SULTAN ABDÜLAZİZ :
Babası: Sultan II. Mahmûd Han
Annesi: Pertevniyâl Vâlide Sultan
Doğum Tarihi: 1830
Vefat Tarihi: 1876
Saltanat Müd.: 1861-1876
Türbesi Istanbul Çemberlitaş
H. 1277-M. 1861 senesinde Osmanlı tahtına cülus etmiştir. 24
yaşlanndaydı. Sultan 2. Mahmud'un oğlu olup, Abdüi-me.Cid han merhumun küçük
kardeşidir. Taht'a geçen Abdü-laziz han, makamı sadarette, Kıbrıslı Mehmed
Paşa'yı bul-muştu. Şeyhülislam Saadeddin efendi idi. Hasan Rıza Pasa ise
seraskerlik makamında oturmaktaydı. Devlet içinde vazife yapmakta bulunanlar
çıkartılan bir ferman ile bulundukları yerlerde vazifelerinedevamları
bildirilirken, bahse konu fermanda Tanzimat-ı Hayriyenin tasvibe şayan olduğu
açıkça görülmekteydi. H. 1272/m. 1856 fermanını kapsadığı gibi. Kıbrıslı Mehmed
Emin Paşa'nın 1270/1854 yılında vermiş bulunduğu lâyihanın üzerine kurulduğu
metinden kolaylıkla anlaşılır.
Fermanı aşağıya alıyoruz. "Vezir-i meâl-i semirim Mehmed Emin
Paşa. Bu defa Cenab-ı malikül mülkün, irade-i lemye-zeliyesiyle ecda-d-ı
İzamımızın taht'ı saaded-i bahtına, cülusumuz vukubulmuş olup senin mücerreb
olan dirayet ve sadakatin cihetiyle hutubcesim-i sadareti uhde-i rüyetinde ifa
vesair vükela ve memurlar da yerlerinde bırakılmıştır. Dev-let-i âliyemizin
bimennihi Teâla ikmal-i saaded-i hâl ve bilaistisna bilcümlei teb'ai-yi
saltanat-ı seniyemizin istihsali refa-hu saadetleri azim emelimiz olduğunu ve
bu emniye-i hayriyenin husulü ve kâffe-i sekene-i memalik-i mahrusemizin
(temin-i can ve arazi ve malları zımnında) tesis olunmuş olan kavanin-i
esasiye-i adüye tarafı bizden tamamen tekiyd ve te'yid kılındığını cümleye ilân
ederim. Saltanat-ı seniyemizin medarı te'yid vasais-i şevketi olan şeriat-ı
şerife ki. adalet-i mahzadır. Onun ahkâm-ı menfaası cümlemize delü'1
k-i selâmet olduğu cihetle umur-u seri7 yeye ziyadesiyle rfkkat
olunması matlub-u katiyemizdir. Her devletin bais-i devam-ı ve tezyid-i
şevket-i ve asayişi kanunu mevzuaya herkes tarafından tamamiyle mutavaat
olunmak ve kibar-i jr ve kübera cümleten hakk ve vazifesi dairesini tecavüz
tmemekle olacağından bu yolda hareket edenier tarafımca mazhar-i mükâfat
olacakları misillü, hilafında bulunanlarında mücazatını görmeleri muhakkaktır.
Binaenaleyh umur-u mütenevia devlet-i âliyemizde bilcümle daiyan
ve bendegân ve memurin'in istikametle hizmet ve sadıkane ifa-i vazaifle
memuriyet etmeleri cümle evamir-j müekkide-i şahanemizdendir. Muazzamatı
mesalih-i düveliye hazreti muvafıkul umurun tevfik-ı ve erkân-ı devletin akdem
ve ittifakıile kârin-i hasen netice olageldiği müsellemettandır. Devlet-i
âliyemizin umur-u mülkiye ve maiiye işleri derece-i matlube-i intizam ve
mazbutiyete isali, işte şu kaidei müsel-lemeye kemâli tevesülîe, yâni cümle
tarafından halisane ve müstakımane ihtimam ve gayrete menut olup tarafım dan ol
babda her türlü, nezaret ve ihtimam olunacağını ve bir müddetten beri, esbab-ı
muhteiifeden nâşi, mesalihe arız olan. müşkülâtın biavn-i Tealâ kariben defi
hakkında masruf olacak himem-i mahsusai şahanemize her daire ve idare canibinden
hakkıyla ve tamamiyle ittiba olunarak ve zâtımızca, devletimizin iade ve
tezyid-i maliyesinden ve teba'mızın refahından başka fikir ve emel olmadığı
bilinen emval-i devletin istihsali ve sarfında tasarrufat-ı kâmiley-i ve
beyhude telefat ve sarfdan vikayesini mucib olacak ıslahatın peyderpey tarafımıza
arzolunmasi ve devleti âliyemizin ahd-ı esbab-ı şevketi olan asakirberriye ve
bahriyemizin dahi her hal ve mahalde muhafaza-i ni zam ve intizamı İle refahlarına
dikkat edilmesi Ve saltanat-ı seniyemizin dost, müttefik olan düveli
ecnebi-Vede câri bulunan münasebatı müvalatkâranesinin anbean tekid'ine sarfı
mec'hud ve muadehat-ı münakide ahkâmına müstemirren riayet kılınması, velhasıl
idarei devletin her cihet ve fur'unda vazaif-i vaza-if-i nazaifî istikametle,
iffet sadakat ve gayreti cümlenin kendisine esas hareket ve bais-i felahı
selâmet bilmesi irade-i katiyemizdendir.
Şurasını dahi ilan ve ilave ederimkİ, (tebeam'ın asayiş ve refahı
hakkında olan arzuyu şahanem istisna kabul etmeyeceğinden edyan-i akvamı
muhtelifeden bulunanları dahi cümleten tarafı hümayunumdan adalet ve himmet ile
temin-i hasen halleri emrinde dikkat-i mütesaviye göreceklerdir.) ve Cenab-ı
Hakk'ın mülkümüze ihsan buyurmuş olduğu esbab-ı azimeyi servet ve sâman'in
tevessü-ü tedriciyesiki, saye-i makderi tevaihi saltanatımızda cümlenin
saadet-i halini mucib olacak, terakkiyat-ı sahihedir. Onların ve devleti
âliyemi-zin istiklâl hâli kaziye-i mühimmesinin indimizde itirafkâr olduğunu
dahi tekrar ederim. Hazreti Feyyaz-ı mutlak, Habibi Ekremi hürmetine cümlemizi
muvaffak buyura. Amin. fi/23/zilhicce/1277-m. 1861 Görülüyorki, 1277/1861
senesi nihayetinde devletin, siyaset ve dahili idaresi programı yukarıdaki
satırlarda mevzu edilen maksaddan ibaretti. Hakikaten mali buhran sıkıntıyı son
derece çoğaltmış, Karadağ meselesi büyümüş, Hersek ayaklanmış, avrupada
müdehale etmeye bütün bütün niyetlenmişti. Bilhassa Sırp, Kara dağ sözleri pek
kuvvetli olarak ortalıkta konuşuluyordu. Tarih-i Lütfi, Rıza Paşanın
seraskerlikden azliyle ve Namık Paşanın tayini, Valide Sultana bin kese maaş
tahsisini ve şehzadelerin hazi-ne-i hassa'dan 419 bin kuruş aylık maaşiarı,
sutanlann maaşları gibi hazine-i maliyeye naklini yeni yapılacak işierin birincisi
olarak gösteriyor.
Abdülaziz Han, tahta çıkışının 3. günü Eyyüb Sultan Camiinde
kılıç kuşanma merasim ve alayını yerine getirdi. Tahta geçmeğe 3 sene kala
1274/1858'de dünyaya gelen vaktin sulu icabı gizli tutulan şehzade İzzeddin
efendinin doğum tarihi hatt-ı hümayun ile ilan edildi. Abdülaziz Han, tahta
ge-ceCeği zamana kadar, Mekke Mollası Ali Satı Efendizâde Kadri Beyin,
Eyübsultandaki evinde gizlenmişti. Hariciye nezareti, âli mecalis-i tanzimat,
meclis-i vâla İle birleştirilerek, ahkâmı adliye eski adıyla reisliğe Şam'da
bulunan hariciye nâzın Dr. Mehmed Fuad paşalara ihale olundu. Ahkâmı adliye
meclisi, biri mülkiye idaresine ve diğeri tezakir-i ve tanzimi kavanin ve
nizamata, üçüncüsü ise, hemenceilan olunan cinayet divanları nizamı gereğince,
havale olunması ait mahkemelere mahsus olmak üzere üç kısma ayrıldı. Vakanüvis
(resmi devlet tarihçisi) tanzimat meclisinin Damad Mehmed Ali paşa ile sarraf
Cezayirlioğlu Mıgırdiç arasındaki, mühür meselesi denilen olaydan münakaşalara
vesile olup, dava lâzım gelen şekilde hal olundu.
Bundan böyle de adı geçen meclis'in kaldırılmasına lüzum
görüldüğünü beyan edip, ilave etmekte olduğu satırlarda di-yorki: Tanzimat
meclisinin lağvı ile reisliğine ait 71275 kuruş ile meclisi vâla reisliğinin 60
bin 209 kuruş ve hariciye nezaretinin 67 bin 675 kuruş ve ticaret nezaretinin
49 bin 675 kuruş maaşları birleştirilerek aylık 248 bin 884 kuruşun, 75 bin
kuruşu hariciye ve 70 bin kuruşu meclis-i ahkâmı adliye başkanlığına ve 35 bin
kuruşu ticaret nezaretinde bulunan Safvet efendiye tahsis olundu. Hazîneye 68
bin 884 kuruş
kaldı. Sultan Abdülmecid merhumun, israf ve mest-i müdam olmaya
yatkın eğiliminden, kâğıd kaymenin meydana getirdiği zararları yüzünden, husule
gelen emniyet ve güven eksikliğinin sonundan dolayı kendisi hakkında ahalinin
şikayetleri Çoğalmıştı. Yeni padişahın mizacı, geleneğe, dine bağlılık
gösterecek ümidini vermişti. Milletin hakimiyeti adına Osmanlının ilk devir
idare usulüne bağlı olacağını ümid etmek
isterken, böyle bir hatt-ı hümayunun okunacağını zannede-miyordu.
Bu sırada Londra'da bir borç alım antlaşması imzalanmıştı. 1862 borçlanması
adıyla meşhur olan bu borçlanma, Meyres istikrazının (borçlanmasının)
başarısızlığını kapamak, problem olan kaymeyi ortadan kaldırmak arzusuna dayalıydı.
Şam ve Karadağınhadiseleriyse kaymenin kaldırılmasını değil,
fazlalaştırılmasını gerektiriyordu. Kaymenin miktarı 250 milyon frank olarak
sanılıyordu.
Nakit olarak ödenebilmesi için 500 milyon franklık, yeni bir borçlanmaya
girmek icab etmekteydi. Ancak bunu'yapa bilmek, adeta gayri kabildi. Vaziyet
böyle olduğundan dolayı, %40 nakit ve %60 yeni eshamyani senetlerle
değiştirilmek üzere yıllık %6 faiz ve %2 anapara emvartismaniı 200 milyon
franklık borç antlaşması yapılıptütün, tuz, damga, patent gelirlerinden
senelik 16 milyon frank ayrılması gerçekleştirildi. Hazinenin darlığa düşmesi
şu kadar had safhaya gelmiştiki, borçların faizlerini ve maaşlarını öde
yebilmek mümkün olamıyordu. Bu yüzden evrakı nakdiyeye müracat ediliyordu.
Padişahın ihtiyat hazinesinde para olduğu 1277/1861 tarihine aid
taviz olayı meselesi denen, şöyle bir vaka cereyan etmiş: <Bazı çok mühim
zamanlar ve olaylar karşısında devlet işlerinde kullanmak üzere düzenlenmiş
olan ihtiyat (yedek) hazine çok önemli askeri masraflara harcanmak ve
ra-mazan-ı şerif münasebeti ile bütün maaşların tamamen ödenmesi için borç
almak suretiyle taraf-ı şahaneden maliye hazinesine 40 bin kese 240 bin lira
ulaştırılmıştır. Aradange-çen zaman çok uzamadan alman meblağın maliye
tarafından borcu terk ettiği görüldü. O sırada sipariş olarak verilmiş bulunan
ve inşasına başlanmış olan üç tane kalyon masrafına bırakılması emrolunmuştur.
>
1278/1861-62 yılı vakaları içinde Ali paşanın 4. defa olmak üzere
makamı sadarete getirilmesi önem taşır.
Kıbrıslı Mehmed paşa aklı gidip gelen, dürüst cesur fakat sinirli bir
kimse olması hasebiyle görevden alınmıştı. Hariciye nezare-- e Şam'da bulunan
Fuad paşa, meclisi vâla reisliğine Kamil paŞa tayin ve nasb olundular. Yine bu
sene nişan-i Os-mani ihdas ve 23 bendi ve 5 fasıldan ibaret olan nizamnamesi
yayımlandı. Mali işlerin yeniden düzenlenmesine dair makam-i sadarete
gönderilen padişah tezkeresinde: <tenki-nat ve tenzilat, devleti âliyenin
mevcud kuvvetine zarar vermeyecek yerlerde aranılmak icabatıyla beraber fazla
kısıntıdan bir parçanın yavaş yavaş mevcud kuvvetinin ikmaline tahsisi ve
tersane tahsisatına mikdar-ı yeterli bir şeyin ilave olunması> beyan
olunmuştur.
Deniz kuvvetlerimizin mükemmelliğini temin için tahsisatına ayda
4 bin kese ilave edilmiştir. Bu devrin tenkihatı (memur ücretleri ve
maaşlarında indirim) daha sonra yine maliye hazinesinden ve rilmek üzere
erbabı havale devri yahud az sonra yine aid oldu ğu yere iade muamelesiydi>
Bu zamanlarda vekillerin ve memurlar ile kalem memurlarının tayınları vardı.
Hatta fetva makamının elimize geçen tayınat pusulası şöyledir: <1500 okka
ekmek, 350 okka pirinç, 210 okka ot, 300 kilo arpa, 150 kantar saman, 90 çeki
kömür, 2700 okka kömür> ki o zamanın fiyatıyla 500 lira tutuyordu. Cemiyeti
tabiyyenin kurulması, yeni kurulmuş bulunan İtalya Krallığının tasdiki ve
İngiliz Fransız, İtalya devletleriylen, ticari antlaşmalar imzalandı. Ticaret
nizamnamesinin uygulama alanına sokulması, hatta Ali paşanın azledilip, Fuad
paşanın sadarete tayini, bütçe usulünün tesisi, divan-ı muhasebat kurumunun
faaliyete geçirilmesi bu seneye ait vakalardandır. Kavaim-i nakdiye hakkında
deniliyor ki; <O esnada nakit Verine olmak üzere piyasada dolaşmakta olan
kavaim-i nak-d|yenin itibarına sekte gelmesine dayanan yüzlük altun, ka- ile
yüzseksenİ aşmış olduğundan erzak ve çeşitli eşyalann fiatlarını yükselmişti.
Zahirenin kilesinin 65 kuruşa yükselmesi ekmek fiatının kıyyesinin yüzon,
francalanın yüzkirk paraya satılmasına karar alındı. Sonraları altunun değeri
yükseldi. Hatta 400'e kadar fırladı.
Memleketeynin birleşmesi gerçekleşti. Kuze Bey'in yönetiminde
olan bu birleşme harekatı, prens 1. Aleksandr Jan adıyla kurulan imaret
sandalyesine oturması, CJlah ve Buğdan parlamentolarıyla kabinelerinin, tek
pa-şamento ve tek kabine şekline dönüşmesi merkezi hükümet n Yaşşehrinden,
Bükreş şehrine naklide gerçekleşti. Yunan Meselesi: Tebamiz olan Yunanistan çok
büyük bir isyan ve ihtilal karşısında kalma emareleri gösteriyordu. Bu sebeble
ihtiyatlı olmak bakımından tedbirlere baş vurmak icab etti. Rumeli ordusu komutanı
Abdi paşa ve Yenişehir'de bulunan ferik Piri paşanın kumandalarında hududa
asker yığmayı yerine getirdik. Yunanların yeni tarihçilerinden biri diyorkİ:
<Eğer Kırım savaşı sırasında Yunanistanın başında Kont Kavur
gibi tecrübeli, liyakatli bir diplomat bulunmuş olsaydı, Piyemon hükümetine
benzer bir devlet, Osmanlıların müttefikleriyle muhabere kurup büyük
ihtimaldir ki;daha kazançlı çıkılırdı.> Yunanlılar 1854 yılında Çar
Nikola'nın memurları tarafından Türkler aleyhine yaptıkları haçlı teşviklerinin
oyununa gelerek sonu yanlış bitecek bir hesab yapmışlardı. Fakat avrupada,
kavimcilik anlayışı politikasının geçerli hale gelmiş olması, o devrede
onlarında emel ve arzularının aynen İtalyan arzula-rına tetabuk etmekteydi.
İngilizlerin düzenlediği tertip ve iğfalatın sonunda 600 kişilik vatanseverini
Kral Oton'un aleyhine kışkırtan partinin reisi Aleksandır Mavro Kordato 1848'de
hürriyet düşüncesi ve kavmiyetçilik anlayışında olarak Yunanlılar için bir
program düzenleyip yayımlamıştı. Bu programlar genişleme ve katılım yani
iltihak meselesiniihtiva etmekteydi. Çünkü bu programda Yunanistan
n hangi memleket ve diyarları kendine katabilmesi Ümkündür
sorusuvardi. Kısmen dahi olsa yunanlıları bir hükümet altında toplayabilmek
için, hükümetin Yunan ırkına it çoğunluğun bulunmakta olduğu Teselya,
Makedonya, Foir ve Girit adası gibi ilk adım atacağı yerler olarak göstermekteydi.
Mavro Kordato İngiltere başvekili Lord Palmers-ton'un müttefik ve
ortağıdüşünceler taşıdığından bu sayılan memleketlere Cezayir-i sebayı
koymamıştı. Yunanistanın di-öer hülyası ise ancak Bizans devketi zamanında
toplayıp birleştirdiği gözönüne alınırsa İstanbul'a doğru bakmağa başladıkları
görülür.
Nasıl ki; İtalyanlar Roma'ya göz dikmişlerse... İşte kral Oton da
1855 senesinde Osmanlılar aleyhinde harekete geçmeye bu fikir sebebinden
dolayı kalkıştı. Pire'yi üç sene İngiliz ve Fransız askerlerinin işgalinde
bulundurmasına göz yumdu. Paris antlaşması Yunanlıların kabahatlerini ortadan
kaldırdıysada Yunanlılar kral Otton'u affetmediler.
1272/1856'da yayımlanan ferman ile müslüman olmayan tebanın can,
mal ve ırzı nadesi bütün bütün kızmalarına sebep oldu. Müslümanlarla müslüman
olmayanların barışması yunanlıların ümit bağladığı düşünce tarzına büyük bir
darbe olmuş, onları büyük bir mağlubiyete düşürmüştü. Bu yüzden hırslarını
zaten az akıllı ve hükümet işinden bıkmış olan krallarından aldılar. Esasında
Otton yunan emellerine lakayıt kalmayıp hissen ve siyaseten onları teşvik edip,
yardımcı oluyordu. Ancak onu anlayamayıp hesab edemediler. Kana-r's, Bulgaris
gibi Yunan istiklâline emek vermiş kah ramanla-nn kral Otton aleyhine
yürüttükleri muhalefet hareketleri bütün partiler tarafından desteklendi.
Yunanistanda krallık sarsıntı geçirdi.
1254/1839 senesinden beri, İngiltere devleti Oton'un mensub olduğu
Bavyera krallığı sülalesini, Yunanistandan
söküp atmak düşüncesini taşımaktaydı. İtalya kralı Wiktor Emanuel
de buna onay vermekteydi. Çünkü Emanuei'in kardeşi Dük Dojen bu işe İngilizler
tarafından uygun bulunup ileri sürülmüştü. Ancak bu durum Kont Kavur tarafından
müsbet karşilanmayıp net bir tarz içinde red olundu. Diğer taraftan kra!,
İngiltereden gördüğü sıkıntı dolu tehditlere, yunanlılardan maruz kaldığı
hakaretlere 1277/1861 senesinde İtalyan Garibaldi, Kra! Oton arasındaki bir
takım müzakereler yapılıp, bundan maksad Yunanlıların kıyamı karşısında,
su-küneti temin için ihtilal ordusu getirmek yolunu bulmaktı.
Wiktor Emanuel buna da evet demişti. İş olup bitmek üzereyken
Atapoli ile Şiyre'de bulunan Yunan askerleri ih tiİal hareketini başlattılar.
Ruslar ise kral Oton'dan memnun değildiler. Hatta onun yerine 1. Nikola'nın
torunu DÖlehtenburg ikame olunmak isteniyordu. Bu vaziyet karşısında her taraftan
yapılan hücumlar karşısında yardıma muhtaç hale geien kral Ot on, bütün
vilayetleri dolaşarak kendisine taraftar toplamak ve kuvvetlenmeyi esas
almıştı. Atina'dan ayrılır ayrılmaz 1862 yılının Ekim ayında bazı vilayetler
halkının, apansız payitahta saldıracakları haberleri Atina'da dolaşmaya ve
kulaktan kulağa yayılmaya başlandı. Her ne kadar bu hususta askerlerin
muhalefeti zararlı görülmüş isede, ahalinin kral aleyhine anlaşmış
bulunduklarını deklare etti.
Böylece askerler iîe halkın arasında çok hafif, dostlar kavga
görsün misalinden olarak bir müsademeden sonra kucaklaşma oldu. Vakit
geçirmeden meclis azalarından Buigaris, bahriye nazır vekili Kanaris ile sabık
vekillerden Rufo'dan meydana gelen, geçici bir hükümet kuruldu. Bu hükümet kral
Oton'un tahttan indirilmesine, eşinin ve hanedanının her hangi bir azasının,
Yunan hükümeti üzerinde bir hakları kalmadığını ilan vazifesinide yerine
getirdi. Kral bu duruma ancak dönüş esnasında muttali oldu. Atina'ya bir iki
saat me-
afede bulunan Pire limanında içinde bulunmuş olduğu Emili simli
Yunan gemisinden inip İngiliz gemilerinden olan Sekil adlı savaş gemisine
binerek avrupaya gitme yolunu seçti. İn-
|izler Rusların bulduğu INikola'nın torunundan endişeli olduklarından,
Danimarka kralının oğlu prens Yorgi'yi teklife ve Cezayir-i seba'yı Yunanistana
katmaya rıza gösterdiler.
Sözkonusu adalar 1815 yılından beri İngilterenin idaresin-deydi.
Perns Jorj; 1863 senesi mart ayının 30. günü kral ila-nolundu. Bu netice Yunan
arzu ve emellerine adeta bir bahşi-soldu. Yunanlıların megalo ideallerine
hazırlanmış bulunan Girid'e el atmaları, söz konusu gelişmelerden sonra başlamıştır.
Dünyada hemen hemen dünkü tebamsz üzerinde boy le hesaplarla planlamalar
yapılıp kuvveden fiile çıkarılırken, bizler neleri gerçekleştiriyorduk?
Söyleyelim: esasen 4. veya 5. dereceden meşguliyetten sayılabilecek işlerden
olan, usul-u teşrifatiye'ye ait düzenlemeyi, hayli zaman ve şiddet içinde şekle
bağlamaya muvaffak olmuştuk.
İşte bu çalışmanın neticesinide aşağıya alalım: Rütbe-i müşiri
vezaret, Sudur-u rumeli ve anadolu payesi, rütbe-i bâlâ ricali, İstanbul
payesi, feriklik rütbesi, rütbe-iula sınıfı evveli, Rumeli beylerbeyliği
payesi, Mirlivalık rüt-besi, Mirmi-tanlık rütbesi, Rütbeiûla sınıfı sânisi,
bilâd-ı hamse mevleviy-yeti, miralaylık, rütbe-i sâniye-i sınıf-ı evvel
mütemayizi, mahreç mevleviyyeti, rütbe-i sânii sınıf-ı sânisi, kaymakamlık,
Istablİ amire müdürlüğü payesi, Kİbar-ı Müderrisinler binbaşılık rütbesi,
rütbe-i sâlise, Kapıcıbaşılık, Muvassalai ouleymaniye madununda bulunan
müderrisler, Alay eminli-gi, Rütbe-i râbi, kolağalık, hocalık, yüzbaşılık.
Dar-ı şurâi askeri reisliği lakab bakımından balâ sırasında olup,
mertebece rütbe-i balâ üzerinde, yani o zaman maariftaretinin alt tarafındaydı.
Subaylara ve komutanlara, lakabıresmi tahsis kılındı. Osmanlı nişanı
(madalya)'nın verilme alanları genişetildi. Hatta bazı kimselere verilen dört
kıta murassa Osmanlı nişanlarına 980 bin 475 kuruş sarf olunmuştur.
Genç ve yeni padişah Abdülaziz han, Bursa'ya bir seyahatte
bulunarak, devletin kurucusu ve dedelerinin dedesi, Osman Gazinin türbesini
ziyaret ederek dualar eda ettikten sonra, İstanbula avdet etmiştir. Galatada
Rizeli Sofu baba adı ile tanınmış birinin çırağığı olan, ancak kaderin
icabından saraya damad olmuş nice mühim ce makamlara geldiği gibi, bu arada da
makam-ı sadarete gelen, Mehmed Ali paşa, üzerinde mabeyn müşirliği olduğu halde
defaetler seraskerlik, kaptan-ı deryalık, Tophane ve Sıhhiye nazırlıklarına ve
bunların üzerine de hazine-i hassa nezareti verilmesi gibi ga-rib bir saltanat
sergilendi. Paşa kanaat sahibi bir zat olduğu için, yalnız kaptanı deryalık
maaşını almış ve hazineye bu yüzdende her sene 2500 kese yani 12500 lira
istifade etme şansı vermiş bulunmaktadır.
Öte yandan Karadağ savaşı şiddetlenmiş ve Abdül Mecid han merhumun
son zamanlarında Bağdad ıslahatına vazifelendirilen Serdar-ı ekrem Ömer paşa
geri gelmiş ve 2. defa olarak Karadağ'ın terbiyesine görevlendirilmişti.
1852'de yani on sene evvel meydana gelen cezalandırma da 4500 şe-hid ve 5 bin
yaralı vermiştik. 30 şu kadar milyon kuruş sar-fetmiş ve Avusturyanın verdiği
ültimatom üzerine işi yüzüstü bırakmıştık. Fakat bu seferde meydana gelen
Garahova savaşında Hersek'te bulunan slav gayreti uyandırılmıştı. Buraya
gelince bir miktar islav, panslavizmden yani ıslavların birleşmesinden
bahsedelim. Bu birleşmenin gayesi, ictihadla olmazsa kuvvetle ortodoks
mezhebinin bütün gücü ile dini fikr yoluyla birleşmiş olan cinsiyet fikri ile
şark dünyasının Rusya niyabeti altında yeniden kurulmasıdır.
1274/1856 senesinde Moskova üniversitesi kurucu ve koyucusu
Bahmatyef in reisliğinde Poğodin ile Popof'un yar-. mıarı ile slavlar lehine
olarak bir yardım komitesi kuruluştu. Hükümet tarafından da tahsisatla desteklenen
Sırplar •ıe Bulgarlar arasında pek muazzam faaliyet göstermiş bulu-an bu
komite, on sene sonra üniversitenin yüzüncü yıldönümü hasebiyle toplanan
Moskova kongresinde takdis olunarak Slavların birleşmesi hususundaki
nazariyeyi kabul ettirdi. İşte Rusyanın, Hersek taraflarında açdığı isyan
bayrağı, bu panislavizmin tesiriyledir. Hersekliler Mostar'daki ecnebi devletler
konsolosluklarına verdikleri dilekçede <OsmanIi memurları ile milli
hükümetleri arasında kendi menfaatlerini gözetecek bir kocabaşı bulunması
dinlerine hürmet edilmesini, klişeler ve klişelerine çan kulesi inşa
kılınmasını, kendi milletlerinden bir piskoposun reisi ruhaniliğinde
bulunmalarını, mektebler açabilmelerini, zabtiyelerin hanelerinde ikamet etmemelerini,
beylere zirai mahsullerden dörtte birden fazla vermemelerini, verilen dörtte
birlerin vekilleri tarafından tahsil olunması vergilerin hane başına maktu
olarak tesbiti ve tahsillerini kocabaşların yapmasını taleb ediyorlardı.
Hükümet Hersek'te kopan patırdıları teskin için serdar-ı ekrem
Ömer paşayı yollamıştı. Bu sırada ise Karadağ, Mirko yâni, Garahova galibinin
idaresinde bulunuyordu. Eşkiya çeteleri hududu tecavüz edip, Hersekli asilere
yardıma başladılar. Sotirina, Nakşik gibi mevkiler ellerine geçti. Osmanlı
as-keriyse hudud boyunca bir güvenlik kuşağını tesis etmişti. Donanmamızın
gemileri bunların limanlarını ablukaya almıştı- Karadağ prensi de bu ablukayı
protesto etti. Fakat Ömer paşa yeter miktardaki askeriyle Hersek'e gelmişti.
Eşkiya C>oga boğazında Diyobu'da başarılı olup toplandılar. Biyava denilen
bölgede Ömer paşa'yı beklediler. Ancak; Ömer paşa °unlan pek feci bir hezimete
uğrattı. Karadağ beyi, hâlâ bitaraflığmı muhafaza ettiğini ilan ediyordu. Diğer
taraftanda asker toplamaktaydı. Bu vaziyet karşısında babıâli, askerini
dağıtması hususunda ihtarda bulundu ve red ile karşılaşınca bütün sının abluka
altına aldı. Tarihler 1278/1861-62 senesini gösterirken, Serdar-i ekrem 60 bin
kişilik kuvveti ile yürüyüşe geçti. Tarih-i Osmani yazarı, Dö La jönkiyere göre:
<Karadağ reislerinden devamlı olarak, gerek kuzey batı gerekse güney batı
yönlerinden Nakşik ve Espoz kalelerinin hakim oldukları vadi ile toplanmış iki
müselles (üçgen)'den meydana gelmiştir. Derviş ve Abdi paşa kumandalarında bulunan
iki kolordu iki noktadan hareket ederek Duga vâ dişi ve boğazını tazyik edecek
ve merkezde birleşecek idi. Hüseyin Avni paşa kolu; düşmanı, Berda tarafına
çekerek iki kolordunun da hareketini kolaylaştıracaktı. Ancak Hüseyin Avni
paşa bu vazifeyi yerine getiremedi. Liyn boğazında bozuldu. Böylece prens
Mirko tastamam iki ay Derviş ve Abdi paşaları tevkifat altında tutmayı
başardı. En sonunda Derviş paşa tarafından çok ustaca yapılmış bir manevra ile
Doğa boğazı çevrildi. Osmanlı askerini Osteroğ'un altına getirdi. Mirko İki
ateşarasında kalarak kaçmadan başka çare bulamadı.
Fakat, Karadağlılar, Osmanlı askerlerinden esir düşenlere reva
görüp uyguladıkları vahşet, nefretleri toplayacak bir haldeydi. Burunlarını,
kulaklarını kesip salıveriyorlardı. Yaralılar bu vahşet veren görüntü yüzünden
İstanbul hastanelerine getirilmeyip, Kale-i Sultaniye yâni Çanakkalede
bulu-nan hastanelere yatırıldılar. Tedaviden sonra İstanbula gönderil-meyip
memleketlerine sevk olundular, bunun için peşlerinden cerrah bile
yollanmıştır. Avrupa devlet ve hükümetlerinin hiç birinden ne bir ses nede bîr
soluk işitiliyordu. Yalnız Papa 9. Pi, Arnavutlukta bulunan katolik
piskoposlarına bir beyanname göndererek katoliklerin Türklere yardımda
bulunmalarını emr eyledi. Zaten Ömer paşa plânını değiştirmişti.
Cernoviçka ile Rika boyunca çıkarak, Rika'da meşhur Mirkopek feci
bir mağlubiyete uğrattı. Çetine üzerine yürüyü-Vaziyet bu şekle bürününce,
avrupa diplomasisi kendini duyurmaya başladı. Sulh yapılmasına karar verildi.
Osmanlı ordusu yapılan sulh sebebi yüzünden Çetine'ye giremedi. Kumandan Ömer
paşanın ortaya koyduğu şartlar Karadağ'ın devamlı olarak Osmanlı tabiyetinde ka
imasını temin eden şartlardandı. Mirko'nun Karadağ'da ikamet edememesi,
Karadağdcjn geçip, İşkodra'dan Hersek'e giden yol üzerinde Blakhavzlar inşası
şartlan müzakerenin başhcala-rından idi. Karadağın kılıcı olduğu söylenen
Mirko'nun uzaklaşması şartı, daha sonra ortadan kaldırıldı. Çünkü tenezzül
edilmez bir şartidi.
2. şarta Ruslar itiraz ettilersede, hükümet hemen Karadağ toprağı
üzerinde bir bina inşa ettirdi. Avusturya ile Fransa yıkılmasını istediler.
Müzakereler sonunda yolun açık kalması meydana gelecek yolcu kaybının, Karadağ
tarafından tazmin edilmesi kararı alındı. Yapılmış bulunan ve adına blokhavz
denen binanın yıkılmasında anlaştılar. Ancak hudud boyuna böyle binalardan
epeyi sayıda inşa edilerek Karadağ kontrol altına alınmış oldu. Karadağın
teskini, Hersek'ıe uç veren ihtilalin teskin olunmasmıda sağladı. Ancak
panslavizmin teskini artık mümkün olmayacak dereceye varmıştı. Hatta beş ay
sonra çıkan Girid isyanı sırasında balkanlarda şu mealde bir nağme-i ittihad
yani birleşme türküleri dolaşmaktaydı:
<Ey şahinler, kalkınız, islav namını kemal-i asaletle taşınmağa
çalışınız. Haydi şimdi ellerimizi şimal (kuzey)'in kartal-lar|na verelim.
Bulgar, Rus, Çek, Sırp, Kaaradağ, bunların hepsi aynı ananın çocuklarıdır.
Hepsi aynı din ve aynı kanın kardeşleridir^ Bütün bu harekat, bu teşvikler,
kavimlere hürriyet vermek bahanesiyle yürütülen bütün hissiyat Romanof'ların
yani Rus imparatorluğu hanedanının menfaati hesabına idi. Meşhur Katkof ile
dostlarından olan diğer panisla-vizm taraftarları Rus idaresi altında toplanma
isteklilerinden olduğundan başka, hakiki islavlar olmadıklarını beyan ediyorlardı.
Bunlar Çarlarının istibdat ve hırsının koru yucuları idiler. Panislavizmi
doğrudan doğruya dil ve ırk bakımından ustaca birleştirebilmiş, hukuki
bahanelerle sırf istila politikasına ait bir entrika olmuştu.
Sırbiye:<Bosna-Hersek>
meydana çıkan ihtilal ile Karadağ savaşları, Sırplarda birbirlerine
yaklaşma istikametinde tahrik vazifesi görmüştü. Bu bakımdan Sırbistan
hududunada asker gönderilmesi yoluna gidildi. Bu askerin çoğunluğunu
başıbozuklar teşkil etmekteydi. Sırbistanda kurulmuş olan Obranoviç sülalesi,
sırp hükümetinin kaidelerine büyük saygı duymakla beraber is-tiklal-i tammeye
çalışıyordu. Diğer taraftan Belgrad, Semen-dire, Sokod Oviça, Sabaç kalelerinde
Osmanlı askeri bulunuyordu.
Çünkü 1830 senesinde imzalanan bir mukavele mucibince müslüman
halka bu, altı tane kale dışında ikamet etmek yasak, bu altı yerden başka
yerlerde, Sırpların kanunları geçerli idi. Ecnebi tarihlerin söylediklerine
bakarsak: "Osmanlı hükümeti yazılı mukavelelere riayet etmiyor, hatta
Belgradda bulunan muhafız paşa bu memleketin işlerine müdaheie ettiği gibi
müslüman ahaliyede hristi yanlarla dolu şehirde, bir mahalle kurdurtmuştu.
Bundan ayrıda köylerde bulunan Osmanlı halkı sırp kanunlarını takmıyordu.
Sırbistan prensliği islav karışıklıklarından istifade edip, Obranoviç
hanedanını halkın vanında daha makbul hale getirmek düşüncesiyle ve bu şikayeti
için İstanbula Garaşinin'İ saldı. Babıâli bir karma komisyon kurarak tahkikata
başladı. Ele geçense; baştan avma bir cevabla iktifa oldu. 1861
senesi aralık ayının 21. nünü Âlî paşa, Sait efendi isimli birinin komiser
tayin edildi-öini bildirdiysede, adı geçen zat Sırbistanın prenslik
müdür-lüaünden Ristiç'in ısrarına rağmen İstanbul'dan yola çıkmaya bile lüzum
görmedi. Bununla beraber Sırpların durumu her aeçen gün vahim vaziyete eğilim
gösteriyordu. Sırplarla, müslüman ahali arasında her an münakaşa ve büyümeyen
itiş kakış oluyordu. Bu sırada 1 O/haziran 1862 günü Belgrad civarında bulunan,
Topçudere isimli yerden, bir Osmanlı askeri çeşmeden su almak için gittiğinde
sebebsiz çıkan ani bir kavga esnasında bir Sırplıyı öldürdü. Katili yakalamak
için koşmakta bulunan jandarmanın üzerine Osmanlı karakolun dakiler tarafından
ateş açıldı. Bu ateşin sonucunda polis tercümanı bir Sırplıda vuruldu.
Belgradlılar olayın duyulmasıyla silaha sarılıp Osmanlı karakollarına hücuma
geçtiler. Bazı karakolları da zorla ele geçirdiler. Garaşnin, ahaliyi teskine,
çalışarak esir edilen Osmanlı askerlerini ve sırp askeri müfrezesi
koruyuculuğunda olarak kaleye yolladı. Fakat bu asker kale önüne geldiğinde
kendilerini tehlikede görerek, Sırp müfrezesi üzerine ateş açtılar. Bu vaka
Belgrad halkını ayağa kaldırdı. Şehirden kalenin kapılarına kadar sipere
girdiler.> Sırp idaresi müdürü ile Osmanlı kale muhafızı paşanın arasını
ecnebi konsolosların yardımıyla cereyan eden müzakereler neticesinde şehrin
Osmanlı askeri tarafından tahliyesiyle bulmaları kabil oldu. *
Graşanin; Osmanlı askerinin kale içine girene kadar, taarruza
uğramayacaklarını ve müslüman halkın, can, mal ve nnülklerininde emniyet
altında bulunacağının teminatını verdi- Ancak askerler ahali kaleye sığınınca
Belgrad şehrini to-pa tuttular. Tabii ki bu hadise avrupaya dehşetli mübalağa
ile duyuruldu. Fransa hükümeti yani 3. Napolyon, Rus çarı 2.Aleksandr'a hulus
çakmak niyetiyle İstanbul'da bir konferans toplanmasını teklif etti.
Osmanlı hükümeti, Belgrad hadisesi tahkikatına ecnebi
konsoloslarınında katılması teklifini istiklalinin aleyhinde görerek kabul
etmeyip red eyledi. İstanbul konferansın da Avusturyanın, Belgrad konsolosu
mösyö Wasich'in muhafız paşayı şehri bombar dımana teşvik ettiğini öne süren
şüpheler dile getirildi. Avusturya zaten Sırpların aleyhinde bulunmaktaydı.
