SULTAN 3. MUSTAFA :

 

Babası: Sultan III. Ahmed Han         

Annesi: Mihrimah Sultan

Doğum Tarihi: 1717 

Vefat Tarihi: 1774

Saltanat Müd.: 1757-1774

Türbesi: İstanbul Laleli Camii.

 

 

Sultan 3. Mustafa; Osmanlı tahtına cülus ettiğinde kırk yaşlanndaydı. Ancak sadaret makamında bulduğu Koca Ra-gıp Paşa ülke genelinde sükûneti temin etmiş, yeniçeri sessiz sedasız emirlere müheyya beklemekte, hudud ahvali ise asa­yişin berkemâl dönemini yaşamaktaydı. Osmanlı ülkesi tam manasıyla bir ıslahattan geçecek şansı yakalamıştı. Avrupa devletlerinin gerek rönesans gerekse, dini revizyon senelerini atlatmış olmanın verdiği hararetle avrupayı yeniden tanzim ediyor ve yaşanacak topraklar sömürülecek insanlar bulabil­mek için, dünya denizlerine müştereken yelken açmak gibi arayışlara başvurmaktalardı. Allahdan ki içlerinde var olan bencillik ve kıskançlık birbirlerini yemelerine zemin hazırla­maktaydı. Bunlar oldukça da, basanlarını tam manasıyla dünyayı yönetme gibi bir merkeze oturtamıyorlardı.

 

Her nekadar hristiyan dünyası Papalığın teşviki ile müslümanların âlemine tasallut ediyorlarsa da, islâmın kılıcı olan, aynı zamanda islâm hâlifesinin başında bulunduğu, Osmanlı devleti yapılan i'zaç haraketlerini savmayı zorda olsa muvaf­fakiyetle becermekteydi. 3. Mustafa sadaret makamında bul­duğu Dâmad Koca Ragip Paşa'yı görevinde tutma akıllılığını göstermiş fakat, pek fazla sulh sever ve biraz da rahatına düşkün bulduğu, sadnazamina karışmama arzusunu devam ettiremedi.

 

3. Mustafa; Moskof düşmanı padişahların arasında enönde yer alması mümkün olan bir zattı. Rivayet olunurki; Sadraza­mına: "Lala niçin Ruslara savaş açmayız, paraysa esas der­din, Edirne'den onların başkentine kadar her bîr adıma bir san lira dizeyim" dediğinde, Koca Ragıp Paşanın cevaben:

 

"Padişahım; devleti Osmaniye uzaktan bakıldığında heybetli bir arslanı andırır. Eğer yakından tetkik edildiğinde görünür-ki- bu arslanın dişlerinin dökülmüş, pençelerinin tırnakları kırılmış haldedir. Bunu Öğrenenler artık o arslanı rahat bı­rakmazlar. Bunun için uzaktan görünen heybetiyle bu ars-lan, düşmanlarının çekindiği çatmaya korktuğu görüntü ola­rak kalsın. Belki geçen bu zaman zarfında devlet-i âliye ya­pacağı ıslah edici tanzimlerle arslanı kuvvetli bir hâle getire­bilir!" mealinde beyanda bulunduğu söylene gelmektedir.

 

Koca Ragıp Paşa - Bir devr-i padişahı; tam manasıyla an­latmaya geçmeden önce hemen sadrıazamını anlatmak belki bizim tatbik ettiğimiz usûlünde dışında bir tarzdır. Ancak ka­bul gerekirki, 3. Mustafa'nın sadaret makamında bulduğu bu sadrazamın iktidarını takdirde gösterdiği isabet ve durmadan savaş yapmakta olan bir devleti sakin bir döneme çekmeyi başarmış, sulh içinde eksiklikleri telâfi etmeyi mümkün kıla­cak zamanı kazandırmış olması dahi, Koca Ragıp Paşa'ya apayrı bir ehemmiyet vermeyi gerekli kılmıştır. Koca Ragıp Paşa ünlü Larus ansiklopedisinde emsaline kıyaslanamaya­cak şekilde, genişçe bahsedilme şansmi bulmuş zevattandır. Buradaki malumata göre; 1699 yılında dünya'ya gelmiş ol­duğu İstanbul'da, 1763 yılında vefat etmiştir. Türbesi İstan­bul'umuzun Aksaray semtinden Lâleli caddesi üzerinden Ba~ yezid'e çıkarken yolun sağ tarafındadır. Kendi adını taşıyan kütüphanesi elan istifade olunan kütüphanelerden olduğu gi­bi, kapı yanında demir parmaklıkla ayrılmış bölümdeki kab­rinde medfundur.

 

Babası Mustafa Şevki efendi, Defterhâne kâtiplerindendir. Ragıp Paşa, medrese tahsilini yapmaktayken Defterhane'nin kalemine devam etmekteydi. İranla yapılan savaşlarda elde edilen arazinin kayıt işleri için Revan Valisi Arifi Paşanın mektupçuluğuna  getirildi.  Bu sıralarda  25 yaşlanndaydı.

 

Akabinde de, Köprülüzâde Abdullah Paşa ile Hekimoğlu Ali Paşanın, maiyetlerinde de görev yaptı. 1729 tarihinde İstan­bul'a geldiğinde de yaşı 30 olmuştu. İran bölgesine gitmesi bir defa daha gerekmişti. Nâdir Şahı bu sırada, İran üzerinde­ki nüfuzunu, Bağdat üzerine yoğunlaştırmak için 1733'de mezkûr yerin, yâni Bağdad'ın bunlar tarafından muhasarası gerçekleştirilince, Ragip Paşa'nın İstanbul da mâliye tezkere-ciliği vazifesine tâyini yapıldı. Yeni vazifesinde ve müteakip görevlerde bilhassada, Avusturya ve Rusların delegeleri ile Nemirov kasabasında yapılan, sulh müzakerelerinde üstün başarı gösterdi.

 

1741 tarihi Ragıp efendiyi reisülküttaplık makamında yâni bu günkü karşılığı hariciye vekâleti olan koltuğa oturmuş buldu. 1744 senesinde Mısır valiliğine vezirlik rütbesinde pa­şa yapılarak gönderildi. Burada vazifesi beş sene kadar de­vam etti. Bu arada Mısır'da önemli nüfuz sahibi olan Köle­men beylerini tasfiye etmeyi de başardı. Bilahire diğer vali­liklerde de başarısını devam ettiren Ragıp Paşa, 3. Osman'ın hükümdarlığı esnasında sadrıazam oldu. Hayatının sonu olan 1763 tarihine kadar, bu makamı muhafazaya muvaffak oldu. Prusya devletiyle iyi münasebetler kurarken, denge politika­sını ihmâl etmedi, ne Rusya ile ne de Avusturya ile sıcak sa­vaşa fırsat vermedi. Edebi tarafı kitaplarla anlatılacak kadar renk ve incelik dolu bir zattır.

 

Şâir Fitnat hanım ile sohbetlerini zürefa elan nakleder. Biz bir tanesini nakle ictisar edelim: Şâire Fitnat hanım, Ragıp Paşa'nın bir arkadaşının kızı idi. Pederane sohbetleri olur imiş. Bir gün Paşanın köşkünün bağçesinde beyaz örtülü bir masanın etrafında sohbet ederlerken, uşaklar vişne şerbeti getirmiş. Ragıp Paşa'da bir bahsi anlatırken, Fitnat hanım gelen vi?ne şerbetini içmekteymiş fakat bu sıradada ayakla­rını sallamaktaymış. Dikkati dağılan Paşa seslenmiş: -Fitnat ayaklarını sallama! Fitnat hanım âdetimdir, sallarım! Dedi­ğinde masa sallanmış ve bembeyaz güzelim örtüye masada bulunan vişne şerbeti dolu bardaklardan birinden bir miktar şerbetin dökülmüş olduğu görülmüş. Ragıp Paşa bütün mu-zipliğiyle: -Fitnat gÖrdünmü adetini? Deyivermiş.

 

Koca Ragıp Paşa, Sultan 3. Mustafanın kızkardeşi Saliha Sultan ile izdivaç ettiğinden, aynı zamanda hanedana dâmad olmuştur.

 

Be-Muhammedin yercû'l ernânı Muhamrned Mimmâ yuhâfu ve fineâlike Râgibun Kelâl geldi tasarrufdan ümm-i dünyâyı

 

Yeter şu Kâhire'nün kahrı azmi Rûm edelim.

 

Mânası: "Mehmed Râgıb, Hz. Muhammed'in yardımı ile emân diliyor ve korktuklarından emin olmak istiyor, atanızı dahi taleb ediyor. Mısır'da bulunmaktan bıkkınlık geldi; yeter artık Kahire'nin şu kahrı, Anadolu'ya gidelim." Demektir.

 

Bu ifadesiyle Ragıb Paşa edibliğini konuşturan ve günü­müze ulaştıran ifadeyi inşa etmiş bulunuyor,

 

 

 

Sadaret Dönemi

 

 

Koca Ragıb Paşa gibi küçük yaştan beri, en büyük devlet adamları ve vezirlerin maiyetinde Rumeli'de, Anadolu'da her çeşit dahili ve harici siyasi işlerde, bir çok antlaşmaların meydana gelmesinde, bir »kaç Önemli vilayet valiliklerinde li­yakat gösterip, tecrübeler edinmiş, ilim ve İrfan bakımından fevkalâdeliği herkesçe bilinen kimseden, mutlaka başarılar dolu bir icraat beklenirdi.

 

Ne varki; yedi seneye yaklaşan makam-ı sadareti işgali, herkesle hoş geçinmek, dönemini huzursuzluğa uzak tut­mak, düşmanlıklara fırsat bırakmamak için, her şeyi gittiği istikamette tutmayı tercih etmiştir. (Jygun bir ıslahat devri yakalamış olmasına rağmen yukarıda sayılan sebebier yü­zünden ıslah edici çalışmalara başvurmamıştır.

 

Bazı tarihçiler; bu bakımdan Mehmed Ragıb Paşa'yı, tam bir muhafazakâr olarak nitelendirmişlerdir. Bu niteleme sa­dece tarihçilerin hükmü olmayıp, bizatihi kendisinin dudak­larından defaatle dökülmüş, şu beyanla kuvvet kazanmakta­dır ve o sözler şunlardır: "Mevcud ahengi bozarsan, sonra es-kidüzeni de veremezsin!" Bu sözüyle, Dimyat'a pirince gider­ken evdeki bulgurdan olmayalım ifadesine verdiği önemi de gösterir. 3. Mustafa Rusya'nın Osmanlı Devleti üzerindeki emellerini düşünebildiği için, bunlara fazla bir hazırlık vakti vermeden bütün gücümüzü seferber ederek açacağımız bir seferde işlerinin bitirilmesini sağlayalım tekliflerine Mehmed Ragıb Paşa cevab olarak: "Efendimiz; moskoflu askerlerini avrupalılar gibi talim ve terbiyeye tâbi tutmuş olup, yeni sis­tem üzere harp alanına çıkmaktadırlar. Buna mukabil bizim askerimiz pek düzensiz haldedir. Bunların karşısında tutuna-mazsak sonumuz pek kötü olur. Bu bakımdan bunlarla harp etmekten içtinab etmemiz gerekir" Demekteydi.

 

Edebi sohbetlere, felsefi konulara ayırdığı zaman dilimini askeri ıslahata tahsis etmiş olsaydı, alınacak sonuç yüz gül­dürücü olabilirdi diyen tarih yazarları bulunduğu gibi, tam tersine bazı tarihçilerde, Ragıb Paşa ıslahat hususunda defa­atle padişaha takdim ettiği layihalarla yaptığı projeleri kabul ettirememişti. Üstelik bu projelerin Sultan 3. Mustafa tarafın­da nda akim bırakılmağa çalışıldığını beyan eden müverrih­lerde vardı Bunlara karşılık, Ragıb Paşa bu ıslahata kalkış-saydı, 3. Mustafanın haleflerinden 3. Selim'in basına gelenler bu ikilinin de başına gelebilirdi!

 

Öte yandan hakikaten Ruslar rahat kalmış olduklarından güçlü bir çalışma sergilemişler ve kuvvetlerine kuvvet kata­bilmeyi, tecrübelerine ilâveler temine muvaffak oldular. Nitekim Ruslarl 182/1768 savaşını ilân ettiğinde Mehmed Ragıp Paşa vefat edeli beş sene olduğundan, o acı dolu günleri ya­şama bahtsızlığına uğramadı. Bu bakımdan bazı tarihçiler pek haklı olarak, Sultan 3. Mustafa dönemini ikiye ayırarak ilk döneme Ragıb Paşa dönemi, ikinci döneme ise Rusya ile savaş dönemi demektedirler.

 

 

 

1182/1768 Rusya Seferi Ve Sonucu

 

 

Osmanlı tarihinin sükunet dönemi;.Dâmad Koca Mehmed Ragıb Paşanın vefatı üzerine rüzgârlı günlere maruz kalmaya başlamış, nihayet Rusya ile meydana gelen savaş yerini acı dolu fırtınalı günlere bırakmıştır milleti. Yılmaz Oztuna; rrvj-dekkik bir tarihçiliğin, ender yetişenlerinden olduğunu gcste-ren bir beyanla bunun ispatını pek bir yerde rastlanmayan malumatla yapmakta. Bu malumatsa devletin kurulusundan bu yana adet hâline gelmiş bulunduğu bilinen cülus bahşişi, 3. Mustafa'nın tahta çıktığında son defa verilmiş ve bundan sonrada cülus bahşişi tatbikattan kaldırılma şansı bulmuştur. Osmanlı ülkesinin uzun sayılabilecek olan sükûnet yılla­rında bazı tarihçilerin beklediği ıslahat heKkında kafa patlat­madan Önce devre, mührünü vuran padişah 3. Mustafa'nın gerçekleştirmeye muvaffak olduklarına bir göz atalım, ülke hazinesini güçlendirmenin esas olduğunu anlayan padişah, bu istikamette gayretler sergilemiş, sarayı örnek olmak üze­re israftan uzak kılmaya gayetle itina göstermiştir. Tahsilatın yapılmasına pek önem vererek başarıyı teminde emr-i takip olması, büyük rol oynamıştı Yol meselesi en çok uğraştığı konuların başında geldiği müşahede olunmuştur.

 

1950'de; Demokrat Partinin iktidara gelmesinin sonrasın­da takip ettikleri karayolları politikası, bu pâdişâhtan kalana devam etmek denilse, yeri vardır. Fütuhat devrini tamamla­mış olduğunu anlayan her akıllı Osmanlı gibi padişah 3.Mustafa, bunun da farkına varmış müdafaa harplerinin artık bizim için gündeme geleceğinin idrâki içinde kale, paianga, istihkâmlar ve nice tabya inşaatına bilhassa gayretini sefer­ber etmiştir.

 

Süveyş Kanalı inşaatını yaptırarak istifadeyi ilk düşünen hükümdarımızdir. Ne varki; bütün bu iyi düşüncelerin, patla­yan Moskof harbi yüzünden, kiminin tasavvur halinde, bir kısmının da yarım kalmasına sebebiyet vermiştir. 3. Musta­fa'nın sadrazamı ve eniştesi Koca Ragıb paşayı kaybetme­sinden sonra yerini dolduracak bir kimse bulamaması şans­sızlığının bariz bir göstergesidir. Aynı zamanda şairliği de olan padişah, bu sıkıntısını şu sızlanmasıyla dile getirmekte: "Yıkılupdır bu cihan sanma ki bizde düzele Devleti çerh-i deni verdi kamu mübtezele Şimdi ebvâb-ı sa'âdetde gezen hep hazele İşimiz kaldı hemen merhamet-i Lem-Yezele" Şi­irin son mısraındaki: "İşimiz kaldı hemen merhamet-i Lem-Yezele" beyânı, esasında hakikatül hakikat olan bir hâli, te­rennümdür. Bu hususta şanlı islâm tarihinin altun sayfalarını teşkil eden bir dönem olan, Hz. Ömer (r.a)'ın başından ge­çen bir hadiseyi örnek göstererek bahse konu beyitteki son mısraya yüklemek istediğimiz hakikatin doğruluğunu işarete çalışalım. Hz. Ömer (r.a) cihad üzerine pek hassas olduğun­dan, yine bir tarafa sefer açmış. Mutad üzere Hâlid-i bin Velİd (r.a) sefere kumandan tâyin etmiş. Fakat, sefer erbabı ara­sında bir sükûnet, yavaş davranma sezmiş. Derhal istihbarat kaynaklarını hareketlendirmiş ve gelecek raporları sabırsız­lıkla beklemeye başlamış. Çok geçmemiş ki, gelen raporlar­da en ortak nokta, mücahidlerin davranışında görülen ya­vaşlık, kumandanları olan Hâlid bin Velid'e olan büyük mec-lubiyetleri, onun maharetine sarsılmaz güvenleri şeklindey-miş. Yahu Hâlid başımızdayken bize ne olacak! Şeklinde dile getirişler söz konusuymuş.

 

Bu durumun doğru bir anlayış olmadığını teşhis eden Hz. Ömer (r.a) hemen kumandan Hâlid'i vazifeden alıp, birlikler­den birine nefer olarak gönderdiği gibi, bir köleyi de komu­tan tâyin eder. Ardından haber toplayıcılarını yine birliklerin içine salar. Çok geçmeden raporlar gelmeğe başlamıştır. Hem ortak nokta fazlalaşmış hem de kısadır, konuşulanlar; "Hâlid gitdi. işimiz Allah (c.c)'a kaldı" şeklinde olduğunu öğrenen halife Ömer (r.a), ellerini açıp şükrederek: "Hah şimdi oldu, tabiiki işimiz her zaman Allah (c.c)'e kalmıştır" diyerek bize asırlar ötesinden seslenmektedir. 3. Mustafa in-şâd ettiği beyitteki son mısrada, bu hakikata işaret etmeyi ihmâl etmemiş oluyor.

