ASIM BİN SABİT R.A.
Eshâb-ı kirâmın
meşhûrlarından ve muhariblerinden. Âlim ve edip bir zât. İsmi Âsım bin Sâbit
bin
Ebi’l Eklah-il-Ensârî olup,
künyesi Ebû Süleymân’dır. Annesi Şemûs binti Ebî Âmir’dir. Hayatını dîni İslâm
uğruna savaşlarda geçirdi.
Vefâtından sonra’da Allahü teâlâ onu müşriklerden muhafaza etti. Doğum
târihi belli değildir. Âsım
(r.a.) hicretten önce îmân etmişdir. Ensârdan, ya’ni Medineli’dir. Nazil olan
âyet-i kerîme ve hadîs-i
şerîfleri hemen ezberlerdi. Bir oğlu Muhammed’dir. Bir oğlu da meşhûr Arap
şairi Ahvas’dır. Kız
kardeşi Cemile binti Sâbit, Hz. Ömer’in hanımıdır. Hz. Ömer’in oğlu Âsım bin
Ömer
bu hâtûndan dünyâya gelmiştir.
Âsım bin Sâbit (r.a.)
hicretin dördüncü (m. 625) senesinde vuku bulan Uhud gazâsından sonraki
Recî’ vakasında şehîd
olmuştur. Peygamberimiz (s.a.v.) muhacirlerden Abdullah bin Cahş (r.a.) ile onu
kardeş yapmıştır.
Peygamberimiz (s.a.v.),
Bedir gazasının gecesinde Eshâb-ı kirâma nasıl harb edileceğini, harbde
hangi usûlü takib
edeceklerini sordu. Âsım bin Sâbit (r.a.) eline yayı ve oku aldı. “Yâ
Resûlallah, Kureyş
kavmi ikiyüz zira’ (100 m.)
veya daha yaklaştıkları zaman yayla okları kullanırız. Kureyşliler bize ve
onlara
taş yetişecek kadar
yakınımıza geldikleri zaman taşla mücâdele ederiz, taşlarız. Kureyşliler, bize
ve
onlara mızrak yetişecek
kadar yakınımıza geldikleri zaman kırılıp, parçalanıncaya kadar mızrakla
mücadele
ederiz. Kırılınca mızrağı
bırakırız” dedi. Kılıcını alıp kuşandı ve onu sıyırarak “Kılıçlarımızı sıyırır
ve
de kılıçla çarpışmağa
tutuşuruz” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) bunu beğendiler ve “Harbin icâbı budur.
Bu tarzda çarpışılması
lâzımdır. Çarpışan ve vuruşan Âsım’ın çarpışması gibi çarpışsın,” buyurdular.
Bedir harbi bu şekilde
yapıldı ve meleklerin de yardımıyla Allahü teâlâ zafer ihsan eyledi. Âsım bin
Sâbit (r.a.) bu gazada
Kureyş’in ulularından Ukbe bin Muayt’i öldürdü. Bu Ukbe Mekke’de Peygamberimizi
(s.a.v.) boğmaya kalkmış ve
hayatına son vermek için çalışmış azılı müşriklerden (puta tapanlar)
idi. Peygamberimizin
(s.a.v.) hicreti üzerine “Ey Kusvâ (Peygamberimizin (s.a.v.) devesinin adı)
adındaki
devenin binicisi, hicret
edip bizden uzaklaştın. Fakat pek yakında beni atlı olarak karşında göreceksin.
Mızrağımı size saplayıp,
onu kanınızla sulayacağım. Kılıçla hiç örtülü yerinizi bırakmayacağım.”
Mânâsına
gelen beytler söyledi.
Peygamberimiz onun bu sözlerini işitince, “Allahım onu yüzü koyun, burnunun
üzerine düşür” diyerek duâ
etti. Ukbe bin Ebî Muayt, Bedir’de Kureyş ordusunun yenildiğini
anladığı zaman kaçıp
kurtulmak için atını sürdü. Fakat hayvan hiçbir şey yokken birden ürkmüş ve Onu
yere vurmuştu. Resûlullahın
duâsı ortaya çıkmıştı. Abdullah bin Seleme (r.a.) de onu esir etmişti.
Peygamberimiz
(s.a.v.), Âsım bin Sâbit’e
(r.a.) Ukbe’nin cezalandırılmasını emretti. Ukbe: “Yazıklar olsun
sana ey Kureyş cemaati.
Şunlar arasında neden bir tek ben öldürülüyorum?” dedi. Peygamberimiz, “Allah
ve Resûlüne olan
düşmanlığından dolayı” buyurdu. Ukbe “Yâ Muhammed, kavminden herkese
yaptığını bana da yap.
Onları öldürürsen beni de öldür. Onlara emân verirsen bana da emân ver.
Onlardan
kurtulmaları için para
alırsan, onlar gibi benden de al. Yâ Muhammed, Sen beni öldürürsen, küçüklere
kim bakacak?” dedi.
Peygamberimiz: “Sen hele Cehenneme girmeye bak, onları Allah’a bırak.
Ey Âsım git, onun boynunu
vur” buyurdu. Âsım gidip Ukbe’nin boynunu vurunca Peygamberimiz:
“Vallahi; Allahı, Resûlünü
ve Kitabı (Kur’ân-ı kerîm) inkâr eden, Peygamberini işkenceden işkenceye
uğratan senden daha kötü
bir adam bilmiyorum. Allahü teâlâya hamd ederim ki, senin ölümünden
dolayı gözümü aydınlattı.”
buyurdu.
Âsım bin Sâbit (r.a.)
Uhud’da bulundu ve Resûlullahın (s.a.v.) has okçularından idi. Âsım bin Sâbit
(r.a.) Uhud’da,
Resûlullahın (s.a.v.) yanından bir an ayrılmayan ve O’nunla beraber sebat eden
ve ölseler
dahi Peygamberimiz’den
(s.a.v.) ayrılmamak üzere bîat eden bahtiyarlardandı. Bu gazada müşriklerin
sancaktarlarından Müsâfi’
bin Talha ile kardeşi Hâris bin Talha’yı ok ile öldürdü. Bunların anneleri
Selâfe binti Sa’d, Hz.
Âsım’ın kafatasından şarap içmeğe nezr ederek yemin etti ve Onun başını
kendisine
getirene yüz deve vermeği
va’d etti.
Lihyanoğulları, Adal ve
Kare kabilelerine giderek; zekâtlarını teslim almak ve İslâmiyeti öğretmek
için Eshâb-ı kirâmdan
bazılarını göndermesi için Peygamberimize (s.a.v.) aracı olarak haber
vermelerini
istediler. Asıl maksatları
ise “Gelecek olan Eshâb’dan bazılarını, öldürülen adamımız Hâlid bin Süfyân
yerine öldürür,
intikamımızı alırız. Diğerlerini de Mekke’ye götürür Kureyş’e satarız.
Kureyş’in Bedir’de
öldürülen adamlarına karşı
Muhammed’in Ashâbı’ndan kendilerine getirilecekleri işkence ile öldürmeleri
kadar hoşlarına gidecek bir
şey yoktur” dediler. Adal ve Kare kabilesinden altı (veya yedi) kişi Medine’ye
gelerek Peygamberimize
(s.a.v.): “Yâ Resûlallah, İslâmiyet, kabilemiz içinde yayılmaya başladı.
Eshâbından bazılarını
bizimle beraber gönder de onlar bize İslâmiyeti anlatsınlar. Kur’ân-ı kerîmi ve
şeriatı öğretsinler” diye
ricada bulundular. Peygamberimiz Uhud’dan sonra Kureyş müşriklerinin ne
yaptıklarını,
yeni bir hücum hazırlığı
içinde olup olmadıklarını araştırmak ve ona göre tedbir almak üzere;
Eshâb’dan bazılarını araştırma
ve istihbaratla vazifelendirip, Mekke’ye göndermeye hazırlamış bulunuyordu.
Bu birlikde on kadar Sahâbî
bulunup isimleri bilinenler şunlardır: Mersed bin Ebî Mersed, Hâlid
bin Bükeyr, Âsım bin Sâbit,
Abdullah bin Târık, Hubeyb bin Adiy, Muattib bin Ubeyd, Zeyd bin Desinne
(radıyallahü anhüm ecmaîn).
Bunların emirleri Âsım bin Sâbit (r.a.) olup, hicretin dördüncü yılı safer
ayında
davetçilerle birlikte
Medine-i Münevvere’den yola çıktılar. Bu kafile Hicaz bölgesinde Hüzeyl’lilere
ait bir su başı olan Recî’e
geldiklerinde kendilerini götürenlerin ihânetine uğradılar. Buraya kadar
geceleri
yol alıp gündüzleri
gizlenmek suretiyle seher vakti gelmişler, namazlarını kılmışlar ve orada
Medine’den
yanlarına azık olarak
aldıkları iyi cins Medine hurması yiyerek çekirdeklerini de oraya atmışlardı.
Oradan ayrıldıkları zaman,
Hüzeyl kabilesinden çobanlık yapan bir kadın hayvanlarını sulamak için
Recî’ suyuna uğramış,
oradaki hurma çekirdeklerini görünce bunların Medine hurması olduğunu anlamış
ve kabilesine haber
vermişti. Bu sırada Eshâb dağda gizlenmişlerdi. Kendilerini davet edenlerden
birisi de bir bahane ile
ayrılmış ve Lihyanoğullarına haber vermişti. Lihyanoğullarından, yüz kadarı
okçu
olmak üzere ikiyüz kişi
Eshâb-ı kirâmı (r.a.) aramaya başladılar. Recî’ suyu başına geldiklerinde
Eshâb’ın yanlarına azık
olarak aldıkları ve yedikleri hurma çekirdeklerini buldular, (Medine hurmasının
çekirdeği küçük ve ince
uzundur) bunların Eshâb-ı kirâma ait olduğunu anlayıp, izlerini takip etmeye
başladılar. Nihayet Âsım
bin Sâbit (r.a.) ve arkadaşlarını dağın tepesinde buldular, etraflarını
çevirdiler.
Bu arada on Sahabînin
ahvalini müşriklerin başı Süfyân’a haber veren şahıs, küffar tarafına geçti.
Eshâb-ı kirâm o anda hileyi
anlayıp aldatıldıklarını bildiler. Eshâb-ı kirâm kılıçlarını çektiler ve harb
etmeğe
karar verdiler. Bunu
anlayan kâfirler Eshâb-ı kirâmı kandırmaya çalışıp, “Eğer yanımıza inerseniz,
hiç birinizi
öldürmeyeceğiz. Kesin söz veriyoruz. Vallahi sizleri öldürmek istemiyoruz.
Fakat size karşı
Mekkelilerden fidye
koparmak istiyoruz” dediler. Âsım bin Sâbit, Mersed bin Ebî’ Mersed ve Hâlid
bin
Ebî Büheyr. “Hiç bir zaman
müşriklerin ne sözlerini ne de akidlerini kabul ederiz” diyerek müşriklerin
tekliflerini reddettiler.
Âsım bin Sâbit (r.a.) “Ben hiç bir zaman müşriklere el sürmemeğe ve
himayelerini
kabul etmemeğe yemin ettim,
sözüm vardır. Vallahi kâfirlerin himayelerine ve sözlerine kanarak aşağı
inmem ve kâfirlere teslim
olmam” dedi. Ellerini açtı “Allahım Peygamberini durumumuzdan haberdar et”
diyerek duâ etti. Allahü
teâlâ, Hz. Âsım’ın duâsını kabul buyurdu ve Resûlullah (s.a.v.), onlardan
haberdar
oldu.
Âsım (r.a.) müşriklere “Biz
ölmekten korkmayız. Çünkü dinimizde basîretliyiz (ölünce şehîd olur
cennete gideriz)” buyurdu. Süfyân
“Ey Âsım, kendini ve arkadaşlarını zayi etme teslim ol” diye bağırdı.
Âsım bin Sâbit (r.a.) ok
atmak suretiyle cevap verdi. Ok atarken:
Ben güçlüyüm hiç eksiğim
yok.
Yayımın kalın teli
gerilmiştir.
Ölüm hak, hayat boş ve
geçicidir.
Mukadderatın hepsi başa
gelicidir.
İnsanlar er-geç Allaha
rücû’ edicidir.
Eğer ben sizinle
çarpışmazsam anam (üzüntüsünden) aklını kaybeder.
Mısralarını okuyordu.
Âsım’ın (r.a.) sadağında yedi ok vardı: Attığı her ok ile bir müşriki öldürdü.
Oku bitince bir çok müşriği
mızrağıyla delik deşik etti. Öyle bir an oldu ki mızrağı da kırıldı. Hemen
kılıcını
sıyırdı, kınını kırıp attı.
(Bu ölünceye kadar döğüşeceğim, teslim olmayacağım mânâsına gelirdi.)
Sonra da: “Ey Allahım ben
(bugüne kadar) senin dînini hıfz ettim (sakladım). Senden bu günün sonunda
benim etimi (vücudumu)
koruyup, hıfzetmeni niyaz ediyorum”, diye duâ etti. Çünkü Uhud’da öldürdüğü
iki kardeş olan Hâris ve
Mûsâfi’ bin Talha’nın anneleri Hz. Âsım’ın kafatasında şarap içmeğe yemin etmiş
ve kafasını getirene yüz
deve vermeği va’d etmişti. Müşrikler bunu biliyorlardı. Âsım bin Sâbit’in
(r.a.) Allah, Allah
nidaları diğer Eshâb’ın nidaları dağları inletiyordu, ikiyüz kişiye karşı on
mücâhid ölesiye
çarpışıyor, yanlarına
yaklaşanlar yaptıklarının cezasını görüyorlardı. Âsım (r.a.) en sonunda iki
ayağından
yaralanıp yere düştü.
Kafirler, Âsım bin Sâbit’ten (r.a.) o kadar korkmuşlardı ki yere düşünce
dahi yanına yaklaşamadılar
uzaktan ok atarak şehîd ettiler. O gün orada mevcut bulunan on Sahâbîden
yedisi şehîd oldu, üçü de
esir edildi. Lihyanoğulları Sülâfe binti Sa’d’a satmak için Âsım bin Sâbit’in
(r.a.)
başını kesmek istediler.
Fakat Allahü teâlâ, Hz. Âsım bin Sâbit’in duâsını kabul buyurdu ve mübârek
cesedine müşrikler el
süremediler. Allahü teâlâ bir arı sürüsü gönderdi. Bulut gibi Âsım bin Sâbit’in
(r.a.)
üzerinde durdular. Hiç bir
müşrik yanına yaklaşamadı. “Bırakın akşam olunca arılar onun üzerinden dağılır,
biz de başını keser alırız”
dediler. Akşam olunca Allahü teâlâ hiç yoktan bir yağmur gönderdi. Görülmemiş
bir yağmur yağdı. Sel geldi
ve Âsım bin Sâbit’in (r.a.) mübârek cesedini alıp götürdü. Cesedin
nerede olduğu bilinemedi.
Ne kadar aradılarsa da bulunamadı. Bunun için müşrikler Âsım bin Sâbit’in
(r.a.) hiçbir yerini
kesmeye muvaffak olamadılar. Arıların, Âsım’ı (r.a.) korudukları hâdisesi
zikredildiği
zaman Hz. Ömer (r.a.):
“Allahü teâlâ elbette mü’min kulunu muhafaza eder. Âsım bin Sâbit, sağlığında
da müşriklerden nasıl
korundu ise Allahü teâlâ da ölümünden sonra onun cesedini muhafaza edip
müşriklere
dokundurmadı” buyurdu.
Bunun için Âsım bin Sâbit (r.a.) anılırken “Arıların koruduğu kimse” diye
anılırdı.
KAYNAKLAR:
1) Hilyet-ül-Evliyâ cild-1,
sh-110
2) Tabakât-ı İbn-i Sa’d
cild-3, sh-462
3) El-Îsâbe cild-2, sh-244
4) Kâmûs-ül-A’lâm cild-4,
sh-3045
5) El-A’lâm cild-3, sh-248