LAKİT / BULUNTU ÇOCUK |
TERK EDİLEN ÇOCUGA
İLİŞKİN BAZI HÜKÜMLER
A. ÇOCUK İÇİN
YAPILACAK MASRAFLAR
B. BULUNAN ÇOCUĞUN
MÜSLÜMAN VEYA KAFİR OLDUĞUNA HÜKMETMEK ..
C. BULUNTU ÇOCUĞUN HÜR
VEYA KÖLE OLUŞUNA İLİŞKİN MESELELER
D. BULUNAN ÇOCUĞUN
NESEBİNİ BİRİNE BAĞLAMAYA İLİŞKİN MESELELER
A. ÇOCUK İÇİN
YAPILACAK MASRAFLAR
Bulunan çocuk için
yapılacak harcama, onun genel malından yani "bulunan çocuklara vakfedilmiş
mallar" gibi yerlerden elde edilecek maldan karşılanır. [Şayet bu yoksa]
çocuğun özel malından karşılanır ki bu da ona özgü olan üzerine örtülmüş
elbise, altına serilmiş olan kumaş, çocuğun elbisesinin içine saklanmış olan
para vb. şeyler, beşik, üzerine ve altına saçılmış dinarlar gibi mallardır.
Çocuk bir evde
bulunmuşsa o ev çocuğa aittir.
Çocuğun altına gömülmüş
olan mal çocuğa ait değildir. Daha doğru görüşe göre çocuğun yakınına
bırakılmış elbiseler ve mallar ona ait değildir.
Çocuğun herhangi bir
malı olduğu bilinmiyorsa daha güçlü görüşe göre onun için yapılacak harcamalar
devlet hazinesinden karşılanır. Devlet hazinesinde herhangi bir para yoksa
Müslümanlar onun ihtiyaçlarını borç olarak karşılar. [Zayıf] bir görüşe göre
ona yapılacak harcamalar nafaka olarak kabul edilir.
Çocuğu bulan kişi daha
doğru görüşe göre onun malını kendi başına koruyabilir. Hakimin izni olmadıkça
bu maldan çocuk için kesinlikle harcama yapamaz.
1. Bulunan çocuğun nafakası
ve bakımı için yapılacak masraflar, bulan kişinin üzerine yüklenmez. Aksine
tıpkı diğer kişilerde olduğu gibi bu masraf onun kendi malından yapılır.
Yapılacak harcamalar
öncelikle "buluntu çocuklara vakfedilmiş" veya "vasiyet edilmiş
mal" gibi çocuğa ait genel mallardan yapılır.
[Soru] Fakir kimselere yapılan vakfın aksine
"buluntu çocuk" olup olmayacağı bile belli değilken onlar için vakıf
ta bulunmak nasıl sahih olabilir?
[Cevap] Malın vakfedildiği yönün bilfiil mevcut
olması şart değildir, aksi takdirde vakfedilen malın sonradan meydana gelen
kimselere de verilmemesi gerekirdi.
[İtiraz] Yukarıdaki cevapta durularak "vakfın
kendisine sarf edileceği kimselerin bulunması şarttır" denilebilir.
[Cevap] Kendisine vakıf yapılan şey bir yöndür, bunun
mevcut olma imkanının bulunması yeterlidir.
Not: ["Buluntu çocuklara vakfedilen veya
vasiyet edilen"] malın çocuğa nispet edilmesi mecazı olup hakikatte bu mal
genel bir yöne tahsis edilmiş maldır. Ancak burada kastedilen şey, bilfiil
çocuğun mülkü olmasa bile bu çocuğun da buluntu olması veya kendisine vasiyet
edilenler kapsamında yer alması bakımından çocuk için yapılacak harcamanın bu
maldan karşılanmasıdır. Bizzat çocuğun kendisine bir mal vakfedilmesi, hibe
edilmesi veya vasiyet edilmesi durumunda mal bizzat çocuğun da olabilir. Böyle
bir işlem yapılması durumunda kabulü gerektiren durumlarda kabul işlemini hakim
gerçekleştirir.
2. Çocuk için yapılacak
masraflar daha sonra çocuğun özel malından yapılır. Bu özel mallar şunlar
olabilir:
> Çocuğun üzerine
sarılmış veya -el-Muharrer' de açıkça zikredildiği halde bu zaten evleviyetle
anlaşıldığından erRavda'da zikredilmeyen- üzerine giydirilmiş, altına yayılmış,
örtülmüş elbise,
> Çocuğun ortasına
bağlanmış, yuları çocuğun elinde olan
veya çocuğun üzerine
bindiği binek hayvanı,
> Çocuğun cebinde
bulunan dirhemler, altın, süs eşyası,
> Çocuğun içinde
yattığı beşik,
> Çocuğun üzerine
veya altına saçılmış bulunan dinarlar gibi mallardır.
Çünkü -tıpkı ergin olan
kişi gibi- çocuğun da zilyedlik ve ihtisas hakkı vardır. Aslolan diğer durumlar
bilinmedikçe çocuğun hür kabul edilmesidir.
Not: Nevev} ve başkalarının ifadelerinden çıkan
sonuca göre "çocuğu bulan kişi genel veya özel maldan harcama yapma
konusunda tercihte bulunabilir." Bu doğrudur. Her ne kadar et-Tevşıh adlı
eserin yazarı "bu konuda bir nakil görmedim" demiş olsa bile hüküm
böyledir. Sonraki alimlerden kimisi şöyle demiştir: "Harcamada önceliği
çocuğun özel malına vermek fıkha daha uygundur. Özel mal bulunduğu sürece genel
maldan harcama yapılmaz."
3. Çocuk bir ev veya
dükkan gibi bir yerde bulunsa, oranın sahibi bilinmediği gibi orada başka bir
kimse de bulunmasa ev vb. gibi mekan, çocuğun zilyedliğinde olması ve başka bir
rakibin bulunmaması sebebiyle çocuğa ait kabul edilir. Orada başka bir buluntu
çocuk daha bulunsa yahut da ilk bulunan çocuktan başka birisi daha bulunsa, iki
şahsın bir binek hayvanı üzerinde bulunması durumunda olduğu gibi ev her
ikisine ait kabul edilir. İki şahıstan birisi binek hayvanına binerken diğeri
hayvanın dizginini elinde tutsa, hakimiyet binen kişide olduğundan hayvan
yalnızca binen kişiye ait kabul edilir. Er-Ravda'da İbn Kecc'den nakledildiğine
göre hayvan, iki şahıs arasında ortak olur. Ezrai şöyle demiştir:
"Bu bir görüştür.
Ancak sahih olan görüş zilyedliğin binen kişiye ait olmasıdır."
Buluntu çocuk hayvanın
üzerinde değil de yerde olsa ve dizgin de onun elinde olsa, yahut da hayvan
orada bağlı bir şekilde olsa hayvan ve o hayvanın üzerinde bulunan her şeyin
çocuğa ait olduğuna hükmedilir.
Mezhep içindeki iki
görüşten -sonrakilerden bazılarının da tercih ettiği üzere- tercih e şayan
olanına göre çocuk bir bahçe içinde bulunsa, bahçenin çocuğa ait olduğuna
hükmedilmez. Ev bundan farklıdır; çünkü evde oturmak bir tasarruftur. Bahçede
bulunmak ise ne bir tasarruf ne de orada oturmaktır. Bu gerekçeden şu sonuç
çıkar: Bahçede adete göre oturuluyorsa orası da ev gibi olur.
Çocuk bir arazide bulun
sa o arazinin çocuğa ait olduğuna hükmedilmez. Er-Ravda'da "bu arazinin
çocuğa ait olduğuna hükmedilmeyeceği tek görüş olarak kabul edilmelidir."
Not: Yukarıda zikredilenler ile kastedilen şey
çocuğun tasarrufta bulunma salahiyetinin bulunması ve kendisine rakip olacak
kişinin def edilmesidir, yoksa bu, ilk olarak çocuğun orayı mülk edinme si için
sahih bir yolalamaz. Hakimin sırf buna dayanarak "benim nezdimde oranın
çocuğun mülkü olduğu sabit olmuştur" demesi caiz değildir. Zerkeşı buna
dikkat çekmiştir.
4. Bulunan bir çocuğun
altına gömülü bir mal bulunsa ve malın yanında bir notta "bu mal o çocuğa
aittir" diye yazılı olsa bile gömülü mal çocuğa ait olmaz; çünkÜ büyük ve
aklı başında olan bir kimse bir yerde oturuyor olsa ve altında gömülü bir
malolsa, malın ona ait olduğuna hükmedilmez.
Bu malın hükmü cahiliye
döneminde gömülmüş mal hükmünde olup bir hazine olarak kabul edilir, aksi
takdirde buluntu malolarak kabul edilir. Ancak bir mekanın çocuğa ait olduğuna
hükmediliyorsa mekanla birlikte o gömülü malın da çocuğa ait olduğuna
hükmedilir. Bunu Darimı ve başkaları açık olarak ifade etmişlerdir.
Ezrai şöyle demiştir:
Gömülü olan mala bağlı bir ip çocuğun bedeninin veya elbisesinin bir bölümüne
bağlanmış halde bulunsa, gömülü malın çocuğa ait olduğuna kesin olarak
hükmetmek gerekir.
Çocuğa bir not
iliştirilmiş olup gömülü malın ona ait olduğu belirtilmişse o zaman gömülü mal
kesin olarak ona aittir.
5. çocuğun yakınına
bırakılmış elbiseler, eşyalar ve binek hayvanı [çocuğa ait kabul edilir mi? Bu
konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır: ]
[Birinci görüş]
Daha doğru görüşe göre
çocuğa ait olmaz; çünkü çocuğun zilyedliği ancak kendisine bitişik olan şey
üzerinde sabit olur. Ancak mükellef bir kimsenin yakınında olan bir şeyde ise
bundan farklı olarak onun mülkü olduğuna hükmedilir; çünkü onun mal üzerinde
koruması söz konusudur.
[İkinci görüş]
Görünürdeki durumdan
hareketle malona ait kabul edilir.
İlk görüşe göre, mekanın
çocuğa ait olduğuna hükmedilse, yukarıda geçen açıklamalardan anlaşıldığına
göre mekanla birlikte o malların da ona ait olduğuna hükmedilir. Nevevi Nüket
adlı eserinde bunu açık olarak ifade etmiştir.
"Yakınında"
ifadesini çocuğun uzağında bulunan malı dışarıda bırakmış olup bu mal
kesinlikle ona ait olmaz.
6. Bulunan çocuğun genel
veya özel bir malının olduğu bilinmiyorsa [o zaman çocuğun harcamaları nereden
karşılanır? Bu konuda İmam Şafiı (r.a.)'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
Daha güçlü görüşe göre
çocuk için devlet hazinesinden "kamu yararı" için ayrılmış bölümden
harcama yapılır ve -Nevevl'nin erRavda'da belirttiğine göre- bu harcama ileride
çocuktan geri tahsil edilmez.
[*] - Çünkü Hz. Ömer,
sahabe ile bu konuyu istişare etmiş ve onlar bu harcamanın devlet hazinesinden
yapılması gerektiği konusunda icma etmişlerdir.
Ayrıca bu çocuğun
durumu, fakir olan baliğ kimseye kıyas edilir, hatta ondan daha da öncelikli
olarak devlet hazinesinden karşılanır.
[İkinci görüş]
Bu harcama devlet
hazinesinden yapılmaz. Çocuğa devlet hazinesinden veya başka bir yerden borç
verilir, çünkü çocuğun malının olduğunun ortaya çıkması mümkündür.
7. Devlet hazinesinde
para bulunmaz veya bulunsa bile sınır bölgelerde kapatıImamasl halinde büyük
zararı oIabilecek böIgeler için harcama yapıIması gerekse yahut da zalim
kimseler devlet hazinesine eI koyduğundan ona uIaşmak mümkün oImasa bu durumda
-tıpkı açlıktan öIme tehlikesiyle karşıIaşıp yemeğe ihtiyacı oIan kimsenin
durumunda olduğu gibi- devlet başkanı buIuntu çocuğun borç hanesine yazlImak
kaydıyIa MüsIümanlardan onun için borç alır. Borç aImak da mümkün olmadığında
MüsIümanIar onun ihtiyaçIarına yetecek şeyi borç aIarak ona verirler.
Yaptıkları harcamayı ileride ondan geri alırlar. Devlet bu harcamayı
MüslümanIarın zenginlerine dağıtır ve kendisini de bunIarın içine dahil eder.
Şayet sayılarının çok olması sebebiyle bütün zenginlere bu yükü dağıtmak mümkün
olmazsa, kendi ictihadına dayanmak suretiyle uygun gördüklerine dağıtır.
İctihadı açısından hepsi eşit durumdaysa dilediğine bu yükü yükler. İleride
çocuğun köle olduğu ve bir efendisinin bulunduğu ortaya çıkarsa, çocuk için
harcama yapanlar yaptıkları harcamayı efendiden geri alırlar. İleride çocuğun
hür ve mal sahibi olduğu ortaya çıkarsa veya ileride mal kazanırsa yaptıkları
harcamayı ondan geri alırIar. [Bunlar söz konusu olmayıp] bulunan çocuğun yakın
bir akrabası çıksa, çocuk için harcama yapanlar yaptıkları harcamayı ondan geri
alırlar.
[Soru] YakınIara nafaka verme yükümlülüğü aradan
zamanın geçmesiyle düşmektedir. Öyleyse yukarıdaki durumda yapılan harcama
nasılolur da yakın akrabadan istenebilir?
[Cevap] Hakimin izniyle yapılan harcama borç
hükmündedir. Hakim nafaka vermesi gereken kişi adına borç aldığında, ileride bu
para ondan geri alınır ve zamanın geçmesiyle de düşmez. Nevevi bunu ilgili
konuda açık olarak ifade etmiştir .
8. çocuğun bir malı,
akrabası, kazancı olduğu ortaya çıkmasa yahut da köle olan çocuğun efendisi
bulunmasa, çocuk için yapılan harcama devlet hazinesinin "fakirler"
ve "borçlular" için ayrılmış bölümünden devlet başkanının uygun
göreceği şekilde harcanır. Çocuk ergenlik çağına ve zenginlik dönemine ulaşmadan
önce devlet hazinesinde herhangi bir gelir olursa bu borç devlet hazinesinden
ödenir. Devlet hazinesiyle birlikte buluntu çocuğun kendisinin de malı olduğu
ortaya çıkarsa, yapılan harcamalar onun malından ödenir.
Daha doğru görüşe göre
yukarıda zikredilen hususlar bakımından Müslüman olduğuna hükmedilen çocuk ile
kafir olduğuna hükmedilen çocuk eşittir. El-Kifaye adlı eserde ise Maverdi'ye
tabi olarak bunun aksi olan görüş "doğru" kabul edilmiştir.
[Zayıf] bir görüşe göre buluntu
çocuğun ihtiyaçları için yapılacak harcamayı Müslümanlar ona nafaka olarak
verir [borç olarak değil]. Çünkü bu çoctlk muhtaç ve aciz durumdadır.
Bazı Müslümanlar bunu
yerine getirdiğinde diğerlerinden sorumluluk kalkar.
9. Bir çocuğu bulan kişi
onun malını kendi başına [koruyabilir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
Daha doğru görüşe göre
bulan kişi kendi başına çocuğun malını koruma altına alabilir; çünkü malın
sahibini bile koruma altına aldığına göre malı evleviyetle koruma altına alır.
Ezrai'nin belirttiği
üzere bu hüküm "yetimin malının kendisine emanet olarak bırakabileceği
kadar güvenilir olan kişi" hakkında söz konusudur.
[İkinci görüş]
Bunu yapabilmek için
hakimin izin vermesine gerek duyulur.
İlk görüş esas
alındığında, bulan kişinin, kendisine dava açan şahısla davalaşma yetkisi
yoktur, ancak hakim yetki verirse bunu yapar.
10. Bir çocuk bulup alan
kişi, çocuğun malını onun için hakimin izni olmadıkça kesinlikle harcayamaz;
çünkü mal üzerindeki velayet baba ve dede dışında kişinin yakınları hakkında
sabit olmadığına göre yabancı bir şahıs hakkında hiç sabit olmaz. Hakimin izni
olmaksızın harcama yaparsa, tazminle yükümlü olur.
"Kesinlikle"
ifadesi konusunda Nevevi, Cüveyni'ye tabi olmuştur.
Er-Ravda ve
eş-Şerhu'l-Keb!r'de bu ifade bulunmamaktadır. Bu iki eserde İbn Kecc'den
nakledilen "hakimin izni olmaksızın o maldan harcama yaparsa tazminle
yükümlü olmaz" şeklinde bir görüş nakledilmiştir. Bu ifadeden çıkan sonuç
hakimin izninin şart olmadığıdır. Rafii" davalar" bölümünde bu görüş
ayrılığını nakletmiş, Maverdi ise "buluntu çocuk" bölümünde
zikretmiştir.
Not: Hakime başvurmak ancak hakim bulunduğunda
gerekli olur. Şayet kişi hakim bulamazsa çocuğun malından harcama yapar, bu
durumda şahit tutması zorunludur.
İbnü'r-Rif'a'nın
"her defasında" ifadesinde bir zorluk söz konusudur. Zahir olan
kişinin bununla yükümlü olmamasıdır. Şahit tutma imkanı olmakla birlikte bunu
yapmazsa tazminle yükümlü olur.
B. BULUNAN ÇOCUĞUN
MÜSLÜMAN VEYA KAFİR OLDUĞUNA HÜKMETMEK ..
Burada gerek bulunduğu
yer gerekse diğer durumlar dikkate alınarak bulunan çocuğun Müslüman mı yoksa
kafir mi olduğuna hükmetme konusu ele alınmaktadır.
İçinde ehH zimmetin de
bulunduğu bir İslam ülkesinde veya Müslümanların fethederek anlaşma yoluyla
kafirlerin elinde bıraktığı bir ülkede yahut da Müslümanların cizye yoluyla
malik oldukları ve içinde Müslümanların da yaşadığı bir ülkede bir çocuk
bulunduğunda bu çocuğun Müslüman olduğuna hükmedilir.
Kafir ülkesinde bir
çocuk bulunduğunda orada Müslüman oturmuyorsa çocuğun kafir olduğuna
hükmedilir. Şayet orada esir veya tacir gibi bir Müslüman oturuyorsa daha doğru
görüşe göre çocuk Müslüman kabul edilir.
Bulunmuş olduğu ülke
sebebiyle Müslüman olduğuna hükmedilen bir çocuk hakkında zımmı birisi onun
nesebinin kendisine ait olduğuna dair delil getirirse çocuğun nesebi ona
bağlanır ve kafirlik bakımından da çocuk ona tabi olur. Yalnızca iddiada
bulunmakla birlikte şahit getirmezse mezhepte esas alınan görüşe göre çocuk
kafirlik bakımından ona tabi olmaz.
Buluntu bir çocuk
hakkında düşünülmesi mümkün olmamakla birlikte bir çocuğun Müslüman olduğuna
bunlar dışında başka iki yolla daha hükmedilir:
Birincisi doğumdur.
çocuğun ana-babasından biri, çocuğun ana rahmine düştüğü esnada Müslüman ise
çocuk Müslüman kabul edilir. Çocuk ergenlik dönemine ulaşır da kafirce şeyler
söylerse onun mürted olduğuna hükmedilir. Çocuk ana rahmine düştüğünde ebeveyni
kafir olup sonra herhangi birisi Müslüman olsa çocuğun Müslüman olduğuna
hükmedilir. Bu çocuk ergenlik dönemine ulaşıp da kafirce şeyler söylerse mürted
olduğuna hükmedilir. [Zayıf] bir görüşe göre ise bu çocuk aslen kafir gibi
kabul edilir.
İkincisi şudur: Bir
Müslüman bir çocuğu esir olarak aldığında yanında ana-babasından hiçbirisi
yoksa, Müslümanlık bakımından kendisini esir alan şahsa tabi olur. Onu bir
zımmı esir alırsa, daha doğru görüşe göre Müslümanlığına hükmedilmez.
Doğru görüşe göre
mümeyyiz bir çocuğun [bulunduğu ülkeye veya bağlı oldUğU kişiye bakılmaksızın]
kendi başına Müslüman olarak kabul edilmesi sahih değildir.
11. Bir çocuk;
> İçinde zimmet ehli
veya -Maverdı ve başkalarının belirttiği üzere- kendileriyle ahid yapılmış
gayri Müslimler bulunsa bile, İslam yurdunda bulunsa,
> Müslümanların fethedip
de orayı kendi mülkiyetlerine geçirmeden önce anlaşma yaparak kafirlerin elinde
bıraktıkları bir ülkede bulunsa,
> Müslümanların zorla
fethettikten sonra cizye almak suretiyle kafirlerin elinde bıraktıkları bir
ülkede bulunsa,
> Daha önce Müslümanlar
otururken kafirlerin onları sürgün ettiği bir ülkede bulunsa,
Yukarıdaki dört durumda
da o ülkede bu kayıp çocuğun anababası olma ihtimali bulunan Müslüman varsa -bu
Müslüman ister gezip dolaşmasına izin verilen bir esir, ister tacir, ister
oradan transit geçen birisi, isterse çocuğun nesebini reddetmiş birisi olsun-
bu dört durumda da -müslümanlık yönü ağır bastınlarak- çocuğun Müslüman
olduğuna hükmedilir.
Ahmed bin Hanbel'in
Müsned'inde ve Darekutnl'nin Sünen'inde şu hadis yer almaktadır: İslam üstündür,
ona üstün gelinemez,(Darekutni, Sünen, 3, 252)
Not: Nevevl'nin "içinde ehl-i zimmetin
bulunduğu" ifadesi -benim erRavda'ya tabi olarak yaptığım açıklamanın da
gösterdiği üzereihtirazı bir kayıt değildir.
Nevevi'nin ifadesinden
"Müslüman olmasa bile İslam ülkesinde bulunan çocuğun mutlak olarak
Müslüman olduğuna hükmedilir" gibi bir sonuç anlaşılsa bile, yine yaptığım
açıklamalardan anlaşılacağı üzere bu kastedilmemiştir. Darimı şöyle demiştir:
"O beldede Müslüman
bir kimse varsa ancak o çocuğun o zaman Müslüman olduğuna hükmedilir. O bölgede
yaşayanların tümü kafir iseler çocuk da kafir kabul edilir." Bu
açıklamalardan "İslam ülkesine bağlanan ülkenin İslam ülkesi gibi
görülemeyeceği" gibi bir şey anlaşılmakla birlikte bu kastedilmiş
değildir. Eş-Şerhu'l-Kebır'de belirtildiğine göre bu bölgelerin tamamı İslam
ülkesidir.
12. Buluntu çocuk,
içinde müşriklerin bulunmadığı Harem gibi bir Müslüman beldede bulunursa,
Maverdl'nin belirttiğine göre hem görünürde hem de gerçekte Müslüman olarak
kabul edilir. Aksi takdirde sırf görünür durum bakımından Müslüman kabul
edilir.
13. Çocuk, kafirlerin
ülkesinde bulunursa [bakılır:]
[a] - Bu ülkede Müslüman
oturmuyorsa kafir olarak kabul edilir; çünkü bu çocuğun nesebinin kendisine
bağlanabileceği bir Müslüman bulunmamaktadır. Çocuğun bulunduğu yerde farklı
dinlere mensup insanlar bulunuyorsa o çocuk İslam'a en yakın dinden kabul
edilir.
Not: Nevevi'nin sözlerinden o bölgeden transit
geçen müslümanın bir etkisinin olmadığı anlaşılmakla birlikte Fevranı şöyle
demiştir: "O bölgeden bir Müslüman geçiyorsa, bulunan çocuk Müslüman kabul
edilir." Geçen ifadelerden anlaşıldığına göre çocuğun o şahıstan olma
ihtimali varsa çocuk Müslüman kabul edilir, aksi takdirde Müslüman kabul edilmez.
[b] - Bu ülkede, çocuğun
ana-babası olması muhtemel bir es,ir veya tacir oturuyorsa, daha doğru görüşe
göre Müslümanlık tarafı esas alınarak çocuk Müslüman kabul edilir. Şayet bu
Müslüman, çocuğun kendisine ait olduğunu reddederse bu nesebin ona bağlanmaması
konusunda kabul edilmekle birlikte -daha önce işaret edildiği üzere- çocuğun
Müslümanlığını reddetme konusunda bu kabul edilmez. Diğer görüşe göre ise,
çocuğun içinde bulunduğu ülke dikkate alınarak onun kafir olduğuna hükmedilir.
Not: Cüveyni şöyle
demiştir: "Görüş ayrılığı, ülke içinde dolaş masına izin verilen ancak
dışarı çıkmasına izin verilmeyen esirle ilgilidir. Zindanda hapsedilmiş esire
gelince, transit geçen kimsenin bir etkisi olmadığı gibi bunun da bir etkisinin
olmaması görüşü uygundur."
Sonraki alimlerden
birinin de belirttiği üzere, hapsedilenler arasında bir kadın yoksa bu görüş
zahirdir.
Bu ifadelerden çıkan
sonuç şudur: çocuğun müslümandan olma imkanı bulunması halinde çocuğun Müslüman
olduğuna hükmedilir.
Çocuğun ana rahmine
düşmesi esnasında o müslümanın o ülkede bulunması şarttır. Bir Müslümanın yolu
bu ülkeye düştükten bir ay sonra orada bir çocuk bulunsa çocuğun Müslüman
olduğuna hükmedilmez; çünkü çocuğun ondan olması mümkün değildir.
Çocuk boş bir arazide
bulunursa müslümandır. Bunu et-Ta'cız adlı eserin şarihi dedesinden
nakletmiştir. Bu, çocuğun bulunduğu açık arazi bizim ülkemize ait ise veya hiç
kimseye ait değilse kabul edilir. Ancak harp ülkesine ait olup Müslümanların
uğramadığı bir açık arazide bulunan çocuğun Müslüman olduğuna hükmedilmez.
[İslam ülkesinde] bir
zımm! kadının zinadan doğma çocuğu Müslüman olmaz. İbn Hazm "zahir olan bu
çocuğun Müslüman olmasıdır" demişse de Hocam Remli'nin de belirttiği üzere
zahir olan bunun aksidir; çünkü bu çocuğun nesebi babasına bağlanmaz. İleride
buna işaret edilecektir.
14. çocuğun, [dinı
bakımdan] bulunduğu ülkeye tabi olması, zayıf bir bağlılıktır. Bu durumda ülke
sebebiyle Müslüman olduğuna hükmedilen bir çocuğa ilişkin bir zımmı veya
anlaşmalı bir gayr-i Müslim yahut İslam ülkesine emanla girmiş bir gayri Müslim
(müste'men) çocuğun nesebinin kendisine ait olduğuna dair [iddiada bulun sa ne
olur? Burada iki durum söz konusudur:]
[Birinci durum]
Şayet bir delil getirse,
çocuğun nesebi ona bağlanır; çünkü o da nesep bakımından Müslüman gibidir.
Çocuk kafirlik bakımından bu şahsa tabi olur. Bizim onun Müslüman olduğuna dair
kanaatimiz de geçersiz hale gelir; çünkü ülkeye bağlı olarak verilen hüküm
zilyedliğe dayalı hükümdür. Beyyine (delil, şahit), mücerret zilyedlikten daha
güçlü bir delildir.
Yukarıdaki hüküm, iki
güvenilir kişinin şahitlik etmesi durumuna özgüdür. Şayet dört kadın şahitlik
ederse, çocuğun kafirlik konusunda o gayri Müslime bağlı olduğuna hükmedilip
edilemeyeceği konusunda -Darimı tarafından nakledilen- iki görüş bulunmaktadır.
Aynı şekilde kaif tarafından nesebi birine bağlanan kişinin durumu da böyledir.
Hükmün gerekçesinden,
kafirlik bakımından çocuğun o şahsa bağlı olacağı anlaşılmaktadır.
[İkinci durum]
Yalnızca, çocuğun kendi
oğlu olduğuna dair iddiada bulunsa [ne olur? Bu konuda iki rivayet
bulunmaktadır:]
[Birinci rivayet]
Mezhepte esas alınan
rivayet e göre çocuk nesep bakımından o şahsa ait olsa bile kafirlik bakımından
o şahsa bağlanmaz; çünkü biz o çocuğun Müslüman olduğuna hükmettik, bunu
yalnızca kafir bir şahsın iddiasıyla değiştiremeyiz. Çocuk, o kafir şahsın
Müslüman bir kadın ile şüphe yoluyla ilişkide bulunmasından doğmuş olabilir, bu
durumda mümeyyiz bir çocuk Müslümanlığı kabul ettiğini söylediğinde onunla
kafir ebeveynini nasıl birbirinden ayırıyorsak burada da çocukla babasını
birbirinden ayırırız. İleride bunun zorunlu mu yoksa mendup mu olduğu konusu
gelecektir.
[İkinci rivayet]
Bu konuda İmam Şafii
(r.a.)'ye ait iki görüş bulunmaktadır. [İlk görüş yukarıdaki rivayette
belirtildiği gibidir] İkinci görüşe göre ise çocuk nesep bakımından o şahsa
bağlandığı gibi kafirlik bakımından da o şahsa bağlanır.
15. Bir çocuğun Müslüman
olduğuna hükmedilmesi, içinde bulunduğu ülkenin dikkate alınması durumu dışında
şu iki yolla da olur -ki bu iki yol buluntu çocuk hakkında düşünülemez, burada
ek bilgi olarak zikredilmiştir-:
Birinci yol:
Bu yolların daha güçlü
olanı doğumdur. çocuğun ana-babasından birisi, çocuğun ana rahmine düştüğü anda
Müslüman ise o çocuk Müslüman kabul edilir. Bu konuda icma vardır. Ayrıca
burada Müslümanlık yönü diğerine baskın kabul edilmiştir. çocuğun ana rahmine
düşmesinin ardından ana-babanın irtidat etmesinin bir zararı yoktur.
Ana-babasından birine bağlı
olarak Müslüman kabul edilen çocuk ergenlik çağına geldiğinde kafir olduğunu
açıklarsa -yani elMuharrer' de olduğu üzere kendisinin kafir olduğunu açık
olarak ifade ederse- mürted kabul edilir; çünkü bu çocuk daha önceden hem
görünürdeki durum hem de gerçek hüküm bakımından Müslüman kabul ediliyordu.
Çocuk ana rahmine
düştüğünde ana-babası kafir iken çocuğun ergenlik dönemine ulaşmasından önce
bunlardan birisi müslüman olsa o anda çocuğun Müslüman olduğuna hükmedilir.
Diğer taraf ister çocuğun doğumundan önce, ister doğduktan sonra temyiz çağına
ulaşmadan önce isterse buluğa ermeden önce Müslüman olsun fark etmez.
[*] - Bunun delili şu
ayettir: Kendileri iman eden ve zürriyetlerinin de kendilerine iman etmek
suretiyle tabi olduğu kimseler var ya, o zürriyetlerini kendilerine katarız.
[Tur, 21]
Not:
a. Nevevl'nin "daha
sonra ikisinden biri Müslüman olsa" ifadesinden, hükmün yalnızca
ana-babaya özgü olduğu izlenimi doğmaktaysa da bu kastedilmemiş olup dedeler ve
nineler -mirasçı olamasalar ve daha yakın olan şahıslar hayatta olsa bile-
ana-babalar hükmündedir.
[İtiraz] Buna göre bütün çocukların, ataları Hz.
Adem'den (a.s.) dolayı Müslüman kabul edilmeleri gerekir.
[Cevap]
1. Burada, kendisine
kadar nesebin bilindiği ve ikisi arasında mirasçılığın cereyan edebileceği dede
kastedilmektedir.
2. Yahudi ve
Hristiyanlık konusunda çocuğun atalarına tabi olması yeni bir hüküm olup
ana-babaları onu Yahudi ve Hristiyan yapmaktadır.
b. Hükmen kafir gibi
kabul edilen deli, -şayet buluğ çağına deli olarak ermişse- Müslümanlıkta üst
soy hısımlarından birine tabi olma konusunda küçük çocuk hükmündedir. Daha
doğru görüşe göre buluğa akıllı olarak ulaştığı halde sonradan deliren de
böyledir.
c. Daha önce geçtiği
üzere İbn Hazm'a göre, Müslüman bir kimse kafir bir kadınla zina etse, çocuk
Müslüman olur. Alimlerin "ana-babasından birisi Müslüman olursa"
ifadesi bunu reddetmektedir. Zira söz konusu çocuk böyle değildir.
d. Nevevl'nin "iki
kafir arasında" ifadesinin kapsamına, yine kendisinin -dinden dönme
bölümünde gelecek açıklamalarda da görüleceği üzere- "mürtedlerin çocuğu
mürted hükmündedir" tercihi doğrultusunda hem iki aslı kafir hem de iki
mürted girmektedir. Rafil'nin tercihine göre ise mürted ana-babanın çocuğu
Müslüman olup bu kapsama girmez.
Bu çocuk buluğa erdikten
sonra kendisinin kafir olduğunu belirtse daha güçlü görüşe göre mürted olur;
çünkü daha öncesinde onun Müslüman olduğuna hükmedilmiştİ. Bu, kendiliğinden
Müslüman olup sonra irtidat eden kimsenin durumuna benzer. [Zayıf] bir görüşe
göre ise bu çocuk aslen kafir hükmündedir; çünkü daha öncesinde kafir olduğuna
hükmedilmiş, sonra başkasına tabi olarak bu hüküm kaldırılmıştı. Çocuk buluğa
erip de kendi başına hareket edince bu bağ kopmuş, artık kendi yaptıkları
dikkate alınır olmuştur.
Not:
a. Belirtilen görüş
ayrılığı, çocuktan buluğ sonrasında Müslümanlığa dair bir açıklama yapılmadığı
duruma özgüdür. Şayet çocuk böyle bir açıklama yapmış da ardından kafirliğe
dair bir açıklama yapmışsa o zaman kesinlikle mürted olarak kabul edilir.
İlk görüşe göre onun
mürted olduğuna hükmedilmeden önce onunla ilgili yürütülen
"mirasçılık" vb. hükümler bozulmaz, Müslüman olan yakınından aldığı
miras geri alınmaz.
Kafir olan yakınından
kendisini mahrum bıraktığımız mirası alamaz. Onun kefaret yerine geçmek üzere
azat etmiş olduğu kölesinin azadının geçersiz olduğuna hükmedilmez; çünkü o
daha önceden hem görünür durum hem de hakikat bakımından müslümandı.
Ancak onun aslı kafir
hükmünde olduğunu kabul edersek durum bundan farklı olur.
b. Çocuk buluğa ermeden
önce veya Müslümanlık ya da kafirliğe dair herhangi bir açıklama yapmadan önce
ölse onun çocuklukta Müslüman olmasına hükmedildiği duruma ilişkin herhangi bir
hüküm bozulmaz. Ancak "bu çocuk kafir olduğunu açıklarsa ası! kafir hükmünde
kabul edilir" görüşünü kabul edersek o zaman durum farklı olur.
c. Çocuk, içinde
bulunduğu ülkeye tabi olarak Müslüman olarak kabul edildikten sonra buluğa erse
ve kafir olduğunu açıklasa bu çocuk mürted olarak değil de aslı kafir hükmünde
kabul edilir, kafir olarak yaşamasına izin verilir, çocukluğunda, buluğdan
sonra ve dine ilişkin herhangi bir şeyaçıklamadan önce onunla ilgili geçerli
saydığımız Müslümanlığa ilişkin hükümler bozulur. Alimlerin "ülkeye bağlı
olarak Müslüman kabul edilme, zayıf bir yöndür" ifadesinin anlamı budur.
İkinci yol:
Bir Müslüman, bir deliyi
veya çocuğu esir olarak alsa, yanında ana-babasından herhangi birisi yoksa
Müslümanlık açısından kendisini esir alan kimseye tabi olur ve hem görünürdeki
durum hem de hakikat açısından onun Müslüman olduğuna hükmedilir; çünkü esir
alanın aldığı esir üzerinde yetkisi vardır ve bu esire, onu esir alandan daha
yakın konumda olan birisi yoktur. Bu yüzden -tıpkı babası gibiona tabi olur.
Cüveynİ şöyle demiştir:
Esir alan şahıs, esir aldığı çocuğun hürriyetini ortadan kaldırdığında onu
tamamen değiştirmiş gibidir. Daha önce var olan durum ortadan kalkmış ve
kendisini esir alanın elinde yeni bir varoluş ve velayet söz konusu olmuştur ki
bu durum onun Müslüman ana-babadan doğmuş olması gibidir.
Esir alan kişi ister
akıl-baliğ olsun isterse böyle olmasın.
Çocuk, ana-babasından
biriyle birlikte esir alındığında kesinlikle esir alan kimseye tabi olmaz.
Çocuğun ana-babasından
birinin OnUn yanında olmasının anlamı her ikisinin de aynı orduda ve tek bir
ganimet malı içinde bulunması olup, çocuk ile ana-babasının maliklerinin aynı
olması kastedilmemiştir. Çocuğu esir alan ile onUn ana-babasından birini esir
alan kimse farklı olsa bile çocuk din konusunda ana-babasından birine tabi
olur; çünkü kişinin üst soy hımsına tabi olması, esir edene tabi olmasından
daha güçlüdür, dolayısıyla kendisine tabi kılmaya daha uygundur. Daha sonra üst
soy hısımının ölmesinin bir etkisi yoktur; çünkü tabilik ancak esir almanın ilk
anında sabit olur .
Çocuğu bir zımmı esir
alsa ve -Beğavl'nin de belirttiği üzere- Islam ülkesine götürse, yahut
Dariml'nin belirttiği üzere bir müste'men esir alsa daha doğru görüşe göre
çocuğun Müslüman olduğuna hükmedilmez; çünkü zımmınin İslam ülkesi
vatandaşlarından olmasının kendisine veya çocuklarına bir etkisi olmadığına
göre onun esir aldığına nasıl etki edebilir? Ayrıca ülke bakımından başkasına
tabi olmak, hali ve nesebi bilinmeyen bir kimse hakkında etkili bir durumdur.
Bununla birlikte Maverdı
ve başkalarının belirttiği üzere bu çocuk kendisini .esir alan kişinin dininden
kabul edilir. Diğer bir görüşe göre ise çocuğun bulunduğu ülke dikkate alınarak
Müslüman olduğuna hükmedilir.
Not:
a. Nevevi'nin görüş
ayrılığını şu şekilde aktarması problem teşkil etmektedir: "Zımmı bir
kimse çalmak suretiyle bir çocuğu tek başına alsa ve biz de bu durumda çocuğun
ona aİt olacağı ve bunun beşte birinin ganimet olarak alınmayacağı görüşünü
kabul etsek, o zaman daha doğru görüşü tek görüş olarak kabul etmemiz gerekir.
Şayet bu durumda çocuğun Müslümanlar için ganimet olduğu görüşünü kabul edersek
-ki mezhepte esas alınan görüş budur- zımmınin zilyedliği Müslümanlara
vekaleten olup çocuğun Müslüman olduğuna kesinlikle hükmetmek gerekir."
İbnü'r-Rif'a bu durumda ihtilafın, zımmınin zilyedliği ile Müslümanların hakkı
arasındaki tearuz sebebiyle cereyan etmesini caiz kabul etmiştir.
b. çocuğu bir Müslüman
ve zımmı birlikte esir olarak alsalar, Müslümanlık hükmü ağır bastırılarak
çocuğun Müslüman olduğuna hükmedilir. Bunu Kadı Hüseyin ve başkaları
belirtmiştir.
c. Zımmı birisi bir
çocuk veya deliyi esir alıp bir müslümana satsa veya onu ana-babasından biriyle
bir ordudan esir alan Müslüman ana-babasından birisi olmaksızın bir müslümana
satsa, çocuk satın alan kişinin dinine tabi olmaz, çünkü tabi olmanın vakti
ortadan kalkmıştır. Zira tabi olmak ancak ilk anda olur.
d. Esir alan şahsa bağlı
olarak Müslüman olduğuna hükmedilen kişi buluğa erdikten sonra kafirliğini
ortaya koysa, üst soy hısımlarından birine tabi olarak Müslüman kabul edilen çocuğun
hükmü burada da geçerli olur.
e. Müslüman olduğuna
hükmedilen buluntu çocuk diyeti gerektiren bir suçu yanlışlıkla veya kasta
benzer bir şekilde (şibh-i amd) işlese, onun yükleneceği diyeti devlet hazinesi
öder; çünkü kendisinin özel bir akılesi bulunmamaktadır. Kast! bir öldürme /
yaralama fiilini akıl-baliğ iken işlese kendisine kısas uygulanır. Akıl-baliğ
olmadığı dönemde işlese, kendisi bir malı telef ettiğinde olduğu gibi burada da
ağırlaştırılmış diyeti kendi malından öder. Kendisinin malı yoksa, diyet onun
zimmetinde borç olur. Bu çocuk yanlışlıkla veya kasta benzer bir şekilde
öldürülürse -onun görünürdeki durum bakımından hür olması dikkate alınarak- tam
diyet alınır ve devlet hazinesine konulur. Organlarına yönelik işlenen suçun
diyetini kendisi alır.
f. Bu çocuk kasten
öldürülse devlet başkanı suçluyu diyet karşılığında affedebilir ancak
karşılıksız affetme yetkisine sahip değildir; çünkü bu Müslümanların
maslahatına aykırıdır. Devlet başkanı dilerse kısası da uygulayabilir. Çocuk
buluğa erip de Müslüman olduğunu açıkladıktan sonra ise durum farklı olup
Nevevl'nin sahih gördüğü, el-Mühimmat adlı eserde de doğru kabul edilen görüşe
göre onun diyetinin ödenmesi gerekir. Çocuk buluğa erdikten sonra Müslüman
olduğunu ifade etmiş ve kendi vücut bütünlüğüne yönelik müessir bir fiil
işlenirse kendisi kısas uygulattırabilir. Çocuğun buluğa ermesinden veya
delinin akıllanmasından önce birisi onun organını koparsa, çocuk buluğa
erinceye, deli akıllanıncaya kadar organı koparan kimse hapsedilir. Bunların
velisi hakim bile olsa zengin olan değil fakir olan deli için diyeti alabilir,
zengin olsun fakir olsun çocuk için diyeti alamaz. Vası ise bunların hiçbirini
yapamaz. Deli akıllansa ve kısası uygulatmak için diyeti geri vermek istese
bunu yapmasına izin verilmez.
16. Nevevi, çocuğun
başkasına tabi olarak Müslümanlığına hükmedilmesi meselesini bitirdikten sonra
çocuğun [başkasına bağlı olmaksızın] doğrudan Müslüman olup olmaması meselesine
temas etmiştir. [Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
Doğru görüşe göre
mümeyyiz küçüğün doğrudan Müslüman olması sahih değildir.
Cüveyni'nin belirttiği
üzere İmam Şafii (r.a.)'nin eski ve yeni görüşü de bu şekildedir.
Bunun gerekçesi şudur:
Mümeyyiz küçük mükellef olmadığından gayr-i mümeyyiz küçüğe ve deliye
benzemektedir. Onların Müslümanlığının sahih olmadığı konusunda ittifak
bulunmaktadır. Ayrıca çocuğun kelime-i şehadeti getirmesi ya bir şeyi haber
vermek ya da bir hüküm inşa etmek anlamına gelir. Şayet bunu haber olarak kabul
edersek, çocuğun vereceği haber makbul değildir. Bunu hüküm inşa etmek olarak
kabul edersek bu da tıpkı çocuğun diğer akitleri gibi olur ki diğer akitleri
batıldır.
[İkinci görüş]
Bu çocuğun Müslümanlığı
geçerlidir. Buna bağlı olarak Müslüman yakınına mirasçı olabilir.
[*] - Çünkü Hz.
Peygamber (s.a.v.) Hz. Ali (r.a.) buluğa ermeden önce onu Müslümanlığa davet
etti, Hz. Ali de bunu kabul etti.
Ayrıca çocuğun Müslüman
olmakla yükümlü olmaması, Müslüman olduğunda bunun geçerli olmayacağı anlamına
gelmez. Nitekim aynı şey namaz, oruç ve diğer ibadetler için de geçerlidir.
Mer'aşı şöyle demiştir:
Benim İmam Şafii (r.a.)'nin görüşü olarak bildiğim de budur.
İlk görüşte olanlar
ikinci görüşe şu şekilde cevap vermişlerdir:
1. Kadı Ebu't-Tayyib'in,
Ahmed bin Hanbel'den naklettiğine göre Hz. Ali, Müslüman olduğunda baliğ idi.
Şayet bu rivayet doğruysa o zaman zaten söylenecek söz yoktur. Şayet buluğa
ermediği düşünülecek olursa, Beyhakl'nin Ma'rifetü's-sünen ve'l-asar adlı eserinde
belirttiğine göre, bir kimsenin dinı hükümlerle yükümlü tutulmasının buluğa
bağlanması hicretten sonra söz konusu olmuştur. Subki şöyle demiştir: "Bu
doğrudur; çünkü yükümlülüğün on beş yaşına bağlanması, hicretten sonra Hendek
savaşında olmuştur. Bundan önceki dönemde temyiz yaşına bağlanmış olması
mümkündür."
2. Müslüman olmanın,
namaz vb. ibadet yükümlülüklerine kıyaslanması doğru değildir; çünkü Müslüman
olmanın nafilesi yoktur.
Bu görüş esas
alındığında çocuğun kafir ana-babası ile birlikte bulunmasına engelolunur ki
ana-babası onu dinden saptırmasın. EşŞerhu'l-Kebır ve er-Ravda'nın
"buluntu çocuk" bölümünde "doğru görüş" olarak
belirtildiğine göre bu engelolma müstehaptır. Bu yüzden çocuk ana-babasından
alınırken onlara yumuşak davranılır. Şayet ana-baba çocuğu teslim etmek
istemezse çocuk onlardan alınmaz. [Zayıf] bir görüşe göre ise Müslümanlık
konusunda ihtiyata riayet gerekçesiyle çocuğun onlardan alınması zorunludur.
Subki bu görüşü tercih etmiştir. ZerkeşI'nin, İmam Şafii (r.a.)'nin sözlerinden
çıkardığı sonuca göre bu çocuğun namaz kılmasına, oruç tutmasına ve diğer
ibadetleri yapmasına engel olmayız.
Bu çocuk Müslümanlığını
gizlediğinde -tıpkı açıkça yapması durumunda olduğu gibi- cennete girer. Bu
çocuğun Müslümanlığının görünürdeki durum bakımından değil hakikatte, yani
dünyada değil ahirette sahih olduğu ifade edilir. Çocuk buluğa erdikten sonra
kafirliğini ilan ederse tehdit edilir ve Müslüman olması istenir. Çocuk
kafirlikte ısrar ederse ana-babasına geri verilir.
Nevevi
"mümeyyiz" ifadesini zikretmek suretiyle mümeyyiz olmayan küçük ve
deliyi dışarıda bırakmıştır ki bunların Müslümanlığı kesinlikle geçerli
değildir.
Mükellef olan bir kimse
konuşabilir durumdaysa onun Müslümanlığı konuşmakla, konuşamayan kimsenin ise
işareti e olur. Bu konuda farklı görüş yoktur. Günah bir yolla sarhoş olmuş
kimsenin durumu da mükellefin durumu gibidir.
Kafirlerin çocukları,
Müslüman olduklarını beyan etmeksizin öldüklerinde onların hükmünün ne olacağı
konusunda yaygın bir görüş ayrılığı söz konusudur. En doğru görüşe göre onlar
cennete girerler; çünkü her doğan çocuk İslam fıtratı üzere doğar. Dünyevı
açıdan ise onlara kafir muamelesi yapılır. Onların namazı kılınmaz,
Müslümanların kabrine gömülmezler. Ahiretteki hükümleri bakımından ise Müslüman
hükmündedirler.
C. BULUNTU ÇOCUĞUN HÜR
VEYA KÖLE OLUŞUNA İLİŞKİN MESELELER
Buluntu çocuk kendisinin
köle olduğunu ikrar etmediğinde, baş-
ka birisi onun köle
olduğuna dair bir delil getirmedikçe hür kabul edilir. Şayet kendisinin bir
şahsın kölesi olduğunu ikrar eder de o şahıs bunu tasdik ederse -daha önce
çocuk kendisinin hür olduğuna dair bir ikrarda bulunmamışsa- bu [kölelik
hakkındaki] ikrar kabul edilir.
Mezhepte esas alınan
görüşe göre [çocuğun köle olarak kabul edilebilmesi için], geçerli olmasının
hürlüğü gerektireceği satım ve nik&h gibi bir tasarrufun [çocuk tarafından]
daha öncesinde yapılmamış olması şart değildir. çocuğun ikrarı köleliğin aslı
ve geleceğe ilişkin hükümleri bakımından kabul edilir, geçmişe yönelik olan ve
başkasına zarar veren hükümler bakımından kabul edilmez. Buna göre çocuğun bir
borcu bulunsa ve çocuk kendisinin köle olduğunu ikrar etse, elinde de bir mal
bulunsa, borç o maldan ödenir.
Çocuğu elinde
bulundurmayan bir kimse çocuğun köle olduğunu iddia ettiği halde bir delil
ortaya koymasa bu iddiası kabul edilmez. Daha güçlü görüşe göre çocuğu bulan
kişi bu iddiada bulunduğunda o da kabul edilmez.
Mümeyyiz olan veya
olmayan bir küçük, onu köle olarak kullanan birinin elinde bulunsa ve bu köleliğin,
çocuğun buluntu olarak alınmasına dayandığı bilinmese, o çocuğun köle olduğuna
hükmedilir. Çocuk buluğa erdiğinde "ben hürüm" dese daha doğru görüşe
göre bir delil olmadıkça sözü kabul edilmez.
Bir kimse buluntu bir
çocuğun köle oldUğuna dair delil getirirse delile göre hareket edilir.
Delilolarak getirilen
şahitlerin [şahitlik ederken ifadelerinde], mülkiyetin sebebine de temas etmesi
gerekir. Zayıf bir görüşe göre mutlak olarak mülkiyete şahitlik etmeleri ye-
17. Buluntu bir çocuk
kendisinin köle olduğunu ikrar etmemişse hür kabul edilir; çünkü insanlarda
yaygın olan durum hür olmaktır. İbnü'I-Münzir bu konuda icma bulunduğunu
söylemiştir. Ancak İmam Şafii (r.a.) şöyle demiştir:
Bir kimse ona zina isnad
etse kendisine sormadan isnadda bulunan kimseye ceza uygulamam. Şayet çocuk ben
hürüm derse isnadda bulunan şahsa had cezası uygularım.
Bulkini şöyle demiştir:
Çocuk, içinde Müslüman veya zımmınin bulunmadığı darulharpte bulunsa, onların
diğer çocukları ve kadınları gibi bu çocuk da köle olarak kabul edilir.
Alimlerin konuyla ilgili
ifadelerini "İslam ülkesinde bulunan çocuk" şeklinde anlamak gerekir.
Ben bu konuya temas eden birini görmedim.
Bu, manası açık olan bir
hükümdür. Buna göre söz konusu iki durum, Nevevl'nin şu sözüne eklenerek önceki
sözünden istisna edilir: "Ancak herhangi bir kimse o çocuğun köle olduğuna
dair delil getirirse -ve çocuğun hangi yolla başkasının mülkiyetine girdiğini
açıklarsa- o başka". Bu durumda delile uygun hareket edilir.
18. Mükellef olan bulun
tu çocuk kendisinin bir şahsaait köle olduğunu ikrar etse, söz konusu şahıs da
bunu tasdik etse, o şahıstan daha önce çocuğun hür olduğuna dair bir ikrar söz
konusu olmamışsa -tıpkı diğer ikrarlarda olduğu gibi- bu da kabul edilir.
"Diğer şahıs bunu
tasdik etse" ifadesi diğer şahsın yalanlaması durumunu dışarıda
bırakmaktadır ki daha sonrasında kişi tasdik etse bile çocuğun köleliği sabit
olmaz.
"Daha önce ikrar
söz konusu olmamışsa" ifadesi, çocuğun buluğa ermesinden sonra ve onun
kölelik ikrarında bulunmasından önce hür olduğuna dair bir ikrarın bulunması
halini dışarıda bırakmaktadır ki bundan sonra çocuğun "ben köleyim"
şeklindeki ikran İmam Şafii (r.a.)'nin açık ifadesinde de yer alan daha doğru
görüşe göre kabul edilmez; çünkü çocuk ilk ikran ile hürlere ait hükümleri
üstlenmiş olup bunu ortadan kaldırma hakkına sahip değildir.
[İtiraz] [Kocası tarafından ric'! talakla boşanmış bir
kadın] kocasının kendisine rücu ettiğini inkar ettikten sonra bunu ikrar etse
bu ikrar kabul edilir. Bizim meselemizde de durum böyle olmalıdır.
[Cevap] Kadının "kocam rücu etti"
şeklindeki iddiası bir asla, yani kadının iddetinin bitmemiş olmasına
dayanmaktadır. İddetin devam ettiği konusunda din kadının sözünü esas almıştır.
Kadın, daha önce kasten yanlış bilgi verdiğini itiraf etmiştir. çocuğun
"ben köleyim" şeklindeki ikrarı ise "aslolan hürriyettir"
şeklindeki genel kurala aykırıdır. Bu genel kural, hürriyet ikrarı ile daha da
pekişmiştir.
[İtiraz] Nevevl'nin sözlerine şu durum bir itiraz
noktası teşkil eder: Bir kimse "Ben, Zeyd'in kölesiyim" şeklinde
ikrarda bulunsa, Zeyd kendisini yalanlasa, ikrarda bulunan kişi bu defa
"Ben, Amr'ın kölesiyim" diye ikrarda bulunsa, Amr bu iddiayı tasdik
etse bile bu ikrar kabul edilmez. Burada kişinin daha önce hür olduğuna dair
bir ikrarı söz konusu değildir.
[Cevap] Kişinin ilk ikrarı, başkasının mülkü
olmadığını ortaya koymaktadır. Lehine ikrarda bulunulan kişi bunu
yalanladığında bu şahıs onun mülkiyeti olmaktan çıkar ve aslen hür olur.
Hürriyet hem Allah hem de kullara yönelik hakları yüklenmenin bir emaresidir.
Kişinin ikinci bir ikrarla bunu ortadan kaldırma yetkisi yoktur.
Not: Alimler, burada ikrarda bulunan şahısta rüşd
özelliğinin bulunmasını dikkate almamışlardır. Zerkeşı'nin belirttiği üzere
tıpkı diğer ikrarlarda olduğu gibi buradaki ikrarda da bunun dikkate alınması
gerekir ki bu durumda İzz bin Abdüsselam'dan nakledildiği üzere cariyelerin
kölelik itirafının kabul edilmemesi gerekir; çünkü cariyelerde çoğunlukla
görülen şeyonların sefih ve bilgisiz olduklandır. Ezrai şöyle demiştir:
"Bu gerekçe kölelerin çoğunda da bulunmaktadır, özellikle de buluğa yeni
ulaşmış kölelerde bu görülür."
19. Kölelik ikrarının
sahih olması için, ikrarda bulunan kişiden yürürlük kazanmasının hürriyeti
gerektirdiği satım ve nikah gibi bir tasarrufun ikrar öncesinde meydana
gelmemiş olması [şart mıdır? Bu konuda mezhep içinde iki rivayet
bulunmaktadır:]
[Birinci rivayet]
Mezhepte esas alınan
görüşe göre bu şart değildir, aksine belirtilen tasarruflardan herhangi birini
yaptıktan sonra da kişinin ikrarı, onun aslen köle olduğu ve gelecekteki
tasarruflarının -gerek lehte gerek aleyhteki- hükümleri bakımından mutlak
olarak kabul edilir.
Lehine olan hükümler
bakımından kabul edilmesi noktasında bu ikrar, kadının nikah ikrarında
bulunmasına kıyas edilir; İmam Şafii (r.a.)'nin yeni görüşüne göre bu ikrar,
kadın üzerinde bir hakkın doğmasına yol açtığı halde kabul edilir.
Aleyhte olan hükümler
bakımından kabul edilmesine gelince bunun sebbi şudur: Kişi üzerinde bulunan bir
hakkı ikrar ettiğinden tıpkı diğer ikrarlarda olduğu gibi bu hak kendisinden
alınır.
[İkinci rivayet]
İkinci rivayette yer
alan görüşlerden birine göre bu ikrar kabul edilmez, bu kişiye hür şahsa
ilişkin hükümler uygulanmaya devam eder.
20. [İlk rivayete göre]
kölelik ikrarı, başkasına zarar veren geçmişteki hükümler bakımından [geçerli
olur mu? Bu konuda İmam Şafii (r.a.)'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
Daha güçlü olan görüşe
göre kişinin ikrarı -kişinin başkasında alacağı olduğuna dair ikrarı nasıl
geçerli olmuyorsa- bu hükümler bakımından kabul edilmez.
[İkinci görüş]
İkrar bu hükümler
bakımından da kabul edilir; çünkü ikrar bölünemez. Bu tıpkı şahitlikle hükmün
sabit olması gibidir.
21. Nevevi yukarıdaki
ilk görüşe dayanarak meseleyi detaylandırmıştır.
Buluntu çocuğun bir
borcu bulunsa, bu çocuk kendisinin köle olduğunu ikrar etse veya bir başka
şahıs o çocuğun köle olduğunu iddia etse, çocuğun elinde mal bulunuyorsa borç
bu maldan ödenir, lehine ikrarda bulunulan kişi ise borçtan arta kalanı alır.
Geriye borç kalırsa, ikrarda bulunulan kişiden azat edilmesinin ardından bu
istenir. İkinci bir şahsa olan borç bundan ödenmez, mal lehine ikrarda
bulunulan kişiye ait olur, borç ise ikrarda bulunan kişinin zimmetinde yer
alır.
Kişinin kendisine zarar
veren geçmişteki hükümlere gelince, ikrar bu hükümler bakımından kesin olarak
kabul edilir.
Not: Bir kimse evlendikten sonra köle olduğunu
ikrar etse [iki durum söz konusudur:]
a. Şayet bu ikrarı yapan
kadın ise [şu hükümler geçerli olur:]
Nikah akdi fesholmaz
devam eder. Bu durumda ödenmiş ve teslim edilmiş şey hükmünde olur. Çünkü
nikahın fesholması -koca ister cariye ile evlenmesi helal olan kimselerden
olsun isterse cariye ile evlendikten sonra hür bir kadınla evlenme imkanı bulan
hür kocanın durumunda olduğu gibi cariye ile evlenmesi helal olmayan bir kimse
olsun- kocaya zarar verir. Ancak koca evlenirken karısının hür olmasını şart
koşmuş da sonradan köle olduğu ortaya çıkmışsa, şart yerine gelmediğinden muhayyer
olur. Koca, karısıyla zifafta bulunduktan sonra nikahı feshederse, kadının
lehine cariyelik ikrarında bulunduğu kişiye koca akitte kararlaştırılan mehir
ile emsal mehirden hangisi daha az ise onu öder; çünkü fazlalık olan kısım
kocaya zarar vermektedir. Şayet koca nikaha onay verirse akitte kararlaştırılan
mehri ödemesi gerekir; çünkü onun kendi düşüncesine göre ödemesi gereken miktar
budur. Şayet bunu karısına teslim etmişse yeterli olur. Zifaf öncesinde
boşamışsa, akitte kararlaştırılan mehir düşer. Çünkü lehine ikrarda bulunulan
kişi nikahın fasid olduğunu düşünmektedir. Bu durumda kadın, kocasına hür
kadının teslim edildiği gibi teslim edilir. Kocası, karısının efendisinin izni
olmaksızın onu yolculuğa götürebilir. Kadının cariyelik ikrarında bulunmasından
önce doğan çocukları hürdür; çünkü koca onların hür olduğu kanaatindedir.
Onların [köle olarak kabul edilseydiler ödenmesi gerekli olacak olan]
değerlerini ödemesi gerekmez; çünkü kadının sözü kocaya borç yükleme konusunda
kabul edilmez. Kadının ikrarından sonra doğan çocuklar ise köledir; çünkü bu
durumda koca, onun cariye olduğunu bile bile ilişkide bulunmuştur.
Bu konu bir bilme ce
şeklinde şu şekilde sorulur: "Hangi durumda hür bir erkek hür bir kadınla
evlenir de aynı akitte doğurduğu çocuklardan biri hür diğeri köle olur?"
Bu kadın boşandığında üç
temizlik dönemi iddet bekler; çünkü talak iddeti kocanın hakkıdır. Ric'ı
talakta koca bu esnada karısına rücu edebilir.
Bu kadın, kocası vefat
ettiğinde cariyenin beklediği gibi vefat iddeti bekler; çünkü koca bu durumda
iddetin eksilmesinden dolayı bir zarara uğramaz.
b. Kölelik ikrarında
bulunan kişi erkek ise [şu hükümler söz konusu olur:]
Nikahı fesholur; çünkü
nikahın fesholmasında kadının bir zararı yoktur. Zifaf olmuşsa kadın akitte
kararlaştırılan mehrin tümünü, zifaf olmamışsa yarısını almaya hak kazanır;
çünkü mehrin yarısının düşmesi kadına zarar vermemektedir. Bu durumda koca
mehri elindekinden veya şimdi yahut ileride elde edeceği kazançtan öder. Şayet
elinde mal yoksa, azat edilinceye kadar zimmetinde borç olarak kalır.
Başkasına yönelik kasten
öldürme / yaralama fiilinde bulunduktan sonra kendisinin köle olduğunu ikrar
etse, kendisine yönelik suçun işlendiği kişi ister hür ister köle olsun
kendisine hür kimselere uygulanan kısas uygulanır. Yanlışlıkla veya kasıt
benzeri bir suç işlese, elinde bulunan maldan diyeti öder.
[İtiraz]: Diyet, suç
işleyen kişi hür olsa da köle olsa da onun elindeki mala ilişmez.
[Cevap]: Kölelik bu
kişiye kısıtlama getirilmesini gerektirince -tıpkı hür bir kimseye iflas
sebebiyle kısıtlama getirilmesi durumunda olduğu gibi- onun elindekine borcun
ilişmesini gerektirmiştir.
Şayet kişinin yanında
bir şey yoksa, diyet kölenin boynuna [çıplak mülkiyetine] ilişir.
Kişinin eli kasten
koparıldıktan sonra kişi köle olduğunu ikrar etse hür kimseye değil köleye
kısas uygulanır; çünkü onun "ben köleyim" şeklindeki ifadesi, kendisi
için zararlı olacak konularda geçerlidir. Şayet bu şahsın eli yanlışlıkla
koptuktan sonra kişi köle olduğunu ikrar ederse değerinin yarısı ile diyetinden
hangisi daha azsa o ödenir; çünkü fazlalık olan kısım bakımından onun ifadesi,
suç işleyen şahsa zarar vermektedir.
22. Buluntu şahsı elinde
bulundurmayan kişi OnUn köle olduğunu -herhangi bir delil ileri sürmeksizin
iddia etse- bu iddiası kesinlikle kabul edilmez; çünkü görünürdeki durum
bakımından o kişi hürdür. Bu, bir delil olmadıkça terk edilmez. Ancak nesep
konusu bundan farklıdır; çünkü nesebin kabul edilmesi çocuğun yararına olup bu
aynı zamanda çocuk lehine bir hakkın sabit kılınmasıdır.
23. çocuğu bulan kişi
-herhangi bir delil olmaksızın- çocuğun köle olduğunu iddia edip bunu da çocuğu
bulmasına isnad etse [bu iddia kabul edilir mi? Bu konuda imam Şafii (r.a.)'ye
ait iki görüş bulunmaktadır: ]
[Birinci görüş]
Daha güçlü görüşe göre
bu iddia kabul edilmez; çünkü aslolan hürriyettir. Bu genel kural sırf bir
iddiaya dayalı olarak ortadan kaldınlmaz.
[İkinci görüş]
Tıpkı bulan kimsenin
dışındaki kimsenin durumunda olduğu gibi bu iddia kabul edilir ve çocuğun köle
olduğuna hükmedilir.
İlk görüşte olanlar
arada şu farkın bulunduğunu belirtmişlerdir: Diğer şahıslardan farklı olarak
buluntu çocuğun hür olduğuna sırf görünürdeki durum açısından hükmedilmektedir.
24. Bir kimse buluntu çocuğun
köle olduğunu iddia ettiği halde buluntu çocuk onun kölesi olduğunu inkar etse
daha sonra onun kölesi olduğunu ikrar etse bu kabul edilir. Şayet inkar ederse,
davacı ona yemin ettirebilir. Şayet kişi aslen köle olduğunu inkar eder de
sonra köle olduğnu ikrar ederse bu kabul edilmez ve kendisine yemin de
ettirilmez; çünkü yemin ettirme [karşı tarafın] ikrarda bulunmasını talep etmek
için yapılır. Bu kişinin ikrarı ise kabul edilmez.
25. Bir kimse, yaşı
büyük olan buluntu şahsa zina isnad etse veya buluntu şahıs küçük bile olsa-
kendisine yönelik kısası gerektirecek müessir fiilde bulunsa ve onun köle
olduğunu iddia etse, o kişi ise bunu inkar etse, yeminle birlikte buluntu
çocuğun sözü kabul edilir; çünkü aslolan hürriyettir. İlk durumda zina isnadında
bulunan kimseye had cezasının uygulanması gerekir, ikinci durumda ise kısas
uygulanması gerekir.
Buluntu kişinin kendisi
zina isnadında bulunsa ve kendisinin köle olduğunu iddia etse, kendisine hür
kimselere uygulanan had cezası uygulanır; çünkü başkasına geçmişte zarar
verecek konularda onun ikrarı kabul edilmez.
26. Mümeyyiz bir küçük
veya bir başkasını, onun kendi kölesi olduğunu iddia eden ve kölesi olarak
kullanan birinin elinde görsek, kölelik iddiasında bulunan kişinin bu
iddiasında çocuğu bulma işlemine dayandığı bilinmese, er-Ravda'da
"doğru" olarak belirtilen görüşe göre "zilyedlik" ve
"herhangi bir muarız olmaksızın tasarruf ta bulunmak" gerekçelerinden
hareketle bu kişinin iddiası doğrultusunda el altında olan kişinin köle
olduğuna hükmedilir.
Daha doğru olan ve
bizzat İmam Şafii (r.a.) tarafından ifade edilen görüşe göre kişinin bu konuda
yemin etmesi zorunludur. [Zayıf] bir görüşe göre ise bu menduptur. Bir başka
[zayıf] görüşe göre ise -tıpkı buluntu çocukta olduğu gibi- bu kişinin köle
olduğuna hükmedilmez. ilk görüşe göre mümeyyiz çocuğun yalanlamasının bir
etkisi yoktur.
Not: Nevevl'nin "çocuğu bulma işlemine
dayandığı bilinmese" ifadesinden şu anlaşılmaktadır: Bir çocuğu bulan kişi
o çocuğu bulmadan önce çocuğun kendisinin zilyedliğinde olduğuna dair delil
getirse bu delile göre hüküm verilir. Bu, er-Ravda ve eşŞerhu'l-Kebır'de
Beğavı'den nakledilmiştir. Ancak İbn Kecc, İmam Şafiı (r.a.)'nin ifadesi olarak
şunu nakletmiştir: "Mülkiyet sebebine dair delil getirmedikçe o kişi köle olarak
kabul edilmez." Daha güçlü olan görüş de budur.
27. Buluntu çocuğun köle
olduğuna hükmedildikten sonra çocuk büyüyüp de "ben aslen hürüm" dese
[bu söz kabul edilir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
Daha doğru görüşe göre
hür olduğuna dair bir delilolmadığı sürece kabul edilmez; çünkü küçüklüğünde
onun köle olduğuna hükmettik. Bu hükmümüzü bir delil olmadıkça ortadan
kaldıramayız. Rafil ve Nevevl'nin Beğavl'den nakledip onayladıkları görüşe göre
çocuk, efendisine yemin ettirebilir.
[ikinci görüş]
Davacı onun köle
olduğuna dair bir delil getirmediği sürece onun sözü kabul edilir; çünkü o şu
anda sözü dikkate alınmaya ehil birisidir.
Görüş ayrılığının devam
etmesi noktasında küçüklüğünde onun malik olduğunu iddia edip onu hizmetinde
kullandıktan sonra çocuğun büyüyerek köleliği inkar etmesiyle buluğa erinceye
kadar hizmetinde kullanıp daha sonra ona malik olduğunu iddia edip çocuğun da
bunu inkar etmesi arasında bir fark yoktur. Bunu Rafii "davalar"
bölümünde açık olarak ifade etmiştir.
Çocuk, efendisinden
başkası lehine kölelik ikrarında bulunsa sözü kabul edilmez.
Belirtilen hükümler
bakımından ergin olan deli de çocuk gibidir. Onun akıllanması da çocuğun buluğa
ermesi gibidir.
Not: Küçük bir kızın bir kimsenin zilyedliğinde
bulunduğunu ve o kişinin de o kızla evlilik iddiasında bulunduğunu görsek, kız
buluğa erince bunu inkar etse kızın sözü kabul edilir, davacının delil
getirmesi gerekir. Bu durumda kızın küçükken o adamla evli olduğuna hükmedilir
mi? İbnü'l-Haddad şöyle demiştir: "Evet aynen kölelikte olduğu gibi burada
da böyledir." Daha doğru görüşe göre nikaha hükmedilmez. Alimlerimiz
bununla kölelik arasında şu farkın bulunduğunu belirtmişlerdir:
Zilyedlik genelolarak
kişinin eli altındaki şeyin mülkiyetine sahip olduğuna dair bir delil teşkil
eder. Kölenin köle iken doğmuş olması ve nikahın da herhangi bir sebeple
sonradan meydana gelmiş olması mümkündür. Bu yüzden bir delile ihtiyaç duyulur.
28. Gerek bir çocuğu
bulan kişi gerekse başkası o çocuğun köle olduğuna dair bir delil getirirse, bu
delilin bir yararının bulunduğu ortaya çıktığından, delile göre hareket edilir.
Bu delili ister çocuğu elinde bulunduran kişi ister başkası ileri sürsün fark
etmez. Delilin [yani delilolarak ileri sürülen şahitlerin, verdikleri ifadede]
miras ve satım gibi mülkiyet sebebine temas etmeleri şarttır ki böylece
şahitlik yalnızca zilyedliğe dayalı yapılmış ve çocuğun buluntu olmasından
kaynaklanmış olmasın.
[Zayıf] bir görüşe göre
ise -tıpkı diğer mal davalarında olduğu gibi- mutlak olarak mülkiyete dair
delil getirmek yeterlidir. ilk görüşte olanlar "kölelikle ilgili meseleler
önemli olduğundan bu konuda ihtiyata riayet edilir" diyerek arada fark
bulunduğunu belirtmişlerdir.
Not:
a. Nevevi'nin genel
ifadesinden, görüş ayrılığının hem buluntu çocuk hem de başkaları hakkında
geçerli olduğu anlaşılmaktadır ki el-Kifaye'de belirtildiğine göre alimlerin
çoğunluğunun benimsediği rivayet de budur.
b. Delilolarak getirilen
şahitlerin bir erkek, iki kadın olması yeterlidir; çünkü bunun amacı çocuk
üzerinde mülkiyetin bulunduğunu ispatlamaktır.
c. Şahitlerin "bu
çocuğu şu adamın cariyesi doğurmuştur" sözleri, mülkiyet sebebine temas
etme konusunda yeterli görülüp "cariye onun mülkiyetinde iken" demeleri
şart değildir; çünkü amaç onların şahitliklerinin yalnızca görünürdeki
zilyedliğe dayanmadığını tespit etmektir ve bu da gerçekleşmiştir. Ayrıca
çoğunlukla görülen durum kişinin cariyesinin çocuğunun onun kölesi olduğudur.
[Zayıf] bir görüşe göre
şahitler "cariye bu çocuğu onun mülkiyetindeyken doğurmuştur"
demedikçe şahitlik kabul edilmez; çünkü daha önce pek çok çocuk doğurmuş bir
cariye bir kişi tarafından satın alınsa "şu adamın cariyesi şu çocukları
doğurmuştur" diyebiliriz, ancak bu ifade çocukların o adama ait olduğunu
göstermez. Şahitler "onun mülkündeyken" dediğinde bu ihtimalortadan
kalkmış olur.
Nevevi ileride
"davalar" bölümünde geleceği üzere Tashhü't-Tenbih adlı eserinde bu
görüşü doğru kabul etmiştir. Er-Ravda'da da belirtildiği ne göre önceki görüş
daha doğrudur. İbnü'l-Mukri de onu benimsemiştir.
İbnü'r-Rif'a burada yer
alan görüşle "davalar" konusundaki ifade arasında şu farkın
bulunduğunu belirtmiştir: Buradaki ifade buluntu çocuk vb. hakkındadır. Bundan
amaç kölelik ile hürriyeti birbirinden ayırt etmektir. Davalar konusunda ise
amaç kölenin sahibini belirlemektir; çünkü orada kişinin köle olduğu ittifakla
kabul edilmektedir. Bu ise kişinin cariyesinin çocuğu doğurmuş olmasıyla sabit
olmaz.
İbnü'l-İmad iki meseleyi
şöyle ayırt etmiştir: "Zilyedlik, bir şeye malik olma konusunda nasstır
(açık bir delildir). Bunun ortadan kaldırılmasında da sebebin zikredilmesi
gerekir. çocuğun hür oldUğuna hükmetmek ise zahirdir (yoruma müsaittir),
kölelik de ihtimal dahilindedir. Bu sebepledir ki bu çocuğu öldüren kimseye
kısas uygulamanın gerekli olup olmadığı konusunda -köle olma ihtimaline binaen-
ihtilaf edilmiştir."
d. Belirtilen şahitlikle
yetinildiğinde dört kadının "bu köleyi şu adamın cariyesi
doğurmuştur" diye şahitlik etmesi yeterlidir; çünkü bu doğum konusunda
şahitliktir.
Burada mülkiyet
-kadınlar tarafından şahitlik edilsin ya da edilmesin- zımnen sabit olur; çünkü
doğuma şahitlik dolaylı olarak nesebi de ispat eder.
D. BULUNAN ÇOCUĞUN
NESEBİNİ BİRİNE BAĞLAMAYA İLİŞKİN MESELELER
Bulunmuş olan bir
çocuğun nesebini hür-müslüman bir kimse kendisine bağlasa çocuk ona bağlanır ve
bu kişi çocuğu kendi terbiyesine alma konusunda öncelikli hak sahibi olur.
Bir köle, çocuğun nesebini
kendisine bağlamak istese nesep ona bağlanır. [Zayıf] bir görüşe göre kölenin
efendisinin bunu tasdik etmesi gerekir.
Bir kadın çocuğun
nesebini kendisine bağlamak istese daha doğru görüşe göre nesep kadına
bağlanmaz.
İki şahıs• buluntu bir
çocuğun nesebini kendisine bağlamak isteseler, Müslüman ve hür olan kimse zımmı
ve köle olan kimseye göre öncelik hakkına sahip olmaz. Şayet ortada şahitler
yoksa çocuk k2Üfe gösterilir, kaif çocuğun nesebini kime bağlarsa çocuk ona
bağlanır. Kaif bulunmaz ise veya herhangi bir karar veremezse yahut da çocuğun
bu iki şahsa da ait olmadığını belirtirse yahut her ikisine birden bağlarsa
çocuk buluğa erdikten sonra kendi tabiatı bu iki kişiden kime meylediyorsa
nesebini ona bağlaması istenir. Her ikisi de birbiriyle çelişen [eş değer]
deliller ileri sürerlerse daha güçlü görüşe göre bu d~liller dikkate alınmaz.
29. Müslüman olduğuna
hükmedilen bulunmuş bir çocuğu h ür, Müslüman bir erkek .kendi nesebine
bağlamak istese -ikrar bölümünde geçen şartlar doğrultusunda- çocuk onun
nesebine bağlanır; çünkü bu kişi çocuk lehine başkasına zararı olmayan bir hak
ikrarında bulunmuştur. Bu, çocuk lehine mal ikrarında bulunmaya benzemektedir.
Bu konuda çocuğu bulan ile bulmayan, reşid ile sefih eşittir.
Hakimin çocuğu bulan
kimseye "bu çocuk senin nereden çocuğun oluyor? Cariyenden mi, karından mı
yoksa şüphe yoluyla g'erçekleşmiş bir ilişkiden mi?" diye sorması
sünnettir.
Zira kişi çocuğu bulmuş
olmanın doğrudan nesebi gerektirdiğini zannediyor olabilir. Hatta Zerkeşi'nin
de belirttiği üzere çocuğu nesebine bağlamak isteyen kimse bu durumu bilmeyen
bir şahıs ise nesep konusunda gösterilmesi gereken ihtiyat gereği hakimin bunu
yapması zorunlu olmalıdır.
Not: NevevI'nin "Müslüman" sözcüğünün
zıt anlamı söz konusu değildir; çünkü burada söz konusu olan, Müslümanlığına
hükmedilmiş olan buluntu çocuktur. Daha önce geçtiği üzere kafir bir kimsenin
bu çocuğun nesebini kendisine bağlamayı istemesi sahihtir, ancak çocuk din
bakımından ona tabi olmaz. İbnü'r-Rif'a şöyle demiştir: "Nesebi bağlamak
isteyen kişinin bir karısı olup bu çocuğun kendisine ait olduğunu inkar etse,
çocuğun nesebi o kadına bağlanmaz."
30. çocuğun nesebi,
belirtilen şahsa bağlandığında o kişi çocuğu terbiye konusunda başkalarına göre
öncelikli hak sahibi olur, yani terbiye hakkı başkasının değil yalnız onun
olur.
[Metinde geçen
"öncelikli hak sahibi olur" ifadesi bir mukayese bildirmeyip hakkın
yalnızca o şahsa ait olduğunu bildirir. Arapça'da bu tarz kullanımlar çoktur.]
Nitekim kişi "falan, malı üzerinde başkalarından daha fazla hak
sahibidir" denilir ki bu ifade "falanın malı üzerinde başkasının
hakkı yoktur" anlamına gelir.
31. Nevevl'nin
"hür" ifadesinin de zıt anlamı esas alınamaz. Nitekim Nevevl'nin
"bir köle çocuğun nesebini kendisine bağlamak istese ona bağlanır"
ifadesi de bunu göstermektedir; çünkü köle, nesep açısından hür kimse gibidir.
çocuğun nikah veya şüphe yoluyla olan bir ilişkiden dolayı o köleye ait olması
mümkündür.
Nevevl'nin köleyi hürden
ayrı olarak zikretmesinin sebebi şu hükümdür: "Bir görüşe göre çocuğun
nesebinin köleye bağlanabilmesi için efendisinin bunu tasdik etmesi şarttır;
zira kölenin azat edildiği var sayılırsa ileride gerçekleşmesi düşünülen
mirasçılık bu çocuk sebebiyle ortadan kalkmaktadır."
İlk görüşte olanlar buna
şu şekilde cevap vermişlerdir: Bu dikkate alınmaz; çünkü bir kimse bir çocuğu
kendi oğlu olarak nesebine bağlasa, o çocuğun da bir erkek kardeşi olsa,
çocuğun nesebinin bağlanması kabul edilir.
32. çocuğun nesebi köle
olan şahsa gerek efendinin tasdiki ile gerekse başka bir sebeple bağlandığında
çocuk ona teslim edilmez; çünkü o, çocuğun nafakasını temin edemeyecek
durumdadır. Zira onun malı yoktur. Köle çocuğun bakımını da üstlenemez; çünkü
bunun için zamanı yoktur. Dolayısıyla çocuk, onu bulan kişinin elinde
bırakılır, harcaması da devlet hazinesinden karşılanır.
33. Bir köle, bir şahsın
kendisinin erkek kardeşi veya amcası olduğunu ikrar etse, alimlerin ikrar
meselesinde belirttiklerine göre o kişinin nesebi o köleye bağlanmaz; çünkü
burada nesebi başkasına katmaktadır. Bunun şartı, mirası elinde bulunduran bir
kimse tarafından gerçekleştirilmesidir. İbnü'l-Mukri şerhettiği eserin
ifadesinden anlaşılan ilk anlama tabi olarak buna aykırı görüş belirtmiştir.
Bulkini şöyle demiştir:
Bu durum şöyle düşünülebilir: Hür bir kimse hür olarak öldükten sonra kafirliği
veya yol kesiciliği sebebiyle kişi köle yapılsa daha sonra da nesebi ikrar
etse, nesebi ölen şahsa bağlanır.
Bu çok uzak bir
ihtimalolup ancak böyle bir şey gerçekleşirse hükmü araştırılır.
34. Hür bir kimse,
başkasına ait bir kölenin nesebini kendisine bağlamak istese, köle akıl ve
baliğ olup bunu tasdik etse, nesep bağlanır. Burada vela yoluyla oluşabilecek
mirasçılığın ortadan kaldırılması ihtimali dikkate alınmaz. Kişi, başkasına ait
küçük veya deli olan kölenin nesebini kendisine bağlamak istese -ikrar
bölümünde geçtiği üzere- bir delilolmadıkça nesep ona bağlanmaz.
35. Hür bir kadın
buluntu çocuğun nesebini kendisine bağlamak istese [bunun hükmü ne olur? Bu
konuda mezhep içinde üç görüş bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
En doğru görüşe göre
çocuğun nesebi -kadının kocası bulunmuyor olsa bile- bir delilolmadıkça kadına
bağlanmaz; çünkü erkekten farklı olarak kadının doğumu gören kimseleri şahit
olarak getirmesi mümkündür. İbnü'l-Münzir bu konuda icma bulunduğunu
söylemiştir.
[İkinci görüş]
Nesep kadına bağlanır;
çünkü o da ebeveyn kapsamında yer aldığına göre erkekle aynı durumdadır.
[Üçüncü görüş]
Kocası bulunmayan kadına
nesep bağlanır, kocası bulunan kadına bağlanmaz; çünkü nesebin koca söz konusu
olmaksızın yalnızca kadına bağlanması uzak bir ihtimaldir.
Kadın, davasına dair
delil getirirse nesep ona bağlanır. Aynı şekilde şahitler kadının çocuğu o
adamla evliyken doğurduğuna dair şahitlik eder ve kadının da o adamdan hamile
kalmış olması mümkün olursa nesep kocasına da bağlanır, aksi takdirde
bağlanmaz.
36. İki kadın, bulunan
bir çocuğun veya nesebi bilinmeyen bir çocuğun nesebinin kendilerine ait olduğu
konusunda anlaşmazlığa düşseler ve her ikisi de delil getirse, bu deliller
birbiriyle çelişir ve bunlar bırakılıp kaifin [nesep bilgini] açıklaması
dikkate alınır.
Kaif çocuğun ne se bini
bu kadınlardan birine bağlarsa nesep ona' bağlanır, yukarıda geçen şartlar
dahilinde kocasına da bağlanır. Şayet ortada delil yok ise (kaife başvurulmaz;
çünkü daha önce geçtiği üzere bir kadının, bir çocuğun nesebini kendisine
bağlaması ancak bir delil ile sahih olur.
37. Cariyenin bir
çocuğun nesebini kendisine bağlaması -tıpkı hür kadında olduğu gibi- bir
delille sahih olur. Ancak çocuğun nesebi cariyeye bağlandığında onun, cariyenin
efendisine ait bir köle olduğuna hükmedilmez; çünkü şüphe yoluyla gerçekleşmiş
bir ilişkiden olmuş hür bir çocuk olabilir.
38. Kadı Ebu'l-ferec
el-Bezzaz'a göre çift cinsiyetli şahsın, bir çocuğun nesebini kendisine
bağlamak istemesi sahih olup onun sözüyle nesep sabit olur. Çünkü [hiçbir
çocuğun nesepsiz kalmayıp] neseb[in birine bağlanması için] özen gösterilir,
nesep [birine bağlanmasın diye] ihtiyat gösterilmez. Daha sonra bu şahsın erkek
olduğu ortaya çıkarsa hüküm devam eder, kadın olduğu ortaya çıkarsa kadınla
ilgili yukarıda aktarılan görüş ayrılığı burada da geçerli olur.
39. Buluntu bir çocuğu,
onu almaya ehil iki kişi kendi nesebine bağlamak istese, yani her birisi
çocuğun nesebinin kendisine ait olduğunu iddia etse, bu iki kişiden Müslüman ve
hür olanı zımmıye hatta kafire ve köleye göre öncelik hakkına sahip olmaz.
İkisi de bu konuda eşit olur; çünkü her biri tek başına bulunsaydı nesebi
kendisine bağlamaya ehil olacaktı.
Bu durumda birini
diğerine tercih ettirecek -birazdan gelecek- unsurlara ihtiyaç bulunmaktadır.
Şayet ikisinin de delili
yoksa veya her birinin delili bulunmakla birlikte bunlar birbiriyle tearuz
etse, buluntu çocuk, onun nesebini iddia eden şahıslarla birlikte kaife (nesep
bilginine) gösterilir. Nesep bilgini çocuğun nesebini kime bağlarsa nesep ona
katılır; çünkü "davalar" bölümünde geleceği üzere, nesep konusunda
bir karışıklık söz konusu olduğunda nesep bilgininin nesebi birine bağlamasının
bir etkisi bulunmaktadır.
İki şahıstan birinin
delili varsa delile göre hüküm verilir. Bu, nesep bilgininin nesebi bağlamasına
göre önceliklidir.
40. Şayet;
> Maverdl'nin
belirttiği, Rafi!'nin de "iddetler" konusunda Ruyani' den
naklettiğine göre namazların kısaltılabileceğinden daha az bir mesafede bir
nesep bilgini yoksa,
> Nesep bilgini
bulunmakla birlikte bir karar verememişse,
> Nesebin her ikisine
de ait olmadığını belirtmişse,
> Nesebin her ikisine
ait olduğunu belirtmişse
Çocuğun buluğa ermesi
beklenir ve buluğa erdikten sonra yaratılıştaki tabiatı hangisine meylediyorsa
nesebini ona bağlaması emredilir. çocuğun keyfı olarak bunu yapması yeterli
değildir.
Çocuk bu iki şahıstan
kime nesebini bağlarsa nesep ona ait olmuş olur.
[*] - Bunun delili Beyhakl'nin
sahih bir senetle naklettiği şu olaydır: İki adam, bir şahsın nesebinin
kendilerine ait olduğunu iddia etti. Hz. Ömer o kişiye "bu ikisinden
dilediğine bağlan" dedi.(Sünen-i Beyhakı, ed-Da'va ve'l-beyyinat, 10, 263)
Ayrıca çocuğun tabiatı
babasına meyleder ve onda, başkasında bulamadığı şeyi bulur.
Mümeyyiz bile olsa
çocuğun, kimin ona bakacağını belirleme meselesinin aksine kendi nesebini
birine bağlaması yeterli değildir. Bakım meselesinde çocuk ana-babasından
dilediğini seçer; çünkü bu konudaki seçimi kendisi açısından bağlayıcı olmayıp
seçiminden dönebilir; zira çocuk bağlayıcı söz söyleyebilecek durumda değildir.
Buradaki mesele ise bundan farklı olup birine nesebi bağlanınca dönüşü mümkün
değildir.
Çocuğun beklemesi ve iki
şahıstan hangisine neseben bağlanacağına karar vermesi aşamasında her iki şahıs
da çocuğun nafaka giderini karşılar. Ancak -Rafifnin "iddetler"
konusunun ikinci bölümünde belirttiği üzere- çocuğun nesebinin bağlanmadığı
diğer kişi hakimin izniyle harcama yapmışsa ödediğini diğerinden geri alır.
Not: "Emredilir" ifadesi çocuğa bunun
zorla yaptırılabilmesini gerektirmektedir ki Saymerı bunu açıkça zikretmiştir.
Başkaları şunu da eklemiştir: "Çocuk bunu yapmaktan kaçınırsa hapsedilir.
" Bu, inat sebebiyle seçim yapmaktan kaçınan hakkında geçerlidir. Ancak
tabiatı bu iki şahıstan hiçbirine meyletmeyen çocuğa gelince orada beklenir;
şayet çocuk kendi nesebini bu iki şahıstan başkasına bağlar da o üçüncü şahıs
bunu tasdik ederse nesebi ona bağlanır. İki şahıstan birine bağlanmayı istediği
halde nesep bilgini diğerine bağlarsa, nesep bilgininin sözü kabul edilir;
çünkü onun ifadesi bir delil ve hükümdür. Nesep bilgini çocuğun nesebini bu iki
şahıstan birine bağladığı halde diğeri delil getirirse delil getiren tercih
edilir; çünkü delil her türlü anlaşmazlıkta geçerlidir.
Ortada iki çocuk olsa ve
bunlardan her biri başka bir şahsa nesebini bağlasa sorun devam eder.
Çocuklardan birisi görüşünden dönüp diğerine bağlanırsa buluğdan sonra onun
sözü kabul edilir.
"Nesep bilgini
çocuğun nesebini her ikisine birden bağlarsa" ifadesi Nevevl'nin
el-Muharrer'de yer almayan bir eklentisi olup bunu ayırt etmemiştir.
41. Her iki şahıs da
çocuğun nesebinin kendisine ait olduğuna dair birbiriyle çelişen şahitler
getirse [hüküm ne olur? Bu konuda İmam Şafii (r.a.)'ye ait iki görüş
bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
Daha güçlü görüşe göre
her iki delil de devre dışı kalır ve çocuk nesep bilginine gösterilir.
Çünkü çocuğun iki
erkekten olması mümkün olmadığından her iki delile göre hareket etmek mümkün
değildir. Bu delillerden biri diğerine zilyedliğe dayalı olarak tercih de
edilemez; çünkü zilyedlik yalnızca mülkiyeti gösterir, nesebi göstermez.
[ikinci görüş]
İki delil devre dışı
kalmaz, nesep bilgininin ifadesi doğrultusunda biri diğerine tercih edilir.
Ranı "her iki
durumda da amaç değişmemektedir" demiştir.
Bu iki görüş "mal
konusunda iki delil birbiriyle çeliştiğinde her iki delil de devre dışı
kalır" görüşünün uzantısı mahiyetindedir.
Buluntu Çocuk Konusunda
Son Hükümler
a. İki kişi doğan bir
çocuk konusunda birbiriyle anlaşmazlığa düşüp birisi çocuğun erkek oldUğunu
diğeri ise kız olduğunu ileri sürse, çocuğun erkek olduğU ortaya çıksa,
eş-Şamil'de şöyle belirtilmiştir: "Bu çocuk dişidir" diyenin davası
dinlenmez; çünkü o başka bir şahsı [dava için] belirlemiştir. Onun davasının
dinlenmesi de ihtimal dahilindedir; çünkü çocuğun cinsiyeti konusunda yanılmış
olabilir.
İlk görüş daha güçlüdür.
b. Bir kimse çocuğunu,
bir oğlu olan Yahudi bir kadına emzirtse sonra kendisi ortalıktan kaybolsa daha
sonra dönse ve Yahudi kadının öldüğünü görse, iki çocuktan hangisinin
kendisinin oğlu hangisinin kadının oğlu olduğunu bilemese Nevevi'nin fetvasına
göre durum bir delil ile veya nesep bilgininin ifadesiyle netlik kazanıncaya
yahut da bunlar büyüyüp de farklı şahıslara neseplerini bağlayıncaya kadar
beklenilir. Hali hazır durumda bir müslümana bırakılırlar. Şayet bir delil veya
nesep bilgini yoksa yahut buluğa erdikten sonra her ikisi de aynı şahsa
neseplerini bağlamak isterse nesep konusunda beklemeye devam edilir. ikisinin
de Müslüman olmaları için kendilerine yumuşak davranılır. Şayet olmamakta
diretirlerse Müslüman olmaya zorlanmazlar. Bu şekilde ölürlerse Müslüman
kabristanı ile kafirlerin kabristanlarının arasına gömülürler, namazları
kılınır. Her ikisine birlikte cenaze namazı kılınıyorsa müslümana niyet edilir,
şayet birine namaz kılınıyorsa ve
o kişi müslümansa ona
niyet edilir. Nitekim bu konu cenaze namazı bahsinde geçmişti.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN