Ana sayfa

 

ABDULLAH BİN ÖMER R.A.

 

Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden ve fıkıh, tefsîr, hadîs ilminde en üstün olanlarından. Künyesi Ebû

Abdurrahman’dır. Müslümanların gözbebeği Hz. Ömerü’l-Fârûk’un oğlu olup, annesi Zeynep binti Ma’un-i Cümeyhî’dir.

 

Mekke-i Mükerreme’de hicretten ondört (m. 608) sene önce doğup, aynı yerde 73 (m. 692) yılında vefât etti. Kabri Muhasseb’dedir.

İlk imâna gelenlerdendir. Babası İslâmiyetle şereflenince, çocuk yaşta müslüman oldu. Medine-i

Münevvere’ye hicret etti. İslâm terbiyesiyle yetişti. Yaşı küçük olduğundan Bedir ve Uhud gazâlarına

götürülmedi. Resûlullah (s.a.v.) ile diğer gazalara katıldı. İlk önce Hendek gazasında bulundu. Biat-ı

Rıdvan’da babasından önce bîat ettiği rivâyet edilmektedir. Mûte ve Yermük gazâlarıyla Mısır ve Kuzey

Afrika’nın fethinde bulundu. Horasan ve Taberistan seferlerine katıldı. Devlet kadrosunda vazife almaktan

uzak durdu. Babası şehâdetinden önce kendisine veliahd olarak oğlunu göstermesini isteyenlere;

“Bir evden bir şehîd yeter” buyurdu. Seçilmemek şartıyla Şûra üyeliğinde bulundu. Hz. Osman’ın

şehâdetinden sonra, Hz. Ömer’in oğlu olduğu, ilmi hususiyetteki yüksek mertebesini ve muharebelerdeki

kahramanlığı ileri sürülerek halife olması istendi. Kabul etmedi. Hz. Ali’ye bîat etti. Fakat, iç hâdiselere

karışmadı. “Cihâd, İslâm ülkesinde, müslümanlar arasında olmaz. Cihad, kâfirlere ve gayr-i müslim

memleketine karşıdır.” buyururdu. Sıffîn muharebesinden sonra da hilâfeti söz konusu olup, kendisine

teklif edildi. Yine kabul etmedi. Hz. Muâviye’nin hilâfetinde Yezîd bin Muâviye ile Bizans seferine katıldı.

Eyyüb Sultan hazretleriyle İstanbul surları önünde Bizanslılar ile mücadele etti. Mücâhiddi. Onbeş tane

evladı vardı. Onbiri erkek, dördü kızdı. Abdullah bin Ömer, Peygamber efendimize çok bağlıydı. O’nun

(s.a.v.) yolunda gitmek, ahlâkı ile ahaklanmak isterdi. Huzur-u se’âdetinden ayrılmak istemezdi. “O’nu

(s.a.v.) daima takib ederdi. Resûlullah (s.a.v.) nerede namaz kılsa izini takip ederek oraya giderdi. Beraber

namaz kılardı. Sünnet-i seniyeyi yerine getirmek için Resûlullah’ı (s.a.v.) daima taklid ederdi. Pek

çok hâdiseye şâhid olup, hadîs-i şerîf dinlemekle şereflendi. Eshâb-ı kirâm içinde en fazla hadîs-i şerîf

rivâyet edenlerden oldu. İbâdet, sohbet ve gazalarda, Veda Haccı’nda hep Resûlullah (s.a.v.) ile beraber

bulundu. Resûlullah’ı (s.a.v.) görmek, sohbetinde bulunmak, O’na hizmet etme şerefine nâil olduğu

ve fıtrâten üstün hâllere sahip olması sebebiyle bütün ilimlerde mâhir üstad idi. Haram ve şüphelilerden

sakınması, ilmi, dünyâya düşkün olmaması örnek durumdaydı. Her işte çok araştırıcı, inceleyici ve dikkatliydi.

Kur’ân-ı kerîmin tefsîri hususunda sahabenin ileri gelenlerinden idi. Helala ve harâma ait hadîs-i

şerîflerin çoğunu O bildirmiştir, İşittiği hadîs-i şerîfleri yazardı. Lüzum olmadıkça hadîs-i şerîf rivâyet

etmezdi. İmâm-ı Begâvî buyuruyor ki, hadîs rivâyeti hususunda İbn-i Ömer kadar dikkat edeni yoktu.

