bir

şey buyurmadı. Bilâl-i Habeşî bir müddet sonra kalkıp evine gitti. O gece uyuyamadı. Kölelik bana geri

mi dönecek, artık ezan okuyamayacak mıyım diye derin derin düşünüyordu. Bu düşüncelere daldığı

sırada kapısı çalındı. Heyecanla koşup, kapıyı açtı. Gelen kimse, seni Resûlullah (s.a.v.) çağırıyor dedi.

Hemen toparlanıp, Resûlullah’ın huzuruna koştu. Yanına varınca edeble beklemeye başladı. Peygamberimiz

(s.a.v.) “Yâ Bilâl ticâretten dönen bir kervan var, kervana git onların arasında üzerindeki

yükleriyle birlikte bana hediye edilmiş olan üç deve var, onları al senin olsun. Borcunu öde!” buyurdu.

Bilâl-i Habeşî hemen gidip onları teslim aldı. Yükleri indirdi. Develere yem verip, sabah ezanını

okumak üzere mescide gitti. Yine o tatlı sesiyle ezanı okudu. Namazı kıldıktan sonra da dışarı çıkıp,

bende borcu olan gelsin alsın diye bağırdı. Yahudi gelince o mallardan bütün borcunu ödedi. Yahudi

şaşkın şaşkın dönüp gitti. O yine hoş sesiyle ezan okuyarak Medine semalarını çınlatmaya devam etti.

Hz. Bilâl-i Habeşî bizzat Peygamberimizden, (s.a.v.) işiterek hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Rivâyet

ettiği bu hadîs-i şerîflerden 44 tanesi Sahih-i Buhârî’de ve Sahih-i Müslim’de ve dört Sünen kitabında yer

almıştır. Eshâb-ı kirâmdan Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah İbn-i Mes’ûd, İbn-i Amr, Üsâme

bin Zeyd, Ka’b bin Ucre, Câbir bin Abdullah, Bera bin Âzib (r.anhüm) ve diğer eshâb, ayrıca tâbiînin büyük

hadîs âlimleri Bilâl-i Habeşî’den hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir.

Hz. Bilâl-i Habeşî’nin Peygamber efendimizden bizzat işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bir

kısmı şunlardır:

“Ezan ve gözümün nuru olan namaz ile bizi ferahlandır Yâ Bilâl”

“Cennette Bilâli gördüm. (O’na cennete ne ile girdin!) diye sordum. Sebebini bilemiyorum,

ancak her abdest tazeledikçe iki rekât namaz kılardım diye cevap verdi”

“Gece kıyamına (ibadetine) devam edin; zira bu, sizden önceki sâlihlerin ibadetidir. Çünkü,

gece ibadeti, Allah’a yakınlık ve günahlara keffaret olup, insanın bedenini hastalıklardan korur ve

günahlardan uzaklaştırır.”

 

KAYNAKLAR:

 

1) Tehzîb-ül-esmâ vel-luga cild-1, sh-136

2) El-A’lâm cild-2, sh-73

3) Tehzîb-üt-tehzîb cild-1, sh-502

4) Hilyet-ül-evliyâ cild-1, sh-147

5) El-Îsâbe cild-1, sh-165

6) El-İstiâb (el-Îsâbe kenarından) cild-1, sh-141

7) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-2, sh-232

8) El-Menhel-ül-azb-ül-mevrûd cild-2, sh-117

9) Sîret-i İbn-i Hişâm sh-204, 347, 414, 448

10) Ensâb-ül-eşrâf cild-2, sh-455

11) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-991