DİN’DEN ÇIKMA CEZASI |
İRTİDAT SUÇU VE CEZASI
I. İrtidatın Anlamı
II. Kişiyi Mürted Kılan Durumlar
III. İrtidadın Şartlan
IV. İrtidadın Sübutu
V. İrtidadın Hükümleri
I. İrtidatın Anlamı
1. Allah bizleri korusun
"riddet / irtidat" sözlükte bir şeyden başka bir şeye dönmek
demektir. Küfrün en kötüsü ve hükmü en ağır olanı irtidattır. Şayet irtidat
ölüme bitişik olursa amelleri iptal eder. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
> Sizden kim, dininden
döner ve kafir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de
boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar. [Bakara, 217]
2. İrtidat eden kişi
yeniden İslam'a dönse, Ebu Hanıfe'nin görüşünün aksine irtidat etmeden önce
yaptığı haccı tekrar etmesi gerekmez. Bu, alimlerimizin zikrettiği hüküm olup
Rafii ve Nevevi de bunu esas almıştır. İsnevi el-Mühimmat adlı eserinde İmam
Şafii'nin ifadesi olarak irtidat edilmesiyle birlikte amellerin sevabının
geçersiz hale gelecekeğini nakletmiş ve şöyle demiştir: "Bu, İmam
Şafii'nin görüşüdür ... Bu, önemli ve değerli bir mesele olup alimlerimiz
bundan gafil kalmıştır."
Bu açıklamalarda,
alimlerimizin görüşüyle çelişen bir şey yoktur; çünkü onların ifadesine göre
irtidat amelin kendisini iptal etmez. Nitekim alimler bizimle Hanemer arasında
irtidat sonrasında haccın tekrar yapılmasının gerekli olup olmadığı konusunda
görüş ayrılığını amelin iptal edilmesine dayandırmışlardır. İmam ŞafiI'nin
ifadesi de amelin sevabının iptal edilmesiyle ilgilidir. Bu, diğer bir
meseledir. Amelin sevabının düşmesinden amelin de düşmesi gerekmez. Nitekim
gasp edilen bir arazide kılınan namaz geçerli olup kazayı düşürür. Bununla
birlikte alimlerin çoğunluğuna göre bu namazdan sevap alınmaz.
II. Kişiyi Mürted
Kılan Durumlar
"Riddet /
irtidat" kafirliği gerektiren bir şeye niyet etmek veya küfür olan bir
sözü söylemek yahut yapmak suretiyle Müslümanlığa son vermektir. Kişi bu sözü
ister alayederek ister inat isterse inanarak söylesin.
Buna göre bir kimse;
> Allah'ın varlığını
veya peygamberleri reddetse,
> veya bir peygamberi
yalanlasa,
> zina gibi haramlığı
konusunda icma olan bir şeyi helal olarak kabul etse veya bunun aksi olsa,
> Yahut vacip olduğu
konusunda icma olan bir şeyin vacipliğini reddetse veya bunun aksi olsa,
> Yahut ertesi gün
inkar etmeye azmetse veya tereddüt etse kafir olur.
Kişiyi kafir kılan fiil,
kişinin açıkça dinle alayetmek suretiyle kasten veya dini inkar ederek yaptığı
-mesela- mushafı pisliğin içine atmak, puta veya güneşe secde etmek gibi
fiildir.
3. İrtidat şer'an
Müslümanlığın sürmesini ve devamını kesmektir. Bu kesmek birkaç şekilde olur.
Bunlardan birisi küfre niyet etmektir. Burada niyetin zikredilmesi el-Muharrer,
eş-Şerhu'l-kebir, eş-Şerhu's-sağir ve Ravdatü't-talibin'de bulunmayan bir
ektir. Böylece gelecekte inkara azmeden kimse de sözün kapsamına girer. Zira bu
kişi derhal kafir olur.
Ancak burada Nevevi'nin
"azm" ifadeini kullanması gerekirdi. MaverdI şöyle demiştir:
"Niyet, kişinin fiiline bitişik olarak bir şeyi kastetmesidir. Kişi fiili
kastetmekle birlikte fiil ile kasıt arasında zaman farkı bulunsa buna azim
denir. Nevevi'nin ifadesinde "azm" kelimesi gelecektir.
4. İrtidat, küfür olan
bir söz veya küfre düşüren bir fiil sebebiyle Müslümanlığın kesilmesi şeklinde
de olur.
5. Nevevi'nin
"kesilme"ifadesi cins isim olup Müslümanlığın veya bunun dışındaki
diğer anlamların kesilmesini kapsar. Burada "İslam" kelimesi
fasılalup İslam dışında namaz, oruç, hac vb. ibadetlerin kesilmesini dışarıda
bırakmaktadır. Zira bu ibadetleri yarıda kesmek küfür değildir.
NevevI'nin
"niyet" ile başlayan cümlesi Müslümanlığın kesilmesinin bu üç yoldan
biriyle olacağı anlamını taşımaktadır. Buna itiraz olarak şu ileri sürülmüştür:
Herhangi bir kesme söz konusu olmasa bile irtidat söz konusu olabilir. Örneğin
kişi İslam'dan çıkma veya kalma konusunda tereddüt etse -ileride geleceği
üzere- bu irtidattır. Bu hükmen mürted gibi değerlendirilmiştir.
Yine mürtedler arasında
yaşayan kimse de NevevI'nin "daha doğru" kabul ettiği görüşe göre
mürteddir. Bu ikincisi NevevI'nin sözüne bir itiraz noktası olmaz. Çünkü bu
şahıs irtidat etmemiş, sadece hükmen mürted gibi değerlendirilmiştir.
Bir dinden başka bir
dine geçen kimse hakkında her ne kadar Müslümanlıktan başka bir din kabul
edilmezse de bu kişi bir itiraz noktası teşkil etmez; çünkü şer'an ona mürted
denmez. Yalnızca ona mürted hükmü verilmiştir.
6. NevevI daha sonra
"kişi bu sözü ister alayetmek, ister inat isterse inanarak söylesin" demek
suretiyle sözü üç kısma ayırmıştır. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
> Eğer onlara, (niçin
alayettiklerini) sorarsan, elbette, biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk,
derler. De ki: Allah ile, O'nun ayetleriyle ve O'nun peygamberi ile mi alay ediyordunuz?
(Boşuna) özür dilemeyin; çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kafir oldunuz.
Sizden (tevbe eden) bir
gurubu bağışlasak bile, bir guruba da suçlu olduklarından dolayı azap edeceğiz.
[Tevbe, 65-66]
NevevI'nin
"söz" ifadesini "fiiı" ifadesinin sonrasında zikretmesi
daha iyi olurdu; çünkü buradaki taksim, söz konusundadır.
Bu ifade, kişinin
dilinden yanlışlıkla küfür kelimesinin çıkmasını veya kişinin tehdit altında
bunu söylemesini dışarıda bırakmaktadır; zira bunu yapan kişi mürted olmaz.
Yine Allah dostlarının, şuurlarını kaybettikleri andaki sözleri de böyledir.
Şeyh İzzeddin bin Abdüsselam'ın Emaiı adlı eserinde şu belirtilmiştir:
"Veli, Ben Allah'ım derse kendisine şer'ı tazir cezası uygulanır. Bu durum
onun veli olmasıyla çelişmez; çünkü veliler masum değildir." Kuşeyrı'nin
"peygamber olmanın şartı nasıl ki masum olmaksa veli olmanın şartı da
korunmuş olmaktır" ifadesi bununla çelişmektedir. Buna göre şeriatın
itiraz ettiği her kim varsa o aldanmış ve tuzağa düşmüştür. Veli, fiilleri
[sözleriyle] uyumlu olan kimsedir.
İbn Süreye' e Hüseyin
el-Hallac'ın "ben Hakkım" demesi sorulunca bu konuda tevakkuf ederek
şöyle demiştir: Bu şahsın durumu bana kapalı kalmış olduğundan onunla ilgili
herhangi bir şey söylemeyeceğim." Kadı Ebu Amr, Cüneyd ve Hallac
dönemindeki fakihler ise bu fiili sebebiyle onun kafir olduğuna dair fetva
vermişlerdir. Muktedir ona bin sapa vurulmasını emretti. Şayet ölürse ne ala
ölmezse bin sapa vurulmasını, yine de ölmezse el ve ayaklarının kesilmesini
sonra da boynunun vurulmasını emretti. Bunların tümü hicrı 309 yılının Zilhicce
ayının bitmesine 6 gün kala uygulandı. Buna rağmen insanlar Hallac'ın durumu
konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Kimileri onu yüceltmede aşırıya
gitmiş, kimileri ise şeriatın kılıcı ile öldürülmüş olması sebebiyle onu tekfir
etmiştir.
İbnü'l-Mukrı, başkasına
tabi olarak İbn Arabi taraftarlarının kafir olduğu konusunda şüphe edenlerin
kafir olacağı görüşünü kabul etmiştir ki onların görüşlerinin zahirinden
bazıları vahdet-i vücudu anlamışlardır. Bu, onların anladığı bu anlayışa binaen
verilen bir hükümdür. Ancak bu sufilerin görüşleri kendi terimlerine göre ifade
edilmiştir. Çünkü terim anlamında hakikat olan bir kelime, başka bir anlamda
mecaz olabilir. Bunlar içinden bu manaya inananlar sahih bir manaya
inanmaktadırlar. Ancak sufiler içinden bu sözlerin zahirine inananlara
yaptıkları şeyin yanlış olduğu bildirilir. Bu bildirildiği halde görüşüne devam
ederse kafir olur. Bu konuda geniş açıklama "siyer" bölümünde
gelecektir.
NevevI'nin ifadesi aynı
zamanda şahidin, küfür kelimesini aktarmasını da dışarıda bırakmaktadır. Ancak
İmam Gazarı, İhya adlı eserinde kişinin bu sözü ancak mahkemede
aktarabileceğini belirtmiştir, bu konuda dikkatli olmak gerekir.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: NevevI'nin "veya küfür sözü" ifadesinde kısır döngü
bulunmaktadır. Çünkü irtidat küfrün iki çeşidinden biri olunca NevevI nasılolur
da "küfür kelimesi" ifadesini kullanabilir?
Buna şöyle cevap
verilir: Tanımda geçen "küfür" ile kastedilen [sonradan meydana gelen
küfür değil] asrı küfürdür.
Not: Nevevi'nin "küfür olan niyet, söz veya
fiil" demesi daha uygun olurdu, böylece ilk küfür kelimesinin delalet
etmesi sebebiyle sonrakilerden küfür kelimesi hazfedilmiş olur.
Nevevi'nin ifadesi
münafığın küfrünü içermez; çünkü o, daha öncesinde sahih bir şekilde Müslüman
olmamıştır.
7. Yaratıcı olan
Allah'ın varlığını inkar edenler, alemin ezelden beri bu şekilde yaratıcısız
olarak var olduğunu ileri süren dehrller [ateistler]dir. Sani' ismi Allah'ın en
güzel isimleri arasında yer almaz. Bu kelime, fiillerden türetme yoluyla
Allah'a isim verilebileceğini kabul eden kelamcıların ifadelerinde yer
almaktadır. T ercih e şayan olan görüşe göre ise Allah'ın isimleri vahiyle
bilinebilir.
Buna şöyle cevap
verilmiştir: Beyhakl, el-Esma ve's-sıfat adlı eserinde bunu rivayet etmiştir.
Ayrıca ayette "bu, herşeyi sağlam yapan Allah'ın sanatıdır" [en-Neml,
88] ifadesi yer almaktadır. Yine [hadisçi] Hakim, el-Müstedrek adlı eserinin
baş taraflarında Huzeyfe'den şu hadisi rivayet etmiştir: "Allah her
sanatkarı ve onun sanatını yaratmıştır. "(Müstedrek, iman, 1, 32)
Hakim, bu hadisin
Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu söylemiştir.
8. Bir kimse [İslam
dinine girdikten sonra şunlardan birini yapsa kafir olur]:
> Yaratıcının yani
Allah'ın varlığını inkar etse,
> Veya Allah'ta var
olduğu konusunda icma bulunan ilim ve kudret gibi bir sıfatın Allah'ta var
olmadığını söylese,
> Veya Allah'ta var
olmadığı konusunda icma bulunan "sonradan meydana gelmek" gibi bir özelliği
ona atfetse,
> Veya felsefecilerin
belirttiği gibi alemin ezeli olduğuna inansa,
Mütevelli [bunlara ek
olarak] "veya Allah'a bir renk, bitişme veya ayrılık isnat etse"
ifadesini de eklemiştir.
Not: Mücessimenin kafir olup olmadığı konusunda ihtilaf
edilmiştir. el-Mühimmat adlı eserde "meşhur olan görüş onların kafir
olmadığıdır" denilmiştir. el-Mühezzeb şerhinde "imamların
sıfatları" bölümünde onların kafir olduğu, tek görüş olarak
belirtilmiştir.
Zerkeşi Hadim adlı
eserinde şöyle demiştir:
"Şerhu'l-Mühezzeb'teki
ifadede, bir kimse Allah'ı açık bir biçimde dsme benzetirse, demiştir. Açık bir
biçimde demek suretiyle Allah'a cihet isnat edenleri dışarıda bırakmıştır. Bu
görüşte olan biri, Gazalı'nin belirttiği üzere kafir olmaz. İzzeddin bin
Abdüsselam "daha doğru olan görüş budur" demiş ve Kavaidü'l-ahkam
adlı eserinde de şöyle demiştir: Eş'arı ölümü esnasında ehl-i kıbleyi tekfir
etme görüşünden vazgeçmiştir; çünkü sıfatları bilmemek, o sıfatlarla
nitelenenleri de bilmemek anlamına gelmez."
İmam Şafii'nin,
Kur'an'ın mahluk olduğunu söyleyen kimsenin kafir olduğu yönündeki görüşü
dinden çıkarıcı küfür anlamında değil de küfran-ı nimet (nimete karşı
nankörlük) anlamında yorumlanmıştır. Bunu Beyhak! ve onun dışındaki muhakkik
alimler söylemiştir; çünkü öncekiler ve sonrakiler, Mu'tezile mezhebine mensup
bir kimsenin arkasında namaz kılınabileceği, onlarla evlenilebileceği, ehli
sünnet ile onlar arasında mirasçılığın söz konusu olacağı üzerinde icma
etmişlerdir.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Bizim alimlerimiz, gök cisimlerinin yapıp etme gücünün
bulunduğuna inanan kimselerin kafir olduğuna hükmetmişlerdir. Mutezile de böyle
olmalıdır.
Buna şöyle cevap
verilir: Gök cisimlerinde yapıcı bir güç olduğuna inanan kişi bunların da tıpkı
tanrı gibi bütün kainat üzerinde etkili olduğuna inanmaktadır. Oysa Mutezile
böyle değildir. Zira onlar "kul yalnızca kendi fiilinin
yaratıcısıdır" görüşünü kabul ederler.
> Peygamberleri inkar
ederse, mesela "onları Allah [elçi olarak] göndermemiştir" dese,
> Bizim
peygamberimizden sonra herhangi bir kimsenin peygamber olduğunu iddia etse,
> Peygamberlik
iddiasında bulunan bir kimsenin sözünü tasdik etse,
> "Hz. Peygamber
(s.a. v.) siyahtır", "kösedir", "Kureyş kabilesinden
değildir" dese,
> "Peygamberlik
çalışarak elde edilecek bir şeydir", "kalp temizliği ile peygamberlik
rütbesine ulaşılır" dese,
> Peygamberlik
iddiasında bulunmamakla birlikte "bana vahyolundu" dese,
> Herhangi bir resul
veya nebiyi yalanlasa veya ona sövse, hafife alsa,
> Peygamberlerden
herhangi birinin adını hafife alsa,
> Allah'ın adını,
emrini, vaadini veya tehdidini hafife alsa,
> Kur'an'dan,
sübutunda icma edilen herhangi bir ayeti inkar etse veya Kur'an'dan olmayan bir
şeyin Kur'an'dan olduğuna inansa,
> Bir sünneti hafife
alsa, mesela kendisine "Hz. Peygamber (s.a.v.) yemek yediğinde üç
parmağını yalardı" hadisi hakkında "bu, edebe uygun değildir"
dese veya kendisine "tırnaklarını kes bu sünnettir" denildiğinde
"sünnet de olsa yapmayacağım" dese ve -Nevevi'nin doğru kabul
ettiğine göre- bunu söylerken alayetmeyi kastetse,
> "Allah ve
Resuluilah (s.a.v.) bana şunu emretse yapmam", "Allah şurayı kıble
yapsa oraya dönerek namaz kılmam", "Allah, filan kişiyi peygamber
yapsa ben onu tasdik etmem", "yanımda bir peygamber veya melek şu
konuda şahitlik etse bile bunu kabul etmem", "peygamberlerin
söyledikleri doğruysa kurtulduk", "peygamberin insan mı cin mi
olduğunu bilmiyorum", "peygamber cindir" dese,
> Peygamberin
herhangi bir uzvunu hakaret yoluyla küçümsemiş olsa,
> Allah'ın
isimlerinden herhangi birini küçümsese,
> İmanı küçümseyerek
"iman nedir bilmiyorum" dese,
> "Şu
hastalığımda Allah bana namaz kılmayı emrederse zulmetmiş olur" dese,
> Mazlum "bu
Allah'ın takdiridir" dediğinde zalim "ben, onun takdiri olmaksızın
bunu yapıyorum" dese,
> Bir Müslümana kafir
olması konusunda veya kafir iken Müslüman olmak isteyen bir kimseye küfründe
devam etme konusunda akıl verse,
> Kendisine İslam'ı
anlatmasını isteyen bir kafire bunu telkin etmese veya işi ağırdan alarak
"biraz sabret" dese kafir olur. Çünkü bu durumda küfrü İslam' a
tercih etmiş olur. Nevevi bunu Mütevelli'den nakledip onaylamıştır.
> Bir Müslümanı,
kafir kelimesini küfran-ı nimet şeklinde tevil etmeksizin tekfir etse. Nevevi
bunu Ravdatü 't-talibın' de Mütevelli' den aktarıp onaylamıştır. Konuyla ilgili
rivayetin delalet ettiği zahir anlam da budur. Oysa Nevevi, Müslim şerhinde
"hadis, bunu helal sayan kimseye yorumlanır" demiş, el-Ezkar adlı
eserinde ise "ağır bir şekilde haramdır" demiştir.
> Kendisine "Ey
Yahudi!" vb. bir hitapla seslenildiğinde bu çağrıya icabet etse.
Ravdatü't-talibın'de bunun itiraza açık olduğunu söylemişse de böyledir.
> Kendisine "sen
Müslüman değil misin?" diye sorulduğunda "evet değilim" dese,
> Allah'ın adını
hafife alarak şarap içerken veya zina ederken besmele çekse,
> "ben
kıyametten korkmuyorum" dese ve Ezral'nin belirttiğine göre bunu kıyameti
hafife alarak söylese,
> Müezzin ezan
okurken onun ifadelerini yalanlasa, mesela müezzine "yalan söylüyorsun"
dese,
> "Bir tabak
serit ilimden daha hayırlıdır" dese,
> "Malımı
Allah'a emanet ettim" diyen kişiye "malını, hırsızlık yapan kimsenin
peşinden gitmeyene emanet bırakmışsın" dese ve bunu söylerken Ezral'nin
belirttiğine göre hafife almış olsa,
> "Beni ister
Müslüman ister kafir olarak öldür" dese,
> Hristiyanlar vb.
gibi İslam'ı benimsememiş olanların kafir olduğuna hükmetmese veya onların
kafirliği konusunda şüphe etse,
> [Cenab-ı Hakka
hitaben] "malımı ve çocuğumu aldın, daha bana ne yapacaksın?" veya
"yapmadığın ne kaldı?" dese,
> İslam'a giren
kimseye mal verildiğinde "keşke ben de kafir iken Müslüman olsaydım da mal
alsaydım" dese,
> Çocuklara ilim
öğreten kişinin "Yahudiler Müslümanlardan daha hayırlıdır; çünkü onlar
çocuklarının öğretmenlerine insaflı davranıyorlar" dese,
> Zina, livata,
zulüm, şarap içmek vb. gibi haram oldUğu konusunda icma olan bir şeyi helal
sayarsa. Bunlardan birisi de halktan zorla toplanan haracın hak olduğuna
inanmaktır.
Buna "hak"
adını vermek haramdır.
> Rafil şöyle
demiştir: "Cüveyni, icma hükmüne muhalefet eden kimsenin kafir olduğunu
mutlak olarak söylemeyi hoş karşılamamıştır. Biz, icmaın kendisinin hüccet
olduğunu inkar edeni bile kafir saymıyor, bid'atçı ve yoldan sapmış sayıyoruz.
"
> Zencanı buna şu
şekilde cevap vermiştir: "Şarabı helal sayan kişi yalnızca icmaya aykırı
davrandığı için değil, Hz. Muhammed'in dininden olduğu zorunlu olarak bilinen
ve buna dair iema ve nass bulunan bir şeye aykırı davrandığı için kafir
olur."
> İbn Oakıku'l-İd şöyle
demiştir: "Bu meselede hak şudur: Beş vakit namazm farziyeti meselesinde
oldUğU gibi üzerinde icma edilen meseleler tevatürle birlikte bulunursa o zaman
bunu inkar eden kişi icmaya değil tevatüre aykırı davrandığı için kafir olur.
İcma tevatür ile birlikte bulunmuyorsa onu inkar eden kafir olmaz."
> Bunun aksi durumda
da yani alım-satım ve evlilik gibi helal olduğu konusunda icma bulunan bir şeyi
haram sayması halinde de kişi kafir olur.
> Beş vakit namazdan
bir rekatın farziyetini reddetme örneğinde oldUğU gibi üzerinde farz olduğu
konusunda icma bulunan şeyin farziyetini inkar eden kişi veya farz olan
namazlara bir rekat ekleyen veya Şevval'den bir gün oruç tutmanın farz olduğuna
inanmak durumunda olduğu gibi farz olmadığı konusunda icma bulunan bir şeyin
farziyetine inanan kimse de kafir olur.
Not: NevevY "üzerinde icma bulunan bir şeyin
meşruiyetini inkar ederse" demiş olsaydı ifade, mendupluğu konusunda icma
bulunan şeyi de kapsamış olurdu. BeğavY Ta'llk adlı eserinde revatip sünnetler
ve iki bayram namazı gibi sünnetler içinden meşruiyeti
konusunda icma bulunan şeyleri inkar eden kimselerin kafir olacağını açık
olarak belirtmiştir. Bu, tevatürü yalanlama sebebiyledir. Zikredilen husus,
hakkında nass bulunmasa bile hükmün dinden olduğu zorunlu olarak bilinen ve
üzerinde icma bulunan bir hüküm olmasını gerektirir. Sıradan halkın bilmeyip
özel kimselerin bilebileceği meselelere gelince bu konuda nass olsa bile onu
inkar eden kafir olmaz. Örneğin oğulun kızının öz kızla birlikte bulunduğunda terikenin
altıda biri üzerinde hak sahibi olacağı, iddet bekleyen kadınla evlenmenin
haramlığı gibi konulan inkar eden kimse, özür sebebiyle kafir olmaz, aksine bu
durumda doğru inanması için doğrunun ne olduğu ona anlatılır. Bu ifadenin
zahirinden şu anlaşılmaktadır: Kişi şayet o hükmü daha önceden biliyorduysa
inkar ettiğinde kafir olur. Alimlerin daha önceki ifadesinin zahirinden ise
"hükmü özel ve genel herkesin biliyor olmasi" şarttır. Aksi taktirde
onu inkar eden kafir kabul edilmez. Zahir olan da budur.
Helali haram, haram /
helal sayan, var olanı reddeden, olmayanı var kabuleden kimsenin kafir
olabilmesi için bu tip meselelerin kendisine kapalı kalmayacak kimselerden
olması gerekir. Böyle olmayan şahıslara gelince, mesela yeni Müslüman olmuş
veya alimlerden uzak bölgelerde yetişmiş olan kimselere gelince onlar kafir
olmazlar.
> Bir kimse -mesela-
ertesi gün kafir olmaya azmetse veya kafir olmayı bir şeyin gerçekleşmesine
bağlasa yahut Müslümanlıkta kesin olarak kalma niyetiyle çelişecek bir şüphenin
arız olması sebebiyle an itibarıyla kafir olup olmamakta tereddüt etse kafir
olur.
Bu, daha önce de
belirtildiği gibi yapılan tanıma göre getirilmiştir; çünkü bu konuda bir
kesinlik yoktur.
Nevevi'nin "kafir
olur" ifadesi yukarıda [maddeler halinde sayılan] bütün hususlara
yöneliktir.
9. Şayet kişideki şüphe,
Müslümanlıkta kesin olarak kalma niyetiyle çelişmez de vesveseli kimsenin
başına gelen durumda olduğu gibi bir vesvese şeklinde olursa Cüveyni'nin
belirttiği üzere bu dikkate alınmaz.
10. Nevevi "bir
peygamberi yalanlarsa" ifadesi, peygamberin ağzından yalan uydurmayı
dışarıda bırakmakta olup bu durum kişiyi kafir kılmaz. Ancak Ebu Muhammed buna
muhalefet ederek "bu durumda kişi kafir olur ve kanı helal hale
gelir" demiştir. Cüveyni şöyle demiştir: "Bu bir sürçmedir.
Alimlerimizin herhangi birinde böyle bir görüş görmedim. Doğru olan görüş, bu
durumdaki şahsa tazir uygulanması olup bu kişi öldürülmez ve tekfir
edilmez."
11. İnsanı kafir kılan
Hil, kişinin açıkça din ile alayetmek veya inkar amacıyla kasten yaptığı
fiildir. Buna örnek olarak mushafı pis bir yere atmayı zikredebiliriz. Çünkü bu
açıkça Allah'ın kelamını küçümsemektir. Kelamı küçümsemek ise kelam sahibini
küçümsemekle olur.
12. Hadis kitapları da Mushaf
gibi değerlendirilir. Ruyani, [üzerinde] şer'i ilimlere ait [konuların yazılı
olduğu] sayfaların [atılmasının] da böyle olduğunu belirtmiştir.
13. Bir puta secde etmek
de böyledir.
İbnü'l-Mukrı bu konuda
[insanı küfre düşüren fiil konusunda] şunları söylemiştir: "Kişi mushafı
pis bir yere attığında bunu mushafı hafife alarak -yani hafife aldığını
gösteren bir tarzda- yapmışsa kafir olur.
Hocamız Zekeriya
el-Ensarl'nin de belirtitği üzere İbnü'l-Mukn bu ifadeyle darulharpte puta
secde eden kimseyi dışarıda bırakmıştır. Kadı Hüseyin'in İmam ŞafiI'nin ifadesi
olarak aktardığına göre bu kişi kafir olmaz. Zerkeşi ise meşhur görüşün buna
aykırı olduğunu söylemiştir.
İbnü'l-Mukrı Mushafı
atma konusunda "hafife alarak" kaydını koymak suretiyle kafirlerin
almasından korkarak bunu yapması durumunu dışarıda bırakmıştır. Her ne kadar
bunu yapması bile haram olsa da zilhir olan görüşe göre kişi bu durumda kafir
olmaz.
14. Kişi güneşe veya
başka bir mahlukata secde ederse kafir olur. Yine bir gök cismine tapınmanın
bulunduğu büyü gibi şeyler de kişiyi kafir yapar. Çünkü bunu yapan kişi Allah'a
ortak koşmuş olur.
Not: Ümmeti sapıklıkla, sahabeyi kafir olmakla
niteleyen, Kur'an'ın mucize oluşunu inkar eden veya Kur'an'dan herhangi bir
şeyi inkar eden, göklerin ve yerin yaratılışında Allah'ın varlığına ve
birliğine bir delil bulunduğunu reddederek "bunların yaratılışında Allah'a
delalet eden bir şey yoktur" diyen, [ahirette] ölülerin asrı unsurlarının
bir araya getirilmek ve ruhlarının iade edilmesi suretiyle kabirlerinden
diriltileceklerini inkar eden, cenneti, cehennemi, hesap, sevap ve cezayı inkar
eden veya bunları kabul etse bile "bunlarla başka anlamlar
kastedilmektedir" diyen, "ben cennete girdim / cennetin meyvelerinden
yedim / hurileriyle kucaklaştım" diyen, "imamlar peygamberlerden daha
üstündür" diyen kimseler kafir olur.
Bu [belirtilen
durumlarda] kafir olma, şayet kişi söylediği şeylerin ne anlama geldiğini
biliyorsa söz konusu olur. Ama yeni Müslüman olması veya Müslümanların yaşadığı
bölgeden uzakta bulunması sebebiyle söylediği şeylerin ne anlama geldiğini
bilmiyorsa özrü sebebiyle kafir olmaz.
Bir Müslüman diğer bir
Müslümana "Allah onun imanını alsın" dese veya bir kafir hakkında
"Allah ona imanı nasip etmesin" dese kafir olmaz; çünkü bu karşıdaki
kişinin zorda kalması ve cezalandırılması için yapılan bedduadır.
Kişi darulharbe girip
oranın halkı ile birlikte şarap içse, domuz yese kafir olmaz.
Hasmından yemin etmesini
istediği durumda hasmı Allah adına yemin etmek istediğinde "ben onun Allah
adına değil, kansının boş olması veya kölesinin azat olması için yemin etmesini
istiyorum" dese kafir olmaz.
Kişi bir başkasına
''seni görünce,?lüm meleğini [Azrail'i] görmüş gibi oluyorum" dese kafir
olmaz.
Kişi Kur'an'ı def
çalarak veya sapa vurarak okuduğunda da kafir olmaz.
Kişiye "sen gaybı
bilir misin?" diye sorulduğunda "evet" dese kafir olmaz.
Kişi yolculuğa
çıkacağında saksağan kuşunun öttüğünü görüp yolculuktan vazgeçse kafir olmaz.
Kişi kasten abdestsiz veya
necis olarak yahut kıbleden başka yöne dönerek namaz kılmakla birlikte bunu
helal saymasa kafir olmaz.
Bir zamanlar helal iken
sonradan haram kılınan bir şeyin haram kılınmamış olmasını temenni eden kimse
de kafir olmaz. Örneğin kişi Allah'ın şarabı, erkek kardeş ile kız kardeşin
evlenmesini, zulmü, zinayı, haksız yere adam öldürmeyi haram kılmamış olmasını
temenni etse kafir olmaz.
Kişi vücudunun ortasına
[Hristiyanların bağladığı] zünnar [adlı kemeri] bağlasa veya başına Mecusilerin
başlığını koysa yahut vücudunun ortasına zünnar bağlayıp ticaret için yahut
esirleri kurtarmak için darulharbe girse kafir olmaz.
Kişi "Hristiyanlık
mecusilikten hayırlıdır" veya "Mecusilik Hristiyanlıktan
hayırlıdır" dese kafir olmaz.
"Allah bana cenneti
verse girmem" dese kafir olmaz.
Bunların tümü
Ravdatü't-talibin'de açık olarak belirtilmiştir. Yine aynı eserde şöyle
denilmektedir: "Allah'ın gözünde / Allah'ın önünde Yahudi ve Hristiyanın
durumu neyse falan kişi de benim gözümde öyledir" dese bu kişi kafir olmaz.
Bazıları bunun kafir olacağını söylemişlerdir. Bazıları ise şöyle demiştir:
"[Allah'ın gözü derken] bununla organı kastetse kafir olur, aksi taktirde
kafir olmaz. "
Ezrai şöyle demiştir:
"Bana göre bu kişi mutlak olarak kafir olmaz; çünkü bu kişide Allah'ı
cisimleştirme inancının var olduğu görülmüştür. Meşhur olan görüşe göre bizler
mücessimeyi kafir kabul etmeyiz."
Yine
Ravdatü't-talibin'de Kadı İyaz'dan şu nakledilmiştir: "Bir kimse
hastalıktan iyileştikten sonra, Bu hastalık esnasında öyle durumlarla
karşılaştım ki o durumda iken Ebu Bekir ve Ömer'i öldürsem günaha girmemiş
olurdum" dese bazı alimler bunu söyleyen kişinin kafir olacağını ve
öldürüleceğini söylemişlerdir. Çünkü bu, onları zulme nispet etmeyi içinde
barındırmaktadır. Diğer bazılarına göre ise bu kişinin öldürülmesi kesin
olmayıp tövbe etmesi istenir, tazir cezası uygulanır."
Muhib et-Taberı şöyle
demiştir: Daha güçlü görüşe göre bu kişi kafir olmaz.
el-Envar yazarı
"Allah bana cenneti verse ben girmem" diyen kimsenin kafir olacağını
söylemiştir. Ezral'nin de dediği gibi bu durumda daha evla olan şöyle demektir:
"Şayet bunu, cenneti hafife alarak veya ona karşı müstağni olarak söylerse
kafir olur. Mutlak olarak söylerse kafir olmaz."
İsnevi necis olarak
namaz kılan kimse hakkında şöyle demiştir: "Nevevi'nin ifadesinden necis
bir şekilde namaz kılmayı helal sayan kişinin kafir olacağı sonucu çıkmaktaysa
da bu kabul edilemez; çünkü bunun haramlığı konusunda icma edilmemiş olup
Nevevi'nin el-Mecmu'da belirttiğine göre bir grup alim bunun caiz olduğunu
kabul etmiştir." Böyle olan durumlarda kişi kafir olmaz.
"Ben müminim
inşaallah" ifadesi hakkında
Mezhebimizin imamı olan
İmam Şafii'ye nispet edilen "ben mümini m inşaallah" ifadesinde
herhangi bir bid'at veya problem söz konusu değildir. Bu ifade Hz. Ömer'den
nakledildiği gibi İbn Mesud'dan da sahih yolla nakledilmiştir. Selefin
çoğunluğu ile Şafiiler, Malikiler, Hanbeliler, Süfyan-ı Sevrı ve Eş'arller de
bu görüştedir. Ebu Hanıfe'den nakledildiğine göre o, bu ifadeyi tepkiyle karşılamıştır.
Demırı şöyle demiştir: "Bu, tuhaf bir durumdur; çünkü bu ifade İbn
Mesud'dan sahih yolla nakledilmiştir. İbn Mesud, Ebu Hanıfe'nin hocasının
hocasının hocasıdır."
Bunu söylemenin caiz
olduğunu kabul edenler böyle söylemenin gerekli olup olmadığı konusunda ihtilaf
etmişlerdir.
Alimler bu ifadenin
nasıl anlaşılacağı konusunda farklı yorumlar yapmışlardır. Doğrusu bu
yorumların hiçbirine ihtiyaç yoktur; çünkü "ben müminim" ifadesi ya
şartın cevabı veya cevabın delilidir. Her ikisinin de geleceğe ilişkin olması
şarttır. Bu durumda ifadenin anlamı "ben gelecekte de müminim
inşallah" demektir. Bu durumda yoruma ihtiyaç yoktur. Hatta [gelecekle
ilgili konuşurken] bunu Allah'ın dilemesine bağlamak açıkça anlaşılabilecek ve
din tarafından da emredilmiş bir durumdur. Nitekim ayette şöyle buyrulmuştur:
İnşaallah [Allah
dilerse] demedikçe hiçbir şey hakkında "ben yarın şunu yapacağım"
deme! [el-Kehf, 23-24]
III. İrtidadın Şartlan
Çocuğun, akıl hastasının
ve ikrah [baskı ve tehdit] altında olan kişinin irtidatı geçerli değildir.
Kişi irtidat ettikten
sonra akıl hastası olsa akıl hastalığı esnasında öldürülmez.
Mezhepte esas alınan
görüşe göre sarhoş olan kişinin mürted ve Müslüman olması geçerlidir.
15. Bir kimsenin,
yukarıda sayılan şeylerden biri sebebiyle mürted haline gelmiş olabilmesi için
mükellef olması ve kendi iradesiyle hareket ediyor olması gerekir. Buna göre
mümeyiz bile olsa çocuğun irtidadı ve akıl hastasının irtidadı sahih olmaz;
çünkü onlar mükellef değildir. Onların söz ve inançları dikkate alınmaz.
Not: ["İrtidadı sahih olmaz" ifadesinin]
anlamı, onların ifadelerinin irtidat hükmünü doğurmamasıdır. Aksi taktirde
irtidat da tıpkı zina gibi bir isyan fiili olup onun hakkında sahih olup olmama
nasıl düşünülebilir ki!
16. Yüce Kitabımızda da
belirtildiği gibi kalbi iman ile mutmain olduğu halde [baskı ve tehdit yoluyla]
küfre zorlanan kimsenin irtidadı da dikkate alınmaz. Ancak irtidada kalbinden
razı olursa o zaman mürted olur.
Not: Kişi küfür kelimesini söylemeye zorlandığı
esnada onun kalbi iman veya küfre inanmaktan boş olsa bu kişinin [küfür
kelimesini söylemekle] mürted olup olmayacağı konusunda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır. Mürted olmaması gerekir; çünkü ikrah öncesinde iman mevcuttu.
Zorlanan kimse, zorlandığı şeyi kendi isteğiyle yapmadığı sürece onun sözü
dikkate alınmaz. Nitekim kişi karısını boşamaya zorlansa bu dikkate alınmaz;
çünkü ikrah öncesinde nikah bağı mecuttu. Kişinin zorlandığı şeyi istemesi söz
konusu olmadığında boşaması gerçekleşmez.
17. Kişi irtidat
ettikten sonra henüz tövbe etmesi kendisinden talep edilmeden önce akıl
hastalığına yakalansa, akıl hastalığı halinde iken öldürülmez; çünkü aklının
başına gelerek yeniden İslam'a dönme ihtimali bulunmaktadır.
18. Rafii ve Nevevi'nin
et-Tehzib adlı eserden aktarıp onayladıklarına göre bir kimse akıl hastalığına
yakalanmış olan mürtedi öldürse onu öldüren kimse üzerine [kısas veya diyet
gibi] herhangi bir şey gerekmez. Bundan, öldürmeyi ertelemenin [farz değil]
müstehap olduğu sonucu çıkar.
İsnevi şöyle demiştir:
"Bu doğru değildir. Zira mürtedin tövbesini sahih kabul etmenin gerekli
oluşu bunu engellemektedir."
Zerkeşi de şöyle
demiştir: "el-Ümm'ün ifadesinin zahirinden öldürmeyi ertelemenin zorunlu
olduğu anlaşılmaktadır ki daha doğru görüş budur."
Buna göre, akıl
hastalığına yakalanan mürtedi öldüren kimse, zorunlu olarak ondan tövbe
etmesini isteme durumunu ortadan kaldırdığından tazirle cezalandırılır.
el-Mühezzeb'te geçen "herhangi bir şey gerekmez" ifadesi "kısas
veya diyet gerekmez" şeklinde yorumlanır.
Not: Nevevi, [metinde, Arapça'da bir şeyin
diğerini takip ettiğini belirtirken kullanılan] "fa" harfini getirmek
suretiyle akıl hastalığının hemen irtidadı takip etmesine işaret etmiştir.
Böylece irtidat eden
kişiden tövbe etmesi istendiği halde tövbe etmeyip sonradan akıl hastalığına
yakalanmış olması durumunu dışarıda bırakmıştır. Bu kişinin akıl hastası iken
öldürülmesi caizdir.
Bir kimse Allah hakkı
olan had cezalarını gerektiren bir mı yaptığını ikrar ettikten sonra akıl
hastalığına yakalansa ihtiyaten bu durumdayken had cezası uygulanmaz; çünkü bu
kişi ikrarından dönebilir. Had cezası bu halde iken uygulansa herhangi bir şey
gerekmez.
Ancak kişinin haddi
gerektiren bir suç işlediği şahitlerle sabit olsa veya kişi zina iftirasında
bulunduğunu veya kısası gerektirecek bir fiil yaptığını ikrar ettikten sonra
akıl hastalığına yakalansa, ceza kendisine akıl hastasıyken uygulanır; çünkü bu
ceza, kişinin ikrarından dönmesi ile düşmez.
19. Mezhepte esas alınan
görüşe göre haksız [haram] bir yolla sarhoş olan kişinin nasıl ki karısını
boşaması ve diğer tasarrufları geçerli kabul ediliyorsa irtidat etmesi de
geçerli kabul edilir.
20. Sarhoşluk halinde
iken bu kişiden tövbe etmesini istemenin sahih olup olmadığı konusunda mezhep
içinde iki görüş bulunmaktadır:
Birinci görüş
Bu kişinin mürtedliği
sahih olduğu gibi kendisinden tövbe istenmesi de sahih olur. Rafii bunu İmam
Şafii'nin ifadesi olarak aktarmıştır.
İmranı "mezhepte
esas alınan ve İmam ŞafiI tarafından açıkça belirtilen görüş budur"
demiştir.
İsnevi de bunun müfta
bih [fetvaya esas olan] görüş olduğunu söylemiştir.
Bununla birlikte
sarhoşun tövbesinin sahih olmadığını söyleyenlerin görüş ayrılığından kurtulmak
için onun aklı başına gelinceye kadar tövbe istenmesini geciktirmek menduptur.
İkinci görüş
Bu durumda iken şüphenin
ortadan kalkmadığını söyleyen ikinci görüşe göre ise sarhoştan tövbe etmesini
istemek geçerli değildir.
21. İçki içmeye zorlanan
şahsın durumunda olduğu gibi haram olmayan bir yolla sarhoş olan kimseye
gelince onun boşama vb. tasarruHarının geçerliliğine hükmedilmediği gibi
irtidadına da hükmedilmez.
22. Yine mezhepte esas
alınan görüşe göre sarhoş olan kişinin mürtedlikten Müslümanlığa geri dönmesi
-kişi ayıkken irtidat edip sarhoşken Müslümanlığa dönmüş olsa bile- sahihtir.
Burada sarhoşun
sözlerine ayık kimsenin sözleri gibi muamele yapılır.
Not: Onun sarhoşluk halinde iken Müslümanlığa dönmesine
itibar edilmesinden, ayıldıktan sonra bunu tekrarlamanın gerekli olmadığı gibi
bir sonuç çıksa da bu kastedilmemiştir.
İbnü's-Sabbağ'ın İmam
Şafii' den naklettiğine göre bu kişi ayılınca ona yeniden Müslüman olması
teklif edilir. Şayet bunu yaparsa Müslüman olduğunu söylediği andan itibaren
Müslüman kabul edilir. Şayet kafir olduğunu söylerse şu andan itibaren kafir
olarak kabul edilir.
Çünkü o kişinin
sarhoşken İslam'a dönmesi geçerli kabul edilmişti. Bu kişi tövbe etmezse
öldürülür.
IV. İrtidadın Sübutu
Kişinin mürted olduğuna
dair şahitlik mutlak olarak kabul edilir. Bir görüşe göre ise [bu şahitliğin
kabul edilmesi için irtidadın meydana gelme sebebinin] açıklanması gerekir.
İlk görüşe göre şahitler
bir kimsenin mürted olduğuna şahitlik ettiği halde o kişi bunu inkar etse,
şahitliğe göre hüküm verilir. Kişi "ben baskı ve tehdit altındaydım"
dese ve kafirlere esir düşmüş olmak gibi bir karine de bunu gerektirse yeminle
birlikte onun sözü kabul edilir, aksi taktirde kabul edilmez.
İki şahit "bu kişi
küfür kelimesini telaffuz etti" dediği halde şahıs ikrah altında bunlan
söylediğini iddia etse onun iddiası mutlak olarak tasdik edilir.
Müslüman olarak bilinen
bir kimse geride iki Müslüman OğUl bırakarak ölse, oğullardan biri
"[babamız] irtidat ettikten sonra kafir olarak öldü" dese bakılır:
Ölen şahsın hangi sebeple kafir olduğunu açıklarsa ona mirasçı olmaz. Onun payı
fey olur. Daha güçlü görüşe göre [herhangi bir sebep açıklamaksızın] mutlak
olarak bunu söylediğinde de hüküm böyledir.
23. [İrtidat konusundaki
şahitliğin kabul edilmesinin şartı nedir? Bu konuda mezhep içinde iki farklı
görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Mürtedliğe ilişkin
şahitlik mutlak olarak kabul edilir ve -Ravdatü't-talibin ve
eş-Şerhu'l-kebir'de Cüveyni'ye tabi olarak belirtildiği üzere- herhangi bir
açıklama yapılmamış olsa da buna göre hüküm verilir. Çünkü irtidat riskli bir
konu olduğundan buna şahitlik eden kişi ancak durumun farkında olarak böyle bir
şeye kalkışabilir.
İkinci görüş
[Zayıf] bir görüşe göre
tektir konusunda mezheplerin görüşleri birbirinden farklı olduğu için şahitten
[irtidadın nasıl meydana geldiği konusunda] açıklama yapması istenilir. Bir
kimsenin mürtedliğine hükmetmek çok önemli / tehlikeli bir konu olduğundan bu
konuda ihtiyata riayet edilir.
Ezrai "mezhepte
kesin olarak benimsenmesi gereken görüş budur" demiştir.
İsnevi şöyle demiştir:
"Aklen ve naklen bilinen görüş de budur.
Cüveyni' den nakledilen
görüş kendisinin şahsı görüşüdür. "
Demır! şöyle demiştir:
"Rafii, sahih gördüğü görüşü ortaya koyarken Cüveyni'ye tabi olmuştur.
Cüveyni ise bu görüşü herhangi bir kimseden nakletmiş olmayıp o görüş kendi
çıkarımıdır."
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir:
Rafii ve Nevevi'nin şu
konudaki ifadeleri, şahitlerden açıklama istenmesinin gerekli olduğunu
göstermektedir:
Bir kimse geride iki
Müslüman oğul bırakarak ölse ve oğullardan biri "babamız irtidat etti ve
kafir olarak öldü" dese, Nevevi'nin benimsediği "küfrün sebebini
açıklamasına gerek yoktur" görüşünün aksine daha güçlü görüşe göre küfrün
sebebini açıklaması şarttır.
Çünkü küfür olmayan bir
şeyi öyle zannetmiş olabilir.
Buna şöyle cevap
verilir:
Buradaki meselede kişi
hayatta olup kelime-i şehadeti getirebilir. Oysa diğer meselede kişi ölmüş
olduğundan öldükten sonra şehadet getirmesi mümkün değildir. Bu sebeple
bazıları şöyle demiştir:
"İmam ŞafiI gibi
mürtedin tövbe etmesini kabul eden kimseler nezdinde şahitlik mutlak olarak
kabul edilir. Hakim [aleyhinde şahitlik edilen kişiye] "kelime-i şehadet getir!"
der. [Hakimin şahidere mürtedliğin] hangi sebeple gerçekleştiğini sormasına
gerek yoktur.
Şayet aleyhinde şahitlik
edilen kişi kelime-i şehadet getirmekten kaçınırsa bu durum onun irtidat
ettiğine karine olur, şahidin sebep zikretmesine gerek olmaz.
İmam Malik gibi mürted
in tövbesini kabul etmeyenler nezdinde şahitlik ancak sebebin açıklanması
halinde kabul edilir."
Buna şöyle itiraz
edilmiştir: Tövbeyi kabul edenler nezdinde bile olsa bunda [yani mürtedlik ile
itham edilmekte] insan için utanılacak bir durum söz konusudur. Daha önceki
cevaba da bu şekilde itiraz edilebilir. Bu durumda şahitliğin ayrıntılı
yapılması şarttır. Hocamız Zekeriya el-Ensari"nin de belirttiği üzere en
doğrusu budur.
Not: Bulkınl'nin de belirttiği üzere görüş aynlığı
iki kişinin "bu şahıs imandan dönmüştür" şeklinde şahitlik ettikleri
durumla ilgilidir. İki kişi "bu şahıs irtidat etmiştir" diye şahitlik
ettikleri halde "imandan" demeseler veya "inkar etti"
dedikleri halde "Allah'ı" demeseler bu şahitlik kesinlikle kabul
edilmez.
24. [Yukarıdaki
meseledeki] ilk görüş olan "şahitlik mutlak olarak kabul edilir"
görüşü esas alındığında;
İki veya daha fazla kişi
bir şahsın mürted olduğuna dair şahitlik edip herhangi bir ayrıntı zikretmeseler,
aleyhinde şahitlik edilen kişi ise bunu inkar etse, bu kişi aleyhine şahitlik
ile hüküm verilir, onun inkar etmesinin bir faydası yoktur. Bu durumda bir
kMirin Müslüman hale gelmesi için yapması gereken şey ne ise onu yapması
gerekir; çünkü onun aleyhinde delil sabit olmuştur, bunu yalanlaması veya inkar
etmesi bu delili ortadan kaldırmaz. Bu şuna benzer: Bir kimsenin zina ettiğine
dair şahitler bulunsa, kişi zina ettiğini inkar etse veya şahitleri yalanlasa,
kendisinden had cezası kalkmaz. Bu kişi, kendisi hakkında hüküm verilmeden önce
bir şahsın Müslüman hale gelmesi için yapması gereken şeyi yapsa, İmam
Şafii'nin açık ifadesine göre mürted olduğuna dair şahitlikle hüküm verilemez.
Ancak onun aleyhinde,
mürted olmanın gerektirdiği şu hükümler uygulanır: Şayet evlendiği karılarıyla
zifaf yapmamışsa karıları ondan bain olarak ayrılır. Zifaf yapmış da iddet
bitmişse karıları ondan ayrılır. Müslüman olmanın dikkate alındığı
vazifelerinden azlolmuş olur mu olmaz mı? Bu konuda görüş ayrılığı söz konusu
olmakla birlikte ilk görüş [yani azlolmuş olma görüşü] daha güçlüdür.
Not: Nevevi'nin "mürtedliğe şahitlik
etseler" ifadesi mürtedliğin ilk olarak gerçekleştirilmesi konusundaki
şahitliği içerdiği gibi kişinin mürted olduğunu ikrar ettiğine yönelik şahitlik
edildiği ancak şahsın bunu inkar ettiği durumu da içermektedir.
el-Matlab adlı eserde
şöyle denilmiştir: "Şahitler, kişinin mürtedliği ikrar ettiğine şahitlik
ettikleri halde şahıs bunu inkar etse bu inkarın kendisine yararının
dokunduğunu kabul etmek uygundur. Bu şuna benzer: Bir kimsenin zina ikrarında
bulunduğuna dair şahitler bulunduğu halde kişi bunu inkar etse bu inkar
kendisine yarar. Çünkü kişi mürtedliği ve zinayı ikrar ettikten sonra
ikrarından dönse, bu dönme kabul edilir."
Nevevi'nin "ilk
görüş esas alındığında" ifadesi yalnızca ilk görüşe özgü olmayıp
şahitlikte tafsilatlı bilgi vermeyi şart koştuğumuzda da durum böyledir. Bu
durumda Nevevi'nin ya her iki görüşe göre demesi veya [herhangi bir şey
söylemeyip] mutlak olarak ayrıntıyı zikretmesi gerekirdi.