Eshâb-ı fukahâdan olup, fetvaları çok kıymetlidir. Ehli sünnetin Mâlikî Mezhebinin imâmı İmâm-ı Mâlik

(r.a.) O’nun (r.a.) hakkında buyuruyor ki; “Abdullah bin Ömer, Peygamberimizden (s.a.v.) sonra hac

mevsiminde ve diğer zamanlarda insanlara altmış sene fetva vermiştir. Fetva verme hususunda pek

ihtiyatlı hareket ederdi. “Tâbiînden Mihrân (r.a.) O’nun (r.a.) hakkında, “İbni Ömer’den daha fakîh kimse

görmedim” buyurdu. Hadîs ve fıkıh âlimleri arasında Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Abbâs, Abdullah

İbn-i Zübeyr ile Abdullah İbni Amr İbni’l-As’a “Abâdile-i erbaa” (dört Abdullah) unvanı verilmiştir. Bu dört

zât bir mes’elede ittifak edince; “Abâdîle’nin kavli” denilir. Ancak fıkıh kitaplarında Abâdîle-i Abdullahlar

denilince, ekseriya İbni Mes’ûd, İbni Abbâs ve İbni Ömer hazretleri kasd edilir. Âdem bin Ali’den rivâyet

edildiğine göre, bir sohbetinde, “Kıyâmet gününde aksaklar diye çağırılacak kişiler vardır” dedi. Cemaat,

“Aksaklar kimlerdir?” diye sorduklarında, “Sağa sola bakmak ve hareketler yapmak suretiyle namazlarını

eksilten ve aksatan kişilerdir” cevabını verdi.

İyilik etmesini, hayrı, sadakayı, köle azad etmesini çok severdi. İyi ve güzel huylu olup, kötülükten

uzaktı. Her işini ve her şeyini Allah için yapardı. Yüzüğünün taşında” Abede’l-lâhe lillah” “Allahü teâlâya

Allah için, hâlis ibâdet etti” yazılı idi. Abdullah bin Ömer (r.a.) buyurdu ki: “Müslümanlıkla şereflendikten

sonra en büyük sevinç ve neş’em, gönlümün, herkesi peşinden koşturan bir takım istek ve arzulara

meyletmemiş olmasıdır.” Dünya malına hiç gönül bağlamazdı. Câbir bin Abdullah der ki: “Hz. Ömer ve

oğlu Abdullah’dan başka içimizde dünyâya meyli olmıyan kimse yoktur.”

Hz. Nâfi, Hz. Abdullah’ın azâtlısıdır. O’nu onbin dirheme satın aldıktan sonra, “Seni Allah rızası için

âzâd ettim.” buyurdu. Çok cömert, hâlim ve selim idi. Köle ve cariyelerinden hangisini Allahü teâlâya

ibâdet ederken görse, hemen onu âzâd etmek âdeti idi. Kölelerinin böyle görünerek kendisini aldattıklarını

söylediklerinde “hayır için aldanmaktan iyi şey var mıdır?” buyurduğu pek meşhûrdur.

Azadlılarından olan İmâm-ı Nâfi efendisi ile ilgili olarak buyurdular ki: “Abdullah bin Ömer, bin kişi

âzâd etmeyince, ruhunu teslim etmedi. Bazan bir ay geçerdi de bir parça et yemezdi. Ancak, misafiri

bulunduğu veya Ramazan-ı şerîfte yerdi.” “Bir şeyi fazla sevmeye başladı mı, onu Allah rızâsı için, bir

ihtiyacı olana verirdi. Bu meyanda Allahü teâlânın, “Beğendiklerinizden çıkarıp vermedikçe zinhar

iyilik mertebesine erişemezsiniz!” âyet-i celîlesiyle amel ederdi.

“Hz. Abdullah (r.a.)’ın canı balık istemişti. Kızartıp önüne koydular. Tam bu sırada bir fakîr geldi ve

Hz. Abdullah, balığı o fakîre verdi.”

“Abdullah bin Ömer (r.a.)’ın akşam yemeklerini yalnız yediği hiç vâki değildir. Mutlaka misafir arar,

bulurdu.” “Abdullah bin Ömer’le bir dostun evinde üç gün misafir kalınca bana “Kendi paramızdan harcamaya

başla!” buyururdu.

Ka’kaa bin Hakim’den rivâyet edildiğine göre, o zamanın zenginlerinden Abdülazîz bin Hârûn, “Her

ne ihtiyacın varsa bana bildir”, diye Abdullah bin Ömer’e mektûb yazmıştı. Ona şu cevabî mektubu gönderdi:

Resûlullah’dan, “Önce geçindirmekle yükümlü olduğun kişilere ver; yüksek el, alçak elden

hayırlıdır!” buyurduklarını işittim. Yüksek elin ancak veren el, alçak elin de ancak alan el olduğunu sanıyorum.

