SULTAN 4. MUSTAFA HAN :
Babası: Sultan I. Abdulhamid Han
Annesi: Âişe Sine Perver Sultan
Doğum Tarihî: 1779
Vefat Tarihi: 1808
Saltanat Müd.: 1807-1808
Türbesi: İstanbul Eminönü Bahçekapı.
1223/1808 senesinde 3. Selim'in, tahttan indirilmesiyle, boşalan
padişahlık makamına geçmiştir. Biat merasimi sonunda, Ayasofya Camiinde
selamlık icra edilerek namaz kılındı. Bu arada ise Kabakçı Mustafa'nın vermiş
olduğu listede ismi bulunanlardan biri olan ve adı gizli sıtma diye-maruf,
Bahriye nâzın ibrahim efendi, yalısının mahzeninde ele geçirildi. Musa paşanın
gizli emriyle Kabakçı'nin arkadaşları tarafından: "Buna gizli sıtma
derler. Kimi tutarsa kurtulmaz. Ancak sakallarının her bir kılı zararını izale
eder, diyerek, adamın sakalını yola yola, her bir kılını ona şuna dağıta dağıta
büyük bir vahşet örneği ve rezaleti sergileyerek, Baye-zid'e kadar
sürüklediler. Orada başını vücudundan ayırarak, At meydanına gönderdiler."
Ser kâtib Ahmed efendi'de bu zorbalardan kaçma gayretinde damdan
dama atlarken yere çakılır. Bütün vücudu, hurdahaş olmasına rağmen bunun da
kellesini alıp, At meydanına yolladılar. Ertesi gün At meydanında toplanılıp,
bir müşavere yapıldı. Makamlar dağıtılmaya başlandı. Kabakçı Mustafa'ya
Turnacıbaşilik rütbesiyle, Rumeli isyancılarından Arnavut Ali'ye Anadolu
kaleleri nezareti ve ağalığı, Bayburd-lu Süleyman'a, Tersanei âmire sancak
kaptanlığı verildiği gibi, isyancılardan Memiş bile günde 120 akça ile haseki
tekaüdü oldu.
Bunların maiyetinden olan onyedi çavuşa, mertebelerine göre kırk,
elli, altmışar akça gündelik tahsis edilirken, Sek-banbaşı Arif ağa yamakların
istedikleri yirmişer akça gündeliği itiraz ile-karşılayip, verdirmedi ve
Kabakçı Mustafa şimdi ortada gezenlerin arasındaki, sözü enfazla geçeni,
tesiriyse en çok görüleniydi. Padişah yenilendikten sonra At meydanını
dolduran topluluk dağıldı.
Fakat, Sultan 3. Selim'in ıslahat ve yeniliklerine ait, uygulanmak
üzere idamın gerektiğini ortaya koyan alçakça bir senet kaleme alındı. Şöyleki:
"Rumeli kadıaskeri Muhtar, Nakibüleşraf Abdullah, Anadolu kadıaskeri
Hafid, İstanbul pa-yelilerinden Münib, İstanbul kadı'sı Muradzâde Murad efendiler,
şeyhülislâmla konağında toplandılar. Kaimmakam Köse Musa paşa da orada mevcud
idi. Sekbanbaşı ve yeniçeri kodamanları ile bu toplantıda istişare olundu.
Kaderin şevkiyle; meydana gelmiş olan, hadiselerden dolayı hiç bir yeniçerinin
hırpalanmaması, yeniçerilerin de artık bundan böyle devlet işlerine karışmama
sözü vererek, Münib Efendi eliyle İki nüsha olarak tanzim olunan bir senet
kaleme alindıki, bahse konu devrin seviye-i ahlâkı ve irfanını, din-i
Muhammedi ve şer'iat-i Ahmediyenin, ne yaman ellere kaldığını gösterir. Bu
senette, nizamı cedid, şimdiye kadar rastlanmamış büyüklükte bir bidat, iradı
cedid ise, mezalimi kesire mahsulü olmak üzre isimlendirilmişti. Baştarafı
padişahın hattı ile "mucibince" iradei seniyesi yazıldığından,
reisvekili Halet efendi, iki eli ile göğsünün üstünde tutarak, alay İle
yeniçeri ağası kapısına gidildi. Burada, saltanatın şanını tezyife ve Rusya
sefiri gibi kurnazlar kurnazı musibet bir adama karşı yapılan tertibatı da
teşebbüsü mahvederek devleti, kudret ve kuvvetten mahrum eden günahlar dolusu
senet okundu.
Bir nüshası devlet elinde, biri de yeniçeri kışlasında kalmak
üzere teati olundu. Hemen ertesi günü, Sultan Selim ve yakınlarını hali ve
durumu, kaimmakam Köse Musa paşanın makamında bırakılmasını bildiren, hatt-ı
hümayun okunarak, yeniçerilere yüzseksenbin, yamaklara yüzbin kuruşluk tahta
çıkış bahşişi ihsan olundu. Sultan Mustafa saf ve genel durumdan pek habersiz
bir kimseydi. Musa paşa ile hempalarını öldürülmüş bulunan kimselerin hazinei
devlete konması icab eden nakit ve mücevherlerini, senetler ile mukattaalanni
zaptederek ucuz kapatmak için yağmacılığa kalktıkları gibi, ev ile yalılarını
kendi aralarında taksim ettiler.
Bunlar İstanbul'da ölmüş kimselerin mal ve mülkünü ara-İarında
paylaşmaktayken, dışarıda yâni, eski Prusya'nın Me-mel nehri ile Tilse nehri
yakınlarında Tilsit denen yerde Osmanlı devletinin taksim edilmesi konuşmalara
mevzu oluyordu. Napolyon, Fridland'da Rus ordusunu yenerek bozguna uğratmış,
kendilerine, yirmibeşbih kişilik bir telefat verdirirken, seksen top ele
geçirerek cidden büyük bir zaferin sahibi olmuştu Rusların ordusunun kuvvet
yapısı, Fransızların ileri harekâtını durduracak güçte değildi.
1. Aleksandr, bu mağlubiyet üzerine ortaklarından yüz çevirerek
Napolyon'dan, bir mülakat talebinde bulundu. İki imparator, Tilsit'te Niyemen
nehri üzerinde kurulu bir salda buluştular. İşte bu buluşmaların yapıldığı
sohbetlerden birinde, Napolyon İstanbul'dan aldığı bir telgraf haberinde
Kabakçı ihtilâlini müteakip Fransızların kötü muamelelere uğramakta
olduklarını, Dalmaçya'dan İstanbul'a gelen Fransız topçularının hakaretlerle
geriye çevrildiklerini bilhassa meydana gelen ihtilâlin, karşı olduğu nizam-ı
cedid ve bir takım İslahatın gerisinde, Fransız tefkinatının da bulunmasından
dolayı, erbabı ihtilâlin Fransızlar aleyhinde düşünmekte oldukları haberini
almış oluyordu. Hattâ bu esnada yanında bulunan Rus imparatoru 1. Aleksandr'a
da okumaktan kendini alamadı. "Bu, artık Osmanlı hükümetinin kararlarında
sabitiyeti olmayacağını bildiren benim de ders almam gereken bir hüc-cet-i
ilâhiyedir." Dedi.
Prusya'lılar ve bilhassa Napolyon aleyhine, dördüncü ittifakı
vücuda getiren Prusya başvekili Hardenberg, uğradığı mağlubiyet acılarını
Osmanlı devletini taksim etme sayesinde çıkarmak arzusuna dayalı olarak bir
plân düzenledi. Baron dö Hardenberg'in iki imparatorun buluşması ve konuşmalarından
önce tanzim edip 1. Aleksandr'a takdim etttiği plâna, adı geçen plân, Eyeyne,
Orstad, Eylau, Fridland savaşlarının kesin neticesi dostluğu olmak üzere,
Osmanlı devletinin taksiminin temin edilmesini öngörüyordu.
Plân gereğince Eflak ile Buğdan, Bulgaristan, Edirne, İstanbul,
Boğazların dahil olduğu halde bütün Rumeli Rusya'ya, Dalmaçya, Bosna, Sırbiya,
Avusturya'ya, Yunanistan ile Rusya Lehistan'daki, hisselerinden vazgeçecekler,
Lehistan tekrar kraliyet idaresine dönecek ve taht Saks kralına verilecekti.
Napolyon, Osmanlıları, Ruslara, Rusları İnglizfere karşı saldırtmak politikası
görüşüne eğilim taşımaktaydı. Bu eğilime rağmen İstanbul üzerindeki düşünceyi,
haşmetine uygun bulmadı ve Aleksandrla yaptığı konuşma neticesinde, İstanbul
hususu geleceğe bırakıldı. Prusya ise zararın en büyüğüne uğramış oluyordu.
Tilsit antlaşmasının gizli olupda sonradan aşikâr olan maddeleri
ve tamamlayıcı unsurlarında: "Çar'ın Buğdan ile Eflaki boşaltması, Kataro ağzıyla,
Cezayir-i yunaniye'nin Fransızlara teslimi, Rusların Akdeniz'den donanmalarını
çekmesi kararlaştı ve Fransa İle Rusya arasında yapılan yeni antlaşma
dolaysıyla Rusya, Fransa ve İngiltere arasında arabuluculuk edecekler.
İngilizler red ederler veyahut müzakereler, bir neticeye varmazsa Ruslar
İngiltereye harp ilân edeceklerdi. Yine Fransızların Rusya ile Osmanlı
arasında, arabuluculuk yapacağı, bu teşebbüslerden bir şey çıkmazsa Ruslarla
birlikte, İstanbul hariç olma şartıyla Türkleri, Avru-panın Osmanlı
topraklarından çıkaracaklardı. İstanbul vakası, Tuna boyundaki ordu içinde
bile müthiş akisler meydana getirdi. Aslında ordu Eflak ve Buğdan'a girmiş Rus
kuvvetlerine karşı başarılı olup, onları tehlikeli vaziyete sokmuş
bulunuyordu. Savunma ve taarruz hareketimizi tanzim eden plânın general
Sebastiyani'ye aid olduğu Fransız tarihlerinde yazılıdır. Hattâ Napolyon
tarafından gönderilen Fransız subay Merıyaj, bahse konu plânın uygulanmasına
nezaret etmekte idi.
Sağ cenahımız, Tuna mansıblarından olan Galoş üzerine sarkmış
olduğu halde, ordunun büyük bir kısmı Tuna'yı aşıp, Bükreş üzerine yürüyerek,
Rusların sağ cenahının hattı ricatı yâni kaçış yolu kesilecekti. Bu sağ cenahda
general İssaev komutasında olarak, batı yönünden Vidin'i tehdit ediyor ve
Belgradı elde etmiş olan Sırplarla birleşmek üzere yürüyordu. Bu tehlikeyi
hisseden mareşal Mikelson Bükreş'i tahliyeye başlamıştı. Hattâ yeniçeri ağası
Pehlivan ağa, bir miktar askerle Silistre'den karşıya geçerek Karelaş adasını
zapt etti.
Pehlivan ağa, nizam-ı cedid aleyhinde ve Mustafa Sultan
tarafdarıydı. Buna bağlı olarak, adı geçenin yamaklar olayını haber alarak, bir
fesada sebeb olmak veyahud yeniçerileri yanına alarak İstanbul'a dönmesin
ihtimaline karşı azli kararlaştırıldı ve yerine kethüdası Eyüp ağa tayin
edildiyse de, Pehlivan, Karelaş'a beni azlettiler. Maksad yeniçeriyi kaldırmaktır
manâsında haber gönderdi. Bu haber üzerine yeniçeriler akın akın Silistre'ye
ricat ve biz ağamızdan hoşnuduz, diyerek yağmaya, cüret edecekleri anlaşıldı.
Bütün bu baskılar Pehlivan Ağa'nında vazifesinde bırakılmasını
intaç ettirdi. Ancak Sultan Selim'in tarafdarı olanların padişahın hâl
edilmesiyle birlikte azillerin başlaması ve bilhassa ordu da vazifeli olan, 1.
muhasebeci Ramiz efendi gibi işinin ehli kimselerin Kula'ya sürgünü gibi kötü
muameleler Pehlivan Ağayı şımartarak, Kabakçı gibi pespaye bir herif böyle
işler görsünde, biz yeniçeri iken ne duruyoruz fikri sabitine katıldığından,
bir gün aniden Silistre'ye geçti. Serdarı ekremin otağına hücum etmek istedi.
Serdar ibrahim paşa Rusçuk civarındaki Alemdar Mustafa paşanın çiftliğine sığındı.
Durum İstanbulda duyulunca soydan yeniçeri olan Anadolu valisi ve Akdeniz
boğazı komutanı Çelebi Mustafa paşa sadaret mührü verilerek yollandı.
Görüyoruzki, hükümet güveneceği askerden korkuyordu. Nasıl
korkmasın ki, "İstanbulda bulunanlar, devlet adamlarını telef etmişler,
biz de buradakileri bitirelim." Sözleri ağızdan ağıza geçiyordu. Pehlivan
ağa; elbette bu müthiş sözün sar-fiyîa, ordunun yegâne karışıklık illeti oldu.
Bu yönüyle her işi eline alarak, azlediyor, tâyin ediyor, atıyor tutuyor oldu.
Ancak günbe gün azdırdığı da Rusçuk'ta bulunan Alemdaı Mustafa paşaya ihbar
edildi. Paşanın beşbin süvari askeriyle ve büyük bir hızla Silistre'ye geldiği
görüldü. Zorbaların çenesini kapattı, her birini bir tarafa sindirmeye
muvaffak olduysa da, sadaret mühürünün Çelebi Mustafa paşaya verilmesinin
onun da canını sıktığı görüldü. Hele Çelebi paşanın; Silistre'ye gelişinde
gösterdiği kibirden, bütün bütün rahatsız oldu ve Rusçuk'a çekildi. Ne
dersiniz? Gelen veziriazam'da Pehlivan Ağa'ya rütbe-i vezaret getirmiş imiş.
Alemdar paşa Rusçuk'a çekilmekle birlikte, ordunun zahire ve levazımatını
teminde gevşek davrandı. Buna bağlı olarak, serdar-ı ekrem İle aralarına giren
soğukluk ziyadeleşti. Yeniçeriler de, fırsatı ganimet bilerek azittikça
azıttılar. Düşman bu iç münakaşalardan istifade ederek, ortalığı kıpırdatmaya
başladı. Çarhacı Ali paşayı bozdu. Ruslar çeşitbe çeşit hilelere baş vuruyor,
Osmanlı esirlerine sahte fermanlar göstererek, yeniçerileri cezalandırmaya
geldiklerini söylüyorlardı. Ruslar, bazı adamlarını, devleti aliyenin adamı
kıyafetine sokarak göya satın alınmış gibi, Hotin ve Bender kalelerinin
paraları diye bazı kimselerin yanında, tesadüfmüş gibi para saydırıyorlardı.
Diğer taraftan Şeydi Ali paşa, komutasında bulunan donanma,
Bozcada'da bulunan Rus donanması üzerine atıldı.
Meydana gelen müsademede acemilikten olsun, hava muhalefeti ve
azlıktan olsagerek, mağlup oldu. Kaptan-ı derya gemisinin armaları budanarak
esir oldu ve bir kaçı da, sulara gömüldü. Bir kaç tanesi de karaya vurdu ve
içindeki askerler firar yolunu tuttular. Ali paşa, kendi cehalet ve
akılsızlığını Şeremet bey gibi, denizci kumandanlara yükledi. Bunların katlini
elde etti. Cevdet paşa meşhur tarihinde, "saltanat erkânı pusulayı
şaşırmışlardı." der. Bu karışık hâl esnasında Rusçuk'da Alemdar paşa'nin
meclisinde Sultan 3. Selim'in tahta iadesi mevzu bahis olunmaktaydı. Bu
müşavere heyeti, Tuna yalısı mübayaacılığı ile Rusçuka gönderilmiş olan Be-hiç,
eski sadaret mektupçusu Tahsin efendiler, Kula'ya sürüi-düğü halde, Alemdar'ın
davetiyle, Filibe'den dönen Ramiz efendiden meydana gelmişti. İstanbul, bir
türlü hercümerc-den kurtulamıyordu.
Devlet işlerine karışmayacaklarına dair senet imzalayıp vermiş
olan yeniçerilerle, zorbalar sağ elleri olan Arif ağayı sürmüş, şeyhülislam
Ataulah efendiyi de azlettirdikten sonra yine ayaklanarak Suttan Mustafa'nın
şiddetine rağmen yine nasplar yaptırmak gibi devlet İşlerini, çorbaya çeviren
taleb-lerden geri kalmıyorlardı. Bu taleplerini kabul ettirmek için seçtikleri
usûl, yegâne düstûr olan "aman devletlü iş işten geçiyor, şimdi bir fitne
zuhura gelir, İstanbul yağma olunur. Sübyan (çocuklar) ve nisvana (kadınlar)
ayaklar altında kalır. Bu madde bağlanmalıdır." sözleriyle bir kaç yüz
şirretin, para ve rüşvet alarak veyahut yovmiyelerinin arttırılmasını
isteyerek, toplanmalarından ibaretti. Köse Musa paşa da akıllı davranmış olmak
ve öteden beriden çarpdığı büyük serveti de ferahlık âleminde rahatça hazım
edebilmek için hasta olduğunu ileri sürerek kaimmakamlıktan istifa yolu ile
çekilmişti.
Topal Ataullah efendinin bir gün sonra makam-ı meşihata gelmesi,
nüfuzunu fevkalade arttırdı. Fakat, Sultan Mustafa taht üzerinde korkuluk gibi
kaldı. Ataullah efendi ise, Musa paşa olmayınca işleri idare edemeyeceğini
hissettiğinden paşayı Bursa'dan getirtip tekrar kaimmakamlığa oturtturdu.
Fakat bu seferde Musa paşa kaimmakamlık görevini pek de işe yarar olarak
görmedi. Çünkü; selefi Hamdi paşanın ihtiyarlığı hasebiyle padişahın yakınları
dizginleri ele almışlardı. Her işe karışmağa başlamışlar, sultanlar
başağalarına varıncaya kadar hepsi rüşvete gömülmüşler şuna buna memuriyet,
mukattaa, iltizam almak için devlet adamlarını tehdit ed-er hale gelmişlerdi.
Ocaklının ise, tâbir caizse "bıyıklarını balta kesmez" olmuş,
babıâli'yi ise kimse tanımıyordu. Asayiş çok perişandı. Yüz bulup şımarmış
bulunan Karadeniz yamakları her yerde silahlı gezmekte, kale'lere fahişe atmak,
ırz ehli ve sahiplerine, iffet'e takılmak, apaçık şekilde içki içmek,
sokaklarda naralar atmak, hatta saray kapılarında bostancılara saldırmak gibi
halleri korku duymaksızın işliyorlardı.
Bütün bunların karşısında Sultan 4. Mustafa'nın; bu haltları
karıştıranların şiddetle cezalandırılmalarını emrettiği görüldü. Bu emirin
akabinde kale kapıları kapatıldı. Ele geçen yir-miüç yamak boğulup denize
atılarak bir çıkış yapıldı. Sebas-tiyani'de bozulmuştu. Her işe karıştığı gibi,
Bağdad valisi Ali paşanın, köleleri tarafından öldürülmüş olması üzerine, boşalan
valiliğe gelecek kimse burayı kölemenlerin elinden kurtarmaya muktedir
görüntüsü veren, eski sadrazamlardan Yusuf Ziya paşanın tayin olunmasına itiraz
vede hakkında Bağdad'dan dilekçe gelen Süleyman paşanın, tayininin yapılmasını
istedi. Bu istek gerçekleştiğinde bir ecnebinin, devletin iç işlerine bu kadar
müdehalesi, nasıl olduysa çirkin görülerek can sıkıldıysa da, ortalığın
ürkütücü hâlinden çekinilerek bir tahkikat memuru gönderilerek, aciz ve
miskinliğe delalet eden bir tedbire gidildi. O sırada Bağdat vâliliğide bir
başka hükümet şekli halindeydi. Validen sonraki ikinci amir kethüda idi. Her
sabah, bir bölük asker, kethüda dairesine gider, kethüdayı alır, paşakapısına
götürür, orada kapıcılar kethüdası koltuğuna girerek merdiven başına oradan
da, hazinedar ağayı alarak paşanın yanına ulaştırırdı. Kethüda; orada bir gün
evvel ki yaptığı İşleri sayar o gün için yapılacakları sorup, yine aynı
merasim ile makamına dönerdi. Arada gerekir ise vasıtasız haberleşirdi. Kethüdamdan
sonra kapıcılar kethüdası, ondan sonra da, hazinedarağa gelirdi ki, bunun
maiyetinde valinin Özel askeri olan yedi/sekizyüz kadar kölemen bulunurdu.
Kölemenler iyi yerlerde istihdam olunduklarından Bağ-dad'i
benimsemişlerdi. Dış siyaset âlemimizde Fenerli'ler dediğimiz kimseler
devletin başına belâ kesilmişlerdi. Bunlar hangi ecnebi hükümete intisaplı
iseler, devletide o tarafa sürüklüyorlardı. Hâttâ divân-ı hümayun tercümanı
Aleko bey, vazifesi dışındaki işlere müdehale etmesi yüzünden idam olundu. İşin
bu tarafı dahi Sebastiyani için bir müdehale kapısı açtı. Rusyanın
memleketeyn'i istilası üzerine, Fenerlilerde servet ve şöhretleri
menbalarından aşağıda kalarak, Fransa politikasını tutmuşlardı. Aleko bey ise,
Sebastiya-ni'nin iddiasına göre Fransanm koruması altında imiş. Bizim
ihtilallerde, ön ayak olanların meselenin sonunda önce ikram ve izaz, az sonra
birer birer sıkıştırılarak, ya sürgüne ya da, İdam olunmaları, eskiden beri
devam eden usûldendir. Kabakçı vakasında ön ayak olanlardan pek bilinen
Kazgancı Mustafa Gümüşhane emanetinde iken, kaydı görülüp canı alındı.
Ordu yine bildiğimiz haldeydi. Pehlivan; ağa iken vezirlikle, ağapaşa
olan yeniçeri ağasıda bu
karışıklıkta kendi adamlarınca
katledildi. Bu sırada ise, 3. Selim taraftarı olan ve orduda bulunmakta olan
sadaret eski kethüdası Mustafa Refik efendi ile reisül küttap Galip efendi de,
kendilerinin idam edileceğini sanarak, Ağa paşanın öldürüldüğü sıradaki
karışıklıktan istifade ederek, Alemdar Mustafa paşanın yanına kaçtılar. İşin
böyle hâl alması, Rusçuk'un ciddi bir istişare merkezi haline gelmesinin sebebi
oluyordu. Rusya ile mütareke yapılacağına ait sözler ortalığı sardı gitti.
1. Aleksandr, bu sırada Napolyon ile Tilsit'te mülakat halindeydi.
Serdarıekrem, mütareke senetlerini imza ettikten sonra, kışlamak üzere, ordu
ile Edirne'ye döndü. Tarih diyor-ki: "Orduyu hümayun dediğimiz serdar-ı
ekremin tebası, padişah kalemi katibi ile devlet ricali adına olan, kimselerden
sayılan yalnız nân-ı ve serdar-ı ekremin kuru bir unvan ve ihtişamı
vardı."
Mütareke esası: İmzadan sonra Rusların zaptına geçmiş bulunan
topraklar ve Eflak ile Buğdan'ı otuzbeş günde boşaltması, velâkin sulh
antlaşması yapılana kadar, bu bölgelere Osmanlı askeri yerleştirilmemesi,
İsmaiyl ile İbraiyl ve Yerköy'de bir miktar asker kalarak, buna karşılık Ruslar
çekildikçe Osmanlı kuvvetlerinin Tuna nehrinin sağ tarafına geçmeleri, Rus
donanmasının Bozcaada önlerinde boğazı ablukadan feragat etmesi, ele geçirilmiş
gemilerin ve esirlerin iki tarafça iadesi gibi maddelerden ibaretti. Burada en
fazla dikkat çeken hususattan biri de, Rusların bizi Sırbiye ile mütarekeye
zorlamasıydı. Hiç kendi reayası ile mütareke olurmu? Mukabil sorusunu sorup ve
bunun olmaması lâzım geldiğini ileri süren murahhasımız, Rus vazifeliden,
Sırplılar içine biraz da Rusyalı karışmış şeklinde cevap aldı. Buna istinaden
o taraf içinde sulh yapılana kadar mütareke ilânı yapıldı.
Bu halde Napolyon'un hatırı için açmış olduğumuz bu savaş, yine aynı
zatrn araya girmesiyle bir mütarekeye bağian-mış oldu.
Rusçuk Yâranı-Alemdar Vakası
Mütareke görüşmelerine; Sultan Selim taraftarânından ve ortadan
kaldırılması plânlananlardan olan Galip efendi, tayin olunmuştu. Bu münasebetle
Rusçuk'da kalmış bulunan, Refik, Tahsin, Ramiz ve Behiç efendiler tahtı
Osmaniye yeniden
3. Selim'i çıkarmak için
Alemdar Mustafa paşa ile yaptıkları gizli bir toplantı da karar almays
başardılar. Yapılan plâna göre başarıyı sağlamak ve 3. Selim hân'ın öldürülme
tehlikesinden azade kılınmasını temin hususunda, uzun uzadıya tedbirler
müzakere olundu. Neticede Refik efendinin çoluk ve çocuğunu görme bahanesi ile
istanbul'a gönderilmesi, bu arada da padişaha yakın olan kimselere sokulup bir
sondaj yapması kararlaştırıldı. Refik efendi; bu karar üzerine İstanbul'a
geldi vaziyeti kontrol etti. Ondan sonra da harekete geçti, ilk işi hazine
vekili Nezir, hazine kethüdası Selim, baş-çukadar Abdülfettah ağalara da
sokularak müşehadeierini nakletti. Gördüğü, yeniçerinin azıtmış olduğunu,
şeyhülislam azil ve tayininde bile rol oynadıklarını bunun devletin şanına
nâkise getirdiğini, şeyhülislam, kazasker ve bazı yeniçeri komutanlarının
zorla hüküm ferma sisteminide kollektif olarak kullandıklarını, bu gibi nâmakul
davranışları sonuçlandırmanın gerektiğini, bunu yapacak kimseninse, Alemdar
Mustafa paşa olduğunu, son derece açık ve belagat dolu bir konuşmayla anlatıp,
kendilerini bu düşünceye celb etmeyede muvaffak oldu.
Bahse konu ağalar, Refik efendi'nin yaklaşımını, padişah
4. Mustafa'ya naklettiler.
4. Mustafa hân; "Ocaklı şu son günlerde uyuşmuş gibi oldu. Diğerleri de
bir sükunetlar. Bu tedbir şimdilik dursun." Dedikten sonrada, Alemdar
Mustafa paşanın İstanbul'a getirtilmesini tehire, Refik efendiyi ise dâire-i
kitabet riyasetine yâni başkâtibliğe tayinle taltif eyledi Şimdi husule gelen
olay şu idi: Refik efendi, Alemdar paşa'yı İstanbul'a getirtmekte başarı
sağlayamamış, plân ise makul görünmesine rağmen kenara bırakılmış olunca, Rusçuk'ta
yüklendiği vazifeyi de ikmâl edememiş oluyor, böylece plân akamete uğramış
bulunuyordu. Ancak Refik efendi düşüncelerinin gerçekleşmesi için bir nevi
çalışmalar yapıyordu. Alemdar'ada, pek çok tarafdar kazandırmaya muvaffak
olmuştu. Edirne'ye giden Refik efendi, Rusçuk'tan yanına gelen Galip ve Tahsin
efendiler ile burada da bir gurubu temine muvaffak oldular. Köse Musa paşa;
bulunduğu vaziyet bakımından pek müşkül bir mevkide idi. Çünkü; Sultan 4.
Mustafa'nın adamları, 3. Selim hân'ın hayatını izale etme fikrini, uygulama
alanına sokma plânları yapmaktaydı.
Köse; bu düşüncelerden haberdar olunca en azından ka-immakamhğın
istifa yolu ile bırakılıp bırakılamayacağını araştırdı. Neticede, bu iş ancak
herkesin reyi ile yapılabilecek büyük işlerdendir ifadesiyle üzerinden attı.
Bu arada istifaya ait arzusu da yerine geldi. Rusya'ya firar etmiş bulunan
Tayyar Mahmut paşa geri geldi ve Trabzon eyaleti; üzerinde kalmak şartıyla
sadaret, kaimmakamlığına tayin olunurken, Köse Musa paşa da, İzmit'e
gönderildi.
Bu esnada Ruslar ile mütareke tamamlanmış olmasına ragmende bahse
konu devletin, bir tek askerini geri çekmemiş olduğu görüldü.
Paris'de bulunan Muhib efendi, gâhı Napolyon'un serzenişine gâhı
siyasetçilerin oyalamasına maruz kalarak Rus eiçi-si ile uzlaşamıyor ve
İstanbulda da, Sebastiyani 3. Seiim devrinde karşılaştığı itibarı göremiyordu.
Bu yüzden de, ba-bıâli'yi türlü türlü tehdidler altında tutuyordu. Ancak
susturulması kolay olmaktaydı. Elmas yüzük, mücevher kutu, süslü at takımı gibi
hediyeler, hasta ve mecali kalmamış generali yumuşatmaktaydı. Ancak bu tip
yumuşamalar, daha sonra daha fazla diklenmeleri intaç eder. Sebastiyani'de, bu
alışılmış usûlün haricinde kalamadı. Tercümanları, kapı kethüdaları hattâ
memurları bile Osmanlı devletini himayeye kalkıştılar. Sebastiyani'nin en fazla
uğraştığı, rikabı hümayun reisi Halet efendi idi. Hatta Halet efendinin;
İngilizleri el altından yanlarına çekme çalışmalarını haber aldığında
azlettirip, Kütahya'ya sürdürdü. Bütün bunlar olup biterken, Rusçuk yaranı da,
kendi işlerini plânlıyorlardı.
LZZ ulufesi verilmesi bahanesiyle serdarı ekreme, teşrifat-ı
seniyyeyi ve ordu masrafı için binkese akça ile Edirne'ye giden Zenci Nezir,
serdar-ı ekreme ve sadaret kethüdasına Morali Osman efendi ile yeniçeri
ağasına da Sultan 3. Seiim'in ortadan kaldırılması bahsini açtı. Osman efendi,
Ağaya: "Ocak; henüz Genç Osman'dan kalan, katillik lekesini üzerinden
silemedi ve sizde çekininiz. Çünkü Allahü Teâlanın lanetine uğrarsınız"
mealinde haber göndererek, red söz söylemiş oldu.
Diğer taraftan da Refik efendide, Sultan 4. Mustafa'nın adamı
sadaret kaimmakamı Tayyar paşa ile sadrıazamın arasına fit koyarak, ayrıca
Tayyar paşa ile şeyhülislâm Ata-ullah efendininde arasında hükmetmek davasından
dolayı Tayyar paşa şeyhülislâmı makamından attırmak için müsaade elde etmeyi
başarıp, meseleye arızalı bir sonuç getirmişti.
Fahişe kavgasından dolayı, bir yeniçeriyi öldüren ve Fatih camiine
sığınana, kapılardan giripde yeniçerilere silahla ateş eden ve savunmada
bulunan Lâz ve yobaz güruhundan birinin, derhal idamı için, büyük bir hiddetle
şeyhülislâmın camiden içeri girip, daha sonra ölümüne sebeb olması ulema ve
talebe güruhunun yüz çevirmesine, yeniçeri kışla ve ocaklarına iltica edenler,
saldırıdan masun kaldıkları halde, Fatih camiine onlar kadar saygı gösterilmedi
tarzındaki dedikodu çoğalmasına sebebiyet verdi. Bunların hepsi de, Rus-çukda
toplaşan yârana güç sağlıyordu. Tayyar paşa ise, şeyhülislâmın,
Cebbarzâdelerin nefretle anılanlarından olduğundan, Sultan 4. Mustafa en
sonunda kaimmakamlıktan azlederek Dimetoka'ya göndermeye mecbur oldu. Paşa
mazulen giderken, serdar-ı ekrem ile şeyhülislâmın teşviki neticesi olarak
başındaki kalabalığı dağıtarak, Hacıoğlu Pazarcığına çekildi.
Rusya ile mütarekeye ayrılan müddet sona ermiş, ordunun ise,
sefere gidecek hâli kalmamıştı. Edirne'de toplanan bir askeri meclis,
vekillerden bîrinin huzur-u şahaneye giderek, vaziyeti şifahen bildirmesi
kararlaştırıldı. Sadaret kethü-dalığına yeni getirilmiş bulunan Refik efendi bu
vazifeye de nasb olundu. Yarandan Galib efendi kitabet reisliğine, Tahsin
efendi çavuşbaşılığa, Alemdar Mustafa paşanın bağlılarından, Seyid efendi de
ordu kasapbaşılığına tayin edilmişlerdi. Bu vaziyette ordu yaranın, Alemdar'da
Ramiz efendinin eline geçmişti. Gizli haberleşmeler devam edip gidiyordu.
Tesadüfe benzer halde serdar-ı ekremin, Alemdara galip gelmek düşüncesiyle
eşkiyalardan Yılakoğlu, Gavur Hasan vede İbraİyl nâzın gibi heriflerle anlaşmak
üzere Edirne'ye davet ettiği, Alemdar Mustafa paşanın da avlanmak maksadıyla onbin
kadar askeri yanına alıp da*Edirne taraflarına yürüdüğü işitildi. Edirne
olsun, İstanbul olsun telaşlandı. Hâttâ Sultan 4. Mustafa, bir gece de
şeyhülislâm İle kaimmakam Eğinli Mustafa paşayı iki defa çağırıp sorduysa da,
bir cevap alamadı. Alemdar Mustafa paşanın taraftarlarından oldukları halde
merkezi idare tarafından bu çeşit münasebetleri olduğu bilinmeyen ordu ileri
gelenlerinden çıkan evrakdaki vuku'uhâl:
"Serdar-ı ekremin zaafı pek açık olarak ortadayken, Yiia-koğlu
gibi bazı kimseleri Edirne'ye davet etmesiyle, Alemdar paşanmda canını sıktı.
Artık harekete geçme zamanı geldiğini anladı. Avı bahane ederek, Edirne'ye
doğru yola koyuldu. Eğer şimdiden çaresine bakılmaz ise sonu yaman olur"
şeklinde anlatılıyor. Alemdarın sevmediği kimseler, derhal Edirne'den
uzaklaştırıldı. Yılakoğlu ve benzeri kimseler boğaz muhafızı Hakkı paşa
maiyetine verildi. Öte taraftan Refik bey de, serdar-ı ekrem ve Alemdar paşa
arasında bir ortak nokta temini için birinin gönderilmesini tavsiye'etti.
Desise-i azime ile yâni büyük bir fırıldak kurarak serdar-ı ek-remi, Alemdar
paşanın yanına kendilerinden birisi olan Be-hiç efendi'yi gönderdi.
Behiç efendi de, güya aralarını bularak avdet eyledi. Behiç
efendinin dönüşünden sonra, orduda kurulan meclİsde, mütareke sona ermiş
olmasına rağmen sulhda gerçekleşmediğinden, Rusların, Buğdan'a asker
sevketmelerinden mütevel-lid savaşında süreceği anlaşıldığına göre, sancağı
şerif beraberinde olduğu halde, ordu heyetinin Edirne'de ve Alemdar Mustafa
paşanın maiyetine yeterli sayıda asker verilerek Tuna sahillerinde kalmasına
dair verilen kararı elinde olduğu halde İstanbul'a geldi Fettah ve Nezir ağalar
ile gizlice görüşerek, Alemdar Mustafa'nın, ne büyük sadakat ve bağlılığın
sahibi olduğunu belirtmek için bütün belagat ve maharetini ortaya koydu.
Ağalarda kandılar. Hâttâ: "Efendimize hizmet etmek ister diyorsunuz.
Evvelâ da sultan Selim'i idam etmelidir." Dediler. Behiç efendi,
kastedileni anladı ve net olarak, "bu cihet tasdik olunur isede, bu işin
şimdilik geri bırakılması lâzım geldiğini, yeniçeri ile İstanbul halkı, rumeli
ayanları ve serasker paşanın bu görüşün aleyhinde olup, bilhassa 3. Se-lim'in,
Fransa ile imparatorla var olan münasebetlerindeki ileri dostluk, hatta hâl
olunduğunda da general Sebastiyani'nin meclisdeki konuşmasında husule getirilen
vaziyete imparatorun, infial derecesinde kızgınlık gösterdiğini söylediğini,
ondokuz sene padişahlık yapan bir zâtın gerek İstanbul'da gerekse bir çok
yerde, taraftarları olabileceğini, vakit geldiğinde de, Alemdar paşanın bu işi
göreceğini" söyledi. Velhasıl; Fettah ağa tarafından Alemdar Mustafa
paşaya hitaben "iktizasına göre harekete izn-i hümayun verilmiştir"
mealinde bir mektupda aldı Behiç efendi. Ayrıca Behiç efendi, defterdarlık
görevi ile Edirne'ye geldiğinden bu mektup doğrudan Alemdara gönderildi.
Zapturapt ortadan kalkmış, yamaklar, zorbalar ise var olarak olayların arkası
kesilmiyor, hattâ hapse konan bir kaç edebsiz yamak Macarkaleli Kerim ve emsali
zorla Çardak kulluğundan almak ellialtı kişi ile birleşip, Karakulak Abdullah
ağa ile yeniçeriağasını Ağa kapısından toparlayarak, sille tokat başyasakçı
odasında tevkif etmek gibi durumlar da ola geliyordu. Fakat bunların da her
türlü neticesi şeyhülislâm ile diğer baskıcı kimselerinde nüfuzundan
kaynaklanıyordu. Bu arada da, Rusçuk yaranının plânîarıda inkişaf ediyordu.
Hattâ o dereceye kadarki, serdar-ı ekrem mütareke müddeti sona erdiği halden
dolayı sefer işleri için müzakerelerde bulunmanın gereğinden; zaten ayanları
beş altı bin, sekban askeri ile dolaşmaya çıkmış Alemdarı Edirneye davet edecek
idi. Alemdar Mustafa paşa ordusu ile gelerek serdarıekrem ile görüştü. Bununda
haberi İstanbulda pek çeşitli tefsirlere tâbi tutuldu. Serdar ile Alemdar paşa
arasında görülen ^yaklaşma eylemleri o dereceye vardıki, görenler ittifak
etmişler sanırdı. Bir gün, müzakere esnasında, askerin Edirne'de kalmasından
dolayı aylığı birkaç bin keseye malolduğundan ayrıca para teminindeki sıkıntı,
İstanbul'a gitmeyi tercih etmenin daha uygun olacağı, mütareke sulha dönüşmese
bile payitahtça lâzım gelen tedarikler daha iyi şekilde temini mümkündür,
şeklinde serdar-ı ekremin kafasını o yönde imale ettiler. Serdar da, bu hususu
beğenerek kısa zamanda harekete karar verdi. Bunun üzerine Alemdar paşa'da
"Bende gideyim, padişah efendimizin yüzünü göreyim, ayağına yüzümü
süreyim" deyince, etrafın-dakilerde benzerleri gibi hayırlı teşebbüsün,
Refik efendi dahi, gizlilik içinde serdar-ı ekreme sual edilecek olursa,
hatırlı vede nüfuz sahibi kimselerin gayretleriyle dönüşün keşmekeşe
düşeceğinden bahisle, iknaya çalışıp kandırdılar.
Hakikaten bir kaç gün sonra, sabahın seher vaktinde Alemdar
Mustafa paşa, serdar-ı ekrem ve Çarhacı Ali paşa ile Behram paşaları önüne
katarak, kendisinin birlikleriyle beraber ordu İstanbul'a yürüyüşe tevcih
olundu. Ordunun harekâtı Edirne'deki memurlarla, kâtiblerin çok büyük kısmının
haberleri dışında cereyan etmişti.
Kabakçı'nın İdamı
Alemdar Mustafa paşa ordunun harekatından evvel Bo-ğazhisan ayanı Hacı
A!i ağa'yı, boğaz nazırlığına getirilmiş Kabakçi'yı idam etmesi için, Karadeniz
boğazındaki Rumeli feneri kalesine yolladı. Ali ağa dosdoğru Kabakçi'nın kale
dışındaki evine gidip, hakkında emir var idam olunacaksın sözlerini
sarfederek, doğrudan içeri girip, yatağında bastırmış olduğu Kabakçı'yi
öldürdü. Vücudundan ayırdığı kelleyi, Alemdar Mustafa paşaya yolladı. Ordu bu
olay husule geldiği sırada, Çorlu menziline gelme durumundaydı. Kabakçi'nın
idamı olayı yamakları şaşkına çevirdi. İstanbul'da şüyu bulduğunda da, hâle
İstanbul ahalisi hayret etti. Sebebide olanlardan ne padişahın, ne de devlet
erkânının haberi bulunuyordu. Bu vaziyet karşısında kaleyi yamakların muhasara
altına aldığı görüldü. Hacı Ali'nin askerlerine ceza olmak üzere perişan
edilmelerine dair irade çıktı.
Böylece toplarla ateşe tutmaya başladılar. Kaleye sıkışmış bulunan
Ali ağa kalede bulunan toplar ve askerlerinin silahları İle kuşatmacılara
cevaba gayret verdi. Top sesleri, İstanbul'da dolaşmakta olan dedikoduların
yanında hiç mesabesinde kalmaktaydı. Bu sırada ise, Alemdar paşanın ordu ile
birlikte gelmiş olma haberi şehir içinde duyulduğunda ortalığı bir korku aldı.
Şehrin her semti allak bullak olmuş, her dakika bir şayia, yalana dayalı bir
hikâye, bir söz, bir tahmin, ağızdan ağıza yayılıyor, savunma plânlan
kuruluyor, çıkartılan bir hatt-ı hümayunla geri gitmelerini sağlayacak
tedbirler araştırılıyordu. Enson söz salı günü şehre girecekler diyen sadaret
kaimmakamı Mustafa paşa daha sonra da "elbette gerekmese gelmezler ve
külfeti seçmezlerdi" ile "evet evet öyle ya! Lâkin bir kaide sancağ-ı
şerif daveti için adam gönderilmelidir" sözleri olmuştu. Bunun üzerine
hazine vekili Nezir ağa'ya davet etme görevi verilerek orduya gönderildi.
1222/cemaziyeievvel/25-1807/ağustos/3 salı günü şeyhülislam ve
sadaret kaimmakamı, bütün kadı efendiler, devlet erkânı karşılama merasimi
için, İncirli (Bakırköy) çiftliğine giderek, serdanekrem ile konuştukları
gibi, Alemdar paşayı tebriğe davrandılar. Alemdar Mustafa paşa, teşrifat usûllerinden
anlamamaktaydı. Ancak yanında bulunan Köse, kethüda Ahmed efendinin uyarısı ile
çadırından bir kaç adım dışarı çıkıp, gelen zevatı karşıladı. Şeyhülislâm
Atauliah efendi, Alemdar'a hürmeten meclisten biraz öteye oturdu. Alemdar
Mustafa paşa, farkına varıpda: "Buyrun efendi, buyrun siz hem başı büyük,
hem işi büyük zümerasındansı-nız. Size riayet etmeğe herkes mecburdur, şeklinde
hürmet ifadesinde bulunduysa da, Atauliah efendi bu sözlerden fazlasıyla
alındı.
Sultan 4. Mustafa, sancak-ı şerifi İncirli ile Davutpaşa arasında
karşılayarak teslim aldı. Önce sadrazam, bilahire
Alemdar ayak öptüler. Önce ordu İstanbul'a girdi, onları takibende
Aiemdar'in birlikleri şehre dahil oldu. Kabakçı olayını aklına bile getiren
yoktu. Hattâ yeniçerilerden de iki tane meşhur odabaşı öldürülmüştü. Kimse de,
ağız açacak bir cesaret görünmemekte idi. Alemdar paşa, bir iki gün sonra silahlı
ve beş-altı binkişiyi bulan askeri ile babıâli'ye geldi. Bu sırada şeyhülislam
Ataullah efendi azl olunup, makamı meşihata Arapzade Arif efendi tayin olundu.
Ortalığı bir sükût kaplamıştı.
Mütegallibeden, Şemseddin efendi Bursa'ya, Anadolu Kazaskeri,
Nureddin efendi Kütahya'ya, Hoca Münib efendi Ankara'ya sürüldüler. Aygır imam
azlolundu. Buna rağmen kimse aldırmıyordu. Herkes, Alemdar paşanın, şeyhülislâm
ve adamlarını görevden, tard için gelmiş diye nitelendiriyordu. Hele sadrıazam
Çelebi Mustafa paşa, mütegallibenin dağılması neticesinde müstakilen
sadrazamlık yapacağına ait duygularla sevinçten uçuyordu. Artık içinde
bulunduğu duygularla Alemdar paşaya, Şeydi Ali reisin kapdanı deryalıktan azli
hususunda, "siz gidin. Ben istediğinizden daha alasını yaparım" diye
cevap verirken, gerek valde sultandan gerekse padişahdan aldığı emirler
üzerine olanlara yavaşlık getirmek, bir an evvel; Alemdarı İstanbul'dan
uzaklaştırıp, bir başına sadaret zevki tatmak istiyordu. Ancak söylediklerine
karşılık, Alemdar paşanın yüzünde görülen sertleşme emaresi işin renginin
değişeceğini gösteriyordu.
Ayrıca bazıları tarafından da, maksad-i hakikinin 3. Selim hân'ın,
Osmanlı tahtına yeniden çıkması çalışmalarından olduğu duyurulunca sadnazamın
korkusu arttı ve şayiayı da Sultan 4. Mustafa'ya duyurmaya karar verdi. Ne
varki padişah, bu uyarıyı fazla önemsemedi. Bu hâl üzere padişahın en yakını
olan kimselerle görüşmeler yapıldı, konuşmaların cereyanı: "İş, işden
geçiyor. Sonuç da hiç hoş olmayacak. Ruhsat verilsin, ben Refik efendi ile
arkadaşlarını idam edeyim. İstanbulun kapılarını kapatayım arkasından Ocaklı
ile Alemdar ve Ramiz efendinin üstüne çullanıp, işlerini bitireyim, şeklinde
telâş gösteren sadrıazam, karşısında ki Nezir ağa ve diğerlerine bu düşüncesini
kabul ettiremezdi. Çünkü, daha Önce Behiç efendi bu zevatla yaptığı görüşme de,
Alemdar paşanın onlar tarafından benimseyebilecek görüşlerin müdafii şeklinde
gösterilmesi başarılmıştı. Buna bağlı olarakda padişah yakınlarından
sadnazamın aldığı cevap: "Sen vehime düşmüşsün. Alemdar paşa sadık bir
kimsedir" şeklinde olmuştu. Fakat bu gizli haberleşme ve konuşmayı, Rusçuk
yaranı haber aldı. İşi pek çabuklaştırmak gerektiği lâzimeden sayıldı.
Alemdar Mustafa paşa, bir sabah ansızın yanında onbeş-bin asker
bulunduğu halde, İstanbul'a girip babıâli'ye dayandı. Sadrazamın odasına
hiddet içinde girip.büyük bir nefretle: "Bre herif, mührü hümayunu
ver" şeklinde haykırdığında, şaşıran sadrıazam ne sebeblere baliğ ise
mührü bulamaz hale geldi! Alemdarın eline geçen mühre bakıp ne yapacağını
düşündüğünü gören Refik efendi, paşayı ikaz İle mührün, Çavuşbaşıya verilmesini
işaret etti. Sadrazamıda yanında bulunan ayanlardan Boşnak ağa'ya teslim ederek
Çırpıcı ça-yırındaki ordusuna yolladı. Bu sırada şeyhülislâm ve kadı'la-rıda
davet eden Alemdar paşanın sadnazama yaptıkları, şeyhülislâm Arapzade Arif ağa
tarafınca öğrenildiğinde şeyhülislamın dizleri titremeye başladı. Hele:
"Din ve devlete ait işlerimiz var, nezd-i hümayuna (padişahın yanına)
varmak lâzım geldi, kalk gidelim" dediğinde, işin encamını anlayan Arif
efendi, iyice mecalsiz kaldı. Alemdar Mustafa paşa, şeyhülislâmın bu hâlini
görüp tereddüt etmeye yorarak "Ara-poğlumusun? Nesin? Kalk" diye
şarlayınca bütün bütün şaşıran Arif efendi, tecdid-i iman getirerek, yürümeğe
başladı.
Alemdar Mustafa paşanın babıâlideki icraatı sarayın içinden de
duyulunca ortalığı bir velvele kapladı. Şaşkınlık alametleri gayet bariz
şekilde müşehade olundu. Alemdar paşa, Soğuk-çeşme kapısından saraya girip,
orta kapıda durdu. Kızlar ağası Mercan ağayı çağırttı. Ona: -Bütün ulema,
devlet adamları, rumeli ağaları ve ayanları, anadolu hanedanları Sultan Selim
efendimizi taht'ta görmek istiyor bizde bu yüzden buraya geldik. Hemen Sultan
Selim efendimiz çıkarılsın. Kendisini tahta çıkaralım. Dedi. Şeyhülislâm
Arapzade Arif efendiyi'de Sultan Mustafa'nın yanına yolladı. Hiç bir'çaresi
olmayan şeyhülislâm, vaziyeti öğrenen padişah 4. Mustafa'nın tehdidlerine
maruz kaldı.
4. Mustafa, "yıkıl git. Cemiyeti dağıt. Paşayı da geriye
yoi-la! Yoksa seni parçalatırım" sözleri ile koğulduğu görüldü. Padişahın yanından
çıkıp da giderken, 4. Mustafa'nın yakınları kendisine bağırıyor, soğuyor hattâ
ilişmeğe teşebbüs edenler bulunuyordu. Bu şaşkınlıklara düşen şeyhülislâm
Arapzade Arif efendi, şimdi de, Alemdar Mustafa paşanın karşısında saçma sapan
konuşmaya başladı. Ondan da: "Bre münafık herif, sen içeride işi başka
kalıba döktün ha! Şimdi gidecek, bu işe bîr güzel suret vereceksin"
azarlayıcı tarzında iâflara maruz kaldı. Vaziyetin pek büyük olan nezaketinden
şeyhülislâm iyicene şaşırmıştı. Biraz bekledikten sonra da kendini buldu,
"söz, nasihat kâr etmiyor" şeklinde meramını nakletti. Aynı anda ise,
Alemdar Mustafa paşada, balta ve kazmalarla kapalı olan Akağalar kapısını
kırdırıyordu. İçeridekilerin korkunç seslen duyuluyor, seslerinden titredikleri
anlaşılıyordu ve buna karşılık, içeride bu inkılabın en kanlı sahnesi
hazırlanmaktaydı. Sultan Mustafa, yakın ve sadık adamlarını toplamış kurtuluşa
bir yol aramaktaydı. Zorbalık ve tehdid, hepsinden feci bir tedbir bulma
yoluna sevk etti. "Sizin padişahlığınıza devamınız, Selim ve Mahmud'un
izalesine bağlıdır. İzin veriniz. Haremi hümayuna girelim. Biz çıkıncaya kadar
da, babüssade kapısı kapalı tutulsun." Dediler. Saltanat zevki, tehlikeli
dönem, bilhassa bu gibi adamların müstebit düşüncelerinin erbabına, tattırmak
için izin verdi. Başçukadar Abdülfettah, hazine kethüdası Ebe Selim, Nezir ağa,
İmrahor Deli Eyüb oğlu Mehmed, Bağdadlı Hacı Ali bostancılardan Deli Mustafa,
beraberlerinde saray muhafızlarından olan beş/on bostancı ve baltacı olduğu
halde, haremin içine daldılar.
Biraz evvel; 3. Selim'i kurtarmak vazifesiyle Alemdarın yanından
gelen kızlarağası Mercan Ağa, zaten kendi adamları olduğundan bir şaşırma ile
dairesine çekildi. Katiller hareme girdiklerinde ilk önce 3. Selim'i
karşılarında bularak üstüne hücum ettiler ve şehid ettiler. Şehzade Mahmud,
Lalası Anber ağa ile arkadaşı Hafız İsa, vakadan haberdar oldukları andan hemen
sonra efendilerini kötü bir teşebbüsden korumak maksadıyla yanına koşmuşlardı.
Gözü dönmüş katiller, şehzade Mahmud'un dairesine saldırıya geçtiğinde, karşılarında
kılıçlarını çekip şehzadeyi savunan bu iki fedakâr zat ile karşılaştılar. Yine
bu sırada, cariyelerden adını tarihlerimize, Çevri Kalfa diye yazdıran
hanımda, hamam külhanından elde etmiş olduğu bir tas külü saldırganların
suratlarına serpti. Gözleri külün tesiriyle hedef göztemeyen saldırganları
oyalamış oldu. Bu oyalamadan kazanılan zaman içinde, hazine tarafında da
seferli kethüdası Mehmed bey ve 1. imam Tatar Hafız Ahmed efendinin tavsiyeleri
ile Anber ile İsa ağalar, şehzade Mahmud'u, haremin bahçesinden kuşhaneye, arz
odasına bakan dama çıkardılar. Ancak; Ebe Selim denen zorba yetişmişti. Hattâ
fırlattığı hançer tam isabet kaydetme-mişse de, yine Sultan 2. Mahmud olacak
genç şehzadeyi kolundan birazcık yaralamıştı. Ayrıca hücumlar esnasındaki
gösterdiği telâş yüzünden dama çıkma esnasında alnını kapırım sürgüsüne
çarparak yaraladı. Sağ kaşını dikkatle gö-zetleyenler, mevcud iz'in bu yaradan
kalma olduğunu anlarlardı.
Birinci İmam Hafız Mehmed efendi ile Seferli kethüdası olan Mehmed
bey, baş Lala Tayyar efendi, Koyunyiyen lakabı ile tanınmış Arif ağa aşağıda
hazırlıklı olarak beklemekteydiler. Dama çıkmış bulunan şehzadeyi
gördüklerinde, kuşhane ve meşkhane de bulunan merdivenleri bir koşuda alıp getirdiler
ve de iplerle birbirlerine bağlayarak, dama çıkmış istikbaün padişahının yere
inmesine yardımcı olduk-.r. Bu sırada ise, Alemdar Mustafa paşa, Akağalar
kapısını kırdırmaya muvaffak olmuştu. Böylece içeriye girmiş ve arz odasının
babüssade hizasında bulunan kapı önüne geldiğinde, 3. Selim hânın bir süte
örtü!ü ve kanlar içindeki cesediyle karşılaştı. Bir çok yara ve bereden başka,
sağ şakağının derisi sakalıyla beraber çenesine kadar inmiş idi. Alemdar;
ürpertici bu dehşet manzarası karşısında ağlamağa başladı: "Vay efendim,
ben seni tahta çıkarmak için bu kadar yoldan ge-leyimde, şu gözlerim, seni bu
halde görsün. Ben de, şu andan itibaren enderun halkını öldüreyimde intikamını
alayım." diyerek, bütün mevcudiyetiylede talihsiz padişahın kanlı cesedine
sarılıp, yere kapandı.
Paşa, büyük üzüntüsü içinde tutamadığı ahlar ve vahlar ile
maiyetindeki o acaib kıliklı ayan ve sekbanları da, galeyana getirmiş oluyordu.
Cidden Osmanlı başşehri, büyük bir buhranın, büyük bir tehlikenin içine
düşmüştü. Sultan 4. Mustafa ise, Bağdad köşkünde gezinirken hırsı, hayret ve
ızdirabını geçerek: "Ben taht'tan inmedim. Mahrnud'u kim çıkardı? Diye
söylenmekteydi. Alemdar'ın gözüne ilişince, Alemdar paşa: -Bu kim? Sultan
Mustafa'mı? Söyletin ona! Ana bucağına gitsin. Yoksa elimden kıyamete kadar
lanetlenmeme se-beb olacak bir iş çıkacak. Dedi. İmam Ahmed efendi ve bazı
kimselerde yanına giderek: "Osmanlı tahtında nasibiniz bu kadarmış! Biraz
harem-i hümayuna teşrif ediniz, istirahat buyurunuz." Nazikâne sözleriyle
4. Mustafa harem cihetine gönderildi. Çok dikkat çekicidir ki, Rumeli
adetlerine uygun olarak, kadınlara silah çekilemediği için Sultan 4. Mustafa'nın
annesi, söylenmesi doğru olmayan lakırdıları sıraladığı halde, Alemdar kedi
gibi sinerek ses çıkaramadı. Hattâ Ahmed efendi; valide sultanı güç belâ
susturabildi. 1222/rebi-ülevvel/21. -1807/mayıs/30. cumartesi günü tahta çıkan,
4. Mustafa 14 ay 15 gün sonra hal'i vuku bulmuştur. Daha sonraları idamında 30
yaşlarında bulunmaktaydı. Tarihler, Sultan Mustafayı nizam-ı cedid
aleyhtarlığı, 3. Selim ile şehzade Mahmud'un yok edilmesine rıza göstermiş
bulunduğundan bahsetmekte olup, hakkında başka bir mütalaa da ileri sürmemektedir.
Sultan 4. Mustafa'nın Hanımları
Sultan 4. Mustafa'nın eşleri oiarak sayın Oztuna Bey'de dört
hanımdan bahsedilir, ki bunlar, Şevk-ı Nur, Dil Pezlr, Seyyare ve Peyk-i Dil
isimli sultanhamınlardır. Bunların içinde Şevk-ı Nur Hanımefendi; 1784'de
doğmuş vede 1812'de 28 yaşında olduğu halde vefat etmiş, Sirkeci'de Hamid-i Evvel
türbesinde defnolunarak ebedi istiratgâhina konmuştur.
Dilpezir Kadınefendi 1784'de doğmuş 1809'da 25 yaşında olduğu
halde vefat etmişti*. Abdülhamid-i Evvel türbesine defnolunmuştur.
Seyyare Hanımefendi ise 1786'da doğmuş, 1817'de 31 yaşında olduğu
halde, vefat ederek o da diğer kumaları gibi aynı türbede defnolunmuştur.
Peyk-i Dil ise, Çağatay Oluçay Bey'in listesine girememiştir.
Oztuna Bey, bu hanımı kaydediyor ve şunları söylüyor:
Kocası Mustafa'ya tahtda tek başına kalabilmesi için, 3. Se-lirn'i
de, şehzade Mahmud'u da öldürmesini tavsiye edendir. Doğumu bilinmeyen bu
hanımsultanm vefatı 29/tem-muz/1808'de, padişah 2. Mahmud'un emriyle, suç
ortağı bir kaç câriye ile birlikte boğulmak, ayaklarına taş bağlanarak Marmara
denizine atılma suretiyle katledilmişlerdir.
4. Mustafa'nın bir tek kızı dünyaya gelmişse de bu doğum babasının
vefatından beş ay, yirmi gün sonra olmuş ve 6 ay, 8 gün yaşamıştır. Peyk-i Dil
hakkında Çağatay üluçay bey, dip notta bahsetmektedir. Öte tarafdan 4.
Mustafa'nın katlediliş sebebini Öztuna Bey, Alemdar Mustafa Paşanın şehid
edilmesi sonrasında, Kandiralı İsyanı denilen isyanın socun-da yeniden taht'a
geçirilmesini bahse konu eden isyancılar 2. Mahmud'un emriyle, katledilmesine
zemin hazırlamış oldular. Tek kalabilmek için 3. Selim ile şehzade Mahmud'un
öldürülmelerini emreden zihniyet, çok geçmedi ki aynı oyuna düşerek ölümün
kucağına uzandı.
," -
4. Mustafa'nın Sadrıazamları
4. Mustafa; Kabakçı Mustafa isyanı sonrasında Osmanlı tahtına
geldiğinde makam-i sadaret'de İbrahim Hilmi Paşa bulunuyordu. Aradan 21 gün
geçtiğinde, 4. Mustafa, sadaret makamına 18/haziran/1807'de Çelebi Mustafa
Paşayı getirdi. Bu zâtın sadaretini 1 sene, 1 ay, 10 gün sürmüş olarak
görüyoruz. Bu Çelebi Mustafa Paşanın elinden mührü Alemdar Mustafa Paşa
istemiş ve almıştı elindeki mühre bakarken, birisi hatırlatmış padişaha
gönderilmiştir. Fakat; Alem-dar'i sadarete tâyin eden, ne 3. Selim, ne de 4.
Mustafa'dır. Şehzade Mahmud'dan başkası değildir. Böylece 4. Mustafa'nın iki
sadrıazamla çalıştığını görüyoruz.
4. Mustafa'nın Şeyhülislâmları
4. Mustafa; tahta çıkarıldığında, makam-i meşihatda Topal Mehmed
Ataullah Efendi bulunuyordu. 13/temmuz/1807'de görevden aldığı Topal Ataullahin
yerine Samânizade Hulusi Efendi, 2. meşihatine gelmişse de, burada görevi ancak
bir gün sürebilmiştir. Ataullah Efendi yeniden makam-ı meşiha-te getirilmiş ve
21/temmuz/1808'e kadar burada vazife görmüştür. Bunun yerine de Arabzâde
şeyhülislam olmuştur. Arabzâde Mehmed Arif Efendi, 25 gün süren görevinin 7 gününe
kadar 4. Mustafa'ya hizmet arz edebilmiştir. 28/tem muz/l808'de Alemdar Mustafa
Paşa tarafından tahttından düşürülen 4. Mustafa, katledileceği târih olan,
16/ağus-tos/1808'e kadar yeniden şimşirliğe çekildi. Böylece dört şeyhülislâm
ile çalışmışsa da bunun ikisini Topal Ataullah Efendinin meşihati işgal
ettiğinden, üç zatla görevi geçiştirmiş oluyor.
3. Selim Ve 4. Mustafa Dönemi Deniz Harekâtları
3. Selim'in; Halil Hamid Paşa tarafından hazırlanan vede 1.
Abdülhamid'in tahtdan indirilmesi ve kendisinin tahta geçirmedeki
tasavvuratıni haber alıp, padişaha veren Kapdan-ı Derya Cezayirli Gaazi Hasan
Paşaya bu davranışı münasebetiyle burudet yâni soğuk olduğu kuvvetle
muhtemeldir, aslında 1. Abdülhamidin çok merhametli bir insan olması, veli-ahd
Selim'in hayatta kalabilmesinin en önemli unsurunu teşkil etmiştir. Yoksa
sadrıazamını, hemde, mâli işlerde farkı diğer devlet adamlarına nazaran pek
bariz şekilde müşahede olunan Haİi! Hamid Paşayı, ihanetin sahibinin hakkı
ölümdür görüşü istikametinde cezalandırmasını istikbâlin 3. Seüm'ine de
uygulayabilirdi. Takdir-i tecelli öyleymiş ki, hâl böyle takarrür etmiş. İşte
yukarıdan beri vermeye çalıştığımız malu-matda, 3. Selim Hân'n Gaazi Hasan
Paşayı makamdan tardı, her an beklenmesini iktiza eden halet-i ruhiyeyi
aksettirmekteydi. Nitekim; Dinyeper Kalesi savunmasına yardımın yapılabilmesi
için, İstanbul'dan taleb edilen, daha az su çeken gemi ve fedai dalgıçların
gelememesi! Veya gönderilmemesi, Paşanın, kaleye önemli yardımlarda bulunmasına
mâni teşkil etdiği ve sonunda kale'nin Rusların eline geçmesinin peşinden
padişahın, Gaazi Hasan Paşayı kusurlu addedip, görevden aldığını belirtir
Sultan'ın fermanını hemen aşağıya alıyorum: "Senden matlubu kat'î-yi
şahanem olarak, ancak ka-le-i mezkürenin kemakan memâliki islâmiyeye zam ve
il-hak-î kaziyesi olduğu muhtacı tarif ve beyan olmayıp, Derya kaptanlığının
uhdenden sarf ve tahavvülü dahi, bu meramın husulü iradesine mebnî idüğü
malumun oldukça.. .Bu bab-da sana istiklâl verilmiş olduğundan maade metalip ve
mül-temisatına dahî müsadei şehriyarem masruf ve bidiriğ kihnacağı muhakkak
iken, bu bab da, betaat ve tekasül ve qaflet ve tesahül vuku ile rnazallah
hüda-i teâla kale-i mezkürenin feth-ü teshiri tehire kalmak ve maslahat-u meram
üzere husule gelmemek lâzım gelir ise, sonra tarafından ahara atf-ukusur İle
asakir ve mühimmat-u levazımda şu noksan idi ve şöyle böyle olmak iktiza ederdi
diyecek nesne olmamağla, olvaktda izar ve ilel, sana bir veçhile müfit olmayacağı
ve nedamet ve pişmanlığın fayda vermeyeceği bi iştibahdır.. Zinhar hilâf-ı
memul vaz-ı namülayim zuhurundan tehaşi ve ittikayı tam eylemen
babınca.." Demekte olan fermanı, merhum amiral Büyüktuğrul, teknik
yetersizliklerin denizlerde nasıl zorluklara düşürdüğünün farkında ve bilgisinde
olmayan denizden anlamazlarn hâlini ortaya koyan bir misâl olduğunu ileri
sürüyorki, zaten şahsi bir değerlendirmenin mahsulü olan ferman, tabiiki
sahibinin arzusu istikametinde kaleme alınmıştır. Bizim bu hususdaki
mütalaamız padişahın her şeyi dikkatle takip ettiğini belirtir bir fermanı
yayımlamak olarak gördüğümüz gibi, 3. Selim'in, Hatt-i Hümayunları adlı
TTK'nın neşrettiği aynı adlı eserde bu arada bizce, kanaatimizi kuvvetlendiren
bir hususdur.
Cezayirli Gaazi Hasan Paşa'nın görevden azli ve yerine
20/4/1789'da gerçekleşti. Makama Girİdii Hüseyin Paşa getirildi ve bu zat,
Öztuna Bey'in "Hanedanlar" isimli kıymetli çalışmasının, 996.
sahifesinde kapdan-ı derya görevlerini deruhde edenler sıralamasında, Giridlİ
Hüseyin Paşayı 155. Kapdanıderya olarak sunar ve görev müddetinin 2 sene, 10
ay, 21 gün tuttuğunu beyanla onun yerine 156. kapdanıder-ya olarak da Dâmad
Küçük Hüseyin Paşanın nasb olunduğunu bu târihi adaşı Girid'linin azil târihi
olan, I 1/mart/l 792'den başlatıp, 11 sene, 8 ay, 27 gün görevde bulunduğunu ve
vefatı münasebetiyle 1803 yılında görevinden, dünyadan ayrıldığını ifade
ederken dehâ sahibi son amiralimiz olduğunu beyan eder.
Larus'da; Oiridli Hüseyin Paşa hakkında, pek küçük bir biyografi
bulunmakta hakkında şunlar yazılıdır: "tersane-i ami-rede kaptan idi.
1788'de Rumeli Beylerbeyi olurken, kapda-nıderyalıkda uhdesine verildi.
Gösterdiği başarılarda, vezirlik rütbesine yükselmesine neden oldu. 1
l/mart/1792'de kap-danideryalık Küçük Hüseyin Paşaya tevcih olunduğundan,
Giridli Şam'a vâfi olarak gönderildi. Deniz savaşlarında bilgili, taktisyen ve
çok cesur idi. Küçük Hüseyin Paşa, 1757'de doğmuş ve 1803'de İstanbul'da
Kuruçeşme'de vefat etmiştir. Doğum yeri Gürcistandır. Bu zatın 3. Selim'in süt
kardeşi oi-duğu kaynaklarda yer almaktadır.
3. Selim 1761/aralık/24'de doğmuştur. Aralarında dört yaş vardır
ki süt kardeşliği ikibuçuk yaşın altında gerçekleşir denmektedirki, iş tahkike
muhtaçtır. Giridli Hüseyin Paşanın kapdanıderya görevini aldığında sadarete
kur'a çekmek yoluyla Şerif Paşayı getiren padişah, bu garib görev verme münasebetiyle
hem kendi hem sfdrıazam, ahalinin güvenini haylice kaybetmişti.
4/ağustos/1791'de Ziştovi antlaşması imzalandı. Bu antlaşmanın
tarafları Osmanlı devletiyle Avusturya idi. Yine, 9/1/1792'de Rus'larla da Yaş
antlaşması imzalandı. Kırım'ın alınmasını temin için ayağa kalkan Osmanlı
devleti, oturmak zorunda kaldığında haylice büyük zararlara uğramış olduğunu
gördü. Padişahın her kaybedilen savaşın sonunda sadrı-azam değiştirmesi, Halil
Hamid Paşa kumpasını padişah 1. Abdülhamid'e haber verdi diye de Cezayirli
Gaazi Hasan Paşayı sadaretden aldığı, gibi bir daha makama almaması azim
hataydı.
Sadrıazamlar ise kendi bilgi ve araştırmalarıyla değil de
başkentteki diplomatlarla yaptıkları görüşmelere ve buradan edindikleri
intibalara göre ayarlıyorlardı. Bu çok yanlıştı, çünkü diplomatlar son derece
seçilmiş kimselerin içinden geldiğinden, bizim devlet adamlarını pek güzel
aldatabiliyorlardı. Deniz kuvvetlerini kullanma hususunda hayli temaruz eden
devlet yönetimi, Kılıç Ali Paşa yâni 1587'den beri donanmayı her dem taze
tutamadı, tutmadı.
Denizleri, Venedik, Ceneviz, İspanya Fransa ve İngilizlere adetâ
bırakmayı tercih ettiği gözlemlenmiştir. Ancak hemen ilâve etmek gerekirki; 3.
Selim bu ihmalin farkında olup, ülkede tersaneleri harekete geçirme işine pek
ehemmiyet vermiştir, istanbul, Gemlik, Çanakkale, Limni Midilli, Bodrum,
Rodos, Sinop, Ereğli, Sohum tersaneleri olmak üzere on tersane harekete
geçirilmiştir. En küçüğü 38;5 arşın yâni, 23 metre 10 cm'den, 35'metre,
70'cm'ya kadar gemiler adı geçen tersanelerde yapılmaya başlanmıştır. Aşağıya
bu gemilerin adları, mürettebat sayısı, top adedi, yapım yılı ve de yapan
tersanenin çizelgesi çıkarılmıştır: Gemi adı Mürettebat Sa. Top ad. Yılı
tersane Selimiye 1200 62 1796 İstanbul Tavusubahri 900 82 1798
"Heybetendaz 850 76 1796 Bodrum
Besaretnuma 850 76 1797 Bodrum
Bediinusret
900 82 1797 İstanbul
Aslanıbahri 850 76 1794 İstanbul
Şehbazıbahri 850 74 1793 Bodrum
Sayyadıbahri
850 74 1793 Çanakkale
Ejderibahri
850 74 1793 Gemlik
Ziveribahri
700 68 1796 Midilli
Pertevinusret
700 68 1793 Sinop
Asarınusret
800 74 1793 İstanbul
Kaplanıbahri 850 76 1799 Rodos
Seddüibahir
850 76 ?*?? İstanbul
Fatihibahri
550 60 1791 Sinop
Bahrizafer
750 72 1789 İstanbul
Fevzihüda
650 66
1790 Bodrum
Yukarıda adları yazılı kalyon tipi oiup, 1 lbin mürettebat ve 1016
adet top gücündeki gemilerimizdir.
Merkezigazi 450 50 1796 İstanbul
Şahiniderya 450 50 1797
Ereğli
Bedrizafer
450 50 1799 Ereğli
Hümayizafer 450 50 1793 İstanbul
Şehperizafer
450 50 1796 Rodos
Şevketnüma 450 50 ] 796 Limni
Şiarınusret
450 ' 50 1793 Rodos
Necmizafer 375 40 1793 Rodos
Gazalibahri . 375 42 1798 Kemer
Bülheves
275 40 1797 Kalas
Hediyetülmülük 200 46 1797 '
Rodos
Tizhareket
200 32 1797 Sinop
Ferahnuma 150 24 Fransa
'da yapıldı ve Küşadıbahri 250 40 kereste nakli yapıldı-4975 614
Yukarıdaki gemilerimiz firkateyn cinsinden olup, 4975 kişi mürettebat ve 614
adet top gücündeki gemilerimizdir.
Zaderüküşa
200 26 1796 istanbul
Cengâver
200 26 1796 İstanbul
Sucaibahri ¦ 200 26 1796 İstanbul
Saika
175 26 1796 İstanbul
Ateşfeşan
175 26 1798 İstanbul
Selâbetnuma • 160 26 1795 İstanbul
Rehberinusret
200 26 1796 Rodos
Meserretibahri
150 22 1799 Rodos
Rüzgârıbahri 120 22 1796 ???
HediyetülHakimi Fas ? 24 Fas sultanı hediyesi eski Hedi-yetüi
Hakimi Fas 7 olduğundan kullanılmadı. 1580 250 Yukarıdaki gemilerimiz korvet
tipinde olup, 1580 mürettebatla. 250 adet top gücündeki gemilerimizdir. Genei
mürettebat sa-yısı 17555 kişi oiup, 1980 adetde top gücümüz olan gemilerimizin
sayısı da 42 parça olarak yapılmıştır.
3. Selim'in bu yaptırdığı gemiler bizi denizlerde söz sahibi
edebilecek seviyeye yaklaştırmış ve Fransızların, İstanbul'daki b. elçileri
general Sebastiyani, Napolyon Bonapart'a şu özel mektuptaki satırları
yazmaktan, kendini alamamıştır: "Osmanlı devletinin deniz kudreti 27 büyük
savaş gemisi ve 20 kadar da firkateynden kuruludur. Bu kuvvet Avrupa filolarına
mensup filoların en güzelidir. Çünkü bu gemiler Fransız mühendisleri tarafından
yapılmışlardır." Bu donanmanın teşekkülünde; Kapdan-ı Derya Küçük Hüseyin
Paşa büyük hisse sahibidir. Gemi mürettebatı, gemilerine tam manasıyla intibak
ettiklerinde sadece Yunanlılar değil, İngiliz ve Rus donanmaları bizimkilerden
çekinmeye başladılar. Ne ya-zıkki bu donanma sulh âlemi içinde Navarİn
limanında yatarken, 1827'de İngiliz, Fransız ve Rus işbirliği ile yakılmak suretiyle
donanmamıza her bakımdan yok edici bîr darbe vurulmuştu. Yeniçerileri kaldıran
2. Mahmud, bu elim darbe yüzünden deniz ötesine yetişmekte çok büyük
zorluklara duçar olmuştu. 1797 yılında Napolyon Bonapart, Kampo-Formiya da,
Fransa-Avusturya barışı imzalanmasının ardından Arnavutluk ve yedi Yunan adası
vasıtasıyla Osmanlı devletinin üçüncü bir komşusu olmuştu, Bu hâl, Mısır'ı
vuracak Napol-yon için, Osmanlıya bir ter\dite benzer hâl idi. Mora Eyalet
valisi Napolyon'un bu plânının farkına vardı sayılsa yeridir. Napolyon'un
Mora'da azınlıklar arasında milliyetçilik propagandasına koyulmuştu. Vali; bu
hareketin, Girit üzerinde de tatbik olunabileceğine işaret etmişti. İstanbul'da
Fransa'yı temsil eden b. elçi Ruffin, Mısır'a karşı bir hareketin olabileceğini
ağzından kaçırmıştı. İşin kötüsü Osmanlı donanması ne Mora Yarımadasında, ne
Ege denizinde, ne de Mısır Eyaletinde bir deniz güvenlik şeridi tesis etmediği
gibi Kara kuvvetleri bakımından da Mısır'da bir tertibat-ı müdafaaya başvurmamıştı.
Nitekim; 1798?de Napolyon büyük filosunu Malta Adası üzerine sevk
etti. Burayı ele geçirip, Malta şövalyelerinin 3 aşıra varmış dukalıklarına son
veydi. Oradan Mısır üzerine dümen kırdı, iskenderiye'ye çıkması zor olmadı.
Osmanlı devleti Fransayı ne yapmak lâzım geldiğini düşünürken Rusya ve
İngiltere bu davranışın sahibi Fransa'dan bizar oldular.
Ruslar, Fransa'nın Akdeniz'e girmiş olmalarından tedirgin,
İngiltere ise Hindistan'ın tehdit altına girmesinden mutazarrırdılar,
l/ağustos/l798'de de İngiliz amiral Horaziyo Nelson, Fransız donanmasının 17
kalyonundan 13'ünü batırmıştı ve kalan dört gemi de Fransa limanlarına
sıvışmıştı. Akdeniz hâkimiyeti de İngilizlere geçmiş idi. Fransızlarla
25/ey-lül/1798'de, savaş hâline giren Osmanlı devleti, Rusların yaptığı ittifak
teklifine evet dedikten sonra da 23/ka-sım/1798'de imzalanan anlaşmanın onayını
hayli geciktirerek onaylayan Osmanlı padişahı 14 açık, 24 kapalı maddeden
meydana gelmiş bir antlaşma imzalamıştı. 5/ey-iül/1798'de izinsiz olarak
Boğazdan giren Rus donanması Beykoz'a demirlemişti. Bu olay târihimizde gereken
konuların belki de en önemlisini teşkil etmekteydi. Bütün problemlerini kara
kuvvetleri yolu ile çözüme kavuşturabileceğini ha-yalleyerek deniz gücüne önem
vermeyi ihmal etmiş Osmanlı devleti şimdi ebedi ve ezeli düşmanından yardım
almak pozisyonuna düşmüştü.
Barbaros Hayreddin Paşa'dan bu tarafa Akdeniz'i Türk gölü yapan
zihniyetin devam etmemesi Rus'un paçasına sarılmasına sebeb olmuştu. O vakit
de Rus donanması, Akdeniz'de Osmanlı menfaatini değil, kendi politik
menfaatini kovalayacaktı. Zâten, Napolyon'un da bu havalideki milliyetçi ve
ırkçılığa dayalı propogandaları Rusların aynı silahı, hem de Osmanlı yardımı
ile, kullanma şansına mâlik kılmıştı.
Rus amirali üçakof, Mısır da Napolyon'un nüfuzunu kırmaya yönelik
olacağına, Mora yarmadasında çıkarılacak bir isyana alt yapı hazırlamaktaydı.
Rus b. elçisi de, "Mısır'daki Fransız kuvvetler Mısır'da İngilizlerin
ablukasına düşmüşlerdir. Yunanlılar, yedi ada'ya yayılmışlardı, Rusya ve
Osmanlı donanması, Fransanın istilasına mâruz kalmış bu adalara gitmemiz lâzım
diye Rus politikacılarının akıl verme sağna-ğma tutulmaktaydı." Bundan
sonraki denizcilikle ilgili bölümü, Abdülmecid dönemi sonuna ilâveye ve
tetkike çalışacağız.