Sonrakilerden birinin de
belirttiği üzere [irtidat ettiği iddia edilen] kişi aleyhinde şahitler olmasa,
davalı, mürted in tövbe etmesini sahih kabul etmeyen bir hakim nezdinde kendisi
aleyhine yalancı şahitlerin getirilmesinden korkarak can dokunulmazlığı
bulunduğuna hükmedilmesini istese hakim onun Müslümanlığını yen ilemesini talep
edebilir ve bu durumda da can dokunulmazlığının bulunduğuna hükmeder. Her ne
kadar İbn Dakik el-Id "hakim ancak şahsın irtidadı ikrar etmesi veya onun
aleyhinde şahitlerin bulunması halinde buna hükmebilir" demişse de hüküm
yukarıdaki gibidir.
Şafii mezhebine mensup
birisi,
a) Mürtedin tövbesini
kabul etmeyen bir hakim nezdinde bir kimsenin kafir olduğuna [irtidat
ettiğine],
b) Üstü kapalı bir biçimde
zina isnadında bulunma durumunda had cezası uygulayan bir hakim nezdinde bir
şahsın diğer bir şahsa yönelik olarak üstü kapalı zina isnadında bulunduğuna,
c) İmam Şafii'nin
gerekli kıldığından daha fazla bir ceza vererek tazir uygulayan bir hakim nezdinde
bir kimsenin taziri gerektiren bir fiil işlediğine şahitlik edebilir mi?
Zerkeşi'nin belirttiğine
göre şahitlik edememesi görüşü daha güçlüdür.
Şahit, bir şahsın
kasıtsız olarak dil sürçmesi sonucunda küfür kelimesi söylediğini biliyorsa o
kişi aleyhinde şahitlik etmesi kesinlikle helalolmaz. Rafii aynı şeyi nikah
hakkında nakletmiştir.
25. Bir kimse,
kendisinin mürted olduğuna dair şahitlik eden kimseyi tasdik etmekle birlikte
"ben ikrah [baskı ve tehdit] altında idim" dese [bakılır]:
> Kafirler elinde
esir olmak gibi bir karine de böyle bir şeyin doğru olduğu izlenimini
uyandırsa, bu karine doğrultusunda hareket edilerek yeminle birlikte onun sözü
kabul edilir. Burada kişi, küfür sözünü kendi isteğiyle söylemiş olması
ihtimaline binaen yemin etmektedir. ZerkeşI'nin de belirttiği üzere zahir olan,
bu yeminin [zorunlu değil] müstehap olmasıdır.
> Şayet şahsın ikrah
altında olmasını gerektiren bir karine olmasa, örneğin küfür ülkesinde olmakla
birlikte serbest bir halde bulunsa onun sözü kabul edilmez. Karine bulunmadığı
için zifafa girmediği karısının boş oldUğuna hükmedilir, kelime-i şehadet
getirmesi istenir.
26. Şahitler, bir kimse
ayeyhinde "irtidat etti" demeyip "küfür kelimesini telaffuz
etti" veya "küfür fiilini yaptı" deseler, aleyhinde şahitlik
edilen kişi bunu kabul ettikten sonra kendisinin ikrah altında bunu yaptığını
iddia etse, karine olsun ya da olmasın yeminle birlikte onun sözü mutlak olarak
kabul edilir; çünkü önceki meselenin aksine burada şahitleri yalanlama söz
konusu değildir. Zira ikrah, mürtedliğe aykırı olduğu halde mürtedlik anlamına
gelen sözü telaffuz etmeye veya kişiyi kafir kılacak fiil işlemeye engel
değildir. Bu kişinin, insanı Müslüman yapan kelimeyi [kelime-i şehadeti]
yenilemesi menduptur.
27. Bu kişi yemin
etmeden önce öldürillürse hükmün ne olacağı konusunda İmam Şafii'ye ait iki
görüş bulunmaktadır:
> İrtidat sabit
olmadığından onun can bedelinin tazmin edilmesi gerekir.
> İrtidat sözü sadır
olduğu için tazmin edilmesi gerekmez. Aslolan, kişinin sözü kendi isteğiyle
söylemiş olmasıdır.
Hocamız Zekeriya
el-Ensarl'nin belirttiği üzere ikinci görüş daha güçlüdür.
Not: Rafii bu meselenin somutlaştınlmasını şu
açıdan problemli görmüştür: Şayet şahitliğin ayrıntılı yapılması dikkate alınırsa,
mürted sayılmanın şartlarından biri kişinin küfür kelimesini kendi isteğiyle
söylemiş olmasıdır. Davalının ikrah altında bunu söylediğini iddia etmesi ilk
olarak şahidi yalanlamaktır. Mutlak şahitlikle yetinmek ancak iki kişinin
mürtedliğe şahitlik etmesi halinde söz konusudur; çünkü bu şartların
gerçekleştiği hususunu içermektedir. Şahit "bu kişi şöyle şöyle
söyledi" derse buna dayanarak hükmetmek ve "aslolan kişinin kendi
iradesiyle bunları söylemiş olmasıdır" görüşüne ikna olmak uzak bir
ihtimalolarak görünmektedir.
Buna şöyle cevap
verilmiştir:
ilk görüş tercih
edildiğinde "mürted sayılmanın şartlarından biri kişinin kendi isteğiyle
söylemiş olmasıdır" görüşü kabul edilemez.
İkinci görüş tercih
edildiğinde "aslolan kişinin kendi iradesiyle bunları söylemiş
olmasıdır" görüşüne ikna olmak uzak bir ihtimal olarak görülmez; çünkü söz
konusu asıl, aleyhinde şahitlik yapılan kişinin bunu def etmeye imkanı olduğu
halde sessiz kalmasıyla desteklenmiştir.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: "Ravdatü't-talibin ve eşŞerhu'l-kebır'de boşama konusunda
ikrahtan söz edilen bölümünde belirtildiğine göre kişi talak sözünü telaffuz
ettikten sonra "ben buna zorlandım" dediği halde karısı bunu inkar
etse koca hapse atılmış olmadığı veya ortada başka bir karine bulunmadığı
sürece kadının sözü kabul edilmez.
Bulkınl'nin belirttiği
gibi burada da hüküm böyle olmalıdır."
Buna şöyle cevap
verilir: Boşama konusunun aksine burada hak Allah'a ait olduğundan müsamaha
gösterilmiştir. Boşamada ise insan hakkı söz konusu olduğundan o konuda iş sıkı
tutulmuştur.
28. Müslüman olarak
bilinen bir kimse geride iki Müslüman oğul bırakarak öldüğünde oğullardan biri
"babamız irtidat edip kafir olarak öldü" dediği halde diğeri bunu
inkar etse bakılır:
> [Bu sözü söyleyen
oğul] mesela "küfrü gerektiren bir şey söyledi" veya "puta secde
etti" vb. demek suretiyle babanın kafirliğinin sebebini açıklarsa kendisi
ona mirasçı olamaz.
Ona düşen pay devlet
hazinesine fey olarak kalır; çünkü mürtede mirasçı olunmaz.
> Şayet babanın küfrünün
sebebini açıklamazsa [ne olur? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçlü görüşe göre
bu durumda da bu oğulun payı fey olarak devlet hazinesine kalır; çünkü o,
babasının kafir olduğunu ikrar ettiğinden kendisine bu ikrar doğrultusunda
muamele yapılır, babasına mirasçı olmaz. NevevI bu görüşü tercih ederken
el-Muharrer'e tabi olmuştur.
İkinci görüş
eş-Şerhu's-sağir ve
Ravdatü 't-tO li bın ' de daha güçlü kabul edilen görüşe göre çocuktan açıklama
yapması istenir. Şayet [babası hakkında] küfrü gerektiren bir sebep belirtirse
bu yeterli olur. Şayet "[babam] şarap içerdi" vb. küfrü gerektirmeyen
bir sebep zikrederse onun payı kendisine verilir. Herhangi bir açıklama yapmazsa
İmam Şafii'nin açık ifadesine göre beklenir. Cüveyni bu görüşü Iraklılardan
nakletmiş. ve onaylamıştır.
Bazı ayrıntılar
[Kafirler elinde] esir
olan bir kimse veya başkası kendi isteğiyle mürted olduktan sonra darulharpte
namaz kılsa, tekrar İslam'a döndüğüne hükmedilir, İslam ülkesinde namaz kılarsa
buna hükmedilmez; çünkü darulharpte namaz kılmasından farklı olarak bizim
ülkemizde namaz kılması takıyye sebebiyle olabilir. Oysa darulharpte namaz
kılması ancak doğru inançtan kaynaklanır.
Aslen kafir olan bir
kimse -isterse kendi ülkesinde olsun- namaz kılsa, mürtedin aksine onun
Müslüman olduğuna hükmedilmez; çünkü mürtedin İslam ile bir tür bağlantısı
devam ettiğinden yeniden İslam'a dönmesi daha kolayolduğu için bu konuda
müsamaha gösterilmiştir. Ancak asıl kafir olan kişinin namazda iken teşehhüd
okuduğu işitilirse o zaman Müslüman olduğuna hükmedilir.
Şöyle bir itira.z söz
konusu olabilir: "Bu taktirde onun Müslüman olması, söylediği sözden
[kelime-i şehadetten] dolayı olmaktadır. Oysa burada ele alınan konu, namaz
kılmanın karine yoluyla Müslümanlığa delalet etmesi meselesidir."
Buna şöyle cevap
verilir: Bunun faydası, "namazda iken kelime-i şehadeti getirmenin bir
etkisi yoktur, çünkü bu, başkasının sözünü rivayet etme ihtimaline
açıktır" şeklindeki vehmi ortadan kaldırmaktır.
Esir veya bir başkası
darulharpte inkara zorlansa -daha önce geçtiği üzere- onun kafir olduğuna
hükmedilmez. Orada ölmüş olsa Müslüman mirasçısı ona vans olur. Bizim ülkemize
geldiğinde kendisine İslam'ın arzedilmesi müstehap olur; çünkü -tıpkı İslam
ülkesinde küfre zorlanması meselesinde olduğu gibi- orada küfür kelimesini
kendi iradesiyle söylemiş olma ihtimali bulunmaktadır. Kendisine İslam
arzedildiği halde bundan kaçınırsa ilk küfür sözünü söylediği andan itibaren
kafir olduğuna hükmedilir. Çünkü şu anda İslam'dan kaçınması onun o dönemden
itibaren kafir olduğunu göstermektedir.
Kendisine İslam'ın
arzedilip de kelime-i şehadet getirmeden önce ölürse, bizim ülkemize gelmeden
önce ölmesi durumunda olduğu gibi Müslüman olduğuna hükmedilir.
V. İrtidadın Hükümleri
Nevevi daha sonra
mürtedlik meydana geldikten sonra geçerli olan hükümleri açıklayarak şöyle
demiştir:
1. İrtidat eden erkek ve
kadından tövbe etmesini istemek farzdır. İmam Şafii'nin bir görüşüne göre tıpkı
kafirde olduğu gibi bu da müstehaptır.
2. Mürtedden tövbe
derhal istenir. İmam Şafii'nin bir görüşüne göre üç gün süre tanınır. Şayet
ısrar ederse mürted erkek ve kadın öldürülür. Müslüman olursa bu sahih olur ve
serbest bırakılır. [Zayıf] bir görüşe göre zındıklık ve batınilik gibi gizli
kafirlik yönünde irtidat etmişse onun Müslüman olduğunu söylemesi kabul
edilmez.
3. Mürtedin çocuğu[nun
ana rahminde oluşması] ister irtidat öncesinde ister sonrasında olmuş olsun ana-babasından
birisi Müslüman ise Müslüman kabul edilir. Her ikisi de mürted ise çocuk
Müslüman olur. [Zayıf] bir görüşe göre mürted kabul edilir. Bir başka görüşe
göre ise aslı kafir gibi kabul edilir.
Ben [Nevevi] derim ki:
Daha güçlü görüşe göre mürted olarak kabul edilir. Iraklılar onun kafir olarak
kabul edileceği konusunda ittifak bulunduğunu nakletmişlerdir. Doğrusunu en iyi
Allah bilir.
4. Onun malı üzerindeki
mülkiyetinin irtidat sebebiyle ortadan kalkması konusunda [İmam
Şafii'ye ait] farklı
görüşler vardır. Bunların en güçlüsüne göre şayet mürted olarak ölürse
mülkiyetin mürtedlikle kalktığı anlaşılır. Müslüman olursa mülkiyetinin ortadan
kalkmadığı anlaşılır.
5. Yukarıdaki görüşlere
göre irtidat öncesinde gerekli olan borçlar onun malından ödenir, bu maldan
kendisine nafaka verilir.
6. Daha dOğru görüşe
göre itlaf ettiği şeyleri bu maldan tazmin etmesi gerekir. Yine nikahları
mevkuf olan eşlerinin ve akrabasının nafakasını da ödemekle yükümlüdür.
7. Mülkiyetini mevkuf
kabul ettiğimizde onun azat, müdebber kılma ve vasiyet gibi mevkuf olmaya
müsait olan tasarrufları mevkuf olur, Müslüman olursa yürürlük kazanır, aksi
taktirde yürürlük kazanmaz.
8. Onun satım, hibe,
rehin ve kitabet akitleri batıldır. İmam Şafii'nin eski görüşüne göre mevkuftur.
9. Yukarıdaki görüşlere
göre mürted in malı güvenilir bir kimseye bırakılır. Cariyesi de güvenilir bir
kadın yanında bırakılır. Onun anlaşma yaptığı köle, [kitabet akdi sebebiyle
ödenmesi gereken] taksitleri hakime öder.
29. [Mürtedden tövbe etmesini
istemenin hükmü nedir? Bu konuda İmam ŞafiI'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Mürted olan erkek ve
kadını öldürmeden önce onlardan tövbe etmesini istemek gerekir.
Çünkü onlar [mürted
olmadan önce] Müslümanlıkları sebebiyle can dokunulmazlığına sahip idiler.
Belki de kendilerine arız olan bir şüphe sebebiyle irtidat etmiş olabilirler.
Bu durumda bu şüpheyi gidermeye çalışılır. Çünkü çoğunlukla irtidat, arız olan
bir şüpheden kaynaklanır.
Mürtedin tövbe etmesini
istemenin gerekli olduğu Hz. Ömer' den yapılan nakille sabit olmuştur.
(Musannef-i İbn Ebı Şeybe, Hudud, 6, 584)
Yine Darekutnl'nin
Cabir'den rivayetine göre Ümmü Ruman adında bir kadın irtidat etti. Hz.
Peygamber (s.a.v.) ona yeniden Müslümanlığa dönmesinin teklif edilmesini, kabul
etmediği taktirde öldürülmesini emretti. (Darekutni, Hudud ve'd-diyat, 3,
118-119)
Bu durum, Ebu Hanlfe'nin
delilolarak getirdiği Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kadınların öldürülmesini yasaklaması
durumuyla çelişmez; çünkü o hadis, darulharpteki harbı kadınlara, bu hadis ise
mürted kadınlara yorulur. Bu sebeple Nevevi, görüş ayrılığına işaret etmek
üzere mürted kadını açık olarak ifade etmiştir. Ancak böyle yapmak yerine
el-Muharrer'deki gibi "mürted tövbe etmezse erkek olsun kadın olsun
öldürülür" demiş olsa daha iyi olurdu; çünkü Ebu Hanife ile aramızda olan
görüş ayrılığı ondan tövbe istenmesi konusunda değil onun öldürülmesi
hakkındadır. Ebu Hanife'ye göre mürted kadın hapsedilir. Ölünceye veya yeniden
İslam'a dönünceye kadar kendisi dövülür.
İkinci görüş
İmam Şafii'nin bir
görüşüne göre aslen kafir olan kişinin durumunda olduğu gibi mürtedden de tövbe
etmesinin istenmesi müstehaptır.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Uranılerden tövbe etmelerini
istememesi de bu görüşü desteklemektedir.
Buna şöyle cevap
verilir: Onlar aynı zamanda eşkıyalık yapmışlardı. Mürted olan kişi eşkıyalık
yaparsa kendisinden tövbe etmesi istenmez.
30. [Mürtedin tövbe etmesi
için ne kadar süre tanınır. Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Yukarıdaki iki görüşten
hangisi esas alınırsa alınsın daha güçlü görüşe göre mürtedden derhal tövbe
etmesi istenir. Tövbe ederse ne ala. Tövbe etmezse öldürülür. Çünkü irtidad
suçunun doğurduğu öldürme cezası haddir, diğer had cezaları gibi bu da
ertelenmez. Daha önce geçtiği üzere sarhoşa had cezası uygulanırken onun
ayılması anına kadar cezanın geciktirilmesi sünnettir.
Mürted, şüphesinin
giderilmesini talep ederse önce Müslüman olup sonra kendisiyle münazara
yapılır, münazara daha önce yapılmaz; çünkü şüphelerin sonu yoktur. Rafil'nin
güvenilir nüshalarında yer aldığı üzere Gazali'nin sahih kabul ettiği görüş
budur. Doğru olan da budur. Ravdatü't-talibin nüshalarının çOğunlUğunda
Rafil'nin sağlam olmayan nüshalarına tabi olarak Gazali'ye göre daha güçlü olan
görüşün, Müslüman olmadan münazara etmek olduğu belirtilmiştir. İmam Şafii'nin
açık ifadesine göre bu yapılmaz.
Mürted, münazara
öncesinde aç olduğunu belirtirse doyurulur, sonra münazara yapılır.
İkinci görüş
Her iki görüşe göre de
mürted e üç günlük süre tanınır. Bunun delili Hz. Ömer'den bu konuda yapılan
nakildir. İmam Malik de bunu esas almıştır.
Zührı "mürted üç
kere İslam'a davet edilir. Müslüman olmaktan kaçınırsa öldürülür"
demiştir. (Darekutni, el-Hudud ve'd-diyat, 3, 118)
Hz. Ali'den
nakledildiğine göre mürtede tövbe etmesi için iki aylık süre tanınır.
(Musannef-i İbn Ebi Şeybe, Hudud, 6, 584)
İbrahim en-Naha! ve
Süfyan-ı Sevr! "süresiz olarak tövbe etmesi istenir" demişlerdir.
(Musannef-i İbn Ebi Şeybe, Hudud, 6, 586)
31. Tövbe etmesi için
süre tanınacağı görüşü kabul edildiğ.inde mürted serbest bırakılmaz, bu süre
esnasında hapsedilir.
32. Mürted olan erkek ve
kadın irtidatlan tövbe etmeyip ısrar ederlerse öldürülmeleri gerekir. Çünkü Hz.
Peygamber (s.a.v.) "dinini değiştireni öldürün!" buyurmuştur.
(Buhari, İstitabe, 6922)
33. Mürted hür ise onu
devlet başkanı veya onun görevlendirdiği bir kimse öldürür; çünkü bu, -tıpkı
zina eden kimsenin recmedilmesinde olduğu gibi- Allah hakkı olarak yerine
getirilmesi gereken bir öldürme cezası olduğundan bunu yapmak devlet başkanına
ve onun izin verdiği kimseye ait olur.
Bu hüküm, şayet mürted
bize karşı savaşmıyorsa geçerlidir. Savaşıyorsa güç yetirebilen herkesin onu
öldürmesi caiz olur.
Daha doğru görüşe göre
efendi, mürted olan kölesini öldürebilir.
34. Mürted, yakma vb.
yöntemlerle değil boynu vurularak öldürülür; çünkü öldürürken bile iyilik üzere
öldürmek emredilmiştir.
35. Mürtedi öldüren
kişi;
> Boynunu vurarak
öldürme hükmüne muhalefet ederek onu başka bir yolla öldürürse,
> veya mürtedi devlet
başkanı ya da onun görevlendirdiği kişiden başkası izinsiz olarak öldürse
İlk durumda bunu yapan
kişi emrin dışına çıktığı için tazirle cezalandınhr.
İkinci durumda ise
başına buyruk hareket ettiği için cezalandınhr. Bununla birlikte kısas veya
diyetle yükümlü olmaz.
36. Mürted bir kimseyi
başka bir mürted öldürse "cinayetler" bölümünde geçtiği üzere katil bu
fiili sebebiyle Öldürülür.
37. MaverdI şöyle
demiştir:
Mürted, irtidat etmekle
Müslümanlardan ayrıldığı için ölünce Müslümanların kabristanma defnedilmez.
Önceden Müslüman olması sebebiyle bir saygmlığı bulunduğundan kafirlerin
kabristanına da defnedilmez.
Bana göre, mürted kafir
olarak öldüğü için artık İslam'dan kaynaklanan bir saygınlığı kalmamıştır,
dolayısıyla onun kafirlerin kabristanına defnedilmesinin önünde bir engel
yoktur. Daha önce geçtiği üzere irtidat, küfrün en çirkin alanıdır.
38. Erkek ve kadın
mürtedden her biri putperestler ve deistler [peygamberleri inkar edenler] gibi
geçerli hiçbir yorumu olmayan kimselerin dinine girse veya Allah'ın birliğini
kabul etmekle birlikte Hz. Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliğini kabul etmeyen bir
dine girse sonra Müslüman olsalar, her iki şehadeti söylemeleri halinde
Müslümanlıklan geçerli olur.
İbnü'n-Nakıo
Muhtasaru'l-Kifaye adlı eserinde şöyle demiştir:
Bu iki şehadet; Eşhedü
en la ilahe illallah (Ben şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur) ve
eşhedü enne Muhammeden abduhli ve rasOlüh (ve yine şahitlik ederim ki Muhammed
onun kulu ve elçisidir) şeklindeki şehadettir. Bu, sonrakilerden birinin
fetvasında, her iki şehadette "eşhedü" lafzının söylenmesinin şart
olduğu, aksi taktirde Müslümanlığın geçerli olmayacağı şeklindeki fetvayı
desteklemektedir.
Zenkelüni Şerhu't-Tenbih
adlı eserinde şöyle demiştir: "Bu iki şahitlik, La ilahe illallah
Muhammedün Resulullah, ifadesidir." Bunun zahirinden iki şehadette
"eşhedü" ifadesinin söylenmesin in şart olmadığını göstermektedir.
Bu, eşhedü ifadesini söylemenin şart olmadığı yönünde fetva verenin görüşünü
desteklemektedir.
Bu mesele halen
zamanımızdaki fetva verenlerin ihtilaf ettiği bir meseledir. Bana göre İbnü'
n-Nakıo' in söylediği husus işin kemaline, Zenkelünl'nin söylediği husus ise
Müslümanlığın kendisiyle gerçekleşeceği en alt seviyeye işaret etmektedir.
Resuluilah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
> İnsanlar "LCi
ilahe illallah, Muhammedün Resulullah" deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum.
(Buhari, İman, 25; Müslim, İman, 128)
Şehadetlerin peşpeşe
olması şarttır. Buna göre kişi önce Allah'a, sonra resulüne inanmalıdır. Şayet
bunun aksi olursa el-Mecmu'da abdestte tertip konusunda belirtildiğine göre
Müslümanlık geçerli olmaz. Halimi "araya zaman girmemiş olması şart
değildir" demiştir. Buna göre peygambere inanmak, Allah'a inanmaktan uzun
bir süre sonra geçerli olur. Halimi şöyle demiştir: "Bu mesele, alım-satım
ve nikah akdinde kabulün icaptan gecikmesinden farklıdır. Çünkü hak dine
çağrılan kişinin hakkı belirli bir zamanla sınırlı olmayıp devam etmektedir.
Sanki ömrün tümü meclis hükmündedir."
39. [İrtidat eden
kimsenin, yeniden Müslümanlığa dönmüş sayılabilmesi için ne yapması gerekir? Bu
konuda mezhep içinde üç görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Mürted erkek ve kadından
her biri zındık olsa bile veya bu durum daha önce birkaç kere tekrarlanmış olsa
bile kelime-i şehadeti söylediğinde serbest bırakılır. Eski durumdan beri
olması için bir sürenin geçmesi şart değildir. Çünkü Yüce Allah şöyle
buyurmuştur:
"Kafirlere, eğer
yaptıklarından vazgeçerlerse daha önce yaptıklarının bağışlanacağını
söyle." [Enfal, 38] Ancak bu durumu birkaç defa tekrarlayan kişiye, dini
hafife aldığı için tazir cezası uygulanır. Bu tazir, ikinci defa ve sonrasında
uygulanır, ilk defasında uygulanmaz. İbn Yunus bu konuda icma bulunduğunu
nakletmiştir. Ebu Hanife'ye göre ise üçüncü defa tekrarlanırsa tazir uygulanır.
Ebu İshak el-Mervezi'
den nakledildiğine göre bu durum dördüncü defa tekrarlandığında mürted
öldürülür. Cüveyni "Bu hüküm onun [Mervezi'nin] hatalı görüşlerinden kabul
edilmiştir" demiştir. Bu görüşün Ebu İshak'tan rivayeti sahih değildir.
Bu, Kadı Hüseyin ve başkalarının da belirttiği üzere İshak bin Raheveyh'ten
nakledilmiştir.
Not: Nevevi'nin, sonraki sözün önceki kısımla
uyumlu olması için -esleme- ve -tereke- fiillerini müsenna [ikil] şekilde
getirmesi gerekirdi. Ancak bu durum, benim açıklamada eklediğim "her
biri" ifadesiyle gerçekleşmiş olmaktadır.
İkinci görüş
[Zayıf] bir görüşe göre
kişi, zındıklık gibi gizli bir inkarcılığı benimseyerek irtidat etmişse onun
[kelime-i şehadeti söyleyerek] tekrar Müslüman olması geçerli kabul edilmez.