 

Şiirlerini Cihangir ismini kullanarak yazan Sultan 3. Mus­tafa döneminde İstanbul'umuzun 1179/zilhiccesinin/13. -1766/mayısının/22. perşembe günü maruz kaldığı müthiş deprem, iki dakika sürmüş ve şehrin bir yıkıntıya dönmesine sebebiyet vermiştir. Sultan Fâtih ve Eyyüb Sultan Camileri de adamakıllı yıkılmışlardır. Padişahın hazineye biriktirdiği paralar bu yaranın sarılmasına önemli bir merhem vazifesi görmüştür. Cidden kısa bir zamanda İstanbul adetâ yeniden inşa edilmiştir. Üstelik Bayezid'den Aksaray'a inerken, sağ koldaki Lâleli Câmiinin yapılması bu döneme müsadifdir. Sultan 3. Mustafa'nın türbesi de camie bitişiktir.

 

Lâleli Camii dört yıldan bir ay eksik bir zaman dilimi için­de inşa edilmiştir. Şimdi Rusya ile yapılan ve 1182/1768 sa­vaşının önemli şahsiyetlerinden 2. Katerina'dan bahsetmek lüzumunu hissettik. Bu kadın, Almanyalı bir aile olan Anhald Zerbest prensi'nin kızıdır 1729 yılında İstetyen'de dünya'ya gelmiştir. 1745 yılında yâni 16 yaşındayken, kendisinin iste­memesine rağmen Rusya imparatoriçesi olan hala'sı Eliza-bet'in, veliahd olarak seçtiği, Holştayn Kotrub Dukasına var­mağa mecbur kalmıştı. Bahsi geçen Dük, 3. Petro adıyla

 

Rusya imparatoru olduktan sonra, hanımını boşamış ve sa­rayında adetâ hapis eylemişdi. Ancak ahalinin muhabbetini elde etmiş olan Katerina, orduyu ve ahaliyi celbetmiş ve ko­casını 1763 yılında tahtından iskat edivermiştir. Katerina; Moskova'da bulunan Rusya tahtına, büyük bir tantana içinde oturmuştur. Bu tahta oturuş da hisse sahibi olan ve Kateri-na'nın, metresliğini yapmakta olduğu Stanislas Yonyanevs-ki'de, Lehistan krallığı tahtına oturmuştur. Katerina bu vak'a-da eski kocası 3. Petroile karşılaştığında birbirlerine hakaret­lerde bulundular.

 

Ayyaşlığın zirvesinde olan bir imparator ile aşİfteliğin şahi­kasında bulunan imparatoriçeden, daha başka ne beklenebi­lirdi ki? Bizim haremlerimizin Sultanvâlideleri çok kritik bir dönem olan 1. Ahmed'in vefatından, 4. Mehmed'in vefatına kadar süren devir içinde devlet idaresine, bazı önemli müde-halelerde, bulunmuşlarsa da, asla ve asla böyle şen'i ahlâk­sızlıklara rastlamak mümkünatı olmayan hallerden olduğu, her insaf sahibince teslim olunur.

 

Katerina bir müddet sonra bizim Kırım üzerine, Azak kale­sine, ve İsmayiî taraflarına sefer yaptırmış ve zabta, muvaf­fak olarak, Osmanlı milletine karşı taşıdığı istilacı emellerini ortaya dökmüş bulunuyordu. 1773 senesindede Prusya ve Avusturyayla anlaşarak, Lehistan'ın bölünmesini gerçekleş­tirdi. 1774'de yâni 1182/1768 savaşı sonrasın da varılan Kaynarca antlaşması imzalanınca güney yönünde genişleme yolunu açmış oldu. Rusya'nın tanzimi hayatında büyük bir pay sağlayan Katerina; fenni ilerlemeleri teşvik ederken, ilimlerin ülkesinde rahatça ifade edilmesi hürriyetini tanıdı. Sanayii ve ziraatte bir işbirliği kurulmasını temin edebildi. 1796'da Lehistan'ı bir defa daha yutarak, adetâ haritadan sildi.

 

1797 yılındada yeni bir fütuhata hazırlanırken kalb krizi sonunda öldüğünde, milleti de üzülmüştür. Bir kaç tiyatro eseri yazdığıda rivayettendir. Biraz Osmanlı padişahından biraz da, Rusya imparatoriçesi Katerina'dan bahsettikten sonra Kaynarca sulh antlaşması ile neticelenecek Osmanlı-Rus savaşma aid tafsilata girişelim. 1768'de başlayan bu sa­vaş altı yıl kadar imtidad etmiştir. Çıkış sebebine gelince, böyle bir savaşın çıkmasının tek bir sebebe bağlanamayaca-qı erbabının malumudur. Biz bu sebeblere temas hususunda iki ayrı kaynağa baş vuracağız, birincisi 1329/191 l'de ya­yımlanmış Ali Şeydi bey'in bir çalışması, ikincisiyse Yılmaz Öztuna bey'in Türkiye Tarihi adlı hacimli eserinin, 6. cildin­den alıntılarla aktarmaya çalışacağız. Rusya'da iktidar o'-na-yı başaran Katerina, Deli Petro'nun vasiyetini yerine getirme­ye çalışan bir davranış sergiledi. Aslında kendini tutmuş gibi görünen Rusya ahalisine beğendirmek yolunun, mükemmel bir zaferle mümkün olacağının idrakindeydi. Mükemmeı za­fer, ancak Osmanlıya karşı açılacak bir savaş ve savaşı ka­zanmakla temin olunabilirdi. Buna bağlı olarak, Osmanlı pa-' dişahını alâkadar eden her işe Rusya karışıyor, müdehale et­mek yolunu tutuyordu, üstelik bazı işlere karışmamasına ve­sile teşkil eden eskiden yapılmış ahidler vardı. Bunlardan bi­rini de Lehistan meselesi teşkil etmekteydi.

