MUĞNİ’L-MUHTAC

KADA - YARGI / YARGIÇ

 

İKİ HASIM ARASINDA EŞİTLİĞİ GÖZETMEK

 

Hakim, iki hasmın kendi huzuruna gelmesi, ikisi için ayağa kalkma, dinleme, güler yüz gösterme, selama cevap verme, oturtma konusunda eşitlik göstersin.

 

Daha dOğru görüşe göre Müslümanı zımmıden daha yüksekçe bir yere oturtur.

 

Her iki taraf da oturduğunda hakim susup "davacı konuşsun" diyebilir.

 

Şayet hak talep eden kimse hasmının cevap vermesini isterse bakılır: Hasım ikrarda bulunursa ona göre hükmedilir. İnkar ederse davacıya "şahidin var mı?" diyebileceği gibi sessiz de kalabilir. Davacı "şahidim var ve ben onun [davalının] yemin etmesini istiyorum" derse bunu yaptırabilir. Ya da "şahidim yok" dedikten sonra şahit getirse daha dOğru görüşe göre bu şahitlik kabul edilir.

 

212. Hakimin [aşağıda belirtilecek konularda] eşitliği sağlaması, doğru görüşe göre kesinlikle gereklidir. Bunlardan birisi iki hasmın kendisinin huzuruna girmesi konusudur.

Buna göre hasımlardan birisi diğerinden daha önce giremez, hakim ikisine aynı anda giriş izni verir.

 

Not:  "Hasm" kelimesi erkek ve dişi, tekil ve çoğul için kullanılabilir. Arapların bir kısmı bunu ikili ve çoğul yaparak kullanırlar. Nevevi bu meselede ikili kullanımı esas almış, daha sonraki "hasımlar kalabalık olursa" ifadesinde ise çoğul kullanımı esas almıştır. "Hasım" kelimesi ise husumette şiddetli olan kişi demektir.

 

213. Hakim, iki hasım arasında kendileri için ayağa kalkma konusunda da eşitliğe riayet etmelidir. Buna göre ya her ikisi için de

kalkar veya her ikisi için de kalkmaz.

 

İbn Ebi'd-Dem her ikisi için de ayağa kalkmayı mekruh görerek

şöyle demiştir:

 

Çünkü hasımlardan birisi şerefli kimselerden diğeri düşük kimselerden olabilir. Hakim her ikisi için de ayağa kalkarsa düşük olan kimse bu kalkmanın hasmı için olduğunu zanneder, bu durum şerefli kimseyi cesaretlendirirken düşük konumdaki kimsenin cesaretini kırar.

Bu sebeple kalkmayı terk etmek adalete daha uygundur. Üst düzey bir hasım hakimin yanına girse, hakim onun mahkemesi olduğunu bilmeyerek kendisi için ayağa kalksa, hasmı için de ayağa kalksın veya ilk şahıs için ayağa kalktığında onun hasım olduğunu bilmediğini belirtsin.

 

Ezrai şöyle demiştir:

 

Burada şöyle söylenmesi uygundur: Diğer şahıs da kendisi için kalkılan kimselerden ise hakim onun için de kalkar. Değilse ilk şahıs için niye ayağa kalktığını belirtir.

 

214. Hakim, iki hasmın sözünü dinleme ve kendilerine bakma, güler yüz gösterme, selamlarına cevap verme konusunda da eşitliği sağlamalıdır. Şayet her ikisi birden selam vermiş se birine cevap verip diğerini terk edemez. Sadece biri selam vermişse diğerinin de selam vermesini bekler veya iki şahıs birlikte selam verdiğinde her ikisine cevap vermek için diğerine "sen de selam ver" der.

 

Rafii ve Nevevi şöyle demişlerdir: Eğer araya uzun zaman girmişse bu meselede düşünmek gerekir. Alimlerimiz muhtemelen eşitlik durumu bozulmasın diye araya giren bu uzun zamana göz yummuşlardır.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Rafii ve Nevevi'nin burada söyledikleri, siyer bölümünde tek görüş olarak aktardıkları şu ifadeye aykırıdır: "Selama ilk olarak başlamak sünnet-i kifayettir. Bir grup gelerek içlerinden biri selam verdiğinde diğerleri adına da bu yeterli olur."

 

Buna şöyle cevap verilir: Rafii ve Nevevi, hakimin tek kişinin selamına karşılık vermesinden ve sanki onun tarafını tutuyormuş izlenimini vermesinden kaçınmak için böyle yapmışlardır.

 

215. Hakimin, iki hasmı [duruşma salonunda] oturtma konusunda da eşitliğe riayet etmesi gerekir. Bu da ya her ikisini de önünde oturtmak veya birini sağında diğerini solunda oturtmakla olur. Her ikisini önünde oturtması daha iyidir.

 

216. İkram kabilinden olan diğer hususlar da yukarıda zikredilenler gibi olup hakim bu davranışları hasımlardan yalnızca birine karşı gösteremez. İki taraf, başka bir fazilet konusunda birbirinden farklı olsa bile böyledir.

 

217. Müvekkiı, vekil ve hasımdan daha üst konumda olamaz; çünkü dava onunla da ilgilidir. Nitekim yemin etmek gerekli olduğunda kendisine yemin ettirilir. Bunu İbnü'r-Rif'a

Zebili'den nakledip onaylamıştır. Ezrai ve başkaları bunun yerinde bir görüş olduğunu ve bu tip uygulamalarla çok karşılaşıldığını belirtmiştir. Biz de hasmı ile eşit tutulmamak için mahkemede vekil [avukat] tayin edenleri gördük.

 

218. Hakim her iki hasma da kalbiyle yönelmeli, sükunetini muhafaza etmeli, mizah yapmamalı, hasımlara danışıp fikir sormamalıdır. Her iki taraf edebi terk etmedikleri sürece onları azarlamamalı, bağırmamalıdır.

 

219. İki tarafın birbirinden ayırt edilmesi ve hakimin her birini daha rahat duyabilmesi için iki hasmın hakimin önünde oturması menduptur. İkisi birlikte oturduğunda birbirine yakın dururlar. Ancak hasımların biri erkek diğeri ise onun mahremi olmayan bir kadın ise birbirine uzak otururlar.

 

220. [Hasımlardan biri Müslüman diğeri zımmı olduğunda onların oturma şekli nasılolur? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır: ]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre hakim oturtma konusunda Müslümanı zımmıye üstün tutar. Mesela Müslüman zımmıye göre hakime daha yakın oturur. Çünkü Beyhakl'nin Şa'bl'den rivayet ettiğine göre Hz. Ali bir gün çarşıya çıktı. Bir Hristiyan zırh satıyordu. Hz. Ali bu zırhı tanıdı ve "bu benim zırhım. Bu meseleyi Müslümanların hakimine götüreceğiz" dedi. Kadı Şüreyh'in huzuruna geldiler. Kadı Hz. Ali'yi görünce oturduğu yerden kalktı ve onu oturttu. Kendisi de onun önüne, Hristiyanın yan tarafına oturdu. Bunun üzerine Hz. Ali şöyle dedi: "Eğer benim hasmım Müslüman olsaydı onunla birlikte senin önünde otururdum. Ancak ben Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle dediğini işittim:

 

> Onları [zimmet ehlini) meclislerde [Müslümanlarla] eşit tutmayın. (Beyhaki, Adabu'l-kadi, 10, 136)

 

[Hz. Ali devamla] "Benimle onun arasında hüküm ver ey Şüreyh" dedi.

 

Kadı Şüreyh: "Şikayetin nedir ey müminlerin emiri?" diye sordu.

 

Hz. Ali "Bu benim zırhımdır. Bir zaman önce benden gitti" dedi.

 

Kadı Şüreyh: "Ey Hristiyan, sen bu konuda ne diyorsun?" diye sordu.

 

Hristiyan şöyle dedi: "Ben, müminlerin emirinin yalan söylediğini söyleyemem ama bu zırh benim zırhım" dedi.

