Ana sayfa

 

Kelâmdan Uzak Durmayı Gerektiren Sebepler:

 

EBU MUHAMMED: Duyduğuma göre kelamaların bazıları şarab'ın haram olmadığını söylüyorîarmış. Gûya Allah (C.C.) şarab'ı te'dib cihetinden nehyetmiş imiş. "Elini boynuna bağla(yıp cimri kesil)me ve büsbütün de aç(ıp israf et)me" (İsra 29) ve "...kendilerini yataklarda yalnız birakın. Yine dinlemezlerse (hafifçe) dövün.."(Nisa 34) ayetleri de bunun gibi te'dip için imiş.

 

Onlardan kimisi de, dokuz hür kadınla evlenilebileceğini söylemekte ve şu âyeti delil getirmekteymiş: "Sizin için helâl olan kadınlardan ikişer. üçer. dörder olmak üzere nikah edin."(Nisa 3) Diyorlarmış ki; iki, üç ve dördün toplamı dokuz eder. Bunun delili de şudur ki;Rasûlullah vefat ettiğinde dokuz hanimi vardı. Allah'ın (C.C) Kur'an'da Rasûlüne mubah kıldığı şeyler, bize de mubah kılınmış olan şeylerdir.

 

Diğer bazı kelamcılar da domuzun yağ ve derisinin helal olduğunu kabul etmekte ve "Çünkü Allah (C.C),"Size, ölü hayvan, akmış kan ve domuz eti haram kıhndi."(Mâide 3) ayetinde, domuzun ancak etini haram kılmıştır. bunun haricinde başka bir şeyini haram kıîmamışür. "demektedirler.

 

Kelamcüardan bir başka gurup, Allah birşeyi, o şey meydana gelmeden bilemez ve en iyisini araştırmadan birşeyi yaratamaz, demişlerdir.

 

Bu kadar ihtilaf karşısında bu Kelamcılardan hangisine bağlanılır ve hangisinin mezheb ve fırkasına tabi olunur...? Bunların arasından hakkı bulup çıkarmak nazil arzu edilebilir?

 

Onlar, -günler geçtiği zaman akıp gittiği halde- hala kıyas ve tartışmalarla uğraşmakta. böylelikle sadece ihtilailan artmış olmakta, haktan ise uzaklaşmaktadırlar.

 

Ebû Yusuf (113-182) "Kim dini, kelam ilmi üe öğrenmek isterse zmdıklaşır, kim malı simya ilmi ile kazanmak isterse iflâs eder, kim hadislerin gariblerini. araştınrsa yalanlanır." derdi.

 

EBÛ MUHAMMED: Ben ilk gençlik yıllarımda ve çeşitli ilimleri Öğrenmeye ihtiyaç hissettiğim devirde, bütün ilimlere bir bağla bağlanmak ve her ilimden nasibimi almak istiyordum. Bazan bunlara (Kelamcılara) aldanıp, onların meclislerine gider, oradan, hayra götüren veya doğruyu gösteren faydalı birşeyi öğrenmiş olarak çıkmayı arzu ederdim. Onların Allah'a karşı cür'etlerini sakınmalarının azlığını, kıyasın düzenli olması veya kıyasta kopukluk olmaması için kendilerini günahlara sürüklediklerini görür, oradan hüsran içersinde, pişmanlıkla geri dönerdim.

 

Şair Muhammed b. Beşir,

 

Bırak tartmadan söz söyleyeni,

Vera' sahibi böyle bir söz söylemez.

Her fırkanın başlangıcı güzeldir.

Ondan sonra kepazeleşirler.

Ona söylenilebilecek tek şey,

"Hiç duraksamadan konuşurdu."denilmesidir."

 

derken onlan isabetli bir şekilde vasfetmiştir. Abdullah b. Mus'ab da şöyle demiştir: Adamı görürsün söz söylemek hoşuna gidiyor.

 

Halbuki kişi için en salim yol konuşmamaktır. Sözün fazlasından sakın,

 

Çünkü her sözün lüzumsuzu bardır.

Sakın bir bid'atçıya arkadaşlık etme.

 

Hiçbir zaman da onun dediğini dinleme. onların sözleri gölgelere benzer.

 

Gölgelerin ise zail olması yakındır. Allah âyetlerini muhkem kılmıştır.

 

Rasûl(ullah) de onlara delil olmuştur.

Ve müslümanlara yolu açık eylemiştir.

Sakın bu yoldan başkasını takib etme. Onlar, göğüslerinde şüphe,

 

İçlerinde ise kin ve hile saklarlar. Kur'an'la ilgili bir bid'at çıkardıklarında herbiri bu bid'ata sarılıp kendini haklı görür.

 

O halde bırak onlan ve ahmaklar gibi salına salına yürüyenleri

 

Onlara uzun bir sessizlikle cevap ver.

 

EBÛ MUHAMMED: Ben Ömer b. Abdilaziz'in "Kim dinin husûmetlere (münakaşalara)hedef yaparsa, sık sık görüş değiştirmek durumunda kalır. sözünü işitmiş idim. Hakikaten, kelâmcıları, "Hak (kıyas ve nazari düşünce) ile bilinebilir. Kim bir delil ile ilzam olunursa ona boyun eğmesi gerekir, "dediklerini işitiyor, fakat sonra onların araştırma ve nazarları boyunca birbirlerini delillerle susturduklarını, her mecliste kaç kere müşahade ettiğim halde, onların kendi iddialarından vazgeçmediklerini, iddialarını terketmediklerini görüyordum.

 

Hişam b. el-Hakem'in taraftarlarından biri bir mu'teziliye şöyle bir soru sorar: Bana söyler misin, bu âlemin sonu ve hududu var mıdır?

 

Mu'tezili: "Son -bana göre- iki kısımdır. Biri, zamanın şu vakitten şu vakte kadar olan sonudur. Diğeri uç ve kenarların (yâni mekânın)nihayeti (sonu) dir ki,âlem de bu iki sıfatla sonludur." dedi.

 

O:"-Sani (yaratıcı) olan Cenab-ı Hak sonlu mudur? dedi. Mu'tezilî: Bu muhaldir, "dedi.

 

O: "-Sen sonlu olmayan. sonlu birşeyi yaratabileceğini mi iddia ediyorsun?dedi. Mu'tezilî:"Evet, dedi.

 

O : Sonlu olmayanının sonlu olanı yaratması caiz olduğu gibi, niçin "şey" olmayanın "şey"i yaratması caiz olmasm? dedi. Mu'tezilî: "-Çünkü "birşey"olmayan, yokîuktur ve iptaldir."dedi.

 

O Sonlu olmayan da, yokluk (adem) ve iptaldir, dedi. Mu'teziîî O: "Birşey değildir", demek,"yok" demektir, dedi.

 

O Sonsuz değildir."demek te "yok" demektir. dedi. Mu'tezilî: Cehm b. Safvân ve ashabı hariç, insanlar Allah'ın bir "şey" olduğunda ittifak ettiler. dedi.

 

O İnsanlar onun (Allah'ın) sonlu olduğunda da ittifak etmişlerdir. dedi. Mu'tezlî: Mütenâhi (sonlu) olan herşeyin muhdes, masnu'(yaratılmış), ve aciz olduğunu gördüm, dedi.

 

O Ben de bütün "şeylerin muhdes (sonradan yaratılmış) ve âciz olduğunu gördüm, dedi. Mu'tezilî:" Bu "şey'lerin yaratılmış (masnû') olduğunu görünce, bildim ki onların yaratıcısı da"şey" dir.". dedi.

 

O Bu "şeylerin sonlu olduğunu görünce bildim ki, onların yaratıcısı da sonludur." Mu'tezilî Eğer (Allah) sonlu olsaydı yaratılmış olurdu, çünkü her sonlu olan şey yaratılmışür, dedi.

 

O Eğer (Allah) "şey" olsaydı, yaratılmış ve aciz olurdu çünkü her "şey" in yaratılmış ve aciz olduğunu gördüm,eğer mesele böyle değilse, o halde (Allah ile yaratılanlar arasındaki) fark nedir? deyince, Mu'tezilî sustu..

 

(Kelâmcılardan)iki kişiden biri, diğerine" ilim "hakkında sordu ve ona:"Sen,, Semi' (işitici) demenin , Alîm (bilici)demek olduğunu mu söylemek istiyorsun?   " dedi.

 

O da: Evet, dedi. (Bunun üzerine aralarında şöyle bir konuşma cereyan etti): Allah fakirdir.."diyenlerin sözünü elbette Allah işitmiştir." (Al-i Imran 181) buyurulmuştur. Yani Allah, onlar bu sözü söylediklerinde onları işitti mi? Evet, işitti.

 

Onlar o sözü söylemeden önce, Allah onlan işitti mi? Hayır, işitmedi.

 

Onlar söylemeden önce, onların bu sözü söyleyeceklerini bildi mi? Evet...

 

Öyleyse ben "Semî" den, Alîm manasından başka bir mana anlıyorum, "deyince öbürü cevab veremedi.

 

EBÛ MUHAMMED: Ona ve ewelkine:"İkinizi de deliller susturdu. Öyle ise, niçin (yanlış olan) inancınızdan vazgeçip de delillerin icabettirdiği şeye inanmıyorsunuz?" dedim.

 

Onlardan biri: "Eğer dediğin gibi yaparsak, hergün kaç kere inancımızı değiştirmemiz gerekir" dedi.

 

(Benim bu anlattıklanm) senin Kelâmcılara hayret etmen için kafidir.

 

BEN (EBÛ MUHAMMED) DERİM Kİ: Madem ki hakikat ancak kıyas ve delil ile bilinmektedir, eğer sen bu ikisine kat'î bir şekilde tabi olup (bunlara dayanılarak mağlup edildiğinde) boyun eğmezsen kıyas ve delili ne yapacaksın?O zaman senin için taklid daha kazançlı ve Rasûlullahın izinden gitmek de daha uygun olur.

 

KELAMCILARA GÖRE; RİVAYET EDİLEN BİR HABERİN SABİT OLMASI İÇİN GEREKLİ RAVİ SAYISI

 

Onlar (Kelâmcılar) bir haberin nasıl sabit olacağında da ihtilaf ettiler. Bazısı, sadık (doğru) bir kişi ile haber sabit olur, derken diğeri, "iki kişi ile sabit olur. çünkü Allah iki adil şâhid getirmekle emretmiştir. " der. Bir diğeri ise "üç kişi ile sabit olur çünkü Allah 'Bununla beraber mu'minlerin hepsinin toplanıp birden savaşa çıkmaları uygun değildir. Her kabileden büyük bir kısım savaşa git m eli, onlardan bir kısmı da dini öğrenmek ve kabileleri savaştan geri döndüğü zaman, onları Allah'ın azabı ile uyarmak için geri kalmalıdır." (Tevbe 122) buyurmuştur. (Ayette geçen) tâife (=onlardan bir kısmı) ise en az üç kişiden teşekkül eder."der.

 

Onlar bu sözleriyle iyice sapıtmışlardır. Çünkü "tâife"bir de olur. iki de, üç veya bunlardan daha fazla sayıda da olur. Çünkü taife; kısım, parça manasınadır. Binâenaleyh. bir kişi de bir kavmin parçası olabilir. Nitekim Cenab-ı Hak "Mü'minlerden bir taife de hazır bulunsun." (Nur 2) buyurmaktadır. Bu rada Allah tâife'den, bir veya iki kişiyi kasdetmektedir.

 

(Kelâmcılardan)bir başkası, Cenab-ı Hakkın "Bunun üzerine dört şahid getirselerdi ya..!" (Nur: 13} ayetini delil getirerek, bir haberin dört kişi ile sabit olabileceğini söyler... Bir diğeri "...içlerinden on iki nazır bulundurmuştuk." (Mâide 12) âyeti sebebiyle, haberin on iki kişi ile sabit olacağını; bir başkası "...içinizden sabır ve sebat edecek yirmi kişi bulunursa, onlar iki yüz kişiye galebe eder." (Enfâl 65) âyetiyle istidlal edip yirmi kişi ile sabit olacağını;diğeri ise"Mûsâ (buzağıya tapan arkadaşlarından ötürü özür dilemek üzere} tayin ettiğimiz vakit için kavminden yetmiş adam seçti." (A'râf 155) ayeti sebebiyle haberin yetmiş kişi ile sabit olacağını söyler.

 

Onlar (Kelâmcılar ve re'y ehli), haberin sahih olması için delil teşkil edecek her sayı için Kur'an 'dan birer sayı buldular. Herhangi bir kimse haber ancak sekiz kişi ile sabit olur. Çünkü Allah, o zamanın insanlarına hüccet olan Ashâb-ı Kehf hakkmda"Bunlar yedi kişidir, sekizincileri köpekleridir."(Kehf 22) buyurmuştur (diyebilir. Halbuki onların sekiz olmaları ancak köpeğin onların sekizincileri olmasıyla mümkündür -veya haber ancak ondokuz kişi ile sabit olur. çünkü Allah, Cehennem bekçilerinden bahsederken "üzerinde ondokuz melek var." (Muddessir 30) buyurmuştur, diyebilir. Aynı şekilde bu rakamlar da. Kur'an'dan çıkarılmış birer sayı olmuş olur.

 

Bütün bu tercihler ancak insanlaıın akıllarının farklı seviyede olması sebebiyle farklılaşmıştır. Herkes aklının seviyesine göre bir sayı kabul etmiştir. Eğer onlar Allah'ın tek bir vakitte, bütün insanlara iki, dört, yirmi veya yetmiş değil de bir tek Peygamber göndermesine ve ona uymalarını emirlerini dinlemelerini emretmesine baksalardı tek bir Peygamber nasıl Allah'dan haber verdiği şeylerde sâdık (doğru) ise, aynen âdil ve sâdık bir kimsenin verdiği haberin de tasdik olunması gerekeceğini anlarlardı.

 

Bu kısımda maksadımız bu olmadığı için sözü daha fazla uzatmayacağız...

 

BİR SONRAKİ İÇİN TIKLA:

 

RE’Y VE KELAMCILARIN TEFSİRLERİNDEN ÖRNEKLER