SULTAN ABDÜLMECİD HAN :

 

Babası: Sultan II. Mahnıûd Han  

Annesi: Bezm-i Âlem Valide Sultan

Doğum Tarihi: 1823

Vefat Tarihi: 1861

Saltanat Müd.: 1839-1861

Türbesi: İstanbul Fatih Y. Sultan Selim Camii Yanı.

 

 

Osmanlı Padişahlarının 31.si olan Abdülmecid hân, 2.Mahmud ile Bezm-i âlem Valide Sultanın oğludur. 3/şa-ban/1239-3/nisan/1823'de doğmuştur. Sultan 2. Mah-mud'un vukubulan irtihali üzerine taht'ı Osmaniye oturmuş­tur. Takvimler o günü 1/temmuz/1839 olarak gösterdiğinde Abdülmecid hân, 16 yaşından 2 ay, 28 gün almıştı. 15/zilhic-ce/1281-15/hazİran/1861'de 38 yaşında olduğu halde hayli genç irtihal-i dâr-ı beka eylemiştir. Yavuz Sultan Selim Cami­inde yaptırdığı türbeye defnedilmiştir. Hermn kayd edelimki yaptırdığı türbeyi görmeğe gittiğinde bakmışki cedd-i emce-di Hz. Yavuz Selim'in türbesinden daha yüksek bir türbe inşa olunmuş! Bunun üzerine derhal türbeyi kısalttırmayı emir et­miştir ve bunun gereği yerine getirilmiş, türbenin bir bölümü yıkılmış ve Yavuz 'un türbesinden küçük olarak yapılmakla mütevazi padişahın emri yerine getirilmiştir.

 

Sultan Abdülmecid zamanında Arab bir şâir padişahın tahta çıkışını:

 

"Bir iki, iki delik,/Saltan Mecid oldu me/i/c"şiiriyeti içinde söyleyerek,tahta çıkış târihini böylece unutulmaz bir beyitle inşa etmiş Osmanlı edebiyatında şâirin adı değil amma beyit bakî kalmıştır.

 

Ahali arasında Abdülmecid hân'ın kız gibi denen çok zarif ve güzel bir çehreye mâükiyeti konuşulurdu. Ne varki bu gü-zeî adam çok genç yaşta başladığı içkinin öldürücü ve kah­redici tesirini çok içmek münasebetiyle de haylice arttırmak­taydı. Hayatının sonuna doğru akşamları sızıp kaldığı, yar­dımla yatağına taşındığı rivayet olunur. Nargile tiryakiliği ve tebdili kıyafet ile ahali arasında dolşaması da pek bilinen hususdandır.

 

Kan dökmekten asla hoşlanmaz, savaşsız bir dünya biribi-rini seven lâtif insanlar âlemi arzu ede rek sulhseverliğini or­taya koyardı. Yaklaşmakta olduğu batı âleminin bizim gele­nekleri mize ve bilhassa dinimize mugayir hâl ve ahvalini al­makta gösterdiği müsamaha bir gurub müslümanın kendisini devirmek teşebbüsü için teşkilatlanmaları neticesine vardırmıştı.

 

Bu zevat yakalandığında muhakemeleri şimdiki Kuleli As­keri Lisesinde yapıldığından ve çıkan kararda bunların ida­mına hükm olunmasına rağmen, günümüzde bile riayet edil­mediğini zaman zaman gördüğümüz, tasavvur hâlinde kal­ması, işe başlar başla- maz yakalanma yâni adem-i muvaf­fakiyet hâllerinde cezada tenzil gerekirken idama karar veri­liyor ki nitekim Kuleli Mahkemesi heyet-i hâkimesi de böyle bir karar vermişse de, padişah, kendi insiyatifini kullanırken, adetâ mahkeme heyetine ders verircesine:

 

"Ortada bir katletme olayı, yok dolaysıyla katil de yok, hareket ise teşebbüse bile ulaşmamış, tasavvurda kalmış, ce­zalan sürgüne tahvil ediyorum" Demek suretiyle de düşün­cesini tatbik alanına aktarmayı bilen merhametli bir insan olarak görülmüştür.

 

Merhum Reşat Ekrem Koçu; Osmanlı Padişahları adlı ese­rinde şöyle bir anekdot nakleder: "Altı asırlık hanedan'ın mübalağasız en nazik, çelebi hükümdarıdır. Babası Sultan 2. Mahmud'a karşı isyan etmiş bulunan Kaualalı Mehmed Ali Paşa bu genç padişahı cülus ettiği yıllarda ziyaret ettiğinde bir ihtiyarlık gafletiyle <oğlum> diye hitab etmiş fakat karşı-ândaki delikanlının bir imparator olduğunu derhal hatırlı-yarak ayaklarına kapanmış af dilemişti.Abdülmecid diz çöken ihtiyar valiyi ellerinden gayet zarifçe tutup kaldırmış, <pederim nasihatlarınıza daima muhtacım>" Demiş bulun­duğunu nakleder.

 

Sultan Abdülmecid; bir terakki-i hatveye yâni ileriye doğ­ru, gelişmeye dayalı istikamete adım atmaya karar vermiş bir hanedan'ın evlâdı olduğunu idrâk etmiş bir şahsiyetti. Babası Sultan Mahmud'un gâvur padişah lakabı ile bazı ahali arasında anılması herşeyinle onu takip etmekten vazgeçir­medi. Bu da adetâ meşhur şâir Yahya Kemâl Beyatlı tarafın­dan yazılmış bir şiirde, <Bir meşaledir devredilir elden'eie> dediği gibi vazifeyi aldığı yerden kucaklayıp götürmesi bu mısrada adetâ müşahhas bir şekilde ortaya konuyor.

 

Abdülmecid Hân'ın devlet üzerindeki gölgesinin dâima hissedilen bir insan olduğunu <Ahmed Cevdet Paşa ve Za­mana adlı, kerimeleri Fatma Aliye Hanım tarafından yazılan' ve tarafımızdan neşir hayatına Pınar yayınlan arasında ka­zandırdığımız eserde şu vaka bu iddiamızın ne kadar doğru olduğunu ortaya koyuyor. Meâlen bahse konu eserden şun­ları aktarmaya gayret edelim: "Su/tan Abdülmecid Koca Re-şid Paşanın yerine sadarete Âlî Paşayı getirdiğinde, bu sadn-azamtn ilk işlerinden birini borç alma antlaşmasını tamamla­maya çalışmak oluyordu. Bu duruma Boğazdaki Aşiretin kurucusu sayılan Rodosizade Ahmed Fethi Paşa   mutttali olunca doğruca aynı zamanda damadlan olduğu halde pa­dişaha <Pederinİz iki defa Rusya ile savaş yaptı. Bu kadar gaile, bu kadar seferler açtı buna rağmen dışarıdan beş ku­ruş borç almadı. Zaman-ı hümayununuz asayiş üzerinde geçmekte olduğu halde borç almanızın âlemi nedir? Derde-mez, Abdülmecid Hân bu doğru ikaz karşısında pek müked-der olmuştu. Bu arada borç alma mukavelesi imzalanmıştı. Fransız elçisi ise dünyanın gidişatını iyi görmediğini büyük savaş çıkabileceğini bu bakımdan borç almaktan istinkaf bilmemesini Fuad Paşaya tavsiye etmişti. Padişahı bu ihti­mal üzerine Iknaya çalışan Fuad Paşa bunda muvaffak ola­madı- Çünkü padişah; bu borç mukavelesi iptal edilmezse ben padişahlıktan istifa ederim açıklamasını yaptığında pek nâdir bir sö- zü kullanmış oluyordu. Neticede,mukavele iptal olundu. Borç istinkâfından doğan tazminat ödenmesi, ant­laşmayı imzalayan vekillere taksim olunarak ödettirildi. Böy­lece de devletin işlerine padişahın kesin müdehalesinin bir örneğini şu satırlarda göstermiş olduk.

 

Bu arada kimileri Damad Ahmed Fethi Paşaya neden ba-bıâlî'ye zıt gidiyorsunuz? Dediklerinde onun cevabı şöyle olur ki bu gün bile bir ders olarak kabul edilmelidir: "Ben babı-âlî'ye asla muhalefet etmek istemem. Lakin bilirim ki bu devlet beş kuruş borç ederse yanar! Bir kere borca alışırsa sonra Önü alınmaz! Düyuna (borca) mustağrak olur gider"

 

Yine aynı eserden aşağıda mühim bir alıntı yapmadan, Abdülmecid döneminde devlet ricalinin hizbinden biraz ön bilgi verelim. Sultan Abdülmecid'in sarayından emekli olu­nan bir ağa'ya, Fuad Paşanın Amedçjlik görevi sırasında ağaya ikiyüzelli kuruş emekli maaşı bağlanmıştı. Padişah bundan haberdar olunca hemen müdehale etdi. Çünkü bu muameleyi Reşid Paşa arzetmişti. Padişahın çözümü şöyle °ldu. Bu adam benim şahsi hiz-metimde bulunmuştur. Buna Maaş ödemede mâliyenin ne gibi mecburiyeti olabilir?

 

edikten sonra da maaşı ceb-i hümayundan ödeme yoluna 9'tmiştir. Şimdi bazıları derlerki; Efendim Abdülmecid vefat yeni padişah hayatı devam eden bu ağa'ya maaş emeye devam edermi? Dedikya; bir meşaledir devredilir n ele yeni padişaha vâris olan kardeşidir. Başka bir ha-an mensubu değildir. Yeni gelen eski padişahın böyle

 

devlete yük olmasın diye maaşı ceb-i hümayunundan ver­mesini yanlış değil, bilakis pek doğru bulup o istikamette gitmesini gerektirdiğini idrâk etmesi gerekirki, biz yaşadıktan sonra bu mütalaayı yapıyoruz, Sultan Abdülmecid'den sonra gelen padişah Abdülaziz Hân, böyle bir görevi memnuniyetle ifa eder düşüncesine kailiz.

 

Sultan 2. Mahmud'un vefatı esnasında makam-ı sadaretde Rauf Paşa bulunmaktaydı ve cenazeyi Divanyolu üzerindeki Köprülüler Kütüphanesinde beklerken bir atabey gibi kabul­lenilen Hüsrev Paşa ise Padişahın vefat haberine muttali ol­duğunda ilk işi serasker Damad Said Paşa'ya, asayişi muha­faza maksadına dönük olarak hemen İstanbul tarafına geç­mesini emretti. Öte yandan da Vâlidesultan'ın köşkünde ika­met etmekte olan veliahd Abdülmecid'e tahta geçmek üzere hazırlanması haberini gönderdi. Hüsrev Paşa hem ilk biati yapmak istiyor ve bundan yararlanarak sadareti de ele ge­çirmeyi plânlı- yordu. Nitekim bu arzusuna da çok gecikme­den nail oldu. Eski sadrıazam Rauf Paşa, ahkâm-ı adliye'ye, serasker damad Said Paşa ticaret nazırlığına getirilirken, merhum padişahın yakın adamlarından olan Rıza Bey'e ve-zaret rütbesi verilerek Mabeyn Müşiri olurken, Muhimmat-ı Harbiye nâzın Ali Necib Bey, Valide kethüdası, boşalan mü-himmat-ı harbiye nazırlığına Deavİ nâzın Necib Efendi geti­rildi. Hacı Saib Efendi ise, Deavi Nâzın yapılırken, Dahiliye nezareti maruzat kâtibi Sekip Efendi, Beylikçi, Hariciye ne­zareti Maruzat kâtibi Mahir Bey amedçi tâyin olundular.

 

Makam-ı sadaretin Hüsrev Paşa'ya verildiğini bildiren hatt-ı hümayunda, "Umuru dahi üye ue hâriciye ve mesalihA mâ­liye ve askeriye velhasıl kâffe-i nezaret-i şâmile ile sadaret-i uzma ve vekâlet-i kübra makam-ı celiline bilâ istiklâl intihap ve tâyin edilmiş bulunduğu yazılıdır."

 

Abdülmecid Hân; bu sıralarda Mısır meselesi üzerinde mei yapmayı düşündüğü halde tahta çıkışı vesilesiyle vesileivle ortadan kalkmasını gaye hâline getirmişti. Hüsrev Paa'va ulaştırılan nutkunun bir bölümünde "Zât-ı şahanem, ibâd ve bilâd'ın asayişine halelden vıkayeten ue mücerred sefk-i dâmei müslimini siyaneten levazımı tabiyyeti ve feraizi ubudiyyeti kamilen icra olunmak üzere vukuat-ı mezküre kâin ül miken nisyanen mensiya ve mazi-i namazı hükmüne konularak, Mehmed Ali Paşa hakknda Mehmed Ali Paşa hakkında afv-u cemil ve seffah-ı bia dili padişahanem erzan buyrulmağın bu ahsen ve inâyet-i mülükânemin vâli-i müşarileyhe tebliğ ve tebşirine müsaraat olunsun" Demişti.

 

Şimdi bu ağdalı osmanlıcayı tabükî bizim neslimizin anla­ması çok zor. Hele bizden sonrakilerin abdihabeş gibi baka­cağını düşünürsek,ifadenin mealini vermekle iktifa edelim: "Ben kulların ue beldelerin asayişinin herhangi bir surette bozulmasından ve müslümanlara zarar verecek kötülükler­den korumağa gayret tabiiki vazifem olduğundan bundan böyle geçmiş ve üzüntü verici olayları unutma yoluna gidip, bizim valilerimizden olan Mehmed Ali Paşaya af ihsan ettiği­mi bildirin" mealindedir.

 

Padişahın bu iradesi babıâlî kâtibi Akif Efendiye verilip, kendileri Peyk-i Şevket vapuru ile Mısır'a gönderildi. Orduy-u hümayun komutanı Hafız Paşaya da düşmanca tavırlardan çıkılması bildirilirken, Akdenâz'e yollanmış donanmaya da »en gitmemesi içinde Kapdan-ı Derya Ahmed Fevzi Paşaya haber gönderilmişti. Halbuki bu sıralarda ise, Hafız Paşa Ni-'P te meydana gelen meydan muharebesinde feci bir mağ-iubiyete uğramıştı.

 

u mağlubiyetin haberi Saraya ulaştığında yeni padişahın a akmasından dört gün sonra ulaşmıştı. Bu vaziyet karşısında da, 2.Mahmud'un vefatından önce bu habere muttali olmadığını çıkarmak kabildir. Donanmayı yöneten Ahmet Paşa gelen emri tatbike yanaşmadı. Mısır'a doğru yola de­vam etdi. Sebebi ise can korkusuna dayanmaktaydı.

 

Çünkü Hüsrev Paşa ile arasındaki burudet ondan korkma­sına bu korku yüzünden de sığınacak yer aramaktaydı buna en yakın olarak Mehmed Ali Paşayı görüyor ve donanma yi da ona teslim ettiğinde bir ihanet irtikâb etmiş olacak ve karşılığında padişah ordusu nu yenen güce sahip bir valinin himayesine girmiş olacaktı. Ancak bu meseleyi kısacada ol­sa biraz izaha gayret edelim:

 

"Hüsrev Paşa; Çamlıca kasrında Abdülmecid'e ilk biati yapmağa ve bu yolla da sadareti ele geçirmeye muvaffak ol­muştu. Bu, ara.da.da Donanmanın gelmesi emrini Ahmet Pa­şaya bildirmişti. Ahmet Paşayı ise Sultan 2. Mahmud sev­miş, kapdan-ı derya bu padişahın dostluğunu kazanmış idi. Bu arada da padişahın iyileşmekte olduğuna dâir haber taşı­yan bir mektup almıştı. Bu haber üzerine Sultan Mahmud'a, Hüsrev Paşa aleyhine bir çok beyanlar yer atan mektup gönderdi. Kaptanpaşanın bu mektubu padişahın vefatı son­rasında istanbul'a ulaştı ve Hüsrev Paşa bu mektubu okudu. Zaten daha önce de Hüsrev Paşanın mevkii iktidar dan düş­mesine yol açan bir mektup Sultan 2. Mahmud'a bu paşa ta­rafından yollanmıştı.

 

Aralarında geçen bu olay şimdi bambaşka bir neticeye varmıştı. Donanmayı İstanbul'a getirmesini bildiren Hüsrev Paşa, bunun yapılmaması hâlinde hem rütbelerinden hem de vazifesinden olacağını bildirmişti. Bu sırada ise, M.Ali Pa­şanın af haberini bindiği Peyk-i Şevket adlı vapurla götür­mekte olan Akif Efendi, yolu üstünde bulunan donanmanın yanına uğradı ve Ahmed Fevzi Paşaya mülâki oldu. Burada biteni yani Suttan Mahmud'un vefatını, Abdülmecid'in tahta çıkışını, Hüsrev Paşanın sadarete getirildiğini ve de Mısır Valisine af haberini götürmekte olduğunu bildirdi. Buda da,donanmanın daha öteye gitmesine lüzum olmadıda deyiverdi." Akif Efendi buradan İskenderiye limanına qitmek üzere donanmadan ayrıldı.

 

Yukarıdaki izahınızdan anlaşılacağı gibi Ahmet Fevzi Paşa; aid veya şaki olma yolundan birini seçme durumuna düş­müştü. Sırdaşı olan Osman Bey'e istişare için başvurduğun­da vardıkları netice M.Ali Paşaya gitmek ona iltica etmek ve donanmayı da ona teslim etmek oldu. İstanbul'a gitmesi mu­haldi,çünkü orada adaletden ziyade Hüsrev Paşa' nın kahre­dici gücü Ahmet Paşayı beklemekteydi. Bu hususda olaylar gelişirken, Fransa' da Lui Filip hükümeti şark âleminde te'si-rini güçlendirmek için yeni bir politik tarz geliştirmişti. Bunun neticesi olarak da M.Ali Paşaya gönderdiği bir murahhasla Nizip Zaferinin neticelerini devşirmesi için yürüyüşünü de­vam ettirmesi tavsiyesinde bulunurken, Amiral Lalend ko­mutasında Fransa donanmasının bir gurup gemilerini Ça­nakkale Boğazı önüne ablukaya alıp, tıkamak suretiyle Ka-valah'nın oplu İbrahim Paşanın emri ne muntazır olduklarını belirtmekten çekinmiyorlardı. Yalnız Fransa şu değişiklikten bihaberdi, oda M.Ali Paşanın yeni padişah ile anlaşma yolu arayacağını ve bunu temin   muvaffak olacağına emin oldu­ğundan, avrupayı ve Rusya'yı bu işe karıştırmamak kararına doğru yol alıyordu. Üstelik Fransa'dan beklediği yardım, bu düşüncesi istikametini aşmamasıydı.

 

Ote yandan İngilizler, donanmalarını Malta adası civarında volta attırıyorlardı. Bu gemilerden Vanguard isimli firkateyn, kalabalık bir müfrezeyle donanma-yı hümayuna refa kat et­mekteydi. İngilizler, donanmamızın Mısır gemilerini tahrib ve M.Ali Paşayı mağlup etmek için yol alıyor zannediyorlardı. Bu esnada Amiral Lalend îyena adlı gemisiyle ortaya çıkmış hemen Kaptanpaşa gemisine durması haberini gönderdi. Pe­şinden de gemiye davet olunduğundan erkânı harbiyesiyle birlikte kaptanpaşa gemisine çıktı. Piyale Osman Bey amirali odasına aldı ve yukarıda arzettiğimiz, Ahmed Fevzi Paşanın do- nanmayı M.Ali Paşaya teslim etmek üzere yolda oldukla­rını pek kısık bir sesle İngiliz amirale kamarasında fısıldayan Osman Bey, böylece esrarengiz bir vazifeyi yerine getirmiş oluyordu. Anlaşılmayan husus, Ahmet Fevzi Paşaya-donan­mayı asi Mısır valisine verivermesinden elde ettiği, Hâin lâ­kabının kaçda kaçı, Piyale Osman Bey'e de pay olarak ne düştüğü olmuştu. Bu gizli sırrın tevdiinden sonra amiral, kaptanpaşa gemisinden ayrıldı. Vanguar ise önde olduğu halde yola devam edilmekte ancak hedefin neresi olduğu bi­linmemekteydi. Bu hususda Kâmil Paşanın Târih-i Siya-si'sinde şunlar yer alıyor: "Ahmed Paşa yaptığı haince hare­katıyla artık ne yapacağını şaşırmış haldey ken düşüncesin­de İskenderiye limanına gidip, donanmayı Mısır uâlisine şartsız tes-lim edip, MehmedAü Paşayı kendisine veiiiniğmet bilmek geçiyordu. Ancak M.Ali Paşanın bundan haberdar olmamasından dolayı İskenderiye limanına yaklaştığı esna­da kale burçlarından donanmaya ateş edilmesi ve buna bağ­lı olarak hasara maruz kalmak korkusu taşıyordu. Rodos ci-oarında Kuş Adasına varışında yanında bulunan Osman Bey'in yardımıyla kendi kethüdası Hacı Şerif Ağa'yi bir kor­vet'e bindirerek durumu anlatmak gayesiyle Mehmed Ali Paşanın nezdine gönderdi. Bu arada da İstanbul'a cülusu tebrik için gönderilmiş bulunan donanma müsteşarı Muhsin Efendinin ardından, donanmada bulunan bazı komutanlar bu firar ve donanmayı teslim işine müdehaie ederler endişe-ule Ferik Mustafa Paşa gibi bir kaç kişiylde kaptanderya misine çağırıp, göz altına almışlardı. Bu arada da İstan-i ıl'dan dönen Osman Efendiyi bir Fransız vapuru Kaptan-a nemisine getirmişti. Muhsin Efendi de hâmil olduğu hatt-L hümayunu büyük bir hürmet ile açıp, Mehmed Ali Pa­sa İle anlaşma yapıldı diyerek cebine soktu. Daha sonra haylice soğuk bir sohbet geçti.

 

Bu konuşma esnasında Hizip savaşından bahsedildi ve Hâin Ahmed Paşa Osman Efendiyi diğer kimselerden ayrı tutma yolunu seçmiş ve kendisine uydurduğu komutan ve subaylarla istişareye lüzum görmeden yola devam etmiştir."

 

Mehmed Ali Paşa, Nizip vakasını haber almış durumdan elçilikleri haberdar etmişti. Hâin Ahmet Fevzi Paşanın yolla­dığı Hacı Şerif Ağanın, donanmanın Kavalalı'nın himayesi girmek üzere geleceğinide haber aldığından bunu da ecnebi­lere duyurmuştu. Yazdığı cevabı, kendi vapurlarından birisiy­le yollayıp, gelen korveti de alıkoymuştu. Hüsrev Paşa'nın gönderdiği Akif Efendi'yi ise, verasetin sadece Mısır için ol­masından dolayı geriye döndürmüştü. Hâin Ahmet Paşa do-nanmay-ı hümayunu sekiz kapak, oniki firkateyn, iki briyk ve etrafında manevralar yapmakta olan yirmisekiz parça Mı­sır gemisiyle geldi ve Hâin Ahmet Paşa karaya çıktı Kavalalı Mehmed Ali Paşanın sarayına çıkıpda ihtiyar ve asi valinin huzuruna çıktığında adetâ ayaklarına kapandı, tabasbuslara başvurdu. Kavalalı kendine bir donanma hediye eden hâine dramlarda bulundu ve kalacağı ikametgâha yolladı.

 

Kavalalı Mehmed Ali Paşa Nizip vakasını, Ahmet Paşanıner»dısine ilticasını Hüsrev Paşanın yanlışlarında ve kötülünde Oluyordu. Hüsrev Paşayı mevkii ikti-dardan düşür-için bir karalama kampanyası başlatmıştı. Durumu Vâ-esultan'a, Damad Halil Paşaya kadar duyurdu. Mesele pek mühim bir manzara arzediyordu. Ordusuz ve donanmasiz bir hâle gelmişti Osmanlı devleti. Düvel-i muazzama bu du­rumun farkına varmış demek safdillik olur, çünkü asiler ve hâinler zümresinin yol göstericisi onlar ve hempaları idi.

 

Defalarca toplantı yapan heyet-i vükelâ Mehmed Ali Paşa­ya Suriye'yi de verasete dahil etmeye karar almak durumu­na gelmek üzereydi. Babıâli bu düşünceyi temerküz ettirir­ken, Fransa ile ingiliz b.elçiliklerinin baştercümanları babı-âli'ye gelerek, "Birlik olan beş devletin teklif ve aracdığından çıkacak karar beklenmeksizin ni hai yâni son kararlarını ver­memelerini tavsiye ettiler." Bu tavsiye gerek Hüsrev Paşa da gerekse de babıâli ricalinin yüreğine su serpti. Babıâliye er­tesi gün Avusturya hariciye nazır Kont Meternih'in imzasını taşıyan şu nota tercümanlar delaletiyle tebliğ edildi Nota'nın meali şu idi: "Aşağıda imzası olan bizler! bağlı olduğumuz hükümetlerden aldıkları talimata uygun olarak, beş büyük devletin Şark Meselesinde anlaşmış ve reyleri aynı olmakla iyi niyetlerinin yerine geleceğine inanarak yardımları olmak­sızın adı geçen mesele üzerinde katiyyen her türlü karar al­maktan kaçınılmasını babı âli'ye haber vermekle şeref duy­duğumuzu belirtiriz."

 

Alınan bu notanın neticesinde, kendi valisinin asiliği yüzü­ğünden beş ecnebi devletin koruması altına girmiş bir hâlle karşılaşmış oluyorduki, işin burası Mehmed Ali'nin mânevi mesuliyeti açısından o kadar ağırdı ki uhrevi hayatı bunun hükmünden kurtulabilirini? Allah'ü âlem! Ama dünyevi ola­rak bir husus ortadaydıki buda Kavalalı Mehmed Ali Paşa ile doğrudan ve başbaşa bir antlaşma artık hayal olmuştu. Me­sele bir iç iş olmayı kaybetmiş, uluslararası alana sıçratılmış-tı.

 

Nitekim; İstanbul'da Rusya'nın tesir sahasını kaybettiğini ..        İnailtere, Mısır üstüne dönüp, M.Ali diye Fransızlara "klenmek istikanetini tutturdu. Lord Palmerston; Mısır hü­kümetini küçültmek istiyor ve yazılıp tasdik-i şahaneden emiş veraset hattını da endişe ve memnuniyetsizlikle ka­bul etmekteydi. Bu bakımdan ve bu düşünce yapısından kaynaklanarak bir ültimatom gönderilmesini ve kabul etme-diâi takdirde aleyhine cebri vasıtaların kullanılacağını anla­tan bir teklifde bulundu.

 

Bu teklife Rusya, Prusya ve Avusturya muhalefet etmedi­ler. Fransa kabine reisi makamında olan Solet, sadece mu­halefet etmeyip, Mısır'dan başka diğer vilayetlerinde veraset olarak Mehmed Ali'ye verilmesi lâzım geldiğini beyan etdi. Böylece de Londra ile Paris arasında siyasi gerginlikler tır­manmaya başladı.

 

Rusya; bu uzaklaşma siyasetinin kendine yaradığını mem­nuniyetle gözlüyordu. Buna bağlı olarakda, Burnof adlı bir diplomatını Londra'ya gönderdi. Bu adam, Çar'ın İngiliz hü­kümetine, Mehmed Ali Paşaya sonradan kabul ettirilecek şartlar hakkında aynı görüşte olduğunu ve müddetinin sona ermesine iki sene kalmış olan Hünkâr İskelesi antlaşmasını temdid etmeyip yalnız babıâli müracaat ettiği takdirde Kara­deniz ve Boğazlarda yardım etmekte tek olarak kabul edil­mesini diğer devletlerinde icâb ettiğinde donanmalarıyla ko­rumalarını Çar, Sultan lehine silahlı müdehaleye girişecek olursa bunun bütün avrupa adına ve ona vekâleten yerine getirmiş şeklinde itibar edilmesini teklif ettiysede kabul etti­remedi. İngilterede vazifede olan Melburn kabinesi, Mısır ve Akkâ Paşalığının verese olarak verilmesini isteme niyetinde ulunuyorardı. Prusya ve Avusturyada, Fransa'ya aynı teklif-de bulunmuşlardı.

 

Demek ki bu teklifi iki ayrı kanada yaptıran güt; işin esası­mı yoksa tek merkezli bir güçmüydü? Bütün dünya ulus­lararası meselelerde bunun cevabını vermedikçe bilinmeyen ve ele geçmeyen bir mekanizmanın oyuncağı olduğunu ka­bullenmek zorundadır! Ancak bu iki devletin müşterek tekli­fine ne Lui Filip ne de hükümet üyeleri sıcak bakmadılar. Fransızlar; İngilizlerin, İspanya'ya müdehale etmesinden vede Cezayir'deyse Emir Abdülkadir'e yardım etmelerinden haylice kızgındılar. Özellikle İngiliz/Rus işbirliğini ummuyor­lardı. Bir tarafdanda, Avusturya ve Prusya'nın dostluklarına güveniyorlar, bu taraftanda ingilizlere karşı dayanıyorlardı.

 

Meşhur Baron Tiyers, İngilizlerle uyuşmak taraftan olmak­la beraber, Mehmed Ali'nin gayretini de tasvip ediyordu. Fransızlar, ya hep ya hiç diyorlardı. Buna bağlı olarak Londra'daki sefirleri General Sebastiyani'yi yumuşak davra­nışları yüzünden geri çekip, yerine meşhur Gizu'yu b.elçi olarak gönderdiler. Maksat; Mehmed Ali Paşanın isteğini şid­det yoluyla yerine getirmek idi. Fakat mareşal Solet iktidar mevkiinde kalamadı. 1840 Martının 1.gününde Tiyers baş­vekil oldu. Bu seneler zarfında Fransa'nın gerek Cezayiri zapt etmek, gerek Mehmed Ali Paşaya yaptıkları yardımların ve arka çıkmalarının Osmanlı devleti aleyhine bir politikayı hızlandırdıklarını ispat eder görüntülerdir. Tabiiki siyaset ala­nında dostluklardan çok ülkelerin menfaatleri daha fazla önemtaşır ki bu ancak mütekabiliyete uygun düşer. Bunun dışına çıkıldımı biri diğerini yutuyor demektir.

 

Tiyers 1815'de Viyana'da Fransa'nın hissiyat aleyhine vu­rulan darbelerin acısını çıkarmak İçin Cezayir ile yaptığı sa­vaşa haylice şiddet ve İnsanlık dışı fenomenler yükledi. Bu tarzı sergilediğinde İspanya üzerinde de tesirli olmaya yelken açtı. Tiyers bu arada ortalığı şaşırtmak için Saint Helen Adaından Napolyon'un gemilerini getirtti. Bu te şebbüs, Tyersin parlak politik hatalarından birini teşkil etdi. Fransızların hoppalığını arttırdı. 1815 darbeleri unutulurken Avrupa ülke­leri Fransa'yı göz hapsine alamadan da edemedi. Napol-von'un gemilerini almak hususunda Fransa'nın yaptığı mü­racaata Lord Palmerston'un nezaketle boyun eğmesi siyase­tine vurduğu yeni bir darbe oldu. Bu vaziyetde iki siyaset us­tası birbirine oyun oynamak için gülümser tarzda, yalanı içinde, birfai rinin gözünün içine bakmaktaydılar. Tiyers; dört devletten ayrılacağını açıkladığında, Palmerston Rusya ile esasa dair noktalarda hemen hemen aynı düşündüğünü or­taya koydu.Berlin, Viyana ile Paris kabinelerini Londra'da Mısır meslesini konuşmak üzere müzakereye davet etdiğini açıkladı. Fransa, Gizu'yu tâyin etmişti. Tiyers Londra müza­kerelerinin Mehmed Ali Paşa için hayırlı olmayacağını kestir­mişti.

 

Böylece avrupayı bir emr-i vaki karşısında bırakmak için müzakereleri sürüncemede bıraktırmaya çalıştı. Gizu' nun bulabildiği geciken vasıtalar ve bir de Osmanlı murahhasları­nın müzakerede olmasıydı. Osmanlı murahhası Nuri Efendi; 1256/1840 senesi nisan ayında Londra'ya vardı. Derhal mü­zakerelerin tamamlanması için çalışan Avusturya ve Prusya murahhasları bir tarafdan İngiltere ile Rusya arasında tavas­sutta bulunabileceklerini aralarındaki meseleleri düzeltmeye yardımcı olmayı teklif etdiler. Mehmed Ali Paşaya, Mısır'ın veraseten, Suriye'nin ise kaydı hayat şartıyla verilmesini Fransa'ya bildirdiler.

 

iyers; Mösyö Gizu'ya açılmamasını emretti. Esas maksa-1 kendi adamları vasıtasıyla Mehmed Ali ve babıâli arasında y z ı olarak yürütülmekte olan müzakerelerin sonucunu alfstiyordu. Aynı zamanda Londra sefaretinde bulunan hariciye nâzın Mustafa Reşid Paşa ile Paris sefiri Fethi Paşa, Abdülmecid hân'ın tahta çıkması hasebiyle tebrik için İstan­bul'a gelmişlerdi. Reşid Paşa Osmanlı devletinin en müşkü! döneminde hâriciye bakanlarına düşen işlere daldı. Fethi Paşada, Ahkâmı adliye âzalığına tâyin olundu. Reşid Paşa ise bu esnada Osmanlı devleti hâriciyesini düzeltmeğe çalış­tığı gibi diğer taraftanda, Tanzimat-ı Hayriyye'nin ilanına dâir hazırlıkları bitirmiş, h.l255-m.l839 senesi şaban ayının 26. günü benim hesaplamama göre milâdi kasım ayının 5. gü­nüne rastlamaktadırki, muteber târihlerde tanzimat fermanı­nın okunması 2/kasim olarak geçer dolayısıyla şaban ayının 26. günü tavsifinde bir yanlışlık olabilir! Adı geçen günde Gülhane Meydanına bakan kasır'da hatt-ı hümayun okundu. Merasimde başda Sultan Abdülmecid bulunduğu hatde vekil­ler, ulemâ, devlet adamları, ecnebi elçiler bir çadırda ağırla­nırken, binlerce sayıya varan ahali de toplanmıştı.Reşid Paşa çok yükseğe kurulu bir kürsüye çıkıp, tanzimat fermanını anlatan yazıyı yüksek sesle hâziruna okudu. Tanzimat Fer­manı, yed-i vâhid yâ ni tekel olarak angaryayı kaldırmış ol­duğundan Mehmed Ali Paşanın idare usûlüne karşı yeni bir darbe olmuştur.

 

Hakikaten Gizu cevap vermiyordu. Aradan iki ay geçme­sine rağmen müzakereler bir adım dahi ilerlemedi. Palmers-ton son teklifini bildirdi. "Mısır valiliğinin ve Akka Paşalığının yaşadığı müddetçe Mehmed Ali Paşaya verilmesi" Bununda cevabının ya evet yada hayır olmasını istedi. Bunlar olur-kende Hüsrev Paşa azlolundu. Hüsrev Paşa makam-ı şada-retden düşünce ve yerine gelen Rauf Paşanın makam-ı sada­rete tâyini hakkında çı kan hatt-ı hümayunda "Selefin Hüs­rev Paşanın ihtiyarlığı münasebetiyle devlet işleri- ne lâyıkıy­la bakamadığı açık olup" kaydı vardır. Târih-i Lütfî dİyorki:

 

"Hüsrev Paşanın İhtiyarlığı münasebetiyle devlet işlerine lâ-nkıula bakamadığı açık olup, kaydı cevap verir. Târih-i Lütfi 'or ki; "Hüsrev Paşanın sadaretden infisaline sebeb tanzi-atı tıauriye aleyhinde bulıınmasıymış. Tanzimat, eski usül-n istiapdadiyeyi imha etmek için bir kanundu. Hüsrev Paşa oibi eski tarz   düşünceyi savunanlar bu teklifin aleyhinde [diler. Azledildikten sonra yalısında oturması söylenerek ihti-lattan menedllmişti Bir müddet geçince besbellikİ muhalifi bulunanlar kendisinden emin olamadıklarından ve Kirca.lt takımından yalısında asker ve top bulunduğu dedikodusu dikkati çekmiş bulunduğundan bir gece sahilhanesi nizami­ye askeri ile kuşatmaya alındı. Yalısının önüne getirilen bir vapura bindirilerek sürgün muamelesi uygulanıp Tekirdi-:-ğı'na gönderildi. Rüşvet maddesinden dolayı ahkâm-ı adliye meclisinden verilen kararda bundan böyle devlet hizmetinde bulundurulmamak tekaüde ebediyen sevk olunarak vezirliği kaldırılarak iki sene müddet için karakol altında tutulmak (emniyet-i umumiye nezareti gibi) ihtiyacı olmadığından al­makta olduğu ayda altmışbin kuruşunun kesilmesi, alınan akçaların yâni rüşvetlerin yerli yerine geri ödenmesi rüşvet verenlerinde cezalandırılmaları kararlaştırıldı."

 

Tyers vaziyete kimsenin vâkıf olmadığını düşünüyordu. Fakat İstanbul'da bulunan İngiliz elçisi Pönsenbi ve Paris se-iiri Aponi, müzakerelerin esrarını anlamakta güçlük çekme­diler. Bu cihetle Palmerstorj hazır sayılırdı. Suriye'de altun saçarak Mehmed Ali Paşanın aleyhinde olmak üzere ihtilâl yıkardı.

 

Londra dahi Fransa aleyhine çalışarak Rusya, Avusturya Ve Prusya'yı bütün bütün kendi anlayışına ortak kıldı. Meclis-  elada irdirdiği karar üzerine Fransa'yı açıkta bırakarak a eme alınan antlaşmalar 15/temmuzda murahhaslar tarafından imza edildi. Bu antlaşmaların tanziminde Beyükçj Se­kip Efendi murahhas idi. Yukarıda söylediğiniz antlaşma beş maddeden teşekkül etmişti. Fakat bu anlaşmaya bir de se­nedi münferid de ilâve olunmuştu. Bu senedi münferide ade tâ bir ültimatom kılığı taşımaktaydı.

 

İlk maddesi: Mısır valiliğinin Mehmed Ali Paşaya ve onun sulbünden gelen evlatlarına vâris olmak üzere Akkâ valiliği ve komutanlığı ve Beriyetüş Şam bölgesinin güney tarafının yaşadığı müddetçe verilmesini hudud tahdidi ile gösterdikten başka Mehmed Alı Paşaya Osmanlı devletinin bir memuru vasıtasıyla bildirildiği günden itibaren on gün mühlet verildi­ği, Cidde eyaleti dahilinde bulunan mukaddes şehirlerden, Girid Adasından, Mısır ve Akkâ Paşalığına olan hududa dahil olmayan bütün Osmanlı beldelerinden çekilmelerini bildiren, gerek kara, gerekse deniz güçleri subaylarına verilen talima­tı, gönderilen Osmanlı memuruna teslim eylerrîesi şart lannı âmirdi.

 

İkinci madde ise, Mehmed Ali Paşa on gün içinde Tanzi-matn getirdiklerini kabul etmediği takdirde, Akkâ Paşalığı idaresinin ölümüne kadar kendisine verilmesinden vazgeçile­ceği.

 

3. Madde ise Osmanlı devletine ödenmesi gereken vergi­lerin yazılacağı şekilde kararlaştıracağı.

 

4.madde: her iki şekli kabulde de Mehmed Ali Paşanın on günden yirmi güne kadar müddetin tamamlanmasından ev­vel donanmayı hümayunu müttefik devletler donanması ku­mandanları huzurunda Osmanlı devleti memuruna teslim et­mesi.

 

5. maddesi Osmanlı devletinin antlaşma hükümlerinin bü­tününün Mısır ve Akkâ eyaletlerinde geçerli olup, her iki eya­lette padişah namına vergi ve teklif etmek antlaşma tarihiyle ndi ve haleflerinin adı geçen eyalete masarif-i askeri, diğer susları ^are eylemeleri gibi hususları içine almıştır. Târih-i Siyasiye'ye göre: "her ne kadar Rauf Paşa makam-sadaretde bulunuyorsa da içişleri, hariciye nâzın Mustafa Resîd Paşa, hariciye işleri ise İngiliz sefir Lord Pönsenbinin himmetleriyle idare olunmaktaydı. Hüsreu Paşanın azli ve Fransa baş vekili Mösyö Tyers'in gizli talimatı üzerine Meh­med Ali Paşa Fatma Sultan'in doğumunun tebriki bahane­sinle özel kâtibi Sami Bey'i İstanbul'a yollayarak, Fransa se­firi Pontova'nın sevk etmesi ile doğrudan doğruya sulha ya­naşmak istemişse de, Reşid Paşa tarafından Osmanlı devleti­nin beş ortak devlete bu hususda taahhüdü olduğu bildirile­rek Sami Bey'e yol gösterildi. Dört devletin kararını Mehmed Ali Pa saya tebliğ için gönderilen hariciye müsteşarı Sadk Rıfat Bey'in tebliğ esnasında paşadan aldığı cevap şöyleydi: Vallah, billah ve tallahi sahip olduğum araziden bir karış yer terk etmem. Eğer bana ilân-ı harp ederlerse Osmanlı toprak­larını alt üst ederek harabesi üzerine kendimi defnederim."

 

Bu sözlerden sonra dört devletin konsolosları tarafından önce sözlü olarak daha sonrada yazılı olarak yapılan tebliga­tın tehdid eden yazıyı cevaplamada Fransa'nın yardım va­adine aldanarak gecikme yaptı. Konsoloslar ilk müddetin so­na erdiğinde Rıfat Bey ile beraber gittiklerinde "Mülkü Allah (cc) verir, Allah (c.c) alır, ben Cenab-ı Hakk'a mütevekki­lim ' dedi. İkinci müddetin hitamını bildirmeye gittiklerinde de, sinirli ve kızgınlıkla ilk düşmanlıkta İstanbul üzerine yürü­yeceğini konsoloslara emniyeti olmaması hasebiyle Rıfat eY ile beraber çekilip gitmelerini beyan ettiysede konsolos-ar aaha on gün mühletleri olduğunu cevaben bildirdiler.

 

onunda Rıfat Bey İstanbul'a gelerek vaziyetleri anlatıp, med Alı Paşanın iki gün sonra kendisini davet verdiği

 

özel sulh antlaşması suretinide babıâli'ye arzetti. Önceleri İs­tanbul'da şeyhülislâmlık kapısında yapılan genel meclis top­lantısında Mehmed Ali Paşa isteklerinden olanların reddine karar verilmiş hatta Akkâ Eyaletinin verilmesinden bile vaz­geçilmiş, Sayda ve Beyrut sancakları ilhakıyla, Akkâ Eyaleti Akdeniz Boğazı muhafızı eski sadnazam İzzet Mehmed, Ku­düs, Nablus ve Gazze sancaklarının ilhakı ile Şam Eyaleti Konya müşiri Hacı Ali, Halep Eyaleti Sivas müşiri Es'ad, Tar­sus sancağıyla Eyaleti Ferik İzzet, rütbe verilerek Girid Eya­leti ve etrafındaki yerlerde beraber Girid muhafızı Mirmiran Mustafa'ya, Cidde eyaleti Bağdad'a katılarak, Bağdad Valisi Ali Rıza Paşalara verilmişti.

 

Mehmed Ali Paşanın ikinci mühleti geciktirmiş olmaması­na uygun olarak 3. defa azliyle Mısır Eyaleti, Akkâ Valiliği yeniden İzzet Mehmed Paşaya verildi. Dört devletin konso-loslanda vâki olan kararı tebliğ eder etmez İskenderiye'yi terk ettiler. BeriyetüşŞam'da bulunan İngiliz konsolosu ile memurları "Mısır'da asker alınıyormuş" diyerek Cebeli Lüb­nan Mârunileriyle Dürzileri ayağa kaldırmışlardı.

 

Mösyö Tiyer's, Lord Palmerston'un mağlubu idi. Müttefik devletler donanmaları harekât-ı harbiye ve tazyiki'yeye baş­ladılar, izzet Mehmed Paşa komutasında yeterli sayıda asker bulunduğu halde Kıbrıs sularına girilerek BeriyetüşŞam sa­hillerinde bulunan İngiliz ve Avusturya harp gemilerinin müş­tereken Beyrut'a yakın bulunan Cünye mevkiine asker çıkar­dılar. İngiliz ve Avusturya gemilerinden birer bölük asker, 1500 İngiliz piyadesi, 7/8bin civarında da Osmanlı askeri çı­karıldı. Beyrut topa tutuldu.

 

Bu esnada Mösyö Tyers kabinesi de harbçi niyetinin kur­banı olarak düştü. Londra sefiri Mösyö Gizu bakanlar.kurulu­na başkan oldu. niaer tarafdan ise, Suriye ihtilâli şiddetini arttırmış, İbra-paşayı müşkül duruma sokmuştu. Cebeli Lübnan hâki- Mir Beşir'de bütün arzusunun hayatının tamamını lezzet-1  rle dolu ve dokunulmazlık bakımından teminat altına ala-aörnı umduğu Osmanlı devletine ve onun hükümetine İltica etmeyi seçti. Ancak bir zamanlar ordugâha gelmemesi, İbra­him Paşanın yolunu kapamış olduğu bahanesine dayanarak iki oğlunu yollaması, İngiliz amiral Estopford tarafından yapmış olduğu sığınma red edildi. Cebel'deki mal ve mülkü satılıp Mir Beşir'e verilmesinden sonra kendisine Malta'da ikamet izni verilmiş olup, onun boşalttığı ha-kimlik makamı­na oğlu Mir Beşir Kasım tâyin edildi.

 

Mir Kasım daha önce müttefikler ordusuna gelmiş ve Marebe denilen bölgede Cebel isyanına kumanda etmişti. Suri­ye'de meydana gelmekte olan vakalar ve bunlara bağlı sa­vaşlar Mısır askerinin gurublar hâlinde mağlubiyete uğrayıp, bozulmalarına sebeb olurken, adı geçen savaşlarda başarılan ile dikkat çeken İngiliz gemilerinden birinin komutanı Sır Carls Napier, İbrahim Paşanın Şam yolun dan Baalbek'e ri­cat hattı temin maksadıyla Beyrut'un iki saat ötesinde bulu­nan Halas adlı bölgedeki kuvvetlerini, Mir Kasım'ın maiyeti ve Osmanlı askerinin meydana getirdiği kuvvetle dört saat içinde perişan edip sekizyüz esir aldı. İbrahim Paşanın firarı çok büyük zorluklar içinde kabil olabildi.

 

Bu çarpışmadan sonra Beyrut'da bulunan Fransız Süley­man Paşa evvelce İbrahim Paşa nın taleb ettiği yardım aske­ri götürmek isterken, mağlubiyetini işitmiş olduğundan, kendisini aramak için şehirde bulunan askerin yarısını alarak yola çıkmıştı. İngiliz amirali Beyrut ahalisinin ateş yakarak yapmış olduğu davetleri ve Süleyman Paşanın bırakmış ol-ugu Miralay Sadık Bey'in korkakça hareketleri üzerine şehri zaptetti. Bunun ar- kasından vaziyetten haberdar olan Süley­man Paşa hücum ettiyse de mağlubiyetden kurtulamadı. Bu­nun neticesi olarak Sayda, Sur şehirleri de ufak tefek savun­malara rağmen teslim oldular. Mısırlı kuvvetler elinde yalnız Trablusşam ve Akkâ kalmıştı.

 

Akkâ'ya yapılan dehşetli bir bombardıman sonrasında şehrin içinde bulunan cephaneliğinde patlaması İnzimam edince müdafaa diye bir şey kalmadığından teslimiyet mec­buriyet hâlini aldı. Üçyüz adet top, bol miktarda erzak ve de üçbin kişi esir alındı. Bu ana kadar Mehmed Ali Paşa istika­metinde hareket eden Fransa kabinesinin sükûtu yâni düş­mesi, bu ana kadarda Mösyö Tiyers tarafından öncü harekât olmak üzere gönderilmiş olan Valeski'nin haberiyle beraber Amiral Napier'in İskenderiye önlerine gelerek bu şehri topa tutmasını bizzat beyan etmesi, hâttâ Napier'in büyük cesa­retle gemiye binerek limana gidip, Mehmed Ali Paşa ile gö­rüştükten sonra dönüşü esnasında Mısır askerinin savunma toplarından beş altı tanesini çivilemeleri, bir aydanberi cep­hede olan oğlu İbrahim Paşadan bir haber gelmemesi üzeri­ne Suriye cephesinin günden güne vahim bir hâl almasına kaydığını, bilhassa Fransa'dan aldığı son cevapda gelinen yeri Târih-i Siya si adlı eserin anlatımı ile nakledelim: "Fran­sa'nın kendisini leimâne (alçakça) terk ettiğinin tahakkuk etmesi üzerine Amiral Stopford'un ikinci yazısını alınca haki­ki bir müslüman saflığı içinde başını eğip teslimiyet gösterdi. Bu kabulleniş üzerine tebliğin yapılması üzerine tebliğin ya­pılması İçin Meclis-i Ahkâmı Adliye azasından, Bahriye eski müsteşarlarından Mazlum Bey ile Osmanlı devleti hizmetin­de bulunan İngiliz kaptan Valker, Yaver Paşa unvanıyla ami­ral tâyin olunup, teslim-i donanma-ya memuren Mısır'a gön­derildiler, Mehmed Ali Paşa donanmayı teslim etdi. Bu oa-

 

7İuet karşısında müttefik devletler tarafındanda kabul ve tas­dik edilen imtiyaz fermanı verildi. İmtiyaz fermanı Deavi Nâ­zın Said Muhib Efendi eliyle Mehmed Ali Paşa'ya gönderildi. H l257/m.l841. Beriyetüş Samda bulunan İbrahim Paşa, Halas bozgunu üzerine toparlanıp, kavgasına devama çalış-ttusada, Akkâ ile kesilmiş bulunan gerek haberleşme imkânı nerekse ricat yolu buna fırsat vermiyordu. Zahle mevkü ise Emir Kasım tarafından ele geçirilmişken, Havran ahaliside aleyhte hareket içindeydi. İbrahim Paşa Havran isyancılarını Havran ovasında yendiği savaşda pek kan dökücü davran­mış esir aldıklarını dahi İdam ettirdiydi Daha sonra Şam'da toplanabilen Mısır Ordusunun sayısı 25 bin nizamiye, 35 bin başıbozuk, 3 bin süvari ve 200 adet topla kendini gösteriyor­du. İbrahim Paşa bu mevcudla iş göreceğini biliyorsa- da ahalinin isyanı, teşkilâtı askeriyenin noksanlığı bilhassa ka­çış yâni ricat yolunun Akkâ istikametinde kesilmiş oiması zahire azlığı şaşkınlığı içindeyken, babasından da dön emri geldiğinde yola çıktı. Bu dönüşü Süveyş yolu üstünden ve karışık bir halin yapısı içinde gerçekleştiğinden ve haritasız dönüşünden dolayı mevcud kuvvetini dörtte bir nisbeünde kaybetti. Mısır meselesinin sona ermesi münasebetiyle hari­ciye nazın Reşid Paşaya bir madalya verildi. Donanma İstan­bul'a dönerken kapdan-ı deryalık görevîde Çengeloğlu Tâhir Paşaya tevcih olundu."

 

Târih-i Lütfi'ye göre: "Devlet-i âliyede diplomasi usûlünü koyup kurmaya çalışan Reşid Paşa, avrupa devletleri arasın­da bir ittifak hasıl edip de Mısır meselesini hâl ve düzeltmeye rnesai sarf etmekteydi. Eakat bunu Tanzimat-ı Hayriye fermaına bağlayarak becermek ve iki işi bir arada hal yolunu ter-etmişti. Kabine deyer alan nâ zırların çoğu, Reşid Paşa-koymak istediği tarzdan hoşnud olmayıp, ancak Mısır meselesinden sonra muvafakat etmişlerdi. Mustafa Reşid Pa­şa tanzimat fermanını kaleme alıp Gülhane Meydanında okudu. Arkasından aurupa devletleriyle yaptığı ticaret antl-şamasında Mısır Valiliğinin diğer eyaletlerden fazla bir imti­yaz taşımadı- ğını yazdırmıştı. O sıralarda osrnanlı ülkesinde yed-i vâhid usûlü geçerli olduğundan, bundan hazineyede büyük gelir akacaktı. Adı geçen ticaret antlaşmasının orta­ya koyduğu serbest ticaret hasebiyle maliye kasası bu gelir­den mahrum olduysada Mısır'ın üzüntüsü daha da fazlalaş­mıştı. Reşid Paşa bu sıralarda yine azledildi, Vezi riazam Müsteşarı Rıfat Bey, vezir yapılarak hâriciye nazırlığına tayin edildi. Bir kaç gün sonrada babıâli'ye gelen hatt-ı hümayun­da Tanzimat rejiminin uygulanmasını temin için seçilmiş me­murlar meselesine dâir husule gelen karışıklığın mühimliğini surdan çıkarmak mümkündür. Bir vali veya memur, herhan­gi bir görev yerine vardığında artık hergün İstanbul'dan ge-ken her zarfa dikkat ederek üzerinde sabık lafzı yer alıp al­madığına bakmadan zarfın mazrufuna yâni içine bakamaz olmuştu. Durumu böyle olan bir vazifelinin bulunduğu yer­de yarınından emin olmaz olarak, heran göçecek gibi mese­lelere el atar, idareyi oranın sözü geçen kimseler ve haneda­nının te'şirine açık hale getirirdi. Mustafa Reşid Paşanın mev­kii iktidardan düşmesi yine Mısır meselesi yüzünden oldu. Çünkü;verilmiş bulunan imtiyaz Mısır'ı diğer valilikler sanki aşağı mertebeye indirmişti. Bu imtiyaz içinde yer alan M.Ali Paşanın evlatlarının hangisinin vali olacağı padişahın seçi­mine kalmış, gelirlerin icâb eden kısmının verilmesi şeklin­deki maddeler Mısır valisi Mehmed Ali Paşanın itirazlarına mâruzâtı. Hafifletilmiş olduğunu gösteren şartların hâli, du­ruma uygun görülmediği, halbuki Londra Konferansında, düzenlenen protokolün imzası, Mehmed Ati Paşa tarafından  fermanının kabuluna bağlı olması yönünden mesele-   tekrar keşmekeşliğe düşmesi ihtimâli çoğalmıştı. Rıfat hariciye nazırı oluşunun akabinde yaptığı bir dizayn .,   Mısır verasetini, büyük evladdan diğer büyüğe geçmesi '-zina bağladı. Askeri rütbelerin vali tarafından miralaylık ani albay'hk rütbesini verebileceğine rapt etdi. Senelik ver­isinin 40 milyon kuruş olması takdir olunmuştu. Hüküm­ranlık haklarına aid olan şartlarda biraz daha ağıdaştırıldı. Her yeni vali tâyininde ferman çıkarılması, teşrifat merasim­leri için vâli'nin İstanbul'a gelmesi, Mısır ordusunun 18 bin kişiden ibaret olması ancak savaş döneminde padişah 'mi­desiyle çoğaltılabileceği, giyilecek askeri elbise ve darb olu­nacak paranın Osmanlı devteüninkine benzer ve uygun ol­ması, denizcilik alanında savaş gemisi yaptırması hususun­da selahiyeti olmadığı, Mekke ve Medine'nin zahiresinin es­kisi gibi yine Mısır'dan gönderilmesine devam olunması şart­ları tesbit olunmuştur "

 

Mustafa Reşid Paşa, avrupalılarla bir araya gelmekten çok hoşlanıp, karantina usûlünü desteklemekteydi. Bu gibi yeni­liklere eğilimi bazı mutaassıb kimselerde bu davranışlarından hoşnud olmadıklarından ona <mübalatsiz> (kelime olarak mânası, dikkatsiz mânasına geliyorsada, burada kullanılma­sında maksad, din'e dikkatsizdi demek anlayışını belirtmek 'Cindir. Halbuki; merhum Ahmed Cevdet Paşa, Reşid Paşanınranıazan günü akşama kadar beraber olduktan sonra iftar yapar yapmaz, akşam namazını edâ ettikden sonra evradını

 

Çıkarıp okuduğunu görünce üstelik ehl-i târik olduğunu kızı ma Aliye Hanıma anlatmıştır. Biz; Fatma Aliye Hanım'ın eme aldığı  "Ahmed Cevdet Paşa ve Zamanı" adlı eserini hazırlayıp, Pınar yayınlarından neşre sunduğumuzda adı ge­çen eserde yukarıda anlattığımız meseleyi bulmuştuk ve bu sağlam bilgiylede, sayfamızı süslemiş olduk.) olarak bakar­lardı. Padişah Sultan Mahmud'un damadı Fethi Paşa, Reşid Paşa ile hem fikir olduğundan o da ahali arasında ayıpfanan-lardandı. Öte yandan, ülkenin her tarafında başına buyruk gezmeye alışan memurlarda sistemin yâni tanzimat'ın bağla­rıyla eski hallerini yaşayamadıklarından dolayı memnun de­ğillerdi durumdan. Bir de, Mısır'daki veraset meselesine, Re­şid Paşanın kaleme aldığı fermanda senede 80 bin kese Mısır tarafından devlet hazinesine vermesini amir maddesi, ayrıca Osmanlı devletinin bir defterdarıda mezkur yerde bulunması ve gelirleri Osmanlı devleti nâmına alırken,asker ve memur­ların maaşını padişah adına vermek şartlarını koymuştuki bunu Osmanlı hâkimiyetinin devamını temine gayret olarak nitelem k gerekir. Bilhassa bu defterdar meselesinden Kavalalı Mehmed Ali Paşa çok şikâyetçiydi. Bunun değişmesi için Reşid Paşaya fevkalâde büyük bir meblâğı ikramiye-rüşvet karışımı olarak arz etmişsede Buna asla Reşid Paşa eğilim göstermeyerek, tekid yazısıyla ayrıca bunda ısrarlı olduğunu bildirdi. Ne varki; Kavalalı Mustafa Reşid Paşayı azlettirme­nin bir yolunu buldu. Reşid Paşayı hâriciye nazırlığından infi-sal ettirip, Edirne'ye vali tâyin ettirdiği bilinir.

 

 

 

Girid'de Rumların İhtilâli

 

 

Yunanlılar; 1257/1841'de Girid'de ihtilâl teşebbüsüne geç­tiler. Hemen donanmayı hümayun Çengeloğlu Tâhir Paşanın atik davranmasıyla Ada'yı abluka altına alıp, dışarıya çıkışı ve girişi kontrol altına aldı. Ada'larda böyle tedbirler alındı­ğında ordaki başkaldırmaların Önlenmesi nisbeten kolaylık arzeder. Bu sırada Girid'de vali olarak vazife yapan Girid-itafa Nail Paşa da donanmanın tedbirlerine ada içinde al--   tedbirlerin eklenmesiyle teşebüs rahatça bastırıldı. Etterya cemiyeti adlı, yunan megalo ideasınm mecnunu kilat burada bu teşebbüsleri yaparken, Memleketeyn yâni p manya'da da bu tür melanetlerine devamdaydı. Sırplar ve Rulaarlar da bunların te'sir sahası dışında kalamıyorlar ora­larda da isyan öncesi ihzari çalışmaları dikkatli bir idarecinin sez memesi kabil değildi. Fakat bunlar olurken Diyaribe-kir'de bir karışıklık çıkması ve bunun bastırılması sağlandıy-sada, çıkması pek manidar idi!

 

Osmanlı payitahtında iki büyük isim ve bunlara bağlı gu­ruplar, adetâ bir günümüz parti lerini andırır haldeydiler. Biri­si eski sistemin devamında musir olan Rıza Paşa ve arkadaş­ları, diğeri ise tanzimat fermanını kaleme alıp okumuş bulu­nan Mustafa Reşid Paşa ile arkadaşları idi. Edirne valiliği gö­revine gitmekten temaruz eden Reşid Paşa, ne yapıp yapıp Paris b.elçiliğine kapağı atmayı becerdi. Paris b.elçimiz Nuri Bey geri çağrılmıştı.

 

Bu olayda padişahın Mustafa Reşid Paşayı tam olarak bı-rakmadığınında bir ispatı sayılsa gerektir. Mevcud sadrıazam Rauf Paşa, yukarıdaki iki mühim tesir odağından birini teşkil eden Rıza Paşanın tesirinde kalmaktaydı. Dolaysıylada Rauf Paşada eski tarzın mensubu olduğundan Reşid Paşaya pek taraftar değil hâttâ kızdığıda bir vakaydı. Bu sıralarda sada­rete izzet Mehmed Paşa getirildiki daha önceki sadaretinin aynı başarısının binde birini gösteremedi İzzet Mehmed Paşa. •Side Hâriciye nâzın Rıfat Paşayı azil ve Sarım Paşayı bu göreve getirmesi oldu. umulur ki bu halef-selef kılmanın al-In a, Rı fat Bey'in, Paris b.elçiliğine, Mustafa Reşid Paşayı taymde, müsbet hissesi olduğundan mıdır? Allahuâlem! Hemen ilâve edelimki eski usûlü beğenenler bu icraatdan pek memnundular.

 

Her ne kadar; Hassa müşiri Rıza Paşa, askerlerin nizami usulde tâlim yapmalarına gayret gösteriyorsa da, lâzım gelen disiplin henüz oturtulmamış idi. Hâttâ; Yemen üzerine sevk edilen Kütahya ve Afyonkarahisar Redif askerlerinin bir bölü­mü ellerinde silahlan olduğu halde memleketlerine kaçma yoluna sapmışlardı. Bunlar yakalanıp mahkemeye verildiler. Haklarında çeşitli cezalar tatbik olundu. Bu arada da-Cebel-i Dürz'de karışıklıklar husule geldi. Bunlarda eli görülen Mir Kasım azledildi. Yerinede Macarlı Ömer Paşanın gelmesiyle birlikte karışıklıklar yerini apaçık bir isyana dönüştürdüyse-de, Paşa kendini gösterdi ve ortalık süt liman oldu.

 

Tanzimat nizamının tatbiki yönünde uyulan iyi niyete da­yalı davranışlar sadece mutaas şıpların çatmasına değil, gayrimüslimlerin de düşmanlığını üstüne çekmekteydi. Hatt-ı hümayunda yer alan eşitlik ilkesi, bir yönüyle şımarıklık geti­rirken, reaya hukukundaki gayri müslimlere aid müthiş avantajlar bu yeni nizamla ellerinden alınmış oluyordu. An­cak bizim söylediğimiz bu eski hukukda daha geniş olan gayrimüslim haklarının İleride olması resmi ideoloji tarihçileri ve avrupah tarihçiler tarafından es geçilir ve İmtiyaz isteme hususunda ecnebilerin azınlıkları teşvik ettikleri olurdu. Bun­ların başında da Rus Çarı Nikola, Osmanlı ülkesinde yaşa­yan Ortodokslara hami, yâni koruyucu olma rolüne soyun­maktaydı. Böyle bir soyunma avrupa ortasından başka bir sesi yükseltti. Bu da katoliklere hâmilik yapmak istediğini ortaya koymaya başlayan Fransa idi. Bunları gören; protes-tanlarda, İngilizlerin kapısını çalmaktan kendilerini alama­mışlardı. Artık, dini meseleler dünyanın bütün siyasi mahfil­lerinde mühim siyasi kozlar olarak algılanmaya başlamıştı.

 

Fransa ihtilâlinden yarım yüzyıl geçmesine rağmen Fransa ıaVîkliğin gereği olarak katoliklerin hâmiliğine soyunuyordu? İste- buna akıl erdirmek zor olmalı! Bunların altını kazıdığı-' nızda Papalık ve siyonizm ile masonluğun dünyayı karıştır­ması plânı için de büyük rolleri olduğunu anlamamak kabil değildir. Papazlar ve manastırlar ile tiyatro trupları bu işleri harekete geçiren beşinci kol faaliyetleri olarak istimal edil­miştir.

 

Meselâ: Ruslar; 1255/1839'da Sırbistan Kenzi, Miloş'dan memnun olmadıkları için onu tahtından kaçırmaya muvaffak oldular. Mihal adlı birisini, Kenz olarak, ahaliye kabul etttir-meyi başarmışlardı. İki yıl sonra Mihal'de devrildi. Mihal'in zalimlikleri, cinayetleri ahalinin boğazına gelmiş ve defetmiş-lerdi. Kara Yorgi ailesinden Aleksandr adlı birisinin başlarına Kenz olarak geçmesinde ittifak ettiler. Bunun sonucunda Sır-bistanda, Obronoviç hanedanı ile Kara Yorgi arasında bir sürtüşme çıkarken, Rusya ile Avusturya arası şeker renk ile boyandı. Sırplılar ise, kendi yaşadıkları duruma bakmayıp, Bulgarların da aynı zorlukları yaşamasını temin içinmi! Yoksa Osmanlı nüfuz alanında karışıklıklar artsın diyemi onlarıda tahrikten geri durmuyorlardı.

 

Bu hareketlerin çoğalmasıda, Osmanlı askeri ve mülki tedbirleri alınca bilhassa Miş'dekileri bahane eden Rusya müdehale yolu aramaktaydı. Buna inzimamen, Arnavut-luk'un daha ziyade Gega (Gegalar müslümandır)'!arın bulun­duğu belgede bir isyan emaresi görüldü. Tabii isyanı bastır­maya vazifeli olanlar başalarındakileri ve şakileri tarumar et­tiler. Sağ yakaladıklarının ellerini kollarını bağlayıp, İstan­bul'a götürdüler.

 

Tanzimatin ilânın peşinde, geçen beş-altı yıl zarfında aske­riye de yapılan tanzimin dışında umulan terakkiye yâni ilerleyişe tesadüf edilemedi. Erbab-ı dâniş yâni ilim adamları bunu ülkenin ve bilhassa, islamların cahilliğine bağlıyor, böyle olanların sistemin tatbikatını engellediklerini ileri sürü­yordu. Ancak yukarıda geçen mübalaat kelimesinin mânası­na muhalif olmayan davranışlarını sergilemelerinin, sebeb-lerden birini teşkil ettiğini bir akledebilselerdi!.

 

Tanzimat-ı Hayriyenin ilânından altı yıl sonra Sultan Ab-dülmecid Hân, 1261/1845'de babıâli'de târihi ehemmiyeti hâiz bir nutuk irad etmek mecburiyetinde kalmıştı: "Menba-ı ilim ve fünûn ue mehaz-ı maarife nede sanayie numune olan, mekâtib-i lâzime icad ve inşası, indi şahanemizde ikda­mı ömür addolunmakla, memalikin münasib mahallerine ik­tiza eden mekteplerin tanzimiyle, terbiye-i âmmenin çâresine bakılsın" demişti.

 

Tanzimat yavaş yavaş inkişaf ediyordu, ülkenin her tara­fından sözü dinlenir, düşünceleri kıymet taşıyan insanlar İs­tanbul'a davet ediliyor veya yazışma suretiylede fikirleri ve görüşlerinede baş vuruluyordu. Meclisi-i Vâla vilayet meclis­leri kuruluyor, imâr hususunda da Meca!is-i İmariye adıyla Anadolu ve Rumeli cihetlerinde, askeri, mülki ve ilmiye rica­linden meydana gelen komisyonlar teşkil edilmekteydi. Böl­gelerinin ihtiyaçlarını yol, köprü, liman gibi tesbit eden bu komisyonların raporları İstanbul'a gönderildiği, burada ise önce bir furya hâlinde tetkik edilirken, daha sonra bunlar bı­rakılma talihsizli ği yine yaşandı. Trabzon, Erzurum, Bursa ve Gemlik yolları gibi büyük masraf gerektiren yapımlar ta­mamlanamadı.

 

Dahili işlerimizin merkezini siyasetde dahil olmak üzere, Mabeyn Müşiri Rıza Paşa eline geçirmişti. Valiler ve diğer gö­revliler onun işareti alınmadan vazifelerine başlayamıyorlardı. Bizim  1980 sonrasında çıkarılan güvenlik soruşturması, batı çalışma gurubunun koyduğu şerhler gibi  idi. Mahalle mekteblerinin ıslahı ise pek müşterek hususdan olduğundan dolayı orayla ilgili tedbirler birbiribirinin ardından tatbike ko­nuyordu. Mekteb-i Harbiye'ye talebe yetiştirmek için Mek-teb-i İdadi açıldı. Bu mekteplerde, Arapça, Fars ça ve Türkî lisanlar öğretilmesine pek önem veriliyordu. Cihan Seraskeri Rıza Paşa diye anılan Hasan Rıza Paşa ile Mâliye nâzın Saf-veti Paşa azledildiklerinde bu işler aksa maya başladı. Bu azilleri, Mustafa Reşid Paşa taraftarlarının üstün gelmesi diye saymayı yanlış bulmayız. Ancak hemen ilâve etmeliyizki, Üstad Ahmed Rasim Bey, değerli tarih çalışmasında bize şunları aktarıyor: "Yükselmiş olduğu mertebe o kadar büyükmüşki, azıl haberini duyanlar biribirine hem de kulakla­rına 'haberiniz varmı? Serasker azl olmuş, sakın benden duymuş olmayınız' sözünü fısıldariarmış. Kibir ve azameti o kadarmış ki alaylarda yâni resmigeçitler esnasında müşirleri arkasından yürütüyor, yerinden ktmıldamaksızın mülkiye­nin tanınmış kimselerine ve askeriyeye ayağını öptürürmüş. Bu iki makbulün azl edilmesi onların kadrosunun hayli üzüntüsüne sebeb oldu." Demekte.

 

Yine yüzümüzü Şark tarafına döndürdüğümüzde, Hariciye nâzın Sekip Efendinin Cebel-i Dürz gailesini def etmek mak­sadıyla bizzat Beyrut'a gitmek suretiyle vekâleti, Meclis-İ Vâ­la azasından Londra eski sefirimiz Ali Efendiye (daha sonra paşa oldu) verdi. Az zaman sonra Sekip Efendi Hariciye nâ-zırhğndan azledilip, yerini Mustafa Reşid Paşaya bıraktı. Şimdi biz atide yâni aşağıdaki satırlarda Cebel-i Lübnan Me­selesi hakkında bir miktar bilgi vermeye çalışalım:

 

"Mısır meselesinin sonlarına doğru, İngilizler Cebel hâki­mi Mir Beşir'in kendilerine sığnmasına rağmen bunu hoşça görmiyerek Beşir'i    Malta'ya sevk etmişlerdi, yerine hakim olarak geçen Mir Kasım, muktedir bir kişi olmadığından Lüb-nanı gereği gibi idare edemediğinden anarşinin artması ue karışıklık çıkmasına sebeb olduğu görüldü. Bu sıradada Ak-kâ'dct vali olan Mehmed Selim Paşa, yeni nizam tanzimat ge­reklerine uygun olarak, Cebel'deki meucud cemaatlerin sözü dinlenir adamlarından bir meclis teşkil ettirdi. Hakim bu meclisin reisi oldu. Mısırlılar, buranın ceza faturasını hayli yüksek tutmuşlardı. 1257/1841'de ahali öde dikleri vergile­rin bir tenzilata tâbi tutulmasını istemişlerdi. Ancak devletin kasasında yetersizlik hayli çok olduğundan bu arzuları yeri-ne getirilemedi. Dürziler bunun üzerine çeteler kurup hristi-yan köylerini yağma edip, yakıp yıktılar. Katliamlara baş Durmaktan içtinab etmediler. Mir Kasım'ı Dayrül Kamer'deki ikametgâhından alıp, sokaklarda sürüklediler. Selim Paşa bir vali sıfatıyla teskin edici beyanlarda bulundu, nasihatler etdl. Ancak kâr etmediği görüldü. Bunun üzerine te'dip ha­reketlerini başlatmaktan kendini alamadı. Bu arada da Fran­sa ue İngiltere bu olaylarda biribi /iletine rakip oldular orta­lık alevlendi. Şehrin diğer konsolosları işe karışmadan dura­madılar.

 

Sonunda Avrupalı Beş'lerin tavassutu geldi. Serasker'in başkâtibi Netayic-i Vukuat adlı mühim târih eseri sahibi Mustafa Nuri Paşa Lübnan'a gönderil mek zorunda kalındı. Nuri Paşa ilk iş olarak Mir Beşir Kasım'ı azledip, Mirliva Macarlı Ömer Paşayı getirtip, oraya emir olarak tâyin eldi. Bunun fazla bir faydası olmadığından, son çâreyi Sayda va­lisinin koyacağı maktu vergi ve biri Maruni, diğeri Dürzi iki kaymakam tayinine karar verildiysede, bundan da umulan elde edilemedi İngilizlere istinat eden Dürziler, Fransa'ya da-yanan Maruniler çarpışmaları hızlan dırdılar. 1259/1843-1260/1844 seneleri cidden buradaki çatışmaların büyük zarara maruz kalındığı zaman dilimi olarak anılır. Hristiyanların mal ve mülküne Saldırılar bir yağmaya dönüşürken, İki tane Fransız manastırı basıldı bir papazında hayatına kastedildi Bu olaylar üzerine yine beş devletin elçisi babıâll-nin kapısını çalarak sıkıştırma metoduna başvurdular. Bü-tüb bunlar olurken hariciye nazırı Sekip Efendi yeniden Bey­rut'a gitmek zorunda kaldı. Şeklp Efendi 1261/1845 rama­zan'ında ilk tedbirlerden olmak üzere Cebel'de bulunan ve oradaki anarşiyi engellemede kullanılan kuvvetleri, ecnebi teba mensuplarına bir zarar gelir endişesiyle Beyrut 'a getir­me çabalarına ağırlık verdi. Cebel'literin itiraz etmelerini bek­lerken ses umulmayan yerden geldi Fransız konsolosu Pojc, sesini yükseltmiş bir bir itirazları sıralamaktaydı. Onun uzantısı olan babıâli'deki Fransız b.elçisi Borçuney'de ağzım açmaya hazırlanıyordu. Hâriciye nazırımız Sekip Efendiye yapmış olduğu teklif dolay siy la, ikametgâh ve işyerlerinden, . uzak kalacak olan, Fransız tabiyetindeki kimselere tazminat verilmesini, öldürülen Rahip Şaıi'm katili olan Şeyh Hamud Nekid'ln der hal cezaya yaptırılması, yağma edilmiş bulu­nan iki manastırın uğradığı zararların tazmini taahhüd edil­meyecek olunursa hemen elçiliği terk edip boğaz içinde bu­lunan ikametgâha geçip, devletinin vereceği talimatı bekle­yeceğini bildiren bilgiler göndererek anarşik davranışlara gi­rişti "

 

Biz babıâli'yi Fransızların bu reaksiyonlarıyla başbaşa bı­rakıp, Dayrül kamer'de yapılanla ra bir göz atalım. Sekip trendi, Arabistan ordusu kumandanımız Namık Paşa i!e isti­şarelerde bulundu. Bu toplantıdan çıkan karar, ahali elindeki sı'ahlardan arındırılmalarıydı. Bu kararda hemen kuvveden fılle Çıkarıldı. 1260/1844 yılına kadar karışıklıklarda rolü ve eli bulunanlar bir affı umumi ilan olunarak ceza durumu or­tadan kaldırıldı.1257/ 1842'deki karışıklıklarda yağmaya uğ­ramış olanların zararlarının tazminine bundan böyle her taife­nin gelirlerinin kendi vekilleri ile idare edilmesine karar veril­di. Bahse konu karar hemen arabçayada tercüme edilip ka­leme alındı, neşr ve tamim olundu. Ahalideki mevcud ruhi sıkıntı ile birlikte, konsolosların müdehalaye hazır olmaları Sekip Efendinin, ıslahatın tatbike sokulması hakkında ener­jik davranmasını sağlamaya yaradı.

 

Hemen 24 tabur nizamiye askerinin yanında bir miktar ba­şıbozuk askerinide bölgeye yerleştirdi. Tahmin edileceği gibi ahali silah tesliminden kaçındı. Her iki tarafın ruhanileri vede reisleri zorluklar çıkarırken bunların içinden hayli tevkifler yapıldı. Alaylı subayların silah toplama işinde haylice sert davrandıkları gözleniyordu. İtip, kakmak ve silah aramaları esnasında başka şeyler almak gibi istenmeyen durumların vukubufduğu da oldu. Kesrevan taraflarında bir kolağası (kı­demli yüzbaşı) içeride silah var diye bir manastırın kapısını kırdı. Papaslanni sürükleyip, götürüp hapse attı. Namık Paşa böyle yanlışa ve haksızlık yapanlara fırsat vermedi, tesbit et­tiklerini divan-ı harbe verdi. Ne çâreki avrupada iftiralar, ya­lana dayalı propogandalar kıyametin koparılmasına kâfi gel­di. Zuk böl gesinde ahalinin silah teslim etmesine engel ol­maya çalışan Halil Medver isimli biri de tevkif edildi. Meğer bu herif Fransız konsolosluk tercümanın kardeşi olup, arap-ça kâtibi imiş! Bu elemanlarının taht-ı tevkif altına alınmasını Öğrenen Fransızlar derhal Beyrut limanına, yakın bir yerde bulunan, ülkelerine ait firkateyni, Halil'in hapse konduğu ye­re Cünye'ye getirip, Cünye'yi topa tutmak ve karaya asker çıkarmak gibi bir faaliyeti sergilemeye başladılar. Bunlar alı­şıla gelmiş Fransız hoppalıklarından biri sayıldı. Hâttâ bazı

 

Fransız diplomatları, bunların yaptığı davranışı uygun bul­madıklarını seslendirmek ten geri kalmadılar. Bizde bu itirafı ıtırlarımızda geçirmeyi dürüstlükten bir vazife saydık.

 

Hâriciye nâzın Sekip Efendi sağlam karakterli, kimseler­den olduğundan böyle patırdılara pabuç bırakmadı. Tabiiki avrupa siyasal cephesinde aleyhimize ters rüzgâr yine estiril­meye başlatılmıştı. Hâttâ meşhur Avusturyalı diplomat Prens Meternih, Avusturya hâriciye nâzın sıfatıyla lehimizde düşü­nen gurubtan olmasına rağmen, elçimiz Nâfi Efendiye Halil Nadver'in tevkifi hakkında yayılan şayia Fransız konsolosu tevkif olundu tarzında kulağına gidince "Ne yapıyorsunuz? Fransızların Beyrut konsolosunu hapsetmişsiniz?" diye sor­duğu olmuştur. Bütün bunlar ve olaylar geldi ve Sekip Efen­dinin hâriciye nazırlığından alınmasına dayandı. Halbuki bu durumda yapılan işlem zaaf işaretiydi ve bu hâl diplomaside bir falso sayılır. Sekip Efendi ise Paris sefirliğine gönderil­mekle, bu yanlış bir miktar telafi edildi sayılır, çünkü isten­meyen adamı önlerine koymak biraz da mukabelede cesaret göstermek diye düşünülebilir. Mustafa Reşid Paşa ise hârici­ye nâzın yapıldı. Reşid Paşadan dolaysıyla İstanbul'dan Se­kip Efendiye, silah alımı maddesini işletmeyi durdurması, hapsedilmiş kaymakamların tahliyesini sağlaması ve işleri tatlıya bağlaması direktifleri ulaştı.

 

 

 

Kavalalı Mehmed Ali Paşa İstanbul'da

 

 

1262/1846'da yılın en önemli olayını isyankâr vali Kavalal> Mehmed Ali Paşanın Dersaadet'e gelmesi teşkil etti. Pa-?a> Feriye sarayında misafir edildi. Bu senenin diğer mühim ır günü, Büyük Mustafa Reşid Paşanın makam-ı sadarete getirilmesidir. Bu tâyinle yaşiı Rauf Paşanın adetâ tasfiyesi maktaydı. Hariciye nâzırlığıda Mehmed Emin Âlî Paşaya verilmişti. Böylece tanzimatın devlet adamları selahiyetle gö­revlere gelmeye başlamıştı.

 

Ayasofya yakınında bulunan eski mehterhane mevkii ile Sultan sarayı arsası üzerine ilk defa olmak üzere bir Dar'ülfü-nûn yâni üniversite binası inşaatına başlandı. Fakat bu inşa­atın uzun zaman sürmesine tepki olarak, bazı mütalaa serd edenlerin arasında yer alan üstadımız Ahmed Rasim bey şöyle yazmaktadır: ".Bu inşaat senelerce sürdü. Hâttâ o ka­dar uzadı ki, avrtıpadan konrat yapılarak, getirtilmiş bulu­nan mimarına ödenen para ile yekun edersek, bir kaç tane bina yapmak mümkün olurdu. Nihayet tamamlanan  bu bi­na üniversite hariç bir çok işlere tahsis olunduysada sadece ismi Dar'ülfünün olarak kabul edildi. Hatta daha sonra bir ara çıkarılmış bulunan ue adına kaime denilen kâğıd parala­rın tasfiyesi bu binadan yönetildiğinden kaimeyi kaldıran kaideye Darülfünun kaidesi adı verilmiştir." Demektedir. Şu halde üniversite yapmak üzere yaptırılan bina, yüksek tahsil müessesine tahsis olunma, şerefini kazanamamış.

 

Bu sıralarda Musul vilâyetinde kazalardan biri olan Ciz­re'de Bedirhan bey'in Cizre mü tesellimine yapmakta olduğu sıkıştırma ve tazyiğini önleme için Anadolu ordusu müşiri Osman Paşaya özel emirler verildi. Osman Paşa, Bedirhar Beyi Orak Kalesinde sıkıştırdı. Sonunda aman dilemeleri üzerine iki oğlu ile birlikte İstanbul'a gönderildiler.

 

Bu arada da Mustafa Reşid Paşanın sadaretten infisalî vu­ku bulup yerine Sârim Paşa getirildi. Alî Paşada Reşid Paşa ile birlikte hâriciye nazırlığından alınınca, tanzimatçılann ra­kipleri karşısında bir raund kaybettikleri düşünülebilir. Çün­kü; eski ve yeni kavgası devam etmekte padişah ise ağırlığı­nı hangi tarafın lehinde istimal ederse o tarafın mevkii iktida­ra geldiğini herhalde söylemeğe gerek yok değilmi efendim?I

 

Âlî Paşa'dan, boşalan hâriciye nazırlığına mâliye nazırlığında istihdam olunan Rıfat Bey getirildiysede, bu değişiklik fazla devam etmedi, infisal edenler eski vazifelerine pek geçme­den avdet ettiler. Bu senenin mühim vakalarından birinide Cezayir Kahramanı Emir Abdülkadir'in Fransızlar ile müca­delesini aman dilemek suretiyle bitirmesi teşkil etti.

 

 

 

Macaristan İhtilâli-Memleketeyn Meselesi

 

 

1264/1848 senesinde yine bir ucu bizede dokunacak olan ve Avusturya'da meydana gelen Macar ihtilâli dünya siyasa­sına ağırlığını koydu. Bu ihtilâl, Fransa kralı Lui Filip'in Ce-zayiri istila etmek suretiyle, Fransız Müstemleke İmparatorlu­ğunu kurmak, arzu ve emelinde olan zâtı tathtından düşüren 1848 ihtilâlinin bir nevi aksi tesiriydi. Mısır vali liginin vera­setle Mehmed Ali Paşa uhdesine verilmesi mesele-i mühim-mesinde gördüğümüz gibi Mösyö Tiyers siyasetinin mağlubi­yeti üzerine istifa etmiş Lui Filip Londra elçisi Mösyö Gizu'yu başvekilliğe getirmişti.

 

Gizu, Afrika savaşlarının devamında bulunmakla beraber Fransa demiryollarının inşaası, yeni iki ticaret kapısını aç­makla beraber, fabrikaların kurulmasıyla geçimi kazanmaya arız olan sektenin mamulat ve mahsu latı sanayiinin çoğal­ması sevdasıyla biz, onlara hasıl olan ihtiyaç ile geri çekilip yedi sene görünüşte sessiz sedasız bir idare yolu seçti. Gizu; Çok kişiye yüksek maaşlı memuriyetler vererek, mebuslar "necüsinde lâzım gelen ekseriyeti temin etmeyi bilmiş böy-lecede mebusların önemini azaltmıştı. Adetâ; "Bendegân-ı hükümdaran kamarası" olmuştu. Muhalefette olanlar genel hürriyete vurulan bu darbeye karşı, "La Reform" yâni İslahat

 

adlı büyük bir gazete çıkardılar. Bu gazete bütün gayretiyle parlamento ve seçimlerin İslahatı gerektiğini ileriye sürdü. Mebusların devlette memur olmamalarını ferdleri rey verme­ye selahiyattar kılan verginin, 200 franktan, 100 franka indi­rilmesini istiyordu. Muhalifler memleketin her tarafında ziya­fetler usulünü kurup ve bu münasebetlerle nutuklar atarak, demokrasi yâni halkın seçmesini zihinlere yerleştirmek isti­yordu. 1265/r. Ahirinin/18.-1848/şubatının/22.günü, Pa­ris'te, bir <Reformistler Ziyafeti> ilân edilmişti. Hükümet bu ziyafeti yasak ilân etti. Halk; Konkordiya caddesinde topla­narak, Fransız milli marşı olan Marseyyezi söylediler. Hep birlikte yaşasın cumhuriyet diye bağırdılar ertesi günü umu­mi heyecan daha da çoğaldı. O zamanlar Kapisyun Bulva­rında bulunan hariciye nezareti önünden geçmekte olan ka­labalığın arasından, bir tabancanın ateşlenmesi üzerine neza­reti yâni bakanlığı muhafazaya vazifeli askerin komutanı hal­kın üzerine ateş açtırdı. Bu kalabalıkta 23 kişi öldü, 30 kişi de yaralandı. Halk bu cenazeleri omuzlarına alıp, yaktığı me­şalelerin ışığı altında bütün gece Paris caddelerinde ve so­kaklarında dolaştılar. Yaşasın Cumhuriyet diye bağırmaktay­dılar. Sabah olduğunda bütün Paris ayaklanmıştı. Gizu istifa­yı seçerken, ahali ise Tulliers sarayına hücuma geçmiş, Kral Lui Filip ise kapalı bir arabayla kaçmaktan başka çâre bula­madı.

 

Avusturya'da Prens Meternih, Napolyon'un kati mağlubi­yetinden sonra ve Viyana kon feransının arkasından ülkesi içinde sıkı bir istibdad idaresi tesis etmişti. Bu idare tarzı ile her tarafta kendi aleyhine fikirler doğmasına sebeb olmak­taydı. 1848 şubatında Paris'te husule gelen ihtilali müteakip, mart ayının 3.günüde Viyana dehşetli bir galeyana şâhid ol­du.

 

Meternih ancak bir çamaşır arabasına binerek soluğu Londra da alabildi. Avustur ya imparatoru 1. Ferdinand ihti­lâl gürültüleri arasında büyük b*r meclis topladı. Ancak bu arada harbiye nâzın öldürüldü. İmparatorda, Rivyerada, Ol-rnutz'a çekildi. Fakat Viyana'da ihtilâl devam edemedi. As­ker şehri topa tuttu. İhtilalcilerde teslim olmaktan başka çâre bulamadılar.

 

Halbuki bu buhran, bu sıkıntı Avusturya'yı meydana geti­ren unsurların arasında ayrılık emarelerinin çoğladığını gös­terdi. Avusturyalılar, İtalya'dan koğuldular. Milanİılar ile Piye-monlar birleştiler. Almanlar birleşmek üzere Prusya Kralına imparatorluk tacını teklif ettiler. Isî.avlar, bağımsız bir Çek devleti tesis etmek maksadıyla Prag şehrinde bir kongre top­ladılar. Burasıda topa tutuldu". Macarlar ilk anlarda hususi bir vekiller heyetine sahip oldularsada, sonra bütün bütün ayrı­larak, Lui Kossut isimli bir ihtilalcinin liderliğinde müstakil bir cumhuriyet ilân eylediler.

 

Böylecede Avusturya hükümeti büyük bir tehlike karşısın­da kalmışt'. Ancak Rusya imparatoru Nikola yüzbin asker ile imdada koştu. Macarlar mağlup oldular. Avusturya impara-torluğuyla Macar kra Ilığı meydana gelmiş oldu. İtalya'daki Milan ve Venedik şehirlerini aldı.

 

Avrupada bir takım değişikliklere sebeb olan bu ihtilâllerin tesiri Eflak ve Buğdan'da da hissedildi. Bir taraîdan Osmanlı askeri öte tarardan Rus askeri Memleketeyn'e girdi. <bu isim Eflak ve Buğdan için terkip olunmuştuı\> Divan-ı hümayun dçisi Fuad Efendi (Paşa) fevkalâde memuriyetle ve Ma- Ömer Paşa kumandanlıkla gönderildiler. Bu sıralarda ise Macar milliyetçilerinden pek. çok kimse Osmanlı devletinır> koruyu cu kanatlarına sırımaktaydı. Avusturya ve Rus devleti yetkilileri, bu mültecileri ısrarla geri istedilersede,

 

sadrıazam Mustafa Reşid Paşa Osmanlı şan ve şeref sahibi bir devlettir, böyle aşağılık bir iş yapmaz diyerek herkesin beğendiği tarzda cevap verdi. Daha sonra Fuad Efendi (Pa­şa) Petrsburg'a gönderilip, bu reddin sebeblerinide mukni bir iisan ile beyan etti.

 

Memlekteyn'deki ihtilâlciler, Bükreş'te klişede sandık için­de bulunan senetleri ve şartlan yakmışlar. Metropolit vasıta­sıyla gönderilen nasihatnâmeyi elinden kapmışlardı. Bunun üzerine Bükreş'e asker sokulup, asayişi iadeye muvaffak olundu. Avrupa ve Balkan lar üzerindeki kaynaşma böyle bir seyir gösterdi.

 

 

 

Osmanli Devletinde Bazı Olaylar

 

 

1265/1849 senesinde, vilayetlerin idaresi adına bir karar alındı. Mevcut eyaletlerin bölümlere taksimleri yapılarak merkezlerinde birer meclis kurulması ilk önce de, Rumeli de Edirne, Anadolu'da Hüdavendigar (Bursa) Suriye'de ise Say-da eyaletlerinde tatbike geçildi. Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa bunamış olduğundan yerine büyük oğlu İbrahim Paşa geçti. Ancak ömrü 71 gün müsaade etti vefatı üzerine Abbas Paşa rütbe-i vezaretle tâyin edildi. Paşa vezaret menşurunu bizzat almak üzere İstanbul'a geldi. Bu münasebetle Mısır valiliği paşanın diğer vezirlerden imtiyazı için uhdesine sadaret rüt­besi tevcih olundu. Aradan çok geçmemiştiki Mehmed Ali Paşa da bu dünyadaki kavgasını tamamlayıp, irtihal eyledi.

 

Öte yandan 1270/1853 senesine kadar meydana gelen önemli vakalr yanında işlevi hayli yararlı olan iktisadi teşeb­büslerimizden Şirket-i Hayriyye'nin 1267/1851'de kurulma­sında, Keçecizâde Dr. Mehmed Fuad Paşa ve meşhur Ahmed Cevdet Paşa ile Bursa'da tatil yaptıkları sırada tasavvur etmisler ve Dersaadete geldiklerinde kuvveden fiile çıkarmala­rıyla gerçekleştirdiğini de belirtmiş olalım.

 

Öte yandan da bir ilim meclisi olarak, yâni Fransa'daki /ykademi Fransez tarzı istihare yeri olacak olan Encümeni Dâniş teşekkül ettirildiğinde, takvimler, 9/Ramazan/l 267-1 8 /Temmuz/1851'i gösteriyordu. Kurulmasında tasavvur olu­nan fâideler alındı sanılır, zâten Osmanlı devletinin istinat et­tiği şer'i sistemde istişare, istihare önemli müesseselerden idi. Yukarıdaki târihde yapılan resmî küşâda bizzat padişah hz.leri de iştirak buyurdu ve toplanma yerînide daha önce Bezmialem Vâlidesultan'ın Dar'ül Maarif olarak yaptırdığı bi­nada yerleştiler. İlk toplantıya 40 kişi aza alınmış,ayrıca 30 kişide fahri aza olarak kayıt olunmuştur. Fahri azalar içinde Meşhur Avusturyalı Tarihçi Baron Hammer, İngilizce~Osmanlıca lügat sahibi Red House ve Fransızca-Osmanlıca lü­gat sahibi, Mösyö Bianki'de bulunmaktaydı.

 

Yine; Vidin taraflarında Ağa Hüseyin Paşanın vefatından sonra Mora ihtilâlinden örnek alan Bulgarların coşkunlukları­nı tanzimatın Bosna'da tatbikine memur olan Rumeli Ordusu kumandanı Macarh Müşir Ömer Paşanın gayretlerine evvelce ses çıkarmayan Bosna sergerdelerinin kışın gelmesi ile, as­keri hareketin yavaşlaması üzerine İzvornik vede Mostar böl­gelerinde kıyama kalkmaları, nizamiye taburlarına asker al­mak için şer'i kura usulü aleyhine olarak Şam'da; Herfuş bey namında birinin kışkırtmalarıyla, Baalbek ve Havran ka­zalarında isyan hareketleri görüldüğünde tenkil edilmesi, Haleb'de de bir ihtilâl teskini, eşkiyadan Abdi ve diğer şahısla-rın çıkardığı karışıklıklar, yeni tanzimin icrasını temin maksa­dıyla, Rumeli ve Anadolu içlerine müfettişler tâyini, İstan­bul'da bir danışma meclisi olan, encümen-i dâniş tertip olun­du.

 

Sadaret değişikliği gerçekleşirken Abdülmecid Hân'ın adı­nı alan, Mecidiye nişânıda bu arada ihdas olundu. Takvim yaprakları 1270/1853 târihini gösterirken yukarıdan beri yazdığımız olaylar cereyan ediyor du ve Fransa olsun, İngi­lizler olsun İstanbul nezdine gönderdikleri elçilerine büyükel­çi unvanı veriyorlardı.

 

KIRIM SAVAŞI( 1269-1853)

 

Hünkâr İskelesi antlaşmasından sonra Rusların, Osmanlı Devletine karşı göstermeye başladığı koruyucu tavır avrupa-da büyük devletlerinin nazarı dikkatlerini şark âlemine çevir­melerine sebeb oldu,1231/1815'de Fransa aleyhinde tez­gahlanan ittifaka,12 57/1841 senesinde Rusya aleyhine ku­rulan bir başka ittifaka mukabele olacakmış gibi sinyaller beliriyordu.

 

Şurasını da asla hatırdan çıkarmamak icâb ederki, Os­manlı Devleti bu ittifakların içinde gizli bulunan taksim ve bölünmesine aid emellerin arasında, bir hasta olarak yatıyor­du. Mustafa Reşid Paşanın siyasi tedbir olarak ortaya koyup, yayımladığı tanzimat-ı hayriye bu hasta hâlimizin gerek iç iş­lerimizde gerekse dış meselelerimizde ölümlü rahatsızlığımı­zın ortadan kalkmasına yarayacak devalardan biriydi. Fakat faydasını görmek tatbikata devamda ve uzun zamana ihtiyaç göstermekteydi.

 

Tanzimat-ı Hayriyye, vilâyetlerin idaresinde ıslahatı, adli işlerde teşkilâtın kuvvetlendirilmesi, kanun önünde müsavat yâni eşitlik, vergi ve askerlik hizmetlerinin düzenleneceğini müjdelediği için hastanın ifakata yâni iyileşmeye başlaması kolaylaşıyor, genç ve yeni bir Osmanlı hükümetinin kendi kendisini kurabileceğini vaad etmekteydi. Rusların bu yeni­likten hiç ama hiç hoşlanmadığı görüldü ve Çar  1.  Nikola, hâla Çariçe Katerina' nın plânlarının takipçisi idi. Târih eser­lerine göz atılırsa anlaşılırki, Mikola'da doğrudan doğruya İs­tanbul'u, yine Kostantinopole yapmak fikrini, bir kenara bı­rakmış vede Lehis tandan vaktiyle kurmuş bulunduğu hima­ye usûlüne benzer bir tesir ile Osmanlı ülkesin de yaşamakta bulunan hristiyaniara hami (koruyucu) sıfatını takınarak, Os­manlı devletini yapmış olduğu yeni siyasetine boyun eğmiş seklinde göstermeye karar vermişti. Bu yüz den Osmanlı devletinin tanizmatın getirmiş bulunduğu esaslardan fayda­lanmasını istemiyor, bu esasları uygulatma fırsatı bırakmak istemiyordu.

 

İngiltere devletinin, Kavalalı Mehmed Ali Paşa meselesin­de, Fransa politikası karşısın da elde ettiği başarı, Rusya'ya da vurulmuş bir darbeydi. İngiltere hükümeti bu darbe ve ba­şarısı ile Osmanlı devletini, Ruslar ile yapmış olduğu, Hünkâr İskelesi antlaşmasının getirmiş olduğu, Rus nüfuz ve tesirin­den kurtarırken, ne çâreki kendi yâni İngiliz nüfuz ve tesirini Osmanlının boynuna geçirmişti. İstanbul'da İngiliz elçisi ola­rak bulunan Sir Starat Ford dö Radklif, siyasi işlerimize hâ­kim olmuş duruma gelmişti.

 

Ruslar, Fransızlar bir tarafda apışmış kalmışlar idi. Bunun üzerine Ruslar,tanzimatın tatbik şeklini bozup geciktirmek için hristiyan tebayı teşvik etmekten geri durmuyordu. Şüp­hesiz ki bu teşvikler Osmanlı devleti aleyhine olmakla bera­ber toplumdan ilgide görmekteydi. Öte yandan da artık, Os­manlı devletinin şifa bulmaz bir rahatsızlığa tutulduğunu ilân ediyor lardı. Hatta Çar Nikola 1260/1844 sene sinde Os­manlı ülkesinin bölüşülmesi meselesini İngiliz devletine teklif eyledi. Bunun nasıl gerçekleştiğini sahibelerimize alalım efen dim: "7/r.euuel/1270-9/ocak/1853'de, Petersburg kışlık sara­yında uerilen bir müsamere esnasında Çar Nikoia, İngiliz elçişi Sir Hamilton Seymur'a yaklaşıp, bir tarafa çekmiş ue Os­manlı devletinin hâli hazırdaki durumu üzerine konuşmaya başladı:

 

-Türkiye buhrana düşmüş bir halde bulunuyor Bize de fazla sıkıntı verebilir Kolları mız arasında ağırca hasta bir adam var. Lâzım gelen tertibatı almamızdan önce eli mizden kaçıracak olursak büyük bir felâkettir. Böyle bir ifade bekle­meyen ingiliz diplomat, ancak hazırcevapldığı sayesinde bu sözlere mukabelede bulunabildi:

 

-Haşmetmeab; adamın hasta olduğunu beyan buyuruyor­sunuz. O halde zat-i Impara lorilerine hasta bir adamın ko­runması, kerim ve kuvvetli olan adama vâcibdir, dememi mazur görünüz." Sözleriyle mukabele etdi diyor, Ahmed Ra-sim Bey târihinde. Ancak Rus Çan'nın bu teklifini şüphesizki metbuu devletine ulaştıran Sir Seymor, hâriciye nezaretinin ve devlet-i fahimenin bu sözlere pek kulak asmadığını belir­tiyor. İngiliz diplomatları iyi bir eğitim ve genellikle aileden gelme tecrübelerle ricali devlet olduklarından, Sir Seymur zaman zaman Çar ile yaptığı siyasi mülakatlarda mahut has­ta hikâyesi etrafında söz edecekmi diye dikkat kesilirmiş. Çar ise, beyanlarında; Fransızlar hâriç olmak üzere İngiltere Mısır'ı, Girid'i alacak, Rusya kendi himayesi altında olmak üzere Eflak, Buğdan, Sırbiye Bulgaristan Prensliklerini orga­nize edecekti. Bunun yanında İstanbul'u almakta gözü olma­dığına dâir sözler söylemekle beraber ancak adı geçen şeh­rin bir müddet vedia olarak elinde kalması lüzumununda muhakkak olduğunu itiraftan çekinmemişti.

 

Esasında Sırbistan'da Obronoviç sülalesinin yerine Kara Yorgilerden Aleksandr'ın tercih edilişi Eflak ve Buğdan ihtilâ­linde Bükreş'e asker göndererek Rusların asker sevkıyatını durdurmaya  çalışmamız, Macar milliyetçilerini,  Rusya ve Avusturya'nın tehdidlerine karşı dahi iade etmememiz, hatta o k Ordusunu Prut nehrinin de öte yakasına geçme mecbu-velinde bırakışımız, Bosna isyancılarına Tanzimat-ı Hayriy ve'yi silahla kabul ettirişİmiz, Mısır valisi Abbas Paşanın mu­halefetine rağmen yapılan hatalarda dahi tazyikine Çalışmak ve gayretimiz Rusları, bütün bütün kuşkulandırıyordu. Bu­nunla beraber Tanzimat-ı Hayriyye ileri gidiyormuydu? Ne qarip tecellidir ki, bu defa da hristiyanlar istemiyorlardı, vazi­feyi yapamıyoruz. Cahillik ve tutuculuk yapan millet karşı geliyor. Eski ve yeni fikir, biribirine girerek hükümet idaresi yine çığırından çıkıyordu. Diğer taraftan bilinen nakit yeter­sizliği, bu geçidi zorlaştırıyordu.

 

İşte bu nokta 1. Nikola'yı hızlı harekâta sevk ediyordu.: "Ağaç henüz Fidan halindeyken ey ilmesi iyidir" Diyordu. Bu durum 1269/1852 senesine kadar böylece devam etdi.

 

Bu arada Kudüs'de Selahaddin Eyyubi Camii olayı vukua geldi. Fransızlar, Selahaddin Eyyubi hz.lerinin adını taşıyan bu camiyi mutasarrıfla anlaşmış olmalılarki, bütün külliye-siyle birlikte mevcud olup, cemaatı da varken, babıâli'ye müracaat ederler ve boş bir arsa olduğunu kendilerine veril­mesini ve bir klişe inşa edeceklerini ifade ederler. İş padişa­hın fermanına kalır. Hükümet, bu iş için Kudüs Mutasarrıfı Kâmil Paşayı bu işe vazi feli kılar. Mutasarrıf da buranın bomboş olduğunun mütalaasını verdiğinden, İstanbul'da di­van kurulur, karar tezekkür etjirilir ve ferman yazılır, tasdike halifeye ulaştırılır.

 

oultan   Mecid hân onaylayınca Fransa'nın bu arsa üzerin- 'ise yapma hakkı doğarsa da, ortada arsa değil, tam te-Şekkülath bir camii şerif var olup, hem de büyük islâm kah­yanı zâ tın adını taşımaktadır. Camiyi yıkmak üzere gelen-cemaatin karşı koymasıyla karşılaşırlar. İş padişaha akseder. Çünkü Kudüs'deki Safilerin müftüsü, Harem-i Şerif Şey­hi, Tarikat şeyhleri ve sadâttan nice zevat bir şikâyetname yazıp padişaha göndermişlerdir.

 

Mutasarrıf bu makama Fransız elçisinin yardımlarını göre­rek geldiğinden böyle bir işe aracı olma süfliliğini işler. Padi­şah, mutasarrıfın derhal azlini emreder ve bir daha hiçbir is-de kullanmaz bu kişiyi. Bu hususda devlet adamı, âlim ve ta­rihçi Ahmed Cevdet Paşa merhum şunları kaydeder: "Sela-haddin gibi bir büyük zâtın ahırı olsa ona riayet muktezayı insaniyetken, camiini klişeye tahvil ettiren hamiyetsizlerin istihdamı şöyle dursun, yüzlerine bakmak caiz olmayacağı cây-ı bahs ü tereddüt değildir. Devletin eski savleti kalmadı­ğı gibi erkân'in dahi evvelki şân-u şerefleri zail oldu. Her biri kendilerine melce bulmak üzere sefaretlerden birine iltica ey­lediler Binaen âlazalik müdehalat-ı ecnebiye aleni surette ce­reyan eder oldu. Deuiet-i âliye de acınacak bir hâle geldi. Maalesef bu ferman geri ahnammaıştır. Şu uak'a devletin ac­zinin, ricalin şuursuzluğunun ve ecnebi müdehalesinin dere­cesinin yükselmesinin bir misalidir "

 

Burdakİ olayın sebebi, devlet adamı yokluğunun bir giriz­gâhı olmasıdır. İlerleyen zamanın,adamların kaliteye döndü­ğünü de söylemeden geçmeyelim.

 

Fransa'da 2. cumhuriyet sükût etmiş yerine, eski reisi­cumhur Lois Napolyon Bonapart unvanı ile 3, Napolyon ola­rak Fransa imparatorluk tahtına oturdu. Böylecede avrupa da merkezde Alman İttİhad-ı (alınanların birleşmesi) gibi mühim bir mesele çıkması,1. Nikolayı Osmanlı devleti üzeri­ne ayrı bir yolda hücum etme noktasında meydan bulması nı getirdi. İlk önce Karadağ'ı tahrik etti. Maksadı Rumeli bölge­sindeki hristiyanalrı aya ğa kaldırmaktı. Karadağ ismen bize tâbi idi. Vladika adı ile tanınan Karadağ reisleri ruhban sıfamaktaydılar. Bunlar Petersburg Sen-Sinod meclisin-a n ruhaniyetlerine dâir ferman alırlar idi. Bu sıralarda ma-kam-ı riyasetde bulunan Danilo, prensliğini ilân   ederek Pe-rsburg'a gitdi. İmparator Nikola kendisini Karadağ Prensi larak kabul edip çocuklarınında bu şerefe vâris olabilmeleri hususunda yardım edeceğini vaad etdi. Para ve nişanlar he­diye etdi. Her bakımdan kendsini destekleyip, teşviklerde bulundu.

 

Danilo, Çetine'ye döner dönmez isyan bayrağını açtı. Tabiki Osmanlı hükümeti derhal bu isyan bayrağını açtı. Tabi-iki Osmanlı hükümeti derhal bu isyandan haberdar oldu. Macarlı Ömer Paşa kumandasında olarak 35 bin kişilik bir ordu Karadağ topraklarına yürüdü. Meydan gelen savaş çok şiddetli oldu. Yunanistan ve Cezayir'e yakınlığı hasebiyle il­könce İngilterenin dikkatini üzerine çekti. Avusturyada bir haylice üzüldü. Çünkü Rusya'nın, Osmanlı devleti idaresinde bulunan Slavları, kendi emri altında bulundurmasıda Avus­turya devletinin siyasi menfaatlerine tamamen aykırı idi. Serdar~ı ekrem Ömer Paşa devam eden muzafferiyatlarıyla Karadağı ezip geçiyordu. Avusturya ise görünüşte görünüşte Islavları (Slavlar) korumaya dönük niyetle babıâlî nezdinde kafi teşebbüslerde bulundu.Fakat; Avusturya'nın bu teşeb­büsleri, Rusya'nın arzu ve emellerinede bir nevi muhalefet olmuştu.

 

Rus Çarı Nikola, bu muhalefeti his etmekle birlikte Avus­turya'nın uzun zaman kendinden ayrı bulunmayacağı düşün­cesini gütmekteydi. Bu sıralarda yine Avusturya'dan daha çetin, daha azimkar bir siyasi hasım karşısında kaldı. Fransa ile beraber bütün avrupanın bir asırdır unuttuğu bir mesele ortaya çıkıyordu. İşte bu meselenin çıkışı müthiş bir savaşın çıkmasına sebeb oldu. Fransız tarihçilerinin, ülkelerinin târihki taplarında belirttiğine göre,1153/1740 senesinde elde edi­len, 246/860 târihinde Kudüs-ü Şerif Patriği İstanbul'da biz­zat Hz. Ömer (r.a)'m mezhebine müsaade ettiğini bildiren bir hatt-i mübarekeni ibraz etmiş. Mezhebine müsaade te'yid olunduğu gibi ihsanlarada, gark edilmiştir. Yine 923/1517 tâ­rihinde Yavuz Sultan Selim devrinde Rumlar, gerekse Erme­niler, mübarek makamlardaki hukuklarının korunmasını isti­da edip, neticede bu müracaatlarına müsbet cevap verilmiş­tir. Osmanlı devletinden elde edilen kapitilasyonlarla Fran­sa,Osmanlı topraklan içinde yerleşmiş Lâtinlerin, koruyucu­luğunu üstlenmişlerdi

 

Osmanlı padişahlarından gerek Kudüs-ü Şerifin içinde ge­rekse dışında bulunan bütün ziyaret yerlerini kesin olarak kendi emr-i ve muhafazasına almıştır. Hatta Kudüs-ü Şerif'de Hz. Meryem Validemizin kabri ile Beyt'ülham'daki Hz. İsa (A.S) Efendimizin doğduğu yer ile Kamame Klişesi hakkın­daki muamelede böyle olmuştur.

 

Aşağıdaki satırlarda, bu mukaddes yerlerle ilgili bazı mu­amelat hakkında bilgi yer alacaktır: Lâtinİer bu mübarek ma­kamlarda tecrübe sahibi meselelere yabancıda değildiler. Onlar da Ortodokslar gibi eskiydiler. Sultan 4. Murad zama­nında ki, 1047/1637 senesinde yine 1067/1 656'da 4. Meh-med döneminde Latinler, Rumlar ve Ermeniler arasında çı­kan ihti laflarda babıâlî tarafından, başlarında bizzat Şeyhü­lislâmın bulunduğu vezirler, kadıaskerlerden teşkil olunmuş bir heyet tarafından murafaları (duruşmaları) yapılmıştır. Yi­ne: 1188/1774 senesinde Sultan 4. Mehmed devrinde Fran­sızlarla bu mevzuda yapılan bir antlaşma şöyle: "Françe-iu'dan Kudüs-ü Şerif ziyaretine gelip gidenlere, rahiplere asla taarruz edilmeye denildiği gibi bir yerinde de önce Fransa padişahı meablarına   mektup gönderip harbîler ticaretden men olundukları takdirince Kudüs-ü Şerif ziyaretine euvel-den vara geldikleri üzere varup, gelup rencide olunmayalar" şeklinde bir maddeyi padişah tasdik etmişki bu da, Osmanlı İslâm devletinin din ve vicdan hürriyetlerine yaklaşımının dünya çapında hayranlık uyandıran bir ispatı sayılabilir. Yine Lâtin krallarının mezarları, Lâtin Papasların tasarrufunda bu­lunması da yukarıda yazılı antlaşmanın 3. maddesinde yer almıştır. Lâtin rahipleri dolaysıyla Fransa'ya hediye edilen hakkı vermek, 18. asırda Katolik mezhep bağlılarının Kudüs-ü Şerifi ziyarete artık itibar etmemeleri yüzünden unutulmuş hâle gelmişdi. Ancak Rum Ortodoks mezhebinde olanla rın ziyaretleri sıklaştırdığı görüldü. Bilhassa; Kaynarca antlaş­masının 7. maddesi Rusya'ya Ortodoks mezhebinin himaye­sini mensuplarına serbestçe ziyarette bulunmaları hakkını vermişti: "Ferman-ı âli sânım mucibince cümleden biri fran-çeye tâbi olan piskoposların ve diğer frenk mezhebinde olan rahip taifesi her ne cinsten olursa memâlik-i Pâdişâhı de, ka­dimden beri oldukları yerlerde kendi hallerinde olup âyinle­rini icra eylediklerinde kimesne mâni olmaya ue Kudüs-ü Şe­rif dahilinde ue hâricinde ue Kamame adlı klişede eskiden beri ola geldikleri üzerek temekkün eyleyen frenk rahipleri­nin hala sakin olup, ellerinde olan ziyaretgâhiar, yine kema-kane(elan)frenk rahiplerinin ellerinde olup kimesne dahi (karışma) etmeye. Ve tekâlif-i talebiyle rencide eylemeyeler ue dâuaları zuhur eyledikd^ mahallinde fasl olmazsa Asita-ne-i saadete hauale oluna" beyanı ile koruma altında olduk­larının teminatı olarak saymamak kâbilmi? 1152/1740 sene­sinde Sultan l.Mahmud devrinde 1153/1741'de sadnazam el hac Mehmed Paşa ile Fransa Kralı 15. Lui zamanında eiçi Marki Dövilnof'un da vazifeli olduğu muahede müzakeratın-da bu madde aynen tasdik olunmuştur. Diğer yandan da; Fransa'da Lui Napolyon Bonapart impa­ratorluk tahtına varmış olmak için ruhban sınıfının kuvvet ve yardımına ihtiyaç görüyordu. Hatta; Papalık lehine olarak Roma'ya kadar sefer ettiği gibi Fransızların doğu'da eskiden beri elde etmiş bulundukları hukuku muhafaza için azimkar kararlar aldı. Adı geçen hukuka göre 1. Napolyon ve Filip zamanlarında ihmal edilmişti. İşte bu sıradaydı ki,Ortodoks­lar babıâlî'den Kudüs' deki bazı mukaddes yerlerin tamiri için izin almışlardı. Lâtinlere mahsus olan bazı yerlerede, te­cavüz eylemişlerdi. Yukarıdan beri atıf yapılan Kaynarca ant­laşmasının 7.maddesini sahifemize alıyoruz:  "Deutet-i âliye-miz taahhüd ederki, hristiyan diyanetinin hakkına ve klişe­lerine kaviyyen siyanet ede. Rusya devletinin elçilerine ruh­sat vermeye her ihtiyaçda gerek 14.maddede zikrolunup, mahruse-İ Kostantiniyyede beyan olunan klişeyi mezküre ve gerek hademesinin siy anete( koruma) ibraz-ı tefhimat ile elçi-i mumaileyhin deulet-i âliyyemin dost-u safa ve hem civarı olan devlete müteaallik adem-i mutemedi tarafından arz ve tebliğ olunmağla deulet-i aliyyemiz tarafın dan kabul eyle­melerini devleti âliyyelerimiz taahhüd eder. Lui Napolyon, 2.cumhuri yetin başındayken katoliklerin himayesini mese­lesini göz önüne aldı. Fransa sefiri La Valette vasıtası ile eski antlaşmanın tamamen uygulanması hakkında hızlı teşeb büslere başvurdu. Bu teşebbüslerin bir mânası da, Latinlerin ıs lavlara karşı bir reka beti idi. Böylece artık İstanbul'da Rus ve İngiliz tesirleri çarpışmaları başlatılmıştı. Bu mücadete-i müsademe Lui fiapolyon'un Fransa İmparatorluğuna yük­selmesiyle daha da şiddet kazandı."

 

"Kırım Savaşı Siyasası" adlı eserden aşağıdaki satırları nakle çalışalım: " Kudüs-ü Şerif ve buradaki tanzim hususun­da meydana getirilen özel komisyon bir daha toplanmış ve anılan müzakereler sonunda, evvelâ Latinlerin yalnız kefi­ri ilerine inhisarını idd-İa ettikleri ziyaretgâhlann, onlara iade-7 uönüne gidilmeyip, bu hususdaki iddialarının red olun­ması oldu. İkinci karar da Kamame klişesi büyük kubbesi­nin her iki mezhebin aziz saydığı bir mahal olmasından do-lauı yalnız bir tarafa tahsisi doğru olmayıp ortak anlayışa tahsisi, küçük kubbesinin ise eskiden olduğu gibi Ortodoks-larada bu tahsisin yapılmasıdır." Biz bu arada üstad merhum Ahmed Râsim Bey'İn Kudüs-ü Şerif ile alakalı şu bilgilendir-mesiyle sahifelerimizi süslüyoruz: "Hz. İsa (A.S)'ın güya sel-blnden (idamından) sonra defn olunduğu klişe ki buradan semaya uruç mutedikat-ı nasraniyedendir. Adının Kamame yâni süprüntülük olmayıp Kıyame olduğu hakkında iddi­alar vardır" demek suretiyle bunların ihtilaflarına işaret et­mektedir. Bu komisyon üçüncü olarak da, Merkad-i Hazreti Betül (Hz.Meryem'in lâkabı)'de bütün mezheplerin ashabının müşterekliğine rağmen Latinlerin dışarda tutulması münasip görülmediğinden bunların ellerindeki fermanlar diğerlerininki gibi istifade edilecek hâlde sayılması hususu gerçekleştirildi. Dördüncü olarak da, Beytülahm klişesi asırlardan beri Orto­doksların ellerinde olmasına rağmen, lâtİnler de eskiden beri, bu klişeyi kendilerinin inşa ettiklerini iddia ediyorlarsa da, küsenin içinde velâdetgâh (doğum yeri) mevcut bu da ortak bir ziyaret yeri meydana koymuş oluyor. Zaten küse kapıları­nın bir anahtarının mezheplere iki anahtarınında lâtinlere ve­rilmesiyle birlikte bunların, klişe içinde başka bir haklan ol-madığı, beşinci olarakda, Hz. Meryem merkadi (mezar) için­de bulunan Mes cid-i ürûc da bundan böyle ortodokslarında aym icra etmeleri kararı alındı.Bu kararın muhalifi tabiiki  sefiri Lavalet ret kararını bekletmeden açıkladı. u arada da, muvazaa hâlindeki sadaret görevinden Mustafa

 

Reşid Paşanın düşmesi vukubuldu. Öte tarafdan da Orto­dokslar, Rusların tahrikiyle ayaklanmalarını başlatmış oldu­lar.

 

Netice olarak; klişe meselesi daha sonraları İstanbul boğa­zında bir nüfuz-u siyasiye meselesine dönüştü. Fransızların ittifak teklif ettikleri gibi Ruslar da, Kaynarca ve Edirne ant­laşmaları hükümlerini ileri sürerek Ortodoks klişesine bağlı olup Osmanlı topraklarında buiunan hristiyan kimselerin hâ­misi olduklarını ilân eylediler. Böyle olunca Fransa hükümeti elçisi Lavaleti geriye çekti. Rusya ile Kudüs meselesi hakkın­da Petersburg'da doğrudan doğruya müzakerelere hazır ol­duğunu bildirdi. Çar Nikola'da bu vaziyetten son derece memnun ve neşe doluydu. Yapılan karşılıklı konuşmaların hâl noktasına ereceği şeklinde ümidler uyanırken 1269/1853 şubatında Ruslar tarafından Prens Mençikof adlı fevkalâde bir elçi İstanbul'a yollandı.

 

Mençikof; Rusya'nın Finlandiya eyaleti umumi valisi, Baİ-tık denizi filoları kumandanı olduğu gibi aynı zamanda Bahri­ye nâzın idi. Rusya'dan gelirken Karadeniz donanmasıy la Besarabya'da bulunan Rus kuvvetlerini teftiş etdi. Alafranga mart ayının l.günü İstan bul'a geldi. Yanında bulunan Rusya devlet adamlarının meşhurlarından; Prens Gaiiçyin, Kont Di-mitri Nesolrod, Karadeniz filosu Majör generali Amiral Homi-lof.Besarabya ordusu erkân-ı harbiye reisi general Mika Puçinski vardı. Mart ayının 2. günü sokak elbisesiyle babıâlî'de mutad zîyaretde bulundu. O sırada Osmanlı hariciye nâzın olan Fuad Paşayı göremedi. Mençikof; Dr. Büyük Mehmed Fuad Paşayı Rus düşmanı olarak gösterirken, Sultan Abdül-mecid Fransız ve İngiliz elçilerinin ortadan kaybolması dola­yısıyla şaşaladı. Yabancı târihçiler,eserlerine Fuad Paşayı pa­dişahın azl edip, Rıfat Paşayı getirdiği şeklinde yazdılar.

 

Prens Mençikof un sergilediği davranışlar ve hâllerden siyasi j-pehafillerde endişeler meydana geldi. Kendisine memuriye­tinin maksadı soruldukça: "Sultanın kızını Rusya prenslerin­den birine almağa geldim" gibi kaba şakalar ile mukabe lede bulunmaktaydı. Bu vaziyetden büsbütün kuşkulanan İngiliz sefiri de, Amiral Dundas'ın komutasındaki gemileri çağırma yoluna gitdi. Yine mart ayının 20.günü bir Fransız filosu, Tu-lon limanından demir aldı. Mençikof'un; mukaddes yerlerde­ki meseleler hakkında adetâ özür dileyen tavır takınmamızı temin için geldiği anlaşılınca Fransızlar, sulhun devamını ve akıbetini korumak gayesiyle Ortodoksların Kudüs'de talep, ettikleri imtiyazlardan bazılarına ses çıkarmamayı tercih etti­ler. İngiltere elçisi Lord Staratford, Fransa ve Avusturya kabi­nelerinin fikirlerini yoklayarak Londra'dan dönmüş ve Fran­sa' nın yeni sefiri Mösyö Dö Lakor'da gelmişti.

 

İngiliz elçisi Lord Staratford Radklif tarafından müsvedde olarak hazırladığı yazıya uygun şekilde 1269/1853 senesi 1 O/nisanına rastlayan gün iki tane ferman çıkarıldı. Bu fer­manlardan biri Kudüs mutasarrıflığına tebliğ olanında: "Bey-tüllahm klişesiyle büyük kubbesinin anahtarı lâünlere ueril-mişsede eskiden beri mağaraya geçiş hakkını hâiz olup, de-rununda (içinde) âyin yapamayacakları,kullanmada Rum­larla müşterek olmadıkları, mağarada mevcudken, 1847'de kaybolan yıldız'a mutabık (benzer) taraf-ı şahaneden Hz.lsa (A.S) 'mm ümmetine yâdi gâr olarak yıldız koydurttuğu gibi, Hz. Meryem Validemizin kabrine, güneşin doğuşundan itiba­ren her sabah Rumların, sonra Ermenilerin ue onlardan soıı-rada, Latinlerin birbuçuk saat âyin yapabilecekleri, Beytül-lahm'daki Frenk manastırına bitişik, iki tane bahçenin eskisi gibi Rum. ue Latin cemaatleri tarafından nezaret altında ola-'a/c yapmaları ve hiç kimsenin bu hakkı bozmağa hakları ol- yeter açıklıktadır.

 

Beri yandan Âlî Paşa'mn sadaret makamındayken 1269/1852'de Mösyö Teytov'a gizli bir ferman vermişti ki bu fermanda latinlerin, Kudüs'de nail oldukları imtiyazları kaldı­rıyordu. Çar, bundan memnun kalmış, fakat Fransa elçisi La-valet tabii ki memnun olamayacağından gitmişti. Bu iki yüz­lü siyasetin mahcubiyeti, Afif Efendi isminde bir komiserin Kudüs'e yollandığı sırada ortaya çıktı. Çünkü latinler de, or-todokslar da bahsi kazanmış biliyorlardı. Afif Efendi her iki tarafın gösterdiği sevinç naralarından şaşırdı. Elbette burad-fan verilmiş olan bir emir üzerine latinlere mahsus olan fer­mandan başka bir ferman tanımadığını bildirdi. Latinler; ka­bardıkça kabardılar! Rum Patriği ile Rusya'nın Yafa Konsolo­su işi azıttılar. Afif Efendi onlarada, belli sayıda dinleyicinin bulunduğu bir mecliste, Ortodokslara verilmiş olan, fermanı okumağa mecbur oldu. Çar; tebâsı karşısında küçük düş­müştü. Bu sebebden Nikola hâl-i hazırın devamından vaz ge­çerek uğradığı muameleyi tamir etmek istedi. Mukaddes yerler meselesini geriye bırakarak, Kaynarca antlaşmasının 7.maddesini ele alarak işin yönünü değiştirdi. Osmanlı top­rakları üzerinde yaşayan Rumİarın himayelerini üstüne ala­cağı teklifini ortaya atmaya karar verdi. Böyle yaparakda, Edirne antlaşmasını bu işe hizmet edecek noktaya getirmeye ça lıştı. Çar; 1852 senesini bu işleri hâl etmek düşüncesiyle geçirdi. Diğer taraftan da Avusturya Karadağ savaşından en­dişelendiler. Rusya'nın müttefiki olmaları sebebiyle, Kont La-ningen vasıtasıyla 30/ocakta bir ültimatom verdiler. Harekât-i askeriye tatil edilmediği takdirde ilân-ı harp edileceğini bil­diriyorlardı.

 

Karadağ meselesi Avusturya'nın müdehale etmesiyle ka­pandığı gibi mukaddes mahaller hususunda yukarıda görül­düğü gibi Fransızların gösterdiği uyum ile düzelme yoluna verrnişti. Böylece Mençikof'un İstanbul'dan ayrılması veya hakiki talimat neyse onu meydana sürmesi lâzım geldi ve ni­tekim bunu da yaptı.

 

3/şaban/1270-5/mayis/1853'de, babıâlî'ye bir ültimatom verdi. Bu resmi vesika büyüklük kompleksi içinde yazılmış ve Çar Nikola'nın gizli maksadının açıklığa kavuşmasıydı. Rusya Çarı; padişaha bir daimi ittifak teklifinde bulundu. Kendisini Osmanlı topraklarında yaşayan Rumların diğer bir deyimle de Ortodoksların koruyucusu olduğunu ısrarla ileri sürmekteydi ve böyle kabul edilmesini istemekteydi.

 

Bu ültimatom veya talebin mânası Sultan Abdülmecid'in tahtını bırakması yahutda doğrudan doğruya Rus Çarı'nın hi­mayesine girmesi demekti. Böyle bir teklifi kabul etmek ül­kedeki Rum ve Ortodoksların, bütün işlerinin Rusya devleti tarafından, görülmesine müsaade etmek demekti. Bu ültima­tom beş günlük bir müddeti taşımaktaydı. Maksadıysa Rus-yanın hacil duruma düştüğü Kudüs olayındaki prestiji tamir etmekti.

 

Babıâli; İngiltere ve Fransa'dan aldığı cesaret üzerine 10/mayıs'da ültimatoma ret cevabını verdi. Cevabdaki ifade meâlen şöyleydi: "Rusyanın askeri taarruz hazırlıklarına başlamış olması ve tersanelerinde büyük bir faaliyet görül­mesi, Paris'de Doğu Sauaş'ı gibi addedilip, bu hal Osmanlı devletini müdafaa etmek yalnız Fransa'nın uhdesindemi ka­lacak? Napolyon; beş devletince kefil olduğunu haber veren bir nasiha ta uymaklada sefir Do Vilafor'u yolladı. Latinleıie oı'todokslara uerilen fermanların okunmasını taleb etdi. Bu-aun berine yukarıda 1/recep/l269-1 O/nisan/l853 tarihli fermanı kaleme alıp,her iki fermandaki tezatlar kaldırıldı. nazam Paşa Ue Menci kof arasında yapılan müzakereler-e rnahall-i mukaddese ait yerlerdeki ihtilaf halledildikten

 

sonra zat-ı şahanenin Kaynarca antlaşmasından Rusya'ya tanınmış hak lann geçerliliği ve Ortodoksların Osmanlı ülke­sinde büyük bir serbestiye mazhar olduklarını açıkça beyan etmesi yâni Rusların, Rum mezhebi işlerine ve diniyelerine koruma göstermesine muktedir olduğunun Rumlar tarafın­dan anlaşılacak surette bildirilmesi esası kabul edilir gibi ol­muştu. Mençikof birdenbire müzakereyi kesti. Sebebi şu imiş: Laffet Arastaki Bey, isimli babıâlî mensuplarından bir Rum, Rusya sefareti 1.tercümanı Argiripulo Bey Rusya'ya ihanetle devlet-i âliyeye hizmet ettiğini ve bir takım faydası olmayan imtiyazlar alınmağa sevketmekte bulunduğunu ve hatta Türkler tarafından Büyükdere'de rüşuet olarak bir bina verildiğini, sadrıazam paşayı azlettirecek ve Reşİd Paşa ile müzakerelere girişecek olursa menfaati büyük olacağını tel­kin ey lemislermiş. Mençikof bu sözlere kanmış ve padişah-dan paşanın azlini istemiştir. Mençikof; bu defa karşısında bulunduğu zatın evvelkinden daha zor ikna olunacak cins­ten olduğunu görünce şaşırdı Hatta Reşid Paşa eski sadrı-azamın razı olduğu notaya hukuk-u hükümdarani padişahı­nın Osmanlı ülkesi içinde bütü- nüyle ve tamamen geçerli esaslarda olduğunu apaçık bildiren bir kayıta dökülmesini istedi. Mençikof; aldanmış, aldatılmıştı. Çar Nikola;bu olay üzerine 'Sultan'ın beş parmağının izi hala yüzümde' demiş olduğu meşhurdur."

 

Bu hilenin İngiliz elçisi Sir Startford Radkiif çe tezgahlandı­ğı daha sonraları açıklığa kavuşmuştur. Emil Burjuva diyor-ki: "Tarih 13/mayısı gösterdiğinde avrupada her şeyin sulh yoluyla düzelmiş bulunduğu görüntüsü vardı, ingiltere do­nanmasını Malta'da durdurmuş, kendisininkini Salamayne gönderen Fransa bu nümayişle iktifa edip,mukaddes mahal­ler meselesinde geri çekilmiş katolik engelinden kurtulmuş bulunan Türkiye, şöyle böyle memnun kalmış Rusya Çar'ına Rumlar hakkında teveccühkâr teminat ve Kaynarca a.ntlaşm.ası hakkında tatmin edici hâle gelmişken, tek bir adamın iradesiyle arzusuyla, Tuna kıyısında harp patladı. "

 

Şimdi Ahmed Rasim Bey'in değerli eseri ve tarafımızca Osmanlıcadan sadeleştirilen "Resimli Osmanlı Târihi" adlı çalışmadan şu satırları aynen alıyorum:

 

"Böyle bir vak'a, Şark Meselesi târihinde yeni değil­di.1256/1840 senesinde İngilterenin Fransa ve Mehmed Ali Paşa aleyhine kazandığı büyük siyasi mesele İstanbul sefiri Pönsönbi'nin kendi teşebbüs ve gayretleri ile kazanılmıştı. Haziran ayında zat-ı şahane düşmanlarıyla antlaşma yap maya hazırlanmaktayken Pönsönbi, Suriye'yi ayağa kaldır mış ve Londra'dan hiç bir talimat almadığı halde Türkleri harbe sevketmişti. Bunun yerine gelen Sir Startford. do Radk-lif ülkesine yeni yeni menfaatler temin edecek bu üçlü teşeb­büs önünden geri çekilecek adanı değildi. Mesleğinin bütün mesaisi geçirdiği Şark'da 1809 senesindenberi büyük işlere karışmıştı. Geçmiş tecrübeleri, istanbul'daki İngiltere elçiliği­ne uerdiği hakimiyet ve tesir. 1841 antlaşmalarıyla Rusya' nın vesayetinden kurtulmuş olan yeni Türkiye'nin tanzimi, Tanzimat-ı Hayriyyenin, gerçek müellifi, Rusların büyük hasmı olan, Reşld Paşa İle ortak çalışmada gösterdikleri sa­mimiyet, metin bir siyasi ve korkusuz bir adam imiş, hizmet etmekten çok efendi kılmıştı* Ona İngiliz Sultan diyorlardı. Fırsatını buldumu daha çok kazanmak için ilk kazandığı ze­mini muhafaza etmeği bilirdi.

 

Mukaddes yerler meselesindeki ihtilaf önceleri onu müte-bessim kılmıştı. Sonra Rusya ve 3.fiapolyon'un ihtilafıyla, bulanık sularda avlanmak için, bir çâre görür gibi oldu. '852 senesi mayısından itibaren her iki taraf arasında olan çekişmeyi tahrike gayret gösterdi. Fransa elçisi Laualet'in yokluğu sırasında Fransa orta elçisi Sabatiye'ye Rusların ihanetlerinden ue Fransa ile İngiltere'nin anlaşarak onları mahrumu maksad etmek gerektiğinden bahsederdi. Mençi­kof Mustafa Reşid Paşa ile yaptığı müzakerelerden sonra yu­muşamış ve devlet-i âliyyenin Rusya'ya adi bir nota vererek tâleblerini yerine getirmeyi taahhüt etmişti, Osmanlı devleti, 5/nisanda İstanbul'a gelen diplomatlara Rusların ısrarla ileri sürdüklen talebi naklettiklerinde de bunlannsa tavsiye ettiği 'mukavemet ediniz' olmuştu. Rusyanın, doğuda bulunan Rumların üzerine almak istediği himaye usûlünün hasta im­paratorluğun damarlarına Rus zehirinin zerk edilmesinin kö­tülüklerini İngiliz kabinesine bildirdi. Mayıs ayının başlangı­cında Âlî Paşa ile Mençikof arasında yapılan müzakereler­den sonra meydana gelen   ue iki tarafın hazım ve ihtiyatlı davranışlardan meydana gelen sükuneti İngiliz elçi tabiiki devleti adına hiç de hoş karşılamadı. 8/mayıs'da Mençikofa bir nota verdi ki adetâ meydan okur gibiydi. Ertesi gün ise padişah'a, Rusya'yı bu teklifleri hasebiyle, ret etmesi üzeri­ne, Malta'da bulunan İngiltere donanmasını derhal çağıraca­ğını bildirdi. Elçi; bütün hedefi görüşmelerin kesilmesini te­mine matuf olduğunu, davranışlarıyla pek net bir tarzda ser­giliyordu.  13/mayıs müzakereleri anlaşma ile bitecek gibi görünürken netice alınamadı. Startford Radktif'i bir siyasi manevra çevirir görüyoruz ve Abdülmecid han, Mençikof un talebi üzerine sulhun teminini isteyen vekilleri azletme yolu­na gitdi, Mustafa Reşid Paşa sauaşın mesuliyetini üzerine al­dığı görüldü. Mençikof; müthiş bir kızgınlıkla Petersburg'un yolunu tutarken, İngiliz b.elçi Radklif'in daveti üzerine Ami­ral Dundas, Fransız donanmasına mülâki olmak üzere Mal­ta'dan demir almış oldu. İngilizler Osmanlı devletini savaş açmaya meylettirmiş olmakla beraber artık üzerine düş bu arzuyu şiddetlendirmeyi sürdürmesiydi."

 

En

 

 

 

Mençikof Ve Paltosu

 

 

Meydana gelen vaziyet Osmanlı hâriciye nezaretinden ve­rilen notada, kendini gösterir. Nota; istiklâl-i tâmme ve hâkimiyeti padişâhiden bahsetmiş olduğundan işin geri dönüşü olmadığını ortaya koyuyordu. Nitekim; Rus generali ve mu­rahhası Mençikof da: "Palto ile gelmiştim. Fakat kısa zaman­da gömlek ile geleceğim" şeklinde boş ve buruk bir kelâm­dan sonra, elçiliklerinin armalarını indirtip, Rusya'ya döndü. Tarih-i Lütfi'de: "Mençikofun gitmesinden sonra meydana gelen durumdan sonra iki devlet arasında, hasımlık kapılar, nın açılmaması hususuna dâir, teminat-ı akredite görülme­miş olduğundan devlet-İ âliye mecburiyetten bazı tedarik-i harbiye zımnında Tuna taraf lahna ve Karadeniz boğazına İcab eden takviyeleri yapmaya başlayacağını ilân et- di. Rus devleti hakkında bilinen hürmet ve riayeti lâzimeye bağlı olarak Osmanlı ülkesinde ikamet eden Rusya tebâsı tüccar­lar konsolosları hakkında kötü bir muamele asla olmayıp, yine eskisi gibi usül-ü serbestliklerinde işlerine bakmaları bildirildi. İşte harp meselesinin başlangıcı budur. Mençikof gittiği gibi sağlam zannedilen münasebetler kof çıktı." den­mektedir.

 

Zâten bu mevzu ile alakalı tolarak yayımlanan resmî be­yannamede de, şöyle bir ifadeye yer verildiği görülmüştür. "Rusya devletiyle yapılan didişmenin ve çekişrnenim sebebi hakikisi, Rum klişelerinin ue ruhbanlarının vede mezheple-rinin imtiyazlarını, adı geçen devlet, bir nevi taahhüde bağırmak istemeyip, Osmanlı devletinin dahi bütünüyle razı ol­maması davasıdır." Bu ifadedeki mezhebin imtiyazı meselesi

 

taa cennet mekân Sultan Fâtih döneminden beri bizzat bu padişahın imtiyazı devam ettirmesi ve bunu yazı ile ilân bu­yurduğu hatırlanmalıdır. Padişah tarafından; ecdadının yük­sek takdi rine bağlı olarak, tasdik ve kuvvetlendirmeyi sağla­dığı ortadadır. Makam-ı padişahinin, kendiliğinden koymuş bulunduğu usûl-ü imtiyazatı bozmak Fâtih'den sonraki hiç bir padişahın aklından bile geçmediğinden böyle devam eden tatbikatın bozulmasına lüzu mu olmadığı izahtan vares­tedir. Bu hususda Osmanlı devleti bütün âleme bir teminatını ilâna hazır olduğunu belirteceği gibi Rusya'nın, bahse konu şüphelerden temizlemeye, yeterli usûlü temin etmeye de, is-tinkâf buyurmamış olduğu ve bir devletin tebâsmdan olup, bunca milyon nüfusu toplamış olan bir milletin mezhebinin imtiyazı üstüne başka bir devletle anlaşmasında veyahut kuvvetinde bir suret-i tanzimiye yapmak ve taahhüd eden devletin istiklâline ve hükümetinin hukukuna ait meşruluğa dokunacağı cihetiyle, böyle bir şeyin yapılamayacağı defa­larca dostane ve de ihlas dolu olarak beyan olunduğu halde bu hususda bu kadar ısrarlı olmak icâb etmezken, Ruslar, yi­ne iddialarından feragat etmiyerek hâttâ bu defa Eflak ve Buğdan memleketlerini zapt ve istila etmek üzere Rus ordu­sunun Prut nehrini geçmiş olup, saltanat-ı seniyye'yi hayret­lere düşürmesine sebeb teşkil etmiştir.

 

Antlaşmalara da aykırı olarak meydana gelen böyle bir olay, Osmanlı devleti tarafından kabul olunamayacağından bütün devletlere resmi bir şekilde ve açıkça anlatılarak bildi­rilmiştir. Çünkü devletler arasında birbirinin istiklâl-i tâmmesi hususunda yapılan antlaşmalar gereğince bir çeşit karşılıklı kefalet ve bir zincir hâlin de bu hususda mutabık kalınmıştır. Bunu ihlâl edecek bir vak'a çıktığında hepsinin ben zer oylan muvafakat-ı usûl-ü câri'den olarak, Rusya devleti tarafından, esas hedef, Os manii devleti ile savaş değil, arzusunun verine geleceği ana kadar, Eflâk ve Buğdan topraklarını rehi-e almak yoluyla sıkıştırmaktır. İngiltere ve Fransa'nın ma­lum olan denizci birer devlet olmaları Osmanlı devleti için, dayanacakları, istinat edecekleri ve de itimat olunacak dost­lar olduklarını bu hayırhahlıklarını daha öncede fiili davranış­la göster miş olmalarına binaen, devlet-i âliye diğer ülkelerle usûl gereği haberleşmişti.

 

Nasıl oluşa olsun, devlet-i âliye, istiklâliyetini ve hüküm­ranlık haklarını ihlâle dönük bir teklifi kabul edemeyeceğin­den, işlerin alacağı renge vakıf olununcaya kadar, kendini savunmak ve muhafaza için Tuna sahilleri ve Anadolu hu-dudlannda silahlı güçler bulundurmaya hep birlikte karar al­mışlardı. Esas anlaşmazlığı toplamış bulunan bu beyan­namenin sonu devletin bu hususda seçtiği siyaset tarzımda içine almaktadır.

 

Bundan dolayı dikkatle okunmalıdır: "Rusya devletinin dâvası her ne kadar Rum milleti reislerinin gerekse ferdlerin katiyyen hisseleri ve malumatları olmadan, hatta Rumların tebâsı oldukları Osmanlı devletinden memnuniyetleri ue şükranları devam etmekteyken böyle bir meselinin ihdas olunmasından dolayı, Rumların çok müteessir oldukları da, padişah indinde tahkik olunmuş ve bu mesele münasebetiy­le onlara asla kötü bir nazar ve düşmanca bakılmadığı gibi, Ermeni, Katolik, Protestan ve yahudi tâi- [eleri nasıl birer sa­dık tebâ iseler, Rumlar da ay&en onlar gibi olduğundan her­kesin yekdiğeriyle güzel geçinmekte olduğu, velhasıl hiç-kimse vazifesinden hariç sözlere karışmayıp, rızaya aykırı davranışlarda bulunmayıp, kendi işine gücüne bakması lâzım gelecektir. İşbu açıklama ve beyanat-ı tedbir ile karar, , şeyhülislâm, südûr ve ulemâ ile serasker ve. bütün cihet-i askeriyeye memur vezirlerle, sadrıazamla devlet ricali­nin hazır bulundukları halde ve sadnazamm başkanlığında toplanan meclis-i umûminin sonunda vardığı düşüncenin emr-l fermanı padişahı de bu merkezde şeref sudur buyrul-muş olduğundan her kim, bu karan beğenmeyecek ue ka­rarlaştırılmış tenbihlerin hilâfına hareket edecek olursajtaat-sızlık mânasına geleceğinden, şediden cezaya müstahak ola­caktır."

 

Altmış kişiden meydana gelmiş bulunan, meclis-i umûmi­nin tasdik ettiği, siyaset usûlü dahiliyesinin özeti bundan iba­rettir. Bundan sonra batı'Iı devletler ile yapılan ittifaklar ve Anadolu ile Rumelide, ordular kurulmasına ve donanmayı hümayunun yâni, padişahın donanmasının müttefik devletler donanmalarıyla Karadeniz'e çıkmalarına gayret ve Mısır'dan tertip olunan 2 kapak, 4 firkateyn, 2 vapurla beraber 9500 kara askeri getirtildi. Anadolu Ordusuna Kirımîzâde Reşid, Rumeli Ordusuna da, Halep Nâkibizâde Abdullah Efendikadı ve her iki orduya da müsteşarlar tâyin edildi.

 

Ruslar ise; efkâr-ı umûmiyeyi heyecenlandırmak gayesi ile osmanlı devletinin Kudüs-ü Şerifi musevilere satmış olduğu dedikodusunu yaymaya çalıştığı duyulmaktaydı. Harp, savaş lâflarının kuvvetü olarak telaffuz olunduğu bir sırada çıkarı­lan bir hatt-ı hümayun da son tarafında:

 

"Bu harbin sebeb-i aslisi devlet-i âliyemizin hukuk-u mu-kaddesesini ve istiklâlini muhafazai kaziye-i hayriyyesi ol­duğundan, Cenâb-ı Hallâk-ı Cihân'ın, teofıkat-ı samedaniyesinden ve rurıaniyet-i celilei hazret-i risalet penahiden müs-temend olduğu halde, böyle bir farizanın icrasında, bizzat bulunmak maksadıyla bi-mennihi teâla ilkbaharın gelişiyle azimete azm ve niyet eylediğime binaen meuakibi hümayunümüzün ihtidadaki merkezi Edirne şehri olacağından ma­iyetimizde bulunacak askere muktezi olacak şeylerin orada hazır bulundurulması icab-ı hâlden olmağla.."

 

 

 

Savaş

 

 

Muteber kaynaklarda harbin ilk günleri şöyle anlatılmakta­dır: Rus orduları kuzey cihetinden, Fransız ve İngiliz ortak donanması güney yönünden yürüdükleri,Tuna'da ise, Serda-nekrem Ömer Paşa komutasında bir müdafaa hattı meydana getirilerek hareket plânlanmıştı. Bir yandan da avrupa dev­letleri hükümetlerine mensup vekiller, savaşın olmaması için diplomatik faaliyetleri hummalı bir şekilde sürdürmekteydi­ler.

 

Rusya başvekili Nesilrod, İngiliz elçisi Sir Hamilton Sey-mur'a, İstanbul'daki İngiliz elçisinin her çeşit teşebbüsatı an­laşmayı önlemek ve men etmekte başarılı olduğunu Mençi-kof ise, resmî bir antlaşma imzalamakla işe giriştiği halde, yavaş yavaş konuşma tarzını değiştirerek, önce bir taahhüde sonra adi bir nota istediğini bildirmişti. İngiliz kabinesi suihu isterce görüntü çizerek haziran ayı boyunca donanmasını bo­ğaz dışında Beşike Limanında bekletmiş, Ruslar,3/temmuz'da askerlerini Prut Nehrinden geçirip, hazırlanırken, öte yandan yavaş bir surette müzakerelere eğilim göstermişti.

 

Fransa'da 3.Napolyon ve bnun hârici ye nâzın Droin dö Lovnis, Rusya ile savaşmak için, İngiltere ile ittifak imzala­dıklarına dâir söylentilerin asılsız olduğunu ilân etmişti. Londra'daki elçisine bu mevzuuda kesin talimat verildiği hal­de, Viyana sefiri tarafından dahi, Avusturya başvekili, Kont Bool'a Fransa'nın niyet ve arzusunun sulh olduğunu bildir­miş, Napolyon'un hükümeti 1841 tarihli antlaşmalarla Osmanlı devletinin istiklâl-i tâmmesini savunmadan başka bir emel taşımadığını bildirmişti. Avusturya'ya adı geçen antlaş­manın metni üzerine Çar nezdinde teşebbüse geçilecek olur­sa harbin önlenmesinin kabil olduğu anlatılmıştı. İngilterede de, efkâr-i umûmiye, tehdit altında bulunan Osmanlı devleti lehine ve boğazların ise savunulması noktasında heyecanlı gösteriler yapıyordu.

 

Palmerston ve partisi Rusya ale yine tahrikler yapmaktay­dı. İstanbul'da ise, resmî beyannamenin son fıkrasında gö­rüldüğü üzere hükümet kararına uymaktan başka çâre kal­mamış ve ahali daima harp istikametinde yönlendirilmiştir.

 

Bu sırada ise meşhur edib Victor Hugo, Quint gibi cumhu­riyet taraftan kişiler kalemleri ile Rusya aleyhinde ifadelerde bulundular. Hele katolik cereyanı mukaddes yerlerle ilgili Fransız politikasını hızla lehimize yönlendirmekteydi. Yalnız Avusturya başvekili bulunan Boul, Rusya ve avrupa âlemine dostâne yaklaşım taraftarıydı. 1/temmuz'da Viyana'da bulu­nan bütün b.elçileri davet ederek, avrupa âlemini tatmin ve Çar Nikola'yı te-min için, Mençikof ile Osmanlı devleti tem­silcileri arasında kararlaştırılıp, Stratford'un, karşı çıkması ile bozulan nota'nin aslını, büyük devletlere tebliğinin, gerektiği­ni ileriye  sürdü.

 

Çar, buna razı oluyor ve böylece de savaş geriye kalıyor­du. Fakat Startford Radklif İstanbul'da sefirlerin kabulünden sonra Mustafa Reşid Paşa ile gizlice görüşerek Viyana'da tanzim edilen nota'nın Rus hükümetinin arzularından doğ­muş olduğunu Rusya 'nın Viyana sefirinin, Vikont Boul'un kaimbiraderi olan, Mayendorf'un teşvikiyle, Osmanlıları; sul­ha feda etmek üzere, kaleme alındığını anlatıp, Paşa'yi ikna etdi. Mustafa Reşid Paşa, on senedenberi İngilterenin nasi-hatlarıyla, Ruslardan bir intikam almak üzere Osmanlı ordu-ve mâliyesini tanzim etmiş olduğu gibi iki aydan beri Ae  hazırlıklara başlamıştı. Maksadına devama karar verdi.

 

Meslirod, Kaynarca ve Edirne antlaşlannın iptali suretiyle Viyana notasının değiştirilmesini, padişahın hristiyan mez­hepleri babıâlî'nin himayesinde olmak üzere Kaynarca ve Edirne antlaşmaları hükümlerine, sâdık kalacağı tarzında, İs­lahını istedi. Rusları 3.defa olmak üzere iddialarında boşa çı­karıyorlardı. Hâl böyle olunca savaş artık kaçınılmaz ol ma­ya başladı. Palmerston'un teşvikiyle, İngiliz halkının heyeca­nı, Rusların Buğdan'a tecavüzleri savaş ilânını kesinleştirdi. Viyana notasının değiştirilmesi ve.savaş hakkında bizde, şöyle bir kayıt vardır:

 

"Deviet-i âliye ile Rusya devleti arasında ortaya çıkan münazara ve anlaşmazlıktan dolayı ıslah-i devletin şu sırada­ki vaziyetini Mösyö Debidor, Tarih-i Siyasa'sında şöyle tarif ediyor: "Rusya, Au ustur ya ue Prusya'nın iıayırhatıane dau-ranışna itimat ettiğinden iki devlet arasında olan halin düzel­mesi niyetiyle taraf-ı saltanat-ı seniyyeye arz olunan suret-i tanzimiyenin bazı mahalleri devlet-i âliye nin matlubu yâni beğendiği tarzda düzeltilmedikçe diğer devletler tarafından istenilen teminat verilmedikçe muvaffak olunamayacağı ka-rarlaşmıştı. Evvelce gelmiş olan müsveddeye Osmanlı devleti tarafından yapılan değişiklik ve tashihatın, Rusya'nın kabu­lüne, Osmanlı devletinin yanında yer alan dört büyük devlet tarafından büyük gayret gösterilmişse de, Ruslara tesir etme­ye muvaffak olunamamıştır. Velhasıl; sulh içinde, şu anlaş­mazlığın bertaraf edilmesi kabil olamayacağı anlaşıldığın­dan

 

Rus askeri gücünün tecavüzü ise bu antlaşmayı nakz eüi-91 bütün devletlerin malumu olduğundan bunun böyle git­meyeceği 22/ziihicce/1269-27'/eylül/]853 günü ya puan umumî meclis toplantısında azaların oybirliğiyle Rusya'ya harb ilânına uerilen karan yine o meüzuuda alınan fetva-i şe­rife tarafından te'yid edilince meclis mazbatası padişah-t şa­haneye arz olunup, hatt-ı hümayun elde edilmiştir. Uzun uzun anlatıldığına göre iki deuletin sauaşması gerçekleşmiş olup, Eflâk ve Buğdan topraklarının tahliyesi hakkında Rus­ya askerinin kumandanına usûl icâbı gönderilen mektup tâ­rihinden itibaren 15 gün içinde tahliye emri verilmediği tak­dirde düşmanca harekâta başlanması hususunda Serdar-ı ekrem Ömer Paşaya ve diğer vazifelilere devletimiz tarafın­dan gereken talimat verildi." Demekte.Fransa ile İngiltere'nin harp için aralarında anlaşacakları­na bir türlü inanamıyordu. Bundan başka Balkan yarımada­sında bulunan hristiyan ahalininde ayaklanacakları hakkında çok büyük ümitler taşımaktaydı. Gerek teselya gerekse Epir taraflarında büyük heyecanlar kendini göstermekteydi. Atina da bulunan çok sayıda ve tesir gücü fazla olan Rusyalı me­murlar Yunanistanı bu iki bölge üzerine atılma hususunda tahrik ve teşvik ediyorlardı. Kral Othon ile haris karısı kraliçe Amelya açıktan açığa Moskova politikasını tercih ederek Na-pist yâni Rus hükümeti taraftarı partisini kışkırtıyorlardı.

 

Osmanlı topraklarına geçip, ihtilâl çıkartmak için, Yunan subay ve askerlerine müsaid davranıyorlardı. Aynı zamanda Çar İran'ı da Osmanlı devleti aleyhine davranışa yöneltiyor hâttâ Baltık denizinde emniyet içinde görmek için Danimar­ka kralını bile ortaklığa çağırmaktan usanmıyor para azlığı yüzünden Osmanlı devletinin ilk baharda sulh yapma eyili-mine koşacağını ümid ediyordu. Bu sebeble; tecavüzi hare­ketlerde bulunmayıp, müdafaada bulunmaya önem verip, buna sebeb olarakda, savaş ilânının kendi tarafından olmadı­ğı, sulh severliğinin hâlis niyetini ortaya koymaktan ileri geldiğini bildirdi. Bu vaziyet üzerine de Avusturya başvekili Boul. Rusya başbakanından aldığı kabul haberi üzerine 5/ara-hk'da Viyana Konferansını açtı. Dört devlet arasında müza­kereler başladı. Babıâli'ye gönderilen protokolün özeti şu idi: "a- Osmanlı devletinin mülkiyet-i tâmmesi-

 

b-Padişahın, hristiyan tebânın rahat yaşamasını sağlama­sı şartıyla İstiklâli tâmmesi" Bu protokola iliştirilmiş notada, babıâli'nin Rusya ile müzakerelere girişmek için ileri süreceği şartların çok çabuk bildirilmesi rica ediliyordu. Fakat savaşın başlangıcı Rusya'yıda elde ettiği vaziyetden ayıracak hâle getirdi. Vidin civarında bulunan Ferik Salim Paşa yeterli kuv­vet ile Kalafat Adasına geçmiş ve Rumeli Ordusu erkân ı harp reisi İsmail Paşa da Rahova tarafından gelerek, Kakjfat Ada iskelesi ve hududa yakın, Şevketil Kalesinin muhasara­sına girişilerek kısa zamanda bütün silahlarını teslim etmek suretiyle isteklerimiz olan maksada muvaffak olundu.

 

Öte yandan da Rumeli ordusu Kumandanı Macarlı Ömer Paşa da Tutrakan önündeki Ada'ya gönderdiği kuvvetlerin himayesinde istihkâmlar inşaasına başlatmış, taş binalar ka­rantinaya alınmış ve içine bir kaç tabur askerle, cephane ko-nulmuştu. Ruslar; 20 tabur piyade, 3 alay süvari, 1 alay Ka­zak süvarisi ve 32 adet piyade ve süvari toplarıyla birlikte hücum ettiler. Dört saat devam eden bu kanlı sava şın bilan­çosunda Ruslar ikibin yaralı ve bin ölü ile bfrakrak çekildi­ğinde bu savaş târihi mize, *Çetine Muzafferİyeti" adıyla şan ve şerefle yazılıyordu. Bu savaş neticesinden olarak, Rus-Sırp ittihadı ümidi bir başka zamana kadar tehire uğramış oluyordu. Ayrıca İngiltere ve Fransa'ya aid gemiler Beşike Limanında bulunuyordu ki bunların oniki tanesi padişah fer­manı ile Çanakkale Boğazından geçip Büyükdere önlerinde demir attı.

 

Rus deniz filolarının, Osmanlı devletine aid Karadeniz'deki sahillerine tecavüzü menetmek maksadıyla Bahriye Paşası Kayserili Ahmed Paşa komutasında Osmanlı savaş gemileri gönderildi. Bu donanmada 12 parça gemi bulunup,top sayısı ise bir hayli faz la olup, 1118 tane idi. Bu arada Fransa ve İngiliz donanmalarının Beşike limanına gelmesi Çar Niko-la'nın son derece gazablanmasına sebeb oldu. Babıâli'den aldığı cevap üzerine Rusya ahalisine bir beyanname neşret­mek mecburiyetinde kaldı. Bu beyanname adetâ bir haçlı seferi teşvikiydi.

 

Başvekil Neselrod, Çar'm yalnız Osmanlı tarafınca değil Fransa ve İngiltere cihetlerinden de tahrike uğradığını, haysi­yet, şeref ve hakkı olan menfaatini gözetmek için için ileri harekâta mecbur olduğunu avrupaya bildirmeye çalıştı. Rus Çar'ı ve başvekili Neseirod bu mevzuuda kısır bir davranış cindeydi. Çünkü, Rusların Osmanlı sahillerine tecavüzü, Fransız ve İngilizlerin Beşike'ye gelmesinden önce idi. Beşi­ke limanına gelmiş bulunan avrupa devletlerinin gemileri hiçbir antlaşmayı ihlâl etmiş olmuyorlardı. Ayrıca da Rusya Osmanlı topraklarına tecavüzde bulunduğundan harekât-ı tecavüz davranışınında sahibi olmuştu. Neselrod'un ifadesine göre de Çar Nikola, Osmanlı devletiyle harp etmekten ziya­de, kendini emniyet altında hissetmek istiyordu. Bu istika­metteki arzusu kabul edildiğinde ele geçirdiği topraklan ia­deye razı gelecekti. Ancak,bu tarz hareket pek sert ve haysi­yet kırıcı idi. Özelliklede geleceği kim te'min edebilir?

 

Bu işlerin sonunda Avusturya ve Macaristan müşkül bir duruma düşmüştü. 1849 ve 18 50'deki Avusturya da vuku-bulan ihtilâlde Ruslar, Fransuva Jozef'e yardım ederek adetâ Avusturya'nın, yeniden dirilmesine sebeb olmuşlardı. Bun­dan başka; Ruslar gerek Bohemya'da, gerekse Sava Nehri taraflarındaki, Sava Slavların: ayaklandırabilirdi. Bu bakım­dan Avusturya devleti ve onun hükümeti Rusya aleyhine davranışa geçemezdi. Fakat Osmanlı devletinin yıkılmasına da seyirci kalamazdı.

 

Çünkü böyle bir hâl gerçekleştiğinde Avusturya ne ola­caktı? Diğer taraftanda Fransa ile İngiltere'ye yardımcı ol­mazsa bunlarda başına bir ihtilâl çorabı örmezlermİ? İtal­ya'ya Macaristan'a,Polonya'ya kalkın demezlermi? Verlhasıl Avusturya hükümeti şöyle veya böyle Osmanlı devletinin tarafını tercihe memur oldu. Bunun için her iki hükümet ara­sında müphem, meşkûk, zavallıca bir ro! oynamağa iki tara-fıda, bir noktaya getirme vazifesini yapmak için her tarafa sallanmaya mecbur oldu. Viyana'da kaleme alınıp, Osmanlı devleti tarafından değişiklik gerektiği lüzumu gösterilen nota, işte böyle bir mecburiyet üzerine yapılmış kaçak işlerdendi. Fransa ve İngiltere Donanmasının Çanakkale'den geçişleri de, Rusların her türlü antlaşmayı yasak hâle getiren tarz şek­linde anlaması üzerine vukubuldu. Târih-i Lütfi diyorki:

 

"Berveçhl muharrer (yukarıda yazıldığı gibi) deulet-i âli­ye-i mecburiyeti meşruası cihetiyle muharebeye şur'u ey/e-miş ve asar-ı fev-u zafer zuhura başlamış oldu ğundan nâm-ı şev ket-i itsâmı Padişahi, Gâzi'lik unvanı celiliyle, cevami-l şe­rife min berinde ilân olundu. Yemen eski valisi Sarı Paşa ile id Paşa, Mühürdar Behçet Efendi, Livalıkdan mütekaid  ve Çerkeş kumandanlardan, Sefer Paşa ve bazıları Ba tum Ordusuna gönderildiler. Çerkeş Paşanın Çerkezlstan'la münasebetlerde istifadeleri umulan kimselerin göndentmele-û pek bir şeye yaramadı. Belki, sülhden sonra Çerkeş kabile-Lerinden vatana uğramaları sağlanmış olabilir Bilhassa Fran­sa sulha alakadar bulunuyordu.

 

Hatta İstanbul'a Barakey Di'iye isimli, sert ve de Stratford Radklif ile boy ölçüşebilecek vasıfta bir diplomat gönderdi. Fakat, İngiliz Stratford maksadını temine berdevamdı. 21 /ey-lül'de başvekil Palmerston, İngiltere Harbiye müsteşarına, Rusya'nın Lehistan ile Kafkasya, Gürcistan gibi zayıf damar­ları vardır. Demişti. Staratford bunu bir plan hâline koyarak Rusya'yı tehdit maksadı ile akın etmekliğimizi tavsiye etdi." Demektedir.

 

 

 

Sinop Vak'ası

 

 

Doğu Anadolu'da Osmanlı ordusu, Rus arazisine tecavüz etmiş hatta Aya Nikola denilen kaleyi de ele geçirmişti.. Çar; büyük bir kızgınlık içinde savunmada kalacağı hakkındaki evvelki beyanatını unutarak, donanmasının Anadolu sahilin­de harekât-ı harbiyede bulunması hakkında emirler verdi. Târih-i Lütfi'ye göre:

 

"Sinop Limanında Taif vapurundan başka, 7 kıt'a firka­teyn ite 3 korvet vede l'de vapur bulunmaktaydı. Rus do nanması amirali Mahimof havadaki sisten istifade ederek li­manın ağzını tuttu. Donanmamıza teslim olmalarını işaretle bildirdiysede, topla mukabeleye kasım ayının 21. Günü,3 kapak, 4 firkateyn ve 1 Briyk'den ibaret olan Rus donanma­sı Sinop'a Osmanlıların demir atma mevkıilerini hâl ve hare­ketlerini keşif için ayın. 30. gününe kadar fırtınalı havada li­man haricinde abluka vaziyeti almıştı. 1170/1853'de Pat­rona Mustafa Paşa komutasındaki filo, Batum'a harp mü­himmatı sevk etmeye ve Patrona (tüm amiral) Osman Paşa kumandasındaki filo da Sinop Limanına demir atmıştır Si­nop Limanında vazifelendirilen gemiler şunlardı:

 

T p      Sayısı       Gemilerin       İsmi       gemilerin        Cinsi

 

Adet         Avnullah          Firkateyn  Patrona Osman Paşa

 

Nizamiye   "         "      Piyale Hüseyin Paşa "      Kaid-i Zafer Nesim-i Zafer

 

50 64 22 48

 

48     «     "     Faziullah

 

42     "     "    Naviki-Bahri

 

42      "      "     Dimyat

 

22     "     "    Necm-i Efşan              Korvet

 

22     "     "    Feyyaz-i Mâbud

 

22     "     "    Gül Sefid

 

10     "     "    Ereğli Vapuru

 

06      "     "    Pervazi Bahri Vapuru   "

 

Rus amirali Nakimof, Sinop'da keşif yaparken Sivasto-pol'dan imdad taleb etmiş, 4 gün liman haricinde durup, inn-dad gelmesini beklemişti. Ayın 30. günü beklenen imdat ge­lerek kuvvetlenmiş olup, 3 anbarfı, 3 kapak, 2 firkateyn ile müsaid olan rüzgârı kullanarak limana inmiş ve mevcud olan 4 vapuru da Osmanlı gemilerinin kaçmasına fırsat ver­memek için dışarıda karakol bırakmıştı. Sahil bataryalarının ateşinden kurtuluncaya kadar ilerleyip bir yerde mesafeye kadar sokularak demirledi. Osman Paşa işaret çekip, savaşa girişip, padişah uğrunda fedây-ı cân edinceye kadar gayret ve çalışmak dinin hamiyyetinden olduğunu ilân edip, aka­binde Nizamiye Fırkateyn'inin toplarından ateşe başlandı.

 

Rus donanmasıda, Osmanlı donanmasıyla mukayese edil-dığinde bizim için teslim yada mahvolmak görünüyordu. İki-blJÇuk saaat fedakârane ve cesurane savaşa devam olundu.

 

Navik-i Bahri adlı fırkateyn'imiz karşısında yer alan Rusların kapak tipi gemisince açıbordo âteşi sonunda büyük yaralar aldı. Bu ümitsiz durumu gören Kaptan Ali Bey, mukavemete ve döğüşmeye fırsat olacağını göstermiyordu. Ali Bey,gemi-sini düşmana teslim etmemek için cephaneleğin ateşlenme­sini emrettiği görüldü. Ne varki bu emir yerine getirilmeyince Ali Bey, yanmakta oîan bir meşaleyi bizzat kendisi cephane­liğe atarak tutuşturdu. Sonuçda gemi müthiş bir infilak ile parçalandı. Bu kararlı tutum ve geleneklere uygun davranış, maalesef askerimizin sebat ve metanetinde menfi bir te'sir meydana getirdi.

 

Fırkatey'nin her bir parçasının çeşitli yerlere dağılması, şehidlerimizin parça parça olan cesedlerinin deniz suyunu kıpkırmızı kan rengine getirmeside korku, ümitsizlik getirdi. Bu arada deniz üstünde iki gemimiz kalmıştı ve bunlarda bi­rer firkateyn idi. Rus lar ateşe devam ediyorlardı. Gemileri­mizi arayıp bulmaya çalışıyorlar zaferlerini duyurmak içinde askerlerini Hurra! diye bağırtırlarken, bizim deniz üstünde kalmayı başarmış olan iki fırkateyni'mizin ara sıra yaptığı top atışları, sanki yaralı arslanların feryadının sesini andır­maktaydı.

 

Rusların yapmış oldukları tahribat, o kadar büyüktü ki, şe­hir ve gemiler harab olduktan başka müteaddit isabet alıp, nice yaralara gark olan gemiler denizin üzerinde başıboş se lâmet arayanların üzerine ölüm yağdırmaya çalışarak, tek kişinin bile kalmamasına gayret gösterdiler. Neticede; demir alamamış bulunan iki firkateyn üzerine saldırdılar.

 

Ayağı yaralanmış Osman Paşa ile demir üzerinde kalmış iki firkateyn'in kumandanını esir alı yorken 125 neferi de derdest etmiş oldular. Ertesi gün savaşın deiik deşik ettiği bordaları ve anbarları ile enkaz hâlindeki gemiler Ruslar tarafından yakılarak yok edildi. Piyale Hüseyin Paşa savaş sıra­da başına hesap eden bir gülle ile şehidîer kervanına ka­ldı  Savaşın akabinde naşı bulunup, Seyyid Bilâl Türbesi ci­varına defn edildi.

 

Vakanüvis; donanma reislerinin kara'da ve hamamlarda halvet hâlinde bulunduklarını kayd ediyor. Liman vakasından dolayı, Kapdan-i derya Mahmud Paşa ithamen azl olundu. İşbu melhame-i kübrada (pek kanlı savaşta) donanmayı hü­mayunun dörtbin askerinin yarısından fazlası şehid olmuştu. Ruslarda pek çok telefata maruz kalmıştı. <gemİleriyse hayli hasara uğramış, dört kapağın direkleri tamamen kırıldığın­dan, alabandaları dağıla-rak hareketsiz kaldığından, Aralık ayının 2.gününe kadar limanda bekleyip mümkün olan tam? ratı daha sonra hareketsiz kalan gemileri vapurlara bağlaya­rak, İngiliz ve Fransız gemilerinin gelmesinden önce, Sivas-topol'a hareket etmişlerdi. Sinop şehrinin, yarısını humbara-larla yakmışlardı. Şehrin diğer yansıda, tahrib edilmek sure­tiyle viran edilmişti

 

Me'şum savaş başladığında demirini kesen Tâif vapuru fi­rar etmiş ve İstanbul'a ulaştırmıştı. Ancak şunu söylemek gerekir kî, savaşın neticesini İstanbul'a ulaştırdığı meşkûktür. Neyse biz tafsilata devam edelim.

 

Tâif vapurunun verdiği haber ancak Sinop limanına yapı­lan baskını haber vermesidir. Boğaz'da bulunan İngiliz do­nanmasından Detreboşin ile Fransızların, Magador isimli ge­mileri, Sinop'a gitmiş ve buradaki manzaraya el koyarak, yaralıların tedavi edilebileceklerini tedavi etmişler ve İstan­bul'a taşımışlardı. Daha sonra yaptıkları tahkikatla durum tespıtide yapmışlardı. Öte tarafdan Rus Amirali Nakimof ise ^ar'a gönderdiği malumatda, Sohum'u işgal ile Kafkasya lisini kandırmak için denize çıkarılan, 7 firkateyn, 3 korvet ve 2 vapurdan ibaret olan Osmanlı donanmasından an­cak bir vapur kurtulabilmiş ve bizim taraftan ise, bir subay ile 33 asker ölmüş, 130 nefer de yaralanmıştır. Diyor.

 

Eski Serasker Hasan Rıza Paşa kapdan-ı derya makamına tâyin olundu. Bu arada da Ka tadeniz'deki harekâtımızın hepsi durdu. İstanbul savunması hayli güçleşti. Bu vaziyetin karşısında İngiliz ve Fransız donanmalarına müracaata kesin mecbur hâle geldik. İngiliz donanmasının başında olan Sir Aberdeen tereddüt halindeydi. Böyle olunca da İngilizlerin ahalisininde heyecanı hayli arttı. Bu sırada başvekil Palmers-ton istifa etdikİ, bunun üzerine Sir Aberdeen, Palmerston'un plânına evet demek zorunda kaldı. Fransa ise, Sinop donan­masının ve şehrinin tahrib haberi Rusların her türlü devletler hukukunu hiçe sayarak, şiddet dolu davranışlar sergilemeye başladıkları manzarası görülmektedirki bilhassa avrupa do­nanmasının burnunun dibinde Osmanlı donanmasının tahri­bi, efkâr-ı umûmiyeyi kamu vicdanını bütün bütün yaraladı.

 

Fransa başvekili Rerviyn do Layir'in teklifi üzerine İngiliz-ler ortak olarak Rusya'ya MemJeketeyn'i (Eflâk ve Buğdan) tahliye edinceye kadar savaş gemilerinin bundan böyle Ka­radeniz'de seyir ve harekât yap- maması bildirildi. Bu mu­amelenin mânası deniz devletine harp ilân edilmesinin ka­rarlaştırıldığı demekti. Buna karşılık bu seferde Avusturya, batılı devletler ile Rusya arasına girdi. Babıâli'nin sulh şartla­rını ileriye sürdü. Yazılı şartlar aşağıdaki maddelerden ibaret idi.

 

1- Osmanlı devletinin temamiyyet-i mülkiyesinin devamı ve kefilliğinin kabulü

 

2- Memlekteyn'in tahliyesi

 

3- 1841 senesinde avrupa tarafından babıâlî'ye verilen te-minat-ı taahhüdatın yenilenmesi.

 

4- Zât-ı Şahanenin istiklâliyetinin tanınması ve zât-ı şaha-in tam serbesti ile hristiyan tebâ'ya Yen> imtiyazlar ihsa-nına kail olması.

 

Vaziyetlerin gösterdiği ahvalin vahameti, Avusturya başve­kiline bu şartları Çar'a bildirme hususunda kanaat uyandırdı. Nitekim; ocak/1854'de de bu programın Avusturya'ca, kon­feransın aldığı karara uygun olarak Çar'a takdimi kararlaştı­rıldı. Ancak; Çar bu teklif hakkında olumlu bir eğilim göster­medi. Bunun üzerine, gerek İngilizler, gerekse Fransız lar parlamentolarında harp karan aldıklarını Çar'a haber verdik­lerinde Çar'da, Rus ahali yi mukaddes yerleri tahkir ve ihlâ! edenlere karşı savaşa çağırdı.

 

Buna karşılık İstanbulda da büyük bir canlılık, hamiyyet şeklinde kendini gösterdi. Gerek mâli gereksede bedenen pek çok yardım yapmak isteyenlerin yanında padişahın ih sanına nail olmuş ve daha nice ihsanlar beklemekte olan Rum ve Ermeniler gibi gayrimüslimler ve yine devletin hu-dudları içinde yaşayan diğer akvamın reisleri, babıâlî'ye teb­rikler arz ediyordu. Rum cemaati patriği, metropolidleri ma­iyetinde olduğu halde ilk baharda harekata geçileceğinin ha­ber verildiği yıldızın maiyetinde bulunmağa kararlılıklarını bildirdiler. Bu aradada, Osmanlı, Fransa ve İngiltere hükü­metleri aralarında tanzim ettikleri ittifak antlaşmasının tas­diknameleri teati edildi ve resmen ilân edildi. Yine işaret edil­mesi gereken hamiyyetlerden biri de savaş masraflarına yar­dımcı olabilmek için bir çeşit imtiyazlı senetler tertip edildiği gibi vükelâ, ricali devlet yâni devlet adamları, ulema ve üst düzeyde devlet memurları tarafından nakdî bağışlar birbirini takip etdi.

 

Aşağıdaki listede bir kısım bağışçının adlarını ve mikdarla-nnı bulacaksınız ancak bu ra kamlar tamamiyle alındımı?

 

Sorusuna muhatap olduğumuzda vereceğimiz cevap ise orasını defter-i mâliye erkânı bilir. (Târihi Lütfi)'nin listesi alt satırda verilmiştir.

 

Müteberrinin Adı                                Meblağı

 

Sadrıazam Mustafa Naili Paşa            300.000

 

Şeyhülislam Arif Efendi                      25.000

 

Eski Sadnazam Rauf Paşa                 50.000

 

B.Mustafa Reşid Paşa                         300.000

 

Serasker Hasan Rıza Paşa      .     ,        200.000

 

Fethi Paşa                           ,,...; .,  i<        150.000

 

Sekip Paşa                                         50.000

 

Kıbrıslı Mehmed Paşa                         100.000

 

Maliye Nâzın Safveti Paşa                  100.000

 

Hasip Paşa                                         75.000

 

Mısırlı Kâmil Paşa                               150.000

 

Sadaret müst.Mahmud Nedim    -        25.000

 

İntisap Nâzın Hüseyin Bey         ,   ,      50.000

 

Damad Halil Paşa      75.000

 

Ali Galip Paşa                                    100.000

 

1.750.000 krş.

 

Savaşın gündeme gelmesi hasebiyle içtima yapan genel meclisin vermiş bulunduğu fazilet sahiplerini anlamak için, bahane edilerek talebe-i ulûm tarafından Seraskerlik ka­pısında (şimdiki Bayezid'deki İstanbul üniversitesi merkez binası önü) bir nümayiş yapıldıysa da bunların çoğu hemen yakalanıp, Girid'e sürüldüler. Bunları eski serasker Mehmed Ali Paşa tahrik etmişmiş! Bunun neticesinde Mehmed Ali Pa­şanın Kastamonu'ya sürüldüğü görüldü. Mehmed Ali Paşa ile Mustafa Reşid Paşanın arasındaki burudet bir çekişme riva-eti taşımaktadır ki, bu bakımdan rivayetlerin istinat ettiği hususlar pek de boş değildir.

 

Belli kişilere fırınların çalıştırılması müsaadesi tahsis olun­muştu- Bu usûl nasıl olduysa serbestliğe kavuşturuldu. Tan­zimat fermanının ilânından önce fırınların idaresini hükümet eliyle yürütmek vardı. Fiatlann ayarlanması, ekmeğin tadı ve sekli idarece kararlaştırılıyordu. Bu fırın meselesi hakkında çalışmamızın, Bilgi bankası bölümünde kâfi miktarda müba-yaat başlığıyla malumat vermişizdir.

 

Bu arada bazı yerlerin durumlarına getirilen iyileştirme ça­baları içinde Sırbistan'a mahsus olan imtiyaz fermanı gönde­rildiği gibi Mısır Valisi Abbas Paşa'nın vefatı üzerine boşsian valiliğe Kavalalı Mehmed Ali Paşanın diğer oğlu Kavalalı Sa-id Paşa vezaretde verilmek suretiyle Mısır Valiliğine tâyini ya­pıldı. Said Paşa bunun teşekkürünü yapabilmek içinde İstan­bul'a gelerek huzura çıktı. Kendisine murassa Mecidiye nişa­nı hediye olundu. Takvimler 1270/1854'ü gösterirken 29/mayısda sadrıazam Mustafa Naili Paşa makamı sadaret-den infisal ettirildi.

 

Yerine Kıbrıslı Mehmed Paşa getirildi. Yunanistan'sa bu av-rupanın gayri meşru çocuğu görevi icabı ebeveynlerinin yâni kendisini devletlerin arasına sokan hamilerinin emirlerine teşvik ve tahriklerine uygun davranışla imrarı hayat ediyordu ve bu günlerde vazifesi Osmanlı topraklarına musallat olmuş ahaliye ve vazifelilere illallah dedirtmekteydi. Atina'da os-rnanlı devletini temsil etmekte olan maslahatgüzar ve heyeti lstanbul'a çağrıldı. Peşinden de Yunan sefarethanesi men­suplarıyla beraber, Yunan tebâlı tüccarlarda pasaportlar! ve-nlIP Yunanistan'a gitmeleri istendi.

 

Yunanistan'ın bu kalkışmalarını bastırmak için mülki, siya­si ve askeri selâhiyetlere hâiz olarak Keçecizâde Dr. Büyük Mehmed Efendiye, Paşalık unvanı verilmek suretiyle, işleri hâl yoluna koyma vazifesi emrolundu. Fuad Paşa bu vazife­de büyük bir başarı sahibi olmuştu. Yunanlılar yapmış olduk­ları saldırı ve baskınların sonunda mütemadiyen yenilmekten kurtulamadılar. Pire limanını devlet abluka altına aldı. Kral Othon hududlarının üzerinde Osmanlı ahalisini rahatsız et­mek isteyen çeteleri geri çağırmaya mecbur kal-dı.l271/c.ahir-1854/şubat ayı içindeydi.

 

1855 senesinde içtima eden Viyana kongresi sırasında toplantıda Arif Efendi isimli bir zât bulunuyordu. Bu kongre­de batılı devletlerin hâriciye nazırları murahhaslık yap­maktaydı. Buna bağlı olarak da Hariciye nazırımız Âlî Pa-şa'nın orada olması icâb ediyordu. Bu vesika diyorki:

 

"Babıâli, batılı devletlerin İsrarı üzerine Avusturya askeri­nin Eflak ve Buğdan'a geçmesi için bir mukavele imzalan­masına rıza göstermişsede endişeliydi. İşin bu tarafıyla Âlî Paşanın, Viy anada bulunması lâzımdı. Arif Efendi lisana aşi­na olmadığı gibi o zamanın konferanslarında tam selahiyetti ricalin bulunması kaideden idi. Bu vaziyet karşısında Âlî Pa­şa fevkalâde memuriyet ve b.elçilik payesi ile yollandı. Âlî Paşaya 5oo bin kuruş harcırah ve 7500 florin muvakkat ma­aş tahsis olundu.

 

Kongre sulhu değil, büyük bir galebeyi kararlaştırmış gi­bi, ikibuçuk ay sonra dağıldı. Bu sırada Âlî Paşa, Mustafa Reşid Paşanın yerine makam-ı sadarete geçti. 1270/1854 "Yi­ne Lütfi Târihi diyorki;"

 

Sadrıazam Reşid Paşa ile ahkâmı adliye reisi, Mısırlı Kâ­mil Paşanın, istifaları üzerine özel memuriyetle Viy ana'da bu­lunan Âlî Paşaya sadrıazamlık verilmiş ve kaimmakamlığı tâliye nazırı Şefik Paşaya verilmiş. Meclis-i Vâla riyaseti ,   undesindeydi. Fuad Paşa ise rütbe-i vezaretle birlikte Tan­zimat meclisi reisliğine ve hariciye nezaretine, Tophane nâzın Muhtar Bey de vezaretle Mâliye nâzın, masarifat (giderler) nezareti nâzın Tevfik Bey, Mustafa Reşid Paşanın iki kanadı makamında bulunan, Âlî ve Fuad Paşalar arasında artık re­kabet başladı. Bu icraatı müteakip, Viyana'da bulunan Âlî Paşa İstanbul'a dönüp babıâliye geldi. Viyana kongresi de tatile girdiğinden o meclise tâyin edilen Reşid Paşanın gitme­sinden oaz geçildi. Rusya kabinesi daha evvel Kont Orlofu, Viyana ya, baron Budberg'ide Berlin'e göndermişti. Bunların vazifesi Rusya lehine tarafsızlık temini daha sonra da doğu da siyasi bir denge meydana getirip uyuşma müzake- reler-ni temin idi Yâni Rusya, Osmanlı devletini devirmeyi temin için Viyana dolaysı ile Avusturya ile Berlin yani Prusya'nın yardımını temine çalışmaktaydı. Avusturya tarafsız kalmaya razı olamadı. Cevab olarak harekât-ı serbesti içinde olacağını bildirdi. Baron Budberg ise Berlin'de halkın düşüncesinin Rusya aleyhinde olması yüzünden başarılı olamadı. Böylece de Rusya yalnız başına kaidı. Batılı devletler bu va ziyetten istifade ederek, Avusturya'yı kendi içine almaya çalıştı. Çünkü; Avusturya aralarına katılmadıkça, Rusya'ya taarruz edebilmek, sadece denizden mümkün oluyordu. Avusturya başvekili sonradan ortaya çıkacak entrikaların kurbanı ol­mamak için ittifak hâlinde olan devletlerden Rus Çar'ına bir ültimatom vermelerini şart olmak üzere ileriye sürdü. Memle-keteyn'in tahliyesi, olmadığı takdlrdeyse savaşa hazır olun­ması bu ültimatomun açık beyanıydı. Fakat Avusturya or­duları, Fransız ve İngiliz orduları harbe girmeyince kırnıda-niayacak idi. Bunlar avrupada olurken İstanbul 2.derecede [Şler ite meşguldü. Tuna boyunda Silistre'de bir savunma noktası çıkmıştı. 127O/ramazan ayı 1854'ün/mayısında, Ma­reşal Sen Arno komutasında bulunan elli bin Fransız ue Lord Rağlan komutasında buiunan 25 bin İngiliz askeri Gelibo­lu'ya gelmişti.

 

Rus Çâr'ı tebaasını hakiki bir haçlı seferine davet ettiği gi­bi klişelerden Hz. İsâ (A.S)'in tasvirini çıkartmak suretiyle ta­assubu alulendiriyordu. Yukarıda bir miktar bahsettiğimiz Yunanlılar gibi diğer hristiyanlar da kıyam etmiş olsalardı müttefik devletler müşkil mevkıide kalacaklardı. Ruslar Ol-taniçe'de 1270/sefer/8.günü-1853/kasım/5.günü, Çetine'de uğradıkları hezimet ite beraber, Silistre'de de daha sonra şe-hid olan Müşir Musa Paşa ve onun yerine geçen Ferik Rıfat Paşa- ların sebatkârane mertlikleri karşısında, aciz kaldıkla­rını gördükleri halde, Tuna' dan geçme gayretinden vazgeç­miyorlardı. Silistre savunması, Osmanlı harp târihi-nin en parlak numunelerinden birisi olmakla beraber ayrıca pek şöhretli bir levhas ıdır. Müşir Gürcü İsmail Paşa Tutrakan'da fevkalâde olan cesaretini düşmanın tas dikine sunmuş, bu cesaret düşmana parmak ısırtmıştı. Bu taraf  böyleyken, düşmanın sol tarafını tehdid altına sokmak için mareşal Sen Arno ile Raglan'ın kumandasında olarak Gelibolu'daki kuv­vetler Varna'ya sevk edildi. Ancak bir vakit sonra Rus ta rtn müttefik ordulara rağmen İstanbul üzerine yürüyüşe geçece­ğinden korkuldu."

 

Beri yanda Serdar-ı ekrem Ömer Paşa, Şumnu'da tuttuğu mevkii pek de ideal bir yer değildi. Müttefik devletler birlikle­ri, Rusların sol tarafına geçti. Ruslar ise, burada önemli bir plân değişikliği uyguladılar ki Silistre muhasarasını kaldır­mak suretiyle kuzey istika metinde çekilmeye koyuldular. Böyle yapmalarının altındaki mesaj, Memlekteyn'i tahliye et­mek böylece de, Avusturya'nın isteklerine sıcak bakış yaptı  pakat diğer taraftan da, mazide Mapolyon Bonapart'a t klan ki 1227/1812'de, Rusya içine çektikleri Fransızla-y   Moskova önlerinde nasıl feci bir mağlubiyete duçar ettiler-bunu Birleşik kuvvetlere de uygulayıp, onlarada bu acı­dan tattırmak arzusuydu.

 

ISe varki Prusya   Kra h 4.Gilyom, bazı esbaba uygun ola­rak tereddütlü anlar yaşadı ve bu anlar altı hafta sürünce Avusturya'nın Rusları tehdit edici niyetini fiili harekete geçi-rememek gibi bir du rumla karşı karşıya getirdi. Prusya; Rusların Tuna nehrinin güney cihetinde bir galibiyet elde et­melerini, özellikle birleşik devletler ordusu gelmeden Silist-re'yi Rusların ele geçirmesini kolaylaştırmak istiyordu. Bunu başarmaya muvaffak olamadı Allahtan. Viyana ancak 3/ha-ziran geldiğinde tehditnâmesini gönderebildi. Rus ordusu* başkumandanı Gorçakofda Silistre'yi alamadı. Muhasarayı kaldırmak mecburiyetinde kalan Gorçakof'un  birlikleri Tuna nehrini geriye geçmeye acele ederek Memleketeyn'i terke başladı.

 

Avusturya ordusu 24/haziran da babıâlî ile yaptığı antlaş­ma üzerine buraları işgale başladı. Bu antlaşmanın mânası şu idi: "Avusturya harp sonuna kadar Eflak ile Buğdan'ı yâ­ni Memleketeyni işgal ve her bir hücuma karşı yürüyen itti­fak devletleri askerleri nin harekât-ı ve muamelatına karışmı-y&cak.Fakat Avusturya bu antlaşma hükümlerini yerine ge­tirmek hususunda Prusya müttefiki Cer manya heyetlerin­den gelen itirazlarla karşılaştı. Bunun üzerine müttefik dev­letlere, Memleketyn'in içine girmeme leri ricasında bulundu ue anca/c bu şekilde bunu sağlayabildi. Karargâhları Var-na'da bulunan müttefik devletler, plânlarını birden bire de­ğiştirdiler. Öte taraftan da Ruslar, Avusturya'nın tehdid be­yannamesine cevap verdiler. Bu cevapları şunları tasımaktaydı: Avusturya asayiş hususunda teminat vermedikçe, Rusya'nın düşmanları ile ittifak hâlinde oldukça ue bunların Eflak ve Buğdan'da yaptıkları askeri hareka ta engel olma-dıkça kendilerininde, herhangi bir tahliyeye teşebbüs etmeyeceğini ifa de etmekteydi.".

 

Bunların sonucunda Avusturya; Rusya ile birleşmedi ayrı­ca da müttefik devletlerinede iltihak etmedi. Yalnız Eflâk ile Buğdan'ın işgalini üzerine aldı. Bu hususda babıâlî ile 14/ha-ziran mukavelesi yapıldı. Böylece Avusturya, geçici olarak hem Rusya'ya hem de müttefiklere karşı Tuna Nehrinin mü­dafii vaziyetini aldı. Böylecede hâkim vaziyetine geçtiğinden bu görevi yerine getirebilecek bir ciddiyet ve fiili bir emniyet kazandı. Bu durumu ile Ruslara faydası dokunuyordu.

 

Çünkü; Tuna'nın aşağı bölgelerinde Avusturya'nın yardımı olmaksızın müttefikler Rusya ile savaşamaz olmuştu. Avus­turya politikası Edirne antlaşmasından beri Rusların memle­ketinde kurmuş oldukları himaye usûlünden dolayı Tuna aşağılarını kendilerine kapalı görüyorlardı. Prusyalılarda, Fransizla- nn Ren Nehri tarafından kendilerine hücum ede­ceklerden korkuyorlardı. Avusturya im paratoru Fransuva Josef, Fredrik Gilyom'a başvurarak 1854 senesi nisan'ının 20'sinde Berlin'de bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşma ge­reğince Almanya'nın asayişi nokta-i nazarından tehlikeli olan aday hücum edecek olursa her ikisi de yekdiğerinin müdafa-sı için ittifak edip, karşı koyacaktı. Bundan başka Rus ordu­larının Eflâk ve Buğdan'da bulunması da bir tehlike olmak üzere antlaşmanın metninde bulunuyordu.

 

Prusya, böylece Avusturya'ya şöyle böyle yardımcı olma­ya muvafakat göstermiş oluyordu. Ancak; kuzey tarafında Finlandiya'yı gözetleyen İsveç'de harekâta iştirak edecek olursa Avrupada genel bir savaş ummaktan başka yapacak şey kalmayacaktı. Bu sıralardaydı ki; Prusya' da Prens blf ?   rk   İralva da ise Kont Kavur siyasi hayatlarına başla-

 

Bismark ilk önce 20/nisan antlaşması aleyhinde vaziyet aldı  Prusya'nın üstünlüğü altında olmak üzere Almanya im­paratorluğunun esasını kurmaya başladı.

 

Kont Kavur'da çok geçmeden, Sardunya hükümetinin av-rupadaki devletlerin derecesine dahil olabilmek için sebebler ileri sürdü. Yaşanılmakta olan bu târih dilimi, avrupa da dip­lomatlar devri olarak anıhrsa hiç de yanlış olmaz. Bizde de, bunların arasında önemli mevkileri olan, Mustafa Reşid ve Âlî Paşalar olduğunu da hatırlamalıyız.

 

Müttefikler devletler, Rusları canevinden vuramayınca yan taraflarından vurmaya karar verdiler. 16/ağustos/1854'de, Fransız denizcileri Baltık denizindeki Aland adalarından, Bo-marsund'u ele geçirdi. Buna karşılık Varna'da Fransız birlik­leri büyük zahmetler yaşıyorlardı. Dobruca da Kazak müfre­zelerini takibe memur olan General Kan Robert tek tük ve görülür görülmez kaybolan süvari askerine rastlıyordu.

 

Diğer taraftanda, kolera ve tifo salgınlarının büyük telefata sebeb olduğunu yaşıyordu. Fransızlarda temmuz ve ağustos ayları içinde mevcudunun dörtte birini kayıp etmişti. Barışı imzalamak icabedi yordu. Bu sırada İngilizlerden Sivastopol askeri limanını tahrib etmek hususunda teklif getirdiler. Eğer bunda başarı olursa Ruslar haylice uzun müddet Karade­niz de bir taarru za imkân bulamayacaktı. Ayrıca Karade­niz'in sükûneti temin edilirken, İstanbul'da yakın tehlikeden b       azade olacaktı.

 

 

 

Sivastopol Muharebesi

 

 

l4/eylül/1854'de Patrona Ahmed Paşa kumandasında olarak müttefik devletleri donanmasıyla birlikte Karadeniz'e çıkan gemilerimizin adları, tip ve top sayısı aşağıdaki liste de merhum Ahmed Râsim üstadımın tarafımızca şerhi yapılmış eserinden alıntılanmıştır: Top  Sayısı    Gemi Adı                   Top Sayısı   Gemi adı.

 

92            Mahmudiye 3anbarlı

 

72             Peyk-i Meserret

 

42            Muhrib-i Sürür firkateyn

 

12           Mecidiye vapur

 

12           Saik-iŞâdi

 

22           Ferahnüma Korvet

 

Oniki gemimizde yekûn 450 adet top bulunmaktaydı, in­giliz Visamirali Dundas komutasındaki İngiliz donanması; 7 tane üç anbarlı, 3 kapak, 3/firkateyn,7 korvet ve 10 adet se-ret ile, Visamiral Hamlin komutasındaki Fransız donanması da 2 tane üçanbarlı, 15 kapak, 21 firkateyn ve bir kaç tane vapurdan ibaretti. Görüldüğü gibi bizim gemiler ile diğer iki devletin donanmaları arasında sayı ve tip bakımından pek büyük bir fark görülmüyordu.

 

127l/safer/16-10/kasım/l854'de Odesa topa tutuldu. Bu limandaki gemiler olsun harp malzemelerinin bulunduğu de-polar olsun yakılıp yıkıldı ve zapt olundu. Bu sırada 30 bin Fransız 20 bin İngiliz vede 7 bin Osmanlı askeri birleşik do-nanma adı altında Sivastopol'ün kuzey yönünde bulunan °Patorya bölgesine çıkarıldı. 20/eylül/1854'de de Alma sa-VaŞi vukubuldu. Târihi Lütfi diyorki: "İngiliz, Fransız ve Os-

 

72

 Teşrifei kapak

 

64

 Nusretiye Firkateyni

 

12

 Feyz-i Bari vapur

 

12

 Tâif Vapur

 

16

 Şehber vapur

 

22

 Ceyran korvet

 

 

mani) donan- malarının gemileri müştereken Karadeniz'e çı­kıp, Kırım sularına gitmeğe karar verdikleri sırada, Şum-nu'da bulunan, serdar-ı ekrem Macarlı Ömer Paşa'nında Kı­rım tarafına geçmesi hakkında çıkarılan; hatt-ı hümayun ile padişahça yapılan tavsiye vede yüksek emirlerini tebliğe va­zifeli hariciye müsteşarı Mahmud Nedim Paşa, Sâik-i Şâdi vapuruyla Varna'ya geldi. Ömer Paşa da Varna da idi. Bolca cephane ve mükemmel eğitimli askerle birlikte Kırım'a hare­ket ettiydi ki, Ömer Paşanın yerine, uhdesine Anadolu ordu­su müşirliği verilen İsmail Paşa tâyin olundu. Ayrıca İstanbul ordu müşirliği Arabistan ordusu eski müşiri Vâsıf Paşaya tev­cih olundu."

 

Odesanın topa tutulması sonrasında 400 parça gemiyle Kırım'a yönelen birleşik donanma Sivastopol limanında bu­lunan üçanbarlı, onbir adet kapak, dört adet firkateyn, altı tane Korvet ve bir takım vapurlardan müteşekkil Rus filosu, Sinop'daki yaralarını sarama dıklarından dolayı denize çık­mağa cesaret gösteremeyip, Amiral tedbir olarak limanının önünü örtmek üzere bütün gemilerini limanın ağzına topla­mıştı. Elma ve Gözleve zafer lerinden sonra, Sivastopol üze­rine gidilmiş ekim ayının 17.günü limana giren müttefikler muazzam kahramanalıklar göstermişlerdir. Şöyleki:

 

Fransız amiralinin bindiği Veyli Düpari isimli, üç anbarlı ile İngiliz amiralinde, içinde bulunduğu Britanya isimli üçanbariı istihkâmların önüne bin yarda mesafeye demirlemiş, Fransız harp gemileri kuzeye, îngilizlerinki ise, güney istikametinde iki hat şeklinde olmak üzere mevkii alıp, Mahmudiye ile Peyk-i Meserret gemilerimizde bu gemiler civarında bulun­muştur. O günün akşamına kadar devam eden karşılıklı top­çu savaşı her iki tarafa da büyük zararlar vermişti.

 

Ru mevkıi müstahkemin kuşatılması 1 27 lzilhicce-l855/aâustos>una kadar devam etdi- Zilhiccenin 7.,ağus-s'un 5.günü aralıksız üç gün gerek denizden gerekse kara-, topa tutulmasından sonra hücum edilip Molikaf Tabyası le qeçmiş ve ertesi gün Henüb Tabyası da zapt edildi. Bu afer Avusturyalıların ilân-ı harb etmelerine ve de Rusların se sulh kapısını çalmaya mecbur olmalarını sağladı. Buskee komutasında bulunan bu asker, Ruslarla müthiş bir savaşa tutuştu. Bu hücum general Kan Rober ve Dorel komutasında bulunan fırkaların Alme yaylasına varmalarını temin etdi. Daha sonra İngilizlerde kendilerine tâyin edilen yere bin müşkülat ile gelebildiler. Bu vaziyet Rusların feci mağlubiye­tini intaç etdi. Savaşın bu safhası Alme ırmağı sahilinin zap­tını ve Sivastopol yolunun açılmasını kolaylaştırdı. Sivasto-pol'a giriş pek dar olduğundan ayrıca uz-un bir karaparçası-nın güney sahilindedir. Müttefik ordusu bu yeri dolaşarak ge­lebildi.

 

Karadeniz'de Kırım'ın denize doğru çıkıntı yapmış olan köşesi Kersünez Yaylasında yâni şehrin güneyinde birleştiler. Şehrin istihkâm ve savunma mevkii yetersiz olduğu halde bir hücumla kolayca zapt olunabilirdi. Fakat müttefikler cesaret edemediler. Sen Arno eylül ayının 29.gününde öldü. Onun yerine geçen Kan Rober, azimkar bir kimse değildi. Bu se-beble zaman kaybedildi.

 

Ruslar ise; amiral Nahimof*ve Kornilof gibi kimselerin azımkârane kumandaları ile kaimakam Totleben gibi, son rece usta bir askerin bakışı ve idaresi altında en mükem-mel savunma vaziyetini aldı. İçlerine taş doldurarak Rus do-anmasını deniz yolunun girişine hatırdılar. Telmian'ın so­nda bulunan Sivastopol'da bu sebebten müttefik gemileri-n top atışlarından kurtuldu. Bundan başka şehrin güney cihetinde istihkâmlar vücu da getirdiler. Malikof ve Yeşiltepe Tabyalarıda sağlamlıkları ile kısa bir zaman zarfında şöhret oldu. Zâten ingiliz ve Fransız deniz gücüde Sivastopol'ü ta­mamen muhasara edemezdi. Şehrin kuzey tarafı ise dışarı ile münasebetlerine devam edecek vaziyetteydi.

 

Prens Mençikof, kesintisiz imdad alan bir ordunun kuman­danı olarak gayet serbest hare ketlerde bulunuyor ve muha­sara eden güçleri taciz ediyordu. 20/ekim'de Balakiova sa­vaşı meydana geldi. Bu bölge Osmanlı komutanlarından Rüstem Paşa tarafından muhafaza altında tutuluyordu. Ba­lakiova, Sivastopol'ün dokuz kilometre güneyinde ve Kara­deniz üzerinde bir limandır. Bu savaşda Kont dö Kardigan'ın kumandasında bulunan İn giliz hafif süvari alayı kahramanca yaptığı bir hücum sonunda tamamen mahvoldu. Mençikof kasım ayında İnkerman'da İngilizleri ansızın bastırmak istedi. Fakat Osmanlı askeriyle general Buskee'nin komutasındaki zuhaf askerlerinin imdada gelmesiyle kurtuldular. Ancak haylice zayiatda verdikleri görüldü. Haylice saldırıya maruz kalan sahilhane bataryasının bulunduğu istihkâm büyük şöhret oldu. Eğer; birleşik devletler deniz tarafında hakim durumda olmasalardı kendileri muhasara altına düşecekler­di. Gerek durumun gerekse şartların ağırlığı, muhasaranın uzun süreceğini gösteriyordu. Bu mevkiin ele geçirilmesi pek çok gayret ve çalışma gerektiriyordu. Artık kışın Sivastopol önlerin de geçirilmesi pek çok gayret ve çalışma gerektiri­yordu. Artık, kışın Sivastopol önlerinde geçirilmesi mevsimi geçirme kanaatma varıldığından lâzım gelen levazımın temi­ni icâb etdi. O sene kış pek şiddetli geçti. 13/kasım günü çı­kan kasırga. Kırım askeri arasında büyük bir telefata sebeb oidu. Hâttâ Sivastopol önünde bulunan 4.Hanri adlı harp ge­misi Opatorya önlerinde karaya oturdu. Hastaların sayısı büyük sayıda arttı.

 

Bunlardan bir kısmı askere öteberi satanların toplanma­kla adeta bir şehir haline giren Kamyeş karargâh-ı umumi-nde alıkonuldysa da,çoğu İstanbul hastanelerine ulaştırıldı. İstanbul'da bu arada avrupalı sayısı haylice artmış oldu. Hât­tâ islâm ahali, Fransızlar Sivastopol'ü işgal edecekleri ne İs­tanbul'u işgal ettiler diye söylenti dolaşmaya başladı. Fran­sızların; İstanbul'da ço-ğalması 1833'de Rusların boğazda yerleştikleri zamanı hatırlattı. Bu vaziyet, şark meselesine arız olan yeni durumun dıştan görünüşüydü. Türkler henüz kendi mallarının sahi bi değillerdi. Osmanlı devleti Rusların değil avrupanın müşterek himayeleri altında duruyordu. Bu kış mevsiminde diplomatlar dünyasında çok büyük bîr faali­yet görüldü. Sivastopol kuşatmasından çıkacak neticenin ne olacağı hususunda bir hayli mütereddit olan Fransa ile İngil­tere ve Avusturya hükümeti nezdinde aralarına katılması için tekliflerini yenilediler. Bu sıralarda Memleketeyn'in sahibi olan Avusturya'da, müzakerelerin yapılması için vesileler aranmaktaydı. Elinde bulundurduğu rehineyi muhafaza et­mek için ihtimalki, anlaşmış devletlere az çok ciddi bir askeri kuvvet tedarikine yahut Avusturya İçlerinden Fransız ordusu­nun geçmesine razı olabilirdi. Prusya başvekili Bismark'ın gösterdiği tavır ve açık vaziyet üzerine zaten tereddüdde ol­duğundan bu sefer duraklamaya mecbur kaldı. Prusya hak­kında duyduğu temayül hislerini sergilemeye başlamıştı. Hatta Renan, Prusya'da pe*k çok askerî yığınak yapmağa başlamıştı. Almanya'daki durgunluk ve tesir plânını ele al-^ak için, üst üste gelen bahaneyi, iğtişaşaat-ı şarkiye, yâni doğu bölgesindeki karışıklıklarda aramaya hazırlanmıştı. Bu-nun için, Avusturya bitaraf bulundu.

 

Hiç bir şey kazanamadığı halde, Çar Nikola aleyhine yap­ağı küfürlerin hicabı altında kaldı. Durum bu haldeyken Piyomen hükümeti İtalya meselesi üzerine avrupanın dikkatini üzerine çekmek için İngiltere ile Fransa'ya ittifak teklifinde bulundu. Ayrıca Avusturya'nın katılmasını hızlandırır düşün-cesiylede ilk teklifde kabul etme yolunu seçtiler. 6/c.ev-vel/1271-26/ocak/1855'de yapılan bir antlaşma mucibince Piyemonte hükümetinin de Kırım'a 15 bin asker göndermesi sağlandı. Tabiiki bu yardım kesin netice hususunda elbette yetersizdi. Sivastopol muhasarasını sona erdirmek için alın­mış ve lâzım gelen tedbirlerden olduğunu gösteriyordu. İngi­lizler olsun Fransızlar olsun bu mevki önünde kendilerini he­zimete uğramış görüntüsü vermeğe rızaları yoktu. Çünkü; yalnız Şark Meselesinin hâli değil avrupadaki haysiyetleri de burada bahse konuydu. Fransızlar yeni bir borç alma antlaş­ması yaptılar. Cezayirden asker gönderildi.

 

Burada Üstad Ahmed Râsim Bey'in bir meramını değerli târih çalışmasından alıntılıyoruz: "Osmanlı devleti Kırım sa-uaşından önce hiç bir taraftan hiçbir yerle borç alma antlaş­ması yapmamıştı. Önceki sayfalarımızda, fâide adı altında verdiğimiz malumatta görülür ki, Sultan l.Abdülhamid'in döneminde Fas'dan, İspanya'dan ve Felemenk'den borç alın­ma fikirleri ileri sürülmüş ancak, antlaşma yapılmamıştı. Re-şid Paşanın sadareti esnasında 1850 yılında 55 milyon frank­lık bir borç alma işi Paris de Torna ve şerikleri ve Beşe banka­larıyla Londra'daki Devo ue şerikleri isimli ban kadan antlaş­ma yapılmısada, Reşid Paşanın sadaretden bu sırada düş­müş bulunma ue yapılan antlaşma padişah tarafından tas­dik edilmemiş bulunduğundan resmiyet kazanamamış, 1854 . ve 1855 yıllarında 5'er milyonluk borçlanmalar yapıldı. Yal­nız bu borç para 1855'de tamamen Kırım savaşı harcamaları­na tahsis olundu. Muhasara yapan kuuvetlerin sayısı Os­manlı askeri ile beraber sayıldığında 130 bin kişi yi bulmak-lemıudi  Meşhur General Niel özel selahiyetle yaklaşma işU i uapma faali yetine memur edildi Cezayir valisi General pellssier sağlam ve azimkar biriydi. General Kan Rober'in ye­rine kumandan tâyin edildi."

 

Yine Ahmed Rasim Bey'in şu mülahazası ile sahifemizi süsleyelim: "üzün sürmüş olan Kırım kuşatmasının sona er-direbilmesi için 3.Napolyon, bizzat Kırım'a gitme tasavvuru­nu açıkladığında avrupa siyasi mahfilleri bu hususu epeyi zaman konuşmalarına vesile yaptılar. Bu arada Paris Sefiri­miz Veiiyüddin Paşa görevden alınmasından önce bu duru-rnu'.babıâlVye yazmış olacak ki Fransa hâriciye nâzın Der-üiyn Dolvis İstanbul'daki elçiliğe bir şey yazmak istemediği halde imparatorun, saray müdürü Miralay Bevil adlı zâtı oa zifelehdirerek, İstanbul'daki ikameti için alınacak tertibata bakmak üzere İstanbul'a göndermişti Miralay Bevil; İstan­bul'a vardığında, sefaret tercümanı Seferle beraber bir kaç defa huzura kabul edilmiştir. Bevil'in yaptığı tebliğde,impa­ratorun, hanımı ile birlikte İstanbul'a geleceğini ve kendisi­nin harp sahasına gideceğini, imparatoriçenin İstanbul'da misafireten kalarak imparatorun dönüşünü bekleyeceğini bildirmekteydi Hâttâ Mösyö Bevil, ikametgâh olarak Baltali-manı Kasrını, tercih eyle-miştir. Sultan Abdülmecid tedarik ve hazırlıklara bizzat nezaret etmekteydi İmparatoriçe Öje-ni'nin yatağına konulacak cibinlik, tamamen zor bulunur kıymette inciler le donanmıştı. İmparator ve İmparatoriçe da­irelerine taa 1 .Murad'dan kalma, saray mensupalrtna bile meçhul kalmış kıymetli ve nadide eşyalar konulmuştu"

 

Rasim bey merhumun mülahazasindan sonra biz Fransa

 

imparatoru 3.Napolyon'un 16/nisan/1855' de Londra'ya yaptığı seyanatten soz aça]ım ve görürüzki Londra; İmpara-

 

, Kırım'a gitme tasavvuratından vaz geçirdi. Bu sıralarda Prusya başvekili Prens Bismark, avrupa siyasi mahfillerinin tebessümlerine aldırmadan şu beyanı yapmaktan içtınab et­miyordu: "Herhalde 3.Napotyon İstanbul'a gidip orayı zapt edip, bir Lâtin Devleti uücuda ge tirecek! Ancak; teşebbüs bi­raz biçimsiz olduğundan ve bu yüzden pek doğru görünmü­yor" demek suretiyle İngilizleri kuşkuya salmak için ortaya inciler yuvarlamış oluyordu. Nitekim yukarıda yazdığımız gi­bi, Londra bu kuşkuya işaret eden mizaha aldırmamış ve Napolyon'un, Şark âleminde isbat-ı vücud etmesiyle Fransa lehine hayli faydaların meydana geleceğini, Sivastopol önle­rindeki ingiliz askerlerinin ehemmiyetini azaltı cağım göz önüne alarak Kırım'a gitmesini önlemeye çalışmışlardı. Beri yandan da, 3.Napolyon'un müşavirleri de, Fransa'dan uzak­laşma tehlikesini henüz mağlup edilmiş ayrılıkçı muhalefetin bu seyahetten dolayı elde edecekleri fırsat meselâ yalanda olsa Kırım'dan bir mağlubiyet haberi estirilse veyahut İmpa­ratorun vefatına dâir bir haberin yapacağı tesir ve ortaya ko­yacağı neticenin ne olacağı meçhuldür, şeklinde dikkatini çekmek teydiler. 3.Napolyon'un gerek ingilizlerce gereksede kendi müşavirlerinin.-tavsiyelerini aklı kesmiş olacakki seya­hatten vazgeçti.   

 

     . .

 

Çar'ın Ölümü-Sivastopal'un Zaptı

 

 

Sivastopol'ün zaptı ecnebi târihlerden birinde şöyle yer alı­yor:

 

"22/mart/1855 tarihin de, Rus Çan Nikola öldü. Çok kötü icraatları oiduğu halde eide olunan netice asga-ri miktarda kalmış, meydan bulan tatstzlıkiarıda hiç eksik olmamış ve e eli açık bir devr-l hükümetden yorulmuş, gidişatın Rus­ya'nın hezimetiyle bitecek şekilde göster- hâlihazırdaki sa­vaş ise, Rusya'nın güç ve kuvvetini bitirmişti, fiikoia; sulh nmanın zamanının geldiğini biliyor, fakat buna rıza gös~ -neue kendini bir türlü ikna edememekteydi. Demir Çar -lemezdi ona göre amma ne oldu? Kırıldı. Vücudu yüksek leşten hummalar teulid ediyor, o ise dışarıda eksi  23 dere-edeki hauada Kırım'a sevk olunacak bir alayın resmi geçi­dine katılmak için dışarı çıkmaktan geri durmadı. Şüphe uokki bu yaptığını önlemek için adamları atının önüne atı­lıp- 'Haşmetlim bu ölüm değil, intihar' dedilerse de, Çar fii­koia; 'Siz! Vazifenizi yaptınız. Bırakınız. Ben de benim yap­mam gerekeni yapayım' şeklinde cevap verdi. Havanın so-öukluğu rahatsızlığı şiddetlendirdi ve bir kaç gün sonra ha­yatını kaybetti.

 

Son anlarında tebaasına imparator ölüyor şeklinde bir telgraf yazdı. Yerine geçecek olan 2.Aleksandr ise sulhperver bir mizaç taşımaktaydı. Harp arzusu taşımamaktaydı. Mütte­fikler ise Sivastopol'ü almak mecburiyetindeydi. Bunun için­de General Pelises haftalarca ameliyat-ı takarrübiye yâni yaklaşım gayreti içindeydi Ne varki bombardımana 6/haz.İ-ran'da başlayabilmişti. Ertesi gün ise hücum emrini verdi ue Yeşiltepe alındı. Maiikof Tabyası üzerine yapılan hücumlar Rusların mukavemetiyle tard otundu.

 

Haziran ayında müthiş bir savaşı müteakip Maiikof'da ele geçirildiysede, mukabil hücuma geçen Ruslar büyük telefat verdirerek bahse konu tabyayı yeniden ete geçirdiler. Bu ba­şarısızlık haberi Paris'de büyük bir teessür ve heyecana se-beb olurken, İmparatorda General Pelises'i azil edip,etmerne-y[ düşünmeyi başlamıştı. Fakat muhasara edilenler ise da­yanma güçlerinin hududuna gelmişler, Kornilof ve Nahİmof savaşda ölmüşler Totleben ise pek ağır yaralar almıştı. Şeh-Çok büyük bölümü harabeye dönüşmüş,müdafaa gayreti en Kuşlarda zaaflar görülmeğe başlamıştı. Ricat çârelerini düşünürlerken, yeni Çar, imdad ordusu kumandanı Men-çikof'un yerine gelen Gorçakof'a müttefikler üzerine hücum etmesi emrini verdi.

 

Gorçakof Çarnapa Çayı üzerindeki Tarakteslr köprüsünde mağlup oldu. Piyemonte diğer adı Sar dünya askerleri bu sa-vaşda pek çok kahramanlık sergilediler. Gözleme'de ise Os­manlı askerinin de görenlere parmak ısırtan mukavemeti se­yir edildi. Sivastopol'ü, 17/ağustos'tan 21/ağustos'a kadar süren bombardıman altını üstüne getirdi adetâ! Rusların her Allah'ın günü bin askeri ölüyor ve bir o kadarıda yaralan­maktaydı. Muhasara kuvvetlen adım adım şehre yaklaşıyor­lardı. Eylül ayının 5.günü ise yeni bir bombardıman salvosu daha düzenlendi ve aynı ayın 8.gününden itibaren atışların dozajı bir misli daha ziyadeleştlrildl. Şehir yer yer yanmaya başlamıştı. Liman'da ise içi barut dolu iki firkateyn aldığı İsabet hasebiyle berhava olurken, gökyüzünü kaplayan alevler, surların içinde büyük velvelelerle atılan lağımlar ara­sında general Pelises, hücum emrini verdi. Harp, bir kaç saat çok şiddetli boğuşmalara inkılab oldu. Neticenin ne şekilde olacağı uzun zaman mechuliyet arz etdi. Akşamüstü, Rus is­tihkâmlarına girmek ve zapt etmek kabil oldu. Rus generali Gorçakof'un daha fazla müdafaada direnmenin beyhude ol­duğu kanaatine varması savunmayı canla, başla yapanları Sivastopol'ü terk etme hususunda izinli saydığı görüldü. Os-ten Sak ken valilik sıfatını taşıdığındanşehlrden en son çı­kan oldu.

 

Ruslar ise, teslim, olmadı. 322 gün devam bu savaşın aka-binde üç seri savaş daha olduki, kan dereler gibi aktı. Üç hücum sonrasında eylül ayının 19.günü general Pelises Fransız bayrağını Si vastopol'un boş ve harabe hâlini almış yerlerinin üzerine dikebildi. General Pelises mareşalliğe yükpürken, Dük dö Malikof unvanının sahibi de oldu. Lord Raqla-n ise daha önce 28/haziranda hayat ile ilşkisini kay­betmişti. "

 

pek pahalıya mâl olan bu başarı üzerine Odesa'nın karşı­sında bulunan Kılburun'da düşmüş idi. Ancak Rusların da kazançlı olduğu yerler vardı. Kafkasya'nın güneyinde Bayın-dır, Ahlacik ve Başgedikler'de üstün gelmişlerdi. 1855/27/eylülünde Osmanlı askerinin gösterdiği celadetti savunma bütün gayretlere rağmen Kars'a girmelerini önleye­medi bu Rusların. Anadolu da yaptığımız faaliyet-i askeriye yüz güldürücü bir neticeye vâsıl olamıyordu. Ruslar ise ordu-muzdaki bu üzücü hallerden dolayı karşımızda başarılı ol­maktaydı. Devletin ileri gelenleri de bu durumu yavaş yavaş sezinlemeğe başlamış gibi idi. Hâtta;1271/1854'de Ahıska ve Gümrü'de vukubulan savaşlarda meydana gelen uygun­suzluğa sebeb oldukları sabit görülen Müşir Ahmed Paşa ve Ferik Rıza Paşanın rütbeleri sökülerek kendileride beşer sene Kıbrıs'da bulunan Magosa'ya sürgün edildiler.

 

Merhum üstad Ahmed Râsim Bey bu hususda şunları söy­ler: "Bir yabancının şahidliğİ: 1856 senesinde İngiltere Parla­mentosunda takdim edilen resmi vesika mecmu-ast 1853/54 uel855 senelerinde Osmanlı devletinin Asya kıtasındaki top­raklarında bir araya gelen orduların hâl ve davranışlarına aid general Vilyams, Lord Klaren- don, Stratford Radklif ile bazı konsolosların aralarında yazılmış 390 tane telgrafın muhteviyatı yer almaktadır. Bunlardan bazılarını aşağıya alıyoruz: General Vilyams diyorki: 'Bu mütehammil ve kana­atkar Asya ırkının her memlekette dâima isyanlara sebeb olacağı şüphesiz bulunan elem ve ızdırabata büyük bir sa­bırla karşı koyacağını hayretle görüyorum. Askerin tâyinatı pek fenadır. En basit kaide bile meçhuldür. Hummaların, İİ-

 

füsun şiddetle hüküm sürmesinin sebebi budur. Çeşitli kıta­lara göre 18-20,22 aylık olanlar bile içiçedir. Yeni gün, rızk-ı cedide, yani yeni rızka uygun olarak yaşanıyor. Subaylar, hizmet, inzibat yâni disiplin ve tâlim hususunda fena sebeb-lerden utanılacak derecede müsamaha gösteriyorlar. Bunla­rın tamamına yakım komutanlığa lâyık değildir. Eskidenberi alıştıkları İçin sarhoşturlar Askerin parasını çalmaktan baş­ka bir şey düşünmüyorlar. Müşir, irtikâp ue İhülasda diğerle­rine numune teşkil diyor. Paşalar ue miralayla.!' muhasebe memurlarıyla ortak olduklarından topladıkları mahsulü ihti­lasları bunlarla paylaştıktan sonra İstanbul'a gönderdikleri eurak ue cedueller yâni listeler büyük sahtekârlıklarla malul­dür. Hükümet 33 bin kişi hesabıyla tayın veriyor, halbuki si­lah altında ancak 18 bin asker vardır. Başı bozukların maaş ue tayınını böyle askerin intizamsızlığından dolayı müşir ile bu çete reisleri için gayet geniş bir ihtilas manbaıdır. Kâğıd üzerinde 3500 kişi görüldüğü halde adı geçen adamların eli­nin altında ancak 800 başıbozuk var. Müşir; en kü çük istifa­delere bile alaycı nazarlarla bakmıyor, kış mevsiminde has-tanede uefat eden 12 bin askerin eşyasını sattırdı. Oraya tah­sis olunan mblağ kısmen nakit bir kısmı da kaime olarak gönderildiğinden, Müşir, nakit olan kısmı kendine ayırıyor, kaime ile ödemeleri yapıyordu. Bu sebebden tahmini olarak %20 nisbetinde zarar meydana geliyordu. Paşalar ile mira­laylar irtikap ue ihtilas için daha bir çok vasıtalar buluyorlar, muhasebe memurları ile uyuşarak pirinç ue et tayınları kar­şılığında para alıyorlardı. Yahud bunları aynen almağa mec­bur olurlarsa kendi hesablarına sattırıyorlar civardaki mah­sulat olan zirai ürünleri biçmek köylerdeki evleri ykıp bura­larda pek pahalı olan odun ve tahta tedarik etmek için an­garya suretiyle askeri çalıştırıyorlar Herkes bu yağmadan is­tifade etmek için çeşit çeşit çâreler, vasıtalar buluyor "

 

Osmanlı idaresinin bütün kötülüklerini ortaya seren  Badori Ahelçiyaa başgedikli, hezimetlerinin ve nihayet Anaistilasının hakiki sebeblerini, bu istihşadatı kısa keserek ticeve geçiyorum. Ahlâk ve eski usûl olarak muhafaza dilen adetten, müşirler, ferikler, livalar, İstanbul veya ecnebi jlkelerdeki harbiye mekteplerinden mezun olmuş subayları inat dolu bir düşmanlık içinde maiyetlerinde bulundurmak­tan uzak tutuyorlardî.

 

Esasen İngilizler savaşın devamından yanaydılar. Lord Palmerston, iktidar mevkiine yeni gelmiş, İngiliz ahalisinin fikr-i umûmisi şevk içinde mühimme-i tedarikata başlamıştı. İngilizler, Baltık denizinde yeni bir harp çıkmasını Kurunştadt mevkii müstahkeminin de Sivastopol gibi tahrip olmasını Petersburg'un bombardıman edilmesini elhasıl Rusya'nın bir hayli zaman kalkışmayacak hâle gelmesini istiyorlardı. Bu maksada bağlı olarak 1854 senesi kasım ayında Finlandiya kendisine iade edilmek vaadiyle İsveç ile bir antlaşma imza­ladılar. İtalyan liberal partisini aleyhine teşvik etmek tehdi­dinde bulunarak Avusturya'nında harp ilân etmesini tâleb ediyorlar, Kafkasya'da Ruslar ile çarpışan Şeyh Şâmil'e yar­dımda bulunuyorlardı. Bu mevzuuda üstad Ahmed Rasim Bey merhumun şu mülahazasına yer vermeden edemiyoruz: "Şeyh Şâmil müslümanlann meşhur bir gazisi olup, 1212/1797'de Dağıstan'da doğmuş evvela bu ülkede Kadı Molta'nın maiyetinde on sene kadar Ruslarla savaştıktan sonra Çer keşlerin başına geçip yirmi sene mütemadiyen Rus askerlerine mukavemet etmiş, bir avuç dağlı'larıyla en meşrgenerallerin kumandası altında bulunan Rusya'nın nice o'dulannı perişan etmeye muvaffak olmuştur Askerlik mes-

 

gtndeki yüksek iktidarı, metanet ue sertliği âlemi hayrelde bırakmıştı. nihayetinde 1277/1861'de Rus birliklerinin birkaçı tarafından kuşatılarak teslim olmaya mecbur edilmişti. Petersburg'a sevk olunarak, on yıl kadar esir tutulmuş, daha sonra Hac'ca gitme arzusuna mümanaat edilmemiş ve oğlu-nunun refakatinde ve oğlunun geri gelmesi şartıyla Çar iste­nen bu izini vermiştir. 1288/1871 'de Medine'de vefatı vuku-bulmuştur Oğlu Mehmed Paşa adlı zât Osmanlı feriklerin-dendir. Demektedir bunu da Şemseddin Sami (Fraşerl)'nln Kamus'ül âlamından istinbat etmiştir."

 

 

 

Kafkas - Rüs Savaşlarının Târihi Bir Analizi

 

 

Biz bu çalışmamızı yapmaktayken, Alsancağımiz altında bir millet olmak ve bunun bir islâm milleti şuurunda olama-nin bahtiyarlığı içinde, dünyanın neresinde olursa olsun bir müslümanın ayağına batan dikenden müzdarib olmamız ge­reken insanlar olarak yaşamaktayken,asırlarca Kafkasya'da insanlık suçu işleyen, bir soykırım, ve jenosid uyguluyan in­sanlık ve islâm düşmanı moskof'un umumiyetle karşısında bulduğu mukavemet teşkilâtını mü'minler teşkil etmiştir. Yu­karıdaki satırlarda, Arnavut asıllı Şemseddin Sami Fraşe-ri'nin değerli eseri Kamûs-ül âlâmdan istinbat edilen Şeyh Şâmil (r.a) Hz.Ieriyle alakalı temasın altına, Kafkas Vakfı ta­rafından çıkarılmakta olan Bülten'in 2002 sene ve 12.sayı­sında 21,sahifesinde intişar eden Dr.Sedat Özden Beyefendi­nin ara başlıktaki ifadeyi aynen koruyarak, yazıyı istinsah ederek, sayfalarımızın değerini yükseltelim dedik. Pek has­sas bir İncelemeyi ve mühim bilgiyi kaydederken, Kafkasya mücahidlerinin başda Hazreti İmâm-ı Şâmil olduğu halde merhumlara rahmet, yaşayanlara istiklâliyet niyazım Mevlâ-yı Mütealdendir.

 

«Cerkesler ve diğer Kafkas halkları bugün dünyanın bir k ülkesinde dağınık bir şekilde, milli ve târihi değerleri, dilleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bir yaşam sürdür­mektedirler. Kafkasya gibi dünya medeniyetlerinin çarpıştı-" çatış tığı ve karıştığı bir noktada târih sahnesine çıkan Cerkesler, bir anlamda kendi iradelerinin ve isteklerinin dı­şında bu güç savaşının içine çekilmişlerdir. Özellikle 15.asırdan sonra, bölgenin en büyük güçleri olan Osmanlı İmparatorluğu, Kırım, Rusya ve İran arasındaki mücadele Kafkas Târihimde büyük ölçüde etkilemiştir. Daha sonra bu güç dengelerinin içine, Polonya, İngiltere ve Fransa girmiş­tir.

 

İngiltere'nin ve Fransa'nın Asya, Amerika ve Özellikle Af-rika'daki emperyalist politikaları genellikle İngilizlerin ifade ettiği üç C üzerinde kurulmuştur: Com merce, Chiristanity and Civilisation(l) (Ticaret, Hristiyanhk ve Medeniyet). Em­peryalist ülkeler, geri kalmış halkların bütün doğal kaynak­larına el koyarak, ticari yönden tamamen dışa bağımlı bir hâle getirirken Hristiyanhk misyonerleri de onların yolunu izlemiş, hatta daha önden gitmiştir ve Kongo, Hristiyanlığın Özellikle emperyalist amaçlar için kullanıldığının en göze çarpan bir Örneğini teşkil etmiştir.

 

Emperyalistler gittikleri her ülkede kültürel üstünlüklerini de kabul ettirmişler ve oralara kendi medeniyetlerini götür­müşlerdir.^) Bu yüzden Rusya'nın Kafkasya'yı işgal etme politikası, Avrupa'nın bu sosyopolitik ve ekonomik yapısı 'Cinde değerlendirilmelidir. Kafkas Târihinin, gerçek bir ana­lizinin yapılması ve Çerkeslerin neredeyse toplumsal bir in­tihar derecesine ulaşan bu direnişlerinin sebebinin bilimsel olarak araştırılıp, anlaşılması gerekmektedir. Tarihsel gelişi-m" itibarıyla Kafkasya-Rus ilişkilerini, Kabardey-Kırım ilişki-

 

ri bağlamında ele almak daha isabetli olacaktır.

 

 

 

Kabardey-Rüs-Kırım İlişkilerinde İlk Safha

 

 

Tatarların isteklerinden ve baskılarından bunalan Besle-neyler 1552 yılında Prens Mashuk-Prens Esbuzluk ve Prens Tanashuku'u Tatarlara karşı Ruslardan Yardım talep etme­leri için Moskova'ya gönderdiler. Bu kişilerle birlikte Rus el­çisi Schhepetev 1553'de Besleney'e geldi. Yaptığı incele­meler sonunda Besleneylerin samimi olduğuna kanaa.t ge­tirdi. Besleneyler, Prens Sibok ve bazı Jane Prenslerini yeni­den elçi olarak Rusya'ya yolladılar. Rus Çarı, Osmanlılara karşı yardım isteğini red etti, fakat Tatarlara karşı yardım etmeyi kabullendi.(3)

 

1557 yılında Kabardeyler, Prens Kanklıç Kanıko'nun baş­kanlığında bir elçilik heyetini Rusya'ya gönderdiler ve Prens Temriko adına yardım istediler. Bu ilişkiler hızla gelişti ve Çar Korkunç İvan, Temriko'nun kızı Goşana (Maryana) ile 1561'de evlendi. Temriko'nun isteği üzerine Sunja kıyıların­da bir kale inşa ederek içine asker ve top yerleştirdi. Bu ha­reket Osmanlılar ile Kırım'ın tepkisini çekti. Kalenin yıkıl­masını istediler. Ardından Kırım Hân'ı devlet Giray oğullarıy la birlikte 1567 yılında Kabardey'e saldırdı. Yenilen Kabar­deyler büyük kayıp verdiler. Ruslar bu kez kaleyi yıkarak çe­kildiler. (4)

 

Astrahan Seferinin başarısız olmasından sonra Tatarlar, Han'ın oğlu Adil Giray komutasında 1570 yılında tekrar Çerkesya'ya saldırdı. Temriko oğulları ile birlikte yardma geldi ama Afıps kıyılarındaki savaşta (Temmuz ayında) Temriko yaralandı çok geçmeden Öldü. Aynı yılın Ağustos ayında Han'ın oğulları, Muham med Giray ile Adil Giray Ka­bardey'e saldırdı. Tatarlar çok miktarda ganimet ve esir topladı.(5) 1571 yılında ise Devlet Giray Moskova'yı kuşa­tarak şehri ateşe verdi.

 

1589 yılında Kambulat'ın ölmesinden sonra Rus Çan Tomriko'nun büyük oğlu Mamsırko'yu Kabardey'e büyük prens (Pşı Yeliy) tâyin etti ve bunun için bir berat verdi. Fa­kat bu hareket temayüllere aykırı idi. 1600 yılında son de­rece başarılı bir politikacı olarak ortaya çıkan(6) Mamsırıko ve kardeşi Dumamko, Pşı Kaziy tarafından Öldürüldüler. Ruslar bu tâyini yaptığı zaman iki kardeşin elinde sadece 250'şer nüfuslu 11 köy kalmışken, Kaziy'in 50 köyü ile 1000 Work atlısı, Talosten'in 40 köyü ile 700 Work atlısı vardı. Güç dengelerinin bu kadar değişmesine rağmen Rus­ların bu tavırları, sadece Kabardey Prensleri arasındaki ihti­lafı arttırmaya yönelik olabilirdi.

 

Bu sıralar Küçük Kabardey'in en güçlü Prensi olan ve Daryal geçidini elinde tutan Şoloh, Kırım han'ı ve Tarku Şamhali ile dosttu. 1560-80 yıllarında Kabardey'in en güçlü isimlerinden biriside Ketiko Pşi Abşoka idî. Topraklan Şe-cem ırmağı ile Kuban arasına kadar uzanıyor ve Beştav böl­gesini de İçeriyordu.Bu bölgeler ve Küçük Kabardey (Taios-teney ve Cılahsteney) Temriko'dan ba- ğimsızdı. Pşı'nin kızı Küçük Noğay ülusu'nun Hanı ürak Kazi ile evliydi. Bu ulus'u Kuban'ın sağ kıyısına yerleştiren de Apşokay'dı. Temrîko, Rus Çar'ından asker alarak Apşoka ile savaştı.(7)

 

1569 yılında Kaziy Kırımlılara karşı savaşmadı. Kaziy, Türk ve Kırım taraftarıydı. Küçük Kabardey'in Prensi Şoloh ise İran'ı tutuyordu. îdarlar Rus yanlısıydı.1615 yılında Şo­loh' un ayaklandırdığı Noğaylar Kabardey'e baskın yaptı ve Kazi öldürüldü. 1616 yılında Kırım Han'ı Canibek Giray, Bü­yük Kabardey Pşı'larıyla birlikte Küçük Kabardey'e baskın yaptı. 1670 yılına kadar Kaziy'in oğulları Alıcıko ile Hatıkşo-ka Büyük Kabardey'de hüküm sürdüler.(8)

 

1703 yılında Kaplan Giray, Beştav Kaberdaylarına saldır­dı ve 3000 genç esir tâleb etti. Bu baskılara dayanamıyan Kabardeyler, Hatıkşoka'nın oğlu Kurğoko'nun liderliğinde bir gece baskınıyla Tatar ordusunu imha etti. 1707 yılında Tatarlar tekrar ülkeye girdi, ünlü Kanjal savaşında Tatar or­dusu yine bir gece baskını ile imha edildi. Han kaçarak ca­nını kurtardi.(9)

 

1720 yılında Saadet Giray, Kabardeye geldiğinde Hâtık-şokalar ve Misostlar, Mısost İslam ile birlikte Tatarlara ka­tıldılar. Kaşkatav gurubu Aslanbec liderliğinde, Tatarların ültimatomunu ret etti. Böylece Kabardey Pşı'ları Baksan (Hhatıkşoka ve Mısost) KaşkatayKetıko ile Beçmirza) gu­rupları olmak üzere ikiye ayrıldılar. 1722 yılında Pşı Ketıko Aslanbeç, Kurğoko Muhammed (Bemtt)'e karşı l.Pet-ro'dan yardım istedi. İslâm'ın kızı, Saadet Giray'ın oğlu Sa­lih Giray ile evlendi. Salih ordusuyla Kabardey'e geldi ve Baksan grubuyla birlikte 1723 yılında Kaştakav grubuna saldırdı.(lO)

 

1729 yılında Kabardey'e saldıran Han oğulları olarak Bahtı Giray ile Şahbaz Giray, Baksan Giray tarafından öl­dürüldü. Saldırıyı Aslanbeç örgütledi(l 1)

 

1731 yılında Arslan Giray ile yine Kabardey'e geldi. Asıl amacı akrabası olan Aslanbeç'in

 

Büyük Pşı olmasını sağlamaktı. Ketıko Kanamet bu olay­lar yüzünden çıkan tartışmada öldürüldü. 1737 yılında Ha-tikşoka Kasey bu olaydan dolayı suçlanarak ülke dışına çı­karıldı. Nihai anlaşma ancak 1757 yılında yapıldı.(12)

 

1736 yılında imzalanan Belgrad anlaşmasıyla Kabar-dey'in bağımsız bir ülke olduğu Rusya tarafından te'yit

 

olundu. Bu zamana kadar Rusya ve Osmanlı Devleti Kabar-Hey üzerinde hak ettiklerinden antlaşmaya bu konu da dâhil edildi- Antlaşmanın 5.maddesine göre ".Her iki tarafda Bü­yük ve Küçük Kabardey'in bağımsızlığını kabul etti.(13)

 

Küçük Kabardey Pşılarından Kanşoko Kurğoko 1751 yı­lında Moskova'ya gitti ve 1759 yılında Hristiyan oldu. Rus­lar kendisine 500 ruble yıllık maaş bağladılar, albay rütbesi verdiler ve 800 kadar adamıyla birlikte Mezdog bölgesine yerleştirdiler. 1763 yılının, 12 Aralık günü Baksan ve Kaş­katav Pşılarının büyük bir toplantısı oldu. Prenslerin yanı sı­ra wor klerle birlikte 300 kişinin katıldığı bu toplantıda bu olayı ret ettiler. Bemet (Muhammed) Mısost bu toprakların Kabardey'e ait olduğunun l.Petro tarafından teyit edildiğini soyledi.(15)

 

1767'de Kabardeyler Ruslara karşı Kırımlılarla ittifak yapmaya karar verdiler. Bu sırada han olan Arslan Giray, Ketıko Asianbeç'in damadıydı. Ruslardan, Mezdog kalesini yıkmalarını ve Astrahana çekilmelerini taleb ettiler.(16)

 

1769  yılında Kuma nehri kıyılarındaki ormana çekilen 200 kişilik Kabardey liderleri General De Medem tarafından dağıtıldı. (17)

 

1770  yılında Çariçe 2.Katerina'nın yanına giden Kabar­deyler, Mezdog Kalesinin yıkılma sini tekrar istediler. Ruslar bunu reddetti. (Bemet Mısost, Aslanbeç Hamirza, Hatıkşo-ka Ka sey..)(18)  

 

                  *

 

Rusların Kabardeyi İşgal Safhası

 

 

 Çıkan Osmanh-Rus savaşında Kabardeyler, Osmanlı ta­rafını tuttular. Mezdog'u kurtarma girişimleri sonuçsuz kal­dı. 1774 Küçük Kaynarca antlaşmasının 21.maddesi ile Kabardey'ler kendilerine sorulmadan, Ruslara bağlandılar. Buna karşılık üç maddeyle Rusya, Kuban ırmağını sınır ola­rak kabul etmiş ve Kuban ile Karadeniz arasında yaşayan Tatarlar üzerinde hiç bir hak iddia etmemiştir. Adı geçen bu yerler Çerkesya'dır ve Çerkesya bağımsız  bir ülkedir.(19)

 

1777 yılında Ruslar, Azak-Mezdog Hattını kurmaya baş­ladılar. Kaberdey'lerde buna karşı harekete geçerek kalelere baskınlarda bulunmaya başladılar.(20)

 

Mezibl Zawe - Gawır Zavej 1779 yılında 15.000 kişilik bir Kabardey süvari ordusu (piyadeler hariç), Mezdog Hattını yarmak için harekete geçti. Silahlar tüfek, tabanca, zırh gömlek, tolga, ok-yay, mızrak, kılıç, kama ve kalkan idi. Kabardeyler'in arasında Kemirgueyler, Besleneyler, Bjeduğ-lar ve başkaları da vardı. Liderleri Kurğoko Bemet oğlu Mı-sostıpş idi. Cİç orduya Bernet Mısost, Ketiko Aslan beç oğ­lu Hamırza ve Mısost İslam Kanmırza komuta ediyordu. Hamirza ve oğlu İsmel öldürüldü.Bunların üzerine General Yakobi gönderildi. Kabardeyler çok büyük bir yenilgiye uğ-radılar(29 Eylül 1779-Ketiko T'oaş'e)

 

Savaşa katılmayanların başlarına korkaklık işareti olarak ıslak kara keçe geçirilecekti. Savaş tazminatı olarak 20.000 ruble, 2150 at, 4759 büyük baş hayvan, 4539 kü­çük baş hayvan ödenecekti. Balk ve Terek ırmakları Rusya ile Büyük ve Küçük Kabardey'in sınırları olarak kabul edildi. 1782 yılında, Rusların kurdukları Prohladne (1775) Georgi-yevsk (1777), Pavlovsk (1778), Soldatsk (1779) Marinski /1 780) Alexandrovska (1780) ve diğer kalelerin yıkılmala-talep ettiler. 1804 yılında Hatıkşoka Adil Giray ve Abuk Haii liderliğinde 11.000 kişi ayaklandı. 80 Adıge köyü yakı-rak hareket bastırıldı. Gerilim devam etti.(21) 14/Ni-san/l81° târihinde Bulgakov saldırıya 200 köy yaktı, halkı öldürdü, soydu ve bir kısmı da esir olarak götürdü. ".6150 büyük baş hayvan, 515 at, 44015 koyun, 126 camız, 5895 bal kovanı, 445 kılıç, 180 tüfek, 52 zırh, 2900 gümüş pa­ra   5800 ruble değerinde mal, 1420 araba yükü darı..1' yağ­maya bir örnektir.(22)

 

1816 yılında General Yermolov, daha Önce kurulan kale­ler zincirini geçerek, Kabardey'in içine girmeye ve iç bölge­de ikinci bir kaleler zinciri kurmaya karar verdi. Böylece Ka­bardey'ler ovalık kısımları bırakarak dağlara sığınmaya zor­lanacaklardı. Ekim ayında Rus birlikleri harekete geçti. Köyleri yakmaya, hayvanları götürmeye ve ovalık kısımlar­daki bütün Kaberdeyler ovalık kısımları bırakarak dağlara sığınmaya zorlanacaklardı.

 

Ekim ayında Rus bir likleri harekete geçti Köyleri yakma­ya, hayvanları götürmeye ve ovalık kısımlardaki bütün Ka-bardeyleri toplamaya başladılar. Ele geçen kadın ve çocuk­ları Rus savaş esirleri ile değiştirdiler ve kalanlarını da Ka­zaklara dağıttılar. Kışı dağ başlarında geçirmeye mahkûm edilen Kabardeyler için artık yapılacak hiç bir şey kalma­mıştı.(24)

 

1822 yılının Mart ayında,dağlardan inen gruplar Baksan nehri kıyılarında 945 evden oluşan 14 Köy hâlinde yerleşti­ler ve örme saz evlerde yaşamaya başladılar. Bu köylerden bazıları tekrar saldırıya uğrayarak imha edildi. Dağlarda Ka­bardeyler, artık geri dönmeyerek, Kumuklara, Çeçenler ve l\uban Çerkeslerîne sığındılar. Böylece Yermolov Büyük Kabardey'i, Kabardeyler'den arındırdı. Daha önceden büyük bir veba salgını olduğundan ülke neredeyse tamamen boşaldı. Mayıs 1822 de Rus odaları Baksan vadisinde toplandı.

 

Ağustos'da kalele rin kurulmasına başlandı. Ülkenin en iç bölgelerinde, Baksan, Şecem, Nalçik, ürvan, Şerec, Ar-gudan kaleleri kuruldu. 1779 yılındaki durum ile kıyaslandı­ğında artık Kabardey yok olmuş sayılırdı, ülkede kurulan bu kaleler tekrar, 1822 ve 1825 yıllarında yeni ayaklanmalara sebeb oldu.   1834 târihinde ülkedeki Kabardey sayısı 35.000 kişiye inmişti. 1822 yılından sonra Kabardey'deki Pşı Yeliy payesi de târihe karıştı.(25) Kuşuk'un oğlu Jarn-bolet, Ruslara karşı savaşan Kabardeylerin safında yer al­mıştı. Nalçik'de general Velyaminov, bizzaî Kuşuk'tan kendi oğlunu getirmesini talep etti. 25/Ekim/1825 târihinde Jambolet Ruslar tarafından öldü rüldü.(26)

 

 

 

Ruslar'ın Batı Çerkesya'yı İşgal Hareketlerinin Başlaması

 

 

1829 yılında imzalanan Edirne Antlaşması ile Rusya, Ku­zeybatı Kafkasya üzerindeki hâkimiyetini sağlamlaştırma çabalan sırasında Türkiye'nin müdehaleierinden kurtulmuş oluyordu. Edirne Antlaşması Rusya'ya Avrupa'dan St.Nic-holas Kalesine kadar olan Kara deniz kıyısını,veya bu günkü Novorossisk'den hemen hemen Batum'a kadar uzanan top­rakları vermişti. Rusya Antlaşma şartlarını, kendisine iç kı­sımlarda kalan kabileler üzerinde de egemen lik hakkını ver­diği şeklinde yorumladı. Bu târihden elli yıl kadar önce Ku-ban Nehrinde duran Rusların batı Kafkasya'daki ilerlemesi yeniden başladı.(28)

 

Rusya, Çerkesya'da hâkimiyetini kurarken dış ülkelerden gelecek herhangi bir tehlikeyi beklemiyor gibiydi.(29) Gerktende Rusya ilk başlarda, Anapa'nın ele geçirilerek Os-nlılarla Çerkesler arasındaki bağın kesilmesinden sonra rkesler arasındaki dini ve politik   karışıklıkların sona ere­ceğini düşünmüştü. Dağlıların yavaş yavaş Rusya ile ticaret yapmaya alışacaklarına inanılıyordu.(30)

 

Bu yüzden Kafkasya'daki Rus kuvvetleri, 1829 ile 1833 villan arasında, o sırada çok daha şiddetli şekilde devam eden Doğu Kafkasya'daki Dağlı ki yımına karşı kullanıldı. Batı'da Anapa yeniden inşa edildi ve içine iki tabur asker aarnizon olarak yerleştirildi. Batum yakınlarındaki Poti'de işgal edildi. 1830 yılında Anapa'nın biraz kuzeyindeki Gelin­cik Koyu'nda yeni bir kale kuruldu. İki tabur asker de bura­ya yerleştirildi. Kıyı boyunca ikiyüz mil kadar aşağıda Gagra Kalesi yapıldı. Aynı yıllar sırasında Kuban Nehri boyunca uzanan hatlar daha da kuvvetlendirildi. Çok geçmeden Rus­lar, sadece Anapa 'ya sahip olmanın bekledikleri sonuçlan vermediğini fark ettiler. Dağlılar hâla gizlice Osmanlılarla köle ticaretini sürdürüyorlardı.(31) Nihayet 1831 yılında Abhazya ve Çerkesya kıyılarına girişler Ruslar tarafından kı­sıtlandı. Bu hareketin ana amacı Osmanlı gemilerini dur­durmaktı.

 

1833 yılında, Kuban hattı'nda bulunan General Zass, Ku-ban'ı geçerek Laba Irmağı boyunca Çerkeslere karşıbir çok cezalandırma seferleri yapmıştı. Genellikle kış'n ortasında ve gece vakti hızla baskın veren Zass, bazen Çerkeş köyleri Şaşırtarak kuşatmayı başarıyor ve sonra da köyü ateşe ve-r'yordu. Bu tür taktiklerle sadece bir kaç köyün teröre bo­zmasına karşın, Çerkeslerin Ruslara olan düşmanlığı ve onların Rus hatlarına yaptıkları akınlar hızla arttı.

 

ndilerini Adıge olarak tanımlıyan Çerkesler içinde Rus yayılmacılığına karşı direnen en önemli kabileler, Natuhaçlar, Şapsığlar, 1832'Ii yılardan itibaren bir araya gelerek or­tak savunma stratejileri belirlemeye başlamışlardı. Çerkes-lerin ulusal birliğini sağlamaya yönelik toplantıların başla­masına ilişkin târihler değişirken, Baron Rozen'in 1833 yı­lında gönderdiği raporlardan açık bir şekilde görüldüğü gibi, verilen o târihden çok önceleride Çerkesler bir araya gele­rek karşılıklı fikir mütalaaları yürütüyorlardı. "Aktİ,...Ro-zen'den Çernişev'e, 16/ Ekim/1833..." General Emmanu-el'in hattın bazı yerlerini ticarete açmasına rağmen Natu-haçlar, Şapsığlar ve Abzehler bizimle ticaret yapmamaya yemin etmiş bulunuyorlar. Büyük bir ihtimalle, yeminlerini tutmalarının sebebi, tuzu Türklerden almalarıdır. Onlarla dostane ilişkiler kurmak imkânsız bir şeydir.. Bu ırkı yok et­mek zorundayız."

 

İşte muhterem okurlarımız Kafkasya insanımızın yaklaşık iki asır önce yazılan bir raporun münde racatmdaki son cümleden, bölge insanları vede bilhassa müslümanlara tat­bik edilecek tedbiri açıkla ması yeterlidir sanırız.

 

 

 

Tanzimat Üzerinde Tetebbu

 

 

Tanzimata giden yolda en önemii olay, yeniçeriliğin ilga edilmesidir. Türkiye Tarihi ile ün yapmış olan sayın Yılmaz öztuna"Devletler ve Hanedanlar'Msimli pek müfid çalışması­nın 2. cildinde 980. sahifesinden984. sahifesine kadar sırala­dığı yeniçeri ağalığı sıralaması ve izahını kısaca şöyle hülasa edebi!iriz:Yeniçeriliği 1. Murad<Hüdavendigâr) 1 363 de tesis etmiştir. Ancak 1363den, 1451 senesine kadar yeniçeriağah-ğı yapanların, adları tesbit olunamamış. 1451 yılında ise, Osmanlı tahtına çıkan 2. Mehmed yeniçerinin cülus bahşiş1 münasebetiyle çıkardığı mızıkçılığa pek kızmış ve yeniçeri ağalığı makamını ilgaya karar almış ve bunu uygulamış,

 

Sultan abdülmecid hânların yerine yeniçeriye Sekbanbaşılar nezaret etmiştir.

 

sonra Fâtih'in torunu Yavuz Sultan Selim 1515'de yeni­ri ağal'ğ1 makamını ihya etmiş böylece yeniçeriağası ola-

 

. acj, ilk bilinen kişi, 1515 ile 1516 arasında görev alan F had /\ğa'dir. 283. yeniçeri ağası ise Mehmed Celâleddin Aâa olup <vefatı 1863> 9/nisan/1825'de geldiği görevden i 5/haziran/1826da Vakai Hayriyye adı verilen yeniçeriocağı-nın kaldırılmış olması hasebiyle ayrılmış oldu. Bundan sonra Yeniçeriağalığı yerine Serasker'lik unvan ve makamı te'sis olundu. Bakanlar kurulunun, sadrazam ve şeyhülislamdan sonraki 3. adamı olarak vazife deruhde etmiş oldu. İlk Seras­ker ise, 15/haziran/1826?da vazifeye başhyan Rusçuklu Hü­seyin Paşadır. Osmanlı devleti; kuruluşundan itibaren dayan­mış olduğu ahkâmı islâmiye gereğince, her aianda "iki gü­nünü eşit geçiren ziyandadır" yüce beyanının anlayışına bağlı olarak hüküm sürmeye gayret göstermiştir.

 

Bu bakımdan dâima bir atılım, bir keşif, mükemmeli ya­kalama arayışını ihmâi etmemiştir. Osman Gâzi'ye şer'i hü­kümleri hatırlatan Dursun Fakı hiç bir zaman yaptığı hatırlat­manın, padişah tarafından "şimdi zamanımı?" gibi ters ce­vaplarına muhatap olmamıştır. Çünkü inanç sistemi içinde yer alan çözümlerden biri de, yine Hz. Rasûiullah (s.a.v.)in

 

Ümmetimin âlimleri benim vârislerimdir" yüce beyanının gereği olarak Dursun Fakı'nın hatırlatmalarını bu anlayış da­hilinde kabullenmesinden kaynaklanmıştır. Orhan Gazi Hz. irinin, yeniçeri askerlik usûlünü ihdas etmesini hatırlatan tavsiyeyi yerine getirmesinde, yukarıda yaptığımız hatırlat­maya dönük inancı aramak gerekir. Zaten bir aşiretten bir civan devleti çıkarma esprisi, çeşitli hususlarda ileriye dönük atvelerle yürüyen ve dünyaya parmak ısırtan civanmertliği- etmeyi beceren, Rumeli'ne geçişi Vesilet'ün Mecât

 

1

 

müellifi "Velayet gösterüb halka suya seccade salmışsın. Bekasın Rumeli'nin desti takva ile almışsın." takdir dolu beytini inşa ederken muntazam gayretlerin nice muvaffaki­yetler getireceğini ifade etmiş oluyor. Söğüt yaylasından, Ko-sova sahrasına Hüdavendigârın inişi, zaferi elde edişi, şeha-detin kapısından girişi, doksan yıla sığmasında herşeyi bir nizam ve intizamla yapma ihtimamında yatar.

 

Doğuş sancısından olgun bir devlete geçiş zaman olarak uzun sürmezken, yıldırım orduları bozan gerçek Yıldırım Ba-yazıd Sultanın;dİş geçmez zannettiği kibrinde yakalandığı tu­zak, kurtlar sürüsü akuru Timurlenk oldu. Ankara'nın Çubuk ovasında ışınlan yiğid, kan kusarak ölürken, Devleti Âlî Os­man; yeni bir tanzimci arayışını onüç yıl sürdürdü. Çelebi Sultan fetret'i bitirip çaktı düzeni, kurmaya başladı yeniden, güzel devleti. Herşey tanzim olundu bir daha hemen gün gel­di devroldu nizâmı sânii Murad'ın takva eline, bir Kosova da­ha bir Varna, sıyrıldı Bizans feth olunmaktan bu arada! Çün­kü müjdei Nebevi;Muhammed Fâtih'e râci bu işte ise Ak-şeyh baş tâcî. Alınınca İstanbul, gerçekleşti devleti cihan, böylece lâzım geldi bir sürü nizâm. Parladı Osmanlı'nın yıldı­zı, aslında yükselen islâmin sesiydi. Tek gür sadâ mehterin nağmelerinden yayılan Gülbank idi. Bundaki nizam ve inti­zam parmak ısırtıcı idi. Bayezidi sâniden, geldik Yavuz Se-lim'e hep bir tanzim içinde yürüdük acemin üzerine, hakkını verdik onun, sıra düştü Mısır'a çölü geçmeyi bilen yiğit, koca bir Yavuz idi. Hilafet, Mısırdaysa da, Hazreti Resûlullah(s. a-v)rica!iyle gönderdi müjdeyi İstanbul'a. Dolaysıyla artık Os­manlıdaydı hilafet, tanzim olundu yeniden millet. Arkasından Kanuni kırkaltıyıl hüküm sürdü hem halife hem de padişah sifatiyle kanunlarda yaptığı tanzimlerle lakabı oldu Süley­man'ın, Kanuni. Denizlerde yürüdü Osmanlının satveti vede nusreti, failiydi bunların Barbaros Hayreddini. Denizciliğinde nizâmı atıldı o yenilmez armada da. Kanuni girdi toprağa ah yaktın benÜSüleyman dedirterek Ebu's Suud'a.

 

Yüklendi bârı Selimi sâni, işi yürütmedeydi sadrazamı ta-vili Bir sistemdi görünen ortada, tepeden tırnağa nizam. Se­limi sâni hamam derken, yürüdü Hakk'a. Teslim etti oğlu Muradı sâlise koca devleti. O ve Koca vezir Sokollu zirveye koydu milleti. Bunun da vardı hikmeti adı nizamlı gitmekti. SokoIIuyu hacamata kaptıran devlet, farkında değildi amma, başında koptu kıyamet. Koca vezir gitti, kıymet bilen padi­şah çekildi. Bir düğünde yeniçeri nizâmı bozuldu, hakk'ı söy­leyen ağayeniçeri koğuldu, fermanı kabul eden makamlara boğuldu. Böylece olan yeniçeri'ye ve devletü dine oldu. Bu­nun da bir nizamı vardı, neticesi kötü olsa da!

 

Yukarıdan beri ortaya koymaya çalıştığımız, Osmanlı dev­letini bir intizam içinde, bir nizâm dahilinde yükselme döne­minin sonuna kadar anahatlarıyla anlatmaya çalışmak ve görülürki, bozmak değil yapmak üzere bulunan çareler, ba­şarıya yol açmaktaymış. Bu dönemden sonra Osmanlı dev­leti kurtarıcı hükümdarların çıkmasını bekledi. Zaman zaman da beklediklerine kavuştular. Ancak şaşaalı günlerin başarısı yerine hedmi, yâni yıkılışı yavaşlatan, izmihlali geciktiren fe­nomen olarak kaldı. Merkezi savunmada hududu genişleten zaferler, yerini sıkıntı veren mağlubiyetlere, kale, palanga ve serhad kaybetmeye yolaçmış sulh antlaşmalarına uğruya uğruya parlayıp sönen İslahat teşebbüsleri görüldü. Fakat bunların içinde en ciddi fakat en feci netice verenin 2. Os­man unvanı diğeriyle, Genç Osman dönemi oldu. Avrupanın doğusu, İstanbul'un batısı olan Lehistan topraklarındaki Ho-tm i ordusunun başında korumaya giden 18 yaşındaki genç idealist, ordusunun askeriyle ters düştü. Çünkü bir sahtekâr­lık vardı ortada.

 

Şöyleki; defterdeki yeniçeri ulufe sayısı ile ordudaki yeni­çeri askeri sayısı arasındaki azim fark, sayım yapıldığında epeyi eksik çıktı. Bu miktarın 30 bini bulduğu rivayetler ara­sındadır. Tedbirleri alınma yoluna gidildi. Devletin tavizkâr tecrübelileri teenni tavsiye ettiiersede, fıkır fıkır kaynayan ye­ni ve genç padişah ağzını tutamamış, kafasındaki düşüncele­rini bir, bir ulu orta saçmıştı meydana.

 

Sağsalim İstanbul'a gelen Genç Osman Hotin seferinde her yönüyle beğendiği Mısır askerini örnek alıp, onlar gibi yepyeni, muntazam kıyafetli ve itaatkâr bir ordu meydana getirmek için Hac'ca gitmek arzusunu kılıf yaptı. Taa Ebu's Suud tarafından verildiği ileri sürülen fetvaya göre, Osmanlı padişahları hac'ca gitmek hususunda görevlerini bırakıp git­mektense, gitmemeleri daha efdaldir anlayışı bütün selefleri­nin uyguladığı davranış olduğundan buna uyması söylendi. Ancak bir müddet inattan sonra vaz geçti. Arkasından kopan isyan Genç Osman'ı taht'tan etmekle kalmadı amucası 1. Mustafa istemediği tahta çıkarılırken, 500 tane siyasete ka­rışmış yeniçeri, Yedikuie zindanında aynı zamanda halifesi olan padişahı boğuyordu. Buna karşılık eli silah tutar ve beli kılıçlı yüzbinler, üzgün bir nazarla asi beş yüz kişinin halt et­mesini maalesef seyrettiler.

 

Bu davranış belkide, meşhur Fransız felsefeci Alfred Fuy-ye'ye "..Şarkta insanlar faziletinyoksunudurlar" sözünü söyletmiş olabilir. Halbuki Fuyye, bu sözü söylerken şark in­sanına en büyük hakareti yapmış oluyor. Çünkü Şark genel­likle müslüman toplumların hayat sürdüğü arazidir. İslâmda ise; "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır." Hadisi Ne­bevisi bütün ferdlerin haksızlık yapan karşısında hakkı hay-kırarak zulme âlet olmamasını emretmiştir. Ancak bazende şarkın insanları, bu emri, tavsiye imiş gibi telâkki etmiş olalarmdan olacak ses çıkarmazlar, zulümde böylece icra

 

H'lir   Genç Osman'ın katli; İstanbul ahalisinin nice paşa ve hpvlerinin gözleri önünde gerçekleşirken suskunlar şeytana askerdi demek!

 

Genç Osman değişim istemede ülkenin en önemli gücü olan orduyu tanzime hatta değiştirmeye kalkarken, ahalinin sımsıkı bağlı olduğu şeriat'ın izin verdiği taaddüdü zevcat meselesinde tek evliliği benimseyip, şeyhülislâm Es'ad efen­dinin kızıyla izdivaç ettiği gibi bunu yaygınlaştırma tarafına da el atmıştı. Büyük teşebbüsün yanında yapılmaması gere­ken, küçük ve yanlış bir teşebbüstü.

 

 

 

Osmanlıda Islahat Devri

 

 

1. Abdülhâmid Cennetmekânın ardından Osmanlı tahtına oturan 3. Mustafa'nın büyükoğlu 3. Selim, şehzadeliğinde pekgüzel öğretim görmüş, bilgili, güzel sanatlara eğilimli, musiki âleminde makam icad edecek kadar maharet sahibi bir zattı. Nitekim; Sûzidilâra makamının mucidi olduğu yay­gın rivayettendir. İslahat devri diye okul kitaplarında müşa­hede olunan resmi öğreti bu zâtın dönemine verilen isimdir. Yoksa 3. Selim'den önce bir çok padişah ve devlet adamı yazmış bulundukları lâyihalar ile terakki hatvelerinin mutlaka atılmasını tavsiye etmiş hâttâ teşebbüse dahi geçenler ol­muştur. Ne var ki;kısır kalmaktan öteye gidemeyen bu istek­ler, en ciddi teşebbüsü 3. Selim döneminde yapılan deneme-'erle görmüştür.Bir ülkenin en önemli meselesi adalet meselesidir. Adaleti temin ise ekonomik hayat ile sıkı sıkıya irtibatlıdır. Bütün unların üstünde de, ülkenin dış düşman ve iç bozguncuların tasaflutundan korunmak ve asayişi berkemâl kılmak ordu ile

 

güvenlik güçlerinin üzerine düşmektedir. Ekonomide o devrin önemli gelirini teşkil eden zirai işler, hayvancılık ve de ti­caretin dostu ise istikrarlı yaşayışla beraber adil bir vergi sis­temiydi. Bütün bunları bilen 3. Selim; yapılacak ilk teşebbüs olarak ordunun canlandırılması prensibini tatbika koydu. Biz 3. Selim'in bu tercihine geçmeden önce, bu tercihi yapma­daki sâike dâir" Ahmed Rasim bey'in tarafımızdan Osmanlı-cadan sadeleştirdiğimiz, ve meşhur târihine ilâve ettiğimiz, <İstibdad'dan Milli Hâkimiyete> adlı çalışmasının 2526. sa-hifedeki<1200/1786'da Askeriye'nin Durumunun özeti>nden bir alıntı yapalım:

 

1200/1786 senesine doğru askeri durumumuza bir göz atacak olursak, muntazam ordunun, eski tâbirle kapıkulu ocaklarının birincisini teşkil eden yeniçerilerden, çeşitli mes­lek ve esnaflığa soyunmuş olarak vakit geçiren, hammallik ve manavlık yapmakta olanlarda vardı. Bunlara zamimeten zorbalık yaparak geçinme yolunda olanlarda bulunuyordu. Kimisi evleniyor, bekâr olanları ise, hanlarda oda kiralıyarak yaşayanlarla, kışla ve kolluklarda yatmakta olan beceriksiz­lere kalmıştı. Gerek tâlim gerekse itaati askeriye ve terbiye denilen hususatdan ne bir nâm ne bir nişan kalmıştı. Zaten onların han odalarında geçen hayatlarının pisliği ve rezilliği alışılmış hallerdendi.

 

Sokaklarda kaldırım kabadayılığında ve meyhane kavga­larında önde gelen bu haşerat, savaş alanlarında düşmana bir tek kurşun atmadan firarı tercih ederler. Hâttâ daha da ileri gidip, bazende ordugâhın yağmalanmasında öncülüğe kalkışırlardı. Ulufe adı verilen maaşlarına devlet takat getire­miyordu, ulufe <maaş> alan askerleri üç bölüme ayırabiliriz. Birinci sınıf paşaların, ağalan olan gurup. Bu kimseler küfcük-de kayıtlıysalar da maiyetlerinde bulundukları efendilerinin dâiresi hizmetinde bulunduklarından ne kışlaya nede savaş

 

i  nlarına ayak atmadıkları gibi yine de ulufe alırlardı. Bütün skerler,bu ulufeye <kapıh ulûfesi> adı vermişti.

 

İkinci kısım ise, müftehiran idi ki, övünülen demek olup, 1 150/1737 tarihinden sonra ulufe beratları satışına izin veril­iş olduğundan, hâli vakti yerinde olanların bilhassa bedes­ten tacirlerinin, gelir getirir yeniçeri beratlarını sahiplerinden satın alarak, mevacib adı da verilen maaşlar çıktıkça, hisse­lerini alırlar hâttâ içlerinde bir kaç ulufeyi üzerinde toplayan­larda bulunurdu. Bu sebebden müftehiran ulufesi hizmet kar­şılığı askeri tahsisattan olmayıp adetâ esham <senet> taksi­tini andırıyordu.

 

Üçüncü kısım ise;bilfiil askeri hizmet veren yeniçeri inti-saplıları idi. Kapılılardan ve müftehiran yakınlarını bularak o-cağa kapağı atanlardan vazgeçirilip, fiili hizmette bulunması lâzım gelen yeniçerileri nasıl topluyorduk. Yâni o dönemde askere alma muamelesi ne şekilde idi? Şimdi de işin o tarafı na bir göz atalım. Yeniçeri ihtiyarlan; oğullarını veya evlâdı makamında tuttuğu bir delikanlıyı <ağa çırağı> adı altında ocağın defterine mülazım, yâni namzet mânasında, kaydetti­rirdi. İhtiyarın vefat ettiğinde namzetin yeniçeri olma hakkı doğardı. Böyle kişiler hakkında <valdeş> yâni merhumun çocuğu tâbirini kullanırlardı. Bilâveled yâni çocuksuz yeniçe­ri ihtiyarı bulunmaz gibiydi. Asker almada kullanılan usûller­den biri buydu. İkinci usûl; kale muhafızları için kale yamak­larından ve yerlilerden nefer olarak icabında belli müddetle işbu <Koloğlu> adıyla münasib sayıda asker yazılması adet o|duğundan, bu koloğlu askerleri icab ettiğinde ocaklı defte­rine kaydolunurlardı, üçüncüsü ise;tahsisi bedergâh usûlüy­dü.

 

voyleki: Taşralardaşehir delikanlıları askerlik imtiyazından ade edip gezip tozmakta, serbest olmak için, ücretsiz yâni maaş almaksızın yeniçeri yazılıp, mensup oldukları orta­nın alâmeti farikası olan işareti kollarına veya bacaklarına döğmecide işletirlerdi. Askerlik mesleğine girdiklerinden do­layı da tafra satarlardı. "Bütün bunların vardığı sonucu özet­lemeye çalışırsak, bozulmuş olan genel ahlâk yapısı içinde yeniçeri ve mesleki askeriye milletin bir numaralı istinatgahı olması hasebiyle ilk düzeltilmesi gereken kurum ve topluluk olduğundan, baştan beri gelmiş ıslahat çalışmalarında öne alınmıştır. Dolaysıyla 3. Selim'in ıslahatına ordudan başla­ması tabii olduğu gibi, devlet ricalinden ülkede yapılması ge­rekenleri bildirmelerini ferman etmesi ve erbabı kalemin ver­miş olduğu lâyihalarda işe buradan başlanması tavsiyesi az­im bir çoğunluğu bulmuştur. Lâyihalarda genellikle ve ortak­lıkla belirtilen hususlardan birini okurlarımıza sunahmıAh-med Râsim bey'in mezkûr çalışmasında, 2529. sh. de "Biz ki; yeniçerileriz Hacı Bektaşi Velii pirimiz, erenler evliyalar dostlanmızdır. Kırılmakla bitmeyiz, birimiz eksilirse binimiz türer yollu ifadelerden sonra filânoğlufalan ortamıza girmeye tâlib oldu. Bizde ocağın hükümleri gereği eline işbu sofa tez­keresini verdik" denmektedir. Yine: "Ellerindeki kâğıd parça­sından başka askerlikle bağlantısı olmayan bu sofalılar, oca­ğın sorumsuzca gayretkeşleri olup, kazan kaldırıldıkta en bü­yük tehlike bunlardan gelir. Ayrıca bunlar, yeniçeriler hak-kında(aleyhinde değil)konuşulanlara kızar vekonuşanlara si­lah çekerlerdi." diye yer alan lâyihalarda bunlara dâir "..İyiyi kötüden ayırmaktan aciz, dini ve askeri vazifelerden habersiz olan bu câhil haytalar, Bektaşi'dirler. Bektâşiyânı levâzimi-den diyerek içkiye alışırlar. Askerlik bahanesi ile başlarını da boş bırakınız, yapacakları azgınlığı kolayca da tahmin edebi­lirsiniz! Seferlere çıkıldığında Orta'ların defterleri isimle dolu olduğu halde, kapılılar, müftehirler, malûl, ihtiyarlar gelme-

 

Eklerinden mevcud askerlerin, yansını bazende üçte birini cak tutturabilirdi. Onbin ocaklı ile yola çıkan bir kuman­dan yoklama yaptığında mevcud olarak, dört veya beş bini tutturabildiği nâdirattandı..." Devlet ricalinden istenen çâre layihalarında parmak basılan, yapılması tavsiye edilenlerin başında ordunun ve bilhassa yeniçeri sisteminin gelmesi ta­biatıyla münevver ve batıyı mektuplaşma yoluda içinde ol­mak üzere çok taraflı incelemeye almış bulunan yeni padişa­hın, sekbanı cedid diğer adıyla nizâmı cedid adı verilen yeni bir asker gurubu teşkil etmesi doğrusu isabetli bir davranış olarak kabul edilmelidir.

 

Ancak; Başlangıcında sergilediği kararlılık, ne onun tabi­atında devam ettirebileceği iktidarda vardı, ne de yeniçerinin bu işi kabullenisi olabilirdi. Nitekimen sonunda nice göz ya­şartıcı ve elem dolu hadiseleri müteakip, ortada ne nizamı cedid kaldı, nede zavallı padişah 3. Selim. Kılıca karşı ney'üe karşı koyarak uzletgâhında şehidler kervanına iltihak ettirildi. 3. Selim 1207/1792'de devlet nizamına dâir layihalar dev-rinibaşlatmıştır. 3. Selim bu ıslahatı seven hâli ile meşveret meclisinde göstermiş olduğu şûra'yı devlet taslağını bir da­ha çizmiş oluyordu ve bu taslağı çizdiren ise, Rusya ve Avus­turya ile yapılan savaşın acı neticeleriydi. Yine Ahmed Cev-ded paşanın tarihinde yetmiş küsur sayfa halinde yer alan bu lâyihalar meselesinde layiha verenlerin devletin nabzını tam olarak tutamadıklarını eserlerinden anlaşılır hükmünü çıkar­mak mümkündür. Yine de bu lâyihalardan düstûr'ülamel yâ­nı riayet olunacak kanun olmak üzere bir özet çıkarılmış ve küçük bir kitabçık hâline getirilmiştir. Rumeli Kazaskeri Ta­tarcık Abdullah Molla lâyihasında "Son derece akıllıca ve tedbire dayalı olarak yeniçeri ağası ve kulkethüdası ile beş orı kadarda ocak ağasını seçmeyi tavsiye etti. Onların aracılığı ile Osmanlı devleti o günden sonra Yeniçeri ocağına Sul­tan Süleyman Kanuni zamanında olduğu gibi itibar ve eski kanuna riayet ederek yeniçeri zümresini diğer zümrelerden üstün tutacaktır, diyerek kendilerini yeni tertib tâlimler husu­suna istekli, nişan atma ilmi harbiyesine ait yazılı kitapları dilimize tercüme edipde öğrenmeleri tarafını ihtar etmiştir. Ne varki; Yeniçeriler için yenilikler yapmak bir ölüme yat­mak gibiydi. İçlerinde yapılmaya çalışılan bütün ıslahatlar az zamanda tavsıyor ve eski bozuk hâline avdet ediyordu. Tan­zim içde olacak işden değildi. Bu bakımdan nizâmı cedid sı­nıfı ayrı ancak yeniçerilerin içinden çıkan gönüllülerinde ol­masıyla tesis edildiği gibi, mâli meselede nizâmı cedid sandı­ğı denilen özel bir hazine konularak gerçekleştirildi.

 

 

 

Bir Başka Kaynaktan

 

 

3. Selim Islahatı Ötüken yayınlarından bir kaç yıl evvel neşir hayatına kazandırılmış ve Ziya Nur Aksun'un titiz bir çalışmasına ve Dr. Mehmed Niyazi Özdemir beyefendinin ih­timamı eklenince pek güzel ve altı ciltlik bir eser kaynağımız. Ancak belkide ülkede Osmanlı tarihi olarak kaleme alınmış eserlerin arasında, Tanzimata ve dönemine en fazla yer ve­ren çalışma. Üstelik islamcı bir anlayışın zaman zaman ken­dini gösteren zaviyesi ayrı bir husus. Tanzimat meselesinde farklı yaklaşımı dikkat çekici. Biz bunu aldık uyuştuğumuz ve buluşamadığımiz hususları beyana ictisar edelim. "..ll/recep/1203-7/nisan/1789 salı günü 3. Selim'in tah­ta çıkışıdır. Yirmisekiz yaşında, 28. padişahdır 3. Selim. Babasının padişahlığında kendini ileri dönük yetiştirmiş ve babasının vefatı kendisi onüç yaşındayken vukubulmuş. Ba­basının yerine tahta geçen 1. Abdülhamid son derece iyi kalbli ve müşfik olup, şefkatini yeğeninden esirgemeyen bir"t   Eğitimine de ayrıca himmeti olmuş 3. Selim'in. Şâir ve "zisyen bir kimse olup kendinide tahta hazırladığı, bu hu­şta çalıştığı görülmüştür. Hatta şairliğinin dâhi bunu şu beyitte şöylece dile getirdiğini görüyoruz: "Lâyık olursa ci­handa bana tahtı şevket Eylemek mahzı safadır bana nâs'a hizmet" Amcası  1. Abdülhamid'in yerine tahta çıktığında önce kılıç kuşanıp sonra selâmlığa çıkması adettenken "Fe-râizi ifâ, an'anâta riayetten evlâdır" diyerek farz namaz) ter­cih etmesi mü'min olarak isabetlidir. Kucağında bulduğu Rus savaşını devama ve serdarı ekrem KocaYusuf Paşaya "A'dadan ahzi intikam alınmadıkça seyfi gazanın elden bıra­kılmayacağı" hususunu bildirip, makamı sadarette ipka olunduğunu haberdar etti. Devam eden muharebeler bazen yüz güldürücü, bazende kan ağlatıcı haberler aksettiriyordu dersaadet'e. Fokşan ricatı, Büze bozgunu, Belgrad'ın sükûtu inletirken milleti, 3. Selim'e düşen gidişe nihayet verecek ça­releri üretmesiydi. Buna acaba mı? Dedirten İsmaiyl'deki ga­libiyet. Bir arabanın vites değiştirdikçe yaptığı hamleler gibi, şikâyetçi olunan asker sınıfının bir bölümü her menfiyatla kahrederken devleti, yine bir başka bölümü yüzünü güldür­mek için milletin üzerine düşenden fazlasını gösterme gayre­tinde. Lâzım gelen hasta uzvun kesilip atılmasımı? Yoksa, bir çuvalın içinde bulunan pirincin taşını ayıklamak mı gerekir­di"? Eski müesseseyi muhafaza ederek yeni temel atış, bu kararın iyi verilemediğini gösteren bir davranış biçimimidir? «oksa yeniçeriyi yeni nizâma yâni nizâmı cedide celbedebil-rne kolaylığını temine dönük düşüncemi? Bütün bunlar yeni-Ççri müessesesini temadiye karar veren otoritenin hemen bunlardan ayrı olarak kurdukları sekbanı cedid diğer adıyla nızâmı cedid arasında tatlı ve ülkeye hizmete dönük bir reka-ete yol açmak yüksek anlayışımı düşünüldü! Meçhul bizce düşünülenler ancak ferd ferd davranışlardan bir hüküm çı­karmak kabildir ki, bunda da isabet kolay değildir. Ancak padişahın yakınlarına ve devlet ricaline gözyaşları içinde be­yan ettiği şu hâli, Ziya Nur Aksun beyefendinin kıymetli tari­hinden ahzedelim: "Gece gündüz ağlayıp diyorumki, yâ RâbîBeni öyle cihana rusva edip kâfire mağlub ve perişan etmeden ve zamanımda ümmeti Muhammedin perişanlığını görmeden ilâhi, Sen, beni iki gün evvel helak eyle diye Ce­nabı Hakk'a niyaz ediyorum." demekteydi. Böylece 3. Selim batılı davranışların meclübu değil İnançlı müslümanın. tavrını sergiler bu duasında ve bunu etrafındakilere açıklamakla.

 

 

 

Sadarette Değişiklikler

 

 

. Padişah, sadrazam Koca Yusuf Paşa'da çakılı kalmamış görevden azledip başka sadrazamlarda göreve getirilip hiz­met fırsatına nail edilmiştir. Meselâ bunlardan biri olan Ceza­yirli Gazi Hasan Paşa (Kasımpaşa Meydanında heykeli olan) büyük bir ümiddi. Ve paşa çok şeyler yaptı. Denizciliğimizi güçlendirirken kara hududlarımizda tebdili kıyafet teftişlerle bir çok yanlışları yakaladı. Sorumlularını adaletle cezalandır­dı. Yaptığı teftişler hem bir korku saldı, hem de milletin işinin düzgün yapılmasını temin etmeye yarar neticeler verdi. Yine bir teftişe ^tebdili kıyafetle çıkmış bir hayli üşütmüş, hastalık hummaya dönüşmüş ve ahiret yolculuğuna çıkmıştır. Şum-nu'da yaptırmış olduğu Bektaşi tekkesine defn olunmuştur.

 

Yerine getirilen Şerif Paşanın rivayet olunurki, bir kaç kâ­ğıda bazı sadrazam adayı ismi yazan 3. Selim, hırkâi saadet dâiresine gitmiş ve bunlardan birinin çekilişini yapmış ve sa­daret Şerif paşaya çıkmıştır. Osmanlı tarihinde kura ile sad­razam seçilirdi sözü, bu rivayete dayanmıştır.

 

 

 

Padişahın Donanma Gayreti

 

 

Karadeniz ve Akdenizde seyri sefâin eden Rus filolarına karsı sahilleri savunacak deniz kuvveti çıkarmak gerekiyor-a Ancak uzun zamandanberİ devam etmekte olan savaş münasebetiyle, memleketin mâli durumu pek sarsılmış ve donanmanın teçhizi ve çıkarılması yardıma ihtiyaç göster­mekteydi. Bu ihtiyacı giderme yolunda 3. Selim büyük bir riski dahi göze aldı. Bu risk; sarayın içinden olsun, dışından olsun varlık sahiplerinin her biri on kişiyi her yönüyle teçhiz edilmiş adam tedarik etmekle vazifelendirildi. Bu ferman ba­zı ulemâ ve devlet adamının mızmızlanmasına hâttâ "padi­şah; bizi kara çanaklı etdi" diye ağızlarına geleni söyledikleri duyulmuş. Bunları duyan 3. Selim'de yayımladığı bir fer­manda şunları: "İki kavi düşman memâliki İslâmiye'ye hü­cum ederken herkes varını dini mübin için beytülmâle ver­mek şer'an caiz ve padişahlar ahzeyledikte zülüm etmemiş olurken" dedikten sonra bazılarının temaruzuna karşı "Din devlete bir sekte gelirse hâl ne olur?" Demiştir. Böylece ken­disinin olsun, hanedanın olsun devlet şuuru meselesinde ne mertebe yüksek bir anlayışın sahibi olduğunu ortaya koy­muştur.

 

 

 

Harp Sonrası

 

 

Dört asın aşkın ve Osmarthnın yükselmesinde yaptıkları hizmetler, tarihde bir yeniçeri askeri vardı dedirtecek kadar yüksektir. 3. Selim bu gücün önem ve hizmetlerinden Os­manlı tarihini en iyi bilen padişahlardan biri olarak elbet Müdrikti. Fakat; Rus mağlubiyeti ve bu uzun savaşlar döne-rnınde yeniçerinin göstermiş olduğu bazı cebin ve korkak davranışlar, mütereddit padişahın rey'inin yeni nizâma temayüf etmesine sebeb oldu Bu arada Şerif Paşa sadaretten alın­mış yerine bir daha KocaYusuf Paşa getirilmişti. Koca Yusuf paşa cesur, gayretli, akıllı bir kimse olmakla birlikte düşmanı çoktu. Yeni bir asker sınıfının kurulacağı dönemde hasmı çok olan b'ir kimseyle işlem yürümezdi. Çünkü devlet bu yeni sı­nıf askeriyeyi kurmaktaydı. Sadrazam, padişahdan sonra devletin 2. adamıydı. Yeni askeri kurmak onun destek olma­sı gereken işdi. Böyle olunca da sırf sadrazama düşmanlık olsun diye teşebbüsü sabote ederlerdi. Böylece de; hayırlı bir teşebbüs suya düşerdi düşüncesi ile Koca Yusuf Paşa sada­retten alınmış, yerine cidden melek gibi bir insan olan Melek Mehmed Paşa herkesle barışık bir kimse olması ve yaşlılığı hürmete şayan olduğundan tenkide bile uğramazdı. Teşeb­büsün sabote edilmemesi bir yönüyle sağlanmış görüntüsü vermekteydi

 

 

 

Memâliki Osmaniye'de Kaynama

 

Savaşın bitimi yeni meselelerin boy atmasına başka bir halde gündeme gelmesine yol açtı. Rus savaşı sonrasında Balkanlar da yaşamakta olan gayri müslim ve Ortodoks te-bâ'da da istiklâliyetin düşünülmeye başlaması gerçekleşti. Akabinde asayişin ihlâl edilmeye girişildiği gözlendi. Bir memlekette devlet otoritesi zaafa düştümü, artık beklenen menfi faaliyetler cesaret ve teşebbüslerini arttırırlar. Deli Pet-ro'nun vasiyetnamesinde yeri olan Osmanlı düşmanlığı tom­ruğun yokuş aşağı salınmasına yol açmış sayılır, nitekim Kaynarca antlaşması Rusya'ya tanıdığını belirttiği haklar cümlesinden olarak ilgili maddede Eflâk ve Boğdan Voyvo­dalığında himaye eder şansını elde etmişti. Bu madde, bahse konu tebâya ve Ortodoksların Osmanlı ülkesinde yaşayan her ferdine bir korunma alanı tahakkuk ettirmişti. Öte taraf-     181 vine Balkanlarda Kara Yorgi isimli bir domuz çobanı ndi qibi bir çok domuz çobanı haydutlardan teşekkül et--    bir çete kurdu. Bu çetenin korkutucu ve cezalandırıcı ücü vasıtasıyla Sırbistan davası gütmeye başladı. Rusya ve Avusturya maksadlarına uygun bu harekâtların teşvikçisi ol­maktan geri durmadılar. İnkişaf eden bu teşvik ve çete te'siri işin taa Karadağ'a bile sıçramasını getirdi.

 

Balkanlarda İslâm emânı, Osmanlı devleti kefaleti altında asude ve rahat bir hayat sürmekte olan balkan toprakları­mızda yaşayan azınlıklar, bağımsız devlet olma hastalığına tutulmuşlar dışarıdan aldıkları yardımlarla seslerini yükselt­mişler ve sıkıntı, üzüntü artık hayatlarından hiç eksilmez ol­muştu.

 

 

 

Osmanlı Şark Bölgesi Kaynamaları

 

 

Osmanlı devletinin şark cânibindeyse Hanbeliye'den olan İbni Teymiyye, İbni Kayyimi Cevzi gibi selefin akidelerine iti­bar eden eski âlimlere dayanarak bir cereyan yayılmaya başlandı. Mekke Şerifi Gâlib ile kardeşinin oğlu arasındaki mücadele Vehhabilik denen bu cereyanın yayılmasında önemli bir rol oynadı. Donanmanın yetersizliği, garp ocakları denen Fas, Tunus, Cezayir ve Adalar eyâletinin merkez ile olan irtibatın zayıflamasîrra sebeb teşkil etmişti. Yine Avrupa tarafında Dukakinzâdelerden geldiği söylenen Kara Mahmud Paşa ve Amavudluk'da Tepedelenli Ali Paşa kendilerine ait otorite ile devletin otoritesi arasında kendi lehlerine bir fark te sis etmişlerdi. Böylece adetâ bir sultan gibi görülür oldu-lar. Vidin taraflarında ise Pasbanoğlu Osman Ağayı bulundu­ğu yerde kurduğu otoriteyi dersaadet'e tasdik ettirmiş ve o|geye valilikle atanmıştı. Binlerce müslümana zarar veren Kl?' aynı insanların başına vali olmuştu. Çapanoğulları Bo-zok(Yozgat)da, Karaosmanoğullan Manisa ve Aydm'da, Ko-zanoğulları ise Çukurova'da hüküm ferma olmuşlardı. Ru­meli taraflarında Türk, Tatar, Arnavut, Boşnak ve Bulgarlar­dan müteşekkil yirmibin kişilik Kırcali ve Dağlı eşkıyası de­nilen çeteler vücûd bulmuş, Rumeli ayanları biribirferiyle çe-kişmekde ve aralarında çıkan kavgalarda yukarıda belirttiği­miz çeteleri kendi menfaatleri istikametinde kullandıkları gö­rülmüştü bundan dolayı da karışıklığın tezayüd etmesine yardımcı olmuşlardı maaalesef.   

 

'                     ,  r

 

Yapılması Gereken

 

 

Yukarıdan beri tebarüz ettirmeğe çalıştığımız hâl ve durum dahilinde olan bir ülkenin yeni padişahı yeni bir nizama talib olmaktansa, üzerine düşen nizâm kurmakla mükellef oldu­ğunu idraktir. Aklın getirdiği Nizâmı Cedidi getirmekti ve bu­na ordudan başlamak gerekmekteydi. Fİeden ordu'dan baş-îansaydı? Bu sorubir cevaba muntazirdır ve bu cevab ideâl­lerden değil, geçmişde yapılan büyük hizmetlerden değil, ge­linen durumun ortaya konmasıyla doğru cevabı bulabilir. Ba­kalım gelinen durum nedir? "Eskiden vezirler savaşa emrin­deki askerle geldiğinde yedi sekizbini bulan cengaverle ispatı vücûd eylerdi. Çünkü idare etmekde olduğu bölge geliri ka­labalık ve güçlü asker beslemeye yeterliydi. Fakat meşhur 1768 seferine baktığımızda iştirak eden küçük rütbelilerin vezirler ile gayet laubali olarak konuştuğunu görürüz. Çünkü vezir'in geliri azaltılmış, emrindeki asker iyi beslenemiyor, iyi teçhiz edilemiyor, buna karşılık adamları üzerindeki otoritesi sarsılmış oluyordu. Vezir'in huzuruna desturla gelen bir bin­başı mezkûr seferde pek serâzad davranıyordu.

 

Beri yanda savaşlarda yararlıkları olanlara maddi mükafa­tı nakden vermek yerine mirmiran, vezir gibi unvanlar verildiğinde bunların mânevi tarafını idrak etmeyen câhiller dev­letten alamadığı parayı pulu kendilerine verilmiş unvanlara sarılarak halktan almaya uğraşıyorlardı. Bunlara inzimamen döneminde yayımlanmış bir yazı bu bozuluşa kadı efendile­rinde duhûl etmeye başladığını belirtmekte. Bir başka taraf-dan meseleye atfunâzar edelim. Her zaman için savunma sa­vaşlarında destanlar yazan askerimiz, aynı zamandada dün­yada emsali görülmemiş meydan muharebelerinin galibidir. Ancak son savaşlarda savunmalar eski başarılarda olmasa-da ona yakın neticelerle sürüp giderken, meydan muharebe­lerinde bir cenahın zorduruma düşüşü anında ordunun kısmı âzamim tesir altına alıyor, kontrolsuz ricat daha doğrusu er meydanından firar başlıyor. Buna karşılık savaşlar bozgunla sona eriyordu.

 

Teşhis; tâiim ve terbiye ihmâliydi. Bu bakımdan kurulma­sına karar verilen yeni asker gurubu muntazam talimli ve harp ilmine keşifleri, taktikleriyle hizmetleri olmuş görüşlerin, erkânı harplere öğretilmesi yeni nİzamınuymaya başladığı esaslardı. Yeniçeri ise bütün bu tâlimlere yanaşmıyor, keçeye pala çalmaya devam ediyordu. Buna karşılık 3. Selim'in meşhur âlim, matematikçi İsmail Gelenbevi ile bir vakasını Doç. Dr. Abdülkadir Bingöl'ün hazırladığı ve Kültür bakanlığı yayımları arasında neşrolunmuş "Gelenbevi İsmail" adlıbi-yografik eserde, 12. sahifede yer alan vakayı sayfamıza al-maksuretiyle okurlarımıza nakledelim. "3. Selim devrin-de(1789-1807)de cereyan eden bir olay, İsmail Gelenbevi üzerine tekrar dikkati çekmiştir. Bir gün Kâğıthane'de padi­şahın huzurunda yapılan askeri tatbikatta bazı sanat gösteri­lerinden sonra atılan kumbaralardan (top atışları) hiç biri he­defe isabet ettirilememiştir. Padişah devletin emek ve parası­nı harcayarak okuttuğu bu subayların beceriksizliği karşısında üzülür ve canı çok sıkılır. <Bunları tam hesaplayacak biri yokmu?> der. Gelenbevi salık verilir. Padişahın emriyle Zey-rek'den getirilir, huzura çıkar. Matematik kaideleri gereğince ince haseplarla kumbaraların(topların)vaziyetin, istikametini düzelttikten sonra üç defa atış yapılır ve her defasında isabet sağlanır. Padişah bundan çok memnun kalır, haz duyar. Ge-lenbevi'ye günlük dört okkapirinç tahsis ve tayin eder. Ge-lenbevi'nin çocukları ölümündensonrada almağa devam et­mişlerdir. "Yine benzer bir olayda Büyükada'nin arkasında padişahında katıldığı deniz manevralarında topçuların hedefe eski usûl atışlarda isabeti pek düşükken, padişahdan izin alan bir matematik âliminin kumandası altında atışların he­deflere isabetteki yüksekliği takdire şayan bulunmuştu. Ne­den hep böyle olmuyor?Sorusunu soran padişaha verilen ce-vabda;gâvur hesaplarıyla cenk edilmez cevabı veriliyor, pa­dişah da ancak yutkunmak mecburiyetinde kalıyordu.

 

Şanizâde'nin Görüşü

 

 

Ziya Nur Aksun beyefendinin değerli eserinde Şânizâde'ye aid görüşler, kendi bakış açılarına destek olarak alınmış. Bu­na teması lüzumlu görüyorum. Çünkü Şânizâde o devrin in­sanı, görüşleri şüphesizki pek önem arzeder. Şânizâde Ataul-lah efendi ocağı düzeltmeye büyük gayret gösterilmeliydi de­mekte. Şüphesiz haklı. Ancak hatırlatalımki yeniçeri cülus bahşişi verilmedi diye Zigetvar'dan ölüsü dönen Kanuni Sü­leyman'ı getiren oğul 2. Selim'i İstanbul'a giriş kapısında na­sıl sıkıştırdı. Eğer kocavezir Sokollu kese kese altunu toplu­lukların arasında avuçlarıyla saçmasaydı, yeni padişahın is­tanbul'a girmesi belki muhal olurdu. Hadi onu bırakalım da her cüiûs bahşişinde çıkarmaya muvaffak oldukları karışık­lıkları tahattur edelim. Ya o gepgenç Osman'a kıyışları, ona  n evvel 4. Murad'ın veziri Hafız Ahmed paşayı bir saniye aklına getirmezmi merhum Şânizâde!

 

Moltke; yüzdoksan orta'dan meydana gelmiş ülkenin her tarafına dağılmış dörtyüzbine yakın sayısı olan, sadece 31. ortanın otuzbin kişiyi bulmakta olduğunu ve bunların binler­ce takdirkân evlâdü iyâli olduğunu böylecede milyonlara ya­kın desteğe ve yakına mâlik olduğunu beyan ediyor. Böyle bir müesseseyi ortadan kaldırmak devletin temellerini sarsar diyor. Ayrıca yeniçeri ulufesi az, yeni askerin ise pek fazlay­dı! Diyen müellifler var. Tabii bu kadar büyük bir müessese bir kalemde yıkılıp yok etmeye nasıl bir tepki gösterir bunu düşünmek lâzımdır. Şikâyetleri çok olan nice Osmanlı padi­şahı bunu göze alamamıştır.

 

Yavuz Selim bile, Mısır önlerinde dönmeye teşvik olundu­ğunda paşalarının kafasını kesmekle yetinmiş, yeniçeriyi böyle susturabilmişti. Ama iktidarının yeteceğini bilseydi, umulurki onların kanlarını çölün sıcak kumlarına akıtmaktan hazer etmezdi. İstanbul vali ve Belediye reisi Prof. Dr. Fah~ reddin Kerim, Belediye zabıtasını kurduğunda kendisini bir numaralı belediye zabıtası ilân etmiş böylece mesleği onur­landırırken zabıtalara vereceğini ilân ettiği maaş, devrin bir çok memuriyetinin maaş bareminden fazla idi. Melbusatları-na gelince adetâ bir mareşal üniforması görüntüsü vermek­teydi. O devir, şu adamın paltosu var denilen bir devirdi. Ta-biiki yeni kurulmuş nizâmı oedid askeri hem maaş hemde kıyafet bakımından, kendisinden artık vazgeçilmeye başla­nandan pek üstün ve farklı olmalıydı. Bir takım tarih sempa­tizanı ehli târikin;yeniçeriyi dini, manevi esaslara dayanan çok köklü bir teşkilât, hâttâ bir tarikat disiplini ile birbirine bağlanan müridlerden kurulmuş mukaddes bir ocaktılar, koskoca devletin hemen her yerine dağılmış bulunmakta ve buralarda merkezi kuvveti temsil etmekte ve kendilerine ma­nen bağlı olanlarla birlikte milyonları bulmakta diyenler ol­duğu vâkidir. Nitekim büyük devlet adamı tarihçi Ahmed Cevded paşa merhum da: "Yeniçeriliğin, Osmanlının iliğine işlemiş ve ocaklar asabiyyeti milliye makamına kâim olarak devairi devletin usûl ve fürûunu istilâ etmiş olduğuna naza­ran devletin zâtiyatından mâdud olmuş idi" Demekte. Ar­dından "O'nun ilgasıyla ehli islâmm kuvvei asabiyyesine za­af geldi, hükmünü vermekte. Şimdi Şânizâde olsun. Alman meraşali Moltke olsun, bazı ehlitârik tarih sempatizanları ol­sun, vele.vki Ahmed Cevded paşanın beyanları olsun, baş­langıçtaki yeniçeri için tereddütsüz tasdiki gereken hususat-tandır. Balada yaptığımız açıklamalarda işin bu tarafına te­mas edilmişti. Şunu ilave ederek söyleyelimki; Yeniçerinin savaş alanlarında düşman üzerine salınmadan evvelki gül-bankı, bağlı olduğu târikin usûlü gereği zikri hafi veya zikri cehri'deki halini en azından Genç Osman vakasından sonra pek müşahede edebiliyormusunuz tarih sayfalarında? Buna karşılık defaatle istanbul'un büyük meydanlarında, büyük camileri bahçelerinde yapılmış isyanların kavgaları, yeniçeri sipahi askeri arasındaki Sultanahmed meydan muharebesi, Genç Osman'ın kanını sual eden isimsiz veya adı bizlere ulaşmamış genç sipahinin bir çok yeniçeri'yi Genç Osman'ın ahzı intikamı diye yerlere seren ve hayatını Sultanahmed Câ-miinin minaresinde katillerine çarpışa çarpışa veren yiğidi hatırlayın.

 

Kabakçı Mustafa çıplağına kapılarak nizamı cedidcidir di­ye Tophane önlerinde nice mü'mini berdar edenleri de hatır­lamak gerekir demeyi yeğliyorum.

 

 

 

Meternichin Mektubu

 

 

Osmanlı devleti yavaş yavaş çöküşe doğru gitmektedir. Şurasını gizlemeğe çahşmamahdırki; inkıraz sebebleri meya-nında ilk temelleri Sultan Selim zamanında-atılıp, 2. Mah-mud'un ancak amik bir cehalete(!)hadsiz ve payansız bir ha­yalperestliğe istinaden terviç ve teşvik ettiği avrupa tarzında­ki ıslahat fikirleri ve tasavvurlarını zikretmek lâzımdır. "De­dikten sonra Meternich". yeni usûlüde dini kanunlarınız üze­rine bina ediniz." tavsiyesini yapmıştır. Evvelâ hemen şunu söyleyelimki, Prens Meternich bu mektubunu 1841 senesin­de 2. Mahmud'un genç oğlu Abdülmecid hân'a yazmıştı ve tanzimat fermanı okunalı iki yıl olmuştu. Prens bu mektu­bun yazılışından yedi yıl sonra yâni 1848 de ülkesinde husu­le gelen azim bir ihtilâl neticesinde yurd dışına zor kaçabildi. Ülkesinin akıbetini iç bünyede pek kestiremeyen Metrnich, dünya siyasasını takip ve tahminde bize tavsiyelerde buluna­cak kıymette olduğu bir vakıadır. Ancak tanzimat fermanının dibacesinde padişahın;şer'i şerifin son zamanlarda ihlâl edil­diğini hatırlatan girişi, Meternichin, yeni usûlü dini kanunları­nız üzerine bina ediniz tavsiyesini yaptırmaya itici bir ifade saymayı bilmeliyiz. Yeniçerinin ilgasına bir başka soruyla ka­tılan kişi "Tanzimatve Türkiye" adlı çalışmanın yazarı Engel-hardt'tır. Bunun demeside "..yeniçeriyi kaldırmada Sultan Selim olsun, 2. Mahmud olsyn, merkezi hükümet otoritesini Kuvvetlendirmekden ziyade şahsi otoritelerini arttırmayı amaçladılar." olmuştur.

 

Şimdi 3. Selim gibi son derece hâlim selim, din ü devletin •yitiğinden başka bir şey düşünmeyen, taht'tan indirilipde uz- itildiğinde tanburunu eline alıp besteye girişen bu muh- böyle kendini güçlendirme bühtanını ülkemiz üzerinde bir takım hesapları olanlar yapar. Engelhardt, bir elçilik mensubu olması hasebiyle ifade etmeğe çalıştığımız gizli maksadın dışında sayılmamalıdır.

 

Sultan 2. Mahmud'a aynı yükleme yapıldığında bizi, 3. Selim'i savunduğumuz hissi davranışın ötesinde beyanla karsı­nızda görürsünüz. Kabakçı İsyanının mazlum şehidi, 3. Selim alkanlar içinde yerde yatarken, üzerine kapanan pek sevdiği Alemdar Mustafa Paşa bir ölüm badiresinin içinden çıkmış olan şehzade Mahmud'un ikazıyla kendine geldi. Şehzadenin kim olduğunu sordu. Taht'a çıkarılması gereken şehzade Mahmud olduğunu söylediklerinde, amucasının ölüsünü ku­cakladık, bari yeğenini padişah edelim dediği görüldü. 2. Mahmud olacak genç şehzade, silahlarını çıkarda yanıma gel, görüşmemiz lâzım iâla demek suretiyle kinaye ile sen bi­zi padişah kıldın, biz de seni sadrazam yapalım demek iste­mişti. Çünkü;vaziyetin en kuvvetli adamı Rusçuk ayanının da başı olan Alemdar Mustafa Paşa idi. Allahdan padişahın ta­rafından idi. O kadar güçlü idiki, hâli hazırda taht'ta otur­makta olan 4. Mustafa'nın görevinde ipkasını dilese karşı ko­yacak bir güç yoktu. 2, Mahmud Daha sonra padişah olu­şundan hemen sonra ayan ile yapmış olduğu antlaşma, pa­dişahların öyle kolaylıkla razı gelemeyeceği hususattandır. Buna razı olmamak elde olmadığından daha da bir ağır gel­miştir. Zaten birçok tarihçi bu ayan antlaşması ile alakalı tes-biti, padişahın selahiyetlerini ayanla bölüşmüş olması şeklin­de yorumlar. Nitekim Alemdar Mustafa paşa'nın şehid edildi­ği ana kadar olan sadaret günlerine baktığımızda, karşılaşa­cağımız husus pek başıboş davrandığı, sarayın talimatlarına fazla önem vermediği rahatça görülür. Yeniçeriyi sadrazama karşı düşmanlığa 2. Mahmud teşvik etmemiştir amma bu dağlı ve kaba adamın yerine, yine bunun gibi mert fakat nâk birinin gelmesini istemesi tabiidir. Sultan Mahmud'un, ye­rerinin düşman bellediği sadrazamın hanesine yaptığı sal­dırı da yardım göndermemesini göz yumdu diye yorumla­yanlar, jşjn arka tarafını görmezlikten veya bilmeyerek o so­nuca varıyorlar. Çünkü o sırada yeniçeri dışındaki askerin kısmıâzamı İstanbul dışına vazifeye gönderilmişti.

 

2. Mahmud'un sadrazama yardımcı göndermesi ve olay sonunda yeniçerinin, sadrazamı bertaraf etmesinin ardından hedef olmasına razı gelmesi demekti. Hemen bu arada Sul­tan 2. Mahmud ile ayanları temsilen Alemdar Mustafa Paşa arasında varılan antlaşma sonrasında Alemdar Paşanın şun­ları söylemesine dikkat gerekir: "..Vakta ki; vezirlikrütbesi ile başımız bağlandı. CInvani seraskerlikle kıymetimiz yük seltildi. Gerek orduyu hümayun'un maiyetinde ve gerek kendi başına düşmanın galip geldiğinin görülmesindeki ha­kiki sebeb tetkik ve araştırması yaptığımda düşman askeri­nin galibiyeti öğretici ve muntazam subaylarının harp fenni­ne vâkıf komutanların fikir birliğine varmış olmasından kay­naklandığını öğrendiğimi itiraf etmeliyim." Bu sözler yeni askeri sınıfa muhalefeti olmadığını beyan mânasına alınmalı­dır. Çünkü Alemdar Paşa, anasıl bir yeniçeri ocağı yetiştir-mesidir. Bu bakımdan Sultan Mahmud'un Fransa kralı 14. Lui gibi "devletbenim" demese de, islamların halifesi, Os­manlıların padişahı olarak güç ve kuvvetini arttırması gere­ken her tedbir onun başvuracağı meşru yol sayılmalıdır.

 

Yeniçeri usûlünün tamir yoluyla devamı mümkün olma­ması ihtimali, mümkündü iddiasından daha ağır basmakta-d|r. Bu bakımdanda bu günün şartları içinde meseleye baktı­ğımızda, ordu üzerinde, her hangi bir speklasyon değil tatbik edilmek ileri sürmek daha da ötesi düşünmek bile kabil gö­rünmemektedir.

 

Nitekim 28/şubat/1997 balans ayarı ile başlamış çırpıntı, hukuk devletinin çiğnenmesi göz önüne alınarak durultula-mamıştır. En üst rütbenin sahibi de, en üst makamın sahibi de kanunları kullanma şans ve hakkına sahip olmasına rağ­men, bir denge politikası gütmesi hemen önümüzde cereyan eden hadisedir. Demokratik parlamenter sistemde yapılama­yanı, mutlakiyet devrinden istemek biraz haksızlık oluyor gi­bi. Bir de şunu mutlak belirtmek gerekiyorki; nizâmı cedid kelimesinde vurgulanan yeni düzendir. 2. Mahmud ise askeri yeni düzen içinde tanzime başladığında Osmanlı mîlletinin varlık sebebi olan İslâmiyeti hiç gözden uzak tutmamıştır. Hâttâ askeri yeni sınıfa, pek mukaddes bir isim olan "Asaki-ri Mansûre Muhammediye" demeyi aklederek millet devlet birlikteliğini sağlamayı bilmiştir. Şunu da ilâve etmek gerekir ki;Sultan 2. Mahmud, amcası 3. Selim'den aldığı dersleri, onun başına gelen musibetleri tam manasıyla görmüş ve id­rak etmiş olmasından dolayı, kendi usulüne daha isabetli bir rota çizmeyi becermiştir. Nitekim yeniçeri kışlalarını daha to­pa tutmadan, bilhassa Edirnekapı surları dışında ve bir mik­tarı da içinde olan Sahabei Kiram efendilerimizin kabirlerini, ihya ve tanzim etmek suretiyle kısmı âzami dindar olan İs­tanbul ahalisinin takdir ettiği bir sultan, ashaba saygılı bir halife olduğunu kabul ettirmeye muvaffak olmuştu.

 

 

 

Batılılaşmanın Sebebi

 

 

Aslında Mısır eyaletimizde batı tipi kalkınma modeli Kava-lalı Mehmed Ali Paşadan sonra büyük bir hız alır. Bu durum İstanbul'a sıçramadan olamazdı. Çünkü;Mısır eyaletimiz ade­tâ imtiyaza açık bir valilik görüntüsü vermekteydi. Bu ba­kımdan Osmanlı üst kademesi bu eyalet ile pek meşgul olup, batılılaşmanın onlara sağladığı farkları görmeğe başlardı Sömürge yollarını ele geçirmiş avrupa ülkeleri ve ıh ssa İngiltere, Fransa, Hollanda gibi ülkelerin her taraftan anlıyı sarmaya alması bu ülkelerdeki politik ve starete-"k niyetleri öğrenmenin çağa uygun yolunu bulmak gereki-du Eskiden para verilerek saraylardan elde edilen casus-I rla bu işlerin yürümeyeceği görülmüştü. Artık dâimi elçilik usûlünü ihdas gerekiyordu. Yinede bu elçiliklerde uzun yıllar 'slârn unsur yerine tercümanlar ve hristiyan Osmanlı harici­yecileri bilhassa Dönmeleri istihdam etme yoluna gidildi. As­keri alanda taa Sultan Fâtih zamanında başlıyan mühendis urban katkısı, zamanla bir çok avrupalı mühendis ve asker müşavirler kullanımına kadar gitmiştir. Moltke de bunlardan biridir. Kavalalı Mehmed Ali Paşanın oğlu İbrahim Paşa kuv­vetleriyle Nizip'de yapılan ve devletin mağlubiyetine mâl olan savaş ile ilgili hatıratında, söylediklerinin özetini buraya almak icab etti. Moltke diyorki: Serasker Hafız Paşaya gidip, İbrahim Paşa birlikleri peyder pey gelmekte. Bunlara hemen saldırıp, toplanmadan işlerini bitirelim teklifinde bulundum. Bana; işi müneccimbaşına sorduralım cevabını verdi. Cephe­ye ibrahim Paşa askeri dahil olup saf tutarken bizim kuvvet­ler müneccimbaşı'dan gelecek cevabı beklemekteydi. So­nunda haber geldi. Falanca yıldız, filânca yıldızın bilmem ne­resine geldiğinin gündüzü eşref saattir, düşmana hücum edi­le, oldu. Tâyin edilmiş olan günü beklerken, gökyüzünde bu-lutların yığılmaya başladığını müşahede ettim. Yine Hafız PaŞa ya koşup, bulutların yığılmakta olduğunu görüyormusu-nuz?Bulunduğumuz yer hem biraz çukur hemde yumuşak toprak kuvvetli bir yağmur burayı bataklığa çevirebilir, hare­ket kabiliyetimizi engeller, biraz yamaçlara çekilelim dedi­ğinde yine güngörmüş ihtiyarlara mesele iletildi, onların de-diği, keçilerin dübürü büzülmüyor, atların kulakları dikleşmi-

 

yor, buna bakarsak yağmur beklenmiyor demek oldu. Me varki çok geçmedi öyle bir yağmur yağdı kî, insanlar atları­nın üzerindeyken bile boğulma tehlikesi atlattılar. Bunun için bir ordunun hava tahmini keçilerin büzüğüne, atların ku-fağınındikilmesine kalmışsa mağlubiyetler artık o ordu için şart sayılmalıdır." Dünyaca ünlü bu mareşalin'bu sözleri da­hi batılılaşmamı denir"? Bilmem ama, mutlaka mevcud hal­den çıkarılmalıydı, nitekimde öyle oldu.

 

 

 

Yeniçeriliğin Kaldırılmasının Safahatı

 

 

Osmanlı devletinde görülen önemli kuvvetlerden birini il­miye ricali teşkil ederki, kadılar da bu bölüm içindedir. Ule­ma yâni ilmiye sınıfı genellikle isyanlarda ya tamamen veya ekseriyet olarak askeriyenin yâni eski tâbirle seyfiye'nin ya­nında tercih sergilerdi. Böylece askerin dediği genellikle olurdu. Fakat daha sonra bunlar askeriyeye verdikleri deste­ğin hesabını gözden düşerek bazen hayatlarıyla bazende ser­vetlerinin müsadere kendilerinin sürgüne yollanmasıyla öderlerdi. Bu seferinde yeniçeri'nin ilgası kararının alındığı istişarede ulemâ da ağırlığını kaldırılsın görüşü meyanında belirtti. Ahali desteğinin temini için Sancakı Şerifin çıkarıl­ması da onların ileri sürdüğü tedbirlerdendi. Bundan sonrası­nı meâlen Ahmed Rasim bey tarihinden alıntihyalım: "..İsti­şare nihayet buldu. Söz tamam oldu. Mübdei muamelâtı har­biye olmak üzere hemen livayı Şerifin ihracı kaldı. Bu ise bir emri hatır idi. Zira Sancakı Şerif çıktığı gibi derûnu payi-taht'ta bir azım kıtal'e başlanacak. Harbin neticesi ise meç­huldür. Şâyed ki zorbalar gâlib gelince bunca devletsâdıkı kimseleri imha ederlerse, bunlar nasıl idare olunur? Devletin hâli ne olur? Şeklindeki mütalaalar aklı tırmaladığından zâtı şahanede tereddüt ve teenni görüldü. "Bütün maksadımız bu ddüdü göstermekti. Bu tereddüdü yok eden Kürt Abdur-hman Efendi isimli bir zâtın hiddet ve şiddeti ile ağzının kö-- mesiydi. Abdurrahman Efendi ".Bu dini devletin devamı bekası muradı ilâhi ise, o habisleri ururuz, mahv ederiz. Değil bizde bu din ile batıp gideriz, daha ne olmak ihtimali kal-a  " Diyerek elindeki teşbihini hiddet içinde yere vurdu. Teş­bih ipi koptu, teşbih taneleri dağıldı mermerlerin üzerinde yuvarlanırken orada hazır bulunanların rikkati üstün gelip közlerinden tane tane yaşlar dökmeye başladılar. Sultan 2. Mahmud hz. lerine de bu rikkatli hâl sirayet etti. Hırkai Sa­adet Dâiresine giren padişah, peygamber sancağını çıkarıp, sadrazama ve şeyhülislâma teslim etti.

 

 

 

İlga Kararının Alınışı

 

 

Abdurrahman Efendinin söylediği bir cümle ve bu cümle­deki belagat pek güzel netice vermiş, Sultan 2. Mahmud'a yaklaşan tereddüd, belki de bu konuşmanın sayesinde hazı-runa bulaşmamıştı. Abdurrahman Efendinin heyecan dolu yüreğinden kopup gelen sözler tereddüdleri izâle etmişti, in­kılap tarihlerine bakıldığında görülecektirki, bu tip ruhi hala­ta her zaman tesadüf edilmiştir. Yeniçeriler hakkında devlet kuvvetlerinin öngördüğü mücadele bir mukatele oldu. Bu kı­tal üzücü olmakla beraber olmasını önlemek kabil olmayan bir kavgaydı. Nihayet bulduktan sonra Sultanahmed Camiin­de rekz olunan Sancakı Şerif tekrar saraya getirilip Sultan 2. Mahmud'un tahtı'nın yanında mutad olan yerine kondu. rvubbealtı denen yerde, katılımın geniş ve büyükçe olduğu toplantıya 2. Mahmud riyaset etti.

 

Yeniçeri Ocağına devam mı? Tamammı? Kararlarına inti-zar edilecek sonuç görüşülmeye başlandı, ülkede asırlarca  vermiş, nice zaferlere imzada büyük paylan bulunan yeniçeri ocağını kapatmayı kararlaştırmak koiayca gerçek­leştirecek hususdan değildi. Nitekim bu hususda da tereddüd belirdi. Bu seferde, Reis'ül Küttâb Seydâ efendi" Bu zümrei zâmime şimdiye kadar biddefaat ika ettikleri fitne akabinde Osmanh devletinin bütün işlerine ve cezaiyyesine müdehale etmemek için verdikleri taahhüdü ne vakit ifâ ettiler? Sicillât ve defter dolusu yazılan senet ve hüccetlerin mazmunlariyla ne vakit ihticac oiundu?Heîe bu sefer Eşkinci yazılmakla ala­kalı kendi elleriyle yazdıkları senedi henüz mürekkebikuru-madan sebebsiz isyan edip, yol kesmeye başladılar. Şimdiy­se içlerinden bir çok elebaşı idam olundu. Leşleri meydanlar­da sürüklendi. Onİar bunu unuturlarmı? Bundan dolayı dev­leti Osmanye hakkında adavetleri müzdâd olmazmı? Bunla­rın nâmu nişanları sahifei rüzgâriden hek ve imha edilmedik­çe fesad ve fitneleri bertaraf edilemez. Her vakit böyle fırsat ele geçemez. Yeniçeri ocağını külliyen ilga ve imhadan baş­ka çâre yoktur." Diyerek, toplantıda daha önce Abdurrah-man efendinin yaptığı hitabeyi hatırlatan beyanıyla terddütie-ri gidermeye muvaffak olduğunu görüyoruz.

 

Hakikaten bu beyandan sonra daha ileri senelerde vezir olan Beylikçi Pertev bey'in kaleme aldığı meşhur ilga, yâni yeniçerinin kaldırılması kararı Sultan 2. Mahmud tarafından bu içtimadan sonra tasdik olunup, kıraat olunmuş ve mem­leketin heryerine tamimine girişilmiştir. Bu vaziyet gösteriyor ki ilga karan bu toplantıya kadar kesin olmayıp ince elenip, sık dokuma misâline uygun harekât tarzı takip edilmiştir. Bu toplantıda Seydâ efendinin mukni konuşması yerine yeniçe­rinin lüzumunu iknaya sahip bir nutuk atılabilseydi, belki de, ilga kararı yerine, İslahı teklifi hayat bulabilirdi.

 

Meşhur Engelhardt; Tanzimat ve Türkiye adiı eserinde "Et meydanı kıtâli'nin düşünülmüş bir tertib, plânlı hareketoldu-ileri sürmekte hatadır" derken cüretkâr bir düşünceyle kava bakıyorsa bu da bir hatadır, dememek elde değildir.

 

 

 

Sultan 2. Mahmud'cın Hitabı

 

 

Sevda Efendinin müessir hitabesinde bulunan devlet rica­linin ad ve makamlarını yazarak, kararda medhaü olanları tarih sayfalarında bilmiş olalım: Tahtın sağında Sadrazam Selim Mehmed Paşa, solunda Şeyhülislâm Tâhir efendi, sa­bık şeyhülislâmlardan Mekkîzâde Asım efendi, Yâsincizâde Abdülvahhab, Sıdkizâde, eskikadı'lardan Arif bey, Yahya bey, Hekimbaşı Behçet Efendi, Ahmed Reşid efendi, Rahmi bey. Anadolu Kazaskeri Tâhir bey, Murad Mollazâde Arif efendi, Arabzâde Sadullah efendi, Hamdullah efendi, Hekimzâdenin torunu Rıza bey, Yusufzâde, Râşidzâde Cafer bey, Melekpaşa-zâde Abdülkadir bey, Dürrüzâde Abid efendi, Çarşanlı Hoca Mehmed efendi, İstanbul Kadı'sı Sadık efendi. Hemen karşı­larında oturmuş olan zevat ise, Kethüdai sadrı âli Ahmed Hu­lusi efendi, Defterdar Tâhir efendi, Reis'ül Küttâb Şeyda efendi, Tevkii Ataullah efendi, Reisi esbak Hamid bey, Ça-vuşbaşı vekili Ali bey, darbhane nâzın Es'ad efendi, sabık defterdar Yusuf efendi, defter emini Numan efendi, Ruznam-çei evvel Mustafa efendi, 1. muhasebeci Salim bey, Şehremi­ni Hayrullah efendi ve Baruthane nâzın Necib efendiler idi. Bu zevatın toplantısı başlamadan evvel 2. Mahmud hân şu hitabeyi irad etti: "Cenabı Hfckk'a çok şükürler olsun ki, bu kulunu ecdadı izamının nâi! olmadıkları fethi mübine maz-har kıldı ve sizleri de bu hizmeti celilede bulundurdu. Allah sepinizden razı olsun. Şimdiye kadar bu yol kesiciler yüzün­den meydana gelen nice mekruh işlere mecburen nıüsama-na edilmişti. Elhamdülillah hepsi yıkıldı, gitti. Bundan son­rada hep beraber memleketin işlerini tanzim edip, Allah'ın kullarını memnun ve hallerini İslah edelim. Eskiden zarar veren zümre yüzünden devletimizin içine düşüp müptelâ ol­duğu masrafların eksikliği hususunda beytülmalin müsli-miyn ile asla münasebeti olmayan mansıbı divâniyede istih­dam olunmayan kimselerin bıraktıkları miriden zapt olun­maktaydı. Önce bu hususu kaldırdım. Bundan böyle o gibi mallar alınmasın. Şâir önemli işler ve hayırlı çalışmaları siz­ler mütalaa müzakere edip, inha ediniz. Ben de tesviyesine müsaade ederim. Her hususa gayret ve ihtimam gösterme zamanıdır. Ülkenin önemli işlerini tanzime kadar hepiniz burda kalınız. Kalıpça ve kalben birlikte olalım" Dedikten sonra yüzünüeski şeyhülislâmlara çevirerek, iltifatla "mazû-leyni meşihat <eski şeyhülislâmlar hâne ve sâhilhanelerin-de kûşei uzlete çekilip, akran ve emsaliyle görüşememek, dilediği yere gidememek zor katlanılır şeyse de, bu günden itibaren birbirinize gidip, geliniz, ağız tadı ile ülfet ediniz" De­miştir. Bu hitabeyi bu gün tahlil ve tenkide kalkışmak ne ka­dar sağlıklı olabilir bilemiyorum ama, insanımız 1960 ile başlamış bulunan ihtilâl ve darbeler zinciri karşısında göster­dikleri kolaycılık yüzünden, yüzyetmişüç yıl önce yapılmış bir hitabeyi incelerken âdil olabilirimi diye sormadan edemi­yorum.

 

 

 

Koca Sekbanbaşı'nın Nizâmı Cedid Ve Yeniçeri Mukayesesi

 

 

Evvelâ Koca Sekbanbaşı kimdir pek kısa şekilde tanıta­lım. Koca Sekbanbaşı'nın kim olduğunda her şeyden önce bir ihtilafın olduğunu söylemeliyiz. Niyazi Berkes'e göre 3. Selim ricalinden İradı Cedid defterdarı Çelebi Mustafa Reşİd gösterilirken, Viyana devlet arşivinde el yazması olarak bir nüshası bulunan Risalede Hoca Münib efendi kaydı varmış.

 

Ancak Vakanüvis Abdurrahman Şeref bey, tarihi yaşayış mü­nasebetiyle Münib efendiye aid olmadığını, yazarın ise haki­katen Sekbanbaşı mı? ashabı kalemden bir zatmı hususunun meçhullüğünü ileri sürer. Buna karşılık mezkûr risaleyi sek-senyedi yaş gibi bir hayli ileri yaşda kaleme almış olması dikkat çekicidir. Ancak ileri sayılan bu yaşın dünyevi hiç bir kıskançlığın olmadığı dönem olduğu kabul edilmelidir. Hele inanmış bir müslüman, pir'i fâniliğin bütün hususiyetleriyle, nakıs istek ve düşüncelerden sıyrılmış insan fotoğrafı verir. Bu gün milli görüş ve şuur sahihlerinin 1789 Fransa ihtilâline bakışı, Koca Sekbanbaşı'dada müşahede olunmakta. Rusya savaşında düştüğü esaret, bu ülke zabit ve askerleriyle yap­mış olduğu musahebeler neticesinde Osmanlı mağlubiyetin­de yeniçeri'nin eksikliklerini görmesi, Rus askeri ise modern eğitim ve silahlar ile teçhize önem verildiğinden, sekiz bin ki­şilik Romanzof komutasındaki Rus askerinin bizim, 120bin askerimizi İsmaiyl civarındaki Kartal mevkiinde müthişboz-guna duçar etmesi gözünü açan olay olduğunu söyleyerek bir hakikata parmak basmış oluyor. Aslında Sekbanbaşılık, Yeniçeri Ağa'sının hemen arkasından gelen adam demektir. Yâni yeniçeri askerinin ikinci komutanı olarak muharebede bulunmuş Koca Sekbanbaşı, yeniçeriyi haksız bulduğu hu­suslarda esas adaletini de göstermiş oluyor. İyi bir kuman­dan askerini kötülemez, tâki onda ihanet görmezse. Sekizbin kişinin önünde mağlup olan }*20bin kişi böyle bir ihanet ol-rnasa yenilebilirini? Bir bakıma Tatarların Osmanlı askerini Ruslardan almış olduğu istiklâliyet vaad haberine gönül bağ­ladığından yalnız bıraktığını da bir ihanetin parçası saymak gerekir. Koca Sekbanbaşı diyorki: "Eski askerlerimiz yeniçe­ri neferleri ile yeni askerimiz nizâmı cedid neferleri üzerine bunca zamandır çeşitli münakaşalar ediliyor. Burada ben de her iki ordunun durumlarından bahsetmek istiyorum." Koca Sekbanbaşı otuzbeş sayfa civarında derin bir mukayeseyiya-parak vaziyeti bütün açıklığıyla ortaya saçmış. Biz buradaki-çalışmamızda,  <harp hiledir>  hadisi şerifinin yüce Ne-bî'(s.a.v)in femi mübarekelerinden dökülmesine sebeb olan vakayı kaydederek, yeniçeri ile alakalı bir beyan, nizamı ce-didle ilgili söylemi almtılıyarak bölümü tamamlayalım. "İs­lâm ordusunun başkumandanlığını deruhde eden Hz. Pey­gamber (s.a.v) yine savaşların birinde, düşman ordusundan hatırlı biri Hz. Ali (K.V)yi mübarezeye davet eder. Peygambe­rimiz efendimizde Hz. Ali'ye çık emrini verir. Hz. Ali kılıcını beline takıp, yayan meydanın ortasında yerini alır. Düşman­ların arasından çıkan kâfire, Hz. Ali efendimiz şöyle seslenir <Ben bir kılıçla ve yaya geldim, sense iki kılıç, iki ok ve iki yayla geliyorsun> dediğinde, kâfir:  <Sen de benim gibi ge­leydin ya> diye cevaplar. Hz. Ali (K.V) tekrar kâfire seslenir: <Peki bunlar böyle olsun, fakat savaşta âdet olduğu üzere bi­zim tarafdan ortaya yalnızca ben çıktım. Peki ya sen neden yanına bir adam daha aldın?> Deyince, kâfir hemen inanıp arkasından başka biri daha gelmiş zannıylabaşıni geri çevir­diği anda Hz. Ali göz açıp kapayıncaya kadar, melûn'un kel­lesini uçurur. Hz. Peygamber (s.a.v)in yanına döndüğünde olanı biteni anlatır. Efendimiz "El harbü hud'atün" buyur­muşlardır. Nizâm Cedid ile bir beyan:  <Meseiâ düşman bir savaş sırasında bu yeni askeri büyük bir bozguna uğratsa bunlar artık bozulduk. Toparlanamayız, diye dağılıp kaçma­ya çalışmazlar. Başlarındaki kumandan yenilen orduyu kısa bir zamanda yeni bir düzene sokar, onlar da tekrar hücuma geçerler. Başlarındaki kumandan geri çekilmedikçe hiç bin böyle bir şeyi akıllarının ucundan bile geçirmez> Ya yenicen askerleri: <Küçük bir bozguna uğrasaiar silahlarını bile alma-aiderler. İşte daha çok yakınlarda, bizzat şâhid olduğu-iki Rus, bir Avusturya ve bir Fransız seferinde buna ben-vüzlerce olay vukubulmuştur. Üstelik olup bitenleride Huvmayan kalmamıştır.> Yeri geldi de yine Sekbanbaşı risa­lesinden naklederek, yeniçeri ocağının Hacı Bektaşi Veli (K S) hazretlerinin dualarına mazhariyeti, ve yeniçerinin O'vüce zâtın mânevi evlâdlan olduğunu beyan eden rivayet­lerin hakayikine bahse konu risalenin 46. sahifesindeki be­yandan ulaşalım halk arasında husule gelen galatlaşmanın verdiği mahzura işaret edelim. Çünkü hukuk İstılahında ve­kil, asil gibidirse de, yine hukukda olduğu gibi asil yeri geldi­ğinde vekilini vekâletten İskata kadir olduğundan, kendi gö­rüş ve davranışını sergilemekte vekilinin esiri durumunda de­ğildir. Ehlûllah hazeratıda, bir târikin yolcuları olma duru­munda iselerde, farklı farkiı zirvelerden gözlenebilen yıldız­lardır. Yeniçeri'nin berhayat olduğu uzun zaman dilimi içinde sevablarınm hemen yanıbaşında görülen kusurları bazı kötü niyetli kimseler tarafından, gerek Hacı Bektaşi Veli Hz. leri-ne arkasından da tarikatlara menfur dokundurmalar yapma­ya ictisara kalkışmaktadırlar. Böyle bir davranış içinde olan­ların yanlışdan kurtulmaların: teminen, böyle davrananlara cevap vermeye çalışan zevata bir maİzemei târihi vermek azmiyle, bala da belirttiğimiz 46. sahifedeki beyanı aynen alıntılıyoruz: "Zamanı merkumda Hacı Bektaşi Veli Hazret­lerinin evlâdiarından ve Postişin hâlifesinden bir zat nefsü'l emirde kutbı zaman olduğunu kendilerine ihbar eylediler. Padişah Hazretleri zâtimüşarinaleyhi Anadolu'dan getirtip küffârm galebesini beyan ve bu ocakları mahza küffârın ga­lebesini def ve ehfiislâm galib olmak İçin ihdas buyurdukla­rını şeyhi müşarinileyhe ilân ve ocaklara yazılan asker kaç-mayıp devam ve sebatları için dua taleb buyurdular. Zâtı müşarinileyh ocağa teşrif ve ehli zikir cemiyetiyle dua ve hüsnü teveccüh buyurdukları anda, o günden sonra yazılan­lar firar etmeyip, <Bizler Hacı Bektaşi Veliköçekleri olduk!> Diye devam ve sebat üzere oldu.