Ana sayfa

 

ABDULLAH BİN ABBAS R.A.   عبد الله بن عباس:

 

Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından. Tefsîr, hadîs, fıkh ilimlerinde ve diğer ilimlerde büyük âlimdir. İsmi

Abdullah bin Abbas bin Abdulmuttalib bin Haşim bin Abd-i Menaf el-Kureyşi, el-Haşîmî’dir. Babası

Peygamberimizin (s.a.v.) amcası Hz. Abbas’dır. Annesi Lübabet-ül-Kübrâ binti Hârisi Hilâliyye’dir. Annesi

ilk müslüman olanlardandır. Babası Hz. Abbas önceden müslüman olduğu halde gizli tutup, Mekke’nin

fethinde açıklamıştır. Abdullah İbn-i Abbas, Hicretten bir kaç sene önce Mekke’de doğdu. 68 (m. 687)

senesinde Taifte vefât etti.

Abdullah İbn-i Abbas doğduğunda babası onu Peygamberimize götürmüştür. Peygamberimiz

(s.a.v.) kucağına alıp, ağzının suyundan parmağına alıp, Abdullah İbn-i Abbas’ın (r.a.) damağına sürdü

ve “Allahım onu dinde fakîh kıl ve kitabını ona öğret.” diyerek duâ etti. Bu duâ bereketiyle ilimde çok

yüksek derecelere ulaştı. Daha küçük yaşta iken Peygamberimizin (s.a.v.) yanına giderdi. Teyzesi

Meymûne binti Hâris (r.anhâ) Resûlullahın (s.a.v.) zevcesi olduğu için bu sebeple de çok kerre Peygamberimizin

evine gidip gelmiştir. Bazı geceler de orada kalırdı. Peygamberimizin (s.a.v.) abdest suyunu

hazırlamış, birlikte namaz kılmıştır. Namaz kılmayı abdest almayı bizzat Peygamberimizden görerek

öğrenmiştir. Bir defasında Peygamber efendimiz (s.a.v.) mübârek elini Abdullah İbn-i Abbas’ın başına

koyarak şöyle duâ etmiştir: “Allahım bütün ilim ve hikmeti bu başa ver. Onları te’vil ve tefsîr edebilsin.”

Bir başka gün de mübârek elini onun göğsü üzerine koyup, “Allahın insan oğluna ihsan

ettiğin her ilim ve her hikmet bu güzel göğüste toplansın.” buyurmuştur.

Abdullah İbn-i Abbas henüz küçük yaşta iken Peygamber efendimizi sık sık görüp, nübüvvet kaynağından

feyz almıştır. Peygamberimiz, Medine’ye hicret ettikten sonra Abdullah İbn-i Abbas ailesi ile

birlikte hicretin sekizinci senesine kadar Mekke’de kalmıştır. Mekke’nin fethinden sonra Medine’ye hicret

etmiştir. Bu sıralarda henüz 11-12 yaşlarında bulunuyordu. Aklı, zekâsı, çabuk kavrayışlılığı ile dikkati

çekiyor ve seviliyordu. Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında Kur’ân-ı kerîmin bir kısmını ezberlemişti.

Peygamberimiz (s.a.v.) vefât ettiği sırada Abdullah İbn-i Abbas 13 veya 15 yaşında bulunuyordu. Bundan

sonra Kur’ân-ı kerîmi tamamen ezberleyip, Übey bin Ka’b’a (r.a.) ve Zeyd bin Sâbit’e (r.a.) ezberini

arz edip, dinletmiştir. Yine bu sırada Eshâb-ı kirâmın büyüklerinin meclisinde bulunmuştur. Hz. Ömer’in

sohbetlerine ve ilim meclisine devam edip, Onun Peygamberimizden (s.a.v.) aldığı ilme, feyze ve marifete

kavuştu.

Hz. Ömer, Onu ilim meclisinde bulundurur, daima ilme teşvik ederdi. Böylece henüz daha gençlik

çağında ilimde yüksek dereceye ulaşmıştır. Hz. Ebû Bekir’in halifeliği sırasında ilim öğrenmekle meşgul

oldu. Tefsîr, hadîs, fıkıh ilimlerinde ayrıca şiir ve edebiyat gibi diğer mevzularda çok iyi bir şekilde yetişmiştir.

Hz. Ömer’in ve Hz. Osman’ın halifelikleri sırasında müftülük yapmış, fetva vermiştir. Hz. Ömer zor

meselelerin ona sorulmasını ve alınan cevabın kendisine bildirilmesini istemiştir.

Abdullah İbn-i Abbas, kendisine sorulan meseleleri çok isabetli bir şekilde cevaplandırmıştır. Hiç

bir meselede tereddüte düşmemiştir. Sorulan meselelere cevap verirken önce Kur’ân-ı kerîme bakar

açıkça bulamazsa, Hz. Ebû Bekir’in ve sonra Hz. Ömer’in o hususta verdikleri hükümleri araştırırdı. Bunlarda

da bulamazsa kendi ictihâdıyla cevap verirdi. Kendisine havale edilen meselelere gayet açık ve

isabetli cevaplar vermesiyle meşhûr olmuştur. Bu sebeple müşkillerini sormak üzere kendisine çok sayıda

müracaat eden oluyordu. Suâl sormak için gelenlerin çok kalabalık olması sebebiyle gelenleri ellişer

kişilik grublar halinde yanına alıp meselelerine cevap verirdi.

Hz. Osman devrinde de fetva vermeye devam etmiştir. O sırada yapılan Afrika seferine katılmıştır.

Bu seferde İslâm Ordusu adına kendisine elçilik vazifesi verilmiştir. Afrika’da hükümdarlık eden Cercis

ile görüşmüştür. Cercis ve adamları onun aklını, zekâsını, fikri kuvvetini ve ilmini görerek şaşırmışlardır.

Onun hakkında “Bu Arapların mütebahhir (en derin) âlimidir” demişlerdir. Hz. Osman’ın emriyle yerine

hac emirliği yapmıştır. Bu hac emirliğinden döndüğünde Hz. Osman şehîd edilmişti. Hz. Ali’nin halifeliği

sırasında Basra valiliği yapmıştır. Daha sonra Mekke’ye yerleşmiştir.

Abdullah İbn-i Abbas (r.a.) Eshâb-ı kirâm arasında ilminin üstünlüğü ile tanınmıştır. Çünkü o daha

küçük yaşta Peygamberimizin (s.a.v.) yanında bulunup, feyz almıştır. Daha sonra Eshâb-ı kirâmın en

üstünlerinin meclisinde bulunup, ilim öğrenmiştir. Çalışmaları son derece muntazam olup, belli bir plân

dahilinde idi. Hangi gün ne iş yapacağını önceden tesbit eder ve onlara aynen riâyet ederdi.

Hz. Ömer, Hz. Osman ve diğer Eshâb tarafından çok iltifat görmüştür. Bu iltifatlar karşısında asla

hâlini değiştirmemiş hep tevazu göstermiştir. Çok meth edildiği zaman “Bana bu nimeti ihsan eden

Allahü teâlâdır. Çünkü Resûlullah (s.a.v.) benim için duâ etti. İlim ve hikmet niyazında bulundu.” buyurmuştur.

Abdullah İbn-i Abbas, bilhassa Kur’ân-ı kerîm’in tefsîri ve âyet-i kerîmelerin izahında yüksek bir

ilme sahipti. Bu vasfından dolayı ona “Tercüman-ül-Kur’ân” lâkabı verilmiştir.

İbn-i Mes’ûd (r.a.) onun hakkında “O Sultan-ül-Müfessirîn’dir” buyurdu. İlminin genişliğinden dolayı

“Hibril Ümme (Ümmetin Âlimi) ve Bahr (deniz), (ilimde derya) ismi verilmiştir. Hadîs ilminde de derin

bilgisi vardı. Peygamber efendimizden 1660 kadar hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Fıkh ilminin temel direklerindendir.

Fetvaları ciltler dolduracak kadar çoktur. Fetvaları fıkıh ilminin en kuvvetli temellerinden olup,

Mekke’de yetişen fukaha onun vasıtasıyla yetişmiştir. Ya doğrudan ders alarak veya dolaylı olarak

onun ilminden istifade etmişlerdir. Abdullah İbn-i Abbas fıkıh ilminin en mühim bir kolu olan feraiz (mîrâs)

hukuku ilminde yüksek derecede idi.

Abdullah İbn-i Abbas (r.a.) Kur’ân-ı kerîm hakkındaki ilmini isteyen ve soranlara öğretirdi. Bir âyet-i

kerîmeyi anlayamayan veya bir müşkili olan kimse ona müracaat edip, sorardı. O da bunlara tatmin edinceye

kadar izahat yaparak cevaplandırırdı. Kur’ân-ı kerîm âyetlerinin bir araya toplanmasında ve

neşrinde çok, hizmetleri olmuştur. İslâm âlimleri tefsîr kitaplarını onun rivâyetleriyle süslemişlerdir. Abdullah

İbn-i Abbas’ın müstakil bir tefsîr kitabı yoktur. Tefsîre dair muhtelif rivâyetleri vardır. Garib-ül-

Kur’ân hakkındaki izahları ona dayanmaktadır.

Abdullah İbn-i Abbas’ın (r.a.) nakledile gelen rivâyetlerinden bir kısmını Furuzâbadi “Tenvir-ül-

Mikyas Tefsîr-i İbn-i Abbas” adlı bir kitapta toplamıştır. Onun tefsîre dair rivâyetleri çeşitli yollarla nakledilmiştir.

Bunlardan en meşhûrları şunlardır:

1- Sa’îd İbn-i Zübeyr tariki, 2- Mücâhid bin Cebir tariki, 3- İkrime (Mevla İbn-i Abbas (r.a.) tariki, 4-

Ali bin Ebî Talha el-Hâşimî tariki, 5- Kays tariki, bu zat Ata bin es-Saib’den, o da Sa’îd bin Cübeyr’den, o

da Abdullah İbn-i Abbas’dan (r.a.) rivâyet etmiştir. Bu tarik İmâm-ı Buhârî ve İmâm-ı Müslimin şartlarına

uygun olup, sahihtir. 6- Ebû İshâk tariki, 7- Dahhak tariki.

Abdullah İbn-i Abbas’ın (r.a.) bir ders halkası vardı, ilim öğrenmek üzere çok kimse onun etrafında

toplanmıştır. Onun derslerinde her ilim okutulurdu. Tâbiînden Ebû Sâlih (r.a.) “İbn-i Abbas’ın ilim meclisi

ile bütün Kureyş iftihar etse değer.” demiştir. Onun derslerinde tefsîr, hadîs, fıkıh ilimlerinden başka lisan,

şiir, edebiyat, tahrir gibi mevzular işlenirdi. Bütün bu mevzularda derin ilme sahipti. Kur’ân-ı kerîmin

tefsîri üzerinde ders verirken herkesi doyuracak şekilde izahlar yapardı. Din hususunda sorulan her soruya

geniş cevap verir, her meseleyi açıklardı. Müstakil derslerden başka namazlardan sonra va’z u

nasîhat yapar, hutbeler okurdu. Ömrünün sonuna doğru Mekke’de yerleştiği sırada da uzaktan, yakın-

dan çok kimse yanına gelerek onu ziyâret edip, derslerini dinlerlerdi, İslâm devletinin sınırları genişleyince

çeşitli beldelere seyahat yapmıştır. Buralarda Arapça bilmeyen müslümanlara tercümanlar vasıtasıyla

va’z ve nasîhatler yapmıştır.

Abdullah İbn-i Abbas (r.a.) çok âlim yetiştirmiştir. Ondan ilim. Öğrenen ve hadîs-i şerîf rivâyet eden

pekçok âlimden bir kısmı şunlardır: Kendi oğulları Muhammed bin Abdullah, Ali bin Abdullah, kardeşlerinin

oğulları Abdullah bin Ubeydullah, Abdullah bin Ma’bed, Abdullah bin Ömer, Şa’be bin Hakem,

Merved bin Mahreme, Ebu’l Tufeyl, Ebû İmame bin Sehl, Sa’îd bin Müseyyeb ve diğer âlimler.

Abdullah İbn-i Abbas (r.a.) Peygamberimizden bizzat işiterek hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Ayrıca

babası Hz. Abbas’tan, annesinden, Hz. Ebû Bekir’den, Hz. Ömer’den, Hz. Osman’dan, Hz. Ali’den, Hz.

Abdurrahman bin Avf’dan Hz. Muaz bin Cebel’den, Hz. Ebû Zer Gıfârî’den ve diğer bir çok sahâbîden

hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Rivâyetleri Kütüb’üs-Sittede (altı hadîs kitabı) yer almaktadır.

Abdullah İbn-i Abbas, hicretin 68. senesinde ömrünün son günlerinde 7-8 gün hasta yattıktan sonra

vefât etti. Cenâze namazını Hz. Ali’nin oğlu Muhammed bin el-Hanifiyye (r.a.) kıldırdı ve “Bu gün bu

ümmetin en Rabbânî âlimi vefât etti” buyurdu. Onun vefâtı müslümanları çok üzdü.

Uzun boylu, güzel beyaz yüzlü, iri vücutlu bir zât idi. Sakalını kına ile boyardı. Çok ağlama sebebiyle

yanaklarında gözyaşlarının bıraktığı izler görünürdü. Ömrünün sonuna doğru gözleri görmez olmuştu.

Bunun için şu beyti söylemişti:

“Allah gözlerimden görme nurunu aldıysa,

Dilimde ve kalbimde o nûr devam ediyor.”

Peygamber efendimizden bizzat işiterek rivâyet ettiği bazı hadîs-i şerîfler şunlardır:

“Kur’ân-ı kerîme saygı göstermek, E’ûzü okuyarak başlamakla olur ve Kur’ân-ı kerîm’in anahtarı

besmeledir.”

“Ölünün mezardaki hali, imdad diye bağıran denize düşmüş kimseye benzer. Boğulmak üzere

olan kimse, kendisini kurtaracak birini beklediği gibi, meyyit de babasından, anasından,

kardeşinden arkadaşından gelecek bir duâyı gözler. Kendisine bir duâ gelince, dünyânın hepsi

kendisine verilmiş gibi sevinmekten daha çok sevinir. Allahü teâlâ, yaşayanların duâları sebebi

ile, ölülere dağlar gibi çok rahmet verir. Dirilerin de ölülere hediyesi, onlar için duâ ve istiğfâr

etmektir.”

“Allahü teâlâ’nın size verdiği sayısız ni’metler için Onu seviniz. Beni de Allahü teâlâyı sevdiğiniz

için seviniz.”

“Beş şeyden önce beş şeyi fırsat ve ganimet bil. İhtiyarlık gelmeden gençliği, hastalık gelmeden

sıhhati, yoksulluk gelmeden zenginliği, meşgûliyyet gelmeden rahatı ve ölüm gelmeden

hayatı, ganimet bil!”

“Öğretiniz, müjdeleyiniz, güçleştirmeyiniz.”

“Ümmetimden iki sınıf düzgün olursa bütün insanlar düzgün olur. Bunlar bozulursa insanlar

da bozulur. Bu iki sınıf âmirler ve âlimlerdir.”

“Kur’ân-ı kerîmi kendi arzusuna (görüşüne) göre tefsîr eden Cehennemdeki yerine hazırlansın.”

“Tevbe ve istiğfâra devam eden kimseye Allahü teâlâ her sıkıntıdan bir kurtuluş ve her darlıktan

bir genişlik verir ve ummadığı yerden kendisini rızıklandırır.”

“Sirkenin balı bozduğu gibi kötü ahlâk da ameli bozar.”

“İşitmek görmek gibi değildir.”

“Kızdığın zaman sükût et.”

“İnsanoğlunun iki vâdi dolusu altını olsa üçüncüsünü ister. Karnını (ağzını) ancak bir avuç

toprak doldurur. Allahü teâlâ tevbe edenlerin tevbesini kabul eder.”

“Bid’at sahibi bid’at işlemekten vazgeçmedikçe Allahü teâlâ onun hiç bir ibadetini kabul

etmez.”

Abdullah İbn-i Abbas (r.a.) buyurdular ki:

“Dağlar dahi birbirine karşı azsa, azgın cezasını bulacaktır” ve “İçinde harâm olanın, yâni harâm

yiyenin namazını Allahü teâlâ kabul etmez.”

“Benim için gecenin az bir vaktini ilme ayırmak, bütün geceyi ibadetle geçirmekten daha sevimlidir.”

 “İnsanlara hayrı öğretenler için, denizdeki balıklara varıncaya kadar herşey onun için Allahü

teâlâdan mağfiret diler.”

“Resûlullah (s.a.v.) misvak kullanmak hususunda bize öyle emirler verirdi ki, bu hususta bir âyet

nazil olacağını zannederdik.”

“Her binanın bir temeli vardır, İslâm binasının temeli de güzel ahlâktır.”

“Zengine ikrâm edip, fakîre ihânet eden mel’undur.”

“Kıyâmet günü Cennete ilk davet edilecek olanlar her halükârda Allahü teâlâya hamd edenlerdir.”

“Ey çok günah işleyen! Yaptığın işin şerli sonucu seni bekliyor, emin olma. Gülmektesin, ama başına

neler geleceğini anlamıyorsun. Bu halin, günahların en büyüğüdür. Bir hatalı işde başarı kazanır,

sevinirsin. Bu sevinmen, yaptığın hatadan daha büyüktür. İşleyeceğin bir yanlış işin fırsatını kaçırınca,

üzüntü duyarsın. Halbuki bu üzüntün, o hatâdan daha tehlikelidir. Sen hatâdasın. Allahü teâlâ seni daima

görmektedir. Bu görüş kalbini titretmez. Bu halin, yaptığın hatâdan daha fenadır..”

“Sabır üç çeşittir. Birincisi farzların yapılmasında güçlüklere sabretmek. Bunun üçyüz derece sevabı

vardır. İkincisi harâmlardan ve yasak edilen şeylerden sakınma hususunda sabır. Bunun altıyüz

derece sevabı vardır. Üçüncüsü ilk sarsıntıda, musîbetin ilk geldiği anda gösterilen sabırdır. Bunun

dokuzyüz derece fazîleti vardır.”

Mücâhid bin Cebir (r.a.) Abdullah İbn-i Abbas’ın (r.a.) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Beş hafif şey var ki, bunlar eğerlenmiş ve binmek için bekletilen bir arab atından (en kıymetli şeyden)

benim için daha sevimlidir.” “Üzerine gerekmeyen ve sana faydası dokunmayan şeyler hakkında

konuşma; çünkü bu fuzûlî bir iştir, zararından da emin değilsin. Yerini bulmadıkça lüzumlu olan sözü de

konuşma. Çok kere faydalı söz yerini bulmaz da kaybolur gider. Ne halim (yumuşak) ne de sefîh, ahmak

kimselerle mücadele etme. Çünkü halim kalbinden sana buğz eder. Ahmak ve âdi kimseler dili ile sana

eziyyet ederler. Tanıdığın kimse yanından ayrıldığı zaman, onun ayrı bir yerde seni nasıl anmasını istersen,

sen de onu öyle an. Sen af edilmeni istediğin hususlarda, onu da afv et. Kardeşinin sana ne şekilde

muamele yapmasını istersen, sen de ona o şekilde muamele et. Suçlu olarak yakalanıp ihsan ile

mükâfât görenin ameli gibi amel et.”

 

KAYNAKLAR:

 

1) El-A’lâm cild-4, sh-95

2) Hilyet-ül-evliyâ, cild-1, sh-314

3) El-Îsâbe cild-2, sh-330

4) El-İstiâb cild-2, sh-350

5) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-2, sh-365

6) Eshâb-ı Kirâm sh-177

7) Tehzîb-üt-tehzîb cild-4, sh-276

8) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-975

9) Kâmûs-ul-a’lâm cild-4, sh-3103

10) Tezkiret-ül-Huffâz cild-1, sh-141

11) İzâlet-ül-hafâ cild-1, sh-295