ABDULLAH BİN ATİK R.A. :
Peygamberimizin Medine’ye
hicretinden önce İslâmiyeti kabul edip, Medine’nin ilkmüslümanlarından olmakla
şereflenen sahâbî. Adı Abdullah bin Atik bin Kays bin Esved bin Berâ bin Ka’b
bin Ganem bin Seleme bin Hazrec-i Ensârî’dir. Soyu ve kardeşi Cebr bin Atik
hakkında başka rivâyetler de bildirilmektedir. Doğum târihi kesin olarak
bilinmemektedir. Hicretin 12.nci (m. 633) yılında Yemâme harbinde şehîd
olmuştur.
Abdullah bin Atik’in (r.a.)
müslüman oluşu hakkında kaynaklarda geniş bilgi yer almamaktadır. Medine’de ilk müslüman Hz. Es’ad bin
Zürâre’nin ve Peygamberimiz tarafından oraya Kur’ân-ı kerîmi ve
İslâmiyeti öğretmek için
gönderilen Hz. Mus’ab bin Umeyr’in tebliğ hizmetleri sebebiyle birçok kimse
îmân etmişti. Daha
Peygamberimizin hicreti gerçekleşmeden müslüman olmakla şereflenenlerden biri
de Hz. Abdullah bin Atik idi.
Hz. Abdullah bin Atik,
Bedir ve Uhud harplerinde Resûlullahın yanında birçok hizmetlerde bulunmuştur.
Hicretin 5.nci (m. 627)
yılında Medine’nin müdafaası için yapılan Hendek harbine de katılmıştır.
Hicretin altıncı (m. 628)
yılında, kendisinin komutanlığında, Ensârdan beş kişi ile birlikte bir seriyyede
bulundu. Bu vazife, yahûdi reislerinden olup, Resûlullaha düşmanlıkta çok ileri
giden Ebû Râfi’nin öldürülmesi hizmetiydi.
Mekke’de müşriklerin
zulmünden kurtulmak için Peygamberimiz ve müslümanlar Medine’ye hicret
etmişlerdi. Burada yaşayan Evs ve Hazrec kabilelerinin tamamı İslâmiyeti kabul
etmişler, Resûlullaha
her hususta yardımcı
olmuşlardı. Öteden beri bunlara düşman olan yahûdilerin kini, İslâm düşmanlığı
ile birleşmişti. Resûlullah (s.a.v.) efendimize düşmanlıkta çok ileri
gidenlerden biri de, Hayber yahûdilerinin reisi olan Ebû Râfi’ Selâm bin Ebû
Hukayk idi.
Bu yahûdi reisi,
Resûlullahı sık sık rahatsız ettiği gibi müslümanları da daima tehdit eder,
kendisine tâbi olanları Resûlullah (s.a.v.) efendimizin aleyhine kışkırtırdı.
Onu öldürme teşebbüsünde bulunurdu.
Ebû Râfi yahûdisi, zengin
bir tüccar olup, malları ile Resûlullah’a düşmanlık yapanlara yardım ederdi.
Hicaz toprağında kendisinin
müstahkem bir kalesi vardı. Ailesi ile birlikte orada otururdu. Arap
kabilelerinin bir çoğunu kışkırtıp Hendek muharebesinin yapılmasına bu yahûdi
reisi sebep olmuştu.
Resûlullahı, canlarından ve
mallarından daha çok seven ve bu uğurda hiçbir fedâkârlıktan geri durmayan
Eshâb-ı kirâm, bu duruma çâre aramaya başladı. Azılı bir İslâm düşmanı olan Ebû
Râfi’yi öldürmek
için Resûlullahdan izin
istediler. Hazrec kabilesine mensûb beş kişiye Ebû Râfl’yi öldürmek görevi
verildi.
Bunlar; Abdullah bin Atîk,
Abdullah bin Enis, Ebû Katâde, Esved bin Huzâi ve Mes’ûd bin Sinan
hazretleriydi.
Resûlullah (s.a.v.)
efendimiz, hicretin altıncı yılı Ramazan ayında, bu beş kişinin başına Hz.
Abdullah bin Atik’i komutan tayin ederek, yahûdilerin reisi Ebû Râfi’nin
öldürülmesini, yalnız kadınlara ve
çocuklarına dokunulmamasını
emretti.
Hz. Abdullah bin Atik ve arkadaşları,
Ebû Râfi’nin kalesine yaklaştıklarında güneş yeni batmıştı.
Köy halkı da deve, koyun ve
sığır gibi hayvanlarını mer’ada otlatıp yeni dönüyorlardı. Bu durum karşısında
Abdullah bin Atik (r.a.), arkadaşlarına şu emri verdi: “Siz, yerinizde oturunuz!
Ben, Ebû Râfi’nin
kalesine gideyim ve kale
kapıcısına nezaketle yaklaşayım. Bu suretle kaleye girebileceğimi sanıyorum.”
Kale kapısına yürüdü.
Nihayet kapıya yaklaştı. Sonra paltosuna büründü. Sanki bir ihtiyacını
gideriyordu.
Bu sırada, kalenin, kapıcısı:
“Ey Allah’ın kulu! Kaleye girmek istiyorsan hemen gir! Çünkü ben, kapıyı
kapamak istiyorum!” dedi.
Bundan sonrasını Abdullah bin Atik (r.a.) kendisi şöyle anlatıyor:
“Ben de, hemen kaleye
girdim ve merkeb ahırına saklandım. Halkın kaleye girmesi üzerine kapıcı,
kapıyı kilitledi ve
anahtarları bir direğe astı. Hemen kalktım. Anahtarları aldım.
Ebû Râfi’nin yanında,
akşamdan sonra adamları toplanıp sohbet yaparlardı. Bu sohbet, kalenin en
üst katında bulunan bir
yerde olurdu. Gece sohbeti sona erip, dostları Ebû Râfi’nin yanından dağılıp
yatınca, hemen onun yanına
çıktım. Bir çok kapıdan geçtim. Her kapıyı açtıkça iç tarafından sürgülüyordum.
Bunu, şunun için
düşünmüştüm ki, eğer Ebû Râfi’nin adamları beni fark ederlerse herifi
öldürünceye kadar, bana bu
fırsatı bırakmazlardı. Bu suretle Ebû Râfi’nin yattığı odaya kadar vardım. O
karanlık bir oda içinde
aile fertleri arasında yatmıştı. Odanın neresinde olduğunu kestiremedim.
Anlamak
için: “Ey Ebû Râfi!” diye
seslendim. “Kim O? Ne istiyorsun?” diyerek cevap verdi. Hemen ben de,
sesin geldiği tarafa
fırlayıp yaklaştım ve kılıcımla ilk vuruşu başardım. Fakat dehşet içinde
kalmıştım.
Çünkü öldürememiştim. Ebû
Râfi, yüksek sesle haykırdı. Ben de, hemen odadan dışarı çıktım. Kısa bir
müddet bekleyip tekrar odaya
girdim ve sesimi değiştirerek, “Bu feryat nedir, yâ Ebâ Râfi?” dedim.
Cevabında:
“Canı Cehenneme! Sen
seslenmeden önce, birisi gelip beni oda içinde kılıçla yaraladı!” dedi.
Bu sefer ona bir kılıç,
darbesi daha yapıştırdım, iyice yaraladım. Fakat yine öldüremedim. Sonra
kılıcın
keskin ucunu karnına
bastım. Nihayet Ebû Râfi arkasına devrildi. Bu defa adamı öldürdüğümü anladım
ve hemen kapıları birer
birer açmaya Başladım. Bu suretle, oradan savuşup kale merdiveninin son
basamağına varmıştım. Burada yere erdiğimi sanarak ayağımı attım. Meğer daha
sona gelmemiş oldu-
ğumdan, merdivenden düştüm.
Baldır kemiğim kırıldı. Hemen bir sargı ile bu kırığı sardım. Sonra yürüdüm.
Kapıya kadar varıp orada
oturdum ve kendi kendime, şunu öldürüp öldürmediğimi iyice anlayıncaya
kadar bu gece kaleden
çıkmam, dedim. Horozlar ötmeye başlayınca, birinin kalenin surlarına çıkıp,
“Hicaz halkının taciri Ebû
Râfi’nin öldüğünü bildiriyorum!..” diye ilân ettiğini duydum. Bunun üzerine
ben,
artık arkadaşlarımın yanına
döndüm ve onlara, “Artık kurtulduk. Allahü teâlâ, Ebû Râfi’yi öldürdü. Haydi
yürüyünüz, Mekke’ye
gidelim!” dedim. Nihayet Resûlullah’ın huzuruna vardık. Durumu arz ettim.
Ayağımın
kırıldığını duyunca, bana:
“Ayağını uzat!” buyurdu. Ben de, ayağımı uzattım. Resûlullah (s.a.v.)
ayağımı sıvazladı. Sanki
hiç ağrı duymamış kimseye döndüm. Kırık tamamen iyileşti.
Hz. Abdullah bin Atik, bu
seriyyesinden sonra, Hayber’in fethine katılarak, burada da büyük yararlıklar
gösterdi. Sonra hicretin
sekizinci (m. 630)’yılında Mekke’nin fethine ve Huneyn harbine katıldı ve
çok hizmeti görüldü.
Hicretin dokuzuncu
senesinde (m. 631) Peygamber efendimiz (s.a.v.) Ensârdan meydana gelen
150 kişilik bir birliği Hz.
Ali’nin kumandasında Benî Tayy kabilesinin putlarını kırıp parçalayarak, bu
kavmi
bu sapık âdet ve inançtan
kurtarmak için vazifelendirdi. Bu birliğin silâh ve techîzat temini için de,
Hz.
Abdullah bin Atik memur
edildi. Hz. Abdullah bin Atik, büyük gayret ve fedâkârlık göstererek kısa
zamanda
birliğin ihtiyaçlarını temin
etti. Tek Allah inancının yerleşmesinde ve putperestliğin ortadan kalkması
hususunda da büyük hizmet
etti.
Hz. Abdullah bin Atik’in,
Yemame harbindeki kahramanlığı da dillere destandır. Resûlullahın vefâtı
haberi yayılır yayılmaz
meydana gelen bu harp, Hz. Ebû Bekir zamanında cereyan etti. Bu sırada yalancı
peygamber Müseyleme,
müslümanları rahatsız ediyordu. Hz. Hâlid bin Velîd başkanlığında bir ordu,
onların üzerine gitti.
Çünkü O, insanların İslâmiyetten ayrılma hareketini teşvik ve idare ediyordu. Böylece
müslümanları rahatsız
ediyordu. Artık müslümanları onlardan kurtarmak bir zaruret haline gelmişti.
Hz. Hâlid bin Velîd ile
Müseylemet-ül-Kezzâb kuvvetleri arasında şiddetli çarpışmalar oldu. Bu savaşta
Hz. Abdullah bin Atik de
büyük kahramanlıklar gösterdi. Eshâb-ı kirâmdan dörtyüz elli kişi şehîd düştü.
Bunlar arasında Abdullah
bin Atik de vardı. Yaralı iken, vücudundan kanlar fışkırırken kılıcını yere
atmıyor, savaşıyordu. Bütün
gücü kuvveti kesilip dermanı kalmayıncaya kadar savaşmaya devam etti.
Hz. Abdullah bin Atik,
müslüman olduktan sonra ömrünün tamamını İslâmiyete hizmette geçirmiştir.
Resûlullah efendimizin
uğrunda nice tehlikelere katlanmış ve en güzel kahramanlık örnekleri
göstermiştir.
Nihayet bu büyük Sahâbî,
hicretin 12 (m. 634) senesinde, en çok arzu ettiği, şehîdlik mertebesine
kavuşmuş ve böylece ebedî
se’âdete nâil olmuştur.
KAYNAKLAR
1) El-A’lâm cild-4, sh-102
2) El-Îsâbe cild-2, sh-341,
3) Tabakât-ı İbn-i Sa’d,
cild-2, sh-91