NEFSİ MÜDAFAA |
Yöneticilerin ve
Velilerin Verdiği Zararların Tazmini
1. Veli [velayeti
altındaki kişiyi], yönetici [kendisine dava edilen şahsı], koca [karısını],
öğretmen [öğrencisini] tazir ile cezalandırırken [tazmini gerektiren bir durum
meydana gelse] onların tazirleri tazmin edilir.
2. [Devlet başkanı]
miktarı belirli had cezasını uygulasa tazmin söz konusu olmaz.
3. İçki içen kişiye
nalınlarla ve elbiselerle vurulsa [bu sebeple onun başına bir şey geldiğinde]
dOğru görüşe göre tazmin söz konusu olmaz. Meşhur rivayete göre kırk kırbaç
vururken de böyledir. Şayet daha fazla vurulur da [şahıs ölürse] fazladan
vurulan kırbaç oranında tazmin söz konusu olur. İmam Şafii'nin bir görüşüne
göre yarım diyet ödenmesi gerekir.
4. Bu iki görüş, zina
iftirası suçu işleyip [kendisine seksen sopa vurulacağına] seksen bir sopa
vurulan [ve ölen] kimse hakkında da söz konusudur.
5. Müstakil [yani hür,
aklı başında ve yetişkin] olan kimse [bedenindeki] uru koparabilir. Ancak urun
terk edilmesinde bir tehlike olmayıp koparılması korkutucu sonuçlara yol
açabilecek durumdaysa veya koparılması daha tehlikeli ise o zaman koparamaz.
6. Baba ve dede, [kendi
velayetleri altında bulunan çocuk ve akıl hastasının bedeninde bir ur
çıktığında] urun o şekilde terk edilmesinin tehlikesi daha büyük ise çocuk ve
akıl hastasının bedeninde bulunan uru -tehkileli olsa bile- koparabilir, devlet
başkanı bunu yapamaz. Tehlike yok ise bunu veli de devlet başkanı da yapabilir.
Yine' baba ve dede, [tedavi amacıyla] çocuğun damarını yarabilir, hacamat
edebilir.
7. [Çocuk ve akıl
hastası tedavi amacıyla yapılması] caiz olan bu işlem sebebiyle ölse daha doğru
görüşe göre tazmin gerekmez.
8. Devlet başkanı, yapması
yasak olan bir şeyi çocuğa yapsa [ve çocuk ölse] kendi malından ağırlaştınlmış
diyet ödemekle yükümlü olur.
9. Devlet başkanının had
cezasını uygularken veya hüküm verirken yanlışlık yapması sebebiyle ödenmesi
gereken tazminat, devlet başkanının akılesi tarafından ödenir. İmam Şafii'nin
bir görüşüne göre ise devlet hazinesinden ödenir.
10. [Devlet başkanı] bir
şahsa iki kişinin şahitliğine dayanarak had cezası uyguladıktan sonra bu iki
kişinin köle veya zımmı yahut murahık olduğu [yani şahitliğe elverişli
olmadığı] anlaşılsa bakılır: Onların durumunu araştırma konusunda ihmalkar
davranmışsa tazmin yükümlülüğü devlet başkanı üzerinde olur. Aksi taktirde
tazminle kimin yükümlü olacağı konusunda İmam Şafii'ye ait iki görüş
bulunmaktadır.
11. Akıle ya da devlet
hazinesini tazminle yükümlü tuttuğumuzda daha doğru görüşe göre [şahitlik eden]
iki zımmı ve iki köleye bu tazminin dönmesi söz konusu olmaz.
12. İzinli olarak
hacamat yapan veya damar yaran kişi [bu fiilden kaynaklanan ölüm sebebiyle]
tazminle yükümlü olmaz.
13. Celladın devlet
başkanının emriyle adam öldürmesi veya vurması, şayet cellad devlet başkanının
haksızlık yaptığını veya hata ettiğini bilmiyorsa bizzat devlet başkanı
tarafından gerçekleştirilmiş bir fiil gibi kabul edilir. Aksi taktirde ortada
bir ikrah yok ise kısas ve tazmin cellada uygulanır.
29. Veli, velayeti
altındaki kısıtlı şahsa; idareci, kendisine iletilen bir davada [davalı] şahsa,
koca serkeşlik vb. konularda karısına, öğretmen öğrencisine -isterse velisinin
izniyle olsun- tazir cezası uygulasa bu şahısların tazir cezaları [sonucunda
meydana gelen zarar] tazmine tabidir.
Buna göre tazir cezası
uygularken ilgili şahıs ölse bakılır:
> Şayet normal
şartlarda öldürücü olan bir darbe ile ölmüşse [vuran kişi] ölen şahsın üst soy
hısımı değilse kısas uygulanır.
> Normal şartlarda
öldürücü olmayan bir darbe ile ölmüşse bu kasıt benzeri öldürme olup vuran
şahsın akılesi tarafından diyet ödenir.
Çünkü tazir cezası, ceza
uygulanan kimsenin hayatta kalması şartına bağlıdır. Zira bunun amacı öldürmek
değil tedip etmektir. Bu ceza sonucunda ölüm olayı meydana geldiğinde cezayı
uygulayan kişinin, meşru olan sınırı aştığı anlaşılır.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Kişi kiraladığı hayvana vursa veya ata talim öğreten kimse
normal şekilde vursa ve hayvan ölse tazminle sorumlu olmaz. Burada da öyle
olmalıdır.
Buna şöyle cevap
verilir: Hayvana vurmamak mümkün değildir. Oysa insana söz söyleyerek veya
engellemek suretiyle ona bir şeyi yaptırmak mümkün olup vurmaksızın da
yapılabilir. Bu sebeple kişi tazminle yükümlü olur.
Not: Nevevi'nin ifadesinin kapsamına "hamile
olmayan şahsı azarlamak", bir kimseyi hapsetmek, sürgün etmek, hafif bir
şekilde sürgün etmek gibi ölümle ilgisi olmayan şeyler de girmektedir. Zira
daha önce tazir cezasının hapsetmek, yumruk atmak ve kınamak suretiyle
olabileceğini söylemişti. Burada ise herhangi bir kayıt koymaksızın
"tazir" den söz etmiştir. Oysa bu kesinlikle tazmine tabi değildir.
Nevevi'nin yalnızca bu
dördü ile hükmü sınırlaması, efendinin köleye tazir cezası uygulamasını
dışarıda bırakmaktadır. Zira bu tazmine tabi değıidir. Çünkü efendi [köleyi
öldürmesi veya ona zarar vermesi sebebiyle] kendi kendisinden alacaklı olmaz.
Yine kölenin efendisi, yabancı bir şahsın kölesine vurmasına izin verse o da
vursa ve köle ölse Rafii ve Nevevi'nin Beğavl'den aktarıp onayladıklarına göre
vuran şahıs tazminle yükümlü olmaz.
Bulkini şu durumu tazmin
kapsamından istisna etmiştir: Bir kimse, taziri gerektiren bir suç işlediğini
itiraf ederek yöneticiden kendisine tazir cezası uygulamasını talep etse ve
yönetici de bunu uygulasa [bu sebeple meydana gelen bir ölüm veya zararı]
tazmin etmez. İbn Şühbe'nin dediğine göre bu hükmün "tazirin tür ve
miktarını belirlediğinde" şeklinde kayıtlanması gerekir.
Zerkeşi de şu durumu
tazmin kapsamından istisna etmiştir: "Hakim, üzerinde ödemesi gereken
muayyen hak bulunduğu ve gücü de ödemeye yettiği halde bunu yapmamaktan kaçınan
kimseye tazir cezası verdiğinde [tazminle yükümlü olmaz.]"
Veli, koca, öğretmen
gibi kimselerin vurmasının tazir olarak isimlendirilmesi Rafii'nin de
belirttiği üzere [tazir ve tedip şeklindeki] iki ıstılah içinden meşhur
alanıdır. Rafii şöyle demiştir: "Bazıları tazir ifadesini yalnızca devlet
başkanı veya onun görevlendirdiği kimsenin verdiği ceza için kullanırlar. Bunun
dışındaki kimsenin vurmasına ise tazir değil tedip derler."
30. Devlet başkanı, ceza
uygulama halilima sahip olduğu bir durumda miktarı nassla belirlenmiş bulunan
kazif haddi gibi bir had cezasını uygularken had vurulan kişi ölse
İbnü'l-Münzir'in belirttiğine göre bu durumda tazminin uygulanmayacağı
konusunda icma vardır. Çünkü haddi uygulama hakkı ona aittir. Zina haddi
konusunun sonunda belirtildiği üzere bu konuda had cezasının kırbaç vurma veya
el kesme olması, kırbaç vurmanın aşm sıcak veya soğukta olup olmaması arasında
fark yoktur. Yine cezanın, kişinin iyileşmesi ümit edilen veya edilmeyen bir
hastalık esnasında uygulanması eşittir.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Had cezasını "miktarı belirlenmiş" şeklinde
kayıtlamanın bir anlamı yoktur; çünkü had cezası zaten herhalükarda miktarı
belirlenmiş cezadır.
Buna şöyle cevap
verilir: Nevevi bununla "içki içme haddi"nin seksen sopaya
çıkarılması meselesini dışarıda bırakmıştır.
31. İçki içen bir
kimseye sandaletler ve elbiselerle vurulduğunda ölse [tazmin gerekli olur mu?
Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır: ]
Birinci görüş
Doğru olan ve bizzat
İmam ŞafiI tarafından ifade edilen görüşe göre diğer had cezalarında olduğu
gibi burada da tazmin söz konusu olmaz.
İkinci görüş
"İçki içmede bu
şekilde had cezası uygulanmaz, kırbaçla uygulanması gerekir" şeklindeki
görüşe binaen tazmin söz konusu olur.
32. İçki içen hür şahsa
kırk kırbaç vurulsa ve bu şahıs ölse [tazmin söz konusu olur mu? Bu konuda iki
rivayet söz konusudur:]
Birinci rivayet
Meşhur olan rivayete
göre tazmin söz konusu olmaz; çünkü sahabe, içki içen kişiye kırk sopa
vurulması konusunda icma etmişlerdir. Ayrıca -tıpkı zina ve kazif haddinde
olduğu gibi- bu, had cezasını ortadan kaldıracak şekilde yapılan bir so pa
vurma fiili olduğundan bu vurmaya tazmin bağlanmaz.
İkinci rivayet
Bu durumda tazmin
gerekir. Bulkınl bu rivayeti doğru kabul etmiştir; çünkü bunun sayısını kırk
olarak belirlemek ictihadla olmuştur. Rafii de gerekçeyi bu şekilde
belirtmiştir. Buna şöyle itiraz edilmiştir: Müslim'in sahihinde belirtHdiğine
göre Hz. Ali şöyle demiştir: "Resulullah (s.a.v.), [içki içen kişiye] kırk
sopa vurdurdu. "(Müslım, Hudud 4432)
Şu halde bu, nassla
sabittir.
Not: Görüş ayrılığı, kırbaç vurmayı kabul
etmediğimiz duruma özgüdür. Şayet had cezasını kırbaçla veya başka bir şeyle
uygulamayı caiz görürsek -ki daha doğru olan budur- o taktirde tazmin
Nevevi'nin Tashihü't-Tenblh adlı eserinde açıkça belirttiği üzere kesinlikle
söz konusu olmaz.
Tazmini gerekli
kıldığımızda [ölen kişi hürse diyetin, köle ise değerinin] tümünün tazmin
edilmesi gerekir. [Zayıf] bir görüşe göre ise yarısının tazmini gerekir.
33. Devlet başkanı, içki
içme cezasını uygularken kırk sopadan fazla vurdursa ve ceza uygulanan kişi
ölse Ihüküm ne olur? Bu konuda iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Sadece vurulan sapa
sayısı içindeki fazlalık kısmın, vurulması gereken kısma oranı üzerinden tazmin
ödenmesi gerekir, diğer kısım düşer. Çünkü sapa vurma bedenin dış kısmına
uygulanır. Bu sapalar birbirine denk olarak vurulduğundan tazmin de sapa vurma
sayısına bölünür.
Bu kurala göre kişiye
kırk bir sapa vurulsa diyetin kırkbirde biri ödenir. On sapa fazladan vurulursa
diyetin beşte biri ödenir. Hesap bu şekilde yapılır.
İkinci görüş
İmam Şafii'nin bir
görüşüne göre diyetin yarısının ödenmesi gerekir. Çünkü şahıs, tazmine tabi
olan ve olmayan vuruşlar sonucunda ölmüştür. Bulkinibu görüşü esas alarak şöyle
demiştir: "Alimlerimizin sözleri arasında ilk görüşün tercih edildiğine
rastlamadım." Ancak bir konuda bilgisi olmayanın sözü değil bilenin sözü
esas alınır.
Bazıları ilk görüşü şu
açıdan problemli bulmuştur: Kırk birinci vuruşun hissesi, ilk vuruşun hissesine
denk değildir. Çünkü ilk vuruş, henüz vurmadan etkilenmemiş olan sağlam bir
bedene yapılmıştı. Son vuruş ise böyle olmayıp kırk sapa ile zayıflamış bir
bedene isabet etmiştir.
Bununla birlikte
Alimlerimiz bunu dikkate almamıştır.
34. Yukarıdaki iki görüş
zina iftirasında bulunup kendisine seksen bir sapa vurulan ve ölen kimse
hakkında da geçerlidir. Bu durumda İmam Şafii'nin bir görüşüne göre yarım diyet
ödenmesi gerekir. Daha güçlü görüşe göre ise diyetin seksen birde biri (1/81)
ödenir.
Not: Nevevi'nin ... ifadesi kendi nüshasında da bu
şekildedir. O bunu kırbaçlamayı kastederek söylemiştir. el-Muharrer'de ise
celde kastedilerek [bu kelimenin müennes hali olan] .... kelimesi
kullanılmıştır. Bu Kur'an'daki ...... şeklindeki ifadelere de uygundur. (arp
ifadeler için 16.cilt 520.sf)
Görüş aynlığı, ilk
vuruşun acısı devam ederken fazladan sopaların vurulması durumuna özgüdür.
Şayet devlet başkanı ilk cezayı tam olarak uygular ve bunun acısı ortadan
kalktıktan sonra fazladan sapa vurdurur da kişi ölürse herhangi bir görüş
aynlığı söz konusu olmaksızın diyetin tümünü tazmin eder.
35. Herhangi bir kimseye
bağlı olmayan yani hür, baliğ ve aklı başında olan kişi sefih bile olsa kendi
vücudunda çıkan uru koparma hakkına sahiptir. Kişi bunu kendisi yapabileceği
gibi yetki verdiği birine de yaptırabilir. Zira bunu yapmanın amacı bedendeki
çirkinliği gidermektir. Ancak uzman olanlardan iki kişi -veya Ezrai' nin
belirttiğine göre bir kişi- bunu yapmanın tehlikeli olacağını söylerse ve o
urun o şekilde bırakılmasında herhangi bir tehlike yoksa yahut urun
koparılmasının tehlikesi daha fazla ise bu iki durumda bedenindeki uru
koparamaz. Çünkü bu durum ölüme yol açabilir. Oysa Yüce Allah "kendinizi
ellerinizle tehlikeye atmayın" [el-Bakara, 195] buyurmuştur.
36. Ur vücuttan
alınmadığında tehlikesi daha büyük alacaksa veya uru almanın yahut bırakmanın
tehlikesi birbirine eşit ise -Ravdatü't-talibin ve eş-Şerhu'l-kebir'de
belirtildiğine göre- ilk durumda doğru görüşe göre, ikinci durumda daha doğru
görüşe göre uru koparmak caizdir. Nitekim uru koparmanın tehlikeli olmadığı
durumda bedendeki çirkinliği gidermenin yanında iyileşme ümidinin daha fazla
olması sebebiyle koparmak caizdir.
Bulkini ise her iki ihtimalin
eşit olması halinde uru koparmanın caizliğinin tartışmaya açık olduğunu
belirtmiş ve şöyle demiştir: "Doktorlar; şayet bu ur koparılmazsa ölüme
yol açabilir, derlerse -öldürücü sebepleri def etmek nasıl gerekliyse bu uru
almak da gerekli olur. Bunun müstehap olması da muhtemeldir." İkinci
ihtimal daha uygundur.
37. Zikredilen hüküm
bakımından kangren olan organın durumu, vücuttaki urun durumu gibidir.
Nevevi şöyle demiştir:
İhtiyaç sebebiyle dağlama yapmak ve damarları koparmak caizdir. Bunu terk etmek
sünnettir. Acı çeken kimsenin acısı çok olsa ve dayanamasa bile ölümü
çabuklaştırması haramdır; çünkü iyileşme ümidi bulunmaktadır.
Yangının içinde kalmış
olan bir kIDıse kendisini ancak boğulacağı bir suya atarak yangından
kurtarabiliyorsa ve suda boğulmayı kendisi açısından yangının alevlerine maruz
kalmaktan daha hafif görüyorsa bunu yapması caizdir; çünkü bu [suda boğulmak,
ateşte yanmaktan] daha hafiftir. Bu gerekçeden şu sonuç çıkar: "[Yangının
içinde kalan kişi yanarak ölmemek için] suda boğulma söz konusu olmaksızın
kendisini öldürebilir."
Cüveyni,
Nihayetü'lMatiab adlı eserinde babasından bunu aktarmış, İzzeddin bin
Abdüsselam da ona tabi olmuştur.
38. Baba ve -yukarı ne
kadar çıkarsa çıksın- dede[ler, velayetleri altında bulunan), çocuk ve akıl
hastası [gibi kimselerin bedeninde ur bulunması halinde] uru bırakmanın
tehlikesi koparmanın tehlikesinden daha fazla ise uru koparabilirler; çünkü
baba ve dede çocuğun malını zayi olmasın diye koruduklarına göre onların
bedenini evleviyetle korurlar.
Not: Nevevi'nin ifadesinden uru koparmanın
tehlikesi daha fazla ise baba ve dedenin bunu yapamayacağı anlaşılmaktadır ki
bu konuda görüş ayrılığı yoktur. Yine iki durumun birbirine eşit olması halinde
de koparamayacakları anlaşılmaktadır ki Rafii ve Nevevi Cüveyni'den bunun doğru
olduğunu aktarmışlar ve onaylamışlardır.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Daha önce kendi başına hareket eden kimsenin bu durumda
bedenindeki uru koparabileceği ifade edilmişti. Bu meselenin de el-Kifaye'de
ifade edildiği gibi o mesele gibi değerlendirilmesi gerekir.
Buna şöyle cevap
verilir: Orada kişinin uru koparması kendi bedeni üzerinde olmaktadır. Burada
ise başkasının bedeninde olduğundan ihtiyata riayet ediliniştir.
39. Baba ve dede dışında
devlet başkanı, vasi vb. kimseler [çocuk ve akıl hastasının bedenindeki uru
koparma işlemini] yapamazlar; çünkü bu durum iyice incelemeyi, bunun için başka
işleri bırakıp bununla meşgulolmayı, tam bir şefkat göstermeyi gerektirir. Baba
ve dede nasıl ki küçük bakirekızı evlendirebildiği halde diğer şahıslar
evlendiremiyorsa burada da böyledir.
Not: Bu gerekçeden şu anlaşılır: çocuğun annesi
onun vasisi olsa bunu yapması caiz olur. Hocamız Zekeriya el-Ensan'nin
belirttiğine göre zahir olan da budur.
40. Baba, dede, devlet
başkanı ve onun dışındaki veliler -yabancılar değil- eğer urun bedenden
kopanlmasında bir tehlike söz konusu değilse zarar olmadığı için bunu
yapabilirler. Ezrai "bunu ' devlet başkanının yapmasının caiz olduğu"
görüşünü itiraza açık görerek şöyle demiştir: "Bu devlet başkanının
tasarruflarındandır."
Rafii ve Nevevi de bunu
esas almışlardır. Yabancı şahsın ise böyle bir şey yapmaya hiçbir şekilde
yetkisi yoktur. Şayet yapar da yara sirayet edip ölüme yol açarsa ona kısas
uygulanması gerekir.
41. Baba ve dede
herhangi bir tehlike söz konusu olmayıp doktor tavsiye etmişse [velayetleri
altında bulunan çocuk, akıl hastası gibi kimselerin] damannı yardırabilir ve
hacamat yaptırabilir. Çünkü bunda onun maslahatı vardır ve herhangi bir zarar
da yoktur.
Yabancı bir şahıs bunu
yaptıramaz; çünkü onun velayet yetkisi yoktur. Ezral'nin belirttiği üzere bu
gerekçeden köle veya sefih olan babanın yabancı hükmünde olduğu
anlaşılmaktadır.
42. Çocuk ve akıl
hastası, yukanda belirttiğimiz [ur aldırma, damannı yardırma, hacamat yapma
gibi caiz fiillerden birisi yapılırken ölse [tazmin söz konusu olur mu? Bu
konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
tazmin söz konusu olmaz. Aksi taktirde veli bunu yapmaktan kaçınır, çocuk ve
akıl hastası bundan zarar görür.
İkinci görüş
Ölümle sonuçlanan tazir
cezasında olduğu gibi burada da veli tazminle yükümlü olur.
43. Devlet başkanı, bir
çocuk ve akıl hastasına yapması yasak olan fiillerden birini yapar da o kişi
ölürse bu haksız fiili sebebiyle kendi malından ağırlaştınlmış diyet öder.
Not: "Devlet başkanı" şeklinde kayıt
koymanın bir anlamı yoktur, baba ve dede de aynı durumdadır. Bunların hiçbiri o
fiilden dolayı kısasla cezalandırılmaz; çünkü ıslah etme şüphe si yanında baba
ve dede için "bir parçası olma" durumu da söz konuudur.
Nevevi'nin ifadesinin
kapsamına şu husus da girer: "Uru koparma durumundaki tehlike bırakma
durumundakinden daha fazla olsa bile hüküm böyledir." MaverdI bu durumda
devlet başkanına kısas uygulanacağını söylemişse de doğrusu belirttiğimiz
gibidir.
44. Devlet başkanının
bir had veya hüküm konusunda yaptığı yanlış sebebiyle ödenmesi gereken diyet[i
kim öder? Bu konuda iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Tıpkı diğer insanların
yanlışlıkla adam öldürmesi durumunda olduğu gibi burada da diyeti akıle öder.
İkinci görüş
İmam Şafii'nin bir
görüşüne göre diyeti devlet hazinesi [beytüImal] öder; çünkü olayların çok
olması sebebiyle devlet başkanının hatası çok olabilir. [Şayet diyeti akılenin ödemesi
hükmünü benimser isek] bundan akıle zarar görür.
Not: Görüş ayrılığı, devlet başkanının bir ihmal
ve kusurunun görülmediği duruma özgüdür. Şayet hamile olduğunu bildiği bir
kadına had cezası uygulaması ve kadının ceninini düşürmesi örneğinde olduğu
gibi bir kusur ve ihmalkarlık varsa [cenin için ödenecek] gurre tazminatını
[yani köle veya dıriyeyi] kesinlikle onun akılesi öder.
"Hata" ifadesi
devlet başkanının haksız yere meydana getirdiği kusuru dışarıda bırakmaktadır. O,
bu konuda diğer insanlar gibidir.
"Bir had cezası
veya hüküm konusunda" ifadesi bunlar dışındaki konulardaki hatayı dışarıda
bırakmaktadır. Zira o konularda devlet başkanı diğer insanlar gibidir. Örneğin
bir ava atış yaptığı halde bir insanı vursa diyeti akılesinin ödemesi gerektiği
konusunda icma vardır.
"Keffaret",
Nevevi'nin ifade ettiği hükme bir itiraz noktası teşkil eder. Zira ilk görüş
esas alındığında kesin olarak, ikinci görüş esas alındığında daha doğru görüşe
göre keffaret devlet başkanının kendi malından ödenir.
Nevevi'nin "bir
hüküm" ifadesi taziri de içermekte olup o da had gibidir.
Bunların tümü can
konusunda yapılan hataya ilişkindir. Şayet devlet başkanı mal konusunda hata
ederse hükmün ne olacağı konusunda imam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:
Birincisine göre -ki bu daha uygundur- tazminat onun kendi malından ödenir.
ikincisine göre ise devlet hazinesi tarafından ödenir.
45. Devlet başkanı iki
kişinin şahitliğine dayanarak bir şahsa had cezası uygulatsa, sonradan bu iki
şahidin;
> köle olduğu,
> aleyhine şahitlik
yapılan kişinin düşmanı olduğu,
> aleyhine şahitlik
yapılan kişinin üst ya da alt soy hısımı olduğu,
> fasık olduğu,
> zımm! olduğu,
> murahık [buluğa
yaklaşmakla birlikte henüz baliğ olmamış] olduğu anlaşılsa ve had cezası
vurulan kişi de ölmüş olsa bakılır:
Devlet başkanı
şahitlerin durumunu araştırma konusunda kusurlu / ihmalkar davranmış olsa -yani
Cüveyni'nin belirttiğine göre hiç araştırma yapmamış olsa- kendisi üzerine
tazmin gerekir. Yani şayet bunu kasten yapmışsa kendisine kısas uygulanır;
çünkü bir insanı [anlayıp dinlemeden] doğrudan öldürmeye teşebbüs etmenin yasak
olduğu konusunda icma vardır. Mal ödemek gerekli olursa bunu da akıle veya
devlet hazinesi değil devlet başkanının kendi malından ödemesi gerekir. Şayet
bunu kasten yapmamışsa tazminatı devlet hazinesi değil devlet başkanının
akılesi öder.
Not: Nevevi, "şahitlikleri kabul edilmeyen
iki kişi" demiş olsa ifadesi yukarıda zikredilen tüm durumları kapsamış
olurdu.
Yine "o ikisinin
kafir olduğu ortaya çıksa" demiş olsa her ne kadar kendilerine tazmin
ilişmemiş olsa da bu ifade harbı ve müste'menleri de kapsardı.
46. Devlet başkanı
şahitlerin durumunu araştırma konusunda ihmalkar davranmayıp elinden geldiği
ölçüde araştırma yapmışsa tazmin yükümlülüğünün akıleye mi yoksa devlet
hazinesine mi ait olacağı konusunda İmam ŞafiI'ye ait iki görüş bulunmaktadır.
Daha önce bunların gerekçesi ve ilk görüşün daha güçlü olduğu geçti.
47. Nevevi daha sonra
meseleyi bu iki görüşe göre detaylandırmıştır.
Şayet [yukarıdaki mesel
ed e] daha güçlü olan "tazmin yükümlülüğü akıle üzerine gereklidir"
görüşünü veya bunun mukabili olan "devlet hazinesi tazminle
yükümlüdür" görüşünü tercih edersek ödenen tazminat iki zımmı, köle, fasık,
murahık ve onlarla birlikte zikredilen diğer kimselerden geri [alınabilir mi?
Bu konuda mezhep içinde üç görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçlü olan ve İmam
Şafii tarafından açıkça ifade edilen görüşe göre geri alınamaz; çünkü şahitler
kendilerinin doğru söylediğini ileri sürmekte olup kendilerinden yaptıkları bu
fiilde herhangi bir haksızlık da sadır olmamıştır.
İkinci görüş
Devlet, tazminatı bu
şahitlerden geri alır; çünkü bunlar hakimi aldatmıştır.
Üçüncü görüş
Akıle yaptığı ödemeyi
geri alır, devlet hazinesi geri alamaz.
48. İlk görüşe göre
devlet başkanı ödediği tazminatı, fasıklığını açıkta işleyen kişiden geri
alabilir; çünkü onun hakkı şahitlik etmemektir. Ayrıca onun şahitliğine
dayanılarak hüküm verilmesi kendisinin bir aldatma yaptığını göstermektedir.
Fısk'ını açığa vurmayan kimse ise böyle değildir.
"Zımm! de açıktan
fasıkhk yapan kimse gibidir" denilemez; çünkü onun inancı, yaptığı
fiillere aykırı değildir.
Not: Nevevi'nin ifadesinden, şahitlerin güvenilir
olduğunu söyleyen [tezkiye eden] kimseler üzerine tazminatın gerekli olmadığı
anlaşılmaktadır. eş-Şerhu'l-kebir'de "davalar" bölümünün hemen
öncesinde Iraklılardan bu görüş nakledilmiştir. Ancak el-Veciz'in kısas
bölümünde şöyle denilmiştir: "Şahidin güvenilir olduğunu söyleyen ve
sonradan ifadesini geri alan kimse daha doğru görüşe göre hem kısas hem de
tazminle yükümlü olur."
Sonrakilerden birinin de
belirttiği üzere itimad edilmesi gereken görüş budur.
49. Bir kimse muteber
bir izne dayanarak bir şahsı hacamat etse veya [kan almak üzere] damarını
yarsa, örneğin hür ve mükellef bir kimse hacamatçıya "beni hacamat
et!" veya "damarımı yar!" dese ve o da bunu yapsa, bu fiil
ölümle sonuçlansa [hacamat yapan veya damar yaran kişi] yaptığı fiilden dOğan
zararı tazminle yükümlü olmaz. Aksi halde hiç kimse bu işleri yapmaz.
Bu hüküm, söz konusu
kişi bir hata yapmadığında geçerlidir. Eğer hata yapmışsa tazminle yükümlü olur
ve İmam Şafii'nin "sünnetçi" ile ilgili olarak açıkça ifade ettiği
üzere bunu akıle yüklenir.
İbnü'l-Münzir şöyle
demiştir: Haksız bir fiilde bulunmadıkça doktorun tazminle yükümlü olmadığı
konusunda [alimler] icma etmişlerdir.
50. [Devlet başkanı
haksızlık yaparak veya yanlışlık yaparak bir mahkOmun öldürülmesini veya ona
sapa vurulmasını emretse bakılır:]
Birinci durum
Devlet başkanının
haksızlık veya yanlış yaptığını bilmeden onun emriyle celladın [mahkOmu]
öldürmesi veya ona vurması bizzat öldürme ve vurma işini devlet başkanının
yapması gibidir. Dolayısıyla tazmin ya da mal Ödeme cellada değil devlet
başkanına bağlanır. Zira cellat onun aleti •konumundadır. Siyaset işinde
[cezaların infazı için] celladın olması zorunludur. Şayet bu işten celladı
sorumlu tutarsak cezaları infaz etme işini kimse yüklenmez.
Hüküm böyle olmakla
birlikte İmam Şafii, öldürme işini bizzat cellat gerçekleştirdiği için onun
keffareti yerine getirmesini müstehap gÖrmüştür. Cüveyni şöyle demiştir:
"Bu, nadir hükümlerdendir; ,çünkü cellat öldürme işini kendi isteğiyle
doğrudan yerine getiren kişi olduğu halde haksız gerçekleşen bu öldürme
işleminden dolayı kendisine herhangi bir hüküm ilişmemektedir. "
İkinci durum
Cellat, devlet
başkanının haksızlık veya yanlışhk yaptığını biliyorsa onun tarafından [mahkOmu
öldürme veya ona vurmaya] zorlanmadığı taktirde kısas ve tazmin yükümlülüğü
sadece cellada yönelik olur; çünkü haksız bir fiilde bulunmuştur. Çünkü durumu
bildiği anda yapması gereken şeyemri yerine getirmekten kaçınmaktı. Zira günah
olan bir şeyde mahluka itaat yoktur.
Bununla birlikte şayet
devlet başkanına günah olan konuda da itaat edileceğine inanarak bunu yapmışsa
tazmin yükümlülüğü celladın değil devlet başkanının üzerinedir. Çünkü bu husus
[yani günah olan konuda devlet başkanına itaat etmemek gerektiğil, cellada
gizli kalabilecek hususlardandır. Bunu Ezrai ve Zerkeşi, el-Vaff yazarından
nakletmiş ve onaylamışlardır.
51. Ortada ikrah varsa
mala ilişkin tazmin yükümlülüğü kesin olarak her ikisi [hem devlet başkanı hem
cellat] üzerinedir. Kısas ise daha güçlü olan görüşe göre cellat üzerinedir.
Not: Bu hüküm, hakikatte hata olan şey için
geçerlidir. Şayet mesele bir Müslümanın bir kafire veya hür bir kimsenin bir
köleye karşılık kısas yoluyla öldürülmesi örneğinde olduğu gibi içtihada açık
konulardan ise bakılır:
Her ikisi de bu durumda
kısas uygulamanın caiz olmadığına inanıyorsa veya devlet başkanı caiz olduğuna
inanmakla birlikte cellat caiz olmadığına inanıyorsa bakılır: Ortada ikrah
varsa tazmin yükümlülüğü her ikisi üzerinedir. Aksi halde daha doğru görüşe
göre cellat üzerinedir.
"Her ikisi de kısas
uygulamanın caiz olduğuna inanıyorsa hiçbirisi tazminle yükümlü olmaz.
Devlet başkanı kısas
uygulanamayacağına inandığı halde cellat bunun caiz olduğuna inanıyorsa bu
meselenin hükmü bir görüşe göre aksi durumla ilgili olan mezhep içi iki görüşe
dayandırılır. Cüveyni bunu zayıf bulmuştur; çünkü cellat durumu bilmekte ve
kendi isteğiyle hareket etmektedir. Devlet başkanı konu hakkında düşünüp
taşınarak ictihadda bulunma yetkisini değil sadece öldürme yetkisini cellada
devretmiştir. Bu sebeple cellat kendi başına hareket etmektedir.
Ravdatü't-talibin ve eş-Şerhu'l-kebir'de bu şekildedir.
Nevevi'nin zayıf bulduğu
görüşü bir grup alim tek görüş olarak benimsemiştir.
Tazir cezası uygulayan
kişi haddi aşsa veya kendisinin öldürme niyetinin bulunduğu ortaya çıksa kısas
veya kendi malından ağırlaştınlmış diyet ödemek ile yükümlü olur.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN
Erkek ve Kadının
Sünnet Edilmesine İlişkin Hükümler