Hatta İstanbul sefiri Sir Hanrî Bulver, on maddeden meydana gelmiş bizim bakış
açımızdan gayet uygun bir layiha ile tekliflerde bulunduki, bunda hükümetin,
Belgrad şehrini bombardıman etemekte haklı olduğunu ileri sürüp, tasdik
ettiğini açıklıyordu. Fransa elçisi mösyö Muster ise, bağlı bulunduğu hükümeti adına
Belgrad ka leşinin Türkler tarafından terk edilmesini kabul ettiremedi.
Velhasıl 1862 senesi Eylül ayının 8. günü düzenlenen protokolde Sokot ve Oviça
kalelerinin Sırplara bırakılması müslümanların kale içine çekilmesi, Belgrad
dahilinde bulunan karakolların kaldırılması Osmanlı muhafız askerleri
tarafından işgali, karma bir komisyon tarafından tensib edilecek yerlerde
Osmanlı hükümeti tarafından yaptırılacak istihkamların inşaatında, kullanılacak
emlak, sahipleriyle anlaşmak için Sırbistan hükümetiyle antlaşma yapılması,
dîni maksatlar için kullanılan binalara dokunulrnaması karar altına alındı.
Siyasi vakalar olduğunda görüldüğü gibi Osmanlı hükümeti 3 sene
sonra kale dışında bulunan bütün emlak ve binaları aldığı nakdi tazminat
karşılığında Sırbistana terk etme yoluna gitmiştir.
İç meselelere gelince: Sultan Abdülaziz han, askeri işlere ve
ticarete çok önem vermekteydi. İzmit'te inşa olunmakta olan ve tamamlanmış
bulunan Rehber-i Nusret gemisinin denize indirilmesinde yanında Mısır valisi
Said paşa olduğu hal hazır bulunmuştur. Tarih-i Lütfi bu münasebetle diyorki:
<Said paşa gezip tozduktan sonra İstanbul'a geldi ve bir müddet sonra yine
geze geze Mısır'a döndü. Seyahati sırasında Girid adasına bile uğramış imiş?.
Girid'de kaldığı bir kaç gün zarfında vila yet tarafından kendisine yapılan hürmet
ve riayete mukabil bazı memurlar ile askeriyeye men-sub kimselere verdiği
paraların taksimiyle fakat vali, ekselans İsmail paşaya özür bildirerek, buna
karşılık ısrar edildiği 2500 altun irade çıkıncaya kadar yanında bulundurup beklettiğini
ve selefi vali paşaya Önce bu yolda 5000 lira verilmiş olduğunu sorması
üzerine, adı geçen paranın kabulüne izini bildiren emirname gönderilmiştir.
1279/1862 senesinin mühim vakalarından biri de istanbul sergisinin açılması,
Varna, Rusçuk, demiryolunun inşaasına başlanması, Karadağ meselesinin sona
erişi, Fuad paşanın sadaretten alınıp, yerine Mısırlı Kâmil paşanın
getirilmesi, devlet-i âliyenin bütün kanun ve nizamlarını içine alan Düstur'un
neşri, Mısır valisi Said paşanın ölümü üzerine İsmail paşa'nın vezaret rütbesi
ile tayini zırhlı donanmanın İngiltereye sipariş edilip, imalata nezaret etmek
üzere Ateş Mehmed paşa'nın kaptan-ı deryalığa tayini ve mali ıslahata dair sert
bir hattı hümayun çıkarıldı. Bu çıkarılan hattı hümayun az aşağıda
sahifelerimizi süsleyecektir. Vaziyetin tahkikatı ve bütün ülke çapında ve
anadoiu-ya ve rumeli taraflarına birer heyeti teftiş etme görevi ile
gönderildi. Sultan Abdülaziz'in Mısır'a seyahati, Mısır'da angarya usulünün
kaldırılması, Süveyş kanalının tarafsızlığının temini Prens Kuze'nin
Memleketyn'de icra etmekte olduğu ıstibdad dolu idaresinden dolayı
karışıklıklar çıkması. <şimdi burada Ahmed Rasim bey merhumdan; şu alıntıyla
süsleye-lim! Bir hattı hümayunda denilmektedirki: hazinenin muvazenesinin
sağlanıp yerine konması, yani gelir ile masrafın karşılaştırılması tarafımızca
mühim bulunduğundan ve buna apaçık delil olmak üzere ihtiyatlı olmak için
ayrılması lâzım gelen aylık 5 bin kesenin iş bu şubat ayı başından sonraya terk
olunarak kesilip ve sultanların maaşlarının dahi iptali pusulalar gereğince
düşürülmesi irade-i mahsusamizm ica-batından olduğu gibi asla hatır ve gönüle
bakiimayarak İstanbul ve taşra'da bulunan lüzumsuz memurların hakkaniyete
uygun olarak düzenleyerek sahihlerinin hakiki ihtiyaçları bulunmadığı halde
sebebsiz olarak tahsis kılınmış normalden fazla olan maaşların ve kavaim-i
nakdiyenin kaldırılmasıyla layık oldukları yere çıkarılıp devletimizin geliri
kabil olduğu müsadeye kadar ilerleyiş sebeblerinin elde edilmesi ile hazinenin
dengesinin sağlanması...> Rasim Beyden 2. alıntıma Mısır seyahati olup
şöyle: <29/şevvalinin cuma selamlığının ifasından sonra, sarayı hümayunda
toplanan vekiller ve memurlar padişahın iltifatlarına nailiyete ererek büyük
sevinç içinde ve yanlarında genç şehzadelerde bulunduğu halde, serasker Mehmed
Fuad paşa ve padişah hocası <AkşehirIi Hasan efendi v. s bendegan ve
yakınları bulunduğu halde Fevz-i Cihad isimli vapura binerek Akdeniz istikametlerinde
hareket etmişlerdir. İstanbul'a dönüş gecesinde çarşı ve pazarlar açılıp, ahali
sabahlara kadar sevinç avaze-leri içinde şenlikler yaptılar. Şehzade Yusuf
İzzeddin, kara, Mahmud Celaleddin efendi, deniz askerliği mesleğine kayıt
olundular. Mısırdan dönüşte bütün İstanbul ahalisinden olarak 10 bin 47 imzalı
bir dilekçe ile Kağıdhane kasrında takdim olunan ve herkesçe görülmesi ve bir
yadigar olması için padişahın resminin yayımlanması istekleri ve bununla
iftihar etmeleri istikametindeki arzuya, müsaade olunduğuna hatt-ı hümayunla
müjde verildi. Serasker kaymakamı, Hüseyin Avni paşa kumandasında olarak, ilk
defa askeri talim yapılmaya başlandı. Payitaht dışındaki vezir ve valilerinin
ve memurlarının İstanbul'daki kapı kethüdaları kapıçukadarlarının ata mahsus
olmayıp resmi devlet memurları arasına alınması bütçe ihdasını Saltanatı
seniyenin şân ve şerefli mali-sinin(?) jyj ve kötü durumda olduğu ortaya çıktı.
Daha sonra borçsuz yaşanmaz sözü ifade olundu. Çünkü ilk defa hakiki vaziyete
vakıf olanlar ileri gelenlerdi. Her ay hazinenin defteri muvazenesi tanzim
olunup padişaha gösterilirdi. Durumu padişah ve vekiller heyetide
bilirlerdi.(!) Önce İsan-bul sarraflarına el altından bir işaret ile ve
duyurulan emirle bir günde tahvilsiz mahvilsiz binlerce kese alınır, verilirdi.
Müzakere usulünün kurulmasından sonra bu itibar birdenbire ortadan kalktı.
(Lütfi efendi yanılıyor. Yazılan usul evvelki ver-al muamelelerinin
itibarımızı bozduğu ortaya çıktı) Ecnebi bankerleri diye ced beced devleti
âliye tebasından olduğu halde, Sakızlı Zarifi ve Yanyalı kasap Hristo gibi, bir
takım başları şapkalı kimseler hazine-i maliyeye koşuştular. İltizam almaya ve
fahiş olarak işlemiş faizlerle hazineye borç vermeye başladılar. Hesabsız
paralar kazandılar. Maliye hazinesinin birer kasası durumunda olan yerli
sarrafların birer ikişer odaları kapanıp rehinsiz borç alınamamağa başladı. Bu
sarraflardan az çok sermayesi olanların çoğu Galata tarafına geçip,
muamelelerinde ecnebi bankerleri taklit ile uyma yoluna gittiler (Tarihi Lütfi)
Fransa imparatoru 3. Napolyon'un zatı şahaneyi davet edildiğini yazdıktan sonra
1279/1862-63 senesi muvazenesini şu rakam ile gösteriyor.
Kese Küsur umumi gelir:
3.010.539 335
'*
2.969004 492
41.534.843
41534 843 A. Rasim Bey üstad merhumun bir izahatı vardır ki aynen
alıyoruz.
"Tarafı padisahiden Fransa imparatoruna yazılan cevabi
mektupda: avrupanın hali hazır durumundan bahisle durumu tanzim ve istikbali
temin için gerekecek tedbirlerin tedariki hususunda beraberce müzakere ederek
seçilmesi için kongre şeklinde toplanma lüzumunu belirten halisanemize
göndermiş olduğunuz name-i fahametnamelerini sefirleri elinden aldım. Bu vesile
ile hakkımda izhar buyrulan efkâr-ı hahsa-i vedadiyelerinden dolayı zatı haşmet
simat fehima-nelerine ansamimi ülbâl teşekkür ederim Bu babda efkârı
halisanemizin temame-i tekabülüne ve uzun zamanlardan beri iki devletin
arasında kurulmuş bulunan rabıta-i kadime-i vedadiyenin teyid ve tahkimin ne
derece gerekli bulunduğunu ispat etmekliğim emel ve arzum bulunduğuna inanmalarını
rica ederim. Menfaatler ve saadetler başlıca hal olarak da sulhun devamı ve
muhafazasıyla mümkün ve merbuttur. Bu gayelere bağlı bir devletin padişahı
bulunduğum cihetle, sulhun bir esas-ı kavi ve sebat üstüne kurulmuş
bulunduğunu görmekle hakikaten çok sevinç duyacağım şüphesizdir. Cenab-i
haşmeti imparatorlarının teklifi hakkında bilinen düşünceme gelince, bu hususda
büyük el-çileriyle vukubulmuş olan sohbetimizden cenab-i fahimane-lerinde
bulunan büyük elçimizi devleti fahimanelerine icrasına memur etmiş olduğum
tebligat-ı dostaneye müracaat eder, fahameti celbi imparatorilerine olan
muvalaat-ı halise-min kabulünü dilerim.>
Diğer İşler
Bunu müteakip akçaları ceb-i hümayundan verilmek üzere tersane-i
amire için avrupadan defalarla zırhlı gemiler sipariş ediîdi. Tesisat-ı
medeniye namına, cemiyet-i tedrisiye-i islamiyenin kurulmasıyla Örücüler
civarında açılan mektepte talebelerin bedava okuyup, yazmaya, tarih, coğrafya,
hesap qibi lazım gelen ilmin öğretilmeye başlanması, maarif-i umumiye
nezaretince bazı ıslahatlara başlanılmış olması, darülfünun (üniversite)'de
dahi herkes için hikmet-i tabiye ve hendese gibi diğer ilimlere aid dersler
verilmeye başlanması çok sevindiricidir. Şişhane!! tüfeklerden Londra'ya
sipariş edilen 7 bin tanesi gelerek bunlardan Tophane'de imaline ve büyük
toplar dökümüne Akdeniz boğazının büyük istihkamlarına ilaveler yapılarak
inşaasına ait peşpeşe iradeler çıkmaktaydı.
Bizce en önemli olay, Mithad paşanın hatıralarında yazılı bulunan
satırlardaki şu hülasadır. "Prizren eyaletindeki ihtilal, Midhat paşanın
akıllı çalışma ve gayretleri ile bertaraf o-lunmuştur. Emniyet ve asayiş son
derece düzelmiş, Niş eyaleti üç sene içinde önemli ilerlemeler göstermişti.
Halende bir çok kişinin takdir ve güzelliklerin olduğunu söylediği görülmektedir.
Önceki zamanlarda ecnebiler tarafından ve bilhassa Sırbistan tarafından tahrik
edici hareketlerin şikayet vesilesi olmak üzere kullanılan sözlerin tabiiki
arkası kesilme-mişse de, Vidin ve Silistre eyaletlerinin hali ve idareleri uygun
gitmiyordu. Bu iki eyalette ve bilhassa balkan taraflarında bulunan
Bulgarların mağduriyet ve mazlumiyetine dair Rusların avrupaya duyurmaya
çalıştıkları vilayet usulüne. 'nıthad paşanın Niş eyaletinde meydana gelen
icraatının çok büyük kısmını iyi bulmuş olduklarından bu düşüncenin kara-nnın
birlikte müzakeresi 1280/1864 senesinde Midhat paşa acilen İstanbul'a davet
olunan Midhat paşanın İstanbula gelmesi üzerine sadrazam Fuad paşa tarafından
kabul edilip görüşmede sadrazamın vermiş olduğu izahata göre Silistre Vidin ve
Niş eyaletleri birleştirilerek ve bu birleştirilen bölgeye mahsus olmak üzere
yeni bir düzenleme yapılıp bunun istikametinde bir idare tarzı
gerçekleştirilecektir. Bu vilayetin ismine Tuna vilayeti adı verilecekmiş. Eğer
burada yapılan yeni düzenlemeler takdire mazhar olursa, diğer eyaletlerde bu
düzenleme örnek alınarak tatbike konup, teşmil olunacağı söylenmiş. Fuad paşa;
Midhat paşa hakkın da vekillerle yapmış olduğu istişare neticesinde Tuna
vilatleri valiliği vazifesini genel istek istikametinde Mİthad paşanın
uhdesine verilmesi kararı aldığını tebliğ eder. Bu hususda padişahdan da
irade-İ seniyenin alındığını beyan eder. Şu kayıtta en çok dikkat çeken, Alî ve
Fuad paşaların mebuslar meclisine giriş olacak hazırlıkları sergilemeleridir.
Yeni kurulacak vilayete esas olacak olan bu usul, devletin İlk
idari taksimatı olan sancak ve beylerbeyliği usulünden ibaret bulunan eyalet
sistenminden, yâni bir kaç sancağın birleştirilmesinden meydana gelen şekli
gayri sabitin, ıslahiy-la avrupa tipi idari taksimata uyan bir taklidçilik idi.
Nahiye, kaza, sancaktan meydana gelen ve her bir kısmında genellikle azalarını
hariç bırakmak üzere Âli paşa ile müstakil ve me'sul bir hey'eti vükela kurmaya
muvaffak olamazsa, çekilmeğe karar verdi. Mustafa Fazıl paşaya emri altında bulunmak
üzere Paris'de bir nevi idare-i merkeziye kurmuş olan yabancı ülkelerde
ikamette olan Genç Türkiye fırkası, itimada şayan görülmüyordu. Bu fırkanın en
delice bir icraata teşebbüs edeceğine hatta hürriyet severlikleri dahi şüpheli
görünmekteydi. Abdülaziz han 1863'de olduğu gibi (bu tarihte Âli ve Fuad
paşalar çekilmek istemişlerdi) mutaasıbardan veya statükocu olanlardan eskiden
beri mesai birliği jki vezir ıslahatperveri tercih etmek mecburiyetinde yap*31
kaldı.
Sonunda Fuad ve Âli paşalar galib geldiler. İşte bu şekilde
ktidara gelebilen tutarlı heyeti vükela ıslahata başlayabildi. Birlik ve güçten
mahrum bir hükümet yerine daha azimkar ve usullere daha fazla riayet eden bir
idare gelme şansı elde edildi. 1283 ramazan/1867 ocak ayında Fransa tarafından
1856 hatt-ı hümayununa dair babıâliye bir nota verildi ki, bu notada 16
maddeden ibaret ıslahat talebi yer alıyordu.
Bu vesikanın hemen baş tarafında maarif-i umumiyeden bahs
ediliyordu. Bilhassa hristiyanların dahi kabul edebilecekleri müslüman
mektepleri veşubeleri kurulması, müslü-manlar yanında tahsil~i iptidaiyenin
yayılması için Öğretmenler yetiştirilmesi, fen, tarih, idare usulü, hukuk
tahsili için bir üniversite ile çeşitli mesleklerdeçıkış verebilecek yüksek
mektebler kurulmasına, umumi kütübhaneler açılmasına, işaret olunuyordu. Fransa
hükümetinin en büyük ümidi maarifi umuminin yayılıp ileri bir seviyeye gelmesi
idi. Herşey-den evvel terbiye meselesini ortaya seriyor, diğermeselelerin
tamamını buna bağlı olarak ve muhtaç olduğunu söylüyorlardı. İşte mekteb-i
sultani'nin açılması bu maksada istinad eder. Artık ülkede eğitim ve Öğretim
için arzular hareket haline gelmişti.
Cemiyet-İ Tedrisiye-İ İslamiye
Sultan Selim'deki Darüşşafakanın esasını kurmuş, babıse-raskeri
tarafında bulunan eski matba-i amire darulmuallimin yani Öğretmen okulu olarak
seçilmiştir. Bükreş'de ise Bulgar komitesi adlı bir kuruluş bu zamanın
meşguliyetinden bilistifade faaliyetlerine başladı. 1856 fermanında var olan
ancak bu güne kadar tatbik alanına konulmayan ecnebilerin Osmanlı topraklarında
mallarını kullanmayı bildiren karar bir ferman ile ilan olundu. Bu kanunu beş
madde teşkil etmişti Sonradan tebaiiyyet değişikliği yapmış olanlar müstesna olmak
üzere Osmanlı tebasının tabii oldukları teklif ve rüsumları ifa etmek, kanun
ve zabıta nizamına ve belediyeye uymak, emlak ve ona bağlı davalarda, iflas
halinde mahiyeten venizam bakımından borcuna karşılık olması mecaz olan emlakin;
satılması hususunda devletin mahkemesine müracaat etmek vasiyet ve hibe
selahiyetini haiz olmak üzere Hicaz arazisinden başka Osmanlı topraklarının
her tarafında emlakini kullanma hukukundan istifade edebilecekleri yazılıydı.
Bu kanun yardımıyla, Âli paşa eski antlaşmanın ecnebilerle
alakalı olan madde fıkralarında bazılarını değiştirme şansını elde
edebilmişti. Mesela konsoloslukların bulunduğu şehirden 9 saat veya daha fazla
uzak bölgelere mahalli hükümetin daveti üzerine ihtiyar meclisi azasından üç
kişinin bunun İle konsoloshane memuru hazır bulunmadan çok acil ve Önemli
hallerde ve bazı belli suçluların aranmasına ve tahkikatına bağlı olmak ve
icab edecek usuli dairesinde tutulacak zabıtname hiç vakit geçirilmeden en
yakın kosoloshaneye gönderilmekşarti ile bir ecnebinin ikametgahına girmeye
izinli olmaları, yine böyle uzak yerlerde bin kuruşu aşmayan davalarla en
yüksek haddi olarak 500 kuruş nakdi cezayı gerektiren kabahatlerde ecnebilerin
kaza mahkemeleri tarafından davalarına bakılmalarına, fakat hükmün tercünman
bulunduğu halde Liva mahkemelerinde yeniden bakılmasına izin verildi.
Ecnebi tebalıların her yerde dava vekaleti etmeleri ve tercümanları
ecnebilere bağlı davalarda hazır bulunmaları esası, teyid olunmak üzere
konuldu aynı zamanda arazi-i emiri-ye ve mevkufe hakkında kararlaşmış olan tapu
usulünün gede kararlaştırıldı. Mısır valisi İsmail paşanın talebkin olmak ve
miras olan hükümetinin şanına uygun olmak üzere devlet tarafından kendisine bir
unvan verifmesiy-
H' Hatta İstanbul'da bu
meseleyimüzakere etmek üzere Mısır yabancı işler dairesi müdürü ermeni Nubar
paşa gelmiş bulunuyordu. Abdülaziz; Hidiv-i Mısır' unvanını ihsan etti. Nubar
paşa Mısır sahillerinden Mahruse adlı vapura binerek İs-tanbula geldi.
Fevkalade iltifatlara nail edildi.
Devle Jonkiyer yazdığı tarihinde diyorki: <Osmanlı devletinin
düşmüş olduğu mali sıkıntılardan istifade ile her gün peşin para ile yeni yeni
imtiyazlar eide ediyordu. 1867 se nesinde hemen hemen hükümdarlık sayılacak bir
unvan olan Hıdiv unvanını aldı. Hidiv bunları borç olarak alıyor, bu tarafa
veriyordu. Bu defaki İstanbula gidişinde İngiliz bankalarından 8 milyon
liralık bir borç daha almıştı. Zırhlı gemiler alıyor, Süveyş kanalının
açılışına yakın zamanda kendi adına yabancı hükümdarları davet, Kahire'de de
bir meclis heyeti kuruyordu.>
Sultan Abdülaziz Han'ın Avrupa Seyahati
Padişah, 3. Napolyon'un vaki daveti üzerine ilk defa olmak üzere
bir Osmanlı padişahı sıfatıyla avrupayı ziyaret etti. Bunu İngiltere sefirinin
Londra'ya daveti takip etti. 18/se-fer/128422/haziran/1867 cuma selamlığından
sonra, beraberinde veliahdşehzade Sultan Murad, onun küçüğü şehzade
Abdülhamid, büyükoğluşehzade Yusuf İzzeddin efendi ile hariciye nazın Dr.
Büyük Mehmed Fuad paşa, padişah hocası Akşehirli Hasan efendi, diğer memurlar
vardı.
Ayrıca Fransa sefiri ile İngiliz sefareti baştercümanıda yanların
da bulunmaktaydı. Dersaadet'ten yola çıkılmış Âli pasa ise saltanat naibi
olarak kalmıştı. Fransız donanması derhal karşılama için Seddülbahir
açıklarında bulunuyordu. Padişahın içinde bulunduğu vapur, Malta, Napoli yolu
ile 9. günü Tulon limanına varmıştı. Fransız donanması askeri törenle padişahı
selamlamıştı. Parisde İmparator tarafından beklenmesi gereken bölgede
karşılanmış, Elize sarayı ikametine tahsis olunmuştur. Fransızlar padişaha
büyük misafirperverlik gösterdiler. Avusturya ve Prusya sefirleri,
hükümdarlarının padişahı Berlin ve Viyana'ya teşrif dileklerini bildirdiler.
Londra'da Bukinham sarayında ikamet olundu. Koblenç'de Prusya kralı tarafından
karşılanarak, Viyana'da hakkında fevkalade ikram ve izaz gösterildi. Seyahatin
30. günü Viyana'dan hareketle Varna yolu ile Istanbula dönüldü. Padişahın
payitahta gelmesiyle üçgün üç gece şenlikler yapıldı. Seyahatin tamamı 47 gün
sürmüş oldu. Padişah bu münasebetle çıkarmış olduğu bir hattı hümayunda
demektedirki:
<Hükümdaranece en tatlı mükafat, asayişin ilerlemesi ve ve
umumi servet için masruf olan çalışmalara tebaları tarafından kemal-i muhabbet
ve sadakat ile mukabele görme anıdır. Binaenaleyh bu defa da bütün ahali
tarafından şahid olduğumuz apaçık delille belli olan hulus ve sadakat indimizde
makbuliyeti çok ve kıymettar olduğundan bütün te-bamızin gösterdikleri hamiyet
ve koruyuculuklarının çoğalması mamuriyet ve rahatları vazifesi indimde bir
kat daha teyid etti. Ve din ve icab-ı kaza hükmüne girdi..>
Panslavizm harekatından yalnız biz değil Avusturya da çok fazla
mutazarrırdı. Rusya politikası bir kâbus gibi Avusturya'nın üzerine çökmüştü.
Çünkü panslavizm saklanacak hiç bir harekette bulunmuyordu. Doğrudan doğruya
vaziyete tesir etmedeydi. Öyle bir halde ki , Avusturyanın iki tarafı,
Avusturya/Macaristan bölümü bu tesirin altında kalmaktay-a Slav
ırkına men-sup olan Çekler, Viyanadaki Rayşart'a mebuslarını göndermediler.
İmparator Fransuva Jozef ta Prakadar giderek Çeklerin gayrımemnunlarını itidale
davete mecbur oldu.
Aynı zamanda Galiçya eyaletide Macarlar gibi bir heyet, vükela,
parlementolu bir muhtariyet idaresi talebinde bulunmağa başladılar.
Bohemya'dakilerde aynı sazı çalmaya başladılar. Liyabah'da, fliryalılarda,
Karniyol, İstirya, Karati, hatta Dalmaçya da içlerinde olmak üzere bir
Eskolavan krallığı kurmak fikrini ileri sürmeye başladılar. Etrafa serpilmiş
olan bu çeşit tahrik unsurlarından tabiatıyla bizde hariç kalamazdık.
Sırbistanda Karayorgiviç ve Obronoviç hanedanları arasındaki mücadele bu
sıralarda en üst seviye ve had safhaya gelmişti. Kara Yorgi.yeviçin
taraftarları prens Mihal bey'i, 1868 senesi haziran ayının içinde öldürdüler.
Yeğeni olup, 14 yaşlarında bulunan prens Milan henüz, Paris'de Lui lögaran
lisesinde tahsildeydi. Mihal beyin yerine geçti. Hariciye mek-tupçumuz Kâmil
bey, menşurunu götürüp, teslim etti. Diğer taraftan panslavizmin reisi bu
sırada jstanbulda bulunmaktaydı.
Bu zat slav ittihadının, panslavizm görüş ve düşüncesinin en
kurnaz ve ehliyet sahibi reisiydi. 1285/1868'de bu ittihad, bu bir araya gelme
hareketlerinin başında general İgnatiyef vardı. Ve bu zat bu sıralarda
f^usyanın babıali nezdindeki büyük elçisiydi. Slavlar bu adama ve Ruslara
büyük güven i-çindeydiler. Hatta Eflak'ta bulunan Bulgar komitesi, doksan
kişilik bir haydut gurubu sevk ederek, Tuna vilayetinin asayişini bozmaya
teşebbüs ettirdi. Aynı zaman dilimi içinde de Romanyada dahi, bazı hususi
şekilde hazırlanmış hareketlere olundu.
Romanya prensliği Bulgar fesat ve iğfal ha-rekatını himayeden geri durmuyordu.
Reis-i müdiran Bratyano ordunun halihazırda 78 bin, harb halinde
ise 174 bin kişiye çıkartılmasına dair her iki meclise de birer layiha verdi.
Babıâli bu teşebbüsve müracaat cesaretinden irkildi . Sadrazam Âiî paşa bu
davranış aleyhinde Romanya'ya tebligatta bulunmak zorunda kaldı. Fakat Bratyano
gayetle hükmedici bir tavırla cevap verdi. Prens; Prusya ve Fransa'nın
göstermekte oldukları teveccüh dolu hallerden dolayı, kendilerini müstakil bir
devletin .sahibi olarak görmeğe başlamışlardı. Bu sırada Dr. Büyük Mehmed Fuad
paşa , sıhhati bozulmuş olduğundan dolayı, avrupaya tedaviye gitmek
mecburiyetinde kalmıştı. Ancak fazla bir vakit geçmemiştiki; nefes sayısı
tükendi, emaneti sahibine iade etti .
Naşı İstanbul'a getirtildi. O gün memurlar resmi devairi tatile
sokarak merhuma hürmetlerini gösterme fırsatı bulurlarken, makamı hükümet
mesulleri bu tatile girişe isabet dolu ve kadir bilme gözü ile bakmayı
bildiler. <Fuad paşanın vefatı, osmanlı devleti için bir vilayet kaybından
daha üzücüydü. Alî paşa bu kayıpla sanki gücünün yarısını zayi etmişti. Bu iki
işbilir vezir biribirlerinin noksanlarını tamamlamaktaydılar. Fuad paşa;
iktidar sahibi arkadaşının pek başarılı olamadığı faaliyetten olan fikri
teşebbüsata malikti. Batıl itikatlardan tamamen kurtulmuş, tedbir almak ve
icraata teşebbüsde pek seri idi. Kırım savaşından beri, ülkeye faydalı olarak
ne yapılmışsa bu müstesna zekanın yardım ve delaletiyle husule gelmiştir.
Velhasıl ıslahat ve tarafdarlarını bu kayıp adam akıllı üzmüş, çünkü güç
odaklarının uç noktasınıkaybetmiş-lerdi.>
Hüseyin Avni paşanın seraskerliğe, Şirvanizade Rüşdü paşayı
hazine-i hassa nezareti üzerinde kalma şartıyla yeniden tanzim olunan dahiliye
nezaretine, şura-ı devlet reisi Midhat asanın Bağdad vilayetine tayini de bu,
sene meydana gelen değişikliklerdendir. 1285/1868
Midhat paşa hatıratında diyorki: <Nizamat ve inşaata ait
islerin tamamı şura'nın esas işi hükmündeydi. Tedkik ve müzakerelerin burada
yapılması lazım gelirken demiryollarının, diderlerinin şura-i devlet
toplantılarından hariç yerlerde yapılması gerek üyeler gerekse Midhat paşa da
üzüntüye vesile olmuştu. O sırada boşalan Bağdad valiliğine sıcak bakan Midhat
paşa, Âlî paşanın da müsaid karşılaması neticesinde 6. ordunun nezaretide
emrinde olmak kaydıyla Bağdad'a vali tayini yapılmıştır.> Midhat paşa
Bağdad'a vardığında yakın yerlerdeki arazi ve bahçelerden elde edilen
mahsulattan şer'i olan öşürü almak istedi. Zaten burada yeni vilayet idaresi
usulünü yerleştirmeye kararlıydı.
Hükümet iltizam şekliyle maktu olarak havale edilmiş olan aracıyı
mukattaindan çıkararak sancakların kaidesine uygun halde kurdu. O zamana kadar
da Irak ahalisinden askere kimse alınmamaktaydı. İlk Önce kura usulünü,
Bağdatta uygulamaya kalktı. Ancak ahalinin tepkileri bir ihtilal alâmetleri
gösterme şeklini aldı. Yeni bir Şam vakası husul bulmasın diye, derhal tesirli
tedbirlere başvuruldu.
Tedbirlerin alınmasından sonra da, kura usulü ahalisi konar geçer
olan Mümtefik, Deliym, Ammara gibi yerler hariç , her tarafta tatbike kondu.
Bütün İrak'a yaymak kabil oldu. Değara hadisesi adı ile anılan (bedevilerden
vergi toplanmak maksadıyla yapılan askeri sevkiyata karşılık bunların kalabalık
bir halde hücum ve çatışmasından ibaret büyük olay, alınan özel tertibatlar
sayesinde iyi bir netice verdi. Reislerden bazılarının idamını yerine
getirmekle beraber, oralarda da hükümetin kuvveti gösterilip, devletin nüfuzu
kabul ettirildi. Mithad paşa bu vakada işi tatlıya vardırınca gözünü arazii
hariciyeden olan tasarruf-u hukukiyesi adeta emlak-i saire ve miri çiftlikleri
gibi devlete aid ve içinde bulunan ziraatci aileler, çiftlik hademesi,
ortalıkçı, yarıcı kabilinden olan dervişlerin ıslahına çevirdi. Çünkü buranın
ziraat yapmaya uygun olan arazisi mukattaat adıyla değişik kıtalara bölünmüştü.
Miri (devlet) yalnız tohumu verip, ahaliye ektirir mahsûlün 3 de
2sini alır, üçde biri fellahlara kalırdı. Anlaşılıyorki, ahali burada bir karış
yere sahip olmayıp, mültezimlerle, şeyhlerin zulmü altında inlemekteydi. Bu
bakımdan ev yapmak, hayvan beslemek, ağaç dikip yetiştirmek işi onları hiç
enterese etmiyordu. Bu sebebden de, sefil ve avare olan bu insanlar her türlü
ifsad ve iğfalata açık bir haldeydiler.
Mithad paşa, bir memleket ahalisinin o memleketin sahibi ve bütün
medeni hukukundan istifadesi ve tasarrufu elinde olursamemleketin menfaatlerini
ve ileriye gitmesini temin ve muhafaza gayretinde olur kaidesine uygun olarak,
mevcud miri araziyi tapu vererek dağıtma usulünü bütün teferruatıyla tatbik
etti. İlk senesinde 100 bin liradan fazla bir gelir elde etti. Diğer tarafdan
ahali arazi sahibi olarak, elindekini imara çalıştığı gibi diğer taraftanda,
memlekette asayiş düzelmeye başladı. Eskiden 8-10 bin kese gelir ile
mültezimlere verilen mukattaa hindiyye rnukattaasi meselesini de hazine
hissesini %50'ye (evvelce %66 idi) düşürerek bir takım aidatlarla masrafı
kaldırarak, değiştirmek suretiyle, hal yoluna koydu. Değare meselesinde en çok
hindiyelilerden korkulurken, bunlar 15 bin eli silah tutan kimseler olmasına
rağmen yerlerinden kımıldamadılar. O sene en verimli senelere kıyasla 6 milyon
kıyye pirinç (7. 680. 000 kg.) hasılatı elde edildi. Dicle'de 8 vapurdan
meydana gelen bir vapur işletmesi kurulduğu gibi, Süveyş kanalının açılması
münasebetiyle, Basra körfezi ile CImman ve Necid sahillerinde ve Kızıl denizde
islemek üzere Babil, Ninova, Necid, Asur isimlerinde büyüklü küçüklü 4
vapurdan meydana gelen bir Osmanlı vapur kumpanyası da kuruldu.
Bunlardan başka, bir emniyet sandığı, hastane, islahhane, memleket
bahçesi, su makinesi, pirinç fabrikası, Kâzimiye tramvayını kurduğu gibi gaz
madeni açılışı (petrol kuyusu olacak herhalde) teşebbüsünde bulunarak,
Müntefik'te Önce iskan yeri olmak üzere Iİasıriye isimli bir kasaba kurdu. Şimdiki
halde, İngiltere ile kavgalı olan Kuveyt'i, devlet-i âlîye adına düzeltip
sancağ-ı Osmanî'yi çektirdi.
Velhasıl; Arab yarımadasını istila eden Şimar aşireti reis ve
şeyhilmeşayihi Abdülkerim'i Diyanbekir valisi Kurt İsmail paşa ve Müntefik
mutasarrıfı Nasır paşanın yardımlarıyla sonu gelmez sanılan mücadelede, yaralı
olarak yakalamaya muvaffak olarak nihayete erdirdi. Adı geçeni istanbul'a
sev-ketmişse de, Musul'da idam edilmiştir. Bundan sonrada Ne-cid'in ıslahına
başladı. Necid seyahati esnasında ise, Suud'u tenkil ettirip, İhsa livasını
kurup, bunu da Katar topraklarını kattı. Lübnan ve İskenderiye korvetlerine
binerek Bahreyne kadar gitti. Midhat paşanın bu seyahatinde İngilizlerin bir
bahriye müfrezesi takipetmişse de, paşa Bahreyn hakimi şeyh Isa ile görüşerek,
mülakat neticesinde şeyh, limanda kömür mağazası ve teferruatı için istenilen
yeri hiç bir bedel almadan vermiştir. Paşanın Necid'de gösterdiği bu başarı
ba-bıâli tarafından takdir olunarak kendisine gayet kıymetli taşlarla tezyin
olunmuş bir kılıç hediyeolundu.
Tunus: Vilayetlerin iç ve dış borçlarının birleştirilerek %5 faiz
verilmesine karar alınması, fakat faiz ile ödeme dine göre, seçilecek tedbir
ve teşebbüslerin Tunusda bulunan ecnebi devletler konsoloslarının kontrolü
altında olarak yapmak yönü kararlaştırıldı. Fransa, İngiltere, Avusturya
devletleriyle anlaşılarak Tunus ve Fransız memurlarından meydana gelen bir
komisyon kuruldu. Fransa kraliçesi Ojeni Süveyş kanalının açılışını müteakip,
İstanbul'a geldi. Avusturya imparatoru Fransuva Jozef de iadei ziyaret
münasebetiyle gelmişti.
Mecelle cemiyeti bu sene faaliyete geçti. Bu cemiyet toplantılarını
babıâlide yapmaktaydı. Ne varki; şeyhülislam Hasan Efendi (Kezubi Hasan
efendi) itirazlarda bulunmuş ve cemiyetin reisi Cevded paşa, anadolu ve
rumelideki çeşitli vilayetlere gönderildi. Tabii bu görevlere gönderilirken, mecelle
heyeti reisliğinden azledilmişti. Yine bu sıralardaydı ki, Âlî paşa Mısır
Hıdivi İsmail paşanın imtiyazlarından kaynaklanan israflarına ve dışa dönük
gösterişlerine son vermek için ferman almasının gerektiği- kanaatine varıp,
tatbik etme ameliyesine başladı. Sururi efendi isimli bir memurla düşüncelerini
duyurdu. Bu fermanda yazılanlar, Hıdiv İsmail paşaya yazılmış bir ültimatomu
andırmaktaydı. Şiddetle ihtiyaç olmadıkça yeni bir vergi alınmaması, babıâli
müsaade etmedikçe avrupadan borç alınmaması, anlatıldı. Mısır hidivliğide
kendine almış olduğu İbrahimiye, Muzafferiye, Hayriye isimleri verilmiş zırhlı
harp gemilerini padişaha terke mecbur kaldı. Hidivin bu tarz harekat ve
davranışını bir kayıt altına almış bulunan Âlî paşaya sultan Aziz 20 binlira
mükafat verdi. Ertesi sene yani
1285/1868 senesinde mahkemelerin usullerini tanzim meselesi ortaya
çıktı. Devletler arası müzakereler yapıldı. Bunların neticesinde anılan
mahkemeler baş-kanlıklarıyla yarı azasının mahalli ahaliden ve diğer yarısının
ecnebilerden tayin edilmesi kararlaştırıldı. Mısır hattının senelik geliri 7
milyon 347 bin liraya yükselmişti. 5miİyon 899 bin 55 lira masrafı düşülüp 1
milyon 500 bin liraya yakın fazlalıkta gelir bulunmuştu.
Avrupa'ya Bir Nazar
Gerek batı gerekse avrupanin ortasında harp alametleri kendini
göstermeye başlamıştı. Bunu gözlemekte olan Bismark, Kuzeyalmanya birliğini
gerçekleştirdi. İlk Önce Hes-Kasil ve Frankfurt'un iltihak ettirilmesiyle
Prusya'nın birleşmesi tamamlandı. Vakti zamanında İngiltere krallığı sülalesine
aid olan Hanover krallığını alarak, hükümeti Rusya hududundan Fransa hududuna
kadar genişletti. Genel seçim usulünü kabul ederek, Almanmilli hislerini
arkasına alarak hem birleşmeyi sağladı hemde istiklallerinin yok olmasından dolayı
vehm eden küçük hükümetleri tatmin eylediğinden toplanan heyet Berlin'de
rayiştag denen meclisle ortaya çıkmış oldu. Diğer taraftan Alman prensleri ve
bilhassa Prusya kra-lı'nın vekillerinden meydana getirilen bir Bundeşrat
meclisi kuruldu ki rayştag meclisinin teşebbüslerine karşı bir dizgin
mesabesindeydi. Bismark, bu iki meclisin tesirine kapılmadan ve adeta onlardan
bağımsız bir halde, yalnız kralın yanında mesul olmak üzere birleşik heyet
şansölyesi (başvekillik gibi) idi.
3. Napolyon bu birleşmiş heyeti iyi gözle seyretmedi, Ren nehri
ikliminde meydana gelen bu kavi hükümet, İtalya hükümetine benzemiyordu.
Kuvvetler dengesi bozulmuştu. O yüzden İtalya'dan Alp dağlan hududundaki Savoa
ve Miş'i aldığı gibi bir taraftan da kaybettiği bir şeye karşı bir şey kazanmak
istediysede Bismark red cevabı ile yetindi. Bunun üzerine Hollanda kralına
müracaat ederek Lüksenburg büyük dukalığını para karşılığında satın almak
arzusunda bulundu. Anlaşma mümkün oldu. Pazarlık edildi. Feragat ve intikal
senedi imzalanırken Bismark, heylulet, yani araya girerek işi bozdu. Fransa,
Meksika seferinin hatasından dolayı
yıpranmıştı. Paris Bismark'ın muhalif elini kıramadı. Lüksen-burg
dukalığının bitaraflığını ilanıyla gördüğü hakareti çiğnedi. Askeri bakımdan
kuvvetlenip teşkilatlanmaya kuvvet verdi . Bir fransız tarihi diyorki:
<Lüksenburg meselesinde İsabetli hareket eden fransa haysiyetini ilan ve
ihtilalci fırkalar tarafından tehdid altında bulunan mevkiini sağlamlaştırmak
için, 3. Napolyon'un bir harbe ihtiyacı vardı. Almanların hükümetini
Prusya'nın büyüklüğü altında birleştirebilmek için Kont Bismark'da aynı hisleri
duyuyordu. Böylece su-i tefehhümü yani yanlış anlamayı harbe hazır olmayı
teşvik olarak görünmedeydik
Bu aralık İspanyollar, kraliçe 2. İzabellayı tahttan indirmişler,
daha çok hürriyet sever ve verir bir hükümdar aramaya çıkmışlardı. Geçici
hükümet reisi görevi deruhde eden mareşal Pirim, İspanya krallığı tacını
Prusya kralının yeğenlerinden Leopold dö Hohenzollerne teklif etti. Fransa
hükümeti bunu protesto etti. 4/temmuz/1870 tarihinde Prusya hükümetinin
nezdindeki sefiri mösyö Benedetti'yi Ems şehrinde Prusya kralı 1. Gilyoma
yolladı. Vazifesi, akrabasından bulunan Leopold dö Hohenzolleri İspanya
kralığını kabul etmemesini sağlamak için, yardımlarını istemekti. Kral uygun
davrandı. Prens itaat etti. Böylece Fransa büyük ve önemli diplomatik bir
başarı göstermiş olmakla avunmaktaydı. Fakat Fransada var olan savaş
taraftarları Prusyanın pek daha çok güçlendiğini görmek istiyorlardı.
Fransa hariciye nazırı mösyö dö Garamot, sefir Benedetti'yi,
prensin İspanya krallığı teklifine göstermiş olduğu çekinmeden vazgeçerek bir
daha evvelki fikre dönmemesi hakkında kraldan taahhüt almasını istedi. Kral bu
sefer red cevabı vermeyi uygun gördü. Prens Bismark bu olan bitenleri
telgraflarla haber almakta idi. Fransızlara göre Bismark, Prusyanın Fransadan
daha kuvvetli ve hazır olduğunu bildibinden fırsatı kaybetmemek için, kralın
telgrafını değiştirerek gazetelere: <fransa sefirinin yaver-i harbi
tarafından, kapıya kadar getirildiğini, elçinin bu hakarete müstehak olduğunu,
kralın yanında meydana gelen hareketteki ısrarı pruSya hükümeti için, aynı
hakaret demek olacağını göstereceği tarzda yazılmış bir telgrafname tebliğ
etti. Alman gazeteleri bu notayı istedikleri gibi evirip, çevirdiler ve bu haber
Fransa hükümetine ulaştığında da savaşın ilanı tahakkuk etti. >
Fransa ahalisi ayaklandı. Durumun sabırla metanetle madde, madde
tetkik edilmesini ve mecliste olayın müzakeresinin yapılmasını tavsiye eden
meşhur Tiyers'i hain ve Prusyalı diye tahkir edip adamın camlarını taşladılar.
Sokaklarda, Berline! Berline! diye bağırıştılar. O gece meclisi me-busan ilanı
harbi tasdik etti. Bismark Fransız hükümetinin hatasından istifadeyi bilmişti.
Fransa müşkül bir duruma düşmüştü. Avusturya, Rusların tehdidi yüzünden
kımıldıya-miyordu bile. Fransa ile anlaşarak müşterek bir hareket yapma
arzusunu taşıdığı halde tehdidlerden dolayı, bir şeye teşebbüs edemedi.
İtalya, 3. Napolyondan Roma'nın kendisine verilmesini temin
hususunda talepte bulundu. Napolyon razı olamadı. İngiltere ise, Fransanın küçülmesinden
dolayı her halde bir üzüntüye kapılacak değildi. Savaş, 3. Napolyon'un ummakta
olduğu neticeyi vermedi. Meç ve Sedan mağlubiyetlerini Pa-ns'in muhasaraya
maruz kalması takip etti. Sonunda Pa-ris'de düştü. lO/mayıs/1871'de Frankfurt
şehrinde yapılan anlaşma gereğince Fransa; beşmilyar frank savaş tazminatı
Ödemeğe ve Arsas-Loren'i terke evet demek durumuna razı oldu. imparatorun
Sedanda esir düşmesi üzerine Fransızlar 4/eyIü!'de müdafaİ milliye hükümeti
idaresinde olarak cumhuriyet ilan etme yolunu seçtiler. Meç Prusyalıların
eline düşmek üzereyken, Rusların hariciye nazırı Gorçakof, büyük devletler
kabinelerine, Rusya'nın Pariste yapılan sulh kararlarını yok sayarak
Karadeniz'deki hukuku hükümranisini yeniden tanzime karar verdiğini bildiren,
genel bir layiha gönderdi. 29/ekim/1870'de yazılan bu layiha avrupanın tamamında
büyük heyecanlar duyulmasına sebeb oldu.
Fransa, bunu bir kahpelik olarak kabul etti. BabıâÜyi ise, müthiş
bir telaş sardı. Bunlar olmaktayken Osmanlı devletinin içişleri ve siyasiyesi
de şu durumdaydı: On senedenberi maliyenin vaziyeti vahim durumunu devam
ettirmekteydi. 1287/1870'de muntazam borçların yekünü 1 milyar franka
yükselmişti. Âlî paşanın vefatı sırasında hazinenin 130 milyon lira borcu
olduğunu Lütfi tarihi yazmaktadır. 1869'da yapılan; büyükborç (mazinin
hesapları) temizlenmeden vede istikbal teminat altına alınmadan sarfetmeye
devam ediliyordu. Memurlar ve müstahdemler maaşlarını zorlukla alabiliyorlardı.
Mal sandıklarında para bulunmuyor, hatta hazine tahvilleri dahi
ödenememekteydi.
Bu hal hükümetin iflasının pek yakın olduğunun göstergesiydi.
Vergi koyma ve toplama düzeni şekillerinin ıslah edilmesi hâlâ düşünce
planında kalmakta idi. Düşünülen tedbirlerin en belirgini, gerek kara gerekse
deniz askerinin sayısının azaltılmasından ibaretti.
Ordu'nun Dürümü
1286/1870'de silah altında bulunan asker miktarı 160 bin kişi
civarındaydı. Bunlar hassa askerleri ile beraber 6 orduya taksim edilmişti. Bu
altı ordu, 36 tane piyade nizamiye alayını teşkil etmişti. Bu hesaba göre
piyade asker yekünü 120 bin civarında olmaktaydı. Her ordunun 6 alay piyadesi
vardı. 4 alay süvarisi, 1 alayda topçusu, 5 batarya topu mevcud olup, iki
fırkadan meydana geliyordu. Bu 6 ordudan başka
f rka daha vardı ki, biri 10 bin kişiden mürekkep olduğu İde
Girid'de, 5 bin kişilik başka bir fırka Trablusgarb'da,
_ 5 bin kişilik
firkaysa da Tunus'da bulunmaktaydı. Bunlardan başka Beyoğlu kışlasıyla
Çanakkalede, Tuna sahilin-
Venedik körfeziyle Bozcaada, Midilli ve anadolunun bazı
kalelerinde 5 bin asker daha vardı.
Kura ile asker almak icab ettiğinde asker veren eyaletler
şunlardı: Arnavutluk, 10 bin-Bosna, 30 bin-Sırbiye, 20 bin-Memleketeyn
(Romanya), 7 bin-Mısır, 20 bin-Tunus ve Trablus 10 bin-genel yekûn ise 97 bin
kişiyi buluyordu. Bunlardan başka gerektiğinde başıbozuk adı verilen gönüllü
asker toplanmaktaydı. 1870 sonlarında Asir taraflarında asayişte mini için, 7.
ordu adıyla bir ordu düzenlenmesine girişildi.
Asir emiri Mehmed bin Ayd, Tihameye kadar yürümüş, hatta Hadide'yi
basmış. Bu sebeble Yemen olsun, Mekke tarafları olsun birtakım sıkıntılara
düşmüştü. Ferik Redif paşa komutasında Yemene 18 tabur ve Mısırdan 20 bin asker
sevk olunmuştu. Bunun sonucunda Asir meselesinin kapandığı görüldü. Yeniden
bir Yemen vilayeti kurulmasına girişildi. Girid ihtilali sırasında ordu İle
donanmanın noksanları ortaya çıktı. Tarih-i Lütfide; donanmanın 4 kıta zırhlı
kapak ile bir kapaktan başka 8 firkateyn, 9 korvet, 13 aviz Ö, 4 duba, 28
nakliye vapurundan meydana gelmekteydi, yani 66 parçadan ibaretti ve 1700 topu
ve bunlardan başka biri kapak, biri firkateyn 15 adet korvet olarak 63 tane
yelkenli gemi vardı dedikten sonra biraz a'şağida, 94 parça harp gemisi mevcud
olup, bunların yekünü 5 bin bu kadar beygir kuvvetinde idi. Bunlardan başka,
biri taş tezgahında hemen yapı-"P ve diğeri Tiriyeste'den hazırlanıp
gönderilen 5yüzer beygir kuvvetinde iki zırhlı daha mevcud olup, sefine yani
gemi bulunduğu, devamlı 12500 tüfeklininhazır olduğu o zamanın evraklarında
görülmüştür. Diyor.
Fethi Bülend'de bu sene gelmiştir. Hüseyin Avni paşanın yaptığı
tensikat yani, orduda mevcudu azaltma hareketinden sonra, askeri kuvvet 4 sene
nizamiye, 1 sene ihtiyat ile redif sınıfı Öncesi, redif sınıfı sonrası ve
başıbozuklarla yerli askerlerden ibaret olup, tahminen yekünü 792 bin nefere
varır. İşte bu teşkilat üzerine rumeli şebeke-i hudududiyesinin kurulması
meydan buldu. Rumeli kumpanyası dediğimiz Baron Hirş kumpanyası (şirketi) bu
sırada imtiyazlar elde etmek suretiyle bir taraftan İstanbul üzerinden, diğer
tarafdan Dede-ağaç cihetinden ve Selanik yönünden inşaata başladı. '
Ziraat ilerleyememiş, köylüler için çok ağır olan yol bedeli
parası valilerin menfaatine yaramaktan başka bir şey değildi. Maden ve maden
ocakları kanunu karışık bir tarzda tanzim edilmesi gerçekleştirilmiş, içdeki
gümrükler iç ticaret ve sanayii sektelere uğratmış, maliye de intizam ve düzen
yetersizliğinden mahvolmuştu. Aşar meselesi ahalinin başına bir bela kesilmiş,
vergi alım ve hesaplamaları iyice bozulmuştu.
Fransa ile Almanya arasındaki savaşın sonucu ve onun getirdiği
siyaset havası Osmanlı hükümetini de, alakadar hale koyup
Prusya-Rusya-Avusturya arasında yakınlaşma başlaması, Fransızların
mağlubiyeti, babıâiiyi düşüncelere salmıştı. Bizde, vekiller heyetinde sıkı
bir merkeziyetçilik politikası seçilme yolu tatbike itina gösterilmeye
başlandı. Zaten bunun neticesindendirkİ, Alî paşa Mısır Hidivi'nin serbest bir
tarzda yaptığıişlemleri tahdid ile durdurmuş ve elindeki zırhlıları ve diğer
malzemeleri İstanbul'a getirtmiş, Mısır üzerinde tatbike konulan bu muamele,
Tunus ile Trablusgarb bölgesinde bir ders-i ibret, niyetine oralardakilerde
hisselendi.
Öte taraftan, Balkan yarımadasında, Atina-Bükreş-Belg-rad arasında
devamlı bir haberleşme gözlemleniyordu. Avrupalıların vaziyetleride son
tahminlere göre şu durumdaydı: Cermanya Almanlar birleşmesi sağlanmış, 2. veya
daha aâı derecede bulunmakta olan bazı Alman hükümetine fak muhtariyetler
verilmiştir. Ancak meydana gelen yeni hükümet, askerlik bakımından bir
atfınazar yapılırsa sulandırılmış bir Almanya idi. Gerek askeri görünüşü
gerekse siyaset dünyasına getirdiği tesir ile en birinci imparatorluk
oldu-âunu göstermekteydi. İtalya tabii ki, Almanya'ya tutkundu. O da, milli
tekamülünü sağlamak üzereydi. Arzu etmiş oldu-qu payitaht Roma'yı elde etmişti.
Sadova savaşı akabinde Venedik'i, Fransa savaşı neticesinde Roma'yı aldı. Şunun
bunun felaketi üzerine kurulmuş bir hükümet ortaya çıktı. Hatta Fransa'ya
düşman kesildi. Donanmasını çekememeye başladı. Avusturya'nın varlığına
rağmen, Petrevil ve İstirya vilayetlerine göz dikti. Avusturya menfaatini
gözetmek için itaatli bakışlarını Berlin'e çevirmişti. Rusya'ya karşı,
dikkatli, doğuya bakarken Almanların hususi himayeleri içinde, mütecaviz bir
vaziyet sergiliyordu.
Şimdi, üçlü ittifakın başlangıcı bu siyasi vaziyettendir. Fransa;
büyükçe bir cumhuriyet şekline girdiğinden Almanya için, tek hükümet şeklinde
bulunan her hükümet için şüpheli bir komşu sayısına katılmış oldu. Rusya ise
oda başlı başına bir tehlike kesilmişti. Paris antlaşmasını kendi eliyle yırttı.
Ancak istediğine tamamen sahipotamamıştı. Prusya'ya savaş esnasında göstermiş
olduğu anlayışlı tavrının hakkettiği mükafatı görememişti.
2. Aleksandr ile 1. Gilyom abasında gayet büyük bir gizlilik
içinde yürütülmekte olan dostluk görüldü. Böyle olmakla beraber Çar, doğuya
aid tasavvurlarındaki sebatı saklamıyordu. İngiltere 1870 savaşında adeta
dilini yutmuş gibi hiç ses et-memişti. Bunların başında bulunan lord Gladaston,
iç işlerde 'slahata dalmış, barıştan başka bir şey onu cezbetmiyordu. ^ynca,
İngilterenin Ruslara muhalefeti her zaman için Fransa'nın yardımını hemen yanı
başında bulmasına bağlıydı.
Fransa ise kanadı kırık bir hal içinde çabalamaktaydı. Rusya'nın
arzu ve niyetlerine doğrudan doğruya Avusturya'da pek karşılık veremezdi. Çünkü
sırtındaki İtalya da onun ayrı bir sıkıntısıydı. Bu vaziyet karşısında Osmanlı
devleti için ufuklar pek aydınlık değil, bilakis karanlıktı. Hakikaten 4 sene
sonra büyük bir fırtına çıkması neticesinde Berlin antlaşması hükümlerine
boyun eğmek mecburiyeti doğdu. Rusya hariciye nazırı Gorçakof'un yazısı Paris
antlaşmasına bundan evvel indirilmiş darbelerin tamamlayıcısıydı.
Bundan evvel, Eflak ve Buğdan'ın birleşmesi de yazılı antlaşmanın
hükmünün kaldırılmasına bir giriş dense yeridir. Özellikle avrupa 1272/1856
ıslahat fermanının yerine getirilmemiş olduğuna kani idi. Hatta o zaman adı
geçen ferman hakkında ve içinde yazılanlara göre İngiltere, Fransa, Rusya hatta
devlet-i âliye taraflarından yapılan tetkikler, neti-cede şöyle bir hükme
varmak kabil olmuştu: "Tanzimat cedve-lînde ihmal edilen vaadler, elde
edilen ilerlemelere nazaran tesbit kabul etmez derecede çoktur." Bu hüküm
1868 senesinde verilmişti. Fuad paşanın hariciye nazın bulunduğu sırada 25
bendden meydana gelmiş 1868'de Londra, Paris, Viyana, Berlin, Petersburg ve
Floransa da bulunan, Osmanlı elçilerine gönderilmiş layihada bu tarafı pek çok
örtülü bir şekilde itiraf edilmiştir, "resmi yazışma muharrerat-ı resmiye
sh. 90-102" Gorçakofun yazısı üzerine İngiltere şiddetli bir protesto
çekti. "İngiliz hariciye nazın tarafından yazılan cevapda: anlaşmış
devletlerden hiç birinin rey ve rızası alınmadan fesh etmeye kalkışmak,
İngiltere devletinin uygun görmeyeceği hususattandır. Şeklinde olan bilgiyi
veren İngili-z elçisine Rus başvekili Gorçakof, bahsolunan eski
maddeyi-feshetmeye kesin kararlı olduklarını söyleyerek eğer, Osmanlı devlet
adamları buna muhalefet edecek olurlarsa Rusya devleti ordularını bir tek kişi
ilave etmeden himayesi altında görünmekte olan doğu hristiyanlanna bir işaretle
dalgalar halindeisyan hareketlerine girişeceklerini ifade etmişti. (Mirat-ı
hakikat) Versay'da yani Paris'de bulunan prens Bismark ile haberleşmeye
girişti. Rusya'ya karşı harp ilan etmeyi talep etti. Avusturya da söz konusu
yazıdan dolayı pek üzüidü. Bismark, Avusturya-nın Fransa ile birleşmemeleri
için Rusya'ya eğilim göstermeğe muhtaç olduğundan epeyi sıkıldı. Diğer
tarafdan, Fransanın lehinde olmak ihtimali bulunan İn-giltereyi de kırmak
istemiyordu. Paris antlaşmasına imza koymuş bulunan büyük devletlerin, yeni bir
konferans toplu-yarak, vaziyeti tetkik etme teklifinde bulundular. Bu teklif
hem Petersburg'da hem de Londra'da kabul olundu.
Londra konferansında, 1856 antlaşmasının söylemekte olduğu Tuna
nehrindeki gemilerin serbest şekilde dolaşmalarının açılmasıyla devlet-i
âliyenin boğazları açıp-kapamak hakkını yeniden tasdik etmekle beraber,
Karadeniz'in tarafsızlığını temine muvaffak olamadı. Rusya'nında istediği buydu.
Osmanlı devletine ait deniz gücü dünyada 2. derecede bir donanma olma
vaziyetine ulaşırken, 20 den fazla zırhlı gemisi 80-100 kadar da ahşabtan da
olsa harb gemisine sahipti.
MAHMÜD NEDİM PAŞA'NIN SADARETİ
Ali paşa, 1288 cemaziyelahirinin 21. /8/eylül/1871'de Be-bek'deki
yalısında vefat etti. J3u vefatın neticesi Büyük Mustafa Reşid Paşa ekolünün
sona ermesi demekti. Buna karşılık istibdad kapısı sonuna kadar açılmış oldu.
Padişah ne hikmet ise, Ali paşadan çekinirdi. Hatta yakın ve sevdiklerinden
birisine birdefasında: "Şu kanapeyi görüyormusun? Âlî Paşa, bana nice
geceyi bunun üzerinde sabahlattirdi." Demiştir. Alî paşadan sonrada
sadarete Mahmud Nedim paşa geldi. Hariciye nazırlığı Sururi paşaya verildi.
Sultan Abdülaziz, Âlî paşanın vefatı üzerine geniş bir nefes
aldığı halde, devletin içişleri yeni bir sıkıntı ile karşılaştı. Mahmud Nedim
paşa sadrazam olunca Âlî paşa ekibi de birer birer iktidar mevkiinden sükut
etmeğe başladı. İşlerimiz i-daresinde bir sağdan geri dönüş görülmeye başlandı.
Hakikatte padişah, sadaret fermanını takip etmek bir dereceye kadarda göz
boyamak fikriyle: "CIygun gördüğümüz ıslahatında tamamının yerine
getirilmesi, hukuk-u umumiyenin muhafazasının temini, bütün ahalinin adaletin
en mükemmeli ile yönetilmeleri hususuna büyük bir dikkat ve itina
gösterilmesiyle beraber yinede, bütün şer'i mahkemelerde ehliyet ve iffet
sahibi istikametleri sağlam kimselerin bulunması, nizamiye mahkemelerine
havale olunan işlerin de, sahih adalete uygun ve hakiki hukukiyeye
tevsiki.." Mealinde bir yazıyı göndermişti. Fakat Tarihi Lütfi diyorki:
<Bir müddet sonra anadolu ve rumeli taraflarında, şimendi-fer(tren)ler
yapımına başlandı. Nehirler vasıtasıyla da muamelelerde kolaylık, ticari ve
sanayi bakımdan mahallerin yaygın şekilde istifadesine dikkat olunmasını beyan
eden bir tezkere-i seniyye babıâliye gönderildi ve bu da ilan olundum Azbir
müddet geçtikten sonra padişahın dama oynama düşkünlüğünüanmak için;
"valiler dama taşına döndü!" sözleri işitilmeye başlandı.
Mahmud Nedim paşa, sadaretinin başlangıcında, valilerin
değiştirilmesini uygulamaya koydu. Mevkiini sağlamlaştırmak için, Şura-ı
devlet reisi Kâmil paşanın, maaşını 25 binden, 75 bine yükseltti. Rüsumat
emanetine; 10, bahriye nezaretine 75 bin, nafıa ve ticaret nezaretine 50 bin
kuruş zam, hariciye ve maliyenezaretlerine de birer müşir tayin ettirdi, iç
işlerde meydana gelen olayları takip edecek olursak, işlerin idare tarzının
dabaşka bir kalıba döküldüğünü müşahede edebiliriz. Rus sefiri İgnatiyef de,
Âlî paşanın vefatından sonda, geniş bir nefes almış, artık icraatının gücünü
sergileyebilirdi-
Tunus
Önem taşıyıp çok alaka çekici bir olayda Tunus mesele-siydi Tunus
valisi Sadık paşa tarafından özel bir vazife ile Floransa'da Hayreddin paşa bulundurulmaktaydı.
Paşa, italya ile yapılmış istikraz yani borç meselesinin çekişmelerini,
babıâli'ye anlatmak için İstanbul'a gelmişti. Dönüşü sırasında Tunus
valiliğine dair bir fermanı da götürdü. Bu ferman da, Tunus eyaletinin
(imtiyazlı veraset) ile verilmesi ihalesi beyan edildiktensonra deniyorki:
<Eskîden beri geçerli olduğu gibi orada hutbeve basılan sikke (para)
padişah adına olup, sancak aynı şekil verenkde kalmak, savaş çıktığı zaman iş
becerecek asker ile hizmete koşmak, bağlılığı elan olduğu gibi ve geçerli olmak
üzere muhafaza ederek, vilayetin veraset yolu ile hanedanında bulunması,
eyaletin iç işlerinde şer'i şerif ile idare, ahalinin can ve mal ile ırzlarını
temine kâfi ve zaman ve vaktin mukteziyatınca uygun kanun-u adliyeme bakılarak
yerine getirilmesi şartıyla memurin-i seriye, askeriye ve mülkiye ile
maliyesinin azil ve tayininde Tunus valisi murahhası ve hukuku mülükdariye'ye
aid siyasi maddelerden başka yabancı devletler ile olan muamelesinde izinli
bulunması, vefatı vukuunda hanedanından olan büyük varisin geçmesi, eşrafın
saltanatı seniyeme takdim olunacak haber üzerine vezaret v£ müşirlik ve
menşur-u hümayunu ve mri alışanımın gönderilmesi hususlarına irade-i se-myye-i
mülükanem şeref sudur buyrulmuştur.> O sıralarda bü ferman Tunus'un ecnebi
devletler poitikasına karşı, hu-kuk-u padişahı ile onun himayesi altına girmiş
olduğunu ve verasetin icabatından valilerin istiklali olduğunu kuvvetlendi-ren
bir husus olarak telakki edildi. Tebeddülat yani değişiklik, tevcihat, tenkihat,
tasarrufat, birbirini takip etti. Tenkihat ve tasrifat komisyonunun 50 bin 200
kese (25 milyon 100 bin kuruş) masraf
düşürdüğü ilan edildi.
Tarih diyorki: <Önceleri her gün bir türlü duyulan icraat ve
düşüncelerin deliceleri, akıllı kimseleri şaşırtır hayretlere düşürürdü. Hele
Istanbulda basılan ve avrupadan gelen gazetelerde yazılan icraatlar alaycı
düşüncelerle çok ayıplanıyordu! > Hatta bu karışıklık arasında ilanı
yapılan vekiller heyeti programı, birincisi kara ve deniz kuvvetleri, 2.
maliye, 3. adliye 4. maarif, 5. zabıta idaresi, 6. da vilayet idaresi usulü
olmakla ne var ki, hariciye unutulmuştur.
Abdülaziz han'ın, Mahmud Nedim paşaya yaptırdığı ilk iş ve emri
belki de başhcası, otuzbeş senedir devlet idaresinde devam etmekte olan ve tanzimat-ı
hayriyenin esasını teşkil eden can, mal ve ırz emniyeti maddesini baltalayan
sürgün ve uzaklaştırma emirlerini verebilmesidir. Keyfi idare, şahsî garaz
devletin geleceğini mahv etmekteydi.
Bu cümleden olmak üzere serasker Hüseyin Avni paşa askeri
masraflar dolaysıyla doğum yeri olan İsparta'ya, İşkodra valisi müşir davetçi
İsmail paşa Trabzon'a sürgün yollanarak maliye eski nazırı Şirvani Rüşdü paşa,
veliahd şehzade Mu-rad efendiye kendini yarandırmak için Kurbağalıdere caddesini
düzeltmekleri itham ve şehremini Haydar efendi, ma-beyn başkatibi Emin bey,
zabıta nazırı Hüsnü paşada çeşitli yerlere sürgüne gönderildi. Bu işlere ait
yazılan tezkerelerdeki: Yapılmış bulunan tahkikatta ve tetkikatta bundan böyle
ortaya çıkacak vaziyete göre cezalarının şiddetlendirileceği şimdi halde
tahakkuk eden, kötü idare ve kullanımdan dolayı uzaklaştırdıkları.. Satırları
şeklindeydi ki, bu tarz daha sonra keyfi sürgünleri usulü olmuştur. Bu sürgün
meselesinden Bağdad valisi Midhat paşa da nasibini almıştı. Paşa Bağ-dad'da
ortaya koyduğu ıslah, terakki dolayısıyla o vilayetten devlet hazinesine para
göndermek ve emsalinde karşılaşıi-madıgı halde, senede 250 bin lirayı
göndermeyi taahhüd etmişti- Ancak Mahmud Nedim paşanın ıslahat komisyonu işin
bu tarafını göz önüne almıyarak, vilayetin genel masrafından 24 bin kese
tenzilat yaparak, nakit olarak istemiş ve bunun üzerine paşa istifa yolunu
seçmiştir.
Yolculuğunda Sivas'a tayinini haber aldı. Hayat-ı Siyasi-ye'de
deniyor ki: "Vaziyete göre Mahmud Nedim paşa, Rusya politikası
tarafdarından olduğu için sadaret makamına aelmesiyle birlikte elçi general
İgnatiyef in tavsiyesiyle Bulgarların rum patrikliğinin otoritesinden
ayrılarak müstakil Exsharzhk idaresi kuruldu. Bu da, devleti başka bir idare
şekline koymak niyetiyle geçmiş dönemde yapılan her şeyin tamamını bozmaktı.
Evelce yapılmış bulunan demiryolları mukavelesini feshetmişti. Vilayetler
nizamlarını değiştirip, küçük, küçük valilikler kurmaya kalkışıp, bu yeni
düzenin gereğinden olmak üzere, Sofya'yı Tuna vilayetinden ve Şar-kikarahisarı,
Trabzon'dan, Maraş'i, Adanadan ayırıp başka başka valilikler teşkil etmiş
olduğu gibi, Bosna'nın öbür ucunda olan Hersek sancağını, daha yakında olan
Yenipazar ile birleştirip orayı da bir valilik yapmış ve bütün vilayetlerin
tahsis ve masraflarında hesapsız ve ölçüsüz indirim ve yükseltmeler yapmış
olmasıyla, her mahallin idaresi bundan menfi olarak etkilenmişti. Bu etkilenme
sonucu, memurların suistimalleri, zabıta ve vergi memurlarının her birinden
şikayetler başlamıştı." En tşarib karşılanı da payitaht dışındaki
memurların çoğunluğunu belkide tamamı ya azil ya da yerlerinden başka mahallere
nakil olunmasıydı. Devlet böy-!ece adeta bir müteharrik kitle haline
gelmişti... Mithad paşa Sivas'a gitmedi. Tayini Edirne valisi olarak yapıldı.
Çok dikkat çekici idari tedbirlerinden biri de, jurnalci memurların
ihdasıdır. Bu memurların işi babıâiiye durmadan tetkik için evrak
göndermeleriydi. Mahmud Nedim paşa bu sırada tanzim etmiş olduğu bütçede
üçmilyon lira fazla gelir göstermekteydi. Öte yandan da, maliyeyi Galata
sarraflarından 1 milyon 100 bin lira borç almış olarak ilan ediyordu. Eski bir
cedvele göre harici ve dahili genel devlet borcu 138 milyon 674 bin 780 ve her
iki borcun faizi senede 8 milyon 457 bin 485 lira idi.
1288/1872 bütçesinin dengesine göre umumi gelir: 20 milyon 700 bin
lirayı aşmış olduğu görülüyor idi. 1289/1272 senesi, Bulgar eksharzliğınm
kuruluş tarihidir. Eksharzh"ın İstanbul'da oturmasına karar verildi.
Hatta huzura çıkarak bir teşekkür konuşması yaptı. Padişah da, bu nutka uygun
bir nutukla cevap verdi. 1286/1869 senesinde Âlî paşa daha sadrazamken
düzenlenmiş bulunan fermanda Eksharzhın icab ettikçe Fener semtinde bulunan
Bulgar papashanesinde ikamet etmeye izinlidir açıklaması yer almıştı.
Mahmud paşa vilayetlerin tahsisatını keserek, elde nakit
bulundurmak için, görünüşde %10 esasda %20 faiz ile Küçü-koğlu Agop isimli
birinin vasıtasıyla tezelden 10 milyon liralık borç antlaşması yapmıştı.
Burada Rasimbey'den bir not aklıma geldi. Takdim ediyorum, Rus sefiri ignatiyef
gerek saraya gerekse sadrazama kendini kabul ettirmişti. Fransa ve İngiltere
ile hem bizimle iyi ilişkiler kurarak mesleği dolay-sıyla babıâliyi ele
almıştı. Sureti hakdan görünüp de nice hile ve ifsatlar ve nice suistimaller ile
tanzim-i usulü ihlal edici yollar açmıştı. Âli paşa tarafından tehiri yapılan
Bulgar eks-harzhlığı beratını, Mahmud Nedim paşa Rus sefirin talep ve teklif
etmesiyle birlikte hemen vermişti. Böylece Bulgaristan da Rusların tesir ve
nüfuzunun fevkalade kuvvetlenip de genişlemesine müsaade etmiş oldu.
Rumeli demiryol hattının yapılmış olması Rusyanın işine, gelen bir
husus değildi. Tabii, Önlemeye çalışacaktı. Rus elçisinin tavsiyeleri neticesi
adını andığımız demir yollarının Yapılması müteaahid Baron Hirş'len yapılmış
mukavele ça-lısma masrafının ve imtiyaz müddetinin uzunluğu vesile edilerek
değişikliğe uğratıldı. 2300 km. lik inşaata mahsus 1. 980 bin hisse senedi o
vakte kadar bitmiş olan yarısı kadar imalata ve imtiyaz bakımından indirilmeye
matuf müddete karşılık, Baron Hirş'e terk edilerek yüzbinlerce liralık irtikap
yapıldı. (Mirat-ı Hakikat)
Bu parayı saraya yetiştiriyordu. Paşa, bahriye nazırlığında
bulunduğu sıralarda bile, padişahın hoşlandığı hususlarda bilgi sahibi olmuş
bütün lezzet ve iştahını genişletmeye çalışıp bir hayli hizmetler etmiş olduğu
gibi, sadrazamlığında dahi, saraydan akla gelen ne olur ve istenirse hiç bir
engel çıkarmadan yapmaya başlamıştır. Bir zamanlar resmi çalışma ve
muamelesinde babıâlinin imtiyaz kuvvetine ve nizam ile kanunu devletin
hükümlerine riayet etmeyi seçen padişah, bundan sonra bu şekil davranıştan vaz
geçti.
Bir sene içinde Sultan Abdülaziz, tamamen değişmişti. Bu sıralarda
da Hanri Martin tüfeklerinin ordu tarafından kabulü bu sene içinde gerçekleşmiştir.
Padişah, sadrazam M. Nedim paşanın ahali arasında çoğalmakta bulunan
itibarsızlığını kötü idaresini haber almaktan uzak kalmıyordu. Hatta çok geçmeden
azlederek yerine Edirne valisi Mithad paşayı sadaret makamına getirdi. Şimdi
burada A. Rasim bey iki ayrı mütalaa vermiş onları nakledelim: <Padişah,
Âli paşadan yüz çe-viripde sadarete nail olmak 'için akla hayale gelmez çeşitli
fitne ve fesad icad ve gayri meşru paralar takdimiyle mevkiinde kalabilmiş ve
bu garaz dolu mesleği yani yolu devam için: "efendimiz, bir padişahı
müstebidsiniz. Her emrü fermanınızı yerine getirmeye muktedirsiniz mealindeki
sözlerin ifade edilmesiyle Sultan Abdülaziz'in bağsız bir aslan gibi etrafa
atılıpda keyfe göre hükümleri icra etmek emeline ve
arzusuna düşürmüş olduğundan Âli paşa irtihal-i dan beka
eyledikte, Mahmud Nedim paşa sadarete gelince Sultan Abdülaziz'i talim ettiği
yola sevk etti. Yine: Sultan Abdüla-ziz tarafından M. Nedim paşanın açtığı
yoldan aldığı lezzed-den, bir taraftan da icraatların bırakmış olduğu kötü
tesirlerin neticesinden çekinmiş olduğundan genel bir hosnud-suzluk karşısında
bir özür, bir tarziye makamında olmak üzere Nedim paşayı geçici olarakda olsa
feda edip, gerek ahali gerekse ecnebilerin nazarında ona mesuliyet yükledi.
Hüseyin Avni paşa gîbi sözü geçen kimsenin kin ve düşmanlıklarından gelecekte
de nefsini koruyabilmek tedbirine başvurarak, Midhat paşanın Bağdad
valiliğinden dönüşünde, Edirne valiliği ile İstanbul'dan uzaklaştırılması
için, M. Nedim paşanın İsrar ettiği bir fikri seçmesi garazkârlıkla tefsir edip
Midhat paşayı sadaret makamına getirip, Mahmud Nedim paşayı da, görünüşte
ikbal makamından indirip, uzaklaştırmakla efkarı umumiyeyi taraftar saydığı
birişie tatmin etti zannma kapıldı.
Lütfi tarihi diyorki: <Sadaret değişikliği gerek içde gerekse
hariç de pek büyük bir memnuniyetle karşılandı. Daha üç gün olmamıştı ki
babıâliye bu vaziyete sevindiklerini belirten telgrafların sayısı ikibine
vardı. Midhat paşa sadrazam olur olmaz, ilk aldığı darbe, Mahmud Nedim paşanın
vilayet usul-ü kanununu iptal etmiş olmasından doğan karışıklıktı. Hüseyin Avni
paşa, Şirvanizade Rüşdü paşa ve arkadaşları sürgün yerlerinden dönmüşlerdi. Bu
defa dahi M. Nedim paşa tarafdarı teşkilatından olan, Maraş valisi Cevded paşa
ile Karahisarı Şarki valisi Rasim paşalar da döndüler. Şirvanizade evkaf,
Cevded paşa maarif, İzmir valisi Sadık paşa maliye, Paris sefiri Cemil paşa
hariciye nazırlıklarına tayin edildiler. Eski sadrazamın ıslahat meclisini
fesh, şura-i devlet, dahiliye ve tanzimat isimleri altında ikiye taksim
olundu. Midhat paşa, 10 milyon liralık borç alımında aracılara, 100 bin lira
verilmiş olmasından M. Nedim paşayı vükela meclisinde sorgulamaya aldı.>
Mirat-ı Hakikat diyorki: <Bu 100 bin altun saraya verilmişti. İş bu komisyon,
borç aracılarına verilmesi hakkında Sultan Aziz'in özel iradesi varken inkar
etmiş olması ve M. Nedim paşanın padişahı tekzib etmemek için iradesinin
bulunduğunu söylemekten İstinkâf etmesi 100 bin altunun kendisinden alınması
hükmü bahs oldu.
Ancak hakiki durumu bilen padişah, Mahmud Nedim paşanın uğradığı
bu ödeme cezasını af etti ve Kastamonu valiliğine tayin ederek gönlünü aldı.
Şimdi burada Rasim bey merhumdan bir alıntı yapıyoruz: Senebesene ilan
edilmekte olan bütçe muvazene (hesap) defterlerinde görüldüğü gibi masrafların
2 milyondan fazla olduğu bununda üzerine Mahmud paşanın sadarete gelmesiyle
birlikte Küçükoğlu Agop efendi vasıtasıyla avrupadan alınan 10 milyon liralık
borç faizinin ilave edilmesiyle denklik açığının miktarı 3 milyon lirayı geçmişti.
Müşarileyhin yani Mahmud paşanın babı-âlide tenkihat ve ıslahat komisyonu adı
ile kurmuş olduğu meclise yaptırdığı ve mabeyne takdim ettiği defterde gelir ve
gider karşılaştırılmış olduğundan başka, gelirin 500 bu kadar binii-ra da
fazlası olduğu gösterilerek, işbu fazladan 100 bin lira sarayı hümayunun
tahsisatı seniye haricinde yani saraya ve padişaha ayrıları paranın dışında
sarf olunmak üzere gelişi güzel bir hesapla mabeyni hüfmayuna takdim edilmiş ve
350 bin lirasıyla İngiltereye bir zırhlı harp gemisi daha sipariş edilmiştir.
Midhat paşanın sadareti üzerine maliye nezareti tarafından gelen taleb üzerine
bu sefer verilen deftere göre, gelirin fazla olması şöyle dursun, Mahmud Nedim
paşanın v'Iayetlerden, yapmış olduğu tahsisat indirimi makul olanlar dahil
hesablansa bile yine genel masraf açığının 3 milyondan aşağı olmadığı,
gösterilmiş ve o zaman söylenip, yazılan fazlayı tasdik etmiş denilen komisyon
azalan getirtilip, toplanmış ve sorgulara maruz kaldıklarında, hesabın hazine
kayıtları üzerine olmayıp, Mahmud Nedim paşanın tarif ve ifadesine göre
yapıldığı, verdikleri cevapdan anlaşılmakla işin hakikati ve rengi ortaya
çıktı. (Midhat Paşa-Hayatı Siyasiye) Mithad paşanın sadareti 2 buçuk ay devam
edebilmiştir. Bu sırada Bağdad, Vidin demiryolları, Hicaz telgraf hattı, terazilere
ve ölçülerin onda bir usulüne göre tatbiki gibi hususlarla uğraşılmışsa da,
tamamı akim kalmıştır. Mısır Hidivi İsmail paşa, avrupadan borç para alabilmek
için padişahdan izin talebinde bulunarak aynı zamanda Mahmud Nedim paşanın
vukubulan azlinin üzerine bu talebde geri kalmıştı. Şimdi talebini
yinelemekteydi. Midhat paşa, bu izinin sebeb olacağı sıkıntıları gördüğünden
hatta Mısır'ın elden gitmesine sebeb olacağını anladığından hemen teşebbüse
engel olmuştur. Fakat, padişah Hidiv İsmail paşaya söz vermiş imiş! Bu yüzden
bir dereceye kadar padişahın sözü yerine gelsin diye, Mısır Hidivine izin
manasında olmıyarak, ileri de buna yakın bir vaadmışça olmak üzere bir
fermanyazıldı. Tabiatıyla Hidiv bu fermanı kabul etmedi. Mabeyne bildirdi.
Bunun üzerine ma-beynden re'sen izin sayılan, bir ferman çıkarılarak yollandı.
Tarihi Lütfi diyorki: <Fermanın Mısıra varması üzerine sıcağı sıcağına %13
faiz ve %birbuçuk komisyonlabir milyon lira borç ahnıvermiş.> Padişah, Midhat
paşanın kullandığı muhalefet politikasından serrişte yani ipucu seçti. Paşayı
azletti. Büyük Rüşdü paşa sadarete geldi. Ancak o da, tutunamadı. Artık sıra
serasker Esad paşaya gelmişti. Hükümet günden güne padişahın keyfi
davranışlarından dolayı kuvvetini kaybetmekteydi. Yabancı kalemler bile Sultan
Aziz için nefsine uygun işlerle vakit geçirip, Ömrünü sarayda geçirip paraları
vapur yapımına harcadığını yazmaktaydılar. Hatta; Debid ör,
Hivorki: <Osmanh devleti Sultan Aziz idaresinde birer parça
halinde kopup düşmekteydi. Mısır Hidivi para için 1868 ile 1872 tarihleri
arasında 2 tane ferman elde ettiki, neredeyse istiklâl idi. Vilayetlerin
çoğundaki valiler hükümdar gibiydiler. Avrupadan çok yüksek faizlerle borç
alındığından maliyenin hazinesi bomboştu. Memurlarında askerlerinde maaşları
senelerdir bir miktar beklemede kalmaktaydı >
Ali paşa vefat edince padişaha çeşitli hediye ve hesapsız nakit ve
mal takdiminde bulunan Hidiv, sarrafı İbrahim bey ki sonradan Mısır
kapıkethüdahğına da tayin ve uhdesine vezaret rütbeside tevcih olunmuştu. İşte
bu adamın vasıtasıyla vükela, devlet adamı, lüzumlu, lüzumsuz pek çok kimseyi
de, doyurup fevkalade bir nüfuzla şöhret sağladıktan sonra, artık bol bol alma
vakti gelmiştir hevesine düştü.
Hatta Şirvanizade Rüştü paşa sadaretteyken İstan-bula gelerek,
padişaha, vekillere, kurenaya tam beşyüzbinlira harcayarak, avrupadaki
devletlerle mukavele yapma ve borç alabilmek iznini, Âli paşanın büyük zorlukla
kabul ettirdiği kararın iptalini, müsadeyi havi bir ferman aldı. Bu alış verişler
sırasında padişahın yakınlarından aklı fikri para olan sefiller,
yüz-yüzellişerbin lira kazanıp mutlu oldular. Lâkin şu hırsızlıklar ve
rüşvetler, hayır sahibi devlet adamlarının indinde üzüntülere badi olduğu
avrupada bile yeis ile karşılanıp lanetlenmesine, şu fıkra delil sayılır.
"Almanya imparatoru o sırada ziyaret için İstanbula gelen İran Şahı
Nasıriddin Şaha, sen Öylece bir padişaha 'misafirliğe gidiyorsunki; kendi
eliyle kendi kolunu kesmiştir." diyerek, Mısır'ı devleti âliye-den ayırmak
demek, sayılan fermanın verilişini alay konusu olarak dile getirdiği kesin
olarak duyulmuştu.>
254
Hersek İhtilâli
Padişah, "NedinV'siz olamıyordu. Sultan Abdülmecidin saltanatının
sonlarına doğru 25 milyon derecesindeki Osmanlı borçları 12 senede 250 milyona
vardı. Sultan Abdüla-ziz elan Mahmud Nedim paşa'nın sadaretini özlemekteydi.
Onun azlettikten sonra Mithad paşa ve büyük Rüşdü pasa, Şirvanizade Rüşdü paşa
hatta Hü-seyin Avni paşa sırasıyla sadrazam oldukları halde, iktidarda fazla
kalamamışlardı. Efkarı umumiye ise, Mahmud Nedim paşanın adamakılli aleyhinde
idi. Efkarı umumiye yalnız bunun aleyhinde olmayıp, Paris antlaşmasından sonra
diğer devletlerin kefaleti altına alınmış olan Osmanlı mülkünün tamme-i
istiklali, Romanya, Sırbiya, hatta Karadağ muhtariyet idareleriyle bozulmuş,
Londra konferansı bunlara tüy dikmişti.
Avrupanın müdehalesi yüzünden ortaya çıkan ıslahat fikrinin de
hristiyan reayayı itidal ölçüsünden çıkarmasından da memnun değildi.
Şirvanizâdenin sadrazamlığı esnasında meydana gelen bir hadiseyi buraya
yazmadan geçemedik. Bu hadise 1291/1874 tarihli, bir mebuslar meclisi kurulmasına
aiddir.
Rüşdü paşa yalısında, toplanan adliye nazırı Midhat paşa ile
beraber bir kaç vekilden ibaret bulunan özel bir encümen devletin halini
ahvalini ortaya koyup meydana çıkan kötü vaziyeti mümkün mertebe önlemek ve
tanzime başlangıç olmak için, bir layiha kaleme alınmasına karar vermiş ise
de, Şirvanizade huzurda, mebuslar, kanunca sözlerinin meydana getireceği
tehlikeyi anlayamadığından, böyle bir layiha hazırlığından bahsederek, Midhat
paşanın Selanik valiliği ile uzaklaştırılmasına, biraz sonra da kendisinin
Halep valiliğine tayin ile sadaretten düşmesine sebeb olmuştur. Midhat paşa
tarafından kaleme alınmış bu layihanın bir kısmında o zamanın rlüsünce-i
umumiyesindeki şu anlayış: <Bir vakitler devletin aaf ve inhitatına
müteallik olarak söylenmiş sözler, bu gün ahalinin tamamında devletin izmihlali
(çökme) zevali hususundaki tabirler açıkça söylenmeğe başlamıştır. Bu tarzda
ifade eylediği gibi çare-i salah oimak üzere bermutad, kanun ve nizamların
tatbike konulup, büyük, küçük, erkek, kadın bütün tebanın kanun hükümlerine
ayırımsız ve eşit uyması, meclİsve muhakeme ve diğer hayır kuruluşlarının
yerine getirilmesi, üzerine düzeltilip yeniden kurulması, bütün işlerin
eskidenberi devletin mercii olan babıâli tarafından görülüp, orada karar
verilip, hakipayi şahanelerine arz ile irade-i seni-ye-i şahaneleri şeref sünuh
buyruldukça devletin hukuku mülkiye ve maliyesine bağlı hiç bir şey yapılmaması
ve ida-re-i devletin ruhu olan mali işlerinin kuvvetli bir esas üzerine yeniden
oturtulması, babıâli'nin rey ve tasdiki manzum olmadıkça hiç bir yere bir akça
sarf edilmemesi ve küçük büyük bütün memurların ve hademei devletin vazifeleri
yeniden tahdid ve tayin olunup, işbaşında bulunan memurların dere-ce-i
mesuliyetlerini bir karar altına alınması gibi> Deniliyor.
Görülüyorki, ecnebilerde, hemşehrilerde devlete ıslahat yapmasını
tekrar tekrar talep ve tavsiye etmekteydiler. Anla-şılıyorki, burada devlet bir
maneviyat-ı mazlume, yâni lâzım gelen, ıslahat ve tensikatın yani düzenleme ve
hafifletme işinin son şekil ve tesir derecesini bilemeyen bir kitİe-i kötülüktü,
işte bundan biraz sonraydı ki, Panslavizm propogandass, Hersek ve Bosna'da çok
önem taşıyan bir ihtilali uyandırıyordu. Avrupalıların dedikleri gibi Osmanlı
hükümetinin du-Çar olduğu ve ödemesi gereken derd, günden güne daha da
ağırlaşıyordu. Her 15-20 senede bir şiddetli bir sıkıntıya tutularak,
avrupayıda sarsmaktaydı.
2. Aleksandr'da, Çar Nikola gibi, kendisine bir tabii koruyucu
bakan milyonlarca ortodoksu korumayı mukaddes bir vazife gibi sayıyordu. Londra
konferansının da söylemediği Paris antlaşmasının hakaretinin acısını çıkarmak
arzusunu taşımakta olup, yine bu tarihlerin anlattığına göre Gorçakof, Almanya
başvekili Bismark'ın sahip olduğu başarıyı çekemediği için, siyasi hayatına
şanlı bir netice koymak arzu ve emeliyle çırpınıyor, Bismark'ın şan ve şerefi
çaresiz Gorça-kofa gözünü yumdurtmuyordu.
Diğer tarafdan panslavizm neşriyatı dinsel siyasetin, neticeye
verdiği başarı ile hergün büyüyor, Romanya, Sırbiya, Karadağı harekat merkezi
seçmiş, buralardan adalara yaptığı teşviklerle Bosna ve Hersek'i Bulgaristanı
hercü merç ediyordu. Eyalet ve akalimi Yunaniye panslavizmin gözünden
düşmüştü. Panslavizm, büyük yunan devleti fikrini, maksadına uygun görmüyor,
Viyana kabinesinin Belgrad ve Bükreş üzerinde tesis etmiş olduğu baskıdan
kuşkulanıyordu.
Avusturya 1291/1874de Sırbiya ve Romanya İle ticaret antlaşması
yapmıştı. 1292/1875 senesinde Rus memurları güney Tuna'da faaliyetlerini
arttırarak kendilerini göstermeye başladılar. Bu arada Es'ad paşa sadarete,
Derviş paşa Bosna-Hersek valiliğine getirildi. Babıâli her tesirden uzak, saray
ise devletin idaresini ele almıştı. Ancak bu idare tarzı son derece keyfi
olmaktaydı. Mirat-ı Hakikat ihtilal öncesini şöyle anlatıyor: <...Görünen
sebeb odurkî: Hersek sancağına katılmış bulunan Nevesin kazası
hristiyanlarından 160 kişi koyun vergisinin çokluğundan, zabıtaların zulmünden
dolayı, Karadağa geçerek şikayet etme mecburiyetinde kaldıklarından Karadağ
prensi Nikola vakayı anlatışınızı Rusya devletinin İstanbul sefirine yazarım.
Şikayet ettiğiniz Ödemelerin tahakkuku hususunda Osmanlı devletinden, özel bir
memur gönderilmesini iltimas ettiririm.> der. Şikayetçiler ise,
"Karadağ'a sığınmamızdan dolayı Osmanlı devleti bizi azarlar" cevabı
vererek köye dönüşte tereddüd gösterdiklerinden Balkan kavimlerinin isyanları
daima ya vergilerin tahsilindeki suistimallerden yahud umumi tekliflerin, eşit
bir şekilde taksim edilememesinden veya vergi bahanesiyle zulüm yapılmasından
ortaya çıkmıştır.
prensde Rusya elçisi general İgnatiyef e vaziyeti bildirmekle beraber
bunların uzun zaman iaşe ve ibatelerini, Karadağ'ın kaldıracağı yükten
değildir. Osmanlı devleti tarafından biran evvel yerlerine dönmelerini
sağlamalarını elde ediniz, şeklinde ricada bulunmuş imiş.
Esad paşa bu fesadın içinde Rusların tahriklerinin bulunduğunu ve
nice senelerden beri gerçekleştirilmeye çalışılanların, Bulgaristanda
yapılmaya çalışılan ifsat hareketlerinin, Sırbistan ve Karadağ yardımları ile
Bosna tarafından meydana getirilmek için yapılan, bir planın başlangıcı
bulunduğunu anladığından ürküp, şaşırmış vede herhangi bir şeyi yapmağa
iktidarı olmadığından, tereddütler içinde kalmış, vaktin geçmesi hadisenin
büyümesini sağlayıp vehametin artmasını getirmiştir.
İsyanlar
Sadrazam ve serasker Saip paşanın Derviş paşa ile arası açıktı.
Firarilerin tahkikatını ona havale etti. Esasen ihtilalin tertipçisi olan rus
elçisi ignatiyef, padişah ile Esad paşaya isyanın teskini hususunda kan
dökülmeyip, gerek Rus gerekse diğer devletler konsoloslarına tahkikatın havale
edilmesini tavsiye ve kabul ettirdi. Namus ve istiklali devlete kendi elleri
ile bir darbe indirtmeye muvaffak oldu. Çünkü daha evvel böyle büyük işlerin
kararlan kimseye sorulmadan mabeyni hümayuna bağlı ve oraya aid işlerdendi.
Nevesinliler, Karadağdan zafer kazanmış olarak dönünce
mültezimlerin zulumlanndan ve vergilerinin servet ve iktidarlan derecatıyla
mütenasip uygunlukta olmadığından, emlak senetlerinin değişmesi, karşılığında
Osmanlı hükümetinin hazine iç- in vergi almak gibi teşebbüslerinden dolayı
hem-şehrileriyle bir cemiyet-i ihtilaliye kurarak müdürü tehdit ederek firara
mecbur kıldılar. Üzerlerine giden zabıtaları da öldürdüler. Bu arada Bosna
valisi hâla babıâlinin reyini sormaktaydı. Eşkiya ise Nevesin caddesine
siperler yapıp engelleri ortadan kaldırıyorlardı. Hatta nasihat etmeye giden
mirliva Hüseyin paşa ile Kostan efendiyi de koğdular. Babıâli sert ve şiddetli
muamele yapmaktan ve Karadağlıların -harp etmeye olan eyilimlerinin bir ecnebi
müdehaleye sebeb vereceği endişesi taşımaktaydı. Bu yüzden gösterilmesinin
tavsiye olunduğu yumuşak tavır, vilayet tarafından yapılan kötü ve yanlış
hareket üzerine, ihtilal ateşi Lapoşka'dan Gabele-ye, Mostardan, Avusturya
hududuna kadar yayılacaktı. Bazi-yac, Banal ve Piyeveh nahiyelerinin asilerince
Karadağ ve Dalrnaçya taraflarından ihtilale katılımlar çoğaldı. Avusturyalılar,
Dalmaçya'ya girecek haydutların silahlarını almak, katılacak olanlara engel
olmak bahanesiyle Mitokaviçeye asker topladılar.
Maksadları Hersek voyvodalarına Rusyadan yardım mümkün olmadığını
anlatmaktı. Ancak Rusyada yayımlanan gazetelerin yazılarının bu planı bozduğu
görüldü. Gerek Avus-turyanin gerekse Karadağın bitaraflık ilanları Osmanlı
devletini oyalama düşün cesinin neticesiydi. Çünkü isyanın Sırbistan,
Bulgaristan ile Karadağa bulaşması onların hesabına uygun sayılırdı. Hakikaten
isyan Hersek'den Bosna'ya sıçradı. Banaluka sancağında Kuzara'Garadşika, Rebke
sancağında-ki Peridor taraftarıyla Gaçika, İstolçe Beyleke, Terebin kazaları
kazaları köylerini de sardı. Müslüman hanelerini yakıp geçti. Ferik Selim paşa
ricat etmeye mecbur oldu. Eşkiya Karadağ hududuna yakın ve Raguza ile Klaik,
Lobeyn, SileL-e yollarının birleştiği noktada bulunan Trebeyni muhasara
ettiler. Bundan başka Raguza yolundaki Çarina, Zeviçe, Is-toryine kaleleriyle
istolçe, Lobin zapt olunup, Nakşik kalesini de kuşatmak ameliyesine başladılar.
Vâli'nin gerek veziriazam gerekse serasker ile arasında olan küskünlük cevap
alamaması gibi aklın alamayacağı bir durumla karşılaşıyordu. Daha sonra da
vali azledildi. Yerine tayin olunan Ahmed Hamdi paşa, harekatı idare etmekten
aciz bir kimseydi. Bu sırada ise, Hersek'de ıslahat yapılması hususunda ecnebi
devletler tarafından ortak bir tebliğ yayımlamış bulunuyorlardı.
Rusya, Avusturya, Almanya (Bismark'ın Osmanlı devleti aleyhinde bu
işde teşebbüsleri görülmüştür.) Bir tarafdan, İngiltere diğer tarafdan ıslah
niyetlerini ve konsoloslarına verdikleri talimatta Herseklilerin şikayetlerini
Osmanlı devleti fevkalade komiseri tayin edilen şura-i devlet reisi Sururi paşaya
arz etmelerini bildiriyorlardı. Sururi paşa Mostara gitti. Hersek'de 30 tabur
piyade 4 bölük süvari askeriyle bunlara karşılık 8-10 bin haydut vardı.
Çarpışmaların devam ettiği görülüyordu. Duga boğazı eşkiya elinde bulunduğundan
Nakşik'de muhasara altına alınmış bulunuyordu. Peküpolo-viç Levi, Byratiç,
Lazarso ve Behke bölgelerinde Noverin, Mesaronoviç, Buğdan Simvoniç
isimlerindeki haydut reisleriyle Rauf paşa kumandasındaki Şevket ve Osman paşa
uğraşmaktaydılar. Rauf paşanın rahatsızlığı yüzünden Ahmed Muhtar paşa Bosna-
Hersek baş komutanlığına tayin edildi.
Mahmud Nedim Paşa Siyaseti
Hükümeti keyfiyeyi Aziziye iflasa, isyanların genişlemesi ve devam
etmesi azim bir sıkıntıya gidileceğini göstermekteydi. Mali ve siyaseti
dahiliye ile harici münasebetler nokta-j nazarından en müthiş çukurlara körü
körüne düşen bu hükümet Mahmud Nedim paşanın ihtiraslı elleriyle idare olunmaktaydı.
Padişah Esad paşayı azil, Atina valiliği görevinde bulunan Mahmud paşayı
sadarete getirmek için 1292/1875de Mahmud paşayı Şura-ı devlet riyasetine getirdi.
Üçüncü günü de sadaret makamına getirdi. Mithad paşayı adliye'ye, Sururi
paşayı Şuray-ı devlete, Hüseyin Avni pa~ sayıda serasker olarak tayin eyledi. O
zaman yaptığı siyasette İgnatiyef meramını anlatabiliyordu. Hersek isyanının
Sır-bistana ve Karadağ'a bilhassa Bulgaristana sıçradığı yağlı paçavralar icab
eden işgal kuvvetlerine sahipti. Mahmud paşa tutuşmaya hazır olan bu maddelere
bir kibrit çakmak kabilinden olmak üzere ilk önce mali vaziyeti ıslahen garib
bir teşebbüsde bulundu. 1291/1874 sene-i maliyesi bütçe dengesinde Smilyon
lira açık vardı: <devletin dış borcu ve demiryolları tahvilatı ve bütün
senetlerin bedeli ikiyüz ve halkın elinde bulunan bütün senetlerin kıymetide,
106 milyon lira civarında idi. Böyle büyük bir yeküne varan muntazam borcun
senede avrupaya 14 milyon lira faiz ve ana para ödemesi mecburiyetinde
kalınmıştı. M. Nedim paşa bu 5 milyon açığı kapamak için bu 14 milyonu yarıya
indirdiğini ilan etti. Bu ilanın hemen arkasından gerek dışda gerekse içde
büyük bir buhran şikayetini ortaya çıkardı.
İç Buhran
Kelimenin tam anlamıyla-malını mülkünü satarak elde et-tiâini ayda
bir liraya bir kuruş getiren sened-i umumiye ve demiryolları senetlerine
yatırmak gafletinde bulunan Osmanlı tebasının bir çoğu elleri boyunlarında
kalmasından bu ka-Öıtlarla yapılan evkaf ile eytam (yetim) akçalarını havaya
eritmekten, dış buhran ise, avrupalıların gözünde zaten, borcu borç ile ödemek
gibi kötü bir mali leke ile yaşadığımızdan böyle hakiki iflasdan bir sonuç
çıkıyordu.
Fransa ve İngilterede bulunan senet sahipleri, elçilerimizi
hakarete tabi tuttukları gibi gazeteleri dahi: <Türkler bizt dolandırdılar.
AKunlarımızı sefahat uğrunda telef ettiler. Bunların devam etmesi avrupaya
zararlıdır.> Mealinde şiddetli başlıklarla donatılmış yazılar yazdılar. İşte
bu sırada ünlü Gladeston hakkımızda aleyhimizde olmak üzere nutuklar atmaktaydı.
Mali siyasetimiz tamamen mahvolmuştu. Bu se-bebler yüzünden içde hükümet
aleyhine mühim ve çok kuvvetli memnuniyetsizlik doğdu. Dünyada yapılan siyasi
politikada muhibbimiz olduğunu sandığımız Fransa ve İngiltere kaybedildi.
Fakat Ruslar, kazanıyordu.
Diğer taraftanda Bulgaristan da alıp vermekteydi. Genç Bulgar
kitleler büyük göçler gerçekleştiriyorlardı. Rusya ve Sırplardan silah
almaktaydılar. Rus konsolosluklarının Kızanlık, Eski Zağra, Çırpan, Hasköy
kazalarında Filibe ile Rus-cuk'da yapmış oldukları ihtilal* teşvikkârlığı
nihayetinde ihtilal komiteleri kurulmuştu. Zağra ve Kızanlık memurlarının
şarta bağlı çalışmaları sayesinde fesatçılar yakalanıp, hapsedildiler.
Bulgarların ihtilallerini yapmak üzere oldukları anlaşıldı.
Rus sefiri İgnatiyef M. Nedim paşayı tehdid ile Edirne vali-si
Hurşid paşayı azil, Filibe mutasarrıfı ile Zağra ve Kızanlık kaimmakamlarını
değiştirip, hapisde bulunan Bulgarları salıverdirdi. Gösterilen bu zaaf
Bulgarlara ne duruyorsunuz? Ars ileri komutası yerine geçmişti. Bu kumanda
İgnatiyef tarafından Sırplarada adeta ve- rilmiş gibi bir hal zuhur etti. Hüseyin
Avni paşa bir taraftan Bosna ve Hersek'e ihtilalci ihraç eden, diğer yandan da,
Bulgaristana saldın adımları atmak düşünce ve hareketlerinde olan Sırpların
yapacakları muhtemel harekatlarına karşı, Niş, Vidin kalelerinde önemli miktarda
asker toplamaya muvaffak olmuştu. İgnatiyef buna da itiraz ederek, Hüseyin
Avni paşayı azlettirdi. Padişah yazdığımız kuvvetin geri çekilmesini emretti.
Ancak yeni serasker Namık paşa bir mazbata yazarak, söz konusu emri engellemeye
muvaffak oldu. Hakikaten prens Milan geniş bir Slav hareketinin başında
bulunmak istiyordu. Rus generallerinden Çerniyef, Sırbistanın hizmetine girdi.
İlk işi sınır istihkâmlarını teftiş etmek oldu. Bu sırada idiki Berlin'de
toplanmış olan üç kuzey devlet baş vekillerinden Avusturya ve Macaristan
başkanı Kont Andiraşinin bir layihası öne çıktı. Bu layiha şu mealde idi:
1-Hristiyan ahalinin ayinlerini serbestçe yapabilmeleri. 2-Iltizam
usûlünün kaldırılması.
3-Ziraat arazisinin kullanılabilmesi bakımından İslah durumları.
4-Azaları müslim ve gayrımüslüm kişilerden meydana gelmek üzere
bölgesel bir kontrol meclisi kurmak.
5-Vergilerin mahalli ihtiyaçlar için sarfı. Bu teklif henüz tebliğ
edilmemişken Midhat Paşa adliye nezaretinden çekilmiş olduğu gibi Mahmud Nedim
Paşa da yazılı layihaya karşılık adalet fermanı adıyla bir ferman yayımladı ki
şunlar vardı: "Bosna ve Hersek taraflarında en çok şikayet edilen husus
arazi bölüşümü ve vergi toplama usulü gibi madde leİslahına ve tanzimine
başlanarak 1272/1856 ferman münderacatından olan serbestliği bütün din ve
mezheplerin hür olma teyyidi, hristiyanlardan alman askerlik bedelinin
azaltılması, değiştirilmesi ve bazı mahkemelerce bazı düzeltmelerin
yapılacağına, gerek meclis gerek mahkeme azaları seçim hakkının
genişletilmesine, memuriyet vazifelerini kötü yönde kullananlar hakkında
ahalinin şikayet etme selahiyet-leri olmasına ve bazı şeylere dairdi.
Bu fermanın maddelerinin izahını tetkik için bir de icraat meclisi
kurulduğu gibi adliye nazırı Cevdet Paşayla bu işleri tanzim üzre Sofya'ya
yolladı. Fakat adalet fermanına kimse inanmadı.
Kont Andraşi layihası Bâbaaliye sözlü olarak tebliğ olundu.
Bâbaali kendi içinde yaptığı müzakere neticesinde şöyie böyle söz konusu
layihanın dört maddesini kabul etti. Verginin mahalli ihtiyaçlar için sarf
edilmesi maddesini "Devletçe fayda sağlayıcı işler için müsait meblağın
elverdiği imkanda miktarının arttırılabileceği" düşüncesi hoş görüldü.
Halbuki layihanın girişindeki: "Hristiyanların gerek fiilen gerekse hukuken
İslam dini ile tamamen eşit tutularak müsaade şekline vermek değil mazhar-ı
tastık ve riayet olması" kaydı devletlerin hristiyan teba haklarında
apaçık özel bir bir cümle ile himaye edici bulunduklarını, Rusların hristiyan
tebanın esir gibi yaşadıklarına dair olan önceki ifadelerine uygunluk göstermekte
idi. İcraat meclisi dikkat nazarlarını bu yöne çeviremedi. Yine bu sırada
Rusya sefiri general İgnatiyef'e nahiyelerin idaresi hakkında bir teklifte
bulundu. Bu layiha Mithad Paşanın hatıratında yazıldığına göre: "Rumelide
bulunan kabaların müslim ve gayrımüslüm ahalisinden hangi sınıf yani hangi
taraf çoğunlukta ise o kazanın Hâkim ve Kadısı onlardan olmak, Bulgarlardan
milis askeri yapılmak, Çerkezleri Anadoluya sevketmek. Devletin gelirinin belli
bir suretle, bel-
li yüzde miktarıyle hazineye alınıp kalanı milis askerine sarf
edilmek üzere mahallinde bırakılmak yoluna gidilmesi başka yerlerde de nizami
asker bulundurulmamak gibi mühim şartlar bulunmaktaydı. Bu layihanın birinci
maddesi tetkik olunduğu takdirde çıkan netice Rumelinin Bulgarlara tamamen
teslim edilmesini zaruri kılmasıydı. Babıali böyle körükörüne uğraşmakta ve
Avusturya layihasının kabulü yüzünden Hersek ihtilalinin sönmesini beklemekte
iken, Karadağlıların Doğa boğazındaki Osmanlı askerini kuşatma altına almış
olduğu haberi erişti.
Ahmet Muhtar Paşa kışın büyük şiddeti yüzünden Nak-şik'e zahire
gönderemediyse de ilkbaharda iki koldan harekete geçerek eşkıyayı dağıtmak
yoluna gitti. Pıraşika mevki-ne dönüldüğünde ve Nevezere'de karşılaştığı
eşkiyayı bir defa daha bozdu. Bunların kalabalıklığına göre Karadağlıların da
iltihak etmiş oldukları manası anlaşıldı. Bunun üzerine padişah İşkodrada
kuvvetli bir askeri alayın bulundurulmasına ve eski serasker Rıza Paşanın
seraskerliğe yani başkomutanlığa getirilmesini emreyledi. Osmanlı devleti
Hersek ihtilalinin ileri gelenleri ile Sırbistan ve Kardağa karşı 148 tabur
asker bulundurmakta iken Hersek'e 10 İşkodra'ya da 20 tabur asker şevkini
kararlaştırdı Mirat-ı Hakikat diyor ki: "Bu taburların çoğu 2-3 yüz erden
mürekkep olmakla ortalama hesapla yekûn 70000 kişi olup silahlı askeri 50000
kişiye, erişmiş erişmemiş gibiydi.
Yalnız Hersek isyanı, 30 bin Hersekli, Sjrbistanın kuvvey-i askeriyesi
80. 000 ve Karadağlılarında 40000 den aşağı olmadığı itibariyle o günkü günde
savaşmak üzere bulunan şu üç yönün 150. 000'i aşan ordularına 50000 kişilik
askerle karşı koymak mecburiyetinde kalınmıştı." Diğer taraftan Osmanlı
devleti Rusyanin tehditlerinden ve Bulgaristana karşı uyguladığı açık himaye ve
sevkiyatından çok şikayetçiydi.
Mahmud Nedim Paşa siyasetteki atağı İgnatiyef in eline kaptırmıştı.
Otluk Köyü Vakası
Kırım savaşında Rusya casusluğuyla itham olunduğundan kaçma yolunu
seçen Taydın Kerof isimli bir Bulgar bu sırada Rusların Filibe konsolosluğunda
bulunmaktaydı. Bu adam, yerli ahaliden konsolos tayini caiz olmaz kaydının
aksine olarak tayin edilmiş ve eline bir de ferman verilmişti. Filibe-de geceli
gündüzlü çalışarak Sırbistan ve Viyanadan gelen mektep hocaları, metropolit
Panartosun kardeşi Asmas ile birlikte ihtilal hazırlıklarına girişmişti. Böyle
bir durumdak; Balkanların eteğinde bulunan Otluk köyü ile Avraialar mevkileri
civarı kuvvetli istihkamlarla asker ve cephane bakımın dan
kuvvetlendirilmişti. İstihkamlara demir çemberler ve katranlı iplerle sarılı
ağaç toplar, kadınlar için süngülü sopalar koymak gibi cesaretler
gösterilmişti. Resmi şahitlere göre: Derbent ve boğazlar civarında bulunması
zararlı olan Bulgar köylerinin kendileri tarafından yakılması, kadınlarla çoluk
çocuk ve yaşlı insanların bu köye nakli, eli silah tutanların Balkan
geçitlerine sevk edilmesi bundan başka Filibeye 16 ve Pazarcık'a 12 yerden ateş
verilmesi, bura ahalisi yangınlarla meşgulken köylerden hücum edilerek
müslümanff-rırı öldürülüp ve mallarının yağma edilmesi, Edirne ile Sofya'ya
dahi köyler-den adam gönderilerek yakılması komite tarafından kararlaştırılıp
20 Nisan 1876'da işe başlanmıştır.
Hakikaten Bulgarlar; Otluk köyü ve Pazarcıkta en alçakça
cinayetleri işlediler. Filibe mutasarrıfı Aziz Paşa önceden ihtilal
hareketlerini haber alıp lazım yerlere bildirmişken maalesef kaale
alınmamıştı. Bu vaka üzerine lazım gelen tedbirlere başvurulduysa da Bulgarlar
Pazarcık ve Filibe kazalarına bağlı köyleri dahi yakıp rastgeldikleri erkek
olsun kadın olsun yeter ki müslüman olsun dediklerini öldürüp, telgraf hatlarıyla
köprüleri tahrip edip Balkan geçitlerindeki kaleleri kuşatma altına aldıkları
gibi Beleveh tren İstasyonunu içinde buldukları insanlarla beraber Avratalan
nahiyesi müdürüyle onun eş ve çocuklarını, başkatip ve onun zaptiyelerini tamamen
idam ettiler. Hatta müdürün kızını katlettikten sonra avret yerini keserek
bilezik şeklinde teşhir eylediler. Ötede beride İslam çocuklarını katranlara
bulayıp yaktılar. Mirat-ı Hakikat sahibi Mahmud Celaleddin Paşa diyor ki:
"Sonunda Otluk köyünde haydutluk ateşi alev aldı. Aziz Paşa bir tabur olsun
asker gönderilmesini büyük bir ehemmiyet içinde Bâba-aliye yazmış olmasına
rağmen buna Rusya sefaretiyle arizai mahalliye şekli verilerek büyütülmemesi
yolunda söyledikleri ihtarıki hasbel memuriye yani memuriyet icabı
isyancılarma-lum olmuştur. Ona binaen asker şevkinden birkaç gün kaçınılıp
isyancıların durdurulması için Edirneye sadece emirler verilmiş olması ihtilal
çemberinin genişlemmesiyle Fiiibe ve Pazarcık kazalarında hemen 25 İslam ve
hristiyan köylerinin yakılmasını ve bunca canın yok olmasına sebep teşkil
etti." Bu sırada Edirne valisi Akif Paşa dikkatli ve harekata hazır davranarak
demiryolu köprü ve hatlarını korumak ve redi-faskerinin toplanmasına emirler
verdi. İstanbul'dan da beş altı tabur asker ve bir batarya top sevk olundu.
Serasker Derviş Pa şa 15. günde azledilip, boşalan mevkiine bahriye nazın Abdi
Paşa tayin olundu. Filibe havalisi kumandanı Hafız Paşa Otluk Köyü ve Avrat
alan köylerinin zapt ve tanzimine vazifelendirilerek 29 Nisanda diğer livanın
kumandanı Se-lami Paşa ile ya pılan askeri harekat, altı saat kadar devam etti.
Bulgarlar savunmalarında devam edip, ağaçtan yapılma toplarıyla atışlar
yaptılar. Otluk Köyü ikîbin hanesi olan bir yerdi. Sağlam olduğu gibi
tahkimatla bu sağlamlığı artırılan evlerini bir istihkam gibi kullandılar.
Neticede mukavemetleri kırıldı. Bir kısmı aman diliyerek teslim olurken, büyük bir
kısmı da balkanlara doğru kaçtılar. Bereket versin, hükümetin buraya vaktiyle
asker göndermediğini gören müslüman ahali, boş durmamış, Bulgarlardan gelecek
bir tehlikeye karşı, silahlanma tedbirine başvurmuştu. Bu silahlanma, Bulgar
taarruzu karşısında karşılıklı kavga demek olan bir mukate-leye dönüşmüştü.
Olay sadece Otluk köyünde değil Yatak köyünde de feci boyutlara varan
çatışmalar meydana geldi. Ne çareki avrupaya akseden feryad: "Türkler,
hristiyanlan kesiyorlar!" olmuştu. Bu haksız ve yalana dayalı feryadlann
akabinde Osmanlı devletini büyük ithamlar altına iten nümayişler
gerçekleştirildi. Mahmud Nedim Paşa'nm gütmekte oi-duğu siyaset devleti büyük
sıkıntılara duçar ediyordu. Avrupalılar senetler meselesinden uğradıkları
zararlar sebebiyle Osmanlı devletine bir hayli kızgındılar. Hatta bu kızgınlık
o dereceye vardı ki, kendi kendilerine tahkikat memurları gönderdiler.
Mahmud Nedim Paşa; bu davranışa son derece kısır anlayış içine girdiği
gibi, bu tahkikat memurlarının maiyetlerine Babıali'den bazı memurlar tayin
ederek büyük bir müsamaha gösterdi. Ruslarda bu müsamahadan bir hayli istifade
edip, onlar da memurlarını bu heyet içine sokma şansı buldular. Halin böyle
olması yüzünden heyetin verdiği raporlar tabiatıyla Rusların arzu ve emellerine
uygun tarzda gelmekteydi. Bütün dünya maatessüf Bulgarların mağduriyetlerini
konuşur olmuştu. Mahmud Medim Paşa; vaziyete hiç bir şekilde göz atmıyordu.
Devletin bütün borçlarını birleştirerek, beş-on milyon daha sokuşturmak üzere
yeniden büyük bir borç antlaşması için avrupa sarrafları vekilleri ile gizli
müza-rekeler yapmaya devam ediyordu. Mithad Paşa'nın hatıratında kayıt
edildiği gibi, bu borçlanmanın kontratosu imzalandığı anda mabeyne bir milyon
lira takdim olunması kararlaştırılmış hatta Zarifi imzasıyla Sultan
Abdülaziz'e verilmiş olan taahhüd senedi, çok zaman geçmeden tatbike konan
Abdü-laziz'i hal etme vakasından sonra ortaya çıkmıştır.
Abdülazizin Hal Vakasına Doğru
Sultan Abdülaziz'in hâl'i hakkında en aydınlatıcı malumatları
târih kitaplarından ziyade, hatıratlardan elde etmek kabildir. Ancak; bu
hatıratların objektifliğinden ziyade doğruların sözcüsü olması lâzımdır.
Kanaatler ve eğilimdeki hassasiyet doğruları katleden bir sebeb olmamalıdır.
Olayın vukuundan taa günümüze kadar, şehadetmi? İntiharını? Sorusu hâla
kesinleşmemiş, ekseriyetin şehid edildiği kanaatına göre resmi olan kanaat
intihar şeklinde olup, cumhuriyet aydını, takipçileri olduğu hâl kadrosunun ki,
bunların başında Midhat Paşa gelmektedir, Askeri mektepler nâzın Süleyman Hüsnü
Paşa ilk Türkçülerden olduğundan ve olayı ortaya çıkarmak için seneler sonrası
Sultan Abdülhamid'in Yıldiz'da kurduğu fevkalâde mahkemeden çıkan karara
muhalefet edenlerde, cumhuriyet kadrosunun takipçisi oldukları gurubu vikaye
için bu kararların haksız ve düzme bir mahkemenin kararı olarak kabul etmek
suretiyle Abdülhamid'i suçlama trampleni yapmayı tercih etmişlerdir.
Ahmed Cevdet Paşa gibi büyük bir hukukşinas'ın bu heyetin dışında
olmadığını, Gaazi Osman Paşanın ve daha nice anlı şanlı paşaların mahkeme
kararlarını tasvip eder tasdiklerini görmezden gelirler. Eğer; haksız bir idam
kararına uygulansın hâttâ uygulamazsanız, kötü bir yolun açılmasına sebeb
olursunuz sözlerinin sahibi bizzat Gaazi Osman Paşa olduğuna göre bu vaziyet
karşısında bu kahraman insanı ya sileceksiniz yahutda infaz isteğinde haklı
bulacaksınız! Bunun ortası olmaz. Mensup olduğumuz dinin Yüce Resulü (s.a.v) Efendimiz'in "Haksızlık
karşısında susan dilsiz, şeytandır" hadis-i nebevisi muhatap olarak
mü'minleri almıştır ve Gaazi Osman Paşa da dahil olmak üzere bu tasdikçilerde,
karşı çıkıcılarda bizim gözümüzde müslüman insanlardır. Şimdi burada kendi
kanaatlerim yerine, bir balkan çocuğu ve Arnavut kavminden olan ve akraba-i
taallukatım gibi İstanbul'umuzun Pendik sayfiyesinden olan ve yazmış olduğu
Petrol Fırtınası adlı eserin arkasından çok geçmeden bir otelde vefat etmiş
olarak bulunan Râif Karadağ merhumun, "Muhteşem İmparatorluğu
Yıkanlar" adlı 1971'de yayımlanmış baskısının önsözünde yer alan şu
satırlarla sayfamızı süslüyor ve kanaati kanaatima uyan bu merhum yazarı da
rahmetle ve minnetle anıyor, fatihalar hediyeyi görev addediyorum.
"..Sultan Abdülaziz Hân'ın Hâl'i ve katli hadisesini ele aldık.
Zira bu mevzu üzerinde Türk milletinin selahiyetli bildiği zevatın hemen
hepsinin yazdıkları, birbirlerinin devamı veya teyidi mâhiyetinde olarak dâima
bir istikametde gelişmiş ve hepsi bir noktada ittifak etmişlerdir. <Sultan
Abdülaziz katledilmemiştir.>
Biz, bu iddianın karşısına çıkmış tek insan değiliz, bizden evvel
de bu iddianın karşısına çıkmış olanlar bulunmuşve iddialarını isbat etmek
için gayret sarfetmişlerdir. Onların bu gayretleri bir çok vesaikin gün ışığına
çıkmasına yardımcı olmuş, böylece bu vesikaların ışığında yaptığımız
tetkikbizi hadisenin mâhiyetini tamamen değiştiren bir neticeye götürmüştür.
<Sultan Abdülaziz Han intihar etmemiştir. Fakat ka-tledilmiştir.>Demek
suretiyle merhum Karadağ bunun böyle olduğunu ortaya koymak için çok güçlü
kaynaklara başvurarak beşyüzküsur sayfalık bir eseri ortaya koymuştur. Biz
bazen bu eserin münderecatına müracaatla Sultan Aziz döneminin klasik
bilinenmotifler yerine yaşanmış ve milletten saklanmış motifleri ortaya koymaya
ve çalışmamızın: "nihan (saklı) kalmasın hiçbir hakikat bu âlemde"
anlayışına hizmet etmesini sağlamış olalım. Aziz okurlarım, tefavuk kelimesine
ben şahsen pek önem veririm. Buna bağlı olarak, mahkemelerin ve hâkimlerin
adaletin tecellisinin Önemli unsuru olduğuna ve şahsi muarefenin yâni
tanışıklığın, böyle hallerde bazen sanık lehine bazen de aleyhine netice
verdiği bir vakıadır. Zaten hukuk da redd-i hâkim tâlebininde var olmasındaki
hikmetin, bu yazdığım esbabı mucibenin var olduğu malumdur. Bir ağızdan yapılan
telkinler, insanların zaman zaman en doğrular hakkında bile tereddüde düşmesi
ben-i beşer'in başına gelmesi muhtemel hâllerdendir. Aynı mevzuda tez ve
anti-tez tetkikinde bulunmuş olanlar, sentezleme-deki, bu halk tabiriyle
İkirciğe düşebilir.
O zaman istianede bulunduğu vasıtalardan biri, mevzuun otoritesi
veya tefeüldür. Bir Kur'an sahifesinden, bir âyeti hasbel şansla açar ve mânai
münife bakar tereddüdünde kaldığı meselede ondan bir çıkış yolu arar insan.
Şimdi bende, şu satırları yazarken, Karadağ merhumun, yukarıda adı geçen
eserini mevzuun önemli antitezlerinden addettiğimden, kitabının rastgele bir
sayfasına müracaat ettim. Lütfen inanın efendim şu satırlar karşıma çıktı ve
sizle paylaşıyorum: "..Mahkemenin bitaraf olmadığını iddia edenler;
Midhat Paşanın oğlu Ali Haydar Midhat'ın Hatıralarım, adlı hatıratını okumak
zahmetine katlanabilirlerse bu zâtın, mahkeme reisi Sururi Efendinin, Midhat
Paşa ile sevişmedikleri için, paşanın sorgularında yerini Hristoforidise terk
ederek celseden çıktığını okuyabilirler. Böylesine adli bir istikamet içinde
ve böylesine bitaraflık hissi ile hareket eden bir mahkemeyi itham etmek
insafın da, izanın da dışındadır."
Böylece görüyoruz ki, Midhat Paşanın oğlu Ali Haydar Midhat Bey
mahkeme reisinin adetâ, kendi kendini duruşmadaki sorgu safhasında ayrı
tuttuğunu belirtmesi, Râif Bey merhumun çıkardığı makbul bir açıklama
olmayabilir ve biri çıkıp da ona o kadar düşmandı ki, sorgulanmasına bile kızıyordu
diyebilir fakat şu bir hakikattir ki, her şey Allahûâlem-dir. O her şeyi bilir
bizler, zanlar dünyasındaysak da, adaletten ayrılmadan tarafgir olmamalıyız.
Ben, bahsi geçen hatı-rat'daki ifadeyi Râif Bey merhum gibi telâkki ediyorum.
Girid'den Seraskerliğe
Bir insan devlet hayatında görev olarak aldığı işleri muvaffakiyete
erdirdiğinde irtikaya yâni mevkiinin, ücretinin yükseltilmesini ister.
İşlerini Allah ve vatan için yapanlar dahi bu imtihanın dışında kalamazlar.
Bazen bu yükselme de hayır bulunur, bâzende nefsinin mağlubu olanlar ise
kendilerine de, kendilerini yükseltenlere de, milletine de zarar vermekten
tevakki edemezler yâni kaçamazlar.
Girid'de, Ömer Paşanın yerine tâyin edilmiş bulunan Hüseyin Avni
Paşa'nın herkes müttefiktirki, geçen bir buçuk yıl zarfında başarıları takdire
şayandır. Bu başarıyı takibende 1868 târihinde Girid'de kurduğu iyi idarenin
mükâfatı olarak Seraskerlik görevi ile İstanbul'a çekildi. Fakat bu makam da
fazla kalamamasına mahiyeti meçhul masrafları ve saray haremine o târihe kadar
görülmemiş bir tarzda bakışlar fırlatması şüyu bulunca İsparta'ya ki paşanın
memleketidir, oraya sürülmüştür.
İbnül Emin Mahmud Kemâl İnal merhum,bu sürgün hakkında Abdülaziz
Hân hakkında yazmış olduğu eserde şunları dile getirir: "Hüseyin Aoni Paşanın
sürgününe bir kaç sebeb gösteriliyor. Müşarünileyh Serasker ue Mahmud Nedim
Paşa bahriye nâzın iken iki dâirei askeriye muamelatından dolayı beynlerinde
(aralarında) tahaddüs (ortaya çıkan) bürudet( soğukluk) bilahire munkattbi
adavet (düşmanlığa dönüşme) oldu.. Hüseyin Auni Paşa Serasker iken, selamlık
resminde seyre çıkan harem-i hümayun mensubaündan bazılarına harfendazlıkta
(laf atmak) bulunduğu istima (duyulması) olunması ile Valide Sultan Sadnazam
Âlî Paşaya bast-ı şekva ve Hüseyin Avni Paşaya bilvasıta tenbihat-ı müessire
icra etmişti " Demekte.
Hemen ilâve edelim ki; sadareti esnasında, Hüseyin Avnİ Paşayı
seraskerlikten alıp, İsparta'ya sürgüne gönderen Mahmud Nedim Paşa Üssi İnkılap
adlı esere yazdığı matbu olmayan reddiyesinde şöyle demekte: "Hüseyin Avni
Paşanın nizamiye hazinesince dâire-i hümayun mefruşatından beşbin kese ihtilas
ettiğini Es'ad Paşanın mabeyn-i hümayuna bildirmesi ve sahilhanesi civarında
Müteveffa Darbhor Reşit Paşa familyasına aid araziyi gasp eylediğine dâir verese
canibinden padişaha takdim edilen arzuhal üzerine Hüseyin Avni Paşanın yazdığı
tezkerede şedidül meal sözler istimal eylemesi sebebi teb'it olduğunu.."
Hüseyin Avni Paşa Avrupa'da
Hüseyin Avni Paşa tedavi maksadıyla gitmiş olduğu Av-rupada, bir
yandan istirahatinin gereğini yerine getirirken öte yandan da Londra ve Paris
başkentlerinin ricali ile gizli ve dostane münasebetler kurmuştu.
Sultan Abdülaziz'İn bir denge politikası ile Rus politik anlayışına
sûn'î bir inhimak göstermesinin avrupaca hoş karşılanmadığı bir hakikattir. Bu
devletlerin avrupayi iki asırdır, Rus tehlikesinden korumuş olan Osmanlı
devletine bu tabii vazifeye devamı sağlamak için yardım etmesi gerekirken,
padişahı tahttan indirme çalışmalarına hız verdikleri çok açık olarak
görünmüyordu, fakat nice Osmanlı devlet adamları
Üzerinde drenaj yaptıkları da daha sonra yayımlanmış gerek hatılı
devlet adamlarının hatıratlarında gerekse bizim ricalin birbirlerine düşmeleri
esnasında "tencere dibin kara, seninki ben den kara" misalinde olduğu
gibi ortaya dökülmeğe başlamıştır. Bu drenajların başarı sağladığı şahıslar
arasında Midhat Paşa olduğu gibi Hüseyin Avni'ninde bu avrupa seyahatinde
drenaja müsbet yaklaştığını görmek kabildir.
Böylece de, ülkemizde makamı sadarete ve seraskerliğe yükselmiş
zevatın, hristiyanlığın, beynelmilel birer teşkilat olan ve yahudi emellerine
hizmeti kuruluş sebebi olan masonluğa intisapları, İngilizlerin dünya
hükümdarlığı siyasetine yardımcı olan insanımız olmaları bizim için ne kadar
kahredicidir.
Aziz okurlarım; şu kadroya bir atf-û nazar edelim ve devlet
adamlarımızın bu drenajlardan kendini kurtaramamış olan ve hainlik damgasını
hak etmişlerin adlarını hafızamıza kazıyalım ve yerleştirelim, müslümana dâima
hüsn-ü zân, fakat ademî itimat içinde olduğumuzu sadece kendimize inandırmak
değil geleceğimizin te'minati olan gençlerimize bunları duyurmanın ve onları bu
işlere hassas olmaya sevk etmemiz vazife-i islâmiyye ve vatan-ı muhabbetiyedir.
Kadrolara gelince: "Midhat Paşa, Hüseyin Avni Paşa, Askeri mektepler
Nâzın Süleyman Hüsnü Paşa, Bahriye Nâzın Kayserili Ahmed Paşa, Ziya Paşa, Namık
Kemâl, Ali Suaoi, Çapanoğlu Agâh Efendi, bunlara inzimamen bütün Yeni Osmanlı
teşkilât mensupları ve bunlarbiçeşitli eylemlere imâle edenler olarak
da,ülkemizin her şehrinde adetâ mantar biter gibi çoğalan ingiliz, Fransız
konsolosluklanyla, İstanbul'da daha ziyade Galata ve Beyoğlu cihetindeki tatlı
su frenklerl, Sabate-yıstde denilen Dönmeler, Rum, Ermeni ve Yahudiler ile
bütün bunların başı sayılacak olan İngiliz B.elçisi Sır Henri Elli-ot ile
Fransız B.elçisi Forniyer den meydana gelmişti. "
Kadronun Lideri Midhat Paşa
Gülü tarife hacet yoktur,o kendini bilenlerce malumdur. Midhat
Paşa valilik görevi esnasında hayli yeni ve makbul olması gereken işleri yapmış
ve takdire mazhar olmuştur. Daha sonra kabına sığamayan bu adamın içkiye olan
fart-ı muhabbeti, zaman gelmiş şu hâzin ve hiç bir devlet adamının dile
getiremediği şu ifadeyi dillendirmesi, nelere gebe olduğunun bir misâlidir:
"Âl-Î Osman gider, Âl-Î Midhat gelir" Sarhoşluk üzerine hayli tıbbi
ve içtimai tahlillerin yapıldığı oakı'dir. Bunların içinde biri hukuk mantığı
diğeri mânevi hisleri öne çıkaran bir mutasavvıfın beyanlarıdır. İlki İtalyan
ceza hukukçusu Gaeotano Moska'dır ve der ki; insanlar şuur altında
sakladıklarını içkili oldukları anlarında, sarhoşluk semptomuna sararak
dillendirmeyi tercih ederler ki, bu onların en çok kendilerine hâkim oldukları
andır" Demektedir.Yi-ne: "Benim çok zaman ellerinden öptüğüm,
Karagümrük'deki Mureddin Tekkesi ki Cerrahilerin Tekkesidir bu tekkenin
türbesinde sırlanıp saklanan şeyhi, Sahhaf Hacı Muzaffer Ozak Efendi hazretleri
de şunları söylerdi. Ben sarhoşluğa inanmıyorum. Çünkü kim sarhoşum diyorsa,
hep başkasının anasına sövüyor. Kendi anasına söuene rastlamadım." Derdi
rahmetli.
Bu iki ifade de, bize Midhat Paşanın yukarıdaki beyanla taht için
iç dünyasında hissettiklerini sığındığı sarhoşluk bahanesiyle dışarı çıkarmış
ve ortalığı İskandil etmiştir. Böylece efkâr-ı umumiyenin ciddi saymaması onun
en büyük mağlubiyeti olmuştur.
Çünkü; mü'minler hanedan-ı âl-1 Osmandan memnundur. Bu gün bile
belki padişahlar suçlanır ve hataları münasebetleriyle târihi şahsiyetler
olması hasebiyle ehl-i tahkik ve ehl-i târih olanlar tarafından da bazı
iddialara muhatap olmaları mümkündür. Fakat kendini bilen hiç bir kimse
hanedan-ı âlî Osmandan şikâyetçi olmamıştır. Maalesef o hanedan arasında mason
olan çıkmışsa dahi hâin-i vatan zuhur etmemiştir.
Midhat Paşa bu ihanet kadrosunun tabii lideri olduğundan itibaren,
İngilizlerin emellerine hizmet eden bir âlet hâline gelmiştir. Bu kadronun bir
kolu olan ve mutlaka Midhat Paşanın maksad-ı süzgecinden geçmiş 1870'de
Cenevre'de intişar eden İnkılap gazetesi sadece millet ve devlete değil padişaha
da ağır hücumlarda bulunurken,şu ifadeye bir bakın: "Bir hükümetin mahvı
zamanı geldiğinde Cenâb-ı Hakk' evvelâ reisinin aklını alır. Onun için
padişah-ı zaman çıldırdı. İşi gücü pehlivan güreştirmek, Zuhuri kolu oynatmak,
koç ve horoz döğüştürmek, Cedd-i âlâsının sandukasına aslığı Osmanlı nişanını
ki iftihar ve mükafat nişanı olacaktır döğü-şen koçların ve zuhuri kolu
maskaralarının boynuna, boynuzuna takmak, zavallı deli hainler elinde zulüm ve
fesat aleti olmuş, hilafet sakıt ve hâl'i vaciptir... Cülusunda yirmi-milyon
lira borcu olan devletin vârisi olduğunu lisan-ı teessüfle beyan etmişken,
padişahlığı daha on seneye varmamışken ve Kırım savaşı gibi bir savaş
çıkmamışken devletin borcunu yüzmilyona çıkardı. Aferin himmetine.." Diye
yazmıştır.
Şimdi bakın ikibin yıllanndayız dünya'da milletlerin riyya-setini
üstlenmiş, ister kral, ister reisicumhur olsun, buz patencilerinden tutunda,
en güzel köpek yarışmacısının boynuna madalyasını takarken, dünya güzellik
kraliçesinin yanaklarından öperek mükâfatlarını takdim ediyor, hiç değiise Sultan
Aziz efkâr-ı umumiye önünde tâifei nisa'ya böyle tekar-rüb etmiyordu. Hani
derler ya dinime tân eden bari müsel- olsa! Hesap, halifeliğinin sakıt yâni
düşmüş olduğunu iddia eden yazarın encam-ı ne ola? Tabii her zaman olduğu gibi
bu sözlerin, bu yazıların bizim insanımızdan çok, milletimizin düşmanlarının
eline koz verdiğini de söyleyebiliriz.
Nitekim; Fransız akademi azasından olan Mösyö Ernest Rönan
bunların cephesine kuvvet temini için pek ünlü risalesi olan "İslâm Dini
Terakkiye Mânidir" adlı çalışmayı, hem yayımlamış hem de, seri
konferanslar halinde bir çok mahfillerde beyana koyulmuştu. Devrin, pozitivist
yak laşımları da bu beyanlara güç. katarken, bizim gafillerden Namık Kemâl,
aklını başına almış ve Midilli adasında mutasarrıf bulunduğu esnada bu
müsteşrikin, bu ajanın sakîm iddialarını çürüten, Renan Müdafaanamesini yazmak
suretiyle bazı kimselerin intibaha gelmesine vesile olmuştu.
İhanet kadrosunun diğer bir yöneticisi, İngiltere B.elçisi Sir
Henri Elliot yaptığı bütün plânların boşa çıkmasını sağlayan faktörde 5.Murad
unvanıyla tahta çıkan padişah, amucası Abdülaziz'in katlinden ve ihtilâlin
kararlaştırılan gününden bir gün öncesine alınması buna bağlı olarak daha önce
hiç tanımadığı Süleyman Paşayı da kapısında görünce, plânın öğrenildiğini ve
karşı harekâtın başladığını sanmasının verdiği korkunun, yıprattığı sinirleri,
ona düzelmez bir hastalığın yapışmasına sebebiyet vermişti. Böyle bir netice
Elyot'un hesaplarını allak bulak etmişti. Sultan S.Murad'da, zaten doksan gün
sonra yerini 2.Abdülhamid unvanıyla taht'a çıkacak kardeşine bırakacaktı.
Son devir araştırmacı yazarlarından olan ve Tepedelenli ailesinden
geldiğini ileri süren Nizamettin Nazif Bey, tarihçilerin çoğunun haber
vermediği bir bilgiyi "Sultan 2.Abdülha-mid Hân" adlı kitabının
337.sahifesinde aynen şöyle yazmaktadır: "Sir Henri Elyot'un Abdülaziz
Türkiyesini tenkit etmeğe yeltendiği iş bu 1875 yılında, İngiltere bütçesinin
bu faslından, tam yedi milyon İngiliz altunu gelir sağlamış bulunuyordu.
Muhterem B.elçinin İstanbul'da muhteşem bir ha-uat sürmek ve hürriyet
taraftarları adını taktığı kendi taraftarlarını geçindirmek için, bir yandan
gizli Karbonari Vantla-rına bir yandan da ileri fikirli dediği bazı softalara
el altından dağıtmak için kullandığı pek dolgun tahsisat işte böyle bir
bütçeden veriliyordu."
Kimi yazar ve tarihçiler; Osmanlı devletinin Padişah Abdülaziz
dönemindeki düzenin pek berbat olduğunu kaydederler. Bu arızayı gidermek için,
otoritenin sertle.ştirildiğini ileri sürerler. Halbuki; o sıralardaki hürriyet
asıl 1876'dan sonra yok olacaktır. Hakikat şudurki diyen, N.Nazif
Tepedelenlioğlu şunları ilâve eder: "..Musa Paşa (köse) ile Kabakçı Mustafa'nın,
3.Selim'i devirişi, Rus ve İngiliz tahriki idi. Alemdar Paşa'nın 4.Mustafa
hân'i deuirişide, Fransa elçisi Sebastiya-ni'nin tahriki eseridir."
dedikten sonra da şu hükmü ortaya koyar: tıMidhat Paşa ve Serasker Çete'sinin
Abdülaziz hân' ı deuirişi de İngiliz tahriki ile olmuş bir iştir.
Mıdhat Paşa - Elyot Gizli Buluşması
İngiliz sarayı diye anılan elçilik binasında bir mülakat talebi
üzerine Osmanlı devlet adamı Midhat Paşa İle B.elçi cenapları karşı karşıyadır
ve şunlar görüşülmüştür:
-Her vilâyet acınacak bir durumdadır. Rejimin değişmesinden başka
bir çâre görmüyorum! Diyen Midhat Paşa, bu ifadesiyle Osmanlı asalet ve islâm
anlayışı içinde bunu dile getirmesi hasebiyle herhalde doğru bir iş
yapmıyordu. Çünkü devletin padişahından, malum arkadaş gurubunun dışında
u'kenin hiç bir resmi bölümünde bahse konu olmamış tasavvurları, bir darbe
girişiminden başka bir şey değil de nedir? Ancak; çiftliğindeki gizli
toplantılarda çâre diye bulduklarını [ardı bu İngilizler? Maalesef, serasker
çetesine aleyhtar olanların, farkına varamadıkları ve bundan ötürü de merak
edemedikleri bu izin işi pek önemli idi. Ve bazı harp gemilerinin Haiç'den
limandan, Marmara'dan ayrılıp Çanakkale'ye yollanmaları da aynı sebebden ileri
gelmekte idi. Bu gemiler payitaht sularından kasten uzaklaştırılmakta idi. Ve
bu İngiliz uzmanlarda sırf İstanbul'da kalmak için izin alıyorlardı. Daha
doğrusu kendilerine izinli oldukları bildiriliyordu..."
Evet yukarıdaki satırlarda okuduklarınızı, darbe harekâtı içinde
olduğunu daha önce yazdığımız ve daha sonra da, Çerkeş Hasan'ın Midhat Paşanın
konağına yapacağı asrın en cesurâne harekâtlarından biri olan baskında
yaralanan Kayserili Ahmet Paşa idi. Bunun Osmanlı hizmetinde olan; İngiliz
asıllı Hobart paşada, büzüktaşı olup, uzmanları izin vermek suretiyle
seyahatten alıkoymuştu.İstanbul'a o sırada gelmiş bulunan İngiliz Do nanmasının
amirali James Drumon'du Ahmet ve Hobart Paşalar günde birkaç defa hoş geldiniz,
ziyareti adı altında Tanabya ile Kasımpaşa arasında bitmez tükenmez yolculuk
yapıyorlardı.
İstanbul'dan uzaklaştırılan donanmamızın gemilerinin bütün
personeli, amiralinden, miçosuna kadarı, padişahın donanmaya az rastlanılır
derecede, muhabbet ve alakasından mütevellit fart-ı sevgiyle padişaha
bağlıydılar. Bunlar darbe esnasında merkezde bulundukları takdirde işler hayli
karışabilir belki de darbecileri bir katliamdan padişahın ricaları bile
kurtaramayabilirdi. Nitekim; darbe sonrasından çok geçmeden zuhur eden Çer-kes
Hasan Vak'ası, bunun bir nişanesi
olarak düşünülse hiç de yanlış bir temmül sayılmaz. Bütün bunlardan sonra
serasker çetesi uzun sayılmayacak bir zaman içinde ancak çok seri bir çalışma
içinde, darbeyi bilhassa Sir Her.ri Elyot'un sağladığı, kolaylıklara istinaden
tatbike koymaktan hiç vazgeçmeği düşünmemişlerdir. Abdülaziz yerine Osmanlı
tahtına seçilen kişi Sultan Mecid oğullarından Vefiahd Şehzade Murad Efendi
idi. Londra'ya bu hususu şu söyle rapor ediyordu: "Vakıa Abdülaziz
kardeşinin (Abdül-mecid'in) çocuklarını kapayıp hapis altına almışsada,
hürri-uet taraftarlarının ileri gelenleri Murad Efendi ile temas kurmağa
muvaffak olmuş ve tahta câlis olduğu vakit, hükümet-i şahsiye yerine meşrut-i
bir hükümet usûlünü kabul edeceğine dâir Murad'tan vaad almışlardı.
"Görülüyor ki,bu vaad alma işi Osmanlı taraftaran-ı hürriyetlerince elde
edilmesine rağmen, İngiliz b.elçisinin bunu üst makamı olan hariciye nazırına
rapor etmesi ilişkilerin hangi merkezde olduğunu gösterir.
Doktor Kapoleon (Kapolyone)
Bizim; bu târih çalışmamızda, bilhassa tanzimat sonrası dönem
hakkında tetkiklerimiz kronolojik bir târih akışı anlayışına göre değildir.
Perde arkası olaylara bakarak döneme ışık tutucu bir çalışma azmi içinde devam
ediyoruz. Çünkü, kanaatımca belge diye tutturanlar, bir gün ajitatör ve şüpheci
kişi ve fikriyatı ortaya çıkarak, sizin lisanınızdada "kitabına
uydurmuşlar" deyimi yer almaktadır, bu bakımdan sizin belge dedikleriniz
kita bina uydurma ifadesinin varakpareieridir derse, ifadenin muhatabı da bunları,
hatıratların ortak alan ve yaklaşık ifadeleriyle karşılamaktan vede onları
ileri sürmekten başka bir çâreye başvuramayacaktır. Bu bakımdan biz bilhassa
hatırat ve dönemlere aid tezler ve antitezlerle çalışmamızı götürmek
istiyoruz.
Nitekim; Napoli'de doğmuş ve de katolik bir Arnavut olan Dr.
Kapolyone, 1836'da tabib asker olarak maceralı bir geçmişe sahip olup,
verdiğimiz târihde, Osmanlı devletine sığın (ardı bu ingilizler? Maalesef,
serasker çetesine aleyhtar olanların, farkına uaramadtkları ve bundan ötürü de
merak edemedikleri bu izin işi pek önemli idi. Ve bazı harp gemilerinin
Haiç'den limandan, Marmara'dan ayrılıp Çanakkale'ye yollanmaları da aynı
sebebden ileri gelmekte idi. Bu gemiler payitaht sularından kasten
uzaklaştırılmakta idi. Ve bu İngiliz uzmanlarda sırf İstanbul'da kalmak için
izin alıyorlardı. Daha doğrusu kendilerine izinli oldukları
bildiriliyordu..."
Evet yukarıdaki satırlarda okuduklarınızı, darbe harekâtı içinde
olduğunu daha önce yazdığımız ve daha sonra da, Çerkeş Hasan'ın Midhat Paşanın
konağına yapacağı asrın en cesurâne harekâtlarından biri olan baskında
yaralanan Kayserili Ahmet Paşa idi. Bunun Osmanlı hizmetinde olan; İngiliz
asıllı Hobart paşada, büzüktaşı olup, uzmanları izin vermek suretiyle
seyahatten alıkoymuştu.İstanbul'a o sırada gelmiş bulunan ingiliz Do nanmasının
amirali James Drumon'du Ahmet ve Hobart Paşalar günde birkaç defa hoş geldiniz,
ziyareti adı altında Tarabya ile Kasımpaşa arasında bitmez tükenmez
yolculuk yapıyorlardı.
İstanbul'dan uzaklaştırılan donanmamızın gemilerinin bütün
personeli, amiralinden, miçosuna kadarı, padişahın donanmaya az rastlanılır
derecede, muhabbet ve alakasından mütevellit fart-ı sevgiyle padişaha
bağlıydılar. Bunlar darbe esnasında merkezde bulundukları takdirde işler hayli
karışabilir belki de darbecileri bir katliamdan padişahın ricaları bile
kurtaramayabilirdi. Nitekim; darbe sonrasından çok geçmeden zuhur eden Çer-kes
Hasan Vak'ası, bunun bir nişanesi
olarak düşünülse hiç de yanlış bir temmül sayılmaz. Bütün bunlardan sonra
serasker çetesi uzun sayılmayacak bir zaman içinde ancak çok seri bir çalışma
içinde, darbeyi bilhassa Sİr Heari Elyot'un sağladığı, kolaylıklara istinaden
tatbike kovmaktan hiç vazgeçmeği düşünmemişlerdir. Abdülaziz ye-]ne Osmanlı tahtına
seçilen kişi Sultan Mecid oğullarından Veliahd Şehzade Murad Efendi idi.
Londra'ya bu hususu şu söyle rapor ediyordu: "Vakıa Abdülaziz kardeşinin
(Abdül-mecid'in) çocuklarını kapayıp hapis altına almışsada, hürıi-uet
taraftarlarının ileri gelenleri Murad Efendi ile temas kurmağa muvaffak olmuş
ue tahta câlîs olduğu vakit, hükümet-i şahsiye yerine meşrut-i bir hükümet
usûlünü kabul edeceğine dâir Murad'tan vaad almışlardı. "Görülüyor ki,bu
vaad alma işi Osmanlı taraftaran-ı hürriyetlerince elde edilmesine rağmen,
İngiliz b.elçisinin bunu üst makamı olan hariciye nazırına rapor etmesi
ilişkilerin hangi merkezde olduğunu gösterir.
Bizim; bu târih çalışmamızda, bilhassa tanzimat sonrası dönem
hakkında tetkiklerimiz kronolojik bir târih akışı anlayışına göre değildir.
Perde arkası olaylara bakarak döneme ışık tutucu bir çalışma azmi içinde devam
ediyoruz. Çünkü, kanaatımca belge diye tutturanlar, bir gün ajitatör ve şüpheci
kişi ve fikriyatı ortaya çıkarak, sizin lisanınızdada "kitabına uydurmuşlar"
deyimi yer almaktadır, bu bakımdan sizin belge dedikleriniz kita bina uydurma
ifadesinin varakpareleridir derse, ifadenin muhatabı da bunları, hatıratların
ortak alan ve yaklaşık ifadeleriyle karşjlamaktan vede onları ileri sürmekten
başka bir çâreye başvuramayacaktır. Bu bakımdan biz bilhassa hatırat ve
dönemlere aid tezler ve antitezlerle çalışmamızı götürmek istiyoruz.
Nitekim; Napoli'de doğmuş ve de katolik bir Arnavut olan Dr.
Kapolyone, 1836'da tabib asker olarak maceralı bir geçmişe sahip olup, verdiğimiz
târihde, Osmanlı devletine sığınmıştır. Kavalah Mehmed Ali Paşa isyanı
döneminde Osmanlı donanmasından kara kuvvetlerine verildiği görülmüştür.
Kırk yıla yakın padişah sarayına doktor (hekim) olarak girip
çıkan Dr.Kapoiyone, Sultan 2.Mahmud'un ve oğlu Abdül-mecid'in, onun peşinden de
veliahd Murad Efendinin müdavi hekimi olmjjştur. Bunların sağlıklarıyla meşgul
olurken, bir yandan da Kont Kavur'un, maaşlı bir casusu olarak sızdırdığı envai
tür bilgileri, dünyanın en eski mesleği olanlardan biri bulunan casusluk
ilminin vasıtalarıyla yaparken, Osmanlı devleti intelejiyansında yâni üst
seviyesindede Karbonari teşkilâtını meydana getirmeye muvaffak olmuş, kurduğu
karbonari teşkilâtının başı olan Kapolyone, Beyoğlu sarraflarının da
yardımıyla Sarraf Hrİstaki'yi ve 1858'de, meşhur Ziya Pa-şa'y'da karbonari
yapmaya imkân bulmuş sacayağı, Kapolyone, Hristaki ve Ziya Paşa şeklinde
teşekkül etmiştir. "Türkiye Masonlarının Gizli Târihi" adlı kitabın
yazarı Kemalettin Apak, ki oda bir masondur Ziya Paşa da, talebesi şehzade
Murad'ı 1861'de mason yapandır ve tekrisini, yâni masonluğa giriş merasimini
yaptığını da beyan etmektedir. Tabii Kapolyone; Şehzade Murad Efendinin
sağlığını kontrol ederken, Sarraf Hristaki ise; Murad ve validesinin mâli
konuları ilede alakalanan müşaviri olup, bu familyanın hiç bir zaman mâli
istikrarı olmadığı ve borç içinde yaşamaktan kurtulamadıkları pek
bilinmektedir. Bu da; müşavirin kendilerini iyi enfor-me edemediğini veyahud
bir güzel tırtıkladığını düşünmemiz kabil. Ziya Paşa'ya gelince; gayesi
mutlaka, Şehzade Murad'ı Osmanlı tahtına çıkarmak ve kendi ikbalini bunun
yükselmesine bağlamıştı. Şiirlerinin muazzamlığı,sadrıazam Alî Pa-şa'nın
aleyhine yazdıkları ise müthiş şeyler olup, bu değerii sadnazamın sinirlerinin
yıpranmasına da büyük etkiler yaptığı bilinen hakikatlerdendir. Söylediği
tasavvufi deyimlerle de,
ortaya koyduğu fevkalâde güzellikteki beyitlerse, günümüzde bile
istimal ettiğimizi itirafdan çekinmemeliyiz. Yoksa; Zi-va Paşa avrupaya
kaçtığında o güzel beyanlarını gölgeleyen en adi gizli işlerin içinde yer alan
bir ajandı diyen Nizamettin Nazif beyde, önce İtalyan menfaatlerini bilahire
İngiliz tarafını tercih eden biriydi. Demektedir.
Bütün buraya kadar sevgili okurlarımıza nakle çalıştığımız
hususlar ve bunların içyüzünü anlatan ifadeler, ihanet zincirinin baklalarını
nice vezir ve paşalar ve daha alt seviye deki eşhasın hatta haremin
hizmetkârlarının dahi bulunduğunu hatırlatmak ve padişah sarayınında bir ihanet
yuvası halinde olduğunu da nazarı itibare almalarını ve padişahın sarayının,
bakkal Ahmed Ağa'nın mütevazı hanesine benzemediğini de göz önüne alma
gerektiğini hatırlatmaktır. Abdülaziz hakkında geldiğimiz nokta ise, bütün şer
güçler, cesur, güçlü ve din-i bütün bir vatansever olan Abdülaziz'İ öldürmeye
kararlı ve.Osmanlıyı istedikleri gibi idare edecek bir mecnuna taht bulmaya
uğraştıklarını ortaya koymaktır.
Bu arada padişah, Mütercim Mehmed Rüşdü Paşayı azletmeyi, yerine
Mahmud Nedim Paşayı, seraskerliğe ise, Derviş Paşayı tâyine karar kılmışken, görüştüğü Mahmud Nedim Paşa şu şartı ileri
sürmüştü: Midhat, Mehmed Rüşdü ve Hüseyin Avni Paşalar İstanbul dışına
gönderildikleri takdirde alabileceği idi. Râif Karadağ merhum bakın değerli
çalışması "Muhteşem İmparatorluğu Yıkanlar" adlı kitabının 330.sahi-fesinde
ne diyor: "Hüseyin Auni Paşa
padişahın kararını derhal haber almıştı. Paşa haberi, metresi olan başhazinedar
Arz-ı Niyaz Kalfadan öğrenmiş derhal Midhat ue Süleyman Pa-şalarla bahriye
nâzın Kayserili Ahmed Paşayı durumdan haberdar etmişti" Demekte. Bunun
üzerine işe ortak olanlar arasında müdavele-i efkâr hızlanmış, herkes biribiriy
ie görüşür olmuştur. Son kararın verilmesi ise, 26/rnayıs/1876 gecesinde
Ispartali'nın Paşalimanı'ndaki yalısına bırakılmıştı.
Hüseyin Avni Paşanın İstihbaratı
Yukarıda padişahın
mabeyinin yâni sarayının, daha bir başka tâbirle evinin bir çıfıt
çarşısını andırdığını imâ etmiştik. Yine Râif Karadağ merhumun adı geçen
eserinden şu satırları alıntılayarak bu hususda bir fikir vermeye çalışalım ve
hemen ilâve edelim ki, bütün devletlerin sarayları böyle olduğu gibi yine de
Osmanlı sarayının, bunların yanında yedi defa yıkanmış olduğunu da belirtmeden geçmeyelim. Böylecede, böyle bir
yapı da hadım ağalar ile hizmetlerin
yürütülmesindeki tedbirinde az çok mânası anlaşılır. "..Hâl ve keyfiyeti böyle nâzik bir
duruma gelmiş olumasına rağmen Hüseyin Auni Paşa, Dildâdesi yâni metresi
Arz-ıniyaz Kalfadan da bir türlü uzaktaşamtyor, onu ilende padişahın katledilmesinde
birinci derecede yardımcı olarak dâima el altında tutmak için onunla meşgul
oluyordu. Nitekim; Mahmud Nedim Paşanın padişah Sultan Abdülaziz han
tarafından kabulü meselesini kendisine derhal ulaştıran Arz-ı niyaz Kalfa ile
aynı geceyi beraberce geçirmekten kendisini alamamıştı. Paşa, çok düşünceli
olmasına rağmen bu şuh ue hakikaten güzel saray kalfası ile geçireceği gecenin
hayali içinde, saray erkânının bu arada padişahın oğlu Yusuf İzzeddin
Efendinin kendi hakkında neler düşündüğünü de anlamak istiyordu..." Bu da
göstermektedir ki, Sultan Aziz'in veraset usûlünü değiştirme teşebbüsü
sonrasında velîahdliği gündeme gelen Yusuf İzzeddin Efendiyi belki de Murad
Efendiye karşı kendi adına tahta çıkarmayı kuruyor olabilir böylece de, Midhat
Paşanın tahta çıkacak padişaha enyakın
olacak olana yakın olmasını önlediği gibi, Yusuf İzzeddin Efendi padişah
olduğunda da makbul olmak ve sadareti Hüseyin Avni'ye kayd-ı hayat şartıyla
verir düşüncesini aklı na getirmiş olması hiç de gayrikâbil değildir.
Yukarıda Osmanlı donanmasının gemilerini vazifeli olarak İstanbul
dışına sevkedenin Kayserili Ahmet Paşa olduğunu kaydetmiştik. Bunu yapmalarının
sebebininde donanma ile meşguliyeti hayli fazla olan Hz.Padişaha sevgileri
hayli fazla bulunduğundan o padişahın hâl'ine bigâne kalmayıp müda-hele
edecekleri korkusuydu. Buna bağlı olarak Sir Elyot, bütün tedbirlere rağmen
hâl işinde istenene ulaşılamazsa, son tedbir olarakda İngiliz donanmasını
Beşike limanına getirtmiş, Amiral Cumingham ise İngiliz donanmasının sancak gemisiyle
Büyükdere Önlerinde demirlemişti. Teşebbüs ademi muvaffakiy yetle
neticelendiğinde artık işe Beşike limanında demirlemiş İngiliz donanması el
koyarak harekete geçecek ve Osmanlı tahtına, meşruti idare getireceğine söz
veren Murad Efendiyi geçirecekti bu bir iddia olmaktan ötede serasker
çetesinin bildiği ve razı geldiği bir vaka idî ki, bunların ne kadar
cibilliyetsiz kimseler olduklarına bu olay dahi yeterli cevabı vermektedir.
Valide Şefkati'nin Sonucu
Vâlidesuîtanların en önemli görevlerinden biride devlet adamlarının
padişah hakkındaki tavır ve ifadelerine vede niyetlerine dâir bilgileri
istihbar tedip, münasip bir lisanla oğluna ulaştırmasıdır. Padişah'a hiç
kimsenin söylemeğe cesaret edemeyeceği beyanları onun aynı zamanda olan
validesi anneciği söyleyebilirdi. Bu bakımdan; padişah lehinde olan kimselerin
Pertevniyal Vâlidesultan'a böyle nice arzları olmuştur. Nitekim; Sultan
Abdülaziz'in Mahmud Nedim Paşayı a2İ, Hüseyin Avni Paşa'yı sadarete getireceği
istikametinde bir haber alan Mahmud Nedim Paşa Vâlidesultan'a şu haberi
gönderiyor:
"Efendimiz beni Hüseyin Auni Paşa ile korkutmak istiyor!
Fakat enbüyük olduğu için kendileri ondan korksunlar. Zira iş işten geçiyor.
İşin akıbeti pek vahim görünüyor" şeklindeki haberi, Vâlidesultan;
"Arslanıma böyie lakırdı söylenirmi" cevabı verdiği yaygın
rivayettendir. Bu cevap ile oğlumu üzeceğim düşüncesine kendini kaptıran
Pertevniyal Valide oğlunu koruması gereken bir işi, şefkati yüzünden yerine getiremedi.
Bir müddet sonra da yine Mahmud Nedim Pa-şa'dan "Oğlunuza suikast memul
(ummak)dili: Zira ortalık bu hususda havadisle kaynamaktadır" şeklinde
haber geldikten ve ihanet çetesinin başmabeynci Hafız Mehmed Bey'e
yakınlaştığını hatırlattıktan sonra, artık Vâlidesultan'a düşen iş bunları bir
bir padişaha anlatmaktı. Bunu yapmamakla her ne kadar vazifesini yapmamış
sayılsa da evladına kıyacağı düşünülmeyeceğine göre, elhükmülillah'dan başka ne
denir ki..
Sultan Abdülaziz Hân'ın şehadetİ hakkında ifadatımızı Sultan
Abdülhamid devrinde yapılan meşhur Yıldız Mahkemesi sonuçlarına bakarak izahat
getirmemiz gerektiğinden aşağı-daki Sultan Abdülhamid'in bir muhtırasından
alıntıladığımız bilgiyle son verip mütebakisini, 2.Abdülhamid dönemini kaleme
alırken okurlarıma arzdeceğim.
İbnül Emin Mahmud Kemâl İnal Merhum, "Son Sadrı-azamlar"
adlı muhteşem eserinin 530. sahifesinden Atıf Bey'e atfen diyorki:
"Mahallelerde münâdilerin bazısı padişah Sultan Abdülaziz vefat edip,
Sultan Murad Cülus etti diye bağırmışlar. Böyle yapmaları ahalinin zihinlerini
taglit yâni karıştırmaktır."
Hafin askeri ve ahaliyi iğfal edecek tarzda iiân ettirildiği
aşağıda sunacağımız Sultan Abdülhamid'in verdiği muhtıraclaki ifadatla bir daha
te'yid olunuyor. "Hâl'den yirmi-otuz saat mukaddem (önce) Moskoflann
istanbul'u istilâ edeceğini isaa (yaymak) ederek ve şehrin ve ateş zuhurunda
sarayla padişahın sanki muhafazası zımnında suiniyetle (kötü niyet) saraya
gelenler üzerine ateş etmelerini emreylerek Sultaniye Vapuru ile vücut etmiş
olan Şamlı bir kaç tabur askeri saray pişgâhına (önüne) çıkarıp sarayı bu
askerlerle kuşatmışlar ve esnay-ı hâl'de gerek askere gerek ahaliye evvelâ
Sultan Abdülaziz vefat eyledi diye ilân ve muahharan (daha sonra) hakikat-ı
hâli izhar (açıklama) ite cümleyi (herkesi) iğfal eylemişlerdi... Esnây~ı
hâl'de sarayı ihata (kuşatan) eden taburlar binbaşılarından İzzet Bey,
şevketmeab efendimiz (Abdülhamid hân) dâireleri pişgâhında askere hitaben
<siz'ı ve bizi ve memleketimizi Sultan Aziz, Moskoflara teslim etmek
istiyordu. Sultan Murad, sizi ve memleketi kurtardı. Sultan Aziz'in yerine
padişah oldu. Onu muhafaza ediniz Sultan Aziz'i kaçırmayınız yollu hezeyanlarda
bulundu."
Sultan Abdülaziz'in Şahsiyeti
Sultan Aziz; kumral, ela gözlü genişçe yüzünü hafif bir sakal
çevrelemiş güzel yüzlü, pehlivan yapılı bir insandı. Pehlivan yapılı olmakla
beraber yakınlarının ve davet ettiklerinin seyredebildiği, güreşler yapardı.
Cidden kispet giyer, yağlanır ve güreşirdi. Eniştesi damat Halil Paşa delaleti
ile güreşeceği pehlivanlara "benim padişah olduğumu unutsunlar mertçe
güreşsinler" tembihini yaptırırdı. Güreş vede yüzücülükte ustası Yozgatlı
Kel Hasan'dı. Arnavutoğlu Ali Pehlivan ise, onunla güreşmiş muhteşem bir
pehlivan idi. Merhameti bol, sevgisi çok ve samimi olup, ülkenin imârı, askerin
fevkalâde güçlü olması arzularının en kuvvetlisini teşkil ederdi. Amma denizi
ve donanmayı, göz bebeği gibi mühim bulur, bu ikili de en son icatları görmek
zevkten bayıldığı husus idi.
Fedakârlık hislerini kendinde hayli toplamış bir şahsiyetti.
Ağabeyi Abdülmecid döneminin ısrafatından neşet eden mâli buhranda saray'ın
tahsisatının kısıtlanmasına itirazı olmadığı gibi güle oynaya bu isteği
karşılamıştı. Hâttâ Reşad Ekrem Koçu merhum, "Osmanlı Padişahları"
adlı çalışmasında Sultan Aziz'in nasıl ve korkunç bir mâli sıkıntı döneminde
tahta çıktığını göstermesi bakımından eserin 4O5.sahifesinden şu satırları al
mak suretiyle bir ölçü olarak vermeye çalışalım: "Müverrih Cevdet Paşa
Maruzat adlı Sultan Abdülhamid'e sunduğu eserde şunları yazmakta: Sadrıazam
Fuad Paşa, saraylarda, konaklarda altun ve gümüş eşyann kullanılmasını yasak
etmek ve herkesin elinde olan altun ve gümüş kapları toplayıp sikke (para)
kestirmek tedbirini ileri sürdü. Bunun için şeyhülislâmdan bir de fetva aldı.
Sultan Aziz buna dâir Fuad Paşa ile konuşurken:
-Bu iş nasıl olur? Sultanların kabı kaçağı nasıl alınır? Meselâ
onların mesirelerde su içtikleri gümüş tasları var bunlar-damı alınır? Diye
sordu. Fuad Paşa:
-Hay hay efendim, onları da alırız. Allah göstermesin Dev-tet-i
âliyeye bir fenalık gelip de Efendimiz Konya'ya doğru giderken bizlerde
rikabınıza düşüp giderken sul- tanlar bu taslarla Ayrılık Çeşmesinden su mu
içecekler? Mukabil sorusunu sorar,"
Sultan Abdülaziz; devlet ricaline pek güvenirdi. Âlî ve Fuad Paşaların
vefatları sonrasın da onların bıraktığı boşluğu doldurabilecek adam yerine,
bilakis boşluğun cesametini artıracak kaht-ı rical husule gelmişti. Âlî Paşa
cidden bütün avrupanın ve devlet adamlarının parmakla gösterdiği bir ri-câl-i
devlet idi. Abdülaziz Hân, vefat haberini aldığında evvelâ onun vesayetinden
kurtulmuş olmanın memnuniyetine geçtiğini daha sonra eksikli ğinin nelere duçar
olunmanın sebebini teşkil edeceğini İdrak ile düşünmeye başlamıştı. Bu düşünme
esnasında da bir aşağı bir yukarı gidip gelmeğe baslarnış. Bu durumu gören
kurenadan biri Efendimiz, niye böyle telâşlısınız diye sorduğunda, Âlî Paşanın
vefatı, büyük bir boşluk bıraktı, bunu kimle dolduracağım, onu düşünüyorum
cevabı veren padişaha, Efendimiz kulunuzun ne günahı var? Dediğinde Sultan
Abdülaziz'in cevabı pek zarif ve diplo-matçadır: Bu iş ciddi bir iştir! Demek
olmuştur. Bu ifadeden de anlaşılıyorki, Abdülaziz Hân, kıymet bilir padişah
olarak hassasiyetini ince bir nükte ile belirtmekten geri kalmıyor.
Ziya Paşanın, Âlî Paşa aleyhtarı olduğunu yukarıda dermi-yan
etmiştik. Meselâ Hidivlik beratı İsmail Paşaya verilirken, sadrıazam, Midhat
Paşa idi ve bu işde Yeni Osmanlılar cemiyet üyeleri methaldarken, Âlî Paşa ise
bu Hidivliği senelerce önlemişti ve herhangi bir parayı ve menfaati değil,
deviet menfaatini gözetmişti. Nâmık Kemâl Bey'de "Bilmem nedir lüzumu
vücudi hâbisinin/Dünya'yı boynuz lan nmı tutar ey öküz teres?' Derken Ziya
Paşada Âlî Paşanın vefatında "Nâşi murdarını seylaba atın!" Demek
suretiyle düşmanlıklarını dile getirmişlerdir, merhum sadrıazama.
Padişah ve halife olan Osmanlı sultanları, Abdülmecid'den sonra
hayatlarını umumiyetle, Dolmabahçe ve Yıldız Saraylarında geçirdiler. Topkapı
Sarayı, Sultan Mahmud ile başlayan terke yerini bırakmıştır. Sultan Abdülaziz
Dolmabahçe'yİ padişahlığı boyunca terketmezken, 2.Abdülhamid hân'da Yıldız'ı
hiç terketmemiştir. Sultan Aziz çok dindar bir kimse olduğundan sabah namazına
*yakın kalkar, Kur'an okur na-rnazı kılar, güneşin yükselmesinden sonra yeniden
yatardı. Devlet işleriyle meşguliyeti öğleyle birlikte başlar, gece yarılarına
kadar devam ettiği görülürdü. Yaz gecelerinde dâiresi-nın pencerelerini açar
ney çalmaya başlar ve bu insana en yakın enstrümanın çıkardığı nağmeler asumana
yayılırken, duyanlar bu ney'in efsunkâr terennümünden dolayı kendile-
rînden geçerdi. Çoğu bunu çalanın Sultan Abdülaziz olduğunu
bilmezdi. Erbâb-j ve kurenasıda, açıklamaktan içtinab ederlerdi. Çok sevdiği
hanımı Mihrişah Sultan için güfteside, bestesi de Sultan Aziz'e aid olan ve fakirin
de program yaptığı 101.2 Radyo Çağ'da sık sık aid olduğu CD'den dinletmeyi
adet edindiği ve İstanbul Büyükşehir Belediyesinin, Kültür A.Ş tarafından
Lâlezar topluiuğunca icra edilen eserin güftesi şöyledir:
"Bi-huzarum nâle-l mürg-l dtl-i diuâneden Fark olunmaz cism-i
bimârım bozulmuş İaneden Bunca derd-i mihnete katlandığım âyâ neden, Terk-l can
etsem de kurtulsam şu mihnet haneden"
Taht'ın Esareti
Sultan Abdülaziz; avrupaya davet teklifine evet dedikten bir kaç
gün sonra mabeynci Hafız Mehmed Bey'e tam bir samimiyetle içini döker ve
ibretnûma olarak şu beyanı yapar: "..Zaman zaman ne isterdim bitirmişin?
Ya kapalıçar-şt'da ya Asmaaltında küçük bir dükkânı olan esnaf, yada bir
zanaatkar olayım. Sabah evimden çıkayım, İşime geleyim. Akşam Allah ne kâr
verdiyse onunla çoluk çocuğumun nafakasını alayım, atıma değil hatta eşeğime
bineyim, yorgun argın,amma kafamın içi bin bir dertle dolmamış,evime geleyim.
Karım güler yüzle, çocuklarım sevgiyle beni karşılasın. Yunayım, sofranın
başına geçeyim, çorbamızı zevkle içelim. Kimsenin derdi bize illet olmasın.
Yüreklerimiz rahat, büyük meselelerden uzak, kendi hâlimde yaşayıp gideyim. Şu
Âlî ile Fuad ille de, Frengistana gitmeli derleriken de, ne isterdim,
bitirmişin? Cebinde harçlığı olan hâli vakti yerinde, unvansız, makamsız kişi
olarak avrupa'ya gitmek! Ben de is-temezmiyim oraları görmeyi? Amma gelgeldim
bu koskoca
Ülkenin padişahısın, cümle âlemin gözleri senin üzerinde Adım
atışın, bakışın dudaklarının kıpırdayışı bile merak unandırır. Gelen elçilerin
hâlini görürsün. Ya onların memleketlerinde, halk ortasında rahat nefes
alabilirmi? Meylersin ki bu tahtında esareti var" Padişahın bu samimiyeti
pek dü-rüstçedir. Çünkü büyüklüğün faturası hep böyledir ve Sultan Aziz bunu
pek güzel dile getirmiştir.
Diplomatik Tesbitler!
Avrupa âleminin üç hükümdarı olan,Kraliçe Viktorya, Fransa
imparatoru 3.Napolyon ile Prusya kralı l.Gilyom, Sultan Aziz'i beklediklerini
deklare ederken, Paris'deki b.el çimiz Cemil Paşa'dan gelen şifreli haberde,
Rusların Paris'teki b.elçisi Kont Bütberg, Sultan Abdülaziz hân'ın Paris'de bulunacağı
zaman dilimi içinde, Çar Aleksandr'ında orada bulunup, iki hükümdarın
aralarında anlaşmazlık konusu meseleleri halletme fırsatı yakaladılar,
dediğini bildiriyordu. Fuad ve Âlî Paşalar bu telgrafı okuduklarında gülmekten
kandilari-ni alamamışlar ve şöyle muhavere yapmışlardı: "Fransızların
padişahı Rus Çarı ile karşılaştırarak iki devlet arasındaki meselelerin barış
yoluyla halledilmesine imkan vereceklerini düşünmek için çok saf olmak
gerek!" Dediler.
Biz şimdi bu seyahatle ilgili 5.Murad unvanıyla tahta geçmiş
olup, 93 gün süren padişahlıkdan sonra taht'dan indirilen, Veliahd Murad
Efendi şu ifadeyle ne büyük bir gaf yapıyordu: "Sanıyorum ki bu gezide
pek çok üzüleceğim ue hatta utanacağım. Çünkü amcam resmî ziyaretlerde görgü
kurallarına uymazsa alay konusu oluruz. Hele serbest olduğıı- günlerde
kollarını sıvayıp yemeğe başlarsa arkamızdan ilir neler söylerler!" demek
bahtsızlığını göstermiştir. Bu avrupa seyahatine katılmış bulunan ve İstanbul
Şeh- olan Ömer Faiz Efendi'den bu bahsi geçmeyelim. Bu zâtın; görevi Dersaadet
Şehremanetliği olup, bu günkü belediye reisliğine muadildir. Devletin ileri
gelenleri ki, bunlar, Âlî ve Fuad Paşalarla, Yusuf Kâmil ve Mustafa Fazıl
paşalar gibi zevatın yalı ve köşklerinde kendisine tahsis ettikleri bir dâiresi
vardı. Alî ve Fuad Paşaların vefatlarından sonra Saray'dan ayağını kese rek,
sadnazam Mahmud Nedim Paşaya hiç yanaşmadığını gören Sultan Aziz bir gün Hafız
Ömer Faiz Efendiye sormuş: "Efendi siz önce bülbül idiniz. Ne için
şakımaz-sınız? Bu soruya Efendi, Keçecizâde İzzet Molla ki Dr.Büyük Mehmed Fuad
Paşanın pederi olup eski şeyhülislâmlardandır bu zâtın beytinden bir kelime
değiştirmek suretiyle şunu söyler:
"Bir meusim-i bahasına kaldık ki alemin, Bülbül hamûŞıhavuz
tehiy,gulustan harap."
Medrese Talebesi
Takvimler 15/r.ahir/1293-10/mayis/1876'yı gösterirken medrese
talebesinin ve bilhassa Fâtih, Süleymaniye ve Ba-yezid medreselerinin talebeleri
sadnazam Mahmud Nedim Paşa ile benzeri Şeyhülislâm Hüseyin Efendiyi memleketi
felâkete sürüklemekle ithama tevessül ederek derslere girmemek suretiyle
bunların görevden azillerini padişahdan istediler. İstanbul sekenesinin yâni
ahalisinin ayaktakımı, işsizi, güçsüzü silahlarını hâmil olarak bu boykota
destek verince işin rengi tehdit edici bir hâl aldı. Bunun üzerine, padişah
azil talebini kabul ettiği an artık partiyi kaybetmeğe başlamıştı ki bu her
geçen gün Sultan Aziz aleyhine gelişmeğe başladı. Mütercim Rüşdü Paşayı boşalan
makamı sadarete getirdi. Bu adam çok güzel tenkit yapan fakat icraata gelince
nafile biriydi.
Zamanlar bu zâta; deniz feneri gibi, yanar döner adam" diyen
kimseler hayliydi. Vü kelâ arasındaki her çeşit ihtilaftan anında haberdar olan
padişahlar gibi Sultan Aziz'de, bu lakabı duymuş bulunduğundan, Mütercim
Mehmed Rüşdü Paşaya sadareti tevcih etme anında, "sizi halk istediği
içindir ki yeni kabineyi kurmaya memur ediyorum!" dediğinde,yeni
sadrıazamda "Halk bizi ne tanısın padişahım. Şöhretimiz varsa zât'i
şahanenizin teueccühündendir!" dedi ve meydana getirdiği kabinede ise
padişahın üç azılı düşmanı yer aldı. Bunlar, Şeyhülislâm Hayrullah adlı
şerrullah, seraskerlik Is-partalı Eşekçi Hüseyin Avni Paşa Bahriye nâzın da
Kayserili Ahmed Paşaya verilmiştir. Bu kabinenin ilk içtimaında ilk
toplantısında konuşulan padişahın taht'dan indirilmesi hakkında yapılan
konuşmalar olduğunu merhum Reşat Ek rem Koçu, "Osmanlı Padişahları"
adlı eserinin 41O.sahifesînde dile getirirken meâlen şunları söylüyor:
Saltanatı devirme işini ancak ordu ile işbirliği gerçekleştirebilir kararında
ittihat ettiler. Serasker kelime olarak başkomutan gibi kabullenilir. Hüseyin
Avni Paşa şûraî askeriye reisi Redif Paşa' ya durumu gizlice açtı. Bu paşa bu
işde kullanılacak adamı seçti. Bu zatda, Askeri Mektepler Nazın Süleyman Hüsnü
Paşa idi. Bu zât mert ve dobra bir adam olarak tanınmıştır. Hâi'den sonra bir
türlü meşrutiyet kurulmayınca Süleyman Paşa, Midhat Paşaya dikilmiş ve nerede
meşrutiyet sorusunu tevcih etmiş aldığı cevap tatmin etmediğinde bu seferde:
"Meşrutiyeti ilân etmeyecektik, ne b.k yedik de padişahı devirdik demesi
bir Çok târih kitaplarında ve hatıratlarda yer aldığı gibi Midhat Paşanın
totaliter bir idare taraflı sı olduğunu da ileri sürer Şıpka kahramanı olarak
bilinen Süleyman Hüsnü Paşa!
Sultan Aziz Hakkındaki Fetva
TTK'yâni Türk Târih Kurumunca neşredilen Osmanlı Târihinin İsmail
Hakkı Gzunçarşılı'nın vefatı üzerine devam ettiren Prof.Dr. Enver Ziya Karal,
adı geçen eserin 7. Cildinde 106. sahifede hâl fetvasına dâir bilgileri şöyle
naklediyor, ve biz de meâlen nakle çalışalım: "Çalışmamızın başka fasıllarında
nakletiğimiz gibi Serasker Hüseyin Avni Paşa'nin Sultan Aziz hân hazretlerine
düşmanlığı, onun izalesine kafi karar eyleyecek dereceye kadar vardırmıştı
işi. Serasker bu halde iken, devletin o sırada en popüler adamlarının başında
gelen Midhat Paşa, Mirabo'nun Fransa kralına gösterdiği duruma benzer. Bu zâtın
kafasında bir ideal hâline getirdiği teşkilat-ı esasiye yapmak ve parlamenter
sistemle monarşik bir idareye geçmek idi. Padişaha genellikle bu fikri aşıla ma
gayretleri içinde olmuştu. Zâten bu ısrarı Âlî ve Fuad Paşaların vefatı
yüzünden hu şule gelen devlet adamı kısırlığı padişahın, Mİdhat Paşa yerine,
Mahmud Nedim Paşaya iltifatkâr olmasını sağladı. Nitekim, eski sadrıazamlarımn
ısrarlı tutumlarını hatırlıyarak, Mahmud Nedim Paşa'daki bu ubudiyeti
karşılaştırdığında, Alî ve Fuad
Paşaları der hatır eden Sultan Aziz bunlara benzerliği Midhat Paşa da da
görmekteydi. Bir gün huzurda el pençe divan durmakta olan Mahmud Nedim Paşaya
dikkat eden padişah, kendi sinin sağ ayağının başparmağı hizasına doğru
baktığını hissettiği vezirine, durumu sordu ğunda aldığı cevap, Efendimiz,
kula düşen padişaha hürmet onun ayak ucuna nazardan başlar demek suretiyle
fevkalâde bir tabasbus gösterir ve Sultan İbrahim'in sadrı-azamı, Semin Mehmed
Paşa'nın, beyan ettiği: "Siz afitab-ı cihansınız Efendimiz! Sizden hata
südûr edermi?" cümlesini târihde yanlız bırakmayan bir ifade de
bulunmuştur.
Yine bu padişahımızın dönemi hakkındaki çalışmamızın başka bir
bölümünde bahsettiğimiz medrese talebelerinin kıvamı günü, H.Avni Paşa ve
Midhat Paşanın hâl hususundaki tasavvurlarının kayıtlarına rastlandığı sayın
E.Z.Karal Hoca mezkûr eserinde belirtiyor.
Sultan Aziz, medrese talebesinin kıyamı sonrasında sadarete
getirdiği Mehmed Rüştü Paşa, bir gün padişahdan para talebi geldiğinde, eş dost
arasında para yok ben nereden bulayım diye yüksek sesle düşünürken,- duruma
şahid olan Midhat ve H.Avni Paşaları bu hâl hususunda Rüşdü Paşayı iknaya
çalıştıklarını öğreniyoruz ve Rüşdü Paşanın en baştaki tereddüdünü göz önüne
alan Midhat Paşa, sadrıazama: "Eğer maksatta ittifaktan ayrılırsan Bayezid
Meydanında milletin seni pare pare edeceğini düşünmelisin"diyede tehdit
ettiğini kaydeder, Prof.Karal.
Prof.Karal; bu safhadan sonra Şeyhülislâm Hayrullah Efendinin ikna
edilmesine geçildi haberini verirken, Midhat Paşanın konağında Anadolu
Kazaskeri Kara Halil Efendi'nin, yapılan toplantı esnasında, Padişahın, mülk ve
milleti tahrip, beytülmali israf ettiği öne sürülerek hâl'i için fetva meselesi
görüşüldüğünde adı geçen Kazaskerin, "..bu eırtr-i hayra, çarşaf kadar bir
fetva veririm" demesiyle birlikte, işin şer'î tarafı da yoluna sokulmuş
oluyordu.
Yine bu esere göre, ahalinin vaziyeti hakkında, şu gözlemler
ileri sürülmektedir: basın üzerinde sansür azaldığından dolayı, dikkat çekici
makalelerin ve haberlerin, yazıldığı görüldü. Padişah hakkında net bir tenkit
görülmemekle beraber, M.Nedim Paşa hakkındaki neşriyat, Rusya taraflısı politika
ve Rus elçisi İgnatiyef'le alâkalı neşriyat pek kesif idi en-. teresandır ki bu
arada sadaret M.Nedim Paşa da değildir. Ancak anlaşılan o dur ki, padişah, bu
kendine muti devlet ada5 mini yeniden sadarete getirme tasavvurundadir
böylecede yapılan neşriyat bu tâyini önlemek veya işi kızıştırmak için
yapılmaktadır, hükmüne varılabilir.
Öte yandan efkâr-i umumiye basının yazdiğıyla kendini
yönlendirirken, Süleyman Hüsnü Paşa'nın, fetva makamına gittiği görüldü.
Müşahede olunan oydu ki, Hayrullah Efendi yeniden tereddüde düştüğü idi. Sert
ve asabi mizaçlı Süleyman Paşa, şeyhülislâma: "Efendi hazretleri artık iş
işten geçti. Şu dakikada bir çok muhterem paşalar bir dâimi tehlike içinde
bulunuyorlar. Bunların hayat ve selameti sizin'elinizdedir" şeklinde ki
beyanıyla Şeyhülislâm Hayrullah Efendinin işi yapmayacak hâle gelmesini bu
sözlerle önlemiş oldu. Halifenin hâl'i için ya mecnun (ne yaptığını bilmez
olması) veya küfrüne karar verilebilecek hareketlerin sahibi olmasıydı fetva
tanzim edilmesi için. Birinci yol yâni, mecnunluk bahsini öne almak tarafını
seçti ve şu sözlerle fetvanın yazıldığı kâğıdı donattı: "Emirilmü'minin
olan Zeyd, muhtelişşuûr ve umuru siyasiyeden bibehre olup, emuâl-i miriye'yi mülk
ve milletin takat ue tahammül edemeyeceği mertebe masarifi nefsaniyesine sarf
ue umuru diniye ue dünyeuiyeyi ihlâl ue teşviş ve mülk ue milleti tahrip edip
bekası mülk ue millet hakkında muzır olsa,hâl'i lâzım olurmu? Elceuap otur
" Şeklinde tanzim olunan fetvaya göre; Abdülaziz hân, şuuru muh-tel yâni
mecnun idi bundan dolayı da siyaset işlerinden anla-mıyordu. Buna bağlı olarak
böyle halife mülk ve millete zararlı idi. Bu bakımdan azli gerekirdi! Peki bu
fetvayı vereni, isteyenleri bulundukları göreve getiren o zâtın tâyin ettikleri
kimselerdi ki bu da hayli mühimce bir tenakuz idi!
Sultan Abdülaziz; avrupa'ya seyahat yoluyla giden ilk ve son
Osmanlı padişahıdır. Diğerleri ise, ya savaş, ya fetih ya da vatan^üda
olduklarından gitmişlerdir bu kıta'ya. Sultanın gezisine katılmış bulunan
İstanbul Şehremini Ömer Faiz Ffendiye, sadrıazam Âlî Paşa ve Hâriciye nâzın
olan Dr.Büyük Mehmed Fuad (Keçecizâde) Paşa, Faiz Efendiye müşahedelerini bir
müsvedde hâlinde yazmasını ve devlete vermesini istediler bunun önemli bir
vatan hizmeti olduğunu hatırlattılar. Hafız Ömer Faiz Efendi cidden münevver
bir kimse olarak gördüklerinden dersler çıkarabilecek kapasiteye hâiz bir
insandı. Sahifelerimizi bu zâtın tutmuş olduğu notları, bize "Avrupa'da
Sultan Aziz"adlı kitabı okuma şansı vermiş bulunan Midhat Cemal Kutay'ın
bu eserinden ilk olarak Faiz Efen dinin şu müşahedesini, böylecede ne kadar
hassas bir vatanperver olduğunuda ortaya koymasını anlatan satırları,
sahi-femize dercederek sizlere duyuralım muhterem okurlar" "..Burada
büyük bir acı kalbimizi parçaladı. Sarayın bahçesinde meuzi tutmuş Fransız
müstemleke askerleri içinde Cezayir taburunu da gördük. (İçyüz yıl bizim olan
Barbaros Hayreddin'in diyarının eulâtları şimdi eski Hakan'larını başka bir
deuletin silahları elinde, başka bir devletin üniforması ile
selâmlıyorlardı..."
İngilizlerin Dizbağı Nişanı
İngiliz devletinin ihdas ettiği yaşayan yirmi kişiden herhangi
biri ölmeden, yirmibirinciye verilmiyen dizbağı nişanı dedikleri nişanın Sultân
Abdülaziz'e bu seyahatte verildiği dünyanın malumudur. Sultan Aziz'e bu nişanı
verme töreninden o dönemin İstanbul Şehreminî olan Hacı Ömer Faiz Efendinin
raporundan okuyalım, tabii bu raporun müsveddelerini arşivinde bulunduran,
Midhat Cemal Kutay'ın Avrupa da Sultan Aziz adlı çalışmasından
alıntıladığımızı da ket-meden vicdanen ifadeye mecburuz. Şimdi biz burada önce
bu nişanın doğuş hikâyesini nakledelim sonra da Osmanlı Hâriciye nâzın Dr.
Mehmed Fuad Paşa'nın nişan doğuş hikâyesi yüzünden midesi bulanıp, kendine
verilmek istenen nişanı ret ve istiskal etmesin diye atmak mecburiyetinde kendini
hissettiği kıtırı nakledelim ve devlet adamlarınin, iş beceren yalanın, fitne
çıkaran doğrudan efdaldir anlayışına misâl olarak gösterilebilecek vak'adan
olduğunu da hatırlatmış olalım.
İngilizlerin, her kefere-i fecere gibi kralları da kendi hanımlarından
başka hanımlara sarkarlar idi. Nitekim; bunlardan biri olan 3.Edvard, 1348
senesinde metresi, Salisböri Kontesi şerefine bir balo tertip etmiştir. Baloyu
açış dansını da.ta-biiki çapkın kral, metresiyle yapmak suretiyle
gerçekleştirir. İşte bu dans sırasında Kontes'in mavi renkii dizbağı, yâni uzun
konçlu çorabın üst kısmını tutan ipek kumaştan mamul bağ, önce gevşemiş daha
sonra da aşağı kayıvermiş. Bunun üzerine Kontes fevkalâde mahcup kızarip,
bozarmış ki bu sırada Kral 3.Edvard, yere eğilip düşen ipek bağı eline almış
ve doğrulduğunda: "Kötü düşünenler nadim olacaklardır. Çok yakında bu
dizbağına kavuşmak için yapmadıkları fedakârlık kalmıyacaktır" Dedikten
sonra kontesle dansı tamamlar bir kaç gün sonrada Britanya devletler
camiasının en büyük nişanı olarak Dizbağı adı verilen nişan ihdas olunur.
Sevgili okurlara hemen hatırlatalım ki, bu nişanı cazipleştirmek için tüzüğüne
Karter adı verilmiş, nişan yaşayan yirmi kişiden bir fazlaya verilmeyecek nişan
takma işi başpiskoposa verilmek suretiyle dizbağı nişanını dindar bir kimsenin
talik etmesine yâni takmasına bırakmak suretiyle 3.Edvard, metresinin dizbağını
batıl din hristiyanhğm bir batıla daha yardımcı olmasını sağlıyordu.
Yine Karter nizamnamesine göre de,nişan takılan kişi as-kerse,
kılıcını başka bir meslek erbabı ise, o mesleğin sembolünü teslim ettikten
sonra, Kral'a ebediyen sadık kalacağına dâir sadakat yemini yapacaktı. İslâm
dünyasının halifesi ve Osmanlı devletinin hükümdarı bu tarz macerası olan
nişa-ret eder endişesiyle büyük diplomat Keçecizâde Dr.Büyük Mehmed Fuad
Paşa'yı şark insanının târih bilenlerince mert bir düşman olarak kabul ettiği
İnglizlerin Haçlı seferleri esnasında Kudüs'ü almaya gelen kralı Arslan
Yürekli Rişar'a meziyeti olan hali hasebiyle Sultan Selahaddin Eyyûbi
Hz.lerinin muhatabı olabilmiş olmasından dolayı, Rişar'a diğer kefere-i
fecereye baktıkları kadar sert bakmazlar, bunu tesbit etmiş bulunan Fuad Paşa,
Sultan Aziz'e bu nişanı, Rişar'ın İngilte-renin dostlarına verilen bir nişan
olarak ihdas ettiğini söyler ve diğer teferruatıda İngiliz ilgililerle
konuşarak, kılınç verme yemin etme gibi usûl-ü kadimden sarf-ı nazar ettirir.
Böylece seyahatin tatsız bir vaka ile bitmesini engellemiş olur.
Sultan Aziz'in avrupa seyahati esnasında milletimizin üst makam
sahibi kimselerin aynı zamanda ne kadar güçlü bir insan olduğunu ortaya koyan,
yaptıkları bir alete Türk Kafası adı koyupda onları kollarının gücünü göstermek
isteyenlere vurdurtan zihniyete tokat gibi bir cevap olan Halil Paşanın yumruğu
hadisesi vardır. Bu hadisenin önemli tarafını padişahın mümkün mertebe bu
gezisini pek gizli yaptığı, ortalığı debdebeye gömmeye fırsat vermez şekilde
gerçekleştirmesi de takdire şayan bir hareket kabul edilmiştir.
İşte dikiş makinelerinin ayaklı olanlarının ilk defa yapıldığı bir
dönemde bu sergide dolaşılırken, adarî kuvveti ölçen bir dinamometreye
rastlarlar, üstü kırmızı bir bezle örtülü ve bir yay'a bağlı yuvarlak kafaya
vurulunca yay, kendine bağlı ibreyi yükseltiyor, bu ibrede üzerinde müteharrik
olduğu ced-velin üzerindeki rakamların birinin hizasında duruyor ve böylece
vuruşun sıkletini gösteriyordu. İşte yumruğun vurulduğu yere Türk Kafası adı
vermişler, oyunlarında bile Müslüman Türk milletine düşmanlık taşımalarına
gayret etmekteydiler asanlarının. Sultan Aziz bu ifadeyi görünce çok kızdı ve
aynı zamanda Damat olan Halil Paşaya: "Haydi Halil göreyim seni! Şunlara
Müslüman Türkün kotunun kuvvetini göster." emrini verir. Fransız kol
kuvvetine göre yapılmış olan güç ölçme aleti Halil Paşanın yumruğu vurmasıyla
birlikte, makine dağılmış, ibre cedvelden fırlayarak bir pervane gibi havada
uçmuş. Bu vuruşu merakla seyreden ahali durumu ağzı açık ayran budalası gibi seyretmek
durumunda kalmış. İngi-İiz yaver üstelik Sen-Sir mezunu kurmay bir subay
olarak: "bu Türk Kafası değil, Türkün kafasına vurulmaz. Bu ancak aurupa
kafasıdır ki bir vuruşta dağıldı"demekten kendini alamamıştır.
Avrupa seyahatinin, pek mühim dersler çıkarılması lâzım geldiği
idrâkinde olan İstanbul Şehreminî Hafız Ömer Faiz Efendi, döneminin
meselelerine çözüm arayan bir anlayışa sahip olduğundan, onun Ruznamesinin
içinden bazı pasajlar seçerek, günümüzde ilericilik-gericilik kavgası ihdas
etmek isteyen bozgunculara, kullanacakları insanların, bu bilgilere hâiz
olduktan sonra o bozguncuların oyununa gelmeyeceklerini ümid etmek istiyorum.
HALK-UCUZ AŞ-BELEDİYE
Yukarıdan beri takdime çalıştığımız İstanbul Şehremini Hafız Ömer
Faiz Efendinin Ruzname'sinden şu nakille 19.asır 2.yansının avrupasından bir
belediye reisimizin tespitlerini aktarmaya devam edelim: Halimi Efendi
biraderimizle yine böylece pek kimselere görünmeden Paris'i dolaştık. Sergi dolay
siy ta dünyanın dört yanından onbinlerce kişi gelmiş, bunlar arasında bizim
gibi festiler de çok olduğundan pek dikkati çekmiyorduk. (.) Kalabalık ve
zenginlerin yaşadıkları meydanların civarında umumi yemek yerleri gördük. Buralarda
yemek yiyecekler kendi kendilerine hizmet ediyorlar, tabaklarını alıyorlar, az
bir para ile tek çeşit yemek doldurtu-yorlar, temiz masalardan birisine
oturuyorlar, hasır sepet içinde ekmekten de alarak karınlarını doyuruyorlar,
sonra tabaklarını bulaşıkaneye bırakıyorlar, hatta masayı temizliyorlar.
Buralarını belediyeler hiçbir kâr gözetmeden işletiyorlar. Hârice göre o kadar
ucuz ve aynı zamanda temiz, doyurucu yemek veriyor ki, işçiler, talebeler, az
gelirli memurlar yemeklerini burada yiyiyorlar. Muhtelif zümre ve sınıftan
ka-dın-erkek-çocuğu bir arada aynı masa etrafında görmek bizi çok mütehassıs
etti. Biz de olmasına imkan yok, çünkü kadınlar gelemezler. Halbuki bir
milletin kadın ve erkekleri değil, ikisi içinde de fakir ve zengin olanlar
vardır. Halimi Efendi biraderimiz ile düşündük, fakat bir hâl çâresi
bulamadık." Aslında merhum Ömer Faiz Bey, farklı toplum anlayışını göz
önüne almadan hayranlığını belirtmiş, yoksa o bu satırları yazdığında, Osmanlı
genç kızları darülfünunda okuyorlar, hâttâ kendilerinin biz erkeklerle aynı
kapıdan mektebe giriş çıkış yapmak istemiyor bunun çâresinin bulunmasını istiyoruz
dediklerinde, darülfünunda hemen bayanlar için okula giriş kapısı ayrı
cihetten yapılmış, bunu Cevdet Paşanın kerimesi Fatma Aliye hanımın olsun,
gerekse Prof.Mehmed Ali Aynî merhumun "Darülfünun Târihi" adlı
çalışmasını Os-manlıcadan çevirmiş ve Pınar yayınları arasından
neşrettir-miştik ki bu ifade orada da yer almaktadır. Tekkelerin fakire sahip
çıkışını merhum Belediye reisi hatırlayamamış. Nice imaretlerin bu vazifeyi
yüklendiğini hesaba katmamış. Maksat aynı olunca vasıtaların farklı olması o
kadar mühim değil. Bakınız o devirde yardımlar gizlice ve alan vereni görmesin
anlayışında yapılırken, şimdi şehrin en büyük meydanlarında ahalinin birbirine
girmesi, biribiriyle döğüşmesini meydana getirir tarzda yardımlar yapılıyor ve
milletin izzet-i nefsi rahnedar olunuyor.
Bizim bu satırları koymamızın sebebi merhum Ömer Faiz Efendiyi
tenkit değil, okurlarımıza efendinin yazdıklarını biraz teemmül etmeleri
içindir. Zaten; Ömer Faiz Efendi, Halimi Efendi ile hâl çâresi aramışlar ama
bir neticeye vâsıl olamamışlar. Çünkü; islâm ahlâk ve anlayışını dışlayarak
düşünme hatasına düştüklerinden çözümleyemiyorlar. Halbuki kadınlara sadece
onların gidebildiği Pazar kurulduğu bizim istanbul'umuzun yapısında mevcut
olup, zaman içinde bu tarz pazarın
sadece adı kadınlar pazarı adıyla yaşamaktadır. Çünkü sokak hürriyeti şartların
ve kıyasın getirdiği çözümler yoluyla değiştirilmiş bu günkü hayattan daha
mütevazi ve edebli hâl yaşanmıştır. Ancak şunu da hatırlatmak gerekir ki, bazı
hayır kurumları, Kızılay, Yeşilay, Çocuk Esirgeme kurumlarını büyük şehirlerin
fakir ve gariblerini günde hiç değilse bir öğün doyurabilecek hizmete organize
edilebilseler ne güzel olur. Kırk sene evvel, İstanbul'da Sansaryan han'da
emniyet müdürlüğünün bulunduğu yer- deki Emniyetin tabldotunda pek ucuza,
sivil halkında girip öğlen yemeği yediği dönem olmuştur.
Sultan Aziz'in Özellikleri
Bir insanın ahali tarafından şahidi olunmayan hususiyetlerini yakınları
ve de çalışma arkadaşları biiirler.Bunlara bir de vazifeleri o kişiye hizmetle
görevli olanlar şahsi ahvaline muttali olurlar. Padişahlar da böyle olup,
Sultan Aziz hazretleri de bunlardan biridir, nitekim, Şeyhülislâm Hoca
Saded-din Efendinin babası, Hasan Çan'ın oğluna anlattıkları olmasa ve merhum
şeyhülislâm, bunu târihlerin muhteşemi olan Tâc'üt tevarih'de yazmasaydi
nereden öğrenecektik bunları misali, Abdülaziz han'inda hizmetinde bulunanların
padişahın ahvaline vukufları tabiidir. Bu hususta saray hizmetinde olanların
anlatımında ortak noktalar pek ziyadedir.
Adetâ söz birliği etmişlercesine ifadeleri, önce namaz hususunda
olup, evkat-ı hamseye, yâni beş vakte hassas olduğunu sabah namazının ise
müdavimi olduğu, namazdan bir vakit sonra yeniden yaptığı Sünnet-i Resulallaha
ittiba ile Kaylule yapmasıdır. Devletin işleriyle meşguliyeti daha ziya-je
öğleden sonraki vaktini alırdı demektedirler. Tasavvufi anlayışındaki
derinlik, onun nısfiye çalışında kendini belli ettiğini söyleyenler ekseriyeti
teşkil ederler. Geceleri çok geç yatarlar fakat sabah ezanını huşu içinde
dinlerdi. Yaz geceleri saray'ın salonunun geniş pencerelerini açar 3.Selim gibi
Bo-ğaziçine doğru yönelerek elindeki ney'i üfler, denizin hışırtısına o yüce
sazdan çıkan nağmeler eşlik ederdi. Yorulmak bilmez saatlerce ney'ini üflerdi.
Şarkılarının çoğunu kendi güfteleri teşkil etmektedir. Muhayyer devr-i hindî
makamına bir hâne ekleyecek kadar nota'ya vakıf olup, amcası 3.Selim ve pederi
2.Mahmud'un seviyesine yükselmiş besteleri vardır. Aşağıda güftesini vereceğim
eseri, sevgili hanımı Mihrişah Sultan'm, hastalığı esnasında ön ce güfteyi
yazmış, bilahire bestelemiş ve kendisine hediye etmek inceliğini gösterecek
kadar da hassas bir aşık olabildiğini sergilediği söylenir bir çoklarınca..
" Bihuzurum nâle-i mürg-i dil-i divaneden Fark olunmaz cism-i
bimarım bozulmuş ianeden, Bunca derd-i mihnete katlandığım âyâ neden? Terk-i
can etsem de kurtuls^m şu mihnethâneden."
Askeri doktorlardan miralay Galip Bey, padişahın irtihali
sonrasında padişahın evrak-i metrûkesini tasnif için vazifelenmiş heyete
riyaset ederken, Sultan Aziz'in eünden çıkma rika ve sülüs levhaların hattına
hayran olduğunu belirtmekten kendini alamamış dahası bir kaç tane kara kalem
tabloyu, yarım bırakmış olduğu şarkı bestelerinin hükümet kara-nyla Sultan
Aziz'in büyük oğlu Yusuf İzzeddin Efendiye verildiğini ifade ederken her
birinin san'at eseri olduğunu söylemeden edemediği görülür.
Çok kuvvetli bir itikada sahip olan Sultan Aziz'in Şeyhi,
Sadreddin Çelebi olup, şer'î ilime Rumeli Kazaskeri, Eğinli Zeynelabidin Mehmed
Efendi'nin hocalığında vukufiyeti olmuştur. Pek güzel üflediği nay(ney)de
üstadı Ferik Neyzen Yusuf Paşadır. Musikî ve hat derslerinde hocası ise 1801
ile 1876 yılları arasında Ömür süren Mustafa İzzet Efendidir. Bu zât son
dönemin en'lerinin başında gelir, nâkiybüleşraf, büyük hattat, müthiş bir
bestekâr, güfteleri hayli olan şâi-r, müellif yâni bu günkü lisanla yazar,
hânende(şarkı söyleyen), ney virtiözü olup, hem Kadiri hem de Nakşi idi.
Padişahın diğer bir hocası Rumeli pâyeli Akşehirli Ömer Efendidir. Mümtaz
Efendide Fransızca, Coğrafya ve Târih dersinin hocasıydı.
Efendim Sultan Aziz'in çok güzel bir bestesi de acem-i kürdî
sirtosudur. 2000 yılı yazının ortalarındaydik. O sırada Radyo/Çağ'da târihi
vak'aları ağırlıklı olarak anlatmağa çalıştığım Metanet Köprüsü adı verdiğimiz
bir programım vardı iki saat sürüyordu târihe merak duyan dinleyenlerim ricalar
da bulunurlar, bu sohbet esnasında padişahların bestelemiş oldukları eserleri
çaldırmamı isterlerdi. Fakir de; İstanbul Büyükşehir Belediyesin ce, Kültür
Anonim Şirketinin delaletiyle Lâlezar Mûsikî Topluluğuna yaptırtmış olduğu
CD'lerden mürekkep güzel bir albümü, bizzat İstanbul Şehre-minî olan, Ali Müfit
Gürtuna Beyefendi bize ihda buyurmuşlardı. Ben de o parçalan çalardım. Böylece
eserden müessire biz de, dinleyende vecde gelirdik bu padişah bestelerinin nefasetinden.
İşte bir gün program saatime giderken Kısıklı'da otobüsten inmiş ve Küçük
Çamlıca'ya tabanvayla çıkacağımdan, Kısıklı Abdullah Efendi Camii şerifinde
namazı İade edip, yokuşa kendimi öyle vurayım dedim. Hemen camiin volunu
tuttum. O sırada volkmenimin kulaklığından Sultan Aziz hân'm bestesi olan acemi
kürdi sirtonun o nefis nağme-|erjni duymağa başladım. Camiin kapısına
yaklaşıyordum ve ben de adımlarımı küçültüyor, yürüyüşümü yavaşlatıyordum.
Parça bütün nefasetiyle icra olunuyor, ben huşu içinde dinlemekteyim. Fakat
bitmiyor, ben ise her küçük adımla câmün kapısına yaklaşıyordum. İçeri girmeden
icra tamamlansa diye dua ederken, meyana geçen icraacılar beni, parça bit-
meden içeri girmeme kararına vardırdılar. Kapıda dikilmişini, parçanın
nihayete ermesini bekliyorum ve de bir elimle usûl tutuyorum. Arkamda bir ses,
ya gir ya çekil!
Diye seslendi. Yol verdim geçti. Parça bir kaç saniye sonra
nihayetlendİ. Kün emrinin yâni ol emrinin verildiği anın; kaf -dan, nuna gelen
zaman diliminin o yakalanamaz ahengini bir çoban, dağlarda tepelerde ararsa,
bir sultanda saray salonunun akıp giden boğaz sularına bakarak ne için
aramasın? Bizim gibi bir nadan da, o arayıcının eseri olarak düzene girmiş,
acemi kürdî sirtoyu dinlerken farkında olmayarak, camiin kapısını varsın
tıkamış olsun ne çıkar.
Kutay'ın Kaleminden Hâl Ve Katl
Kim ne derse desin, insanlar kendi fikirlerini müdafaaya kimseye
hakaret etmemek şartıyla tabii hak olarak görüp bunu yaşayabilmelidir. Bir çok
kimse ve ben de kimilerinin yorumlarına katılmasamda, târih ilmine, millet
hafızasına yaptığı hizmetleri göz önüne ctîarak kimseyi sıfırlamam ve bu
mevzuda şöyle düşünüyor, bu bakımdan bütün düşünceleri keen-lemyekün'dür demem.
Her çiçekte bal olacağını düşünürüm. Midhat Cemal Kutay büyük yanlışlarının
yanında millet hafızası olan târihimize ait nice hatıratı, vekayii yâni
olayları, engin osmanlıcasıyla gün yüzüne çıkartmış, nice nisyana düşürülmüş
millet evlatlarının yeniden okunmasına öğrenilmesine yol açan ifşaatlara imza
atmıştır. Bu gün yüz yaşına yaklaştığında berrak hafızası ile târihe bakışını
devam ettirebilmesi kendisi için bir nimettir. İşte bu zâtın; Avrupa'da Sultan
Aziz adlı kitabının 267.sahifesinden şu alıntıyla baslıktaki ifadeyi değerli
okurlarıma nakledeyim diye karar verdim. "Sultan Abdülaziz'i tahttan
indirmek isteyenlerin başında Midhat Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Mütercim
Rüştü Paşa ile Şeyhülislâm Hayrullah Efendi vardı. Bu hava içinde Sultan
Aziz'e nihayet, Sultan Aziz'e karşı bir darbe hazırlan mış ve plânlanmıştı. Bu
plan 30/mayıs/1876 Salı gecesi uygulamaya konuldu. Sultan Aziz'in kaldığı
Dolma-bahçe Sarayı derin bir sessizliğe gömülmüş uykuya dalmıştı. Hafif bir
yağmur yağıyor boğazdan esen rüzgârın etkidiyle çırpınan dalgalar Dolmabahçe
Sarayının rıhtımını dövüyordu. Padişahın kendisine karşı hazırlanan darbe
teşebbüsünden haberi yoktu. Harp okulu öğrencileri her akşamki gibi yat borusu
yla beraber atakhanelerine çıkmışlardı. İki saat sonra Taksim tarafından bir
araba gelerek Harpokulu'nun kapısının önünde durdu. Arabadan Süleyman Paşa
indi. Okulun subayları tarafından karşılanan Süleyman Paşa,ku-mandan odasına
çıktıktan sonra subayların hepsini topladı ve şunları söyledi: <.Arkadaşlar
devlet ve millet bu gece sizlerden büyük ve kutsal bir görev beklemektedir.
Eğer bu görevi yerine getiremezseniz devletimiz yıkılacak ve milletimiz
perişan olacaktır Devlet işleri Rusların eline düştü. Babıâli Rus elçiliğine
döndü. Vükela ve ulema Sultan Abdülaziz'in tahtından indirilmesine karar verdi.
Hizmetin büyüğünü siz-leşe emanet ettiler. Öğrencilerle birlikte doğruca saraya
giderek padişahı tahttan indireceğiz> Şeklinde hi tabesine başlayan
Süleyman Hüsnü Paşanın şöyle devam ettiğini ifade eder Kutay: "Subaylar
bu teklifi kabul etti ve kalk borusu çaldırarak topladıkları öğrencileri silah-
[andırıp yola çıkardılar, öğrencileri
Gümüşsüyü kışlasının arkasından Dolmabahçe
sarayının önüne geldiler. Paşalar burada bulunuyordu ve saray askerler
tarafından sarılmıştı. Sü-leuman Paşa yanına aldığı bir kaç subayla beraber
Şehzade Murad'ın kaldığı dâireye gitti. Şehzade Murat'ı uykusundan
uyandırdılar. Süleyman Paşa; telaş ve heyecan içindeki şehzadeye şöyle dedi:
<Amcanız Sultan Aziz millet ve vükela tarafından tahtından indirildi. Siz
tahta çıkarıldınız> Sultan Murat'ı tahta çıkarmak için bir arabaya
bindirerek saraydan Serasker kapısına götürdüler. Hemen cülus ı<v: in atıldı.
Top seslerinden uyanan Sultan Abdülaziz heyecan ve tedirginlik içinde:
-Bu toplar cülus topuna benziyor! Dedi.
Sultan Aziz'in annesi içeri girerek, Murat'ın taht'a çıkarıldığını
soluk soluğa oğluna bildirdi. Abdülaziz neye uğradığını şaşırmıştı, üzgün oe
endişeli bir tavırla sara- yın salonunda dolaşmaya başladı. Paşalar, Sultan
Aziz'i Topkapı Sarayına götürmeyi kararlaştırdılar Karar Sultan Aziz'e
bildirilince kendisi gitmek istemedi fakat ik- inci defa aynı karar kendisine
iletilince kılıcını beline kuşandı. Yanına şehzadelerinden Yusuf İzzeddin Ue
Mahmud Celaleddin'i alarak Dolmabahçe sarayının rıhtımına indi. Rıhtımda duran
çifte saltanat kayığına binerek Topkapı Sarayına götürüldü. Tahttan indirilen
Osmanlı padişahını Topkapı Sarayında 3.Selim'in öldürüldüğü odaya koydular.
Bu^duruma çok üzülen ve telâşa kapılan Abdülaziz: <Amcam Sultan Selim'in
kaldığı oda burasıdır diye endişesini belirtti. Kendisininde öldürüleceği
düşüncesi kafasının içine bir hançer gibi saplanan 32. Osmanlı padişahı Sultan
Aziz'in manevi gücü yıkılmıştı. Bu hava içinde oturup yerine geçen 5.Sultan
Murad 'a şu mektubu yazdı: <..Önce Cenab-ı Hakk'a sonra da size
sığınıyorum. Millet hizmetinde çok çalıştım. Fakat muvaffak olamadığıma çok
üzülüyorum. Sizin muvaffakiyetinizi temenni ederim. Kendi silahlandırdığım
askerlerim beni bu hâle soktular Duyduğum acılardan beni kurtarmak için başka
bir yere naklimi rica eder, Osmanlı saltanatını Abdütmecid Hân nesline terk
ederim.> Sultan Aziz bu mektubu yazdıktan sonra yanındakilere: <beni
öldürecekler> diyerek korkunç endişesini tekrarladı.
Taht'a çıkan 5.Murad, saltanatının kendisinden önceki sahibinin
mektupta bildirdiği isteğini kabul etti ue Sultan Aziz'i Feriye Sarayına
naklettirdi Sultan Abdülaziz, tahtdan indirilişini bir türlü İçine
sindiremiyor geceleri gözü uyku tutmadığı için sinirli bir halde odasında
dolaşıp duruyordu. Abdülaziz, Feriye Sarayında geceli gündüzlü Kuran-ı Kerim
okuyor, namaz kılıyordu. Sultan Abdülaziz'in bir hapis hayatı içinde günlerini
geçirdiği Feriye sarayının çevresini asker kuşatmıştı. Nöbetçi subaylardan
birinin, kendisine Aziz Ffendi diye hitab etmesi, bir iki gün öncesinin
saltanat temsilcisi eski padişahı çok üzmüştü, adetâ kahretmişti. Sultan
Aziz'in tahttan indirildiğini duyan Rus büyükelçisi de çok şaşırmış ve adetâ
deli'ye dönmüştü. Büyükelçi; Rusya'nın bu işe rıza göstermeyeceğini söyleyerek
tehditlere başlamıştı. Ruslar elçilik binalarına da bayrak asmamışlardı.
İngilizler ve Fransızlar İse Sultan Aziz'in tahttan indirilmesini memnunluka
karşılamışlardı. Feriye Sarayında sonu endişeli bir bekleyiş içinde Sultan
Aziz'in gün geçtikçe sinirleri bozuluyordu. Sert mizaçlı ue iri yapılı Sultan
Aziz'den paşaların hepsi çekiniyordu. Hüseyin Auni Paşa, padişaha belindeki
kılıçla, öteki silahları aldırtmıştı. Bu olaydan sonra Abdülaziz'in öldürüleceği
yolundaki endişesi kâbuslu bir inanç hâline gelmişti. Ve biliyorduki, kendinden
önce tahttan indirilen padişahların hepsi öldürülmüştü.(Bu ifadeye katılmak
mümkün deâil.m.h) Osmanlı saltanatının bu acımasız ve kanlı geleneği şimdi
kendisini bekliyordu. Bu korkunç inanç içinde kıvranan Sultan Abdülaziz
geceleri sık sık uya- nıyor yatağından fırlıyor ve pencerenin Önüne koşuyor
endişeli bakışlarla dışarısını gözlüyordu. Sultan Aziz; bir sabah kahvaltı
için bir kâse çorbayla ekmek istemişti Çorba olmadığından, kendisine lapa
gönderilmişti, üzüntü ue sinir cenderesindeki Abdülaziz lapayı yemiyerek geri
göndermişti. Bu haua içinde Sultan Aziz son günlerine geldi ue tahttan
indirildikten otuzbeş gün sonra, esrarı bugün de kesinlikle aydınlanmamış bir
biçimde intihar etti veya öldürüldü. Sultan Aziz,4/haziran/1876 Pazar tesi
günü Mabeynci Fahri Bey'i çağırtarak ondan günlük gazeteleri istedi. Gazeteleri
inceden inceye okuyan Sultan Aziz gördüki, hayat kendisinin dışında akışına
devam etmektedir Annesinden sakalını düzeltmek İçin bir makasla bir ayna
istedi. Târihin esrarı işte bu makas üzerinde düğümlenmektedir. Olayın bundan
sonrası târihte iki ayrı şekilde yer almaktadır. Önce birinci şeklini
anlatalım. Sultan Aziz'in bu makasla biteklerini kestiğini kabul eden rapor olayı
şöyle ortaya koymaktadır; <Suttan Abdülaziz annesinden makas aldıktan sonra
yattığı odanın kapısını kilitledi. Makası eline alarak her iki kolunun kan
damarlarını o küçük makasla kesmiş, fazla kan kaybından yere düşerek
ölmüşlüı:> Sabahleyin odanın kapısı açılmayınca ve içeriden bir ses
alamayınca, kapıyı kırıp içeri girenler Sultan Aziz'in kanlı cesedini minderin
önündeki tyasırın üzerinde buldular.
Abdülaziz'in ölümünü bir intihar değilde cinayet olarak kabul eden
görüş ise hazin olayı şöyle anlatır: "Sultan Abdü-laziz'i tahttan indiren
Mütercim Rüşdü Paşa, Hüseyin Avni Paşa, Midhat Paşa, Şeyhülislâm Hayrullah
Efendi herşeye hâkini durumdaydılar. Bu ıslahatçı gurup, Sultan Aziz'i tutmak
maksadıyla kuvvetli ue iri yapılı dört pehlivanı Feriye Sarayına gönderdiler.
Bunlar Cezayirli Mustafa Pehlluan, Yozgatlı Mustafa Pehlivan, Mustafa Çauuş ue
Boyabatlı Hacı Mehmed Pehlivandı.
Mabeynci Fahri Bey'de hükümetin adamı olarak buradaydı. Fahri Bey
de güçlü kuvvetli bir bünyeye sahipti Geceyi karakolda geçiren pehlivanlar
sabaha karşı Fahri Bey tarafından Feriye Sarayına alındılar Fahri Bey,
Yozgatlı Mustafa Pehlivana beyaz saplı keskin bir çakı verdi. Ali ve Necip adlarında
iki subayda bu pehlivanlara yardım etti Pehlivanlar Abdülaziz'in yattığı odanın
penceresinden içeri girdiler. Tav-şan uykusu denen hafif bir uykuyla kendinden
geçmiş olan Sultan Aziz,iri kıyım pehlivanları karşısında görünce birden yerinden
fırladı. Bu sırada bir pehlluan kadar kuvvetli olan Mabeynci Fahri Bey,eski
padişahın üzerine atılarak kollarını tutup arkasında çaprazladı. Cezayirli
Mustafa ile Boyabatlı Mehmed, Sultan Aziz'in dizlerinin üzerine oturup onu hareketsiz
duruma getirdiler, Yozgatlı Mustafa da elindeki çakıyla Abdülaziz'in bilek
damarlarını kesmeye hamlettiği sırada Sultan Aziz, kahveci çıraklığından
mabeynciliğe getirttiği Fahri Bey'e şöyle dedi:
-Şu kestirmeğe kıydığın eller sana bir kaç gün önce sedef bir
teşbih vermemişmiydi? ..Sultan Aziz sözünü tamamlaya-mamıştıkı, çakının
damarlarının içine girmesiyle:
-Aman Allahım! Diye feryat etti. Sultan Aziz'in ağzına mendil
tıkadılar. Bu dehşet verici cinayetin işlendiği odanın kapısını Necip ve Ali
adındaki subaylar tutuyordu. Sultan Abdülaziz kanlar içinde yere yuvarlandı.
Odadaki makası da olaya cinayet süsü uermek(vermemek olması lâzım! M.H) için
cesedin yanına bıraktılar. Bu kanlı cinayetin işlenmesi ve suçlularının kaçması
beş dakika kadar sürmüştü. Sultan Azı z'in öldürüldüğünü duyan cariyeler ve
annesi Perleuni-yal Sultan feryada başladılar Annesi, oğlunun kanlar içindeki
cesedine kapanarak göz yaşı döktü. Hüseyin Avni Paşa Kuzguncuk'taki yalısından
beş çifte kayığına binerek kısa zamanda Feriye Sarayına geldi. Abdülaziz'in
cesedi karalola aötürülerek, oradaki kahve ocağının yanında erlere mahsus olan
ot minderlerden birinin üzerine konuldu ve üzerine de pencerelerden birinin
perdesini çıkarıp örttüler. Aradan çok. geçmeden yabancı elçiliklerden
doktorlar gelerek, Sultan Aziz'in intihar ettiğine dair rapor verdiler "
Böylece 1950'den beri ülkede bir takım târihî vak'aların arka
plânını sunan Midhat Cemal Kutay'ın Abdülaziz Hân, Öldürüldümü? İntiharını
etti? Sorusuna dâir iki hususuda, nakletmiştir ve bizde sahifelerimize alarak
tercihi okura bıraktık.
18/Şubat/1830'da dünya'ya gelen Abdülaziz Hân, 46 sene, 3 ay, 6
gün berhayat olduktan sonra 4/Haziran/I876'da irtihal-i dâr-ı beka eyledi.
Sultan Mahmud Türbesine defno-lundu, bu türbede daha sonra da 2.Abdülhamid Hân'da
def-nolunduğundan, Çenberlitaşla Di vanyolu yolu arasında ve Türbe durağı
olarak anılan yerde, Köprülüler Kütüphanesi ile karşı karşıya olan türbede üç
padişah, Sultan 2.Mahmud, Sultan Abdülaziz ve 2.Abdülhamid Hânlar ebedi
uykularını uyumaktadırlar. Sultan Aziz, 32.Osmanlı padişahı olup, 24.Osmanlı
halifesidir.
Sultan Abdülaziz'in Hanımları Ve Çocukları
Sultan Abdülaziz Hân; beş hanım ile izdivaç yapmıştır. Bu
hanımlarından yedi tane kızı altı tane erkek evlâdı olmuştur. Bu izdivaçlarının
ilkini, Batum 15/mart/1835 doğumlu Dürr-i Nev hanım ile 1856'da Dolmabahçe
sarayında yapmıştır. Bu hanımefendi'den birinci evlâdı olarak, Yusuf îzzeddin
Efendiyi dünyaya getirmiş, peşinden de Salına Sultanhanımı Abdü-laziz Hân'a
vermiştir. Sultan Aziz'in saltanatı boyunca başka-dınefendi olarak ömür
sürmüştür. Evlilikleri 20 yıl sürmüştür. Padişahın şehadeti ile evliliğin sonu
gelmiştir. Bey'inin arkasından 19 sene, 6 ay berhayat olmuştur.4/aralik/l
895'de Feri ye Sarayında irtihal-i dar-i beka eyleyen Dürr-i nev hanımefendi,
Abdülaziz'inde defne edildiği Sultan 2. Mahmud Türbesine i'tırnak olunmuştur.
Meşhur tenisçilerimizden Enes Talay, Dürrinev kadmefendi'nin yeğeni olup, yine
meşhur Ressam İbrahim Çallı'mn kızı Belma hanım ile izdivaç-yapmıştır.
Sultan Abdülaziz Hân, 2. izdivacını da Edâdi! hanımefendi ile
yapmış olup, bu hanımın 1845'de doğmuş olduğunu, izdivacın ise 1861'de
vukubulduğunu bu evliliğin meyvesi oia-rak şehzade Mahmud Celâleddin Efendi ile
küçük yaşta vefat eden Emine Sultanhanımı dünya'ya getirmiştir. Evlilikleri 14
sene sürmüş Edadil hanımefendi 30 yaşında olduğu halde 1875'de vefat etmiştir.
Makberesi Sultan 2.Mahmud türbesi olmuştur.
3. İzdivacını Sultan
Abdülaziz Hân,1846 doğumlu Hayran-ı dil hanımefendi ile yapmış, bu hanımefendi
Kars doğumlu olmakla beraber Çerkesler'den olduğunu da söyleyelim. Bu
hanımefendi ilk olarak Nâzime Sultanhanımı dünya'ya getirmiştir. Bilahire,
sadece halife sıfatıyla Osmanlıyı temsil edecek olan, Abdülmecid Efendi
dünya'ya gelmiştir.
26/Kasım/1895'de 49 yaşında olduğu haide Ortaköy'deki saray da
vefat eden Hayran-ı dil hanim, Dürrinev hanımın vefatıyla 1.kadınlığa irtika
eylemişti. Sultan 2. Mahmud türbesine defnolundu.
4. Evlilik, Sultan
Abdülaziz'e Neşerek hanımefendi ile nasip oldu. 1848'de İstanbul civarında
dünya'ya gelmiş olan bu hanımefendinin asıl adının Nesteren, kısaltılmış olarak
Nesrin olduğunu T.Yılmaz Öztuna Beyefendi, Hanedanlar adlı eserinde kaydediyor.
Vefatı maalesef, hâl esnasında hasta olan bu hanımefendi,o haliyle sandal'a
bindirilmiş yağan yağmur altında ıslanması hastalığın ilerlemesine sebeb olmuş
1 l/haziran/1876'da 28 yaşında olduğu halde padişah kocasının şehadetinden 7
gün sonra vefat eylemiştir. Bu hanımefendi Çerkeslerden Burahay kabilesi şefi
Gazi İsmet Bey'in kızı idi. Kuzey Kafkasya muhaceratı esnasında Silivri'ye
gelip yerleşmişlerdi. Yenicâmi Türbesinde gömülüdür. Hüseyin Avni Paşa'yi,
Midhat Paşanın konağında basıp öldüren, şehid-i aziz Yüzbaşı Çerkeş Hasan Bey,
bu hanımefendi hazretlerinin kardeşidir. Bu zât hakkında ilerliyen
sahifeleri-mizde asrın en cesurane hareketini anlatan ve daha önce Cuma
Dergimizde yayımlanmış bir yazımızı okuma parçası lejandı altında
okuyacaksınız.
Padişah Abdülaziz Hân'ın 5.hanımefendisi,8/Temmuz 1856 Hopa
doğumlu Gevheri kadınefendidir. İzdivaçların! gerçekleştirdikleri târih 1872
olup, Esma Sultan ile Şehzade Seyfeddin Efendinin valideleridir.
6/Eylül/1884'de 28 yaşında olduğu halde ahiret yolculuğuna çıktı. Yenicâmi
5.Murad Türbesine defnolundu.
Sultan Abdülaziz Hân'ın kız çocuklarına gelince bunlar, sırasıyla
1862'de doğan Saliha, 25/Şubat/1866'doğum!u Mazime, 30/Kasım/1866 doğumlu
Emine, 21/Mart/1873'de doğmuş bulunan Esma ve 1874'de Fatma,
24/Ağus-tos/1874'de doğmuş bulunan Emine ve babasının vefatından sonra 1877'de
doğup aynı yıl vefat eden Münire Sultanha-nımlardır.
Bunlardan; Sâliha Sultanhanım, 1941'de Kahire'de 79 yaşında olduğu
halde vefat etmiştir. İlk nişanlısı, Prens İbrahim Hilmi Paşa olmuş fakat
Sultan 2.Abdülhamid tarafından nişan iptal ettirilmiştir. 20/nisan/1889'da
Zülküfl Ahmed Paşa ile izdivaç ettirilen Saliha Sultanhanımın evliliği 53 sene
imtidat etmiştir. Paşa 1941'den sonra vefat etmiştir.
Nâzime Sultanhanım, 25/Şubat/1866'da Dolmabahçe sarayında
doğmuştu. 1947'de Beyrut'un Cünye kasabasında 80 yaşında olduğu halde vefat
etmiştir. Dadssı Tâhir Mevlevi Olgun'nun annesidir. Şam'da, Sultan Selim
Camiinde med-fundur. Bu sultanhanım Damad Ali Hâlid Paşa ile Yıldız Sarayında
20/Nisan/1889'da evlendi. İzdivacı 58 yıl sürerek 1947'de vukubulan vefatıyla
sonuçlanmıştır.
üçüncü Sultanhanım olan Esma Sultan 21/Mart/1873'de dünya'ya
gelmişti. Esma Sultan: 20/Nisan/1899'da ablalarının düğünüyle birlikte
yaptıran Sultan 2.Abdülhamid, Kaba sakal Çerkeş Mehmed Paşa ile evlendirdi. İzdivacının
10. yılının 17. gününde eskilerin vâz-ı hami dedikleri doğum esnasında
şehîden vefat etti. Kabasakal Çerkeş Mehmed Paşa 2.Meşrutiyetin akabinde
vukubulan 31/Mart hadisesi sonrasında İttihatçılar tarafından idam edildi.
4. kız olan 24/Ağustos/l 874 doğumlu Emine Sultan, 12/Eylül/l
901'de Yıldız Sarayında Damad Mehmed Şerif Paşa ile izdivaç etti ve bu 18
sene, 4 ay, 17 gün süren bir evlilik dönemi geçirdi. Emine Sultanhanım, 46
yaşın içinde olduğu 29/Ocak/1920'de vefat ederek, 2. Mahmud Türbesine
defnolundu. Diğer üç kızı ise bir biyografi verecek kadar yaşayamadılar.
Sultan Abdülaziz'in erkek çocuklarına gelince 1 l/Ekim/1857'de
dünya'ya gelen ve Yusuf İzzeddin adı verilen şehzade, o sıralarda şehzadelerin
çocuk sahibi olmaları memnu yâni yasak olduğundan, bu şehzade, babası
Abdüla-ziz padişah oluncaya kadar Eyübsultan semtinde Kadri Bey adlı bir zâtın
evinde büyütüldü. Bu ızdırab verici hâli bizzat yaşayan Sultan Aziz padişah
olduğunda, şehzadelere çocuk sahibi olma yasağını kaldırma suretiyle bu gelenek
ilga edil-oldu. Enteresandırki, bu
veliahtda pederi Sultan Aziz'in irtihali gibi meşkûk kalmış bir intiharmı?
Cinayetmi? Sorusunu sorduracak tarzda hayatı noktalanmıştır. Veliahd Yusuf İzzeddin
Efendi'yi, İttihatçıların tertiplediği bir cinayetle öldürüldüğü, Tank Yılmaz
Öztuna gibi ciddi bir târih araştırmacı-smca da iddia olması hayli
düşündürücüdür. Çünkü bu zât, İttihatçıları hayli çatıyor, Mehmedçiğin 1.
harbin cereyanı sırasında boş yere harcandığını müessir şekilde ortaya koymaktaydı.
Ne varki, yine veliahd'ın hayatı hakkında kanaatlerini belirten hatırat
sahipleri, bu zâtı akli bakımdan biraz tereddide bulduklarını kapalı şekilde
ifade ederler. 1/Şu-bat/1916'da 58 yaşında olduğu halde esrarengiz bir şekilde
ölümü vukubuldu. Dedesi; Sultan 2. Mahmud'un türbesinde defnolundu.
Sultan Aziz'in 2.oğlu ise saltanatın ilgasından sonra sadece
halife olarak hanedanı temsile vazifelendirilen ve 2. Ab-dülmecid dense yanlış
olmayacak olan Abdülmecid Efen-di,29/Mayıs/1868'de Dolmabahçe Sarayında
doğmuştur. Validesi Hayran-i Dil Kadınefendidir İslâmm zahiri hilafette
sonuncusudur. Milli mücadeleyi bütün açıklığı ile beğenmiş ve desteklemiştir.
Oğlunu Anadolu'ya geçmesi için yollamıştır. 1908 Meşrutiyetinden sonra
sokaklarda bir başına gezdiği, Beyoğlunda kitapçı dükkânlarından alış-verişi
bizzat yaptığı görülmüştür. Çok muazzam bir ressam idi. 23/Ağus-tos/1944'de
Paris'de 76 yaşında olduğu halde kalp krizi neticesinde terk-i hayat
eylemiştir. Borçlar yüzünden nâşi 30/Mart/1954'e kadar Paris'de bir klişede
kalmıştır. Zikrettiğimiz târihde Medine'de Harem-i Şerifde defnolunmuştur. Beş
lisanı, Arabça, Farsça, Fransızca, İngilizce ve Almanca-yı bilirdi. Batı
dünyası müzelerinde yapmış olduğu resimlere rastlamak kabildir. Hazindir ki,
Halife Abdülmecid Efendinin İstanbul'u terke mecbur bırakıldığı gece h.1342
yılının Miraç kandilinin te'sit olunduğu yıldır. Bilindiği gibi, İki Cihan
Ser-verİ Efendimiz o miraç gecesinde dostun yanına irtika ederken,
1342/1924'de hilafet yokluğa itilirken, halife ise yâd ellere sürülüyordu.
Hemen ilâve edelimki, şedid emirlere rağmen, halifeyi yola koyan devrin
İstanbul Valisi ve Şehre-minî Ali Haydar (Yuluğ) merhumun ve devrin İstanbul
Emniyet Müdür Sadeddin Bey, sabırla meseleye yaklaşıp, şahs-ı mâneviyi asla kederdide
edecek ahvâle giriftar etmemişlerdir.
Sultan Abdülaziz Hân'ın 5/Haziran/1872'de Dolmabahçe Sarayında
Mehmed Şevket adı verilen bir şehzadesi daha dünya'ya geldi. 22/Ekim/1899'da
vefat eden Şevket Efendi fevkalâde piyano çalan bir şehzadedir. Babası şehid
edildiğinde 4 yaşında olan Mehmed Şevket Efendiyi 2.Abdü!ha-mid Hân çok sevmiş
ve hep himaye etmiştir. Bu zâtın kabri hakkında malumat elde edememİşizdir.
Mehmed Seyfeddin Efendi ise 22/Eylül/1874'de dünya'ya gelmiş
3.oğul olup, 19/Ekim /]927'de Fransa'nın Nis şehrinde hayatının sonuna
gelmiştir. Şam'daki Sultan Selim Camiinde defnolunmuştur. Seyfeddin Efendi
mûsikî dünyasında besteleri ile pek ünlüydü. Güzel sanatların bir çok dalında
üstad mesabesinde olduğu bilinmektedir. Türkiye'de bulunan en mükemmel org, bu
zât tarafından Paris'ten satın alınıp getirilmiş, daha sonra da, 1924 senesinde
Fransa İstanbul elçilik klisesince bu org satın alınmıştır. Seyfeddin Efendi
1924'de Çamlıca da Bağlarbaşında Necib Molla'dan satın alınan köşkünde İstanbul
Boğazı şeklindeki büyük havuz'un hâla durduğu, İbrahim Hakkı Konyalı merhum
tarafından bildirilmektedir.
Abdülaziz Hân'ın Sadrıazamları
Osmanlı tahtına çıkan Sultan Abdülaziz, biraderi Sultan Mecid'in yadigârı
olarak Emin Mehmed Paşayı makamı sa-daretde buldu ve Kıbrıslı bu paşayı
6/Ağustos/1861'e kadar birlikte çalışmaya ikna etti. 184.Osmanlı sadnazamı olan
bu zâtın yerine Büyük Mustafa Reşid Paşa yetiştirmesi ve de tanzimatın üç
rüknünden biri olarak kabul edilen 181. Osmanlı sadnazamı Mehmed Emin Âlî
Paşa'yı yukarıdaki târih-de tâyin etti ve 22/Kasım /1861'e kadarda görevde
istihdam etti. Âlî Paşanın bu sadareti 4.sadareti İdi ki bun dan önceki
sadaretleri Sultan Mecid'e olmuş, Sultan Aziz ile ilk sadareti olmuştu. Âlî
Paşa infisal ettiğinde, Keçecizâde Dr.Büyük Mehmed Fuad Paşa'nın ilk sadareti
22/Ka sım/1861'de başlamış oldu. Mevlevî dervişi olan bu zât, sadareti
5/Ocak/)863'e kadar elinde tutabildi ve l'sene, 1 ay, 13 gün sonra yerini
Osmanlı sadnazamlarının 187.si olan Yusuf Kâmil Paşa bu târihde 4 ay, 27 gün
sürecek sadaretine başladı. l/Haziran/ 18 63'de infisal etti. Mührü hümayun
yine Mehmed Fuad Paşaya verildi. 3 sene, 4 gün, süren sadareti başladı
5/Haziran/1866'da infisal etti.Bu sadaretiyle sadrı-azamhğı noktalanarak iki
defa geldiği sadaret makamında toplam olarak 4 sene, 1 ay, 17 gün kalmıştır.
Fuad Paşadan sonra makam-ı sadaret, 185. sadrıazam olarak Mütercim
Rüşdü Paşaya verildi bu zâtın 2. sadareti idi. 5/Haziran/1866'da 8 ay, 6 gün sürecek
görevi başladı. Azil esnasında târih ise, 1 l/Şubat/1867 idi. Bu sefer mührü
Mehmed Emin Âlî Paşaya verilerek, 4 sene, 6 ay, 24 gün sürecek ve bu zâtın 5.
Yâni son sadareti olan ve toplamı 8 sene 3 ay, 9 gün sürmüş sadaretlerinin
sonuncusu oluyordu. Vefatıyla görevden ayrılmış oldu ve târih 7/EylüI/187Ti
gösteriyordu. Bunun peşinden Mahmud Nedim Paşa ilk sadareti ne getirildi. 10
ay, 20 gün süren bu sadaret, 31/Tem~ muz/1872'de tamamlandı. 189. Osmanlı
sadrıazamı olan Ahmed Şefik Midhat Paşa, 2 ay, 19 gün süren ilk sadareti
vukubuldu. Ayrıldığında 19/Ekim/1872'ye gelinmiş ve yerine Mütercim Mehmed
Rüşdü Paşa getirilmişti. Bu sadaretin müddeti de 3 ay, 27 gün sürdü. 190.
Osmanlı sadnazamı Ahmed Es'ad Paşa makama getirildi ancak, 1 ay, 28 gün,süren
sadaret 15/nisan/1873'de nihayetlendi. Şirvânizâde Mehmed Rüşdü Paşa 10 ay
sürecek sadaretine başladı.. Görevi bıraktığında 191. sadnazam olarak görev
yapmış târih ise, 15/Şubat/1874 olmuştu. Yerine, Eşekçi lakablı Hüseyin Avni
Paşa getirilmişti. 1 sene, 2 ay, 9 gün süren sadaretini tamamladığında târih
26/Nisan/1875'i bulmuştu. Ahmed Esad Paşa yine sadarete getirilmiş ve bu sefer,
26/Ağus-tos/1875'de biten sadaret müddeti tam 4 ay sürmüştü ve iki defa geldiği
makam da, toplam, 5 ay. 28 gün kalabilmiştir. Celâl Es'ad Arseven mahdumudur bu
paşanın. Bundan sonra Mahmud Nedim Paşa 2. sadaretine başladı ve bu defaki de
pek uzun sürmeyip, 8 ay, 17 gün sürdü. Yerine gelen Mütercim Mehmed Rüşdü Paşa
da 12/Mayıs/1876'da vazifeye başladı ve Abdülaziz Hân'ın mührünü teslim ettiği
son sadnazam oldu. Sultan Aziz, Medrese talebesi olayında, bu zâta mührü
verirken, sizi halk istedi diye bu göreve getirdim, demişti ve bu zatın
döneminde halli ve katli vukubulmuştur. Sultan Abdülaziz; on sadrıazarnla
çalışmış onbeş seneyi ve onbeş defa mührü hümayunu alıp, vermiştir.
Abdülaziz Hân'ın Şeyhülislâmları
Abdülaziz Hân, tahta çıktığında makam-ı meşihat'de Ho-cazâde
Mehmed Saadeddin Ef-ndi bulunuyordu. Yeni padişah bu zâtın görevine karışmadı ve
23/Kasım/1863'de boşalan makama Atıfzâde Ömer Hüsameddin Efendi tâyin olundu
ve bu zâtın meşihati, 2 se ne, 8 ay, 16 gün sürdü, 9/Ağustos/1866'da noktalandı
ve vazifeyi Hacı Mehmed Refik Efendiye tevcih buyurdular. Bu zât; 1 sene, 8
ay, 22 gün sonra 30/Nisan/1868'de Akşehir li Hasan Fehmi Efendiye devretti. Bu
zâtın meşihati de, 3 sene, 4 ay, 17 gün devam etti-ğinde takvimler,
17/EylüI/1871'i gösterirken, Ahmed Muhtar Beyefendi'ye makam-ı meşihat verildi,
bu zât, 1. Ab-dülhamid Hân'ın kızının torunu idi ve 1 sene, 1 ay, 19 gün vazife
yaptıktan sonra 151. Osmanlı şeyhülislâmı Turşucuzâ-de Hacı Ahmed Muhtar
Efendiye 6/Kasım/1872'de devretti. Turşucuzâde, 1 sene, 7 ay, 5 gün süren
meşihatden sonra 1 l/haziran/1874 târihinde Hünkâr imamı (Müfsid İmam), Hafız
Hasan Hayrullah Efendiye devrettiysede, bunun meşihati sadece 1 ay, 8 gün
sürebilmişti.. 149. şeyhülislâm Akse-hirli Hasan Fehmi Efendi 2. meşihatine
getirildi. Vazifede 1 sene, 9 ay, 23 gün kalarak iki meşihatinin toplamı, 5
sene, 2 ay, 10 gün şeyhülislâmlık yaptı ve görevi, 11/ Ma-yis/1876'da yine
Hasan Hayrullah (Şerrullah) Efendiye devretti. Bu şeyhülislâm, Sultan Aziz'in
tâyinini yaptığı son şeyhülislâm oldu. Böylece Sultan Aziz, hüküm sürdüğü
dönem olan onbeş senede dokuz şeyhülislâmla çalışmıştı. Bunlardan, Hasan Fehmi
ve Hasan Hayrullah Efendiler ikşer defa meşihate geldiklerinden, aslında onbir
defa şeyh-ülislâm tâyini yapılmıştır.
Abdüllaziz Hân'ın Muasırları
Abdülaziz Hân'nın yaşadığı devri, dünya üzerinde ehemmiyeti
müşahede olunan manzara, devletler arası rekabetin, sadece yaşamak için değil,
milletini en yüce mertebeye çıkar tacak her türlü sebebe başvurma yolunu
aradıklarıdır. Bu sebebleri bulmak vede bunları kullanabilme hususunda, şerik
temini hükümdarların ve onların danışmanları İle diplomatların ve kanaat
önderlerinin isabetine bağlıdır. İşte o dönemi yaşayıpda adlarını târih
sayfalarına aktarabilen' bazı zevat.
Almanya'da İmparator, Prusya'da Kral olarak Fredrik Gif-yom,
İngiltere de ise Kraliçe Viktorya, Avusturya'da İmparator Fransuva Jozef ki,
aynı zamanda Macaristan Kralı idi. İtalya'da ise Kral Titri ile Viktor Emannuel
vardı. Papalık da ise; 9. Piu. Rusya'da Çar 2. Aleksandr. Fransada da, İmparator
3. Napolyon, Reisicumhur Mösyö Tyers ve Reisicumhur Mareşal Makmahon
bulunmuşlardı. Yunanistan'daysa, Kral Oton ve 1. Jorj bulunmuştu. Şark âleminde
ise İran'da, Şah Nasreddin bulunuyor idi.
Bu padişah döneminin ülke içindeki meşhur zevatdan bazılarının
adlarını kaydetmeden geçmeyelim: Büyük Mustafa Reşid Paşa, Âlî, Fuad, Midhat,
Şirvani Rüşdü, Mütercim Rüşdü, Süleyman Hüsnü, Ömer, Abdülkerim Nâdir, Ahmed
Cevdet, Yusuf Kâmil, Akif, Namık Paşalar ile Şinasi ve Namık Kemâl Beyler ile
Ziya Paşa; ilk akla gelenlerdir.
Hâin İhanetle Geberir
Sultan 2. Mahmud'un vefatıyla Osmanlı tahtına Abdülme-cid Hân
çıktığında sadaretde Hüsrev Paşanın yaşlı ellerine geçince, bu ihtiyar paşa ile
arası haylice açık olan Kapdan-ı derya Ahmed Fevzi Paşa, bu sadnazamın hayatına
kastedeceği korkusuyla, hem kendini hemde bir lokmacık kalmış Osmanlı
donanmasını götürüp, devlete asî olan Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'ya
teslim etmişti. Mısır'da ise, Hüsrev Paşanın 2. Mahmud'u öldürttüğünü,
Abdülmecid'i tahta çıkardığını yayarken, genç padişahında, buna mükafat olarak
Hüsrev Paşayı sadarete getirdiğini yaymıştı. Mısır'da bu dedikoduya
inanmayanlar ile bunu yaymaya çalışan Ahmed Paşa taraftarları arasında
çatışmalar bile çıkmıştı. Kap-tanıderya Ahmed Fevzi Paşa, yeni bir lakap
kazanmış, artık adı Hâin Ahmed Paşa olmuştu.
Bu arada da Abdülmecid Hân, babasının tarzını bırakmış Mısır
meselesinin çözümünü sulh ve sükunet İle çözmeye yönelmişti. Çünkü Nizip
mağlubiyetinin üzerine, hain Ahmed'in donanmayı kaçırması ve o günlerdeki baş
düşmana teslim etmesi böyle bir kararın alınmasına yeterde artardı bile. Bu
hâin hakkında, çalışmamızın deniz hare-kâtları hakkında en birinci kaynağımız
olan, merhum Afif Büyüktuğrul Amiral, eserinin 2. cildinin 389. sahifesinde bu
kapdan-ı derya hakkında şu malumatı veriyor eserine koyduğu dip notta:
"Derya kaptanının gerçek adı Ahrrfet Feuzi'dir. Kendisi de Girit'li-dir.
İstanbul'a geldikten sonra kayıkçılıkla işe başlamış bir kısım Giritlilere
hulul ederek dalkavuklukla askerlik mesleğine girmiş ve hassa müşirliğine
kadar yükselmişti. Derya kaptanlığına Sultan Mahmud'un son günleri olan
("Sultan Mahmud'un vefatına daha iki sene var! m.h), 10/Ka-sım/1836'da
atanmıştı. Mehmed Ali ayaklanmasında donanmasıyta Akdeniz'e çıktığı sırada
3/Temmuz/1839 günü Sultan Mahmud' un öldüğünü haber almış ue yeni sadrıaza-mtn
kendisine karşı husumetini biidiği için, donanmayı içindeki askeriyle birlikte
Mısır'a gidip Mehmed Ali'ye teslim olmuştu. Sultan Meclt'in tahta çıkmasıyla
beraber Osmanlt-Mı-sır sorununun alevlenmesinde bu olayın etkisi büyük olmuştur.
Bu hâin kişi sonunda Mısır'da cariyeleri tarafından zehirlenerek
öldürülmüştür." Demektedir. Böylece donanmasının uğradığı bu ihanetle
deryalarda ne yapabilirdi dev-let-i âliye? İşte kara ordusunun niçin en mühim
unsur olduğu burada kendini belli ettiği görülür. Çünkü, saldıramazsan
sa-vunma-yı kara kuvvetleri ile yaparsın. Muhterem okurum; donanmanın en mühim
unsuru denizlerde hâkimiyeti sağlaması ve ülkenin ticaret gemilerinin, gerek
başka devlet, ge-reksede korsan gemilerine salmış olduğu korkuyla emniyet
içinde seyirlerini yapabilmesini temindir. Biz de ise umumiyetle donanmamız,
yükselme dönemlerinde saldırı vasıtası olmak üzere,tereddi devrimizde de,
savunma mekanizması olarak kullanıldığından, üretime yarayan bir unsur olmamıştır.
Bunu temin için elzem olan, donanmayı her yönüyle büyütmek, her yönüyle
güçlendirmek üretim aracı haline getirmek için hiç tehire düşmeden yapmak,
bunun için para harcamak olmalıydı. Fakat devlet adamları bunu idrak
ediyor-larsada, şu sözleri işi berbad ediyordu: "Paramızmı var ki,donanma
yapalım?"
1839'da söylenen bu sözler bir takım karanlık zihniyeti! insanların
saplanıp kaldığı bahanelerdi. Nitekim daha sonra Sultan Aziz padişah olduğunda
donanmaya gecesini gündüzüne katarak dünya üçüncüsü yapmaya uğraşırken
kulağına duyurulan, israf sözcüğü idi. Vatan müdafaasının en mühim unsuru
donanma imârı, israf kelimesiyle tavsif olunursa, o ülkenin düşman karşısında
müdafaasını temin edermi, israf sözü?
Ancak bu karanlık adamlar her zaman vardır. O günlerde var olanların devamını
biz 1970'lerin sonrasında da qördük, bir
görüş çıkmış, ağır sanayii, harp sanayii, uçak sanayii, fabrikalar yapan
fabrika, kaliteli eleman yetiştiren mektepler, savaş levazımatı diye ufuklar
açarken, ithalatçıların ve montajcıların tâbir-i diğerle makarnacılar ve
gazozcuların cevabı olmayıp, bu teklifleri karanlık oda yaklaşımları ile
makaraya sardırıp, gayeyi mizaha çevirmeleri şeklinde olmuş, söylenene
bakacaklarına söyleyenin inancıyla, edasıyla, sadasıyla uğraşma yolunu
seçtiler. Halbuki; 1974'de Kıbrıs barış harekâtı esnasında elde edilen
başarı, 1963 Kıbrıs olaylarından sonra
askeri tersanelerimizde ürettiğimiz çıkartma gemilerimizin oynadığı rol ne
kadar büyük ve mühim oldu. Halbuki 1963'derı evvel çıkarma ge mimiz olmayıp,
şahinliği meşkuk olan, Mersin limanından bir gemiye vinçle yüklenmeye
çalışılan bir tankın vinçten düşmesi sonunda denize düşmesi bu çıkarma
gemilerini yapmanın kararının alındığını sağlamıştır. Amma ne olmuş, 1970'lerin başında Milli Görüş anlayışı ile
ortaya çıkanlar, bu sloganlarını milletin varması gereken hedefler olarak
siyasi rakiplerine, hatta şahsi düşmanlarına bile kabul ettirmişler ve 1980
sonrasında askeri yönetim dahi bu istikamette yürümüş ve daha sonra F-16
uçakları da imal edilmeye başlanmıştır. 1950'den evvel toplu iğne yapamayan
ülkemiz 1980 sonrasında uçağın imalini gerçekleştirmiştir. Tabiiki uçak
sanayiine önem veren Mehmed Nuri Demirağ'ı kurduğu fabrikayla yaptığı uçaklar,
kurduğu mekteplerde yetiştirdiği sivil pilotlarla millete verdiği hizmeti
minnetle yâd ederken ve bunları 1930'lu yıllarda gerçekleştirmeyi de ayrıca
takdir gerekir. Öte yandan, milli görüş zihniyetinin mimarı Prof.Dr. Necmeddin
Erbakan'ın Kıbrıs savaşı sırasında uçuşa çıkarılamayan bir kaç uçağın neden
uçmadığını sorması ve elektronik arıza var
cevabı aldiğında, târnir ediniz emri verdiğini buna yine cevab olarak,
elektronik bölümleri tamire selahiyetimiz yok, ABD'den teknisyen geiip tamir
ediyor diye kendisine verilen cevaba, Er-bakan, ben size bu selahiyeti
veriyorum, tamir ediniz der. Elektronik teknisyeni bir başçavuş mühürlü kutuyu
açıyor, arszaya bakıyor ki gördüğü sadece altmışbeş kuruşluk bir pilin
tükenmiş olduğudur. Pil değiştirilir ve anza giderilir. Uçak havalanır Kıbrıs
üzerine; zulme son, adalete kapı açmak
için üstüne düşeni yapmak üzere. O güne kadar böyle pil arızaları
üzerine uçamayan tayyarelerimizi uçurtmak için, ABD'ye ne haraçlar ödemişiz
demekki. Bütün bunları 1975'de Baye-zid'de Beyaz Saray'daki yayınevimi ziyaret
etmiş bulunan adını unuttuğum o teknisyen emekli başçavuş anlatmıştı. Bu
bakımdan Prof. Erbakan'ı gösterdiği fleksibite bakımından tebrik ve takdir,
târih yazmaya gayret eden bir insan olarak, üzerime terettüp eden bir
vazifedir.
Öte yandan donanması zayıf olan ülkemizin kontrolü altında bulunan
boğazlar dünya siyaset arenasında daha da önem kazanıyordu.Bu önem kazanma ise,
devlet-i âliyenin lehine olmuyordu tabiiki. Bu bakımdan dünya devletlerinin
boğazlar üzerindeki taleplerini zayıflayan donanmamız çoğaltmaya sebeb teşkil
ediyordu. Bu bakımdan Cumhuriyet donanmasının da mutlaka pek kuvvetli olarak
teşekkül ettirilmesi bu talepleri belki de ta- mamen ortadan kaldırmaya
yetecektir. Türk Târih Encümeninin bültenlerinden bir tanesinde Prof. Hikmet
Buyurun imzası ve "Boğazlar Sorununun Bir Evresi" başlığı
altında çıkan bir yazıda ki bu yazı
Rus gizli belgelerine dayanıyordu. Balkan savaşında Osmanlı devleti boğazları
kapayınca Rus ticareti 11,5 milyon altun
zarara uğramıştı. Bu zarar da Çarlık Rusya'sını, artık kişisel olarak boğazları
almak kararına götürmüştü. Boğazların kapanması Rusya'y1 yıllık olarak 11
milyon ton gemi geçtiği jçin zarara uğratmıştı. Bu gün (1981 yılı)
boğazlardan yıllık olarak 250 milyon ton Rus ticaret gemisi geçmekte olduğu qöz
önünde tutulursa, boğazlar sorununun ne kadar değer kazandığı hemen anlaşılır.
"Şeklinde söz edilen mezkûr yazı aünümüze mühim bir misal olarak Amiral
Büyüktuğrul'un değerli eserinin 2. cildinin 297. sahifesinden alınılanarak dikkatinize
sunulmuştur. Boğazların ehemmiyetini eski reisicumhurlardan Fahri Sabit
Korutürk amiralin şu görüşü ayrıca ortaya koyması bakımından ehemmiyet
arzettiğinden bu noktai nazarı özetlemeğe çalışalım: "Boğazlar bölgesinin
aşağı yukarı birbirine dikey iki aksamı (mihveri) vardır. Anadolu'yu Rumeli'ye
bağlayan mihverine boğazlar bölgesinin kara aksamı Karadeniz'i Ege yoluyla
Akdeniz'e bağlayan aksamına da boğazlar bölgesinin deniz aksamı denebilir. Bunlardan
kara aksamını teşkil eden husus Türkiye'nin iç meselesidir. Sonunda devletin
toprak bütünlüğünü teşkil eder. Deniz aksamı yâni Karadeniz'i Akdenize
bağlayan aksam dünyayı alakadar eden bir meseledir.
Büyük Devletlerin Deniz Staratejileri
Deniz gücü denince ilk akla gelen isim ingiltere olmaktadır. Bir ada
devleti olan İngiltere can suyunu, tuziu suyun üzerinde yüzdürdüğü gemilerin
sayesinde temin etmiş ve bu teminde, İngiliz denizcilerinin gerek askeri
amaçlı, gerekse ticari tercihli her denizcisinin üstüne düşeni yaptığını söyler
her ingiliz vatansever. Kendirife en yakın donanma gücüne sahip rakibine faik
olabilmek için daima onun iki misli gücünde filolara sahip olma tercihini
yapmış ve bundan hiç taviz vermemiştir. İngilizler, bu anlayış içinde dâima üç
filo bulundurmak ve bunları; Anavatan filosu, Akdeniz ve Uzakdoğu filoları
adı ile tânzim yoluna gitmiştir. Bu arada şunu belirtelim ki, büyük
devletlerin ve prensip sahibi ülkelerin idareciieri, yaşamak için kontrol
mekanizması şarttır hükm-ü kaziy-yesine sahip çıkarak, muhtemel bütün rakipleri
kendi içlerinde düzensizliğe itebilmek için, çeşitli entelejans varyasyonlar
plânlarlar. Sultan Aziz'in, İngiltere'ye yaptığı ziyaret esnasında, İngiliz
istihbarat birimleri bu dev yapılı padişahın bir gemi mühendisinden daha fazla
denizciliğe düşkün, bir gemi miçosundan mürettebata en çok ne gerekir hususunda
malumata sahip olduğu şeklinde bilgilenmelerini göz önüne alarak, hemen
padişaha deniz subay okulunda öğretmenlik yapabilecek bir İngiliz yüzbaşıyı
maiyetine hediye ederek, kozasını örmeye başladığını Kurmay Albay ve Tarihçi
Bursalı Mehmed Nihad Bey Larcher'den tercüme ettiği; "Cihan Harbinde Türk
Harbi" adlı esere 2. cildinde şöyle bir kanaat ekler: "..Esasen 1827
yılında sulh. ve sükûn içinde Nauarin Limanında yatmakta olan Osmanlı
donanmasını yakmış ve Osmanlı deniz kuvvetlerini kültürden yoksun bırakmıştı.
1853 yılında da, Kırım Savaşı arefesinde müttefiki Osmanlı devletinin bir
filosunu yaktırmak için Çarlık Rusyasını tahrik etmişti..." dedikten
sonra yukarıda bahsettiğimiz maiyete verilen Yüzbaşı hadisesini bu yüzbaşıyı
danışman olarak kullanacak olanları şaşırtması, donanmamızın inşaasıni mümkün
mertebe geciktirecek, hem de yaptırılmasını önleyemediklerini, hiç değilse
İngiliz gemi sanaayicilerinin tezgâhlarına sokmaya gayret göstermesi esas
vazifesidir mealinde görüş serdetmektedir.
Denizcilik hususundaki mütalaamızın en mühim kaynağımız olan
merhum Afif Büyüktuğrul'un denizcilik târihinin 3. cildinin 1. sahifesinde
yukarıdaki görüşü adeta te'yid etmek üzere sayfanın altına koyduğu 9.nolu
dipnotunda aynen alıyoruz, şunlar yazılıdır: ".Hâkim Amiral Sayın Fahri
Çöker bu kişinin anılarını (milliyet gazetesi yayını) dilimize çevirerek onu,
İkinci meşrutiyet tarih yazarı Ali Haydar Emir Alpaaut'un etkisinde kalarak
uzun uzun övmüştür. <Osmanlı do-nanmasında torpito silahı ve torpito-bot
eğitimini büyük bir başarı ile yaptı..> diye. Halbuki Wood, kendi devletinin
(irı-gilterenin) zırhlılara önem vermesine rağmen Osmanlı zırhlılarının
Halic'e çürüklüğe götürülmesinde etkili olmuştu. Nitekim 2.Meşrutiyette Çarlık
Rusya'sı <Neden İngiliz eğilim kurulunu Türkiye'ye gönderdiniz?> diye
İngiliz hükümetine resmî protestoda bulunduğu zaman İngiltere Dışişleri bakanlığı:
<Biz bu kurulu vermezsek Türk ter Almanlardan eğilin} kurulu alacaklar ve
donanmalarını güçlendireceklerdi. Biz ise, Türkleri yetiştirmek değil
oyalamaktayız> gibi bir resmi yanıt vermişlerdi." demek suretiyle ve bu
bilgiyi İngiliz dış işleri bakanlığı gizli belgelerine atfen vermesi, bizim
yukarıdaki ifademizde İngilizlerin, casusluk faaliyetlerinde ne kadar uzak
dönemleri göz önünde tuttuğunu teyit ettiği görülüyor.
Henry Feliks Wood
İngiliz-Fransız rekabetinin tabii denizlerde nice asırlar devam
ettiği ve edeceği herkesçe bilinen ve takdir edilen husu-sattandır. Bizim sinemalarımızda,
en az elli yıl bu iki ülke denizcilerinin Uzakdoğu, Amerika ve Hindistan
ticaret yollarına hâkim olabilme savaşlarını, fevkalade bir buluş olan sinema
yoluyla bizde dahil dünyaya yayan zihniyet bu hususda geri kalmış ülkelerin
insanlarını bir aşağılık kompleksini duçar etmiş ve biz adam olmayız
nakaratını diline pelesenk ettirmiştir. Bir tahayyülat olan romanların târihle
birleştirilmesi ve bunun gerek yazılı gerekese yukarıda söylediğimiz gibi filmler
yoluyla insanlara seyrettirilmesi ibret alabilen kişilerinde gözünü açtığını
söylemeden geçemeyeceğim. Bu bakımdan; İngiltere ile Fransa rekabetinde takip
edilecek sahne hangisinin önce yaptığı, mukabilinde diğerinin ne yaptığıdır.
İngiliz donanması gücünü zırhlılara istinat ettirirken, Fransız
amiral Aubrey, "niçin İngiliz donanmasını taklid edelim, bunlara yâni
zırhlılara çok para harcayacağımıza, oraya harcananın yarısı kadar harcar çok
sayıda torpidobot yapıp bu torpidobotları İngiliz zırhlılarının başına
üşüştürüp, onları batırırız. Demekteydi. Me varki İngilizler Faskioda W kası
yüzünden İngiliz-Fransız donanmaları savaşmak için karşı karşıya
geldiklerinde durum anlaşılmış, Aubrey'in hesabı yanlış çıkmış olduğuna şahid
olundu. Fransa,yeni mektep teorisini terk ile rakibinin silahının fevkinde
silahla silahlanınız hadisi şerifi onlara söyienmiş gibi daha iyi zırhlı
gemiler yapma yoluna gitti.
Ara başlık yaparak ismini koyduğumuz mister Wood, Sultan Aziz ile
beraber İstanbul'a döndü ve İngiliz b.elçiliğinin yatına komutanlık göreviyle
devletince tâyin olunmuştu.
Tabii ki, mensubu olduğu İngiliz devletinin bahriye nazırlığından,
görevine uygun talimatın verildiğini asla unutmayalım. Wood; donanma ile
meşguliyeti hayli olan Sultan Aziz ile Kaptanıderya'nın mutlaka aklını
çelebilecek şekilde oniara yakınlaşmayı temine muvaffak olmalıydı. Bu talimatı
en kısa zamanda kuvveden fiile çıkaran Feliks Wood, bir müşavir gibi kabul
edildiğini görünce, esnek ileri sürüşlerle işleri yavaşlatıcı, çarpıtıcı,
karşılıklı fikir sahiplerini biribirine düşürücü savlar ileri sürerek kendini
göstermeye muvaffak oldu. Bahriye nezaretinin teşkilinde,fenerler idaresinin
yönetimine, boğazdaki kurtarma faaliyetleri kuruluşuna olumlu katkılar yaparak
kıymetini yükseltmeyi bildi. Sultan Aziz'e yardımcı olurken, bu padişahın
dünyanın'1 önemli gücü sayılan donanmasın: kurarken haylide fikir verip,
İngiliz gemi tezgâhlarını Osmanlı siparişleriyle dolduruyordu. Abdülaziz'den
sonra 2.Abdüihamid'e danışman olan Wood, bu padişahın inanılmayacak kadar
takdirine mazhar oldu. Ancak biraz düşünen bir kafa Abdülhamid'in bu takdir ve
iltifatları onun anlattıklarına olan mükafaat değil, majestelerinin
hükümetinin dünya üzerindeki te'sirini pek iyi tesbit etmiş olmasındandı.
Wood,günü geldi Ab- dülhamid'i temsil etmek üzere tahtta meydana gelen
değişiklik üzerine yapılan taç giyme törenine gitmesi bile gerçekleşti. Bu
denizci donanmamıza ülkemizde bulunduğu 42 yıl boyunca danışmanlık yaptı.
Donanma Ha-liç'de çürüdü, Wood, donanmayı çıkarın çürümesin dedi de,
bizimkilerini çıkarmadılar?
Henry Feliks Wood'un öncesinde biz de bir Amiral Hobart vardı.
Tuna donanmamıza da kumanda etmişti. Bu zat İki yıl hizmet verdiğinde
ingilizlerce geri çağrıldı. Amiral Hobart bu emre itaat etmediğinden
İngilizlerce Aforoz edildi. Yine İstanbul'a gönderilen Amiral Meker,
İstanbul'daki tetkiklerini bitirmiş İngiliz bahriye nazırlığına raporunu
verirken, NVood'un danışman olduğunu bilmesine rağmen şunları yazmıştı:
".Ne Osmanlı subay okulundan ne de Osmanlı donanmasından söz
edilebilir..> Bu da şunu gösteriyorki; tâlimat-ı hafi olmadıkça insanlar
mesleğinin gereğini yapıyor, kulakları bükülenler vazifelerini bükülüş
istikametinde yerine getiriyorlar. Bu bahse İngilizlerin şu üç düstûrunu
aşağıya alarak son verelim ve Amerika'nın deniz siyasetine ve stratejisine
atf-u nazar edelim. a-Fikir Birliği
b-Filo ve gemi komutanlarına inanç
c-Efkâr-ı umumiyenin deni^ meselelerine yakınlaştırılması Bunun
ilk ikisi, bir eğitim ve o millet insanının motive olduğu değerlerin İçinde
olduğundan ve biz de gayr-i müslim ve ingiliz vatandaşı olmadığımızdan bizim
uzun uzun kalem oynatmamıza iüzum yoktur. Ancak; üçüncü şık yâni c'şıkkı o
kadar mühimdir ki, hâni müslümanların birbirinden dua istemeleri, birbirlerine
dua etmeleri hâli vardırya, işte bu ifade yâni, efkâr-ı umumiyenin deniz
meselelerine yaklaştmîmasi düstûru o ülke ferdinin her birinin bu hususda bilgi
ve deniz meselesinin aile içi mesele gibi ciddiyetle mütalaası şartım
getirmektedir. Hele biz, bugün biîe üç tarafı denizle çevrilmiş ülkemizde bu düstûrdan
mahrumsak; millet evlâdını motive eden işaretlerde bu mevzuun bulunmamasının
neticesine bağlamak kabildir.
Abd Deniz Stratejisi
Amerika denizciliğini bir efsanevi olaya dolaysıyla sembolizme irtibatlandırmıştır.
Kuzey-Güney savaşı esnasında Kuzeylilerin donanmasına komuta eden John Paul
John, ki bu amiralin, türbe şeklindeki mezarını, ABD'nin İndianapolis'te-ki
Deniz Subay Okulunun bahçesine yapmışlardır. Böylece adı geçen savaşın galibi
olan Amiral John, ABD'li denizcilerin motivasyonunda istifade edilen bir
kahramandır. Bu amiral tutuştuğu deniz savaşında mağlubiyete duçar olacak kerteye
geldiğinde, rakibi güneyli kumandan'dan işaret alır, biz de Amerikalıyız, siz
de boşuna kardeş kanı dökülmesin teslim olun denmektedir bu işaret mesajında.
Ne varki John Paul John cevabî işaret mesajında biz sava şa yeni başladık der
ve devam eder. Sonunda zafer kuzeylilerin ağuşuna indiğinde, Amiral John,
İngilizlerin Güneylilere yardım eden gemilerini de bu arada yakalar. Düşmanın
rakibe yardımını önleyen Kaptan John, böylece ABD'nin denizcilerinin banisi
olur. Daha sonraları da ABD'de başkanı olan Monroe Splandit izoias-yon
politikası yâni, Amerika, Amerikalılarındır! Anlayışını hâkim kıîan politikayı
tatbik ettiğinden, Amerika deniz kuvvetleriyle birlikte deniz ticaret filosu
da gelişmez. Bu hâl İngilizlere çok yaramıştır belkide Splandit, bu politikayı
kasden uygulamışda olabilir, çünkü karanlık odalar o devirlerde de organizasyon
gücünü devam ettiriyordu. Çünkü; Amerika, avrupaya sattığı silahlarla büyük
para kazanırken, İngiliz gemileri de bunların navlunuyla ülkelerinin
zenginleşmesine yardımcı oluyorlardı.
Amerikan stratejisinde şu üç nokta pek önemlidir:
a-însan unsuruna büyük değer vermek.
b-Karargâhlarda fazla insan kullanmak
c-Deniz savaşlarında pilotlardan ekonomi sağlamak için uçak
bombardımanlarına, pilot kurtaracak, denizaltı harekâtını öne almak, (bu husus
2.dünya harbi esnasında gelişen tesbittir.m.h)
Alman Deniz Stratejisi
Prens Bismark 1870'de vukubulan Prusya-Fransa harbi sonrasında
küçük küçük prenslikler hâlinde yaşayanları birleştirmiş ve bir imparatorluk
hâline getirmişti. Avrupanin diğer devletleri dünyanın bir çok bölgesinde
koloniler kurmuşlar, oraya azab, kendileri ne refah getirmişlerdi. Bismark
kendisine lâzım olacak koloniyi Uzakdoğu'da Çinlilerle savaşarak temin
etmişti. Öte yandan 20 sene sonra Amerikalı amiral Mahon: "Artık
Amerikalılar, denizlerde İngilizlerin yerini almalıdır" demiş ve bu
hususda bir kitap yazmıştı. Halbuki Mahon'dan önce Almanlar, "Biz de bu
üstün kan varken, denizlere biz hükmederiz" derlerken, İngilizlerde,
Dünya adasın! çevreleyen denizlere hükmettikçe, dünya adasına da biz hükmederiz
diye afra tafna yapmışlardı. Mahon'un kitabının çık tığını duyan Almanya
imparatoru kitabı derhal tercüme ettirip, topladığı bütün generalleri ve
amirallerini Ki] üssü adı verilen yazlık sarayında imtihana çekmişti. Bir çok
müzakere sonrasında 2.Wilhelm'e verilen cevaplarda şu hâkimdi. Mahon kitabını
çok kıyıya sahip ülkeler için yazmış. Bizim Alman deniz kıyıları azdır. Biz bu
kıyılan küçük de olsa donanmamızla savunabiliriz! Dediler. 2.Wilhelm. son
sorusunu deniz harekât dairesindeki deniz albayına sordu:
-Sen söyle bakalım sakallı albay, (Bu albayın beline kadar uzanan
bir sakalı vardı. Bu albay diğer cevaplara uymayan bir cevap vermişti.
-İmparator hazretleri, hem dünya imparatorluğu kurmak istiyorsunuz
hem de ufacık kıyı savunmasına kapılıp donanma yapmak istemiyorsunuz. Deniz
kuvveti olmadan dünya imparatorluğu kurulamaz, donanma ise sadece savunma
hizmeti yapacak bir kuvvet değil Almanya'nın her şeyini'bilhassa ekonomisini
ve kültürünü deniz aşın bölgelere taşı ya-cak bir varlıktır. İmparator:
-Peki İngiliz donanmasını batıracak bir donanma yapabilecekmisin?
Sakallı Albay:
-Bu kabil değildir imparatorum. Ancak öyle bir donanma
yapabilirsiniz ki, İngiltere bu donanmayı batırsa bile kendi deniz
hegemonyasının zedeleneceğini düşünür ve de bize savaş açamaz! Bundan dolayı
Almanlar vücuda getirdikleri ilk donanmalarına Riske donanması adını verdiler.
Bu sakallı albay ise, ilerinin meşhur amirali Von Tirpitz'den başkası değildi.
Ayrıca Alman sanayiininde kurucusu olmuştu. Fakat enterasan olan şuy- duki,
imparator yazlık sarayındaki toplantıyı noktalarken generallerine ve
amirallerine şu beyanda bulunur. Hepiniz vazifelerinize avdet ediniz. Bundan
sonra Bahriye nâzın ben olacağım ve şu sakallı albay'da benim müsteşarım
olacaktır, demek suretiyle denize verilmesi gereken önemi hemen anlamıştı.
Tuhaftırki bizim Sultan Aziz'İn denizcilik ve gemiler hususundaki İhtisası bir
hobi, bir merak olarak telakki edilirde, Alman imparatorunun, Bahriye nazırlığı
âlay-ı vâla ile karşılanır.
Fransız Deniz Stratejisi
Fransızlar Korsanların revaçta olduğu sıralarda denizlerle fazla
ilgilenmeyip, İtalyan ve Türk denizciliğine muhtaç olmuşlardır. İngiltere
Kraliçesinin, İspanya denizcilerine karşı bizim meşhur Kılıç Ali Paşay'a
Mufassal Osmanlı Târihi adlı eserde birlikte çalışmayı teklif ettiği yazılıdır.
Kara Harb Okulu tarihçisi olup ismi tarafımızca bilinmeyen öğretmen albay'da
Amerika kıtasının Türkler tarafından keşfettiğini ispata çalışmaya gayret
gösterirken, Em.deniz Albay'ı Saim Besbelli bey'de bu hususda ulus gazetesinde
bilgi lendirme yayımlamıştır. 1490'h yılların sonuna doğru Osmanlı donanması
mensupları nın veya müslüman denizcilerin gösterdikleri liyakat, bu teklifleri
almayı hak ettiklerini gösterir gerek majestelerinden gerekse de Fransa'nın
deniz sevmiyen dönem idarecilerinden. Şunu da hemen ilâve edelimki, Amerika kâşifi
unvanlı Kristof Kolomb, uzun zaman seferde olmanın mürettebatta meydana
getirdiği gerginliği ve hayatına kast edebilecek bir hareketi, adamlarına, ben
bu haritayı müslümanlardan aldım, onlar adam kandırmaz ve yalan söylemezler
demek suretiyle hitapta bulunmuş mürettebat bunun üzerine, müslümanların
Kolomb'un söylediği faziletlerle mücehhez olduklarını bilmiş olmalarından
dolayı, sakinleştikleri bilinmektedir.
Fransız denizciliği, kendisine takip edeceği rakip olarak
Ada'dakileri yâni İngilizleri sekerek denizciliğini inkişafa gayret
göstermiştir. En büyük başarıları Cezayir'i ele geçirmeleri olmuştur.
İngilizler karşısında iki mühim mağlubiyet onların tarihinde bir kaya parçası
gibi sırıtır, biri Ebubekir diğer Tra-falgar savaşlarıdır. Daha sonraları,
İngilizlerin meşhur teklifi geldi:
"Fransa İngilizlerin Akdeniz'deki çıkarlarını korusun,
İng iller ede Fransa'nın Atlantik'teki menfaatlerini muhafaza
etsin "Bu teklife Fransa hemen sarıldı.
Sultan Aziz'in donanması diye anılan bölümü bu padişahın şehadeti
neticesinde Osmanlı tahtına çıkan 5. Mehmed Mu-rad'm 90 günlük padişahlığını
anlattıktan sonra sayfalarımızı süsleyeceğimizi bildirerek Sultan Aziz
dönemini, şu iki hatıra ile hitama erdirelim: Birincisi; Sultan Abdülaziz Âlî
ve Fuad Paşalar ile çalışmıştı. Bu iki sadrıazamı da kendi dönemi içinde
çeşitli makam ve vazifelerle pişiren Büyük Mustafa Reşid yetiştirmiş idi. Bu
bakımdan gerek Âlî gerekse Dr.Meh-med Fuad Paşa, Reşid Paşayı rahmete
kanştıktan sonra nerede olurlarsa "Efendimiz" diye anarlarmış.
Günlerden bir gün her iki paşada huzur-u padişahî'de devlet işi görüşür bazı
tedbirler ittihaz ederlerken, padişahın katkılarına zaman zaman Efendimiz öyle
yapardı demek suretiyle beyanda bulunurlar. Bunun üzerine padişah:
-Yahu Paşalar! Siz ikide birde Efendimiz de öyle yapardı
diyorsunuz fakat ben biraderi mi kast ediyorsunuz diye pek ehemmiyet vermedim,
konuşmanın gidişatından biraderi de kast etmediğinizi anladım. Pekiii! Sizin
benden başka Efendi-nizmi var? Diye sual etmesi üzerine, her iki vezir,
birbirlerine bakarlar acı bir tebessüm edip, sözü Fuad Paşa alarak:
-Efendimiz ömrünüz ve saltanatınız uzun olsun, bizim sizden başka
bir efendimiz merhum Büyük Mustafa Reşid Paşadır, bizi yetiştirdi, bize yolu
yorumu öğretti. Her ikimizde ona medyunu şükranız. Bu bakımdan onu böyle dâima
efendimiz diye anarız dediğinde, padişah ne menfi ne müsbet bir mütalaa serd
etmemişti.
Sultan Aziz, padişah olduğunda, şehzadeleri pek alakadar eden
mühim kararlarından biri şehzadelerin çocuk sahibi olmalarını engelleyen
kaideyi tatbikatten kaldırmış olmasıydı.
Yusuf İzzeddin Efendinin Eyüb'te bir tanıdığın konağında yaşamak
mecburiyetinde kalması Abdülaziz Hân'ın zor katlandığı bir hususdu. Çeken
bilir misâli devlet çarkı eline geçince bu ilk bakışta makul olmayan yasağı
iptali, pek güzel bir hareketti. Bizim ilk balışta demek sebebimiz, vakt olur
bir tedbir çok elzem olur, vakt olurki tedbirin kal karak faydası görülsün.
İlk tedbirin konuşunun esbab-ı mûcibesinden bihaber olduğumdan çala kalem
tenkit etmeyim diye böyle ifadelendirdim.
Sultan Aziz bu yasağı kaldırdıktan sonra şehzadelere çeşitli
askerî birliklere katılmalarını bildirmişti. Böylece bunların saray dışı
işlerle daha rahat bir şekilde en azindan malumat sahibi olmalarını istemişti.
Sultan Abdülmecid Hân, kendisinin veliahdhğında, sokaklarda dolaşmasına,
çeşitli insanlarla muhabbetine, spor hususundaki ve bilhassa güreşe eğilimi
hasebiyle pehlivan güreşlerini seyretmesine hiç takılmıyordu. Ahalide,
şehzadeyi bu vasıflarıyla daha da sevmişti, buna padişah kaygılanmadığı gibi
memnuniyet duymaktaydı. Bütün bu yaşadıkları Abdülaziz Hân'a saltanatı
esnasında yeğenlerine de pek müşfik olmasını getirmişti. Yeğenlerinden, daha
sonra padişah olacak olan 5. Murad bu anlayışlı amcaya sert bir şekilde
yaklaşıyordu. Sultan Abdülhamid Hân ise, amucasını her şeyden önce rnü'minlerin
halifesi olarak görüyordu. Gerek kendisinin gerekse müslümanlann halifeye
karşı tutumlarına pek ehemmiyet veriyordu. Sonrada amuca olarak da sevgi ve
saygısını belli ediyordu. Sultan Hamid'den küçük olan Sultan Mehmed Reşad ise
kimseye düşmanlık yapmayacak kadar temiz yürekli, biraz da Mevie-vî bir
dervişin taa kendisiydi.
Günlerden bir gün Veliahd Mehmed Murad Efendi ma-beynde
şehzadelerin oturduğu alana geldiğinde yüksek sesle düşünüyordu. Bu pala ile
padişahın o koskoca karnını yaracağım bir gün diye söylenince, 5. Mehmed Reşad
olarak taht-ı Osmaniye daha sonra çıkacak olan şehzade, Murad Efendiye,
".Hah iyi yaparsın, padişahın koskoca karnını yararsın, devletde sana
kısas yapar seni de öldürür ve hiç sevmediğin Hamid Efendiyede tahtı kendi
etlerinle hediye etmiş olursun" Demiş olduğu pek meşhurdur. Sultan
Reşad'ın di-ğergâmlığı yanında, Sultan 2.Abdülhamid hân, bazı duyduklarını
halife ve padişah olan Sultan Aziz'e aktarırdı. Bunu din-i vecibe addediyordu.