 

Bunun üzerine Kadı Şüreyh "ben, bu zırhın onun elinden alınmasını uygun görmüyorum" dedikten sonra Hz. Ali'ye "şahidiniz var mı?" diye sordu.

 

Hz. Ali [elinde delil olmadığından, Kadı Şüreyh'in verdiği hükümle ilgili olarak] "Şüreyh doğru söylüyor" dedi.

 

Bunun üzerine Hristiyan şöyle dedi: "Ben şahitlik ederim ki bu, peygamberlerin hükümleridir. Müminlerin emiri hakimin huzuruna geliyor ve hakim onun aleyhinde hüküm veriyor. ValIahi ey müminleri n emiri bu zırh senindir. Ben ordudan senin peşine düştüm.

Bu zırh senin mavi devenden düştü ve ben de onu aldım. Şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed Allah'ın elçisidir."

 

Bunun üzerine Hz. Ali şöyle dedi: "Madem Müslüman oldun zırh senindir" dedi ve onu soylu bir ata bindirerek gönderdi.

 

Şa'bı şöyle demiştir: Ben bu adamın daha sonra bu at üzerinde müşriklerle savaştığını gördüm. (Beyhaki, Adabu'l-kadi, 10, 136)

 

Bu hükmün aklı gerekçesi de şudur: İslam üstündür, ona üstün

gelinemez.

 

İkinci görüş

 

Hakim oturtma konusunda Müslüman ile zımmıyi eşit tutar.

 

Ravdatü't-talibin ve eş-Şerhu'l-kebir'de belirtildiği üzere bunun [yani Müslümanı zımmıye üstün tutma işinin] ikram türünden olan diğer davranışlarda da uygulanması söz konusu edilebilir. Hatta bazılarının belirttiği üzere davada takdim de bunlardan biridir. Hocamız Zekeriya el-Ensarl'nin belirttiği üzere Müslüman hasımlar az olduğunda bu doğrudur. Aksi takdirde Müslümanların zararı çok olacağından zahir olan buna aykırı olan görüştür.

 

Not:       1. Nevevi görüş ayrılığının bunun caizliği ile mi yoksa vikipliği ile mi ilgili olduğunu açıklamamıştır. [Bu konuda iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

et- Temyfz yazarı bunun vaciplik ile ilgili olduğunu belirtmiştir. "Yasak olan bir şey caiz hale gelince vacip olur" şeklindeki genel kurala kıyasla da hükmün böyle olması gerekir. Nitekim hırsızlıkta elin kesilmesi meselesi böyledir.

 

İkinci görüş 

 

Süleym er-Razı el-Mücerred adlı eserinde görüş ayrılığının caizlik ile ilgili olduğunu söylemiştir. İbn Şühbe'nin kendisinden aktardığı ibare şöyledir: "Hakimin, Müslüman olan şahsı oturma konusunda zımmiden daha üst konumda tutmasında bir sakınca yoktur."

 

2. İsnevi şöyle demişti: "İki hasımdan biri zımmı diğeri mürted olsa, bunun kısasta denklik meselesine dayalı olarak bir sonuca bağlanması uygun olur. Doğru görüşe göre mürted olan kişi zımmıye karşılık öldürülür ama tersi söz konusu değildir."

 

Bulkini, bu çıkarımı şaşılacak bir şeyolarak görmüştür; çünkü kısasta denkliğin bizim konumuzia hiçbir alakası yoktur. Şayet bu dikkate alınacak olsaydı o zaman hür kimsenin köleden, babanın çocuğundan daha üstün bir pozisyonda oturtulması gerekirdi.

 

221. İki hasım hakimin önüne geldiklerinde otururlar veya çoğunlukla görüldüğü üzere ayakta dururlar. Hakim onların konuşması için kendisi susabilir; çünkü onlar konuşmak üzere gelmişlerdir. Yine hakim davacının kim olduğunu bilmiyorsa "içinizden kim davacıysa konuşsun" diyebilir. Çünkü hasımlar hakimin heybetinden dolayı konuşmaktan kaçmmış olabilirler. Ravdatü't-talibin ve eş-Şerhu'l-kebir'de belirtildiği üzere hakim davacmın kim olduğunu biliyorsa ona "konuş" diyebilir. Bunu [hakimin kendisinin değil de] hakimin önünde ayakta bekleyen kişinin [mübaşirin] söylemesi daha uygun olur.

 

222. İki taraf hakimin heybetinden çekinmek veya söyleyeceği sözü kararlaştırmak gibi belirli bir sebep olmaksızın uzun süre sessiz kalırlarsa hakim onlara "siz ne istiyorsunuz / derdiniz nedir?" diye sorar.

 

Maverdi şöyle demiştir: İkisi de bir iddiada bulunmazsa bulundukları yerden kaldırılırlar. Hasmın konuşma konusunda hakimden izin istemesi daha iyi olur.

 

223. İki hasımdan birisi sahih bir iddiada bulunduğunda şayet davacı talepte bulunmazsa hakim hasmının buna cevap vermesini ister; çünkü duruşmanın amacı anlaşmazlığı çözmektir. Anlaşmazlık da bu şekilde çözülür. Hakim davalıya "sen bu konuda ne diyorsun?" diye sorar veya "şayet mümkün ise onun iddiasından kurtul!" der.

 

224. Hakim davacının yalan söylediğini bilse bile yine bu şekilde davranır. Mesela zımmı bir şahıs, emıri veya üstün konumda olan bir kimseyi hayvanlarını yemlemesi veya evini süpürmesi için ücretle tuttuğunu iddia etse veya ayıpla tanınmış birisi davada bulunarak üst e düzey kimseleri mahkeme meclislerine getirtip yemin ettirmek ve bu sayede onlardan bir şey koparmaya çalışmakla biliniyor olsa bile hakim [yine davalıya bu konudaki görüşünü sorar]. Istahri ise buna muhalif görüş belirtmiş ve "onun sözüne bakılmaz" demiştir.

 

225. Davalı, kendisine yönelik iddiayı hakikaten veya hükmen ikrar etse bu durumda dava konusu şey hükme gerek olmaksızın sabit olur. Şahitlikte ise böyle değildir; çünkü ikrar hükmen bile olsa onun hakkın vacipliğine delaleti kesindir / açıktır. Çünkü kişi kendisini herkesten iyi tanır. Şahitlik ise böyle değildir; çünkü düşünüp taşınmaya, ictihad etmeye gerek vardır.

 

226. Davalı ikrarda bulunduktan sonra davacı hakimin karşı taraf aleyhine hüküm vermesini talep edebilir.

 

227. Hakim davacıya "şahidin var mı?" diye sorabilir. Şayet dava konusu hak şahit ve yeminle sabit olan şeylerdense hakim davacıya "yeminle birlikte şahidin var mı?" diye sorabilir.

 

Şayet güvenilir şahıs konumunda olması veya kasame uygulaması yapılıyor olması sebebiyle davacının yemin etmesi söz konusu olursa hakim davacıya "yemin edecek misin?" diye sorar.

 

Karısına zina isnadında bulunan kocaya "onunla lianda bulunacak mısın?" diye sorar.

 

Nevevi "şahit" yerine "delil" demiş olsa bütün bu saydıklarımızı kapsaması bakımından daha kapsamlı olmuş olurdu.

 

228. Hakim, davacının tarafına meylediyormuş gibi bir inanç oluşturmamak için sessiz kalarak davacıya delil sormayabilir. Ancak davacı delil getirme hakkının olduğunu bilmiyorsa hakim sessiz kalmaz, ona delil getirme hakkının olduğunu bildirmesi gerekir.

Bu, el-Mühezzeb ve başka eserlerden anlaşılmaktadır.

 

Bulkın! şöyle demiştir:

 

Hakim, davacının bunu bildiğini biliyorsa susması daha iyidir. Şüphe ediyorsa konuşması daha iyidir. Davacının bunu bilmediğini biliyorsa ona bildirmesi zorunludur.

 

Bu, güzel bir ayrımdır.

 

229. Davacı "benim şahitlerim var" deyip bunları getirirse gereği yapılır. Davacı "ben davalının yemin etmesini istiyorum" derse bunu talep edebilir; çünkü davalı yemin etmekten kaçınır ve ikrarda bulunursa davacının işini kolaylaştırmış olacak ve şahitlerin getirilmesine gerek kalmayacaktır. Davalı yemin ederse davacı şahitlerini getirir ve davalının hıyanetini ve yalan söylediğini ortaya koyar. Davacının, davalıya yemin ettirilmesini istemesinin açık bir amacı vardır.

 

Bulkm! şunu istisna etmiştir: Kişi velayet yetkisi veya koruyup kollama yetkisi yahut vekil olması dolayısıyla başkası adına dava açıyor olsa veya kendisi adına dava açmakla birlikte kendisi sefihlik veya iflas sebebiyle kısıtlama altmda olsa yahut ticaret yapmasına izin verilen veya efendisiyle özgürlük sözleşmesi yapan bir köle olsa bu durumlarda onun yemin talep etme hakkı yoktur. Çünkü karşı taraf yemin ederse ve davacı meseleyi davalınm yemin etmesinden sonra şahitlerin getirilmesini kabul etmeyen bir hakime götürürse bu şah sm hakkı zayi olur.

 

Bu şu şekilde reddedilmiştir: Hak talebinde bulunmak davacıya bağlıdır. Bu sebeple bu kişi ilk hakim nezdinde mesele çözülmezse borçluyu, şahitleri ancak yeminden sonra dinleyen bir hakime götürebilir.

 

230. Davacı mutlak olarak "benim şahidim yok" derse veya "benim hazırda veya gaipte şahidim yok", "getireceğim her şahit batıldır / yalancıdır / düzmecedir" dese ve karşı tarafın yemin etmesini istese daha sonra şahit getirse [bunun hükmü ne olur? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre o şahitler kabul edilir; çünkü kişi şahitleri olduğunu bilmiyor olup sonradan öğrenmiş veya unutup sonradan hatırlamış olabilir.

 

İkinci görüş

 

Şahit getiremez; çünkü kendisinin önceki sözünü şahit getirerek nakzetmektedir. Ancak ilk sözüne ilişkin bir yorum zikrederek "ben şahidim olduğunu unutmuştum" veya "bilmiyordum" derse o zaman şahitler dinlenirilir. Maverdi ve RClyanı bu görüşü alimlerin çoğunluğuna nispet etmiştir.

 

231. Davacı "benim hazırda şahitlerim yok" dedikten sonra onları getirse, sözünde bir çelişki olmadığı için bu şahitler kesin olarak kabul edilir.

 

232. Davacı "şahitlerim fasıktır" veya "köledir" dediği halde şahitler adil olsa, aradan fasıkhktan kurtulabilecek veya kölelerin azat olabileceği kadar süre geçmiş olsa bunların şahitliği kabul edilir, aksi takdirde kabul edilmez.

 

Ezrai şöyle demiştir:

 

Davacının bu şahitlerin, kendilerine fasıkhk ve kölelik nispet ettiği şahitler olduğunu itiraf ettiğinde bu hüküm açıktır. Ancak daha yakından bir şahitler getirerek "bunlar adil şahitlerdir, ben bunların olduğunu bilmiyordum" veya "unutmuştum. Bunlar öncekilerden farklı kimselerdir. Ben bunları sonradan öğrendim / hatırladım" dese bunun kabul edilmesi uygundur. Özellikle de şahit olarak getirilenlerin hür ve güvenilir olduğu meşhursa.

 

Not:  Hükmün ne şekilde olacağı ortaya çıktıktan sonra hakimin iki hasmı sulh yapmaya teşvik etmesi menduptur. Bu sebeple tarafların rızasıyla hükmü bir-iki gün erteler. Ama razı olmazlarsa hükmü ertelemez.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN