MUĞNİ’L-MUHTAC

KISAS VE DİYET’TE İSPAT DELİLLERİ

 

KISAS VE MAL [DİYET] GEREKTİREN DURUMLARIN İSPAT DELİLLERİ

 

1. Kısası gerektiren [ölüm ve yaralama gibi bir] durum ya fiili yapanın ikrar etmesi veya güvenilir iki kişi[nin şahitliği] ile sabit olur. Mal da bununla veya bir erkek ve iki kadının şahitliği yahut da bir erkek ile birlikte davacının yemin etmesiyle sabit olur.

 

2. Mal konusunda bir erkek ile iki kadının şahitliği kabul edilsin diye veli kısası affederse daha doğru görüşe göre bu şahitlik kabul edilmez.

 

3. Bir erkek ve iki kadın, öncesinde kemiğin görülmesi şeklinde bir yaralama bulunan kemik kırma fiiline şahitlik etseler, mezhepte esas alınan görüşe göre kemik kırma yarası sabit olmaz.

 

4. Şahitlik eden kimse, davaya konu olan şeyi açıkça ifade etsin. Buna göre [şahit] "ona kılıçla vurup yaraladı, o da öldü" dese "bu vuruş sebebiyle öldü" veya "onu öldürdü" demedikçe cinayet sabit olmaz.

 

5. Şahit "onun başına vurdu ve kanatlı" veya "onun kanını akıtlı" dese, kan akıtan yaralama fiili sabit olur.

 

6. Kemiği gösteren yaralamanın sabit olması için şahidin "ona vurdu ve baş kemiğini ortaya çıkardı" demesi gerekir. [Zayıf] bir görüşe göre "baş kemiğini ortaya çıkardı" demesi yeterlidir. Kısasın mümkün olabilmesi için bunun yeri ve miktarını beyan etmesi gerekir.

 

7. Sihir yoluyla adam öldürme fiili öldürenin ikrarı ile sabit olur, şahitlikle sabit olmaz.

 

8. Kişi, murisi lehine onun yarası henüz iyileşmeden yaralama konusunda şahitlik yapsa bu şahitlik kabul edilmez. Yara iyileştikten sonra bunu yaparsa kabul edilir.

 

9. Daha doğru görüşe göre murisi ölüm hastalığı hastalığında iken onun lehine mal konusunda şahitlik yaptığında şahitliği kabul edilir.

 

10. Akılenin [diyet ödemeyi] üstleneceği bir öldürme olayında akılenin, bu olayın şahitlerinin fasık olduğuna dair şahitliği kabul edilmez.

 

11. İki kişi, iki şahsın bir adamı öldürdüğüne şahitlik etse, bu iki kişi de ilk iki şahsın adam öldürdüğüne şahitlik etse, veli ilk iki kişinin şahitliğini tasdik ederse onların şahitliğiyle hükmedilir. Veli, son iki kişinin veya tümünün şahitliğini kabul ederse veya hepsini yalanlarsa her iki şahitlik de geçersiz hale gelir.

 

12. Mirasçıların bir kısmı, bazı mirasçıların katili affetliğini ikrar etse kısas düşer.

 

13. İki şahit, öldürmenin zamanı, yeri, öldürmede kullanılan alet ve öldürmenin şekli konusunda ihtilaf etseler bu şahitlik geçersiz olur. [Zayıf] bir görüşe göre bu, öldürme konu- (;;\. sunda bir karine teşkil eder. 

 

75. Kısası gerektiren öldürme ve yaralama ancak ikrarla veya güvenilir iki erkeğin şahitliğiyle sabit olur. Bunun gerekçesi "şahitlikler" bölümünde gelecektir.

 

Not:  Nevevi'nin meseleyi yalnızca bu şekilde sınırlamasına itiraz olarak "hakimin bilgisine göre hüküm vermesi", "davalının yeminden kaçınması durumunda davacının yemin etmesi" ileri sürülmüştür. Zira kısası gerektiren şey bu ikisiyle de sabit olur.

 

İkincisine "bu sonuçta ikrar veya şahitliğe dönmektedir" denilerek cevap verilmiştir.

Nevevi'nin mutlak ifadesinin kapsamından sihir çıkarılır; çünkü sihir[le adam öldürmek veya yaralamakl kısası gerektirebildiği halde bu durum şahitlikle sabit olmaz, ileride geleceği üzere yalnızca ikrarla sabit olur.

 

76. Yahut bu durum bir erkek ve iki kadının şahitliği ya da bir erkeğin şahitliğiyle birlikte [davacının] yemini ile sabit olur. İki kadının şahitliğiyle birlikte davacı yemin etse sabit olmaz. Bu, ilgili konuda gelecektir.

 

Bu konular, "şahitlikler" bölümünde ele alınacak konular arasında olduğu halde burada İmam ŞafiI'ye tabi olarak zikredilmiştir. İleride o bölümde şahitlerin ve şahitlik edilen şeyin nitelikleri ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Yine "yargı" bölümünde, hakimin kendi bilgisiyle hükmedebileceğine ilişkin açıklama gelecektir.

 

Not:  NevevI'nin "mal" ifadesi kısas kelimesine atıfla esrelidir. O zaman bu, NevevI'nin kasameyi yalnızca karinenin bulunduğu durumla sınırlamasına bir aykırılık teşkil eder. Zira mal yalnızca yeminle sabit olur. NevevI'nin burada yemin ile kastettiği tek tek yeminler değil yemin cinsidir. Çünkü şahitle birlikte yeminlerin birden fazla olması konusunda bunun gerekçesi belirtilmiştir. Bir erkek ile birlikte iki kadının şahitliği durumunda mal, şayet şahıs doğrudan bunu iddia ettiyse sabit olur. Kısas iddiasında bulunur ve bir erkek ile iki kadın buna şahitlik ederse kısas da diyet de sabit olmaz.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Bir hırsızlık davasında kişi bir erkek ve iki kadın şahit getirse el kesme uygulanmaz ama malın tazmini gerekli olur. Burada da böyle olmalıydı.

 

Buna şöyle cevap verilir: Hırsızlığa şahitlik etmek her ikisini de [hem el kesme hem de malın tazmin edilmesini] gerektirir. EI kesme cezası, bu şahitlik ile sabit olmayınca geriye malın tazmini kalmıştır. Cana ve vücut bütünlüğüne yönelik saldırı ise böyle olmayıp ya doğrudan kısası veya gayri muayyen olarak ikisinden [kısas ve diyet] birini gerektirir.

Kasten saldırıda diyeti gerekli kılsak, saldırının gerektirdiğine aykırı bir şeyi gerekli kılmış oluruz.

 

77. Bir saldırı davasında kısas konusunda hak sahibi olan kişi, mal [diyet] konusunda bir erkek ve iki kadının şahitliği yahut bir erkek ile kendisinin yemini kabul edilsin diye kısası affetse [hüküm ne olur? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru olan -ve İmam Şafii tarafından açık olarak ifade edilen- görüşe göre bu kabul edilmez, yani buna göre hüküm verilmez; çünkü mal ancak kısasın sabit olmasından sonra sabit olur. Oysa kısas sabit olmamıştır. Affın dikkate alınması için kısasın sabit olması gerekir.

 

İkinci görüş

 

Bu kabul edilir. MaverdI bu görüşü doğru kabul etmiştir; çünkü amaç maldır.

 

İlk görüşe göre kişi saldırıyı affettikten sonra şahit getirse af muteber olmadığından kısas sabit olur mu? Yoksa kişi hakkını düşürdüğü için kısas sabit olmaz mı? Buna temas edeni görmedim. Bana göre birincisi tercihe şayandır.

 

Not:  Görüş ayrılığı, dava ve şahitliğin aftan sonra gerçekleşmesi halindedir. Kişi kasten saldırı yapıldığını iddia ettikten sonra buna dair bir erkek ve iki kadın şahit getirse, sonra da kısası mal karşılığında affetse ve bu şahitlik ile bu konuda hüküm verilmesini kastetse o zaman kesinlikle kendisi lehine hüküm verilmez; çünkü bu şahitlik ileri sürüldüğünde makbul olmadığından onunla amel edilmesi caiz değildir. Bu, bir konuda şahitlik yapan çocuğun sonradan buluğa ermesi ve kölenin sonradan azat edilmesi gibidir.

 

78. Bir erkek ve iki kadın, öncesinde baş ve yüz kemiğinin görüldüğü bir kemik kırma olayına şahitlik etseler [hüküm ne olur? Bu konuda iki rivayet bulunmaktadır:]

 

Birinci rivayet

 

Mezhepte esas alınan ve İmam ŞafiI tarafından açıkça ifade edilen hükme göre kemik kırma erşi gerekli olmaz; çünkü içinde kemiğin açılması durumu da bulunan kemik kırma olayı tek bir saldırıdır. Bir saldırı, kısası gerektiren bir durumu banndırıyorsa o konuda ihtiyata riayet edilir ve bu, ancak kamil bir hüccetle sabit olur.

 

İkinci rivayet

 

İmam Şafii'nin bir görüşüne göre bu yaranın erşi gerekir. Bu görüş, şu konuda İmam Şafii'nin açık ifadesinden çıkarılmıştır: "Bir kimse Zeyd'e bir ok fırlatsa, bu ok Zeyd'in vücudunu delip geçerek başka birisine isabet etse ikinci kişiye yönelik hata, bir erkek ve iki kadının şahitliğiyle yahut bir şahit ve davacının yeminiyle sabit olur."

 

Mezhepte İmam Şafii'nin her iki açık ifadesi de esas alınmıştır.

 

Arada şu fark vardır: İçinde kemiğin açılmasını da barındıran kemik kırma, tek bir saldırıdır. Okun kişinin vücudundan çıkıp başkasına isabet etmesi ise iki saldırı sayılır. Zira birinin diğeriyle bağlantısı yoktur.

 

Bundan anlaşıldığına göre el-Minhac'ta bahsedilen durum, tek bir şahsın fiiliyle tek bir saldırının meydana gelmesidir. Şayet bu durum iki saldırıdan veya aynı saldırganın iki ayrı zamanda saldırmasından sabit olmuşsa bu durumda kemik kırmanın erşi de sabit olur. Rafii eş-Şerhu'l-kebir'de ikinci durumla ilgili olarak bunu Cüveyni'nin bir erkek ve iki kadına ilişkin fıkhı görüşü olarak aktarmıştır. Bir kişi ile birlikte yemin etmek de böyledir. Bunların birincisi ilk rivayete göre çözümlenir. el-Vasit'teki ifade, Cüveyni'nin söylediğinin tek görüş olarak kabulünü gerektirmektedir.

 

79. Şahidin, davaya konu olan şeyi açıkça ortaya koyması gerekir. Buna göre şahit, "[bu şahıs], mağdura kılıçla vurdu ve onu yaraladı, mağdur da bunun ardından öldü" dese, davaya konu olan öldürme sabit olmaz. Çünkü kişinin başka bir sebeple ölmüş olması mümkündür. [Davanın sabit olması için] Rafii ve Nevevi'nin elMuhtasar metninden İmam Şafii'nin ifadesi olarak aktardıklarına göre, ihtimalin ortadan kaldırılması için şahidin "bu yara sebebiyle öldü" veya "bu şahıs öldürdü", "kanını akıttı", "ona vurdu ve vurduğu yerde öldü" gibi bir ifade kullanması gerekir.

 

80. Şahit, "suçlu onun başına vurdu ve kanatlı" veya "başına vurdu ve bu vuruş onun başını kanatlı" dese burada şahidin sözü esas alınarak "kanamalı yaralama" fiili sabit olmuş olur. Ancak "onun kanı aktı" demesi halinde kan akması başka bir sebeple olabileceği nden bu durum sabit olmaz.

 

81. Baş kemiğini ortaya çıkaran bir saldırı fiilinin şahitlik yoluyla sabit olabilmesi için [şahidin hangi ifadeyi kullanması gerekir? Bu konuda iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Şahidin "ona vurdu ve baş kemiğini ortaya çıkardı" demesi gerekir; çünkü [bunu söyledikten sonra] bu söz artık başka bir manaya yorumlanamaz.

 

İkinci görüş

 

Bir görüşe göre "kemik" kelimesinin açıkça kullanılmasına gerek olmaksızın da bu yaralama sabit olur. Ravdatü 't-talibın ve eşŞerhu'[-kebir'deki ifadenin zahirinden bunun tek görüş olduğu anlaşılmaktadır. Bunu Bulkini, e[-Ümm'ün ve Muhtasaru'l-Müzenı'nin açık ifadesi olarak aktarmıştır. Örfe göre bu ifade ile maksat anlaşıldığından itimad edilmesi gereken görüş de budur.

 

82. Kısas uygulamanın mümkün olabilmesi için şahidin, baş kemiğini ortaya çıkaran saldırının başın hangi bölgesine yapıldığını ve alan olarak miktannı açıklaması veya kişinin başında birkaç tane bu şekilde yara varsa işaret etmesi gerekir. Mağdurun başında yalnızca bir tane baş kemiğinin ortaya çıktığı yara bulunur ve şahit de saldırganın, mağdurun başında kemiği ortaya çıkaracak bir yaralama yaptığını ?elirtirse kısas sabit olmaz; çünkü mağdurun başında, kemiğin göründüğü bir yaralamanın bulunup, saldırgandan başka bir şahsın bu yarayı genişletmiş olması mümkündür.

 

Not:  Nevevi'nin "kıyas uygulamanın mümkün olması için" sözü, diyetin gerekli olması için buna gerek olmadığını ifade etmektedir ki daha doğru olan ve İmam Şafii tarafından açıkça belirtilen görüş de budur.

 

83. Sihir yoluyla adam öldürme, sihirbazın bunu ikrar etmesi halinde sabit olur. Sihirbaz "ben onu yaptığım sihirle öldürdüm ve su sihir de genel olarak öldürücü bir sihirdir" derse bu, kasten adam öldürme olur ve kısas gerekli olur. Şayet "bu sihir nadiren öldürür" derse, bu fiil kasıt benzeri adam öldürme olur. Sihirbaz "sihir esnasında başkasının ismini söyleyecekken yanlışlıkla onun adını söyledim" dese bu yanlışlıkla adam öldürme olur. Bu iki durumda sihirbazın kendisi diyeti ödemekle yükümlü olur, akılesi diyet ödemez. Çünkü onun ikrarı akıleyi bağlamaz. Ancak akıle onun sözünü tasdik ederse diyet onlar üzerine gerekli olur.

 

el-Veciz'de yer alan "diyet, akıle üzerine gerekli olur" ifadesi de bu şekilde yorumlanır.

Bunun böyle yorumlanması, Demırı'nin şu yorumundan daha uygundur: "Bu ya bir vehim veya bir yazım hatasıdır" .

 

84. Sihir yoluyla adam öldürme fiili, geri dönen yeminle de sabit olur. Örneğin bir kimse, birinin sihir yoluyla kendisinin yakınını öldürdüğünü iddia ettiğinde davalı bunu inkar etmekle birlikte yemin etmekten kaçınsa, yemin davacıya döndürülse ve o yemin etse [sihir yoluyla adam öldürme sabit olmuş olur]. Bu, "[davacıya döndürülen yemin] ikrar gibidir" şeklindeki daha doğru görüşe dayanmaktadır.

 

Şu söylenebilir: "Bu mesele, NevevI'nin ifadesinin kapsamına dahildir. NevevI'nin "ikrarla" ifadesi gerçekten veya hükmen ikrarı kapsar.

 

85. Sihirbaz, yaptığı sihrin küfür olduğunu söylerse tövbe etmemesi halinde öldürülür.

 

Sonrakilerden birinin de dediği üzere bu konuda açıklama istenmesi gerekir. Çünkü kişi küfür olmayan bir şeyi küfür zannedebilir.

 

86. Kişi "ben onu yaptığım sihirle rahatsız ettim, onu hasta etmedim" dese bunu yapması yasaklanır, tekrar yaparsa tazirle cezalandırılır. Rafii ve NevevI böyle söylemişlerdir. Şayet Hocamız Zekeriya el-Ensarl'nin dediği gibi "sihirbaz ilk sözü söylediğinde tazirle cezalandırılır" denilse bu da uzak bir görüş olmaz.

 

87. Sihirbaz "ben onu sihrimle hasta ettim" dese tazirle cezalandırılır. Mağdur bu sihir sebebiyle hasta olup acı çekse ve sonunda ölse, şahsın bu hastalıktan duyduğu acı sebebiyle öldüğüne dair şahitler bulunursa bu durum bir karine teşkil eder. Daha sonra veli, kişinin sihirbazın sihriyle öldüğüne dair yemin eder ve diyeti alır. Sihirbaz, şahsın o hastalıktan iyileştiğini iddia etse ve aradan da iyileşmesinin mümkün olduğu kadar bir süre geçmiş olsa yeminle birlikte sözü kabul edilir.

 

88. Sihirbaz "ben sihrimle adam öldürdüm" deyip herhangi bir kimseyi belirtmese haram bir iş yapmış olduğu için tazirle cezalandırılır ancak kendisine kısas ve had cezası uygulanmaz; çünkü hak sahibi belirli değildir.

Sihir / büyüye ilişkin bir not

 

Sihir sözlükte bir şeyi bir kimsenin yüzünden başka tarafa yönlendirmesi demek. Nitekim bu anlamda ..... Bunun anlamı "falan şey, seni şundan başka yöne yönlendirdi" demektir.

 

Sihrin terim anlamı, kötü ruhların olağan üstü şeylere yol açacak bir takım fiiller yapması ve sözler söylemesidir.

 

Sihrin bir göz boyama / hokkabazlık mı yoksa gerçek mi olduğu konusunda ihtilaf edilmiştir.

 

Mutezile mezhebi, sihrin bir göz boyama olduğunu [hakikatinin olmadığını] kabul etmiş ve buna dair şu ayeti delil getirmiştir: "Bir de baktı ki, büyüleri sayesinde ipleri ve sopaları, kendisine koşuyor gibi görünüyor." [Taha, 66]

 

Ehl-i sünnet ikinci görüşü kabul etmiştir. Kitap ve sahih sünnet de bunu göstermektedir.

Sihirbaz bir takım fiiller yapıp bazı sözler söylemekte ve sihir yapılan kişinin durumu bu sebeple değişmekte o kişi hasta olup ölmektedir. Bu, sihir yapılan kişinin bedenine duman vb. bir şeyin ulaştırılması şeklinde olabileceği gibi bu olmadan da olabilir. Sihir / büyü yapılarak eşler birbirinden ayrılmaktadır.

 

Sihrin mübah olduğuna inanan kimse kafir olur. Kişi kasten sihir yapmayı öğretir, öğrenir veya kasten sihir yaparsa günaha girer. Bunların tümü haramdır. Çünkü insanların bundan fitneye düşmesi ve zarar görmesi ihtimali bulunmaktadır. Ancak İbn Ebı Hubeyre buna muhalefet ederek şöyle demiştir: "Sihir yapmak için değil ancak onun ne olduğunu anlamak için öğrenmek ve öğretmek caizdir." Hatta yapılan sihir içinde insanı kafir kılacak bir inanç söz konusu olursa insan kafir olur.

 

Cüveyni şöyle demiştir: "Sihir ancak fasık bir kimse üzerinde zuhur eder. Keramet ise fasıkta zuhur etmez. Bu, aklın gerektirdiği bir durum olmayıp ümmetin icmaından anlaşılmaktadır."

 

89. Sihir yapıldığı şahitHkle sabit olmaz; çünkü şahit, sihirbazın kastının ne olduğunu bilemediği gibi onun sihirinin etkisini de göremez.

 

Not:  Nevevi'nin sözünden bu konuda şahitliğin hiçbir etkisinin olmadığı anlaşılmaktaysa da el-Kifaye'de belirtildiğine göre bu sihirden doğan şey de şahitlikle sabit olur. Örneğin kişi "ben onu şu türden bir sihirle büyüledim" dese ve daha önce sihirbaz iken sonradan tövbe etmiş olan iki güvenilir kişi bu tür sihrin genellikle veya nadiren öldürücü olduğuna şahitlik etseler, yaptıkları bu şahitliğin gerektirdiği şey sabit olur.

 

Sihir, falcılık vb. Hiç kimse sihir konusunda Mısır'da Firavun'dan sonra hükümdar olan Deluka'nın zamanında kıbtllerin ulaştığı seviyeye ulaşmamıştır. Onlar bir takım harabe yerlere yaptıkları büyüleri koyuyorlar oralarda dünyadaki askerlere benzer şekiller çiziyorlardı.

Hangi askeri dilerlerse onun yanına gelerek ona gözünü çıkarma, organlarını kesme gibi fÜller yapıyorlardı. Bunun benzeri, onlara saldırmak üzere gelen askerlere oluyordu, böylece düşmanları onlardan korkuyorlardı. Bunlar Firavun ve ordusunun boğulmasından sonra Mısır'da 600 yıl kalmışlar, diğer hükümdarlar ve emirler kendilerinden korkmuştur.

 

Demırı "bunu, Karafı ve başka alimler nakletmişlerdir" demiştir.

 

Bazıları, sihirbazın, yaptığı sihirle nesneleri değiştirebileceğini kabul etmişlerdir. Bu görüşte olanlar, örneğin sihirbazın, yaptığı sihrin gücüne göre insanı eşeğe çevirebileceğine inanırlar.

 

Demıri şöyle demiştir: "Bunun batılolduğu açıktır; çünkü sihirbaz bunu yapabilecek duruma gelmiş olsaydı ihtiyarladığında yeniden kendisini genç hale getirebilmesi gerekir, kendisinden ölümü uzaklaştırabilmesi gerekirdi. "

 

Simya da sihirbazlık türlerinden biridir.

 

Kehanet, astroloji, kum, taş ve saçlarla fal bakmak, hakkabazlık gibi şeylerin öğretilmesi, öğrenilmesi ve yapılması haramdır. Yine bunun için bedel ödemek ve almak da haramdır.

Çünkü hadis açık bir biçimde kahine verilen paranın haram olduğunu belirtmiştir. Diğerleri de onunla aynı özelliktedir. Kahin [falcı] geleceğe dair gaybl konularda yıldızlar vasıtasıyla haber veren kimsedir, arrat ise ondan farklı olarak [geleceği dair değil] an itibarıyla mevcut olan ancak gaip olan konularda. haber verir. Mesela hırsızın gözüne bakarak onu haber vermek, çalınan veya kaybolan malın yerine haber vermek gibi.

 

Ravdatü't-talibin'de şöyle denilmiştir: "Remi denen işle uğraşan kimseler ilme de nispet edilseler onların cahil olduğunu bilmeli ve aldanılmamalıdır. "

 

Sahih bir hadiste: "Peygamberlerden birisi çizgi çizerdi. Kimin çizgisi onunkine uyarsa durum aynen çıkardl" buyrulmuştur. (Müslim, Mesacid, 1199)

Bunun anlamı "bir kimsenin buna uyduğunu bildiğinizde bunun bir sakıncası yoktur" demektir. Ancak biz, kimin uyduğunu bilemeyeceğimizden bizim hakımızda caiz olmaz.

 

Nazar değdirerek adam öldürmek

 

Bir kimse nazarda bulunmak suretiyle bir şahsı öldürdüğünü iddia etse her ne kadar Müslim'de yer alan hadiste "nazar değmesi haktır, kaderle yarışan bir şeyolacak olsaydı bu nazar olurdu"(Müslim, 5666) denilmesi sebebiyle nazar hak olsa bile tazminat da keffaret de gerekmez. Çünkü normal şartlarda nazar değdirmek ölüme yol açmaz.

 

Nazarı etkili olan kişi, baktığı şahsa, dinde nakledilen duaları okumak suretiyle onun için dua etmesi gerekir. Bu dualardan birisi şudur: -Allahumme barik fihi ve la tedurruhu- "Allah'ım onu mübarek kıl ve ona zarar verme!" Yine şöyle demesi de sünnettir:

"Maşaallah, la kuvvete illa billah".

 

Ravdatü 't-talibin' de şöyle denilmektedir: Kişinin, elbisesinin bedenine değen iç tarafını yıkaması da sünnettir.

 

İbnü'I-Mukri'nin ifadesi şu şekildedir: "Kişinin, elbisesinin derisine temas eden bölümünü su ile yıkaması, sonra suyu nazar değen kişiye dökmesi sünnettir."

 

Şöyle bir görüş de ileri sürülmüştür: "Yöneticinin, nazar değdirmesiyle bilinen bir kimsenin insanların arasına karışmasını engelleyip ona evinde kalmayı emretmesi, şayet fakir ise onun için yeterli olacak rızkı temin etmesi gerekir. Çünkü onun zararı, Hz. Ömer tarafından toplum içine karışması yasaklanan cüzzamlının zararından daha fazladır."

 

Kadı Hüseyin şunu zikretmiştir: Peygamberlerden biri kavminin sayısını çok olarak gördü. Bunun üzerine Allah bir gecede o kavimden yüz bin kişiyi öldürdü. Sabah olunca peygamber bu durumdan Allah'a yakındı. Bunun üzerine Allah şöyle buyurdu:

 

"Sen onların sayısını çok görerek onlara nazar değdirdin. Sen onların sayısının çok olduğunu gördüğünde onları koruma altına alsaydın ya!". Peygamber "Ey Rabbim! Ben onları nasıl koruma altına alayım?" diye sordu. Allah buyurdu ki: "Şöyle dersin. Ebediyyen ölmeyen, Hayy ve Kayyum olan Allah ile sizi koruma altına aldım. Bin tane la havle vela kuvvete billah ile sizden kötülüğü savdım!"

 

Kadı Hüseyin şöyle demiştir: Kişi gözünü salim ve durumunu mutedil olarak gördüğünde onun da kendi içinden bu sözleri söylemesi sünnettir.

 

Kadı Hüseyin öğrencilerinin sayısını çok olarak görünce onlara bu duayı okuyarak koruma altına alırdı.

 

İmam Fahreddin [er-Razi] kitaplarının birinde şöyle demiştir: "Üstün bir kişiliğe sahip olan kişinin nazarı olumsuz bir etki yapmaz; çünkü bu bir şeyi büyük görmektir. "

 

Kadı Hüseyin'in bir peygamberden yaptığı nakil ise bunu reddetmektedir.

 

Zerkeşi şöyle demiştir: "Alimler [içinde bulunduğu] hal ile adam öldürme meselesinden söz etmemişlerdir. Ben bu konuda herhangi bir nakil görmedim. Sonrakilerden biri böyle adam öldüren kimsenin aynı şekilde öldürüleceği şeklinde fetva vermiştir; çünkü o da tıpkı sihirbaz gibi iradesiyle bunu yapmaktadır. Doğru olan görüşe göre ise bu şekilde adam öldüren o şekilde öldürülmeyeceği gibi seleften bir gruptan nakledildiği gibi beddua ederek de öldürülmez. "

 

Mehdi b. Meymun şöyle demiştir: Gaylan b. Cerir'in bize anlattığına göre Mutarrif b. Abdullah b. Şıhhir ile bir kişi arasında bir konuşma geçti, adam yalan söyledi. Bunun üzerine Mutarrif "Allah'ım! Bu adam yalan söylüyorsa onu öldür!" dedi, adam cansız bir şekilde yere düştü. Bu durum Ziyad'a iletildiğinde "adamı sen mi öldürdün" diye sordu.

Mutarrif "hayır, benim bedduam onun eceline denk geldi" dedi.

 

90. Bir kimse, murisi lehine, bir yaralama konusunda henüz yara iyileşmeden şahitlik etse' bu şahitlikte töhmet bulunduğundan kabul edilmez; çünkü murisi ölse erş, şahitlik eden kişiye ait olacağından kişi sanki kendi lehine şahitlik etmiş gibidir.

 

Ebu Ali el-farıkİ şöyle demiştir: "Ancak yaralı şahsın borçları malvarlığından fazlaysa o zaman kişinin şahitliği kabul edilir; çünkü burada kendisi için bir yarar sağlamamaktadır."

Bu konuda öğrencisi Ebu Said b. Ebu Asrun da hocasına tabi olmuştur.

 

İsnevi şöyle demiştir: "Bu, itiraza açıktır; çünkü borç, mirasçılığa engel değildir. Kişi borçtan ibra edilebilir."

 

Ezrai şöyle demiştir: "Bu mesele, tevakkuf edilecek bir konudur. Borçlar, zekatlar ve genel vakıflar gibi ibranın söz konusu olmayacağı borçlardan ise veya çocuk veya akıl hastasına ait ise o zaman bu tevakkuf daha da güçlenmektedir."

 

Zahir olan, alimlerin ifadesini mutlak olarak almaktır; çünkü murisin gizli bir malının çıkması ihtimali sebebiyle töhmet mevcuttur.

 

Rafil şöyle demiştir: "Bunların şahitlerin tezkiyesi konusundaki şahitliği yaralama konusundaki şahitlikleri gibidir."

 

Not:  Rafii ve Nevevi yaralama meselesini mutlak olarak zikrettiği halde Cüveyni "ölüme yol açması mümkün olan yaralama" şeklinde kayıtlamıştır.

 

Nevevi'nin ifadesinden şöyle bir anlam anlaşılabilir: "Bu meselede, şahitlik anındaki mirasçılık dikkate alınır. Kişi şahitlik anında hacb sebebiyle mirasçı olamadığı halde engel sonradan ortadan kalksa şahitliği kabul edilir" .

 

Mezhepte esas alınan görüşe göre kişi, o ikisinin şahitliği ile hükmedilmeden önce ölse bu şahitlik geçersiz olur, daha sonra ölürse batıl olmaz.

 

91. Varanın iyileşmesinden sonraki şahitlik kesin olarak kabul edilir; çünkü o durumda töhmet söz konusu değildir.

 

Not:  Nevevi, "muris" ifadesini mutlak olarak kullandığı halde şahitlikler bölümündeki ifadelerden anlaşılacağı üzere bu, kişinin üst ve alt soy hısımı olmamakla kayıtlıdır. Çünkü üst ve alt soy hısımlarının şahitliği, arada biri diğerinin parçası olma özelliği olduğundan mutlak olarak kabul edilmez.

 

92. Kişi, mala ilişkin bir davada ölüm hastalığında olan murisi lehine şahitlik yaptığında [bu şahitlik kabul edilir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Alimlerin çoğunluğu tarafından daha doğru kabul edilen görüşe

göre bu şahitlik kabul edilir.

 

İkinci görüş

 

Yaralama meselesinde olduğu gibi bu da kabul edilmez.

 

Fariki ikisini şu şekilde birbirinden ayırmıştır: Bu iki şahit mal konusunda şahitlik ettiklerinde malın ödenmesinin gerekli olduğu anda kendileri lehine herhangi bir yarar söz konusu olmaz; çünkü mülkiyet, lehine şahitlik edilen kimse için söz konusu olmakta ve onun kendi le zzet ve şehvetleri için bu malı sarfetmesi halinde bu tasarruf geçerli olmaktadır. Bu şahitler yaralama için şahitlik ettiklerinde ise ödemenin yapılmasının gerekli olduğu anda bunun yaran şahitlere dönmektedir; çünkü ölüm öncesinde diyet ödemek gerekli değildir. Ölümden sonra ise diyetin onlara ödenmesi gerekir.

 

Rafii ise iki mesele arasında şu farkın bulunduğunu söylemiştir: Yaralama, hakkı muristen mirasçıya nakleden ölümün sebebidir. Burada ise bunun tersine bir durum söz konusudur.

 

93. Akıle, yanlışlıkla veya kasıt benzeri gerçekleşen öldürme veya organ koparmaya ilişkin davada şahitlik eden kimselerin fas ık olduğuna şahitlik etse bakılır:

 

> Akıle, şahitlik ettikleri vakitte [öldürmeye ilişkin] diyeti yükleniyorlarsa onların şahitliği kabul edilmez; çünkü onlar bu şahitlikle kendilerinden tazmin yükümlülüğünü kaldırmaya çalışmaktadırlar.

 

> Şahitlik ettikleri vakitte diyeti yüklenmiyorlarsa bakılır:

 

Akılenin fakirlerinden iseler İmam Şafii'nin açık ifadesine göre bunların şahitlikleri yine reddedilir.

 

Uzakta olan akıleden olup daha yakınlar içinde borcu ödemeye yeterli olacak miktarda mal varsa İmam Şafii'nin açık ifadesine göre şahitlikleri kabul edilir.

 

[Üstteki iki durum] arasında şu fark vardır: Mal [sabit olmayıp sürekli] gidip gelmektedir. Zengin olmak uzak bir ihtimalolmadığından burada töhmet söz konusudur.

 

Yakının ölümü ise inanç açısından uzak görülen bir durum gibi olduğundan böyle bir durumda töhmet söz konusu olmaz.

 

94. Nevevi "öldürme [diyetini] yükleniyorlarsa" diyerek "kasten adam öldürme konusunda şahitlik eden kimselerin" ve "şahsın adam öldürdüğünü ikrar ettiğine dair şahitlik eden kimselerin" fasıklığı konusunda şahitlik etmelerini dışarıda bırakmıştır. Zira burada akılenin diyet yükü yüklenmesi söz konusu olmadığından bir töhmet bulunmadığı için bu şahitlik kabul edilir.

 

Not:  Nevevi' "akılenin yükleneceği diyet konusunda, şahitlerin fasık olduğuna ilişkin şahitliği kabul edilmez" demiş olsaydı daha iyi olurdu. Böylece ifadesi benim yaptığım açıklamayı da kapsardı.

 

95. Şahitliğin karşılıklı yalanlamadan korunmuş olması şarttır. Buna göre iki kişi, iki şahsın bir adam öldürdüğüne şahitlik ederken, aleyhine şahitlik edilen kişiler de derhalailk iki şahsın veya başkalarının o adamı öldürdüğüne şahitlik etseler bakılır:

 

> Veli, ilk iki şahsın şahitliğini kabul ederse onların şahitliğinde töhmet bulunmadığından buna göre hüküm verilir ve sonraki iki kişinin şahitliği düşer. Çünkü onlar şahitlikleriyle, önceki iki kişinin şahitlik ettiği öldürmeyi kendilerinden def etmeye çalışmaktadırlar.

Kendisine yönelik bir şeyi def etmeye çalışan kişinin şahitliğinde töhmet söz konusudur.

 

Not:  Nevevi"nin ifadesinden şu sonuç çıkmaktadır: "İlk iki kişinin şahitliklerine göre hüküm verilmesi ancak velinin onları tasdik etmesi halinde olur." Bu kastedilmemiş olup velinin onları yalanlamaması şarttır. Zira davanın açılmasından sonra onların şahitliği dinleniHr, veli onları tasdik etmese bile hakim bu şahitliğe dayanarak hüküm verebilir.

Çünkü velinin öldürme iddiası aleyhinde şahitlik edilen kimseler üzerinedir. Bulkınl'nin de dediği gibi hüküm vermenin caiz olması için şahitliği talep etmek yeterlidir.

 

96. Veli,

 

> sonraki iki şahidin sözünü tasdik etse,

> Veya hepsinin sözünü tasdik etse,

> Yahut hepsinin sözünü yalanlasa

 

Üç durumda da her iki şahitlik geçersiz ahel gelir.

 

ilk durumda geçersiz hale gelir; çünkü son iki kişinin şahitliğini kabul etmek ilk ikisini yalanlamak anlamına gelir. Ayrıca bu, sonraki iki şahidin ilk iki şahide düşmanlığını da içermektedir.

 

İkinci durumda geçersiz hale gelmesinin sebebi ise her bir grubu tasdik etmenin diğerini yalanlamak anlamına gelmesidir.

 

Üçüncü durumda şahitliklerin niye geçersiz olduğu ise zaten açıktır.

 

Not:  Bu meselenin ortaya konulması şu açıdan problemli görülebilir: Öldürme konusunda şahitlik ancak daha öncesinde sahih bir davanın bulunması halinde dinlenilir. Davada ise katilin belirtilmesi gerekir. Öyleyse iki kişi şahitlik yaptığında nasılolur da sonradan velinin görüşüne müracaat edilir?

 

Buna birkaç şekilde cevap verilebilir. Ben bunları Şerhu't-Tenbıh adlı eserimde belirttim.

Bunların en doğrusu şudur: Veli iki kişi aleyhine dava açar ve buna dair iki kişi şahitlik eder. Aleyhine şahitlik edilen iki kişi derhal iki şahit veya başka iki kişi hakkında onların katil olduğu şeklinde şahitlik ederler. Bu durum hakim açısından bir şüphe sebebi olur ve o ihtiyaten veliye müracaat ederek sorar. Velinin davasına devam mı ettiği, yoksa bundan dönerek sonraki iki şahidin sözünü mü tasdik ettiği yoksa hepsinin sözünü mü tasdik ettiği yahut hepsinin sözünü mü yalanladığını soruşturur.

 

Velinin dava açma hakkı geçersiz hale gelir mi? Nevevi'nin ifadesinden geçersiz hale gelmeyeceği anlaşılmaktadır.

 

Zerkeşi "bu konuda, mirasçıların bir kısmının yalanlaması meselesindeki hükümlerin geçerli olması gerekir." demişse de çoğunluğun ifadesine göre velinin hakkı batıl olur.

 

97. Mirasçıların bir kısmı -fasık bile olsa- bazı mirasçıların kısası affettiğini ikrar etse, kimin affettiğini belirtsin ya da belirtmesin kısas düşer; çünkü kısas uygulaması parçalara bölünemez.

 

98. Mirasçılardan biri, kısas konusunda kendisine ait olan hakkın düştüğünü itiraf etse diğerlerinin hakkı da düşer.

 

99. Nevevi "kısas düşer" ifadesiyle diyeti dışarıda bırakmış olup bu düşmez. Bu ifadeyi kullanan kişi affedenin kim olduğunu belirtmezse mirasçıların tümü diyeti alır. Kimin affettiğini belirtir de o kişi bunu inkar ederse hüküm yine böyledir. Suçluyu affetmediği konusunda yeminle birlikte o şahsın sözü kabul edilir. Şayet karşılıksız veya mutlak olarak affettiğini ikrar ederse diyetteki hakkı düşer, kalanlar diyetten kendi paylarını alırlar.

 

Not:  Mirasçıların bir kısmının diyetteki payını değil kısası affettiğini ispat etmek için iki şahit gerekir. Çünkü kısas mal değildir. Eksik hüccet ile sabit olmayan şeyin düştüğüne de hükmedilmez. Kişinin diyetteki payını affettiği hususu ise bir erkek ve iki kadın veya bir erkek ve davacının yemini şeklindeki eksik hüccet ile sabit olur. Çünkü mal, bunlarla sabit olduğu gibi bunlarla sakıt da olur.

 

Nevevi'nin "ikrar etse" ifadesi, kişinin şahitlik etmesini dışarıda bırakmaktadır. Zira bu kişi fasık ise veya affedenin kim olduğunu belirtmemişse bu ikrar gibidir. Güvenilir ise ve kim olduğunu belirtmişse, suçlunun dava edilmesinden sonra bu kişinin kısas ve diyeti birlikte affettiğine şahitlik ederse diyet konusunda şahitliği kabul edilir. Suçlu, şahitle birlikte şahsın diyeti affettiğine dair yemin eder, diyet ve kısası affettiğine dair yemin edemez; çünkü kısas ikrar ile düşer. Bu durumda diyetten affedenin payı düşer. Şayet yalnızca diyeti affettiğine şahitlik ederse şahidin kısas hakkı düşmez.

 

100. [Bir adam öldürme davasında] iki şahit öldürmenin;

 

> Zamanı konusunda ihtilaf etse; mesela birisi "[falanca kişi maktulü] geceleyin öldürdü" dediği halde diğeri "gündüz öldürdü" dese,

 

> Mekanı konusunda ihtilaf etse; mesela birisi "onu mescitte öldürdü" dediği halde diğeri "onu evde öldürdü" dese,

> Kullanılan alet konusunda ihtilaf etse; birisi "onu kılıçla öldürdü" dediği halde diğeri "onu mızrakla öldürdü" dese,

 

> Şekli konusunda ihtilaf etse, birisi "onu boynunu kopararak öldürdü" dediği halde diğeri "onu iki parçaya ayırarak öldürdü" dese,

 

Bu durumda onların şahitlikleri geçersiz olur. Bu durum bir karine olarak da kabul edilmez; çünkü her biri diğeri ile çelişmiştir.

 

Öldürmenin şekli ile ilgili olan ifade [el-Muharrer'de bulunmayıp el-Minhac'a] Nevevi tarafından eklenmiştir.

 

[Zayıf] bir görüşe göre bu şahitlik bir karine teşkil eder. Bu durumda veli yemin eder ve diyet sabit olur. Çünkü iki şahit öldürmenin aslen meydana gelmiş olduğu konusunda ittifak etmektedir. Öldürmenin niteliği konusundaki ihtilaf ya' yanlışlık veya unutma sonucu meydana gelmiştir.

 

Şöyle bir soru sorulabilir: Veli, kendisi ile aynı görüşte olduğu şahitle birlikte niçin yemin etmiyor veya benzer durumda hırsızlık meselesinde olduğu gibi bedel almıyor?

 

Buna şöyle cevap verilir: Kasame konusu daha önemlidir. Bu sebepledir ki yeminleri tekrar ettirmek suretiyle bu konuda iş sıkı tutulmuştur.

 

Not:  Bu, iki kişinin fiile şahitlik yapması halinde söz konusudur. Şayet ikrara şahitlik ederlerse İmam Şafii'nin el-Ümm'deki açık ifadesine göre zaman konusunda,

İbnü'l-Mukrl'nin belirttiğine göre mekan konusunda ihtilaf etmesinin zararı yoktur. Çünkü adam öldürme ve bunun niteliği konusunda bir ihtilaf söz konusu olmayıp ikrar konusunda ihtilaf söz konusudur. Ancak şahitlik esnasında cinayetin, birbiri arasında tarafların belirttiği zaman diliminde ulaşılamayacak kadar uzak mesafe bulunan iki yerde aynı anda işlendiğini söylerlerse örneğin birisi öldürmenin falangün Mekke'de diğeri ise aynı gün Mısır'da olduğuna şahitlik ederse bu, şahitlik geçersiz olur.

 

Son Hükümler

 

Şahitlerden birisi davalının adam öldürdüğüne diğeri ise bunu ikrar ettiğine şahitlik etse bu durum bir karine teşkil eder, buna dayanılarak kısas uygulanmaz ancak kasame yapılır.

Çünkü iki şahit aynı konuda .ittifak etmemişlerdir.

 

Mirasçılardan birisi davalının kasten adam öldürdüğünü iddia ederse yemin eder.

Yanlışlıkla veya kasıt benzeri fiille adam öldürdüğünü iddia ederse iki şahitten biriyle yemin eder. Öldürme fiiline şahitlik eden kimse ile birlikte yemin ederse diyeti akıle üst-

lenir. İkrara şahitlik edenle birlikte yemin ederse diyeti suçlunun kendisi öder. Kasten öldürdüğünü iddia eder de şahitlerden birisi, şahsın kasten öldürdüğüne ilişkin ikrarı bulunduğuna şahitlik eder, diğeri ise mutlak olarak adam öldürdüğüne ilişkin ikrarı bulunduğuna şahitlik ederse veya birisi kasten öldürme konusunda şahitlik ederken diğeri mutlak olarak öldürme konusunda şahitlik ederse şahitlerin ittifak etmesi sebebiyle adam öldürme sabit olur. Davalının bunu inkar etmesi kabul edilmez. Daha sonra öldürmenin niteliğini açıklaması talep edilir. Bundan kaçınırsa yeminden kaçınmış kabul edilir. Davacı kendisine döndürülen yemin etme hakkını kullanarak onun kasten öldürdüğüne dair yemin ederse kısas uygulanır. Davalı bir açıklama yaparak "kasten öldürdüm" derse kendisine kısas uygulanır. Mirasçı mal karşılığında affederse veya kişi yanlışlıkla öldürdüğünü belirtirse davacı onu yalanlıyorsa, kasıtlı öldürmediğine dair ona yemin ettirir. Davalı yemin ederse kendi ikran ile sabit olan yanlışlıkla öldürme diyetini ödemesi gerekir. Yeminden kaçınırsa davacı yemin eder ve davalıya kısas uygulanır.

 

Bir kimse bir şahsın Zeyd'i öldürdüğüne, bir başkası ise onun Amr'ı öldürdüğüne şahitlik ederse Zeyd ve Amr'ın velileri [kasame uygulamasıyla] yemin edebilirler; çünkü onların hepsi hakkında karine gerçekleşmiştir.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

DEVLETE KARŞI İSYAN SUÇU VE CEZASI