Rafii ve NevevI'nin bu bölümde,
feraiz konusunda ve imamların sıfatları bölümünde belirttiğine göre zındıklar
Müslümanmış gibi göründükleri halde inkarcılıklarını saklayan kimselerdir.
Rafii ve NevevI "lian" bölümünde "herhangi bir dini benimsemeyen
kimselerdir" demişlerdir. İsnevI de el-Mühimmat adlı eserinde bunu doğru
bulmuştur. Ezrai şöyle demiştir: "Doğruya daha yakın olan budur. İlk
grupta yer alan kişi münafıktır. Alimler münafık ile zındığı birbirinden
ayırmışlardır."
Üçüncü görüş
[Zayıf] bir başka görüşe
göre batını bir inkarcılığa dönerek irtidat etmişse onun Müslüman olması kabul
edilmez. Batınıler, Kur'an'ın gizli bir anlamı olduğunu ve Kur'an'ın asıl
amacının ilk anda anlaşılan [zahir] anlam değil bu gizli anlam olduğunu ileri
sürenlerdir. Bir görüşe göre ise bMınller zındıkların bir türü olup Allah'ın
önce bir şey yarattığını, sonra ondan alemi çekip çevirecek başka bir şey
yarattığını ileri sürerler. İlkine akıl, ikincisine nefis adını verirler.
40. Kişi,
> İslam'dan çıkarak
Hz. Muhammed'in (s.a.v.) yalnızca Araplara peygamber olarak gönderildiğine
inanan bir dine
> Veya onun
peygamberliğini hak olarak kabul ettiği halde onun henüz ortaya çıkmadığına
inanan bir dine girmişse
> Yahut bir farz veya
haramı inkar ediyorsa,
Bu kişinin Müslümanlığı
ancak Hz. Muhammed'in (s.a.v.) bütün insanlığa peygamber olarak gönderildiğine
inanması, ikinci durumda olan kişinin bu inancından dönmesi ile olur.
41. Allah'ın ihtiyarını
[iradesini] reddeden felsefecinin "Allah eşyaların illeti ve
başlangıcıdır" şeklindeki şahitliği yeterli olmayıp kainatın yoktan
yaratıldığına şahitlik etmesi gerekir.
42. Yaşam ve ölümü
doğaya bağlayan tabiatçının [natüralist] "yaşatan ve öldürenderi başka
ilah yoktur" şeklindeki şahitliği yeterli olmayıp onun hiçbir yoruma açık
olmayacak şekilde "La ilahe illallah" veya Allah'ın benzeri
isimlerinden birini zikrederek şahitlik etmesi gerekir.
43. Allah'ın birliğini
kabul ettiği halde peygamberleri inkar eden Brahman [yani deist], "La
ilahe illallah" ifadesi yanında "Muhammedün Raslilullah" ifadesini
de söylerse diğer peygamberleri zikretmese bile mümindir. Ancak "İsa ve
Musa Allah'ın elçisidir",
"Muhammed'den
önceki bütün peygamberler Allah'ın elçisidir" demesi yeterli değildir;
çünkü Hz. Muhammed'in peygamberliğini ikrar etmek, onun öncesindekilerin
peygamberliğini ikrar etmek anlamına gelir; çünkü Hz. Muhammed onların
peygamber olduğuna şahitlik edip onları tasdik etmiştir.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Hz. Muhammed (s.a.v.) onlar için şahitlik yapıp onları tasdik
ettiği gibi onlar da Hz. Muhammed için şahitlik yapıp onu müjdelemişlerdir.
Buna şöyle cevap
verilir: Hz. Muhammed'in şeriatı önceki şeriatları yürürlükten kaldırmış,
kendisi ise baki kalmıştır. Diğer şeriatlar böyle değildir.
44. Allah'ın sıfatlarını
kabul etmeyen kişi "Muhammed Allah'ın resulüdür" dediğinde bir görüşe
göre mümin olur; çünkü peygamber göndereni ve peygamberin varlığını kabul
etmiştir. Ancak daha doğru görüşe göre diğer insanlarda olduğu gibi onun da iki
şehadeti getirmesi gerekir.
45. Bir Yahudi Hz. İsa'nın
peygamberliğini ikrar ettiğinde Müslüman olmaya zorlanmaz. Bu tıpkı beş vakit
namaz gibi İslam'ın bazı hükümlerini ikrar etmesine benzer.
46. Resulullah
(s.a.v.)'ı yalanlayan kişinin tövbesi kabul edilir.
Daha doğru görüşe göre
ona zina isnadında bulunan kişinin tövbesi de kabul edilir.
Ebu Bekir el-Farisı
"bu kişi had cezası olarak öldürülür, bu suç tövbe etmekle ortadan
kalkmaz" demiştir.
Saydalanı" ona
seksen sapa vurulur; çünkü Müslüman olmasıyla mürtedlik ortadan kalkmış, geriye
sapa atılma cezası kalmıştır" demiştir.
Not 1 İbnü's-Sabbağ
ve başkalarının belirttiği üzere Müslüman olmak [Arapça dışında] diğer dillerle
caiz olur. Dilsizin işaretiyle de olur. Şayet Arap olmayan kimseye Arapça
kelime-i şehadeti telkin yoluyla söyletilir de o kişi anlamını bilmeden bunu
söylerse yeterli olmaz.
Kafir, Müslüman olduktan
sonra ölümden sonra dirilmeyi kabul edip etmediğiyle sınanır.
Kişi iki şehadeti
getirirken "Muhammedün Resulullah" demek yerine "Ahmed"
veya "Ebu'I-Kasım Resulullah" dese yeterli olur.
"Resulullah"
yerine "nebi" dese bu yeterli olur, ama sadece "resul"
demesi yetmez. Zira bu, Resulullah gibi değildir.
Kişi "nebi olan
Muhammed'e iman ettim" dese "Resulolan Muhammed'e inandım"
ifadesinin aksine bu yeterli olur. Çünkü nebi ancak Allah'ın nebisi olabilir.
Resul [elçi] ise başkasının elçisi olabilir.
Söylenenlerden
evleviyetle anlaşılacağı üzere, yalnızca "Muhammed'e inandım" demek
yeterli olmaz.
Not 2 [Arap dilinde] istisna yaparken
"ğayru", "siva" ve "ma ada" vb. edatlar istisnada
yeterli olma bakımından tıpkı "illa" gibidir.
Bir kafir "ben
sizdenim, sizin gibiyim, ben Müslümanım, Muhammed'in velisiyim, Muhammed'i
seviyorum, İslam oldum, iman ettim" dese Müslüman olduğunu itiraf etmiş
olmaz; çünkü "ben sizdenim" veya "ben sizin gibiyim" derken
"ben insanlık bakımından sizin gibiyim" veya bu şekilde
yorumlanabilecek bir anlamı kastetmiş olabilir.
Kişi "ben sizin
gibi iman ettim / Müslüman oldum / ben sizin gibi müminim / Müslümanım / ben
Muhammed ümmetindenim / sizin dininiz haktır / ben İslam'a aykın herkesten
berıyim" derse veya bir şeyin farziyetini inkar ederek kafir olan kişi o
şeyin farz olduğunu ikrar etse [hüküm ne olur? Bu konuda iki rivayet
bulunmaktadır:]
Birinci rivayet:
Alimlerin çoğunluğunun
kabul ettiği ve tercihe şayan olan görüşe göre bu, İslam'ı itiraf etmek
anlamına gelmez.
İkinci rivayet:
Cüveyni'nin muhakkik
alirrilere nispet ettiği görüşe göre bu, İslam'ıitiraf etmekanlamına gelir.
Kişi "ben İslam',a
ffiı"ıhalif her dinden beriyim" dese her iki görüşe göre de bu
yeterlidlrmız; çünkü o, böyle demekle İslam'a muhalif dan "Allah'ın
sıfallarını devre dışı bırakma" görüşünü devre dışı bırakmış olmaz, oysa
bu görüş [din içinde bir mezhep olup] bir ilin değildir.
Kişi ''Allah'tan başka
Rahman / Bari yoktur.'' veya ''Müslümanların iman ettiğinden başka ilah
yoktur'' dese Halimi'nin görüşünün aksine sonrakilerden birinin belirttiği
üzere bu yeterli olmaz.
Kişi '''kendisinden
başka üah olmayana iman ettim" dese Allah'a iman etmiş olmaz; çünkü
bununla putu kastetmiş olabilir. Yine "melikten / rezzaktan başka ilah
yoktur" dese Allah'a iman etmiş olmaz; çünkü bununla ordunun işlerini
çekip çeviren, rızıklarını tertip eden devlet başkanını kastetmiş olabilir.
Herhangi bir dine bağlı
olmayan kişi "Allah'a iman ettim" dese bununla Allah'a iman etmiş
olur, bundan sonra diğer şehadeti getirir. Şayet müşrik ise bu ifadeye
"daha önce ortak koştuğum şeyleri inkar ettim" demedikçe mümin olmaz.
Allah'tan başkasının
ezel! olduğuna inanan bir kimsenin tıpkı bu görüşte olmayan şahısta olduğu gibi
Allah'a iman etmiş olması için "Allah'tan başka ezell varlık yoktur"
demesi yeterlidir. Bu görüşte olmayan kişinin "Allah Rabbim'dir"
demesi yeterlidir.
47. Mürtedin çocuğu [ana
karnında] irtidat öncesinde oluşmuşsa veya irtidat döneminde iken oluşmuş
olmakla birlikte ana-babasından birisi Müslümansa, Müslüman olanın
Müslümanlığını diğerine baskın kabul etmemiz sebebiyle bu çocuk, ana-babasından
Müslüman alana tabi alarak Müslüman kabul edilir.
48. çacuğun ana-babası
mürted ise [o. zaman çacuğun dinı durumu ne alur? Bu kanuda İmam Şafii'ye ait
üç görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Ana-baba mürted alsa
bile her ikisinde Müslümanlık bağı devam ettiğinden ve çacuktan da küfür sadır
almadığından o. çacuk Müslüman kabul edilir. Bu, el-Muharrer'de bir grup alime
tabi,alarak kabul edilmiştir. Bu görüş esas alındığında bu çacuk
köleleştirilemez.
İkinci görüş
İmam Şafii'nin bir
görüşüne gore bu durumda çocuk ama-babasına tabi olarak mürted kabul edIlir. Bu
görüş kabul edildiğinde de mezhep içindeki iki göüşten daha doğru olanına göre
nasıl ki mürted ana-baba köleleştirilemezse çocuk da kôleleştirilmez. Bu çocuk
buluğ çağına gelip de kendisinden tövbe etmesi istenmedikçe öldürülemez. Mürted
kalmakta ısrar ederse öldürülür.
Üçüncü görüş
İmam ŞafiI'ye ait bir
görüşe göre çacuk, kafir alan ana-babadan dağduğu için aslen kafir kimse gibi
kabul edilir. Bu çocuk mürtedliğe ilişkin bir şey yapmadığından kendisine
mürted e uygulanan ağır hükümler uygulanmaz.
[Nevevi' şöyle
demiştir:]
Ben [Nevevi'] derim ki:
"İmam Şafii'nin daha güçlü görüşüne göre bu çocuğun ana-babasının üst soy
hısımları içinde Müslüman bir kimse yoksa çocuk mürted kabul ediir. Iraklı
alimlerimizden Kadı Hüseyin, İbn Sabbağ, Bendenid ve başkaları onun kafir
olarak kabul edileceği konusunda ittifak bulunduğunu nakletmişlerdir. Allah en
doğrusunu bilir."
Çocuğun ana-babasının
üst soy hısımları içinde Müslüman bir kimse varsa -buluntu çocuk konusunda
geçtiği üzere- bu çocuk o Müslümana tabi olarak Müslüman kabul edilir.
Not: NevevI, Ravdatü't-talibin'de belirttiği üzere
Iraklı alimlerin konuyla ilgili ittifakı naklettiğini iddia ederken
Ebu't-Tayyib'in "bu konuda görüş aynlığı yoktur" şeklindeki ifadesine
dayanmıştır. NevevI'nin bu ifadesine şu şekilde itiraz edilmiştir: Maverdi'nin
hocası olan Saymen, Iraklıların büyük alimlerinden olmakla birlikte o, çocuğun
Müslüman olduğunu kesin bir biçimde nakletmiştir. Aynca İbnü'l-Münzir de İmam
Şaflı'den bunun dışında bir görüş nakletmemiştir. SuIkını şöyle demiştir:
"Şafii'nin açık ifadeleri de bunu gerektirmektedir." Sulkım bu konuda
uzun açıklamalar yapmış, benzeri açıklamalan
Zerkeşi de zikretmiştir.
Nevevi'nin
"mürted" ve "aslen kafir" ifadelerinde bir tür mecaz
bulunmakta olup burada "kafir hükmünde" demek daha uygundur.
Alimlerimiz bu bölümde
şu meseleden söz etmemişlerdir: Çocuğun ana rahmine yerleşmeSinin irtidattan
önce mi sonra mı olduğu konusu net bilinemese ne olur? Demın'nin de belirttiği
üzere zahir olan, bu durumda yukarıdaki görüşlerin geçerli olmasıdır. Çünkü
sonradan meydana gelen her bir durumda bu olayın en yakın zamanda meydana
geldiğini takdir etmek asıldır. Ana karnındaki çocuk lehine vasiyette bulunma konusunda
alimlerin görüşleri de bunu göstermektedir.
Müslümanlardan bid'at
ehli olan grubu şayet kafir olarak kabul edersek onların çocukları ne olur?
Demin'nin belirttiğine göre onlar buluğa erdikten sonra küfür inancına bağlı
olmadıkları sürece Müslüman olarak kabul edilir; çünkü İslam dini üzere
dOğmuşlardır.
Babanın inancı çocuğuna
sirayet etmez. Daha önce buluntu çocuk konusunda müşriklerin çocuklarının hükmü
geçmişti.
49. Mürtedin, irtidat
öncesinde veya irtidat esnasında avlanma vb. yolla meydana gelen malvarlığı
üzerirıdeki mülkiyetinin irtidat ile ortadan kalkıp kalkmadığı konusunda [İmam
ŞafiI'ye ait] farklı görüşler vardır.
Birinci görüş
En güçlü görüşe göre,
eşinin cinselliğinden istifade konusunda oldUğu gibi burada da beklenir [tevakkuf
edilir]. Bu kişi ister darulharbe katılsın ister katılmasın fark etmez. Bu
görüşe göre şahıs, mürted olarak ölürse onun mülkiyetinin irtidat ile birlikte
kalkmış olduğu anlaşılmış olur. Dolayısıyla sahip olduğu şeylerin tümü feydir.
Onun, odun toplama vb. yollarla elde ettiği mallar ise [mülkiyet altına girmiş
kabul edilmez, insanlar tarafından alınabilecek şekilde] serbest mal olmaya
devam eder. Mürted yeniden Müslüman olursa, malvarlığı üzerindeki mülkiyetinin
kalkmamış olduğu anlaşılmış olur. Çünkü mürtedin amellerinin geçersiz hale
gelmesi, onun mürted olarak ölmüş olmasına bağlı olduğu gibi mülkiyetinin
ortadan kalkması da böyledir.
İkinci görüş
Kişi irtidat ettiği anda
mülkiyeti sona erer, çünkü irtidatla birlikte can dokunulmazlığı ortadan kalktığına
göre mal dokunulmazlığı evleviyetle ortadan kalkar.
Üçüncü görüş
Mülkiyet ortadan
kalkmaz; çünkü asrı katirin durumunda olduğu üzere, küfür, mülkiyetle çelişmez.
50. Yukarıdaki
görüşlerden şu sonuçlar çıkmaktadır:
Mürtedin irtidat öncesinde
bir malı telef etmek vb. bir sebeple sabit olan borçları onun malından ödenir;
çünkü onun mülkiyetinin devam ettiği veya askıda [mevkuf] olduğu görüşünü kabul
edersek hükmün böyle olacağı açıktır. Şayet mülkiyetin ortadan kalktığı
görüşünü tercih edersek bu durum, ölümden öte bir durum olamaz. [Ölüm
durumunda] borç, mirasçıların hakkından önce geldiğine göre burada da
mirasçıların hakkı, fey hakkından önce gelir.
51. Kişi mürted olarak
döndüğünde üzerinde borç varsa bu borçlar ödenir. Geriye bir şey kalırsa devlet
hazinesine harcanır. Bu durumda mürtedin malvarlığı, tıpkı ölen şahsın
malvarlığının mirasçılara intikal etmesi gibi üzerinde borç bulunan bir şekilde
fey olarak mı devlet hazinesine intikal etmiş olur, yoksa fey olarak yalnızca
borcun üzerindeki miktar mı intikal eder? Muhtasaru'-Tebrırı adlı eserin zahir
ifadesinden ikincisi anlaşılmaktaysa da kıyasa göre ilk görüş esas alınmalıdır.
Not: Kişi irtidat ettiğinde doğrudan tasarruflan
kısıtlanmış olur mu yoksa kısıtlama ancak hakim kararıyla mı olur? Bu konuda
mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır. Bunun, İmam Şafii'ye ait iki görüş
olduğu da söylenmiştir. İbnü'n-Naklb "ikincisi daha doğrudur"
demiştir. Bir grup alim bunu tek görüş olarak zikretmiştir. Maverdi
"alimlerin çoğunluğu bu görüştedir" demiştir. Ancak NevevI ve
Rafil'nin ifadelerinden ilki anlaşılmaktadır ki zahir olan da budur. İkinci
görüş kabul edildiği taktirde bu, iflas, sefihlik veya hastalık sebebiyle
kısıtlama getirilmesi gibi midir yoksa değil midir? Bu konuda mezhep içinde birkaç
görüş bulunmakta olup ilki daha doğrudur.
52. Mürtede, kendisinden
tövbe etmesinin istendiği dönemde malından nafaka verilir. Onun nafakaya olan
ihtiyacı, ölmüş kimsenin, malı üzerindeki mülkiyetinin ortadan kalkmasından
sonra teçhize ihtiyaç duyması gibidir.
53. Mürted, irtidat
esnasında başkasının malını telef etse daha doğru görüşe göre bunu tazminle
yükümlü olur. Buna göre bir grup insan irtidat ederek devlet başkanına karşı
kendilerini savunsalar, devlet başkanı savaş yapmadıkça onları ele geçiremese,
onların savaş esnasında telef ettikleri şeyler, daha sonradan Müslüman
olurlarsa el-Beyan' da tazminin olmayacağı görüşü doğru kabul edilmiş olsa bile
daha güçlü görüşe göre tazminle yükümlü olurlar. Nitekim bu meseleye bundan
önceki konuda temas edilmişti.
54. [Kişi irtidat
ettiğinde bu irtidat sebebiyle] evlilikleri askıya alınan karılarının ve ayrıca
da yakınının nafakası [ne olur? Bu konuda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır]:
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
mürted, nikahları askıda bekletilen eşlerinin ve yakınının nafakasını vermekle
yükümlüdür; çünkü bunlar kişiye bağlı haklardandır. Bu, İmam ŞafiI'nin
el-Ümm'deki kendi ifadesidir.
İkinci görüş
Bu, gerekmez. Çünkü onun
malı yoktur.
Not: Bu görüş ayrılığı, eş-Şerhu'l-kebir ve
Ravdatü't-talibin'de belirtildiği üzere "mürtedin, malvarlığı üzerindeki
mülkiyeti sona erer" görüşü kabul edildiğinde söz konusu olur. Şayet onun
mülkiyetinin devam ettiğini veya askıda beklediğini kabul edersek o zaman bu
[harcamaların mürtedin malından yapılması] kesinlikle gerekli olur.
Nevevi köle nafakasından
söz etmemiştir. el-Matlab adlı eserde şöyle denilmiştir: "Kölelere mutlak
olarak bu maldan harcanacağı konusunda hiçbir şüphe yoktur."
Ezral'nin belirttiğine göre,
mürtedin mülkiyetinin ortadan kalktığın! kabul ettiğimiz taktirde ümmüveled de
kişinin karısı gibi olur.
55. Mürtedin mülkiyetini
askıya aldığımızda -ki daha önce geçtiği üzere daha güçlü olan ve bizim de
meseleyi detaylandırırken esas aldığımız görüş budur- kişinin mürted iken
yaptığı tasarrufa bakılır:
> Bu tasarruf, askıda
bekletilmeye elverişli ise yani köle azadı, köleyi müdebber kılma ve vasiyet
gibi bir şarta bağlanmaya elverişli ise -Cüveyni'nin belirttiğine göre-
tasarrufun bağlayıcılığı askıya alınmış olur.
> Kişi Müslümanlığa
geri dönerse onun tasarrufunun yürürlük kazanmış olduğu anlaşılır.
> Kişi Müslümanlığa
geri dönmeden yani mürted olarak ölürse tasarrufu geçirli olmaz; çünkü bunun
askıda kalması kişiye zarar vermemektedir.
56. Mürtedin alım-satım,
hibe, rehin, kitabet vb. askıda bekletilmeye elverişli olmayan tasarrufları[nın
hükmü nedir? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Bu tasarruflar batıldır;
çünkü akitler askıda bekletilemez. Bu, İmam Şafii'nin yeni görüşüdür.
İkinci görüş
"Akitlerin askıda
bekletilmesi sahihtir" şeklindeki görüşe dayalı olan İmam Şafii'nin eski
görüşüne göre bu akit askıda bekler. Kişi İslam' a dönerse akitlerin sahih
olduğuna o zaman hükmedilir. Aksi taktirde hükmedilmez.
Not: NevevI'nin kitabet akdi konusunda söylediği
"bu, akitlerin askıda kalması konusunda İmam Şafii'nin iki görüşüne
bağlıdır. Yeni görüşüne göre bu batıl olur" ifadesi el-Muharrer'in bu
bölümünde ve kitabet akdinde belirtildiğine göre itimad edilmesi gereken
görüştür. NevevI, Ravdatü't-talibin'in bu bölümünde de bunu tasvip etmiştir.
Rafii ve NevevI, eş-Şerhu'l-kebir, eş-Şerhu's-sağir ve Ravdatü't-talibin'in
kitabet bölümünde bunun sahih olduğu görüşünü tercih etmiş olsalar bile -ki
Bulkini de bu görüşü tercih etmiştir- hüküm böyledir.
57. Yukarıdaki görüşlere
göre mürtedin malı, onu koruyacak güvenilir bir kimseye teslim edilir. Cariyesi
ise ihtiyaten ya güvenilir bir kadına ya da o cariyenin mahremi vb. gibi onunla
başbaşa kalması helal olan bir kişiye teslim edilir; çünkü Müslümanların ona
hakları ilişmiştir.
Not: Nevevi'nin ifadesinden şöyle bir anlam
anlaşılabilir: "Mürtedin malının onun mülkiyetinde kalmaya devam ettiği
görüşü benimsenirse yukarıdaki şekilde malının teslimiyle yetinilir." Bu
kastedilmemiş olup İmam Şafii'nin açık ifadesine göre bu durumda mürtedin
tasarruflarına kısıtlama getirilmesi de şarttır.
58. Mürtedin kitabet
akdi yaptığı köle, kitabet taksitlerini hakime verir, böylece kitabet akdi
korunmuş olur. Köle bu ödeme ile azat olmuş olur. Bunları mürted teslim alamaz;
çünkü onun teslim alması hukuken geçerli değildir.
59. Mürted, irtidat
döneminde iken, kendisi üzerine daha önce gerekli olmuş olan zekatı ödeyip
sonra Müslüman olsa Kaffal'in belirttiğine göre zekat borcunun bu ödemeyle
düşmemesi gerekir. Ancak İmam Şafii zekat borcunun düşeceğini söylemiştir;
çünkü burada niyetten amaç temyizdir.
Son hükümler
Mürted kimseler kale vb.
bir yere sığınarak [İslam'a dönmekten] kaçınsalar onlara karşı ilk saldırıyı
biz başlatırız; çünkü onların inkarı -daha önce de belirtildiği gibi- en ağır
inkardır.
Ayrıca onlar
Müslümanların açık noktalarını en iyi bilen kimselerdir. Savaşta onlardan kaçıp
gidenlerin peşine düşülür, yaralı olanları öldürülür, esirlerinden tövbe
etmeleri istenir. Onlar -daha önce belirtildiği üzere- savaş esnasında telef
ettikleri şeyleri tazminle yükümlü olurlar.
Kısas yoluyla öldürme,
irtidat sebebiyle olan öldürmeye göre öncelenir.
Mürtedin diyet ödemesi
gerekli olsa bunun, mutlak olarak onun malından ödenmesi gerekir. Çünkü onun
kasten öldürmede peşin ödeme konusunda veya kasıt dışı öldürmede vadeli ödeme
konusunda herhangi bir akılesi yoktur. O ölürse diyet borcu peşin olur; çünkü ölümle
birlikte vade düşer.
Vadeli borç, irtidatla
birlikte peşin hale gelmez.
Mürted bir erkek mürted
bir kadınla şüphe yollu ilişkide bulunsa, örneğin kadını zorlayarak ilişkide
bulunsa yahut da mürted bir erkek veya kadın zorla istihdam edilse mehir ve
ücretin gerekliliği askıda bekler.
Kişiye, mürtedlik
halinde iken zina etmek, hırsızlık yapmak, zina iftirasında bulunmak veya şarap
içmek gibi bir fiil sebebiyle had cezası uygulanması gerekse, ona had cezası
uygulanır, daha sonra [irtidat cezası olarak] öldürülür.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN