Ana sayfa

 

BERA’ BİN A’ZİB R.A. :

 

Eshâb-ı kirâmdan, Ensârın büyüklerinden. Ebû Umâre künyesi ile meşhûrdur. Ayrıca Ebû Amr,

Ebûttufeyl ve Ebû Ömer künyeleri ile de tanınır. Nesebi, Berâ bin Azib bin Hâris bin Adiyy bin Cüşem bin

Mecdea bin Hârise bin Hâris bin Amr bin Mâlik bin Evs, el-Ensârî, el-Evsî’dir. Annesi, Habîbe binti Ebû

Habîbe’dir.

Resûlullahın (s.a.v.) hicretinden önce Medine-i Münevvere’de küçük yaşta iken müslüman oldu.

Babası Âzib de Sahâbî idi. Dîni hükümleri Peygamberimizden (s.a.v.) önce hicret eden Eshâb-ı kirâmdan

ve babasından öğrendi. Hz. Berâ, Resûlullahın (s.a.v.) ve diğer Sahâbenin hicretlerini şöyle anlatıyor:

(Resûlullahın Eshâbından Medine’ye ilk gelen zat Mus’ab bin Umeyr ile Abdullah İbn-i Ümmî

Mektûm idi. Bunlar Medine’deki müslümanlara Kur’ân-ı kerîm okutuyorlardı. Sonra Bilâl-i Habeşî, Sa’d

bin Ebî Vakkâs, Ammâr bin Yâser hicret ettiler. Bunlardan sonra Hz. Ömer bin Hattab el-Fârûk yirmi kişi

ile birlikte geldi. Nihayet Resûlullah efendimiz (s.a.v.) Medine’ye hicret ettiler. İşte bu anda Medine halkının

Resûlullahın teşrifine sevindiği kadar, hiçbir şeye sevindiğini görmedim. Ben de Peygamberimiz

(s.a.v.) gelmeden az önce uzun sûrelerden sayılan sûrelerle beraber “Sebbihisme Rabbike’l-a’lâ” sûresini

okumuştum.

Resûlullah (s.a.v.) ile beraber onbeş (diğer bir rivâyete göre ondört) savaşta bulundu. Bedir harbinde

çocuk yaşta idi. Bu hususta kendisi “Resûlullah (s.a.v.) ben ve İbn-i Ömer küçük yaşta olduğumuz

için bizi Bedir Savaşına göndermedi” diyor. Uhud ve diğer savaşlarda (bir rivâyete göre Resûlullah

 (s.a.v.) ile ilk defa Hendek harbinde bulundu.) Peygamberimizin (s.a.v.) önünde harp etti. Çok cesur idi.

İran’da Rey şehri alınırken çok kahramanlık gösterdi. Hz. Osman halife olunca, 24 (m. 644) senesinde

Rey’e vali tayin etti. Hz. Ali ile birlikte Cemel, Sıffîn ve Haricîlerle yapılan savaşlarda bulundu. Ebher’i

(Kazvin’in batı tarafı) fethetti. Kazvin’i de ele geçirdikten sonra Zincan’a giderek burayı şiddetli bir savaşla

aldı. Hz. Berâ bin Azib hayatının son zamanlarında Kûfe’ye yerleşerek dünyâ işlerinden el çekti. 72

(m. 691)’de Mus’ab bin Zubeyr zamanında burada vefât etti.

Buhârî ve Müslim kendisinden 305 hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Resûlullah’tan (s.a.v.), babasından,

Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Ebû Eyyûb. Bilâl-i Habeşî ve diğer zatlardan rivâyette bulundu.

Kendisinden de Abdullah bin Zeyd el-Hatmî, Ebû Cuhayfe (bunlarla görüşmüştür), Ubeyd, Rebî, Yezîd,

Lût (Bunlar Hz. Berâ’nın oğullarıdır), İbn-i Ebî Leyla, Adiyy bin Sâbit, Ebû İshâk, Muâviye bin Süveyd bin

Mukarrin, Ebû Bürde (Bu iki zat Ebû Musa’nın oğullarıdır) ve diğer zatlar hadîs rivâyet ettiler. Hadîs ilminde

Rey kapısını ilk defa Hz. Berâ açtı.

Hz. Berâ, kıblenin değiştirilmesini şöyle anlatıyor: “Resûlullah efendimiz Medine’ye teşrif ettikleri

zaman onaltı veya onyedi ay kadar Mescid-i Aksâ’ya doğru namaz kıldı. Halbuki O, kıblenin (Mekke’de)

Mescid-i Harama doğru olmasını arzu ediyordu. Allahü teâlânın emriyle kıble Kâ’be’ye doğru oldu. Peygamberimizin

Kâ’be-i Muazzamaya doğru kıldırdığı ilk namaz ikindi namazı idi. Peygamberimizle namaz

kılanlardan birisi mescidden çıktı. Yolda giderken bir mescidde cemaatle namaz kılanlara rastladı ki,

onlar rükû’da idiler.

Onlara: “Resûlullah (s.a.v.) ile beraber Mekke’ye doğru namaz kıldığıma Allah için şehâdet ederim”

deyince namazlarını bozmadan oldukları gibi Kâ’be-i Muazzama’ya döndüler. Peygamberimiz

(s.a.v.) Beyti Makdis’e doğru namaz kılarken Yahudilerle diğer Ehl-i Kitab bundan hoşlanırlardı. Kıble

değişip yüzünü Beyt-i şerîfe doğru döndürünce bunu beğenmediler. Kıble değişmeden önce Mescid-i

Aksa’ya doğru namaz kılıp, vefât eden kimseler vardı. Bunlarla ilgili olarak Allahü teâlâ “Allah sizin imânınızı

(yani ibadetinizi) boşa çıkarmaz.” Âyet-i kerîmesini indirdi.

Hz. Berâ, Uhud harbinde meydana gelen bir hadîseyi şöyle naklediyor. Uhud harbinde Peygamberimize

(s.a.v.) yüzü zırh ile örtülü bir kişi gelerek “Yâ Resûlallah! Şimdi harb edeyim de sonra mı

müslüman olayım, yoksa hemen mi?” diye sordu. Resûlullah “Önce müslüman ol, sonra harb et!”

buyurdu. Sonra harbe girerek şehîd oldu. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) “Az iş yaptı, fakat çok

sevab kazandı.” buyurdu. Medine’nin etrafına harb için hendek kazılırken Hz. Berâ, Resûlullahın hâlini

şöyle anlatır: Resûl-i Ekrem’i hendek kazıldığı esnada bizimle birlikte toprak taşırken gördüm. Kucağında

taşıdığı toprak mübârek karnının beyazlığını örtmüştü. Bu sırada Hz. Abdullah bin Revâhâ veya Âmir

bin Ekva’ın bir şiirini söylüyordu.

“Ya Rabbi! Sen bize hidâyet etmemiş ve doğru yolu gösterip bize rahmet etmemiş olsaydın, biz

muhakkak dalalette kalırdık.

Üzerimize hücum eden kâfirler, sakındığımız fitne ve fesadı bize ulaştırmak istedikleri ve bizimle

karşılaştıkları zaman, sen bizim kalblerimize sabır ve rahatlık ver, bizi onlara karşı güçlü yap!”

Yine Hz. Berâ, Peygamberimizin (s.a.v.) Hudeybiye’deki mu’cizesi ile ilgili olarak şöyle bildiriyor:

“Hudeybiye’de bir kuyu vardır. Biz buraya gelince kuyunun suyunu tamamen çekerek bir damla su bırakmamıştık.

Bu h!l, Resûlullaha arz edilince kuyunun yanına gelip kenarına oturdu. Sonra içinde biraz

su bulunan bir kab istedi. Getirilen su ile abdest aldı. Sonra ağzını çalkaladı. Yavaşça duâ edip, abdest

ve çalkantı suyunu kuyuya döktü. Kuyuyu Resûlullahın emri ile kısa bir müddet bu halde bıraktık. Bundan

sonra kuyuda istediğimiz kadar su hasıl oldu. Biz ve hayvanlarımız gidinceye kadar suya kandık.”

buyurmaktadır.

Hz. Berâ, Resûlullahın (s.a.v.) hilye-i se’âdetleri (dış görünüşü) hakkında: “Resûlullahın mübârek

yüzü bütün insanların yüzlerinden güzel idi. Ahlâk ve yaradılış itibariyle de insanların en güzeli idi. Çok

uzun boylu olmayıp kısa dahi değil idi. Uzun ile kısa arası bir boyda yaratılmıştı. İki omuzunun arası

(yani mübârek göğsü) geniş idi. Kulaklarının yumuşağına kadar inen gür saçı vardı. Bir gün Resûlullahı

kırmızı ve yeşil çizgili bir elbise içinde görmüştüm. Kesin olarak derim ki: Güzellikte O’na denk olabilecek

hiç bir kimse görmedim” ve “Resûlullahın mübârek yüzü ay gibi nurlu idi” buyuruyor. Hz. Berâ

“Resûlullahı (s.a.v.) yatsı namazında “Tîn sûresini” okurken dinledim. Daha önce ondan güzel sesli hiçbir

kimseyi dinlememiştim.” diyerek Peygamberimizin Kur’ân-ı kerîmi okurken bütün insanlardan daha

güzel sesle okuduğunu bildiriyor.

Hz. Berâ bin Âzib’in rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları şunlardır:

“Resûlullahın (s.a.v.) Hz. Hasan bin Alî’yi omuzuna alarak “Yâ Rabbi! Ben bunu seviyorum, Sen

de sev!” diye duâ ettiğini gördüm.”

 “Ensâr kıymetli ve mübârek insanlardır. Onları ancak, mü’min olan sever ve şüphesiz münafık

olan da onlara düşmanlık eder. Kim Ensârı severse Allahü teâlâ da onu sever; kim de

Ensâra düşmanlık eder, sevmezse, Allahü teâlâ da ona düşmanlık eder.”

“Selâmı yayınız, selâmet bulursunuz.”

Resûlullah (s.a.v.) uyumak istediği zaman elini sağ yanağının altına koyup yatarak şöyle duâ ederdi:

“Ey Allahım! Kullarını hesap için toplayacağın kıyâmet gününde beni azabından koru!”

Bir gün Resûlullah efendimiz (s.a.v.) ile beraber Ensârdan bir zâtın cenâzesine gitmiştik. Resûl-i

Ekrem (s.a.v.) mübârek başı öne eğik olarak mezarın başına oturarak üç defa “Yâ Rabbi! Kabir azabından

sana sığınırım” dedikten sonra şunları anlattı:

“Mü’min öleceği zaman Allahü teâlâ, yanlarında kefen ve güzel koku bulunan, yüzleri güneş

gibi parlayan melekleri gönderir. Onlar bu mü’mini göreceği bir yerde beklerler. Ruhunu teslim

ettiği zaman yer ile gök arasındaki ve göklerdeki bütün melekler onun için istiğfâr edip, Allahü

teâlâdan onun bütün günahlarını affetmesi için duâ ederler. Göklerin bütün kapıları kendisi için

açılır, her kapı kendisinden geçmesini ister. Ruhu Allahü teâlânın huzuruna çıktığı zaman, melekler:

“Yâ Rabbi! Bu filân kulunun ruhudur.” derler: Allahü teâlâ: “Onu geri çevirin ve onun için

hazırladığım mükâfat ve ihsanları kendisine gösterin. Çünkü ben ona va’d ettim: “Sizi topraktan

yarattım ve tekrar toprak yapacağım, tekrar topraktan çıkaracağım.” (Tâhâ sûresi 55. âyeti) Ruh

kabrine döner ve hattâ kendisini defn edip dağılanların ayak seslerini dahi duyar. Melekler son

bir sıkıntı olarak onu iyice sıkıştırıp: “Rabbim Allah, dînim İslâm ve Peygamberim Hz. Muhammed’dir

(s.a.v.)” der. Bu cevabı verince birisi: “Doğru söyledin.” der. İşte bu, Allahü teâlânın “Allah

îmân edenlere dünyâ ve âhiret hayatında o kararlı sözlerinde daima sebat ihsan eder.” (İbrâhîm

sûresi 27. âyeti) buyurduğu sözün mânâsıdır. Sonra karşısına yüzü, elbisesi, kokusu güzel

birisi gelir ve “Nimetleri devamlı olan Allahü teâlânın Cennet ve rahmeti ile sana müjdeler olsun”

der. Mü’min kimse: “Allah sana hayırlı, karşılıklar versin, sen kimsin?” diye sorar. O kimse “Ben

senin dünyâdaki iyi amellerinim. Sen daima Allah’a ibâdet etmek için koşar, isyana ise, tenbellik

edip yaklaşmazdın. Bunun için Allahü teâlâ seni hayırlı, güzel nimetlerle mükâfatlandırdı. Bundan

sonra birisi: “Buna Cennetten bir döşek getirin ve Cennetten kabrine bir kapı açın” der. Bir döşek

getirilir ve Cennet’e doğru bir kapı açılır. O mü’min de: “Yâ Rabbi! Kıyâmeti çabuk getir de

bir an önce aileme, çocuklarıma kavuşayım” der.

Kâfir ise; o da dünyâdan alâkasını kesip öleceği zaman, çirkin, suratlı, şiddetli azâb yapan

melekler, ateşten elbise ve katrandan gömleklerle karşısında dururlar. Ruhu çıktığı zaman yer ve

gökteki bütün melekler kendisine la’net ederler. Göklerin kapıları kapanarak hiçbir kapı onun habîs

kötü ruhunun kendisinden geçmesini istemez. Böylece ruhu geri döndürülür. Melekler: “Yâ

Rabbi! Bu falan kulunun ruhudur, yerler ve gökler bunu kabul etmiyorlar” dedikleri zaman Allahü

teâlâ: “Onu geri çevirin ve ona hazırladığım büyük azâbı gösterin. Çünkü ona da: “Sizi topraktan

yarattım, yine toprağa iâde edeceğim ve tekrar topraktan çıkaracağım” diye va’d ettim” buyurur.

Sonra ruhu mezarına götürülür. Hatta mezarının yanından dağılmakta olanların ayak seslerini de

işitir. Ona da: “Rabbin kim, Peygamberin kim ve dinin nedir?” suâlini sorarlar. O kâfir kimse de:

“Bilmiyorum” der. Melekler de: “Evet, bilmezsin.” derler. Bundan sonra çirkin elbiseli, pis kokulu

ve vahşi yüzlü birisi gelip karşısına dikilerek: “Allahın gadabı ve sonsuz azâbı sana müjde olsun”

der. Adam: “Allah senin de cezanı versin, sen kimsin?” diye sorunca, onun yanına, gelen kimse:

“Ben senin dünyâda iken yaptığın çirkin amelinim. Sen kötülüğe, Allahü teâlâya isyana koşa kaşa

giderdin, fakat ibadete ve taâta gevşek davranır, yapmazdın. İşte bugün Allahü teâlâ kötülüğünün

ve küfrünün cezasını sana çektirecek”, cevabını verir. Sonra gözleri görmeyen, konuşamayan

ve kulakları duymayan bir melek onu yakalar. Onun için demirden bir tokmak hazırlanır.

Bütün insanlar ve cin toplansalar onu yerinden kaldıramazlar. Hatta dağlara vurulsa, kül ve toprak

haline getirir. Bununla kendisine bir kere vurulduğu, zaman parçalanır, kül haline gelir. Tekrar

dirilir ve alnına öyle bir şiddetle vurulur ki, insan ve cinden başka yeryüzündeki bütün mahlûklar

onun bağırmasını işitirler. Sonra bir melek: “Buna ateşten iki demir levha getirin ve mezarından

da Cehenneme doğru bir kapı açın.” diye seslenir. Hemen onun kabrine ateşten iki demir

levha döşenir ve Cehennemden de bir kapı açılır.”

Resûlullah’a (s.a.v.) abdest alırken selâm verdim. Abdestini bitirdikten sonra selâmımı aldı. Elini

uzatarak benimle müsâfeha etti. Ben de Resûl-i Ekrem’e: “Yâ Resûlallah, bu Arap olmayanların âdeti

değil midir?’’ diye sordum. Resûlullah (s.a.v.) da: “Müslümanlar birbirleriyle karşılaştıkları zaman

müsâfeha ederlerse günahları dökülür.” buyurdu.

“Namaz kılmak için ayağa kalktığımız zaman Resûlullah (s.a.v.) saflar arasında dolaşır, elleri ile

göğüslerimize veya sırtlarımıza dokunur, safları düzeltir, sonra: “Saflarınız bozuk olmasın, sonra o

bozukluk kalblerinize de girer.” buyururdu.”

Bir köylü, Resûlullah’a (s.a.v.) gelip: “Yâ Resûlallah! Beni Cennete götürecek bir ameli bana Öğret”

deyince Peygamberimiz (s.a.v.): “Aç kimseleri doyur, susuz olana su ver, emr-i ma’ruf ve nehyi

münker yap, yani Allahü teâlânın emirlerini, iyi amelleri insanlara öğret, harâm ve yasak olan

kötü şeyleri de insanlardan men’et. Bunlara gücün yetmezse hayırlı, güzel olmayan sözlerden

dilini sakındır.” buyurdu.

Peygamberimiz (s.a.v.) Kurban bayramı hutbesinde şöyle buyurdu: “Bu günümüzde bizim yapacağımız

ilk şey, namaz kılmaktır. Bundan sonra evlerimize dönüp kurban kesmektir. Her kim böyle

yaparsa sünnetimize uygun iş yapmış olur.”

Bir gün Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Berâ’ya bir duâ öğretti. Hz. Berâ, duâyı tekrarlarken,

“Nebîyyike” yerine “Resûlike” okuyunca, Resûlullah (s.a.v.) “Hayır (Resûlike) deme, (Nebîyyike) diyerek

oku.” buyurdu. Böylece duânın değiştirilmesine müsâade etmedi.

Hz. Berâ, Hudeybiye andlaşmasını şu şekilde anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v.) Hicretin altıncı senesinde

Zilka’de ayında umre yapmak için Mekke’ye gitmişti. Fakat müşrikler Peygamberimizin Mekke’ye

girmesine mâni olmuşlardı. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) onlarla ertesi sene Mekke’de umre için üç

gün kalmak şartı ile Hudeybiye’de bir andlaşma yaptı. Müslümanlar andlaşma kâğıdına Hz. Ali bin Ebî

Tâlib’e “Bu andlaşma, Muhammed Resûlullah (s.a.v.) tarafından barış yapılan maddeleri ihtiva etmektedir”

şeklinde Peygamberimizin “Resûlullah” unvanını yazdırmışlardı. Müşrik heyetinde bulunanlar Resûl-i

Ekrem’e: “Biz senin peygamberliğini kabul etmiyoruz. Eğer seni Resûlullah olarak tanıyıp tasdîk etmiş

olsaydık, Senin Mekke’ye girmene mâni olmazdık. Sen sadece Abdullah’ın oğlu Muhammedsin” dediler.

Resûlullah da bunlara karşılık “Beni yalanlasanız da Ben Resûlullahım, Muhammed bin Abdullah’ım

(s.a.v.)” buyurdu. Bundan sonra Hz. Ali’ye “Resûlullah (s.a.v.) kelimesini sil.” buyurdu. Hz. Ali

“Allahü teâlâya yemin ederim ki, ben senin Resûlullah unvanını silemem” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz

(s.a.v.) andlaşma yazısını alarak “Bu andlaşma Muhammed bin Abdullah tarafından barış

yapılan şu maddeleri ihtiva eder” diye yazıldı. “Bu maddeler Mekke’ye silâhla girilmeyecek, ancak

kılıfı içinde getirilebilecek, Mekkelilerden bir kimse Muhammed’e tâbi olmak isterse (Müslüman olursa),

Mekke’den çıkıp Medine’ye gidemeyecek ve Muhammed’in Eshâbından birisi Mekke’de kalmak isterse

buna mâni olunmayacaktır.”

Ertesi sene Resûlullah (s.a.v.) Mekke’ye umre yapmak için geldi. Andlaşmada belirtilen üç gün biterken

müşrikler Hz. Ali’ye gelerek: “Andlaşma müddeti geçti. Şimdi Peygamberine söyle de Mekke’den

çıksın!” dediler. Peygamberimiz de üç gün tamamlanınca Eshâb-ı kirâm ile beraber Mekke’den ayrıldılar.”

 

KAYNAKLAR:

 

1) El-A’lâm cild-2, sh-46

2) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-4, sh-364

3) El-Îsâbe, cild-1, sh-142

4) El-İstiâb, cild-1, sh-139

5) Tehzîb-üt-tehzîb cild-1, sh-132

6) Tehzîb-ül-esmâ, cild-1, sh-132

7) Kâmûs-ul-a’lâm, cild-2, sh-1259

8) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye, sh-347, 990

9) Eshâb-ı Kirâm, sh-316