Senden herhangi bir isteğim yoktur. Allahü teâlânın bana sevk ettiği bir nimeti de geri çevirmem.

İbni Ömer’e (r.a.) bir gün dörtbin dirhem para ile kaftan getirilmişti. Dostlarından Eyyûb bin Vâil,

ertesi gün onun çarşıda binek hayvanına veresiye yem aldığını görünce, şaşırdı. Derhal evine gidip sordu

“Abdullah bin Ömer’e (r.a.) dün dörtbin dirhem para ile bir kaftan gelmemiş miydi?” Ev halkı, “Evet,

gelmişti!” dediler. Eyyûb bin Vâil, “Bugün onu gördüm. Binek hayvanı için yem satın alıyordu. Bedelini

peşin ödeyecek parası yoktu” dedi. Ev halkı: “Dünkü paradan yanında bir kuruş kalmadı. Kaftanı da dün

omuzlarına alıp gitmişti. Eve döndüğü zaman sırtında yoktu. Kaftanı ne yaptığını sorduk. Bir fakîre

hediyye ettiğini söyledi” dediler. O’nun cömertliğine ve haline gıbta eden dostu, geri dönüp çarşı esnafına,

“Ey tacirler! Sizin haliniz nice olacaktır! İşte Hz. Ömer’in oğlu Abdullah (r.a.) binlerce dirhemini fakîr

fukaranın ihtiyacına sarf ediyor da, kendi binek hayvanının yem ihtiyacını veresiye satın almak mecburiyetinde

kalıyor” dedi. Bir gün Abdullah bin Ömer’in (r.a.) devesi çalındı. Çok aradı, bulamadı. Alana helâl

olsun dedi. Mescide girip namaz kıldı. Biri gelip deven şuradadır dedi. Nalınlarını giyip oraya giderken,

geri döndü ve helâl etmişdim, artık almam dedi. Dostlarından imâm Meymûn bin Mihvan (r.a.) anlatır:

“Abdullah bin Ömer’i (r.a.) ziyârete gitmiştim. Evinde bulunan eşyaların hepsine değer biçtim ve bütün

bunların değerinin yüz dirhemi bulmadığını gördüm. Hz. Abdullah, temizliği seven ve bu konuda titizlik

gösteren bir sahâbîydi. Hz. Nâfi’den şöyle rivâyet ediliyor. Cuma namazına gitmeden önce mutlaka yıkanır

ve güzel kokular sürünürdü. Bayram namazları için de aynı şeyi yapardı, ihram için, Mekke’ye giriş

için ve Arafat’ta vakfe için de yıkanırdı. Günde iki defa güzel koku sürünürdü. Elbiselerinin daima tertemiz

ve kokusunun güzel olmasına dikkat ederdi.

Hz. Nâfi’e Hz. Abdullah’ın evindeki hayatı sorulduğunda şöyle anlattı: “Her namaz için abdest alır

ve bunların arasında Kur’ân-ı kerîm okurdu.” Hz. Abdullah’ın kendisi diyor ki: “Asr-ı se’âdette bir rüya

görmüştüm. Güya elimde ipekli bir kumaş parçası var ve ben Cennetden nereyi istiyorsam bu ipekli kumaş

parçası sayesinde oraya uçuyorum. Derken iki kişi beni tutup Cehenneme götürmek istediler. Derhal

karşılarına bir melek çıktı. Ve bana “Korkma!” dedi. Bunun üzerine beni bıraktılar, Hz. Hafsa benim

bu rüyamı Resûlullah’a anlattı. Cenâb-ı Peygamber, “Abdullah ne iyi insandır! Keşke geceleri de

namaz kılsa!” buyurdular. Abdullah bin Ömer, o târihten itibaren gece namazına başladı. Geceleri çok

namaz kılardı.

Abdullah bin Ömer’in (r.a.) oğlu Hâlid’in âzâd ettiği Ebû Gâlib diyor ki: “Abdullah bin Ömer (r.a.)

Mekke’ye geldiği zaman bize misafir olurdu. Geceleri kalkar, teheccüd namazı kılardı. Bir gece sabah

namazı yaklaştığı zaman bana, “Kalkıp namaz kılmayacak mısın? Kur’ân’ın üçte birini okusan da olur!”

Bu suâli üzerine, “Sabah yaklaştı, bu kısa zamanda Kur’ân’ın üçte birini okuyup yetiştiremem dedim.”

Bunun üzerine bana şu mukabelede bulundu. “İhlâs sûresi Kur’ân’ın üçte birine eşittir.”

Tâbiînin büyüklerinden azadlısı Nâfi’ buyurdu ki: “Abdullah bin Ömer (r.a.) ile beraber gidiyorduk.

Ney sesi işittik. Abdullah kulaklarını parmakları ile kapadı. Oradan hızla uzaklaştık. “Ney sesi daha işitiliyor

mu?” dedi. “Hayır işitilmiyor” dedim. Parmaklarını kulaklarından ayırdı. “Resûlullah (s.a.v.) de böyle

yapmıştı” dedi. Birisi İbni Ömer hazretlerinin yanına gelip, “Allah için, seni çok seviyorum” deyince, Ben

de “Allah için, seni hiç sevmiyorum. Çünkü sen, ezanı, tegannî ederek, şarkı söyler gibi okuyorsun” buyurdu.

Allah’tan başka kimseden korkmazdı. Bir gün de yolculukta önlerine bir arslan çıktı. Yanındakiler

çekinerek yürümediler. Abdullah bin Ömer (r.a.) aslanın yanına gidip, kulağından tuttu ve onu yoldan

kenara çektikten sonra: “Resûlullah’tan işittim, insanoğlu Allah’dan başkasından korkmazsa Allahü teâlâ

ona hiçbir şeyi musallat etmez” buyurdu. Dostlarından birisi ona bir ilâç hediye ederek, “Bu önemli bir

ilâçtır! Sana Irak’tan getirdim” dedi. “Bu ilâç neye kullanılır?” diye sordu. O kimse, “Hazmı kolaylaştırır”

deyince, İbni Ömer (r.a.) gülümsedi ve dostuna şu mukabelede bulundu: Hazmı kolaylaştırır mı? Ben hiç

bir yemekten karnımı doyururcasına yemedim. Benim hazım ilâcına ihtiyacım olacağını zannetmiyorum.

Yâni çok az yerdi. Acıkmayınca da bir şey yemezdi. Hz. Abdullah kötülüğe karşı iyilikle mukabele ederdi:

Zeyd bin Eslem’den rivâyet edilmiştir: Bir kimse yolda Abdullah bin Ömer’e sövüp saymaya başladı.

Hz. Abdullah evinin kapısına varıncaya kadar onu dinledikten sonra adama dönerek. “Ben ve kardeşim

Âsım kimseye sövmeyiz” buyurdu.

Abdullah bin Ömer (r.a.), ikibinaltıyüzotuz hadîs-i şerîf rivâyet etti. Hadîs okuttu. Kendisinden Abdullah

İbni Abbas, Câbir bin Abdullah, Sa’îd bin Müseyyeb, Mûsâ bin Sa’d ve diğer Eshâb-ı kirâm ile

oğullarından Sâlim, Abdullah, Hamza, tâbiîn dahil pek çok âlim hadîs-i şerîf rivâyet etti. Rivâyet ettiği

hadîs-i şerîflerden ve Peygamberimizden gördüklerinin bazıları şunlardır:

Sa’d bin Ebî Vakkâsı (r.a.) abdest alırken, Resûlullah (s.a.v.) gördü. “Yâ Sa’d! Suyu niçin israf

ediyorsun?” buyurdu. “Abdest alırken de israf olur mu?” dedik de, “Büyük nehirde de olsa, abdestde

fazla, su kullanmak israf olur.” buyurdu. “Duâ şeklini de şöyle anlattı; “Resûlullah (s.a.v.) duâ ederken,

mübârek ellerini kaldırırdı. Yağmur duâsında mübârek ellerini, mübârek yüzünün karşısına kadar

başka duâlarda omuzları hizasına kadar kaldırırdı.”

Bir genç ayağa kalktı ve “Yâ Resûlallah” dedi. “İnsanların en akıllısı kimdir?” Peygamber efendimiz

şöyle buyurdular: “Ölümü en çok hatırlayan ve gelmeden önce ona en iyi hazırlananlar; işte en

akıllıları onlardır!..”

“Allahü teâlâya karşı sorumluluğunun şuuruna varan nice akıllı kişiler var ki, halk katında

densiz ve değersizdir, ama yarın kurtulacaktır! Halk nazarında nice tatlı dilli, giyimli kuşamlı da

vardır ki, yarın kıyâmet gününde kurtulamıyacaktır!”

“İstediğini ye, istediğini giyin! İnsanları yanlış yola götüren israf ve tekebbürdür.”

“Varlığı halinde veren kimse, yokluğu halinde bunu kabul edenden daha çok sevab kazanan

değildir.”

“Sizden biriniz Cuma namazına gelecek olsa, gusül abdesti alsın, temizlensin.”

“Kader, Allah’ın sırrı, onu ifşâ etmeyin.”

“Nasîhat olarak ölüm yeter.”

“Canı gargaraya gelmedikçe kulun tevbesi kabul olur.”

“Allahım Senden sıhhat, afiyet ve güzel ahlâk isterim.”

“Ancak iki kişiye gıbta edilir. Bunlardan birine Allah servet vermiş, o da bu serveti hak yolunda

sarf etmiştir. Diğerine de ilim vermiş o da ilmiyle amel etmiş ve başkalarına da öğretmiştir.”

Hz. Peygamber (s.a.v.) Abdullah bin Ömer’e bir nasîhatinde buyuruyorlar ki: “Allah için sev, Allah

için darıl, Allah için anlaş, Allah için bozul, velilik mertebesini ancak bununla elde edebilirsin.

Namazı ve orucu çok olsa bile bu minval üzere olmayan kişi imânın tadını alamaz.”, “Abdullah!

Sabahladığın zaman akşam için kendini kaygılandırma ve akşamladığın zaman, sabah için kendini

kaygılandırma! Sağlığında hastalığın ve hayatında ölümün için (tedbir) al..”

Resûlullah (s.a.v.), bir yanımdan tutarak bana şöyle buyurdu: “Abdullah! Dünyada bir yabancı

veya yolcu gibi ol ve kendini kabir halkından say!” Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, “Bir kimse, tanıdığının

kabri yanından geçerken selâm verirse, meyyit bunu tanır ve selâmına karşılık verir.” Abdullah

İbni Ömer (r.a.) bunun için bir kabir yanından geçerken durup selâm verirdi. Hz. Nâfi diyor ki, “Abdul-

lah bin Ömer Resûlullah’ın (s.a.v.) kabri yanına gelir. “Esselâmü alennebiyy, esselâmü alâ Ebî Bekir,

esselâmü alâ Ebî” derdi. Böyle söylediğini yüzden fazla gördüm.

Abdullah bin Ömer hazretleri buyurdu ki:

“Ey Ademoğlu! Bedeninle dünyâda ol, kalbinle âhireti bul.”

“Kambur oluncaya kadar namaz kılsanız ve kıl gibi oluncaya kadar oruç tutsanız, harâmdan kaçınmadıkça

kabul olunmaz.”

“Hikmet ondur; dokuzu sükût, biri de az konuşmaktır.”

“İnsanın mâhiyeti arkadaşından anlaşılır.”

“Kendinden üsttekine hased, aşağıdakine tahakküm eden ehl-i ilim sayılmaz.”

“Cenâb-ı Peygambere yaptığım bîati, bugüne kadar bozmadım ve değiştirmedim. Fitne ve kargaşalığa

taraftar olan kişiye de bîat etmedim. Hiç bir müslümanı rahat döşeğinden uyandırmadım (rahatsız

etmedim), “

 

KAYNAKLAR:

 

1) Sahîh-i Buhârî, cild-3, sh-29 v.d.

2) Sahîh-i Müslim, cild-1, sh-275, 592, v.d.

3) Üsüd-ül-gâbe, cild-3, sh-340

4) El-Îsâbe, cild-2, sh-338

5) Târîh-i Bağdâd, cild-1, sh-171

6) Tezkiret-ül-huffâz, cild-1, sh-17

7) Hülâsâtu Tehzîb-il-Kemâl, sh-175

8) Şezerât-üz-zeheb, cild-1, sh-181

9) Tabakâtü İbn-i Sa’d, cild-4, sh-105

10) Tabakât-üş-Şirâzî, sh-49

11) Tabakât-ül-Kurrâ Libni’l-Cezerî, cild-1, sh-437

12) El-İber, cild-1, sh-83

13) En-Nücûm ü Zâhire cild-1, sh-192

14) Nüket-ül-Himyân sh-183

15) Tabakât-ı huffâz, cild-1, sh-9

16) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-976

17) Eshâb-ı Kirâm, sh-191

18) Müsned-i Ahmed bin Hanbel, cild-2 sh-32, 113

19) İzâlet-ül-hafâ cild-2, sh-190, 191

20) El-İstiâb cild-2, sh-381