MUĞNİ’L-MUHTAC

VAKIF

 

VAKIF İŞLEMİNİ GERÇEKLEŞTİRMEDE KULLANILAN SÖZLÜ İFADELERE İLİŞKİN HÜKÜMLER

 

Vakıf yapan kişi "çocuklarıma ve çocuklarımın çocuklarına vakfettim" ifadesini kullandığında bu bütün çocukların eşit olmasını gerektirir. Yine kişi buna ek olarak "onların bütün nesillerine" ifadesi veya "her bir batnına sonra diğer batna" ifadesini eklediğinde de böyledir.

 

Kişi "çocuklarıma vakfettim, sonra çocuklarımın çocuklarına vakfettim, sonra da onlardan doğacak olanlara vakfettim" veya "çocuklarıma ve çocuklarımın çocuklarına sonra da sırayla daha yukarıdakilere / öncelik sırasına göre vakfettim" dese sıralamalı bir şekilde vakfetmiş olur.

 

Çocuklara yapılan vakfın kapsamına daha doğru görüşe göre çocukların çocukları girmez.

 

Bir kimsenin; "zürriyetime / neslime / ardımdan gelenlere / çocuklarımın çocuklarına vakfediyorum" şeklindeki ifadesinin kapsamına kızların çocukları da girer. Ancak "bunların içinden nesepleri bana bağlı olanlar" ifadesini kullanmışsa o başka.

 

Bir kimse "bu malı mevalıme vakfettim" dese. bu şahsın hem azat ettiği kölesi hem de kendisini azat etmiş bulunan bir efendisi bulunsa, vakıf mal bu iki şahıs arasında bölünür.

[Zayıf] bir görüşe göre vakıf geçersiz olur.

 

Birbirine atfedilmiş cümlelerden sonra gelen sıfat, sonradan gelen bütün cümleler hakkında geçerli olur. Örneğin bir kimse "muhtaç olan çocuklarıma, torunlarıma ve kardeşlerime vakfettim" demiş olsa ["muhtaç olan" sıfatı hepSi hakkında geçerli olur.] Yine daha sonra gelen sıfat veya vav harfi ile atfedilen istisna da böyledir. Örneğin kişi "çocuklarıma, torunlarıma, kardeşlerime. bunların muhtaç olanlarına vakfettim" dese veya "aralarından fasık olanları hariç" dese [bu sıfat ve istisna hepsi hakkında geçerli olur.]

 

1. Vakfa ilişkin sözlü ifadelerde genel kural şudur: "Vakfeden kişinin ileri sürdüğü şart vakıfla çelişmediği sürece şarta riayet edilir. "

 

Vakfeden kişi, vakfedilen kişilerin ortak olmasını veya sırayla vakıftan yararlanmasını ifade eden "ve" bağlacı (vav harfi) kullanırsa bu şarta uygun hareket edilir. Nitekim Nevevi buna şu sözleriyle işaret etmiştir:

 

Bir vakıf işlemi yapmak isteyen kişi "şunu çocuklarıma ve çocuklarımın çocuklarına vakfettim" dese, bu ifade, söz konusu kimselerin her birine vakfedilen şeyden verme ve verilen şeyin miktarı bakımından eşit davranmayı gerektirir. Ki bunlar da kişinin çocuklarının ve onların çocuklarının -gerek erkek gerekse dişi olsun- her bir ferdidir. Çünkü usulcülerin çoğunluğu tarafından kabul edilen doğru görüşe göre, vav harfi tertip (sıralama) belirtmez yalnızca bir arada olmayı gerektirir. Bu konuda nahivcilerin icmaı bulunduğu nakledilmiştir.

 

Maverdl'nin abdest konusunda mezhebimiz alimlerinin çoğunluğundan naklettiği ;'vav harfi (-ve bağlacı) sıralama bildirir" diyenlere göre İbnü'r-Rif'a'nın dediği üzere çocukların öncelik hakkı bulunur.

 

Kişi "-ve" bağlacıyla vakfedilen kişilerin hepsini bir araya getirdikten sonra "onlardan ölenlerin payı çocuğuna ait olur" dese ve onlardan birisi ölse bu pay yalnızca çocuğuna ait olur ve çocuk bunun dışındaki bölümde diğerlerine ortak olur. 

 

2. Kişi malını vakfederken "çocuklarıma, çocuklarımın çocuklarına ve onların nesillerinden her kim gelirse" derse, vakıf malı bunların her birine eşit olarak verilir. Bu tıpkı "çocuklarıma ve onların ardından gelenlere nesillerinden her kim gelirse" demek gibidir.

 

[Soru]  Kişinin "nesillerinden her kim gelirse" ifadesi bir eşitliği de sıralamayı da gerektirmez, hükmü genelleştirmeyi gerektirir.

 

[Cevap]  Bu, belirtilen nitelikle birlikte genelleştirmeyi gerektirir ki bu eşitlemedir. Bu durum "alta kadar ne kadar inerse insin" demek gibidir.

 

3. Kişi yukarıdaki ifadeye ek olarak "peşpeşe her bir batından sonra diğer bir batna", "bir nesilden sonra diğer bir nesle" ifadesini kullanırsa bu da vakfedilen maldan verilme konusunda, vakfedilenlerin eşit tutulmasını gerektirir. Bu durumda en son batın en ilk batna eşit olur. Bu tıpkı "nesillerinden her kim gelirse" ifadesi gibidir.

 

Beğavi, Fevranı ve Abbadı bu görüşü kabul etmiştir. Bu görüşün delili şudur: "ba' de=sonra" ifadesi "birlikte" anlamında da kullanılır. Nitekim şu ayette geçen "ba'de" kelimesi -görüşlerden birine göre"sonra" anlamında değil "birlikte" anlamında kullanılmıştır:.... "Allah gök kubbeyi nasıl da direksiz yükseltti, ona ne mükemmel bir şekil ve düzen verdi. Onu geceleyin kararttı, gündüzün ağarttı, onunla birlikte yeryüzünü düzenleyip yaşamanıza elverişli hale getirdi. " [Naziat, 30]

 

4. Alimlerin çoğunluğu "bir batından sonra diğer batına" ifadesinin "en yukarıdan aşağıya doğru" ifadesinde olduğu gibi bir sıralama belirttiğini ifade etmişler, Subkl de İbn Yunus'a tabi olarak bunu sahih kabul etmiştir.

 

Subki şöyle demiştir: Bu görüş esas alındığında bu ifade yalnızca iki batın arasında sıralama belirtir. İkinci batnın ortadan kalkmasıyla vakıf mal için vakfeden kişi başka bir harcama yeri zikretmişse oraya verilir, aksi takdirde bu vakıf son tarafı kesintili bir vakıf olur.

 

İsnevı şöyle demiştir: Rafiı bu konuda yeterli incelemeyi yapmamıştır; çünkü Cüveynı'nin bazı öğrencilerinden sıralama yapılacağına dair bir nakil söz konusudur. Cüveyni'nin sözünden kesin olarak bu anlaşılmaktadır.

 

İsnevı vav harfinin sıralama bildirdiğini kabul eden bir grup alimin adını zikrettikten sonra şöyle demiştir:

 

Rafiı ve Nevevi'nin "eşitliği gerektirir" ifadeleri [yalnızca mezhep içi nakil bakımından değil] aklı açıdan da geçersizdir; çünkü Arapça'da (...) kelimesi (....) ve diğer kelimelere göre sıralamayı daha çok göstermektedir. Rafii ve Nevevi de bizzat bunun sıralama bildirdiğini tek görüş olarak nakletmişlerdir. Bizim ele aldığımız meselede ise öncelikle böyledir.

 

İbnü'I-İmad şöyle demiştir: İsnevi'nin; (....) kelimesi (...) (....) ve diğer kelimelere göre sıralamayı daha çok göstermektedir, şeklindeki ifadesi yanlış ve Kur'an'ın açık ifadesine de aykırıdır. Zira Yüce Allah ayette şöyle buyurmuştur:

 

[Ey Peygamber!] Sen sen ol, durmadan yemin ederek yalanlarını örtmeye çalışan, şeref ve haysiyetten nasipsiz olan, her daim onun bunun ayıbını arayan, söz getirip götürerek kovuculuk yapan, dünya malına tapan ve kimseye zırnık koklatmayan, hak hukuk tanımayan, işi gücü günah işlemek olan, son derce kaba, üstüne üstlük soysuzun teki olan adama boyun eğme! [el-Kalem, 10-13]

 

Müfessirler bu ayette geçen .... ifadesinin "bütün bu sayılanlarla birlikte" anlamına geldiğini söylemişlerdir.

 

(arapça ifadeler için 10.cilt sf 327)

 

İbnü'l-İmad, ayetlerden ve Arapça ifadelerden başka deliller de getirmiştir.

 

Bütün bu hususları ayrıntılı olarak zikretmemizin sebebi gerçeğin ortaya çıkmasıdır; çünkü alimler insanların kendisine uyduğu, doğru yolu gösteren önderlerdir. Onlar hakkında başka türlü düşünmek doğru değildir. Bu açıklamalarımızdan, Rafiı ve Nevevl'nin bu konuda esas aldığı görüşün itimad edilmesi gereken görüş olduğu anlaşılmış olmaktadır.

 

[İtiraz]  Rafii ve Nevevi "boşama" konusunda şunu açık olarak ifade etmişlerdir:

 

Bir kimse zifafta bulunmadığı karısına "sen bir talaktan sonra bir talakla boşsun" dese kadın ilk talakla boş olur, ikinci talak gerçekleşmez. Şayet bu ifadede yer alan "sonra" (ba'de) kelimesi "birlikte" anlamına gelseydi, "bir talakla birlikte bir talakla boşsun" deme durumunda olduğu gibi iki talakla boş olması gerekirdi.

 

[Cevap]  Kişinin "bir batından sonra bir batın" ifadesinden önce genelleme konusunda sarıh bir ifade olan "çocuklarıma vakfettim" ifadesi yer almıştır. Bunun ardından "sonra" ifadesi kullanıldığında bunun sıralama bildirmesi açık değildir. Bununla yalnızca diğer batınların da vakıf kapsamına girmesi amaçlanmış, böylece vakfın son kısmı kesintili olmaması istenmiştir.

 

5. Bir kimse;

 

> "Bu malı çocuklarıma sonra çocuklarımın çocuklarına sonra da onların nesillerinden her kim gelirse onlara vakfettim" dese,

 

> Veya "bu malı, çocuklarıma sonra da üstten başlayarak / birinciden başlayarak / en yakından başlayarak çocuklarımın çocuklarına vakfettim" dese

 

Burada kullanılan sözlü ifade sıralama bildirdiğinden vakıf da sıralı olarak yapılmış kabul edilir. Beğavı ve başkalarının açık ifadelerine göre vakfeden kişiye daha yakın bir batından olan kişiler mevcutken diğer batından olan bir kişi vakıftan yararlanamaz.

 

Not:

a. "Onların nesillerinden her kim gelirse" ifadesinin ilk duruma özgü kılınmasının bir delili yoktur, üstelik ilk durumda da bunun zikredilmesine gerek yoktur. Bu ifade, ilk durumda ve diğer durumlarda zikredildiğinde vakfın ebedı olması ve sıralı olması ilk başta ki iki tabakaya özgü olmaz. Bu ifade zikredilmediğinde Kadı Hüseyin ve başkalarının dediğine göre ebedılik ve sıralama ilk iki tabakaya özgü olur, bu iki tabakadan sonra ise vakıf "son tarafı kesintili vakıf" olur.

 

Subki şöyle demiştir: İlk durumda kişi "sonra" ifadesini zikretmediğinden üçüncü batından sonra ne yapılacağı konusunda tevakkuf edilebilir. Ancak "onların nesillerinden her kim gelirse" ifadesinin genelliği gerektirdiği söylenebilir ki bu da çocuklara sonra da onların çocuklarına diğerlerine göre öncelik tanınmasıdır. Bu, her bir batında gerçekleşir. Bu görüşte herhangi bir sakınca söz konusu değildir.

 

Daha önce buna işaret edilmişti.

 

Kişi ikinci batın için "sonra" ifadesini sonraki batınlar için de "-ve" bağlacını zikrederse, örneğin "çocuklarıma sonra çocuklarımın çocuklarına ve çocuklarımın çocuklarının çocuklarına vakfettim" dese sıralama yalnızca ikinci batın için söz konusu olur. Çünkü onlarda hem "sonra" hem de "-ve" bağlacına uygun hareket edilir. Bunun aksi olarak ikinci batında "-ve" bağlacı, daha sonra gelenler için ise "sonra" ifadesi zikredilirse sıralama yalnızca onlar hakkında geçerli olur. 

 

6. Bir kimse "çocuklarına" bir şey vakfetse, çocuklarının çocukları [vakfın kapsamına girer mi? Bu konuda mezhep içinde üç görüş bulunmaktadır: ]

 

[Birinci görüş]

 

Daha doğru olan -ve Buveytl'nin rivayetinde İmam Şafii (r.a.) tarafından ifade edilen- görüşe göre "çocukların çocukları" vakfın kapsamına girmez; çünkü onlar hakkında "çocuk" ifadesi hakikat anlamında kullanılmaz. Zira bir kimsenin çocuğunun çocuğu hakkında "bu onun çocuğu değildir" denilmesi doğrudur.

 

[İkinci görüş]

 

Bunlar da vakfın kapsamına girer; çünkü Allah Teala insanlara hitap ederken "Ey Adem oğulları!" demiştir.

 

[*] - Yine Hz. Peygamber (s.a.v.), şeytan taşlama esnasında şöyle buyurmuştur: Fırlatın bakalım ey İsmailoğulları! Sizin babanız da fırlatırdı. (Müstedrek, Cihad, 2, 94)

 

[Soru]  İmam Şafii (r.a.)'nin "bir sözcüğün aynı anda hem hakikat hem de mecaz anlama yorulması" şeklindeki kuralına bu kuralın tercih edilmesi uygun olurdu.

 

[Cevap]  İmam Şafii (r.a.)'nin söylediği şeyin gerçekleşmesi için sözü söyleyen kişinin bunu kastetmesi şarttır. Burada ise mutlak bir kullanımdan bahsedilmektedir.

 

[Üçüncü görüş]

 

Kişinin oğullarının çocukları neseben kendisine bağlı olduğundan "çocuklar" ifadesinin kapsamına girer. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) "ben Abdülmuttalib'in oğluyum" demiştir. Kızların çocukları ise vakfın kapsamına girmez. (Buhari, Cihad ve's-siyer; 2930)

 

Not:  Görüş ayrılığı, iki farklı tür bulunduğunda söz konusu olur. Şayet kişi "çocuklarıma vakfettim" dese ve kendisinin yalnızca çocuklarının çocukları bulunsa, ortada bir karine bulunmaSi ve kişinin sözünü hükümsüz bırakmaktan koruma adına bu sözcük onlara yorulur. Kişinin bir çocuğu dünyaya gelse zahir olan vakıf gelirinin ona verilmesidir; çünkü "çocuk" sözcüğünün hakiki anlamına uygun bir şey meydana gelmiştir. Yine vakıf işleminde "çocuklar" denilmesi durumunda olduğu gibi çocuğun çocuklarına da verilir. Vakfın sadece yeni meydana gelen çocuğa ait kabul edilmesi de bir ihtimalolsa bile ilk görüş daha kuvvetlidir.

 

Bu görüş ayrılığı, mutlak ifade kullanıldığı durumda söz konusu olur. Bu sözü söyleyen kişi bütün hepsini kastederse o zaman çocukların çocukları kesin olarak vakıf kapsamına girer.

Kişi "benim sulbümden olan çocuklarıma vakfettim" derse diğerleri kesinlikle vakfın kapsamına girmez. Kişi yalnızca "çocuklarıma vakfettim" dese ve kendisinin yalnızca bir çocuğu bulunsa, daha doğru görüşe göre vakıf yalnızca ona özgü olur.

 

7. Kişi "zürriyetine / nesline / ardından gelenlere " ve "çocuklarının çocuklarına" vakıfta bulunduğunda, kızlarının çocukları da vakfın kapsamına girer; çünkü bu söz onlar için de kullanılabilir.

 

"Zürriyet" sözcüğünün bunları kapsadığının delili şu ayettir: O'nun [İbrahim'in] soyundan gelmiş olan Davud, Süleyman, Eyyub, Yusuf, Musa ve Harun 'u da vahiy ve peygamberliğe mazhar kıldık. Biz Allah'a kullukta ihlaslı olanları işte böyle mükafatlandırırız. Biz Zekeriya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı da vahiy ve peygamberliğe mazhar kıldık. [el-En'am, 84]

 

Bu ayette Hz. İbrahim'in soyundan gelenler arasında Hz. İsa da sayılmıştır. Aslında o, kızın oğludur.

 

"Nesil" ve "ardından gelen" ifadesi de "zürriyet" ile aynı özel• liktedir.

 

8. [Yukarıdaki meselede] kişi ""içlerinden nesebi bana ait olanlar" ifadesini zikretmişse, bu durumda çocuklarının çocuklarının kapsamına kızların çocukları girmez; çünkü onların nesebi bu kişiye ait olmayıp babalarına aittir.

 

[İtiraz]  Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hasan hakkında "bu benim oğlum seyyiddir" demiştir.(Buhari, Fiten, 7109)

 

[Cevap]  "Nikah" konusunda alimlerin belirttiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.)'e özgü bir özellik olarak onun kızlarının çocukları da ona nispet edilir.

 

[İtiraz]  Alimlerin ifadelerinden anlaşıldığına göre vakıf yapan kişi ister erkek isterse kadın olsun onun oğulların çocukları da vakfın kapsamına girer. Oysa bu hüküm kadın açısından düşünüldüğünde problem teşkil etmektedir.

Zira alimler hem nikah hem de başka konularda "ana ile oğlu arasında nesep konusunda bir ortaklık yoktur" demişlerdir.

 

[Cevap]  Burada kadına neseben bağlı olmanın belirtilmesi bir gerçeği ifade etmek için olup birilerini dışarıda bırakmak için değildir. Dolayısıyla kızların çocukları da bunun kapsamını girer. Aksi takdirde vakfın tümden geçersiz olması sonucu doğar. Kadın konusunda fıkhl açıdan değil.dil açısından nesep bağı dikkate alınır. Bu durumda fakihlerin ifadelerini, erkeğin vakfı konusunda esas almak uygun olur.

 

Not:

a. Bir kimse oğullarına ve kızlarına bir malını vakfetse, çift cinsiyetli çocukları da bunun kapsamına girer; çünkü bu iki cinsiyetin dışında değildir, karışıklık yalnızca dış durum açısından meydana gelmiştir. Vakıf yapan kişi oğullar ile kızların paylarını birbirinden farklı yapmışsa kesin olarak bilinen [en az] miktar verilir, kalan kısım, cinsiyet belli oluncaya kadar bekletilir.

 

b. Yalnızca oğullara veya yalnızca kızlara yapılan vakfın kapsamına çift cinsiyetli çocuk girmez; çünkü onun diğer cinsiyetten olması muhtemeldir. İsnevı'nin belirttiği üzere bu ifadenin zahirinden "mal, kişinin belirlediği oğullarına veya kızlarına sarf edilir" şeklinde bir anlam anlaşılmaktaysa da bu kastedilmemiştir; çünkü biz onların, çift cinsiyetli çocuğun payı üzerinde hak sahibi olduklarını da kesin bilmiyoruz. Bu durumda tıpkı mirasta olduğu gibi onun cinsiyeti belli oluncaya kadar payı bekletilir. Bunu İbnü'l-Müslim açık olarak ifade etmiştir.

 

c. Bir kimse çocuklarına bir mal vakfettiğinde, doğru görüşe göre lian yaparak nesebini reddettiği çocuk bunun kapsamına girmez; çünkü o çocuğun nesebi o kişiye ait değildir. Nesebini reddettikten sonra tekrar nesebi kendisine bağla- e sa o takdirde bu çocuk vakfın kapsamına kesin olarak girer.

 

d. Yukarıdaki sözlü ifadelerin kullanılması durumunda vakıfta hak sahibi olanlardan birisi vakıf işlemi esnasında ana karnında olsa, daha doğru görüşe göre vakıf kapsamına girmez; çünkü doğum öncesinde ona "çocuk" denilemez. Ana karnında bulunduğu sürece vakfın gelirlerinden yararlanamaz. Şayet vakfedilen mal bir hurma ağacı ise ve çocuğun doğumundan önce meyveleri çıktıysa, çocuk doğum sonrasında bu meyvelerden hiçbir şeyalamaz.

 

[İtiraz]  Mirasta olduğu gibi burada da ana karnındaki çocuğun vakıfta hak sahibi olması gerekirdi.

 

[Cevap]  Miras meselesinin aksine burada dikkate alınan husus, kişiye "çocuk" adının verilebilmesidir. Ana karnındaki yavruya ise "çocuk" denilmez.

 

Cenin doğduktan sonra vakıf ta kesinlikle hak sahibi olur. Aynı şekilde vakıf işleminden sonra ana rahmine düşen. çocuklar da, doğru görüşe göre doğum sonrasında vakıf ta hak sahibi olurlar.

 

e. Kişi "Temimoğulları"na bir mal vakfetse, o kabilenin kızları da bunun kapsamına girer; çünkü bu ifade kabileyi ifade etmede kullanılır. Bunun aksi ise söz konusu değildir.

 

f. "Erkek kardeşlere" yapılan vakfın kapsamına kız kardeşler girmez. Bu er-Ravda ve eş-Şerhu'l-Kebir'in vasiyet konusunun sonunda belirtilmiştir. Maverdı ise onların da gireceğini belirtmiştir.

 

9. Kişi "Mevlalarına" bir mal vakfetse, bu kişinin hem kendisini azat eden bir efendisi hem de kendisi tarafından az at edilen bir kölesi bulunsa vakfedilen mal aralarında kişi başına değil iki gruba yarı yarıya bölünür.

 

[Zayıf] bir görüşe göre bu vakıf mücmel  olduğu için geçersiz olur.

 

Sözcüğü umum [genel] manada anlamak mümkün değildir; çünkü anlamları birbirinden farklıdır.

 

Birinci görüşün tercih edilmesi el-Muharrer metninde yer almayan Nevevi'nin eklediği bir fazlalıktır. Nevevi bunu er-Ravda'da da doğru kabul etmiştir. Buveytl'nin eserinde İmam Şafii (r.a.)'nin kendi ifadesi de bu şekildedir.

 

10. Nevevl'nin "vakıf ta bulunan kişiyi azat eden ve onun azat ettiği bir kimse bulunsa" ifadesi, bunlardan yalnızca birinin bulunması durumunu dışarıda bırakmaktadır ki bu durumda vakfın tek alacaklısı o olur. Diğeri daha sonra ortaya çıksa -İbnü'n-Nakıb çocuklara yapılan vakfa kıyasla onun da vakıf kapsamına girmesinin düşünülebileceğini söylemişse de- vakıf kapsamına girmez. İbnü'n-Nakıb'in kıyasına şu şekilde cevap verilmiştir: "Hem az at eden hem de edilen kişi anlamına gelen mevla sözcüğü laM müşterek bir sözcüktür. Eldeki karıne, yani bu sözcüğe uyan yalnızca bir kişinin bulunması bize sözcüğün bu anlamlardan birine özgü olduğunu göstermektedir. Bu durumda diğer mana kastedilmiş olamaz. Ortada bir karıne bulunduğunda -bu konuda usul ilminde bir görüş ayrılığı bulunmakla birlikte- laM müşterek bir sözcük ihtiyat gereği ve umum gereği her iki anlama da yorulur. Erkek kardeşlere yapılan vakıf ise bundan farklı olup "erkek kardeş" ifadesinde hakikat anlamı tektir. Bir isim, ona uyan bütün varlıklara verilir. Bu ismin kendisine verilmesi uygun olanlar vakıftan almaya hak kazanır. Ancak vakıf yapan kişi vakfı "vakıf esnasında mevcut olanlar" ile sınırlamışsa bu sınırlamaya uygun hareket edilir.

 

Not:  Nevevl'nin ifadesinden "bu görüş ayrılığının ancak vakıf yapan kişinin çoğul ifade kullanması halinde" geçerli olduğu anlaşılmaktadır ki bu Cüveyni'nin şu sözüyle de uyumludur: Kişi "mevlama vakfettim" gibi tekil bir ifade kullandığında azat eden kişinin ve azat edilen kölenin vakfın gelirinde ortak olması uygun değildir. Bu durumda vakıf yapan kişinin açıklamasına başvurmak gerekir.

 

Ancak İbnü'I-Mukrl'nin Ravd adlı eserinde ve Nevevl'nin erRavda adlı eserindeki ifadenin zahirinden "mevla" ifadesi ile "mevlalar" ifadesinin eşit olduğu anlaşılmaktadır. Kadı Ebu'tTayyib ve İbnü's-Sabbağ'ın belirttiğine göre zahir olan da bu görüştür.

 

Vakıfta bulunan kişinin açık ifadesi veya başka bir sebeple durum gereği vakfın geliri azat edilen mevlaya verildiğinde onun ölümüyle onun azat ettiği kimse -daha doğru görüşe göre- vakfın kapsamına girmez. Bu, er-Ravda'nın "vasiyetler" bölümünde zikredilmiştir; çünkü bu kişi ne vasiyet esnasında ne de ölüm esnasında Mevlalar kapsamında değildir.

"Ölüm" ile kayıtla nmasından anlaşıldığına göre -vakıf işlemi yapıldıktan sonra bile olsa- hayatta iken azat edilen kişi vakfın kapsamına girer.

 

11. Birbirine bağlanmış ve aralarına başkaca uzun bir sözün girmediği cümleler veya kelimelerden önce geçen sıfat bu cümlelerin ve kelimelerin tümünde dikkate alınır.

 

Örneğin kişi "ben malımı muhtaç olan çocuklarıma, torunlarıma ve erkek kardeşlerime vakfettim" dese [buradaki "muhtaç olan" sıfatı hepsine ilişkin bir sıfat olur.]

 

Yine birbirine "-ve" bağlacıyla atfedilen cümleler ve kelimelerden sonra gelen sıfat ve istisna da bu kelime ve cümlelerin tümüne döner.

 

Örneğin kişi "malımı çocuklarım, torunlarım ve erkek kardeşlerimin muhtaçlarına vakfettim" dese ["muhtaçlarına" sıfatı bu şahısların tümüne ilişir.]

 

"Muhtaç", Kaffal'in fetvasına göre zekat alması caiz olan kimsedir. Zerkeşi ise bu konuda mümkün ise vakıf yapan kimsenin açıklamalarına başvurulması gerektiğini söylemiştir.

 

Kişi "malımı çocuklarım, torunları m ve erkek kardeşlerimden fasıklık yapanların dışındakilere vakfettim" dese [bu istisna adı geçen kimselerin tümüne ilişik olur.]

 

Çünkü usul ilminde bilindiği üzere, ma'tuf ve ma'tuf aleyh, sıfat vb. gibi kendilerine ilişen bütün hususlar bakımından ortaktır.  Aynı şekilde istisna da böyledir. Atıf ile istisna arasındaki ortak nokta her ikisinin de bağımsız bir söz olarak bulunamamasıdır.

 

12. Yukarıda belirtilen sözcükler birbirine "sümme=sonra" sözcüğü ile bağlansa veya aralarına uzunca bir söz girmiş olsa sıfat ve istisna yalnızca son sözcükle ilgili olur. Şu halde sıfat ve istisnanın birbirine atfedilen kelimelerin tümüne birden dönmesi konusunda şart olan şey bu kelimelerin vav harfiyle (-ve bağlacıyla) atfedilmiş olması ve aralarına uzunca bir sözün girmemiş olmasıdır. Bunu Rafii eş-Şerhu'l-Kebır'de Cüveynı'den nakletmiş ve onaylamıştır.

 

Zerkeşı şöyle demiştir: Cüveyni'den nakledilen görüş kendisince bir ihtimalolarak sürülmüş bir görüş olup mezhepte esas alınan görüş bundan farklıdır. Bizzat kendisi el-Burhan adlı eserinde İmam Şafiı (r.a.)'nin bu konudaki görüşünün istisna ve sıfatın-sümme ile atfedilmiş bile olsa- birbirine atfedilen bütün kelimelere döndüğü görüşü olduğunu söylemiştir.

 

El-Muhtar adlı eserde şöyle denilmiştir:

 

Bu husus "vav" harfi ile atfedilen kelimelere özgü olmayıp bu konudaki ölçü "vav", "fe" ve "sümme" gibi dilde atıf için kullanılan bir kelime ile atıf yapılmış olmasıdır.

 

Tercih edilen bu görüş itimad edilmesi gereken görüştür.

 

13. Birbirine atfedilmiş kelimelerden önce gelen sıfat da tıpkı sonra gelen sıfat gibi bütün kelimelere döner. Araya giren sıfat da böyledir. Subki ise "zahir olan, bu sıfatın kendisinden sonra geldiği kelimeye dönmesidir." demiştir. İstisna da bu konuda sıfat gibidir.

 

İstisnanın birden fazla cümleye dönmesi yalnızca atıfla sınırlı değildir. Rafiı "yeminler" bölümünde atıf bulunmasa bile istisnanın birden fazla cümleye döneceğini söylemiştir.

 

Kadı Ebu't-Tayyib ise şöyle demiştir:

 

Kişi "inşallah sen boşsun, kölem hürdür" dese karısı boş olmaz, kölesi hür olmaz.

 

Not:

a. Nevevl'nin verdiği örnek cümlelerin değil kelimelerin birbirine atfedilmesine uygun bir örnektir. Ancak birbirine atfedilen kelimelerin her biri için bir amil takdir edilirse o başka.

 

b. Kişi "evlenmedikleri sürece hanımlarına / ümmüveledlerine" bir mal vakfetse bunlardan birisi evlendiğinde vakfın kapsamından çıkar. Kocası kendisini boşadığında veya kadın fesih yoluyla ayrılsa yahut kocası vefat etse yeniden vakıftan alacaklı olamaz.

 

 

[İtiraz]  Kişi "dul kızlarına" mal vakfetse, kızlarından biri evlendikten sonra boşansa onun vakıftaki hakkı geri döner. Önceki durumda da böyle olmalıdır.

 

[Cevap]  Burada kişi, vakıftan hak sahibi olmayı "dulolan kızlar" hakkında sabit kılmıştır. Kadını kocası boşadığında o kadın dul olmuştur. Diğer meselede ise kişi, evlenmediği sürece kadını hak sahibi kılmıştır. Kadın evlenip de kocası tarafından boşandığında evlenmiş olma özelliğinden soyutlanmaz.

 

Gerek bu açıklama, gerek İbnü'I-Mukrl'nin sözleri gerekse erRavda'daki ifadeden "hiç evlenmemiş kadına da dul denilebileceği" gibi bir anlam anlaşılsa da bu anlam kastedilmemiştir. Aksine İmam Şafiı (r.a.)'nin açık ifadesine göre "dul" sözcüğü kocasının kendisini terk ettiği kadın için kullanılır. Er-Ravda'nın "vasiyet" bölümünde bunun daha doğru görüş olduğu belirtilmiştir. Bu esas alındığında yukarıdaki soruya da gerek kalmamaktadır.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

VAKFEDİLEN MALA İLİŞKİN HÜKÜMLER