FE’Y VE GANİMET |
A. FEY
1. Feyin Türleri
Nevevi daha sonra {ey'in
altı türünden bahsetmiş, şu sözleriyle buna işaret etmiştir:
[Feyin türleri
şunlardır:]
1. Cizye,
2. Ticarı malların onda
biri [şeklinde alınan gümrük vergisi],
3. Korkup kaçarak
bıraktıkları mallar,
4-5. Öldürülen veya ölen
mürtedin malı,
6. Mirasçı bırakmaksızın
ölen zımmınin malı.
4. [Feyin türleri
şunlardır:]
> Cizye,
> kafirler bizim
ülkemize geldiklerinde kendilerinin ticaret mallarından alınması şart koşulan
onda bir [gümrük vergisi],
> Onlara cizye adıyla
konulmuş bulunan haraç vergisi,
> Müslümanlardan veya
başkalarından korkup kaçarak bıraktıkları mallar,
> Mürted olarak ölen
veya öldürülen kimsenin malı,
> Mirasçısı
olmaksızın veya mirasçı bulunsa bile onun mirası hak etmediği durumda ölen
zımm! vb. şahısların malları.
Not: Nevevi'nin bu tanımı, fey'in bütün fertlerini
içinde barındırmamaktadır; çünkü daha önce geçtiği halde ihtisas türünden olan
şeyler de fey kapsamında olduğu halde Nevevi'nin "mal" ifadesi
bunları dışarıda bırakmaktadır. Nevevi "kafirlerden hasıl olan" demiş
olsa daha iyi olurdu.
Nevevi'nin tanımı, fey
kapsamının dışında yer alan şeyleri dışarıda bırakmamaktadır; çünkü hırsızlık,
hibe, mal bulma vb. yollarla hasılolan şeyler de bu tanımın kapsamına
girmektedir. Oysa bunlar fey değil ganimettir.
Kafirlerin savaş hali
dışında bize hibe ettikleri şeyler fey olmadığı gibi ganimet de değildir,
aksine bu, kime hediye edilmişse onun olur. Savaş devam ederken bize hediye
ettikleri şey ise -ileride geleceği üzere- ganimettir.
Nevevi "korku"
ifadesini zikretmemiş olsa daha iyi olurdu. Zira böylece kafirlerin başlarına
gelen bir zorluk sebebiyle yahut savaş yapmaksızın sulh yapmaları sebebiyle
terk ettikleri mallar da tanım kapsamına girerdi; çünkü ortada bir korku olmasa
bile bunlar feydir.
2. Feyin Hükmü
Nevevi daha sonra feyin
hükmü konusuna şu sözleriyle temas etmiştir:
Fey, beşe bölünür.
Feyin beşte biri beş
gruba aittir:
Birincisi müslümanların
maslahatlarıdır. Bunun için ayrılan pay, sınırdaki gediklerin kapatılması, kadı
ve alimlerin maaşlarının karşılanması için harcanır. Bunlar içinden daha önemli
olana öncelik verilir.
[Feyin beşte birinin
harcanacağı] ikinci yer Haşimoğulları ve Muttaliboğulları'dır.
Bunda zengin, fakir ve kadınlar ortaktır. Mirasta olduğu gibi erkeğe daha fazla
verilir.
Üçüncü grup yetimlerdir.
Yetim, babası olmayan küçük çocuktur. Meşhur görüşe göre fakir olması şart
koşulur.
Dördüncü ve beşinci grup
miskinler ve yolda kalmışlardır.
Devlet başkanı sonda yer
alan dört grubun tümüne fey gelirinden verir.
[Zayıf] bir görüşe göre her
bir bölgede hasıl olan fey gelirini o bölgede bu sınıflardan kim varsa ona
verir.
Feyin geriye kalan beşte
dördüne gelince; daha güçlü görüşe göre bunlar rızıkları devlet tarafından
karşılanan kimselere [mürtezika] verilir ki bunlar cihad için hazır bekletilen
ordulardır. Devlet başkanı bir dıvan teşkilatı [fon] kurarak her bir kabile
veya cemaat için bir onbaşı belirler. Devlet başkanı her bir askerin bakmakla
yükümlü olduğu kimseleri ve onlara yeterli olacak maaş miktarını araştırır ve
onlara yeterli olacak miktarı kendilerine verir. DIvan teşkilatına isimler
kaydedilirken ve bunlara maaş verilirken Kureyş kabilesine öncelik verilir.
Onlar, Nadr b. Kinane'nin çocuklarıdır. Bunlar içinden de Haşimoğulları ve
Muttaliboğullarına öncelik verilir. Sonra Abdişems oğulları, sonra Nevfel
oğulları, sonra Abdüluzza oğulları, sonra da Resulullah (s.a.v.)'a yakınlığına
göre diğer oymaklar, sonra ensar, sonra da diğer Araplar, sonra Arap olmayanlar
gelir.
Kör, kötürüm, savaş için
elverişli olmayan kimseler divana yazılmazlar.
Divanda kayıtlı askerler
içinden bir kısmı hastalanır veya delirir de bu arızı durumun ortadan kalkması
ümit edilirse kendisine maaş verilir. İyileşme ümidi yoksa daha güçlü görüşe
göre yine maaş verilir. Aynı şekilde asker öldüğünde onun karısı ve çocuklarına
da
nafakaları [dıvandan]
verilir. Kadına, başkasıyla evleninceye kadar verilir; çocuklara ise kendi
başlarına hareket edinceye kadar verilir.
Fey'in beşte dördü,
askerlerin ihtiyaçlarından fazla olursa artan kısım askerlere maaşları oranında
geri dağıtılır.
Daha doğru görüşe göre
fey gelirlerinin bir kısmının sınır boylarının ıslahı, silah ve at için sarf
edilmesi caizdir.
Yukarıdakiler fey
kapsamındaki menkul malların hükmüdür. Gayr-i menkullere gelince mezhepte esas
alınan görüşe göre bunlar vakıf kabul edilir, bundan elde edilecek gelir
yukarıda belirtilen şekilde dağıtılır.
5. Diğer üç [mezhep]
imamının görüşünün aksine fey, tıpkı ganimet gibi beş eşit parçaya bölünür.
Onlara göre ise fey beş parçaya bölünmez, bunun tamamı Müslümanların yararı
için harcanır.
Bizim delilimiz
[yukarıda geçen] "Allah'ın savaşsız olarak ele geçirilen beldelerin
halkına ait mallardan [fey'den] elçisine verdiği şeyler Allah'ın, Peygamber'in,
onun akrabalarının, yetimlerin, yoksulların ve yolda kalmış kimselerin
hakkıdır." [Haşr, 7] ayetidir. Bu ayette herhangi bir kayıt konulmamış,
ganimetI e ilgili ayette ise beşte bir kaydı konulmuştur. İki meselede hüküm
aynı olduğundan mutlak ifade mukayyed ifadeye hamledilir. Bunun nedeni şudur:
Her iki ayette hüküm birdir, bu da müşriklerden Müslümanlara intikal eden
maldır. [Sebepler ise farklı olup] birinde savaş sebebiyle [intikal ederken]
diğerinde savaşsız intikal etmektedir. Nitekim yanlışlıkla adam öldürme
kefaretinde, azat edilmesi istenen köledeki "mümin" kaydını, zıhar
kefaretine de aynı şekilde naklediyoruz.
6. Hz. Peygamber
(s.a.v.) döneminde feyin beşte dördü bir kenara, beşte biri bir kenara
ayrılırdı. Ayette peygamberle birlikte zikredilen dört sınıfın her birine beşte
birin beşte biri verilirdi. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sağlığında ona ayrılan
payonun vefatından sonra bizim yararımıza olan şeyler için kullanılır. Geriye
kalan beşte dört ise savaşçılarındır. Nitekim bu, Nevevi'nin [birazdan gelecek]
ifadelerinde yer almaktadır.
7. Feyin beşte biri beş
gruba aittir. Bu durumda payda yirmibeş olmuş olur.
8. [Fey gelirlerinin
harcanacağı yerlerin] birincisi Müslümanların maslahatları [kamu yararı]dır.
Bundan hiçbir kısım bir kafir için harcanamaz.
Nevevi Müslümanların
maslahatına dair bazı örnekler vermiştir.
Bunlardan birisi [sınır
boylarındaki] kalelerdir. Yani buraların kapatılması, maddı yardım ve
savaşçılarla doldurulması için harcanır. Burası müşrik ülkelerine sınırı
bulunan Müslüman ülkesinin uçlarında, düşmanın saidırma tehlikesi bulunan ve bu
sebeple halkın saldırı ihtimalinden korktuğu yerlerdir.
Müslümanların yararına
olan harcamalardan biri de mescitlerin, köprülerin ve kalelerin imar
edilmesidir.
Yine [Müslümanların
maslahatları kapsamında harcama yapılması gereken yerlerden biri de] kadıların
[hakimlerin], imamların, Müslümanların maslahatlarıyla ilişkili olan tefsir,
hadis ve fıkıh gibi ilimlerle uğraşan alimlerin ve bu ilimlerin talebelerinin
rızıklarının [maaşlarının] verilmesidir.
Not: Nevevi, "alimler" ifadesi ile
"imamlar", "Kur'an öğreticileri", "müezzinler"
vb. Müslümanlar için genel yararın söz konusu olduğu bütün şeylere dikkat
çekmiştir. Çünkü sınır boylarının korunması Müslümanların korunması anlamına
gelir. Ayrıca yukarıda zikredilen kimseler bu ilimlerle uğraşmayı, hükümlerin
uygulanmasını, eğitim ve öğretimi bırakarak çalışıp kazanma peşine düşmesin
diye kendilerine fey gelirlerinden rızıklarına yeterli olacak kadar verilir ki
böylece onlar bu işlerle uğraşabilecek zaman bulmuş olsunlar.
Zerkeşi, Gazali'den
naklen şöyle demiştir: "Alimler ve hakimler zengin olsalar bile
kendilerine maaş verilir. Verilecek maaşın miktarını devlet başkanı maslahata
göre belirlir. Bu, [devlet hazinesindeki] malın azlık ve çokluğuna göre
değişir."
Gazali şöyle demiştir:
"Bu maldan, çalışıp kazanamayacak durumda olan kimselere de şayet onlar
zengin değilse verilir. "
"Kadı"
ifadesi, kazasker [kadı asker / askerı hakim] dışındakileri kapsamaktadır.
Maverdı'nin belirttiğine göre savaşlarda fey ehli olan askerler hakkında hüküm
veren hakimlerin rızıkları [maaşları] feyin beşte dördünden karşılanır, beşte
birinin beşte birinden değiL. Maverdı "askerlerin imamları, müezzinleri ve
memurları da böyledir" demiştir.
9. Fey gelirlerinden
harcama yapılırken Müslümanların mas lahatları içinde önem sırasına dikkat
edilmesi zorunludur. Et-Tenbih'te belirtildiğine göre bunların en önemlileri
sınırlardaki gediklerin kapatılmasıdır. Çünkü bunu yapmak, Müslümanların
korunmasını temin etmektedir.
Not: İhya'da şöyle denilmektedir:
"Devlet başkanı,
hak sahiplerinin hak ettiği şeyi devlet hazinesinden kendilerine vermezse,
bunlardan birinin hazineden herhangi bir şeyi alması caiz olur mu? Bu konuda
dört görüş bulunmaktadır:
a. Hazineden bir şeyalmak
hiçbir şekilde caiz olmaz; çünkü hazine [bütün Müslümanlar arasında]
müşterektir. Kişinin hazinedeki payının ne olduğu bilinmemektedir. Bu, kamu
malını hortumlamaktır.
b. [Hak sahibi olan
kişi] her gün, o günlük azığı ne ise onu alır.
c. Bir yıl boyunca
kendisine yeterli olacak miktarı alır.
d. Kendisine verilecek
olan hisse miktarı ne ise o kadar alır. " Gazali şöyle demiştir:
"Kıyasa uygun olan bu [sonuncu] görüştür; çünkü bu mal, ganimetin onu
kazananlar arasında ve mirasın mirasçılar arasında ortak olması gibi ortak
değildir. Zira söz konusu mal ganimeti kazananlar ve mirasçıların malıdır.
Onlardan birisi ölmüş
olsa bu mal mirasçılarına dağıtılır. Burada ise kişi ölmüş olsa, mirasçısı
herhangi bir şeyalmaya hak kazanamaz."
el-Mecmu'da [Nevevi]
Gazali'nin bu dördüncü görüşle ilgili kanaatini desteklemiştir. Bana göre de
böyledir.
Nevevi, fetvalarında
şöyle demiştir:
"Bir kimse bir grup
insanın her birinden bir şey gasp ederek bunların tümünü birbirine karıştırsa
daha sonra karıştırdığı malın tümünü mal sahiplerine hakları oranında dağıtsa,
her birinin kendi hissesi miktarınca alması helalolur. Hak sahiplerinin bir
kısmına dağıtsa, kendisine verilmiş olan kişi, kendisinden alınan mal miktarı
ve diğer şahısların malları arasındaki orantıyı dikkate alarak bunu kendisi ve
diğerlerine dağıtır."
Daha önce bu konuya gasp
bölümünde işaret edilmişti.
10. Feyin kendilerine
dağıtılacağı kimselerin ikinci grubunu Haşimoğulları ve Muttaliboğulları teşkil
etmektedir. Mezhebimizin imamı olan İmam Şafii (r.a.) de bunlar arasmda yer
almaktadır. Bunlar Hz. Peygamber (s.a.v.)'in akrabalarıdır. Ayette
"peygamberin akrabaları" derken kastedilenler de bunlar olup,
Abdişemsoğulları ve Nevfeloğulları buna dahil değildir. Bunların dördü Abdimenaf'm
çocukları olmuş olsalar bile hüküm böyledir. Çünkü son ikisinin çocukları da bu
paydan istediği halde Hz. Peygamber (s.a.v.) yalnızca ilk ikisinin çocuklarına
dağıtım yapmıştır. Bunu Buharlrivayet etmiştir. (Buhari, Fardu'l-humus, 3140) Ayrıca Haşimoğulları ve Muttaliboğulları, ne
cahiliye döneminde ne de Müslümanlık döneminde Hz. Peygamber (s.a.v.)'i terk
etmemişlerdir. Hz. Muhammed (s.a.v.) peygamber olarak gönderildiğinde de onu
destekleyip savunmuşlardır. Buna karşılık son ikisinin çocukları ise böyle
yapmamış, hatta ona eziyet etmişlerdir. Bunların ilk üçü ana-baba bir kardeş,
Nevfel ise baba-bir kardeştir. Abdişems, Hz. Osman'm dedesidir.
11. Burada, nesep
yoluyla babalara bağlanma özelliği dikkate alınır, annelere bağlanma dikkate
alınmaz. Anneleri aracılığıyla bu soylara bağlı olanlara fey gelirinden
verilmez. Bunu Nevevi ve Rafii belirtmiştir.
12. Subki, kızı
Zeynep'ten olma Ümame binti Ebi'ı-Ass ve kızı Rukiyye'den olma Abdullah b.
Osman gibi Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kızlarının çocuklarını istisna etmiştir;
bunların Hz. Peygamber (s.a.v.)'in akrabası olduğu konusunda şüphe yoktur.
Subki şöyle demiştir:
Alimlerin buna temas
ettiğini görmedim. Bu hükmün "Haşim ve Muttalib'in akrabaları"
şeklinde sInırlandırılmasl uygun olup "Haşim ve Muttalibi'in oğulları
[çocukları]" diye sınırlandırılması doğru değildir.
Buna göre Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in kızlarının çocukları "nesep yoluyla annelere bağlanma dikkate
alınmaz" şeklindeki ifade içinden istisna edilir. Nitekim alimlerin sahih
kabul ettiği şu görüş de bunu desteklemektedir: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'e
özgü özelliklerden birisi de kızlarının çocuklarının kendisine mensup
olmasıdır." Bunu İbn Şehbe söylemiştir.
Hocamız Zekeriya
el-Ensarı buna şu şekilde cevap vermiştir: Adı geçen çocuklar küçük yaşta ölüp
kendilerinin nesli kalmamıştır, dolayısıyla bunları zikretmenin bir anlamı
yoktur.
Bu durumda Subkl'nin
bunları istisna etmesine gerek yoktur. Üstelik onun ibaresinin kapsamına,
kastedilmeyen kimseler de girmektedir. Zira Haşim ve Muttalib'in akrabaları,
belirtilen şekliyle bunların furuundan daha geneldir.
13. Ayette mutlak ifade
kullanılması [herhangi bir kayıt konulmaması] sebebiyle feyin beşte birinin
beşte birine zengin ve fakir [olan peygamber yakınları] ortaktır. Nitekim Hz.
Abbas (r.a.) Kureyş'in zenginlerinden olduğu halde Hz. Peygamber (s.a.v.) ona
feyden vermiştir.
14. Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in yakınlarından olan kadınlar da buna ortaktır; çünkü Zübeyir,
annesinin yani Peygamberimizin halası Safiyye'nin payını alıyordu. Hz. Ebu Bekir
de bu paydan Hz. Fatıma'ya veriyordu. Bu deliller olmamış olsaydı kadınlara
feyden verilmezdi; çünkü ayette kullanılan "zevu" ifadesi eril
[müzekker] bir ifade olduğundan ayet yalnızca erkeklere bu paydan verileceğini
göstermektedir. ZevO ifadesini erkek ve dişiyi kapsayacak şekilde kabul etmek
bir delili gerektirir. Bunu Subki söylemiştir.
15. [Kadınlara da
verilmekle birlikte] -küçük bile olsa- erkeğe dişiden daha fazla pay verilir.
Buna göre erkek iki pay,
kadın bir pay alır; çünkü bu, Allah tarafından verilmiş olan baba yönünden
akrabalık sebebiyle hak edilen bir bağıştır.
Ezrai şöyle demiştir:
Bana göre çift cinsiyetli şahıs da dişi gibidir. Onun için, [cinsiyeti netlik
kazanıncaya kadar fazladan] bir şey bekletilmez.
Bana göre ise Nevevi'nin
sözünden anlaşılacağı üzere [cinsiyeti netlik kazanıncaya kadar] kendisi için
tam bir erkek payı bekletilir. Nitekim bu husus Nevevi'nin "miras
gibi" ifadesinden anlaşılmaktadır. Cüveynı, erkeğe kadından fazla pay
verilmesi konusunda sahabe İcmaı bulunduğunu belirtmiştir.
Müzenı, Ebu Sevr ve İbn
Cerlr [et-Taberl'n]in bunlara eşit pay verilmesi görüşünü kabul ettikleri
nakledilmiştir.
Not: Nevevi'nin "miras gibi" ifadesinden
anlaşıldığına göre, "bu şahıslar kendi paylarını almaktan yüz çevirseler,
payları sakıt olmaz." Daha doğru olan görüş budur. Nevevi bunu siyer
bölümünde belirtmiştir.
Ayetin genel ifadesinden
şu hususlar anlaşılmaktadır:
> Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in akrabalarının hepsine bu paydan verilmesi gerekir.
> Kadı Hüseyin
muhalefet etmiş olmakla birlikte onunla iki yönden akraba olan ile tek yönden
akraba olana eşit pay verilmesi gerekir.
> Büyük olan
küçükten, yakın olan uzaktan, feyin bulunduğu yerde olan kişi orada
bulunmayandan daha fazla pay alamaz.
16. [Fey gelirinin beşte
birinin harcanacağı grupların] üçüncüsü, ayette yer aldığı üzere
yetimlerdir.
Yetim, ister erkek ister
kız isterse çift cinsiyetli olsun, henüz buluğ çağına er me miş bulunan ve
babası olmayan küçük çocuktur.
Küçük kimsenin yetim sayıldığının
delili, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in "buluğa erdikten sonra yetimlik
yoktur" hadisidir.(Ebu Davud, Vesaya, 2873)
Ebu Davud'un rivayet
ettiği bu hadisi Münzirı ve başkaları zayıf kabul etmiş olmakla birlikte Nevevi
hasen kabul etmiştir.
Yetimin babası olmayan
kimseye denilmesine gelince; bu, sözlükte ve halk arasındaki kullanımda
böyledir. Yetim, ister asker çocuğu olsun ister olmasın, babası cihad esnasında
öldürülmüş olsun ya da olmasın, dedesi bulunsun ya da bulunmasın böyledir.
Er-Ravda'nın nikah
bölümünde "yettme" isminin "[babası olmadığı gibi] dedesi de
olmayan kız" için kullanıldığı belirtilmiştir. Doğru olan ise burada
zikredilendir. Şöyle söyleyebiliriz:
"Nikah konusunda
yettme denilirken kastedilen şey yalnızca küçük yaşta evlendirilen kızdır ki
dedesi onu evlendirir. Bu hüküm, buradaki konu ile çelişmez. Nevevi'nin
kastının bu olduğu konusunda şüphe yoktur."
Not: Nevevi'nin "yetim" sözcüğünü
"Müslüman" diyerek kayıtlaması daha iyi olurdu, çünkü kafirlerin
yetimlerine, [fey gelirinden] "yetimler" için ayrılan paydan herhangi
bir şey verilmez. Bunu Cüveynı, Maverdı, Saymerı ve başkaları belirtmiştir.
Çünkü bu, kafirlerden alınmış malolduğundan tekrar onlara geir verilmez.
Aynı şekilde Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in yakınlarının, fakirlerin ve yolda kalmışların da aynı şekilde
Müslüman olması şart koşulur.
Kendilerine
"yetim" adı verilmediği halde alimlerin yetime ilişkin
açıklamalarının kapsamına "veled-i zina", "buluntu çocuk",
"lian yapılarak nesebi reddedilen çocuk" da girmektedir.
Şeriata göre veled-i
zinanın babası yoktur, dolayısıyla ona yetim denilmez. Buluntu çocuğun babası
ortaya çıkabilir. Lian yoluyla nesebi reddedilen çocuğu reddeden kişi daha
sonra onun nesebini kendine bağlayabilir. Ancak kıyasa göre bunlara da
"yetimler" payından verilir.
Babasını değil annesini
kaybetmiş olana [Arapça'da] munkatz' [Türkçe'de öksüz] derler. Hayvanlarda
yetimlik annenin kaybedilmesi ile, kuşlarda ise anne ve babanın kaybedilmesiyle
olur.
17. Meşhur görüşe göre
bir kimseye "yetim" adının verilebilmesi için değil fakat kendisine
yetimlerin payından verilebilmesi için -Kitap'ta daha sonra tarifi geleceği
üzere- miskinliği de kapsayacak şekilde fakir olması gerekir; çünkü "yetim"
sözcüğü bunu çağrıştırmaktadır. Ayrıca yetimin, babasının malı sebebiyle zengin
olması onun hak sahibi olmasını engelliyorsa kendi malı ile zengin olması
evleviyetle engeller.
Diğer görüşe göre ise bu
şart değildir. Kadı Hüseyin şöyle demiştir: "Bizim alimlerimizin görüşü
böyledir. Aksi takdirde fakirler kapsamına bu kişi de zaten girmiş olacağından
bunun ayrıca zikredilmesinin bir anlamı kalmazdı."
Bu görüş, "yetimin
ayrıca zikredilmesi, [zengin olması halinde feydeki gelirden] mahrum edilmemesi
içindir." denilerek reddedilmiştir.
18. [Fey gelirinin
kendilerine verileceği grupların] dördüncüsü ve beşincisi, fakirleri de
kapsayacak şekilde miskinler ve yolda kalmışlardır. Bunların açıklaması, bundan
sonraki bölümde gelecektir.
Nevevi'nin mutlak
ifadesinden böyle bir şart anlaşılmamakla birlikte Fevr2mı ve başkalarının
belirttiğine göre yolda kalmış olan kimsenin fakir olması şarttır.
Maverdı şöyle demiştir:
Devlet başkanının miskinlerin zekatlaki, feyin beşte birindeki ve
kefaretlerdeki paylarını toplayıp bir araya getirmesi caizdir. Bu durumda
onlara ait üç sınıf mal söz konusu olur ...
Bir kimsede yetimlik ve
miskinlik bir arada bulunuyorsa kendisine miskinlikten dolayı değil yetimlikten
dolayı verilir; çünkü yetimlik kişiden ayrılmayan bir niteliktir, fakirlik ise
ayrılabilir bir niteliktir.
Ona "yetimlikte
fakirlik ve miskinlik şarttır" denilerek itiraz edilmiştir.
Maverdi'nin ifadesinden
şu anlaşılmaktadır: "Gazı, aynı zamanda Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
akrabalarından olursa, gazı olması hasebiyle herhangi bir şeyalamaz, yalnızca
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yakını olması yönüyle alır."
Buna karşılık Rafii
"zekatların taksimi" konusunda böyle durumda olan kişinin her iki
özelliği sebebiyle fey' den alabileceğini söylemiştir. Onun sözünden
anlaşıldığna göre bu konuda bir görüş ayrılığı da yoktur ki bana göre de
böyledir.
Gazılikle miskinlik
arasında şu fark vardır: Gazilik sebebiyle fey' den payalınması bizim buna olan
ihtiyacımız sebebiyledir. Miskinlik sebebiyle alınması ise miskin olan kişinin [şahsı]
ihtiyacı sebebiyledir.
19. Devlet başkanının,
[şahsen olmayıp] görevlendirdiği bir kimse aracılığıyla bile olsa, fey
gelirinden [yukarıda belirtilen beş gruptan] son dördüne vermesi gereklidir.
Bunlar içinden feyin olduğu yerde mevcut olmayanlara da orada bulunanlara da
verilmesi gerekir.
20. Her bir bölgede elde
edilen gelir o bölge sakinlerine dağıtılır. Bazı bölgelerde, ellerinde fey
gelirinden herhangi bir şey olmaması sebebiyle bir şeyolmazsa veya fey geliri o
bölgedekilere dağıtıldığında hepsine yeterli olmayacak şekilde olduğundan
herkese verilemeyecek olursa, devlet başkanı başka bölgelerin fey gelirinden
oraya nakilde bulunarak feyin elde edildiği yer yer ile nakledildiği yer
arasında gerçekleştirilmesi gereken eşitliği sağlar.
21. Rafii ve Nevevi'nin
kesin olarak belirttiklerine göre, zekatta olduğu gibi burada her bir sınıftan
üç kişiye verilmekle yetinilmesi caiz değildir.
22. Devlet başkanının;
yetimler, miskinler ve yolda kalmış kimseler[e verilecek fey miktarı konusunda]
bir grubu diğerinden üstün tutması caizdir; çünkü bunlar ihtiyaç sebebiyle fey
gelirine hak kazanmakta olduklarından onların ihtiyaçları dikkate alınır. Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in akrabaları açısından durum farklı olup onlar -daha önce
belirtildiği üzere- akrabalıkları sebebiyle bu gelirde hak sahibi olmuşlardır.
23. Toplanan fey geliri,
dağıtıldığında hiçbir ihtiyacı kapatmayacak şekilde az olursa devlet başkanı
[ihtiyaç konusunda öncelik sırasına riayet ederek] daha muhtaç olanlardan daha
az muhtaç olanlara doğru bir sıra takip eder. Zorunluluk sebebiyle, bütün
ihtiyaç sahiplerine pay vermez.
24. "İhtiyaç sahibi
olmak", fey'de hak sahibi olmada dikkate alınmamakla birlikte [daha muhtaç
olanı daha az muhtaç olanlar üzerine tercih etmede] bir tercih sebebi olmaktadır.
25. Yukarıdaki
gruplardan herhangi birisi bulunmadığında o grubun payı -tıpkı zekatta olduğu
gibi- diğer gruplara verilir. Ancak Hz. Peygamber (s.a.v.)'e ait olan pay bunun
dışında olup o, Müslümanların maslahatı için harcanır.
26. Miskinlik veya
fakirlik iddiasında bulunan kişinin iddiası, [yalan söyleme] töhmet[i] altında
olsa bile, şahit getirmesine gerek olmaksızın tasdik edilir. Yetim olduğunu
veya Peygamberin akrabası olduğunu iddia eden kişinin bu iddiası ise ancak
delil getirmesi ha-
linde kabul edilir.
27. [Zayıf] bir görüşe
göre fey malından her bir bölgede elde edilen gelir, tıpkı zekatta olduğu gibi
o bölgedeki fey alabilecek sınıflara tahsis edilir.
Ayrıca malı başka yere
nakletmek meşakkatlidir.
Bu görüş şu şekilde
reddedilmiştir: Bu, [fey alabilecek durumda olan] bazılarının [haklarından]
mahrum kalmasına yol açar. Ayrıca bu, ayete aykırıdır.
28. Fey'in [beşte biri
yukarıdaki sınıflara dağıtıldıktan sonra], Resulullah (s.a.v.)'a ait olan kalan
beşte dördü [ne olur? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçlü görüşe göre
feyin yirmi beşte biri de buna eklendikten sonra rızıkları devlet tarafından
karşılananlara [askerlere] verilir; çünkü öncekilerin uygulaması bu şekildedir.
Zira feyin Resulullah
(s.a.v.)'a ait olma sebebi, Allah'ın yardımının onun sayesinde gelmesidir. Onun
vefatından sonra yardım için hazırda bekletilen kimseler savaşçılardır.
Nitekim Nevevi bunu şu
şekilde açıklamıştır: "Bunlar, -devlet başkanının tayini ile- cihad için
hazır bekletilen ordulardır."
Bunlara
"mürtezika" [rızıkları devlet tarafından karşılananlar] adı
verilmesinin sebebi onların kendilerini dini savunmak için hazır bulundurmaları
ve rızkı da Allah'ın [savaş sonucunda vereceği] malından talep etmeleridir.
[Metinde] bunların
zikredilmesi "kendi istekleriyle savaşan" kimseleri dışarıda
bırakmaktadırlar. Bunlar dinç / istekli olduklarında savaşa katılırlar.
Düzenlilmaaşlı ordunun aksine bunlara fey gelirinden değil zekat gelirinden
verilir.
İkinci görüş
Fey'in beşte dördü,
tıpkı [Peygambere ayrılan] yirmibeşte birlik pay gibi Müslümanların
maslahatları için harcanır. Bunların en önemliler.i maaşlı askerlerdir.
29. Ilk görüşe göre mal,
fakir durumda oldukları halde maaşlı askerlerin ihtiyacı için yeterli olmazsa,
devlet başkanı bunlara "Allah yolunda olanlar"a ait paydan verir.
30. Feyin beşte dördünün
maaşlı askerlere ait olduğu bu şekilde anlaşıldıktan sonra [şunu deriz]:
Devlet başkanının bu
askerler için [onların isimlerinin ve maaşlarının kayıtlarının tutulacağı] bir
dıvan teşkilatı kurdurması -Cüveynı'nin açık ifadesine göre- menduptur.
Ebu't-Tayyib'in
ifadesinden de bunun mendup olduğu anlaşılmaktadır. Er-Ravda'daki ifadeden ise
bunun vacip olduğu anlaşılmaktadır.
İslamı dönemde divan
teşkilatını ilk olarak kuran Hz. Ömer'dir. Dıvan kelimesi, askerlerin
isimlerinin ve onlara verilecek rızıkların [maaşların] yazılı olduğu bir
defterdir. Yazı yazmak üzere oturulan yere de dıvan adı verilir. Arapça'ya
sonradan giren bu kelime aslen Farsça'dır. Denildiğine göre bu teşkilata ilk
olarak bu ismi veren kisradır. Çünkü bir gün kendi başlarına hesap yapan
kimseleri görünce onlara, deli anlamına gelen "divane" dedi. Daha
sonra bu kelimenin sonundaki harf çok kullanım sebebiyle hafifletilerek atıldı.
Şu söylenebilir: Bu
teşkilat Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Hz. Ebu Bekir (r.a.) döneminde olmayıp
sonradan ortaya çıktığına göre bid'at ve dalalettir.
Buna şöyle cevap
verilir: Bu, ihtiyacın gerektirdiği bir durum olup Müslümanlar tarafından güzel
görülmüştür. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Müslümanların güzel
gördüğü şey Allah katında da güzeldir. (Müsned, 1,379)
31. Devlet başkanının,
maaşlı askerlerden her bir kabile veya cemaat için, ihtiyaç anında onları bir
araya getirmek, devlet başkanının askerlerden isteğini gerçekleştirme konusunda
ona yardımcı olmak ve ordunun durumunu devlet başkanına bildirmek üzere bir
erbaş / onbaşı [arlf] tayin etmesi -er-Ravda'daki ifadeye göre- menduptur.
Devlet başkanı bu konuda onlara müracaat eder; çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.)
Hevazin savaşında şöyle söylemiştir: Durumu sizin yöneticilerinize soruncaya
kadar sizler geri dönün. (Buhari, Farzu'l-humus, 313)
Hz. Peygamber (s.a.v.)
her on kişiye bir başkan tayin etmişti.
Cüveyni bunun da ötesine
giderek şöyle demiştir: Devlet başkanı [yalnızca onbaşı tayin etmekle kalmaz,
aynı zamanda] ordu komutanını [genel kurmay başkanını] belirler. O da
yüzbaşıları [nakm] belirler. Yüzbaşılar da onbaşıları belirler. [Bir
seferberlik durumunda] her bir yüzbaşı, kendi emrinde sancağı altında bulunan
onbaşıları çağırır. Her bir onbaşı da kendi sancağı altında bulunan erleri
çağırır.
Not: Ata b. Yesar şöyle demiştir: "Kur'an
taşıyıcıları [hatızlar], cennetin onbaşılarıdır." Demiri bunun
"cennet ehlinin başkanları" anlamına geldiğini söylemiştir.
32. Askerin [başka bir
işle uğraşmaksızın] kendini tamamen cihada verebilmesi için, her bir askerin ve
onun nafakalarını vermekle yükümlü olduğu çocukları, eşleri, süslenme ve
tİcaret için değil de savaş ihtiyaçları veya öyle bir adeti varsa hizmet
ettirmek üzere yanında bulundurduğu kimselerin durumu hakkında araştırma
yaparak bunlartın ihtiyaçlarını karşılamay]a yetecek olan nafaka, giyecek ve
diğer ihtiyaç kalemlerini tespit edip ihtiyaç miktarınca bunları o askere vermesi
devlet başkanının zorunlu bir görevidir.
33. Devlet başkanı
ihtiyacı tespit ederken kişinin şahsiyet sahibi bir kimse olup olmaması,
bulunduğu mekan ve zaman, o bölgedeki ucuzluk ve pahalılık, o bölgede
yiyecekler ve giyecekler konusunda geçerli olan adeti dikkate almalıdır.
34. Kişinin yeni bir
veya daha fazla çocuğu olur yahut yeni bir veya daha fazla eşle evlenir de
ihtiyacı artarsa buna göre maaşında arttırma yapılır.
35. Yanında yoldaşı
bulunmayan askere köleler arasından birlikte savaş yapmaya ihtiyaç duyduğu veya
şayet kendisine hizmet edilen birisi ise hizmet etmesi için bir köle verilir ve
bu kölenin masraflarına yeterli olacak ödeme yapılır.
36. Süvari olarak
savaştığı halde atı bulunmayan askere, savaşta kullanmak üzere bir at verilir ve
bu atın masrafları da karşılanır.
37. Askerin karılarının
durumu farklı olup bunlara mutlak olarak nafaka verilir; çünkü bunların sayısı
dörtle sınırlıdır.
38. Askerin karısı ve
çocuğuna vermesi için kendisine verilen şeyin mülkiyeti fey gelirinden bu kadın
ve çocuğa ait olmaktadır. Bir başka görüşe göre ise bu, önce askerin
mülkiyetine girer daha sonra onun tarafından diğerlerine geçer.
39. [Fey gelirinden elde
edilen] mal çok olsa bile herhangi bir askere nesebinin soylu olması, daha önce
Müslüman olması, daha önce hicret etmesi veya diğer güzel hasletler sebebiyle
ek ödeme yapılmaz. Aksine miras ve ganimette olduğu gibi burada da eşit
dağıtılır. Çünkü bu askerlere, savaş için hazır bulunmaları sebebiyle fey
verilmektedir, bunlar da savaş için hazır beklemektedirler.
40. Gerek divana
isimlerin kaydedilmesi gerekse ödemelerin yapılmasında Kureyş kabilesinden
olanlara diğer kimselere göre öncelik tanınması menduptur. Çünkü Hz. Peygamber
(s.a.v.) "Kureyş'e öncelik tanıyın" buyurmuştur. (Müsnedü'ş-Şafii,
278)
Ayrıca onların, Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in mensup olduğu bir kabileye mensup olma şerefi söz
konusudur.
41. Kureyş kabilesi Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in [üst soyları arasında yer alan] dedelerinden Nadr b.
Kinane'nin çocuklarıdır. Onlar bir arada bulundukları için kendilerine [bir
arada bulunmak anlamına gelen] "Kureyş" adı verilmiştir. Bir başka
görüşe göre ise onlara güçlü kuvvetli olmaları sebebiyle bu isim verilmiştir.
42. Kureyş kabilesi
içinde;
> Haşimoğulları'na
öncelik tanınır. Haşim, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ikinci dedesidir. O, kavmi
için serit hazırladığından kendisine ["serit hazırlayan anlamına
gelen"] "haşim" adı verilmiştir.
> Yine Kureyş
kabilesi içinde Haşim'in öz kardeşi olan Muttalib'in oğullarına da öncelik
tanınır.
Not: Nevevi, Muttaliboğulları'nı Haşimoğulları'ndan
sonra "ve" bağlacını kullanarak zikretmek suretiyle bunlar arasında
bir sıralama bulunmadığına işaret etmiştir. Bu iki aile Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in şu sözünde eşit tutulmuştur: "Haşimoğulları ve Muttaliboğulları
bir şeydir." O, bunları söylerken parmaklarını birbirine geçirdi. (Buhari,
Farzu'l-humus, 3140)
43. [Fey geliri
dağıtılırken, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in akrabaları içinde yukarıdaki iki
aileden;]
> Sonra
Abdişemsoğulları gelir. Çünkü Abdişems, Haşim'in ana-baba bir erkek kardeşidir.
> Sonra
Nevfeloğulları gelir; çünkü Nevfel, Haşim'in, babası Abdimenaftan olma erkek
kardeşidir.
> Daha sonra, Hz.
Hatice'nin Hz. Peygamber (s.a.v.) ile olan ilişkisi yönünden Abdüluzzaoğulları
gelir; zira bu aile Hz. Peygamber (s.a.v.)'in karısının yakınlarıdır. Hz.
Hatice, Abdüluzza'nın oğlu Esed'in oğlu Huveylid'in kızıdır.
44. Daha sonra
Resulullah (s.a.v.)'a yakınlık sırasına göre Kureyş'in diğer aileleri gelir.
> Bunlar içinde
Abdüluzzaoğullarından sonra Abdüddar b. Kusayy oğulları,
> Sonra Zühre b.
Kilaboğulları gelir; çünkü bunlar Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in
dayılarıdır.
> Daha sonra Hz. Aişe
ve Hz. Ebu Bekir'in, peygamberimiz'e yakınlıkları sebebiyle Teymoğulları gelir.
> Sonra
Mahzumoğulları gelir.
> Sonra Hz. Ömer'in
peygambere yakınlığı sebebiyle Adiyyoğulları gelir.
> Sonra Cümahoğulları
ve Sehmoğulları gelir. İbnü'lMukrl'ye göre bu ikisi arasında sıralama vardır.
> Sonra Amiroğulları,
> Sonra Harisoğulları
gelir.
45. Kureyş kabilesinden
sonra ensara öncelik verilir. Çünkü onların İslam dininde güzel izleri
[hizmetleri] bulunmaktadır. Hocamız Zekeriya el-Ensarl'nin belirttiğine göre
ensar içinden Evs kabilesine öncelik verilmesi uygun olur; çünkü onlar Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in dayılarıdır. Ensar'ın tümü Evs ve Hazrec kabilelerinden
meydana gelir. Bunlar Harise b. Sa'lebe b. Amr b. Amir'in oğullarıdır. Bunu
Zerkeşi söylemiştir.
46. Ensardan sonra diğer
Araplar gelir. Hz. Peygamber (s.a.v.) ile yakınlıkları bulunmayan muhacider de
bu gruptadır.
Not: Nevevi ve diğer alimlerin ifadelerinden diğer
Araplar arasında eşitliğin gözetileceği anlaşılmaktadır. Maverdı buna aykırı
görüş belirterek şöyle demiştir: "Ensar'dan sonra Mudar kabilesi, sonra
Rebia, sonra Adnan'ın çocukları, sonra Kahtan'ın çocukları gelir. Devlet
başkanı tıpkı Kureyş'te olduğu gibi bunlar arasında da İslam'a girme önceliği
ni dikkate alarak sıralamaya dikkat eder."
İki kişi peygamberin
yakını olma konusunda eşit ise daha önce Müslüman olana, sonra daha dindar
olana, sonra yaşı daha büyük olana, sonra daha önce hicret etmiş olana, sonra
daha cesur olana öncelik verir. Daha sonra devlet başkanının görüşü esas
alınarak kur'a çekmek ile kendi rey ve ictihadına göre hareket etmek konusunda
serbesti tanınır.
47. Araplardan sonra
Arap olmayanlara sıra gelir. Arapların onların önüne alınmasının sebebi onların
Peygamber' e daha yakın ve şerefli olmalarıdır. Şayet aynı nesepten değiller
ise Arap olmayanlar arasında öncelik sırası, "Türk", "Hind"
vb. gibi ırklarına göre belirlenir.
Sonra beldelerine göre
belirlenir. Bunlar arasında İslam'a girme tarihi konusunda farklılık varsa buna
göre sıralanırlar. Aksi takdirde devlet başkanına yakınlıklarına göre, daha
sonra ona itaat etme tarihlerindeki önceliğe göre sıralanırlar.
48. Aynı nesepten
olurlarsa tıpkı Araplarda olduğu gibi yakınlık ve uzaklık dikkate alınır.
Hocamız Zekeriya
el-Ensarl'nin belirttiğine göre tıpkı Araplarda olduğu gibi önce yaşın, sonra
hicretin, sonra cesaretin sonra da devlet başkanının görüşünün esas alınması
gerekir.
49. El-Matlab adlı
eserde itiraza açık olduğu belirtilmekle birlikte Rafiı ve Nevevi'nin
imamlardan aktardıklarına göre yukarıdaki sıralama zorunlu olmayıp müstehaptır.
50. Askerler arasında
divana adı yazılacak olan kimse; Müslüman, mükellef, hür, gözleri gören, savaşa
güç yetirebilen ve savaşmayı bilen erkektir. Buna göre divanda kör, kötürüm,
kadın, çocuk, deli ve kafirlerin isimlerine yer verilmez.
51. Nevevi'nin çolak vb.
kimseler gibi "savaşmaya elverişli olmayan divana yazılmaz" ifadesi,
genelin özele atfedilmesi kabilinden bir kullanımdır. Yalnızca bu ifadeyi
söylemekle yetinmiş olsaydı bu yeterli olurdu.
52. Dilsiz ve sağır
kimselerin asker divanına kaydedilmesi caizdir. Yine, süvari olan topalın
yazılması da böyledir. Şayet süvari değilse yazılamaz.
53. [Divana isimler
kaydedilirken] bilinmeyen kişi, bir özelliği zikredilmek suretiyle
diğerlerinden ayırt edilir. Buna göre kişinin nesebi, yaşı, rengi zikredilir.
Başkasından ayırt edilecek şekilde yüz özellikleri nakledilir.
54. Askerler içinden
hasta olup veya delirip de hastalık ve delilikten iyileşme si -İbnü'r-Rif'a'ya
göre zamanı uzun sürse bile- ümit edilenlere fey gelirindeki payları tıpkı
sağlam şahıslara verildiği gibi -kesin bir şekilde- verilir, bunların isimleri
divanda kayıtlı olarak kalmaya devam eder; çünkü insanın her an arıZ! bir
durumla karşılaşması mümkündür. [Şayet böyle durumlarda fey gelirindeki
hisseleri verilmezse] insanlar bu tür arızi durumlar [la karşılaştıklarında fey
gelirlerinin kesilecek olması] sebebiyle cihaddan yüz çevirerek kazanç elde
etme yollarına başvururlar.
55. [Hastalık veya
delilik gibi arıZ! durumların] ortadan kalkması ümit edilmiyorsa [hüküm ne
olur? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçlü görüşe göre
-belirttiğimiz gerekçeden dolayı- kişiye maaşı verilmeye devam edilir. Ayrıca
kişi öldüğünde onun maaşı, zürriyetine kalıyorsa [hastalık ve delirme halinde]
kendisine kalması daha önceliklidir. Ancak er-Ravda ve eş-Şerhu'l-kebir'de
belirtildiğine göre bu kişinin adı, divandan kesin olarak silinir; çünkü adının
orada kayıtlı kalmasının bir yararı yoktur.
Not: Nevevi'nin ifadesinden [arızi bir durumla
karşılaşan askere] atı, savaşması vb. özellikleri sebebiyle verilen maaş ın
aynen verileceği anlaşılmaktaysa da bu kastedilmiş değildir. Tersine bu durumda
kendisine ve bakmakla yükümlü olduğu kimselere -Subkl'nin belirttiğine göre- o
zaman dilimine uygun olacak şekilde yeterli bir maaş verilir.
İkinci görüş
Bir yarar olması ümit
edilmediğinden bu kişiye verilmez. Yani savaşçılar / askerler için ayrılmış
bulunan, fey'in dörtte birinden verilmez. Ancak muhtaç ise kendisine başka
yerden [maddı yardımı verilir.
Görüş ayrılığı, kişiye
gelecek dönem için bir şey verilip verilmemesine ilişkindir. Geçmiş dönem için
ise kesin olarak [maaşı] verilir.
56. [Divandan düzenli
maaş alan bir asker], fey gelirinden payım almasının ardından öldüğünde [onun
geri bıraktığı kimselere nafaka ödenmeye devam edilir mi? Bu konuda İmam
ŞafiI'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçlü görüşe göre
bakmakla yükümlü olduğu karısı ve çocuklarına da [nafakaları] verilir ki
insanlar kendilerinin ölümünden sonra ailelerinin muhtaç duruma düşeceklerini
bilmeleri sebebiyle cihadı bırakıp da kazanç elde etme peşinde koşmasınlar.
Not:
a. Nevevi'nin
"zevce" kelimesini tekil, "çocuklar" kelimesini çoğul
zikretmesi, [maaş verilirken] tek zevcenin dikkate alındığı izlenimini
doğurmaktaysa da kastedilen şey bu değildir. Aksine kişi dört kadınla bile evli
olsa hepsine fey gelirinden verilir.
b. Nevevi'nin yalnızca
çocukları zikretmesi, kişinin ana-baba vb. nafakalarını vermekle yükümlü olduğu
diğer kimselere bir şey verilmeyeceği izlenimini doğurmaktaysa da bu
kastedilmemiştir. Ezrai, Beğavl'nin ifadelerinden bunun verileceği sonucunu
çıkarmıştır ki itimad edilmesi gereken de budur.
Ezrai şöyle demiştir:
"Üstsoy hısımları, alt soy hısımları ve zevceler içinden kendilerine
nafaka verilecek olanlar kafir iseler, bunlara da verilir mi? Bu konuda
herhangi bir nakil
görmedim. Bana göre
onlara verilmez."
Ancak alimlerin
ifadesinden onlara verileceği sonucu çıkmaktadır ki ben de bu görüşteyim. Çünkü
onlar bu şahısların Müslüman olmalarını şart koşmamışlardır.
c. Nevevi, bu şahıslara
ne miktarda nafaka verileceğini açıklamamıştır. Bununla kastedilen
"askerin alma hakkı bulunan nafaka kadar" değil, "onlara uygun
olacak kadar"dır.
İkinci görüş
Bu kimselerin ölen şahsa
tabiiyetleri sona erdiğinden onlara fey gelirinden verilmez.
57. [Yukarıdaki
meselede, daha güçlü olan görüşü kabul ettiğimizde] kişinin karısına,
başkasıyla evleninceye kadar nafaka verilir. Daha önce' geçtiği üzere kişinin
diğer karıları da böyledir. [Kadın başkasıyla evlenince nafaka verilemez];
çünkü kocası onu nafakaya muhtaç olmaktan kurtarmıştır. Şayet bu kadının ikinci
olarak evlendiği koca da maaş lı askerlerden ise, kocasına tabi olarak kendisi
için yeterli olacak nafaka kendisine verilir.
58. [Divandan düzenli
maaş alan askerin] karısının kazancı bulunsa veya miras ve vasiyet gibi bir
yolla [kendisine para kaldığından, divandan verilecek maaşa] ihtiyacı olmasa
ona verilmez. El-Beyan'da kazancı olana verilmeyeceği ifade edilmiş,
diğerlerini de Zerkeşi ifade etmiştir. Zahir olan ZerkeşI'nin belirttiği üzere
ümmüveledinde kişinin karısı gibi olmasıdır.
Not: Nevevi'nin [yukarıda (57.mad)]
"Evleninceye kadar" ifadesinden şöyle bir sonuç çıkmaktadır:
"Kadın, evlenilme konusunda rağbet gösterilmeyecek bir kimse olsa, yani
yukarıda belirtilen durumlar sebebiyle nafakaya ihtiyacı kalmayacak bir hale
gelemese, ölünceye kadar kendisine nafaka verilir." Bana göre böyledir.
Yine Nevevi'nin
ifadesinden şu sonuç çıkmaktadır: "Kadın, kendisine denk kimselerin
evlenme taleplerine rağmen evlenmekten kaçınırsa kendisine nafaka verilmeye
devam edilir." İtiraza açık olduğu söylenmişse de bana göre böyledir.
59. Çocuklara, kazanç
elde etmek veya vasiyet, erkek çocuğun [büyüyerek] savaşa güç yetirebilir hale
gelmesi vb. gibi yollarla müstakil olarak hareket eder hale gelinceye kadar
nafaka verilir. [Erkek çocuklardan büyüyüp de asker olmak isteyen] ve isminin
divana yazılmasını isteyenlerin adı divana kaydedilir, aksi takdirde onlara
ödenen nafaka kesilir.
Körlük, kötürümlük vb.
bir sebepten dolayı çocuk kazanç elde etmekten aciz bir şekilde buluğa
erdiğinde -kadınlarla evlilik yapıncaya dek- buluğa ermemiş gibi kabul edilir.
Not:
a. Subki bu meseleden şu
çıkarımı yapmıştır: "Fakih, muid veya müderris öldüğünde, karısına ve
çocuklarına, ölen şahsa verilen maaş içinden onlara yeterli olacak miktarda
verilerir. Bu, insanları ilme teşvik etmek içindir. Nitekim yukarıdaki meselede
de [bu maaşın kişinin yakınlarına verilmesi] cihada teşvik etmek içindir. [Ölen
şahsın yakınlarına verilen] mal, onların ihtiyaçlarından daha fazla ise bu mal,
vazifeyi yerine getiren kimseye verilir.
Burada şöyle bir itiraz
söz konusu olabilir: Vakfı yapan kimse o vakıftaki müderrise belirli bir sıfat
sebebiyle vakıf gelirinden verilmesini şart koşmuşsa, yukarıdaki uygulama onun
şartına aykırı hareket etmek anlamına gelir. Çünkü vakıf yapan şahsın ileri
sürdüğü şart onun karısı ve çocuklarında bulunmamaktadır.
Buna şöyle cevap
verilir: Bu nitelik bir süreliğine onların babası tarafından has ıl olmuştur.
Nafakanın onlara verilmesi tebeiyyet yoluyladır. Onlara ödeme yapılan süre,
geçmiş zaman dikkate aldığında tıpkı askerin boş zamanında da ödemeyi alması
gibi, göz yumulur. Eğitim vb. işlere elverişli olmayan kimselere ödeme
yapılmasının bir sakıncası yoktur; çünkü bu, sahih bir velayete bağlıdır.
Burada olması mümkün olmayan şey başlangıçta buna elverişli olmayan bir kimseye
maaş bağlanmasıdır. Nitekim cihada ehil olmayan bir kimsenin adının divana
doğrudan yazılması mümkün değildir.
İbnü'n-Nakıb şöyle
demiştir: ikisi arasında şu fark vardır: ilim, insanların içten sevgi
duydukları bir şeydir, herhangi bir şey insanı bundan başka yöne çeviremez,
dolayısıyla insanlar ilim konusunda kendi meyilleriyle baş başa bırakılır. Buna
karşılık cihad insanlar tarafından sevilmez. Bu yüzden insanların cihada hazır
beklemeleri için birbirine kaynaşmaya ihtiyacı vardır. Aksi takdirde kadın ve
çocuk sevgisi kişiyi cihaddan alıkoyabilir.
Veliyyü'l-Irakı şöyle
demiştir: Arada şu fark da vardır:
Kamu malından yani
maslahatlar için ayrılmış olan maldan vermek, vakıflar gibi özel mallardan
vermekten daha güçlüdür. Bu yüzden birinde esneklik gösterilmesi diğerinde de
gösterileceği anlamına gelmez. Zira vakıf, bir kimsenin ilmi belirli bir
bölgede yayma maslahatını elde etmek üzere tahsis ettiği muayyen bir maldır.
Şart bulunmadığı halde vakıf geliri, [o şartı taşımayan kimseye] nasıl
verilebilir?
Bu ayrımdan şu
anlaşılmaktadır: [Kamu] yararları için ayrılmış olan maldan alimlerin
çocuklarına da onlar için yeterli olacak miktar -tıpkı babalarına verildiği
gibi- verilir. ilk farkın kabul edilmesi halinde ise bu verilemez."
İkinci fark daha
güçlüdür.
b. Fey gelirinden
[askerlere ve yakınlarına verilecek] maaşın belirli olup değişmemesi gerekir.
Bu maaş, "yıllık" veya "aylık" şeklinde, senenin başında
veya şu zamanında, yahut ayın başında veya şu gününde şeklinde devlet başkanı
tarafından uygun görülecek şekilde verilmelidir. Çoğunlukla görülen uygulama
maaşların senede bir kere verilmesidir. Böylece her hafta veya ay maaş dağıtım
işlemi askeri cihaddan meşgul etmemiş olur: Ayrıca fey gelirlerinin en büyük
kalemini oluşturan cizye senede yalnızca bir kere alınmaktadır.
c. Fey mallarının
toplanması ve senenin dolmasından sonra ölen askere verilecek pay, tıpkı kira
akdinde ücrette olduğu gibi onun mirasçısına verilir. Sene dolduktan sonra
henüz mal elde edilmeden önce kişi ölürse onun mirasçısına herhangi bir şey
kalmaz; çünkü hak, malın toplanmasından sonra sabit olur. Burada
"sene" denilmesi bir örnek olup ay vb. zaman dilimleri de hüküm
açısından böyledir.
60. "Feyin beşte
dördü maaşlı askerlere aittir" şeklinde yukarıda geçen daha güçlü görüş
esas alındığında, feyin beşte dördü askerlerin maaşlarından fazla olursa
fazlalık kısım onlara masrafları oranında geri dağıtılır; çünkü bu, onların
hakkıdır.
Bunu şöyle
örneklendirebiliriz: Bir askere 1.000 dirhem, ikinci bir askere 2.000 dirhem,
üçüncü bir askere 3.000 dirhem ve dördüncü bir askere 4.000 dirhem yeterli
oluyorsa, bunların tümüne yeterli olacak miktar 10.000 dirhemdir. Buna göre,
elde edilen fey geliri ona bölünür. Birinci askere bunun onda biri, ikincisine
beşte biri, üçüncüsüne onda üçü, dördüncüsüne beşte ikisi verilir. Fey
gelirinden bir şeyartarsa bu şekilde hareket edilir.
Not: Başka alimlerin ifadeleri gibi Nevevi'nin
ifadesinden de şu anlaşılmaktadır: "Fey'de, artan fazlalık yalnızca
savaşçı erkeklere özgü değildir. "
Bu, Cüveyni'nin
ifadesine aykırıdır. Zira o şöyle demiştir: "Alimlerimizin ifadelerinden anladığıma
göre artan fazlalık yalnızca savaşçı erkeklere aittir, bu gelirden onların
soylarına -yani içlerinde erkek olmayanlara- verilmez.
Rafii şöyle demiştir:
"Artan gelirin, askerlere ertesi yılın maaşı olarak verilmesinin caiz
olduğu konusunda görüş ayrılığı yoktur. "
61. Yukarıdaki daha
güçlü görüş esas alındığında, daha doğru görüşe göre askerlerin ihtiyaçlarından
fazla olan fey gelirinin; sınır boylarının ıslahı, silah ve at için harcanması
caizdir; çünkü bunlar askerlere yardımcı olan işlerdir. Diğer görüşe göre ise
bu harca namaz, tıpkı ganimet gibi askerlere dağıtılır; çünkü askerlerin bunlar
üzerinde hakkı vardır.
İbnü'r-Rif'a bu görüşü
doğru kabul etmiştir.
Not: Nevevi'nin zahir hatta sanh ifadesinden şu
anlaşılmaktadır:
Fey için harcanacak bir
yer bulunduğu sürece devlet başkanı, devlet hazinesinde fey gelirinden elde
edilmiş herhangi bir mal bırakmaz. Her yıl bu malları, harcanması gereken
yerlere harcar, meydana gelebilecek bir kötü durumdan korkarak hazinede bu
malın bir kısmını tutamaz. Bunu yaparken Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'i örnek
alır; çünkü onlar herhangi bir malı bekletmemişlerdir. Daha sonra Müslümanların
başına beklenmedik bir durum gelirse Müslümanların bu durum için hazırlık
yapmaları gerekir. Düşman saldırırsa bütün Müslümanların seferber olması
gerekir. Devlet başkanı, fey gelirlerini harcayacak bir yer bulamazsa, kendi
görüşü doğrultusunda yeni sınır karakolları ve mescitler yaptırır."
Eş-Şerhu'l-Kebir ve
er-Ravda'da bu, tek görüş olarak aktarılmıştır.
Cüveyni şöyle demiştir:
Muhakkikler şu görüşü kabul etmiştir: Devlet başkanı meydana gelebilecek
durumları dikkate alarak devlet hazinesinde mal bekletebilir.
Fey, askerlerin maaşları
için yeterli olmazsa, bu gelir onların maaşları oranında kendilerine dağıtılır.
Bunu Maverdi söylemiştir.
62. Yukarıda geçen
hükümlerin tümü, fey olarak elde edilen menkul mallar hakkında geçerlidir.
Fey yoluyla elde edilen
arazi ve bina gibi gayr-i menkullere gelince, mezhepte esas kabul edilen görüşe
göre bu gayr-i menkullerin tümü vakıf kabul edilir. Yani devlet başkanı
tarafından vakıf işlemi gerçekleştirilir. Her yıl bunlardan elde edilecek
gelir, tıpkı menkul malların taksim edilmesi gibi taksim edilir; çünkü bu
uygulama askerler için daha yararlıdır. Buna göre gelirlerin beşte dördü
askerlere, beşte biri ise Müslümanların
yararı, peygamberin akrabaları, yetimler, miskinler ve yolda kalmışlara
harcanır.
Not: Nevevi"nin ifadesinden birkaç husus
anlaşılmaktadır. [Bunları maddeler halinde şu şekilde belirterbiliriz:]
1. Gayri menkuller, ele
geçirildiklerinde doğrudan vakıf olmazlar, -yukarıda da belirtildiği üzere-
devlet başkanı tarafından bunların vakıf haline getirilmesi gerekir. [Zayıf]
bir görüşe göre bunlar ele geçirildiği anda, tıpkı kadınların esir edildiği anda
köle olması gibi vakıf olurlar. Bu görüş, mezhepte esas alınan görüşün
mukabilidir.
2. [Nevevi'nin
ifadelerinden] gayri menkullerde tek seçeneğin vakıf olduğu gibi bir sonuç
çıkmakta ise de bu kastedilmemiştir. Aksine eş-Şerhu'l-Kebir ve er-Ravda'da belirtildiğine
göre devlet başkanı bunların taksim edilmesini yahut satılarak bedellerinin
taksim edilmesini uygun görürse bunu yapabilir. Ancak bunları Müslümanların
yararı için harcanacak pay gibi kabul edemez. Aksine vakfeder ve gelirlerini
Müslümanların yararı için kullanır. Yahut satarak elde ettiği satım bedelini
bunun için harcar. Bununla birlikte vakfetmesi daha iyidir.
3. Burada
"vakıf" ile kastedilen şer'ı vakıftır ki daha doğru olan görüş budur.
[Zayıf] bir görüşe göre ise burada şer'ı vakıf değil, malın taksim edilmeksizin
bekletilmesi anlaşılmaktadır.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN