Ana sayfa

 

AMR BİN AS R.A.

 

Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden. Tahminen m. 574 yıllarında Mekke-i Mükerreme’de doğdu. 43 (m.

663) yılında, doksan yaşlarında Mısır’da vefât etmiştir. Amr bin Âs hazretlerinin nesebi: Amr bin Âs bin

Vail bin Hâşim bin Suayd bin Sehm bin Amr bin Hesis bin Kâb bin Le’vi Kureyşî Sehmî’dir. Âs bin Vâil

Es-Sehmî’nin oğludur, Ebû Abdullah, Ebû Muhammed künyeleri vardır. Annesi beni Aneze’den

Nâbigâ’dır.

Hz. Amr bin Âs’ın mensûb olduğu, Benî Sehm kabilesi, İslâmiyet’ten önceki cahiliyye devrinde,

Kureyşin ileri gelen, tanınmış ailelerinden idi. Müslüman olmadan önce, babası Âs bin Vâil sağ iken ismi

pek duyulmazdı. Ancak ikinci derecede reisler arasında ismi geçerdi. 8 (m. 629) yılında müslüman olduktan

sonra kendini göstermeye başlamıştır. Müslüman olmadan önce, müslümanlar ikinci defa Habeşistan’a

göç ettikleri zaman, Kureyş kâfirleri tarafından, Habeş’teki müslüman muhacirlerini teslim etmesini

teklif için Habeş hükümdarı Necaşî’ye elçi olarak gönderilmişti.

Amr bin Âs, önceleri kabilesine uyarak İslâm aleyhinde çalışmış olmakla beraber, Hendek savaşından

sonra, İslâmiyet üzerinde düşünmeğe koyuldu. Düşünüyor, düşündükçe değişiyordu. Amr bin

Âs’ın durumundaki bu değişiklik kabilesinin gözünden kaçmıyordu. Zira artık müslümanlara muhalefet

etmediği gibi, muhalefet edenlerden de kaçıyordu. Meseleyi kendisine açtılar. Açık açık konuştular. Fakat

Amr bin Âs (r.a.) artık kalbini İslâma çevirmişti. Kendisini kınayanlara “Aldanıyorsunuz.” diyordu. Onları

ikna etmeğe, yola getirmeğe çalışıyordu. Mekke’nin fethinden önce bir ara çarşıda Hâlid bin Velîd ve

Ebâ Süleymân ile tesadüfen görüştü. Fikrini onlara açıkladı. Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) hizmetine baş

koymak istediğini söyledi. Meğerse onlar da aynı düşüncede imişler. Teklifi hemen kabul ettiler. Hicretin

sekizinci yılı, Mekke’nin fethinden altı ay önce üçü birlikte Medine’ye gelerek müslüman oldular. Fetihten

önce imâna gelenlerin şereflerine ve yüksek derecelerine kavuştular. Diğer bir rivâyette, Hudeybiye anlaşması

ile Hayber’in fethi arasında müslüman olmuştur.

Amr bin Âs (r.a.) İslâmiyeti kabul ettikten sonra eski hatalarından dolayı çok pişman oldu. İslâma

hizmet etmeyi, müşriklere karşı savaşmayı şiddetle arzu etti. Böylece İslâm dininin yaman ve yiğit mücâhidi

oldu.

Vâkıdî’nin (r.a.) ifade ettiğine göre; Amr bin Âs, Peygamberimize “Yâ Resûlallah, nice müddettir,

şeriat sarayını yıkmağa kasdettim. Şimdi muradım odur ki, İslâm’a geldiğim belli ola.” deyince, Resûl

aleyhisselâm “Yakında seni bir hizmete gönderirim” buyurdu. Sonra Peygamber efendimiz (s.a.v.)

tarafından bir seriyye ile (bir bölük askerin kumandanı olarak) babasının dayıları olan Belî bin Ömer bin

Lihaf kabilesine karşı gönderildi. Zat-üs-selâsil adındaki yere gelince, kâfirlerin başka kabilelerle birleştiğini

haber aldı. Durumu Resûlullaha arz edip, yardım istedi. Resûl aleyhisselâm, Ebû Ubeyde bin Cerrâh

(r.a.)’ın emri altında, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in de bulunduğu bir birliği gönderip, Amr’a yardım

etmelerini emr eyledi. Amr, Ebû Ubeyde’nin yardımı ile kuvvet buldu. Düşman cezalandırıldı. Selâmet ve

ganimet ile Medine’ye döndüler. Bu Seriyyeden sonra, Amr bin Âs (r.a.), Resûlullaha sordu ki, Yâ

Resûlallah, en ziyade kimi seversin? Resûl aleyhisselâm, “Aişe’yi” buyurdu. Erkeklerden kimi sevdiğini

sordu. Resûlullah, “Âişe’nin babasını” buyurdu. Amr, ondan sonra kimi deyince, Resûlullah, “Ömer’i”

buyurdu. Amr, sordukça Resûl aleyhisselâm bir bir Eshâbın isimlerini zikretti. Böylece Amr (r.a.), beylik

ve emirliğin, fazîlete sebep olmadığını ve ziyade muhabbete delil olamayacağını anladı.

Amr bin Âs, müslüman olduktan sonra, Mekke fethine iştirak etti. Bunun arkasından Huneyn gazvesinde

bulundu. Sonra Resûlullah ile birlikte Medine’ye döndü. Mekke fethinden bir müddet sonra Suva

ve Benî Hüzeyl kabileleri putperestlikte ısrar ettikleri için bunların üzerine Hz. Amr bin Âs kumandasında

küçük bir ordu gönderilerek müslümanlığı kabul etmeleri sağlandı.

Mekke’nin fethinden sonra Resûl-i Ekrem bazı hükümdarlara, İslâma davet eden mektûblar gönderdi.

Umman’a da Amr bin Âs’ı (r.a.) göndermişti. Resûl aleyhisselâmın (s.a.v.) mektubunu okuyan

Umman hükümdarları müslüman olmuştu. Bunun üzerine Amr bin Âs (r.a.), Resûlullah tarafından Umman’a

vali tayin edildi. Hiç azl olunmadı. Resûl-i Ekrem’in vefâtına kadar bu vazifeye devam etti.

Hz. Ebû Bekir’in hilâfeti sırasında, önce Umman’daki mürtedleri (İslâm’dan dönenleri) sonra da Hz.

Ebû Bekir tarafından çağrıldığında, Medine’ye gelerek, Benî Kadaa mürtedlerini yola getirdi. Sonra

Umman’a döndü. Hz. Amr bin Âs irtidat kargaşalığını başardıktan sonra, Hz. Ebû Bekir tarafından Irak

ve Şam’ın fethine gönderildi. 13 (m. 634) yılında Ecnadin muharebesini yaparak, Bizanslıları mağlûb

etti. Bu savaştan sonra Şam’ın fethi İslâm ordusuna nasîb oldu. Şam’ın fethinden sonra, Bizanslılarla

Fahl ve Yermük savaşlarını yaptı. İslâm ordusu, Bizans ordularını üst üste mağlubiyete uğrattı. Bu arada

Dımaşk, Fahl, Yermük, Kansereyn ve diğer birçok yerler alındı. Haleb, Menbee ve Antakya halkı ile sulh

yapıldı. Yermük savaşı neticelendikten sonra, Amr bin Âs’a (r.a.) başka işler düşüyordu. Durmak yoktu.

Gazze, Sabastin, Nablus, Ledda, Mabni, Beyt, Cirin, Amvas arka arkaya feth olundun Ancak, Kudüs

daha feth edilememişti. Hz. Amr bin Âs, Kudüs’ü kuşattı. Kudüs hükümdarı, Halife’nin bizzat gelmesi

halinde şehri teslim edeceğini bildirdi.

Bunun üzerine Hz. Ömer, Şam’a geldi. Sulh ile işi halletti. Kudüs böylece müslümanların eline

geçti. Hz. Amr bin Âs, Filistin’in fethi tamamlanınca, Hz. Ömer tarafından Filistin valisi oldu. Halife’den

izin alarak Mısır’ı fethe koyuldu. Mısır’a girdi. Bazıları çok uzun süren, peşpeşe savaşlardan sonra Mısır

feth edildi. Amr bin Âs (r.a.) Mısır’dan sonra, Kuzey Afrika’ya yönelerek Trablusgarb ve Siyre’yi de fethetti.

Trablus ve civarının, feth edildiğini Halife’ye bildirdi. Tunus, Merakeş ve Cezayir’in de fethi için izin

istedi. Fakat daha fazla ileri gitmenin mahzurlu olacağı, orada kalmanın daha uygun olduğu halife tarafından

bildirilince, Amr bin Âs daha fazla ilerlemedi. Amr bin Âs (r.a.), Hz. Osman zamanında Mısır Valiliği’nden

alınarak Medine’ye getirildi. Halife’nin müşaviri oldu.

Sıffîn muharebesinde ictihâdı, Hz. Muâviye’nin ictihâdına uygun oldu. Hz. Muâviye’nin halifeliği sırasında

tekrar Mısır’a vali oldu. Vefâtına kadar bu vazifede kaldı. 43 (m. 664) târihinde 93 yaşında iken

vefât etti. Cenâze namazını Ramazan bayramının birinci günü oğlu Abdullah bin Amr hazretleri kıldırdı.

Mukattam mevkiine defn edildi.

Amr bin Âs hazretlerinin Abdullah ve Muhammed adında iki oğlu vardı. Bu oğullarının ikisinin de

Riyta binti Münebbih’den veya Havle binti Hamza’dan olduğu rivâyet edilmektedir. Orta boylu, cesur,

edip ve belîğ olan Hz. Amr bin Âs, hemen hemen ömrünün tamamını savaş meydanlarında geçirmiştir.

Bu bakımdan ilimle fazla uğraşamadı. Ancak çok temiz ve fasîh bir Arapça ile Kur’ân-ı kerîm okur ve

bundan derin bir zevk duyardı. Savaştan fırsat buldukça, halka öğüt verir, Resûl-i Ekrem’in söz ve davranışlarını

anlatır ve bunu pek şerefli bir vazife sayardı. Bilhassa dünyâya fazla bağlı olmamak gerektiği

üzerinde ısrarla dururdu. Ayrıca bazı fıkhî meselelerde kıyas ve ictihâdlarda da bulunmuştur. Zamanının

en iyi edip ve hatiblerindendi. Kısa ve toplu yazmak, mükemmel teşbihler yapmak onun özelliklerindendi.

Yaratılıştan hak sever bir zât idi. Resûl-i Ekrem’e karşı duyduğu çok derin sevgisi hemen hissedilirdi.

Amr bin Âs hazretleri akıllı, bilgili, siyasette usta ve asker bir sahabî idi. Çok zekî idi. Şa’bî İslâm’daki

Arab dâhileri dörttür. Amr onlardan biridir. O çetin günler içindir.” demiştir. Hayırlı işlerde aceleci ve atak

idi. Bilhassa savaşlarda bu özelliği daha çok belli olurdu.

Hz. Amr, sadece savaşlarda değil, devlet idaresinde de dâhi idi. Memleket idaresi, mahkemelerin

tanzimi, vergi toplanması gibi işlerde de pek büyük başarılar göstermiştir. Bu arada ilk defa Fustat şehrinde,

bugünkü Anadolu câmilerinin minarelerine benzeyen minareli bir câmi yaptırdı. Kahire ile Kızıldeniz

arasında ondokuz kilometrelik bir kanal açtırarak, hicaz bölgesine gemilerle yiyecek sevk etti.

Birisi Amr bin Âs’a (r.a.), siz akıllı adamdınız. Niçin İslâma girmekte geciktiniz? deyince, O cevap

olarak “Biz, yaş ve bilgi bakımından, bizim önümüzde olan insanlarla beraberdik. Onların yalancılıkları,

akılsızlık derecesinde idi. Resûlullah (s.a.v.) Peygamber olarak gönderilince, O’nu kabul etmediler. Bu

hepimize tatlı geldi. Onlar gidip, sıra bize gelince, düşündük, inceledik Hakkın çok açık olduğunu gördük.

Böylece İslâm kalbime yerleşti. Resûlullahın (s.a.v.) iyilik yapana öldükten sonra iyilik, kötülük yapana

kötülük yapılacağı, sözünü içimde doğru buldum. Bozuk ve bâtıl olan bir şeye devamda hiçbir

fâide görmedim.” buyurdu.

Hz. Ömer, bir defa yürürken Hz. Amr’a baktı. “Ebû Abdullah’a yeryüzünde emir gibi yürümek yakışır”

buyurdu.

Kabise bin Câbir “Amr ile arkadaşlık ettim. Kur’ân-ı kerîmi onun gibi açık okuyan, onun gibi güzel

ahlâklı, onun gibi içi dışına benzeyen görmedim.” der.

Amr İbn-i Âs (r.a.), Resûlullah’dan birçok hadîs rivâyet etti. Kendisinden de iki oğlu Abdullah ve

Muhammed, ayrıca, Kays bin Ebû Hâzim, Ebû Seleme bin Abdurrahman, kölesi Ebû Kays,

Abdurrahman bin Şemâme, Ebû Osman Hindî ve başkaları hadîs bildirdi.

Resûlullah (s.a.v.) Âmr İbn-i Âs için buyurdular k): “Amr İbn-i Âs, Kureyş’in sâlihlerindendir.”

“Allahım, Amr İbn-i Âs’a rahmet et. Zira o hem seni seviyor, hem de Resûlünü”, “İyi kimseye malın

iyisi ne güzel yakışır.”

Resûlullah’tan bizzat işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları:

Amr İbn-i Âs anlatır: Resûlullah bana: “Elbiseni giy, silâhını kuşan ve bana, gel” diye haber

gönderdi. Gittiğimde “Seni asker üzerine göndermek isterim. Allah sana selâmet ve ganimet versin

ve çok sâlih mal ile dön” buyurdu. Ey Allah’ın Resûlü ben mal para için değil, İslâm’a olan rağbet

ve arzumdan müslüman oldum, dedim. “Ey Amr, sâlih mal, sâlih kimsede ne güzeldir” buyurdu.

Bir kişi Resûlullaha (s.a.v.) geldi ve “Yâ Resûlallah amellerin en efdali (en üstünü) hangisidir” diye

sordu. Peygamber efendimiz, “Allahü teâlâya îmân edip, kalb ile tasdîk etmek, O’nun yolunda

cihad etmek ve Hacc-ı Mebrûr (kabul olunan hac)’dır” buyurdu. O kişi “Biraz daha söyler misiniz yâ

Resûlallah dedi.” Resûlullah “İnsanlara yumuşak söylemek, fakîrlere çok yemek yedirmek, vermesi

lâzım ve vâcib olmayan şeyleri, seve seve vermek ve güzel ahlâktır.” buyurdu.

“Yanılan müctehide bir sevâb doğruyu bulana iki veya on sevâb vardır.”

 

KAYNAKLAR:

 

1) Üsüd-ül-gâbe, cild-4, sh-112

2) Fütûh-ül-büldan, sh-83, 127

3) Taberî cild-4, sh-82, 127

4) İbn-i Esir cild-2, sh-318

5) Mu’cem-ül-büldan: Berka kelimesi

6) Ahbar-ut-tıval sh-167, 169

7) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-4, sh-8

8) Tehzîb-ül-kemâl sh-290

9) Tehzîb-üt-tehzîb cild-8, sh-56

10) Hüsn-ül-muhâdâra, sh-68

11) Müstedrek, Hâkim cild-3, sh-454

12) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-1, sh-155

13) Kenz-ül-ummal sh-6

14) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-986

15) Eshâb-ı Kirâm sh-312

16) Hadikât-ün-nediyye cild-1, sh-298