 

Ruslar Lehistan işine karışmayacaklarına dâir daha önce­den vermiş oldukları imzayı hatırlarına getirmeden askeri müdehalede bulundukları Lehistana dahil oldular. Lehistan devleti, garantörü olan Osmanlı devletine müracaatla, Rus­ya'nın tecavüzkâr davranışlarından vikaye olunmasını istedi. Lehistan'ın yâni Polonyalıların, bu yardım çağrısı ezeldenberi Rusya'ya düşman bir anlayış içinde bulunan 3. Mustafa, kendisine engel olması muhtemel merhum sadnazam Ragıb Paşa'nın vesayetinden kurtulmuş olmanın ataklığı  içinde, sadrazamı Muhsinzâde Mehmed Paşaya savaş ilânı hakkında ferman yayniadı. Ragib Paşa mektebine uzak olmayan bir anlayışın sahibi olan, Muhsinzâde, padişahdan gelen fermanı tebellüğ ettiğinde açılacak bir savaşın yetersiz hazırlık ve zâif yapımız yüzünden felâkete sebeb olur düşüncesinde bulun­duğunu padişaha cevab olarak arzetti. Ancak bu arzın sonu­cu, görevinden iskat edilmesine sebeb oldu.

 

Yerine Hamza Paça tâyin edildi. Bu ;_at döneminde de sa­vaş ilânı gerçekleşti, Anadolu valiliklerinden gelen zevatın içinden seçilmişti. Serdar-ı ekrem unvanı da uhdesine veril­mişse de, durumu bu vazifeyi yapabilecek evsafda görülme­di. Azline karar alındı ve boşalan makam-ı sadarete, Yağlık-çızâde Mehmed Emin Paşa getir'ıdi. Hazırlanmış birliklerin başında serdanekrem unvanıyla yola çıktı.

 

Ne varki; askerimiz sayıca az, intizamı yetersiz, cephane ve mühimmatı gayri kâfi olduğundan Hotin Kalesi, Eflak ve Buğdan taraflarında bazı yerler elimizden gidivermişti. Kartal bölgesinde gâlib durumda bulunan askerimiz, anlaşılmaz bir tarzda yerden yere vurulmuş, pek feci bir hezimete duçar oluvermişti. İngiliz amirallerinin yardımı ve komutası altında olan Rusların donanması, Baltık denizinden, Bahr-i sefid'e yâni Akdenize çıkarak, Çeşme limanı yakınlarında Osmanlı gemilerini verdiği baskınla hem yakmış hem de askeri gücü­nü perişan etmeyi başarmıştı. Bu başarılan, Osmanlı devleti­nin can damarı olan Çanakkale boğazının dahi tehdid altında kalmasına sebeb olmuştu. Bu sırada tarih 1183/1769-70 se­nesine dönmüştü.

 

Ruslar artık durmuyor yürüyüşe devam etmektelerdi. 1184/1770 sonlarında, 1771 başlarında Rusların güney böl­gemiz üzerinden Bender, Akkirman, İsmayil, İsaakçı, Tolçe taraflarına aktığı görülüyordu. Padişah 3. Mustafa ise; aldığı bu elem verici haberler karşısında tek yapabildiği sadrıazam değiştirmekti. Bütün bunlar yetmezmişçesine, Mora'da Rus entelejiyansının çalışmasıyla pek kuvvetli bir isyan patladı. Babıâli şaşırmış, ne yapacağını akıl edemiyordu. Bunun he­men peşinden Katerina askeri Kırım yarımadasına saldırıya geçti. Suriye'de, Mısır'da çıkmaya başlayan isyanlar, Mora isyanından esinlendiler dense pekyanlış sayılmaz. Osmanlı kuvvetlerinden ne bu isyanları bastırması beklenebilirdi, ne de Rusların inkişaf etmekte olan saldırılarını durdurabilmek ve bilahire onları yenebilmek maalesef imkânsız bir görüntü vermekteydi.

 

Allahdan Prusya olsun, Viyana olsun Rusların gösterdiği muvaffakiyetin, kendi başlarına bir mesele çıkaracağı hük­münü istinbat etmiş olacaklar ki; Osmanlı Rus harbini dur­durma hususunda ittifak ettiler ve iki devlet, yâni Prusya ve Avusturya mütareke ilânına çağrıda bulundular. Yorulmuş ve bıkmış olan devletimiz derhal bu çağrıya, evet cevabı ver­mekten imtina etmedi. Ne sebeble olduğu halâ öğrenilmemiş bulunan Rusların çağrıya kabul cevabı vermesi de şaşırtıcı idi. 1186/1772-73'de mütareke içinde sulh müzakerelerine başlandı ne varki epey süren müzakereler neticesinde Bük-reş'den sulhun ilânı gerçekleşmedi. Kırım'a istiklâliyet veril­mişti. Azak denizi girişindeki; Kerç ve Yenikale Ruslara terk olunmak gibi isteklere ilaveten bazı taleplerde bulunulması, Osmanlı murahhaslarının antlaşmayı imzalamama noktasına getirdi.

 

Böylece mütareke ortadaVı kalkmış, sıcak savaş avdet et­mişti. Ali Şeydi bey'in anlattığı 1182/1768 savaşını Yılmaz Oztunabey'in tarihinden de özetleyelim: "1739 Belgrad ant­laşmasından sonra Rusların Osmanlı devletine açıktan açığa düşmanca davranışı yerini sinsice tavırlara yönelmişti. Os­manlı devletine nerede karşı bir hareket vücud buluyorsa, Rusların, gizli Osmanlı düşmanları ile birlikte, hareket içinde yer almaya başladıkları. Kafkasya'da Gürcistan bölgesinde, rastlanılan ortodoks mezheblilerin kıpırdanmaları Çıldır Bey­lerbeyi Hasan Paşa'nın bu bölgede hareket yapmasına sebeb teşki! etti. Romanya prensliği, Mora ve Arnavutlukda bile Or­todoks tepki, kışkırtıcı rus ajanlarının marifetiyle genişleme istidadını göstermekteydi. Bunların çıkış noktasının Rusya olduğunu tesbit etmekte gecikmeyen Devlet-i âliye istihba­ratçıları, eldeki deliller ile Rusya üzerine gitmek ithamı ispat­tan uzak kıymettedir. Ancak daha belirgin bir vak'a, Rus­ya'ya savaş açılmasına müsaid olur, denmekteydi. Sonunda o vak'a da kendini gösterdi. Lehistanın Rusya müdehalesine mâruz kalmasıydı vak'a. Lehistamn devlet düzeni krallık ol­makla birlikte, kralın ölmesi halinde yenisinin seçimle iş ba­şına gelmesi şeklinde uyguladıkları sistemleri vardı. Yazar Oztuna, bu seçimle kral seçme sistemine şu nitelemeyi yap­makta: ".seçimle yeni bir hükümdarın iş başına gelmesi gibi uğursuz bir devlet düzeni.."

 

Ne acayiptir ki, 28/şubat/1997'den sonra yazar, Türkiye-mizin başkanlık sistemine geçmesinin pişuvahğına soyundu­ğunu gördük. Kral'ın seçimle işbaşına gelmesine uğursuz ni­telemesi yapan tarihçinin, başkanlık sistemini hararetle iste­mesi bizim görüşümüze göre pek önemli tezatı gösterir. Ney­se biz özetlemeye devam edelim: Lehistan krahğıni ölümüyle boşaltan 3. Agustus Saksonyah idi. Rusya İdaresine ihitiâlle el koymuş bulunan, Alman asıllı imparatoriçe 2. Katerina boşalmış bulunan Lehistan tahtına metresi olduğu Kont Sta-nislas Poniatowski'yi çıkardı. Bu hal bir emrivaki şeklinde meydana gelmişti. Osmanlı devleti söz sahibliğinden feragat edemezdi. Buna paralel olarak yapılan yanlışlığa karşı koy­du. Tabii ki Rusların sinsice davranışlarına son verebileceğini zannettiği savaşı açma fırsatını da yakaladığı itikadına kapıl­dı. Ruslar sa Osmanlıların ikazına sinsiliği devamlılık içinde tutarak yaptıklarının geçici olduğunu en kısa surede normale avdet edileceği teminatı verdiler. Arkasından bütün hudud-lardaki kale ve istihkâmlarını tahkim etmeye başladılar. 3. Mustafa o sırada savaştan çekindi. Buna mukabil Lehistan'ın Kral Stanislası kabul etmeyen gurubu hem krala, hem Rusla­ra mücadele bayrağı açarken, durmadan da Osmanlı devle­tine metbuluğunu beyan ediyor ve yardım istiyordu.

 

Polonya milliyetçileri, Bar şehrinde toplandılar ve de Rus­lar tarafından perişan edildiler. Bunun üzerine Osmanlı şehri olan Balta'ya; bu milliyetçilerin iltica ettiği görüldü. Ruslarsa antlaşma, hudud gibi mefhumları tanımayarak Lehlilerin ar­kasından Balta şehrine girerek ayrım yapmadan, ilticaala ı da, onlara kucak açan Osmanlıları da katliama tâbi tuttu.

 

1182/cemaziyelevvel/26. -1768/8/ekim/c. ertesi günü Osmanlı devleti Rusya'ya ilân-ı harb etti. Öztuna'nın mütala­asında 3. Mustafa'nın savaş açmaktan içtinab ettiğine dâir beyanı görüyorsunuz. Ali Şeydi merhumun yazdıklarına bir göz atarsak, 3. Mustafa sadrazam Muhsinzâde'ye savaşın ilâ­nı için ferman gönderdiğini okuruz. Buna karşihkda sadraza­mın bu fermana uymaktansa, azli göze aldığını, İstifasını ver­diğini görürüz. Dolayısıyla bu iki tarihçinin beyanındaki fark­lılık üzerinde biraz düşünürsek, varacağımız netice, Şeydi merhum'un hakikate daha yakın olduğunu görmek olur. Ni­ce tarihi fıkralarda, 3. Mustafa'nın; Ruslara pek düşman ol­duğu onlara savaş açıp yenmek tutkusuyla dolu olduğu be­lirtilmiştir. Eniştesi olan merhum sadnazam Koca Ragıb Pa-şa'ya söyledikleri, yukarıda anlatılmıştı. Demek ki; doğru ve rnakul olan, Şeydi merhumun Muhsinzâde'nin, savaş aç­makta temaruz etmesini hatta, bu sebeble sadaretten istifası­nı sunabilme cesaretini gösterdiğinin anlatımıdır. Neticede; Muhsinzâde askere güvenmemekte haklı çıkmıştır. Ancak savaştan çekinmek 3. Mustafa'nın işi değildir.

 

 

 

Kırım Hadisesi

 

 

Bilindiği gibi Kırım Tatarları üçyüzyil avrupada her sene atlarının nallarını dolaştırmışlar ve bunların korkulu rüyasını teşkil etmiştir. Bilhassa Polonya, Macaristan Sırbistan ve Rusya Kırım süvarilerinden korktuğu kadar az şeyden kork­muşlardı bu Kırım fobisi yaşayanların yanına Avusturya'yı da katsak hata yapmış olmayız. Kırım Han'lığı Osmanlı devleti­nin bağlısıydı. Fakat hiç bir zaman bu münasebet altlık üst­lük terazisine vurulmamıştır. Çünkü;Osmanlı devletinin ida­resinde hâkim zihniyet islâmi idare olduğundan tâbilik ve metbuluk bir problemin sebebi olmamıştır.

 

Ne varki; Deli Petro'nun takipçisi bir stareteji güden 2. Ka-terina, Kırım Hanlığı idaresine el atmak taktiğine girişti. Tabii bu taktik girişim ortamın elverişli olmasından dolayı başladı Yavuz Sultan Selim hazretleri, babası 2. Bayezid ile yaptığı savaşda mağlup olduğundan kaimpederi olan Kırım Hanına ilticaya mecbur kalmıştı. Damadına sinesini açan Hân, Ba-yezid-i Veli'nin teskin edilmesine gayret sarfetti. Böylece, da-mad ile babasının arasındaki meselede taraf değil bağdaştırı­cı ve barıştırıcılığını sergiledi. Bundan herkes memnun oldu. Yavuz Selim hazretleri bir müddet sonra kaimpederine teşek­kür babında, eğer günün birinde Hanedan-ı âli Osman'da tahta çıkacak erkek kalmaz ise Kırım Hân'ı devlet-i âliye tahtına kuud eder şeklinde beyanda bulunduğu rivayeti var­dır. Mizancı Murad bey'in; Tarih-i Ebu'l Faruk adlı çalışma­sında bu rivayet yer almaktadır. Tabii ki teşekkür babında verilmiş böyle bir vaad, kerem sahibi kimselere böyle vaad-ler hususunda kafa patlatmaya zaman ayırtmaz.

 

Ama sahib-i hırs olanlar ise, bunun gerçekleşmesi için ci­nayet tasarlamaya bile kalkışırlar. 1. Ahmed'in bir av esnasında Kırım askerinin çenberinden zor kurtulduğu rivayeti, vukarıda adı geçmiş Murad bey'in eserinde yer almaktadır. Osmanlı devleti günü geldiğinde eski satvetini kaybetmeye başladığında, Kırım hanedanı üyelerinden bazıları, geçtiğimiz satırlarda rivayeti sunduğumuz hususlarda kafa patlatmaya başlamışlardı. Bunun böyle olmasında sadrazamların hatası olduğu da kabul edilmeli. Çünkü staretejik öneme hâiz Kırım hanlığı her zaman için bizim kılıcımız olmuştur. Çaptan düş­meye başlamamızdan sonra ise, kılıcımız bazı bazı bir yerle­rimizi çizer olmuştur. Baştaki otoriteyi takmamaya başlayan zihniyet artık kendi başına buyruk olma arzusunun cazibesi­ne girer. Bu pek tabii bir tutumdur. Otorite sahibi bu ruhi du­ruma girmiş vak'a yi tesbit ettiği andan itibaren itici değil kendisine bağlıyıcı davranışlara dönük olmalıdır. İşte bazı sadrazamlar tam tersine bazı başarısızlıkları Kırım hanlarına yükleme yanlışını, Kalgaylan kendilerine yardımcı olarak Hân'ı devirmeye destek vermeye kalkışmaları rastlanan ha­talardandı. Hediye edilen eşyayı beğenmeyerek, hân değişi­mi tezgâhlıyan sadrazamlar dahi gelip geçmiştir. Bütün bun-ian yaşamakta olan Kırım asilleri, içte bir İktidar mücadelesi­ni başlatmışlardı. 2. Katerina böyİe bir zamanda Kırım han'lı­ğı meselesine el atmıştı. Kırım'a bağımsızlık, hânlarını artık Osmanlı'nın değil kendilerinin seçeceği vaadleri, bir çok Kı­rımlı tarafından benimsenmişti.

 

Böylece geleneksel itaatin, yerini ihtilafa bıraktığını gör­dük. Kırım ordusu atavik bir metodla savaşmakta idi. Dün-yaysa yeni savaş metodlan denemekte ve inkişaf ettirilmek­teyken, Kırımlı süvarilerin, ataları Cengiz Han stiliyle çarpış­maları, yeniliği takip eden ve kendi de terakki ettiren Rus or­dusu karşısında, başarılı olması bir hayalden öteye geçemez­di. Hanlar arasındaki mücadele hem Kırım'ın hem de Os­manlı aleyhine netice doğurmaktaydı.

 

Osmanlıların, Rusya'ya harp ilânından yaklaşık bir müd­det sonra Maksut Giray'ın azledilmesi üzerine Kırım Giray 2. defa han'lik görevine getirildi. Kırım'ın aklını başına alması için ya bir zafere, ya da feci bir mağlubiyete ihtiyacı vardı. Kırım Giray, 1769/ocak sonunda Ukrayna topraklarına eski sür'at ve hışmıyla daldı. Yüzbin Tatar yel gibi uçtu, kasırga gibi esti. Geri dönerlerken yüzbinin üzerinde esir, ganimetler­le dolu atlarla döndüler. Bu başarı Kırım'ın yeniden doğuşu olabilirdi!

 

Nevarki ihanet, akışı değiştirdi. Kırım Giray'ın; Rum asıllı doktoru, Katerina'nın altunlannı almış, zehirlediği Giray'ın ölümünü hazırlamıştı. Yerine Devlet Giray getirildi. Bir yıldan bir ay eksik yaptığı Hân'liğı azil edilerek elinden gitti. Yerine 2. Kaplan Giray getirildi. Tarih bu sırada 1 183/şevval/29-25/şubat/1770 pazar gününü göstermekteydi. Kırım bu hâl ve durumda iken, şimdi Osmanlı ordusunun savaş ilânından sonraki harekâtını bütün cephelerde tek tek gözden geçire­lim.  

 

                                    

 

Önceleri İyiydi

 

 

Sultan 3. Mustafa devrinin başlangıcını ve Rus savaşına kadar geçen bölümü eski sadrazamlardan Kâmil Paşa'nin: "Tarih-i Siyasiyye" adli eserinden bir özetlemeyle, devlet va­zifelerinin zirvesinde yer alan kudema zevatın içinde yer alan ve aynı zamanda kalemi de kuvvetli kimselerin arasında, mümtaz bir yeri bulunan çalışmasından istifade edelim. "Sul­tan 3. Mustafa, taht-ı Osmaniye çıktığın da vezâret-i uzma Koca Ragıb Paşa da idi. Yeni padişah da, görevini sürdürme­sinin uygun olduğunu söyledi. 1756 senesinde Avusturya ile Fransa arasında yapıian bir antlaşma neticesinde, Osmanlı devletinin başşehri İstanbul'da bulunan sefirleri arasında ta­kaddüm meselesinden dolayı değişiklik yapılması icab etmisti-   Sekiz aylık bir zaman parçasından sonra, İngilizler ile Prusya arasında bir ittifak imzalanmıştı. Rus sefiri Orsukof, Bab-ıâli'ye bir nota vererek, Rusya'nın bir kısım askerini Le­histan ve Avusturya'ya yardıma göndereceğini, söz konusu kuvvetin Lehistan Cumhuriyetinin rızası ile Lehistan toprak­larından geçeceğini bildirmekteydi. Babıâli bu duruma bir iti­razı bulunmayacağını bildirdi. Diğer taraftan Prusya devleti, Osmanlı devleti nezdinde harekete geçerek, İki devlet yâni, Osmanlı ve Prusya devletleri arasında bir muahede imzalan­dı. 3. Mustafa'ya, altısene sadnazamhk yapan Koca Damad Mehmed Ragıp Paşa, Hak'kın rahmetine erdiğinde geride 60 bin kese akçe servet bırakmıştı. Sadaret Hamid Hamza Pa­şaya verildi. Hamza Paşanın bu görevi ancak altı ay sürdür­düğü görüldü. Ondan boşalan makama, Bahir Mustafa Paşa tâyin olundu. Mustafa Paşa'nın bir buçuk yıl süren sadareti sırasında Rusların, çok sevdiği değişik ve karışık bir devir yaşandı. Sadnazam takip ettiği politikayla bir muvaffakiyet gösteremedi. Azlediğinde sadaret, Rumeli valisi Muhsinzâde-ye verildi.   Lehistan kralı 3. Ogüst'ün ölümüyle, yerine geçe­cek kralın belirlenmesinde Osmanlı devletinin hem rolü, hem de hakkı olduğu inkâr götürmez bir vakaydı. Ayrıca; Lehista-nın ileri gelen idarecileri, Osmanlı devletine yaptıkları müra­caat da, geleneksel tâyin etme hakkını kullanmalarını taieb etmişlerdi. Ancak, Ruslar Lehistana girmişler ve bu girişleri, tecavüzi bir manzara hâlini almıştı.

 

Devleti âliyede bu vaziyeti derhal bütün dünya devletlerine hem bilgi vererek hem de yaptığı haksızlık yüzünden Rusya-yı protesto etmekte olduğunu da, belirtmişti. Rusya olsun, Prusya olsun aldatıcı ve oyalayıcı ifadelerle şaşırttığı Babıâli, görüşlerinde değişiklik yapmış, her ne kadar Rus askerinin Lehistana girmesinin, muahede maddesine dayandığına Fransa tarafından işaret edilmişsede, Babıâli Fransa'nın bi1 ihtarına, Rusya'ya göndermiş oiduğu protestoya atıf yapa­rak, Lehistan'a giren Rusların bir mukavemetle karşılaşma­dıkları bu hâlin Karloviç antlaşmasında açıkça belirtilmediği beyan edilmiş, neticede Rusyanın siyasi nüfuzunun ağır bas­masından, Panyatowski'nin krallığı kabul edilmiştir. Târihler bu sırada 1179/1765 yılını gösteriyordu.

 

Rusya Çarlığına 3. Petro getirilince bunu Osmanlı padişa­hına duyurmak üzere Prens Varikofu gönderdiysede, söz ko­nusu Prensin, daha Osmanlı hududuna gelmesinden önce, Katerina tahta geçmiş, Çariçede bu hâli padişaha bildirmek üzere Prens Dolgoroki'yi vazifelendirmişti. Padişah ise tebrik­lerini Derviş Osman efendi vasıtası ile Katerina'ya bildirmişti. Gürcistan Prensi Salomon; Osmanlı devletine karşı bir isya­nın alemdarı olmuş, üzerine gönderilen asker tarafından der­si verilince derhâl pişmanlığını beyan ile affedilmesini istir­ham etmiştir. Osmanlı devleti, bu özürü yeterli görerek Prensliği devam etmiştir. Karadağ taraflarında ise, Küçük Etyen adlı bir papaz kendisine tanrı'dan ilhamiar geldiğini söyleterek Karadağ hükümdarlığını alacağını, yakında Rus ordusunun geleceğini kendisinin hükümlerinin, Nikşikten, Sontuna'ya kadar geçeceğini bildirerek, Rusya menfaatine uygun olarak Karadağ ahalisini isyana başlattı.

 

Bosna ve Rumeli valileri kendi askerleri ile söz konusu pa­pazın topladığı kuvvetleri bir kaç yerde mağlup etmişlerse de, Etyen; Çetine kalesine siğındığından üzerine gidilmemiş­tir. Ragıb Paşanın devlet işlerinde altı sene boyunca hudud-suz selahiyeti kendisinden sonraki sadrazamlara verilmemiş­tir. 3. Mustafa bizzat devletin işlerini tâkib ve görmeğe önem vermiştir bu tarz politikanın farkına varmayan Bahir Mustafa Paşa, vazife-i sadaretinde Koca Ragıb Paşa tarzını tatbik et­mek istemişse de, yürütememiş ve sonunda ısrarı hayatına mâl olmuştur. Çünkü Sultan 3. Mustafa katlolunmasina ferman çıkardı. Yerine geçen Damad Muhsinzâde Mehmed Paşa Ruslara sefer açılmasına muhalefet etmekten dolayı hayatını kaybetme tehlikesinden kurtulmasını, 3. Mustafa'nın sevgili kızının bey'i olmasına borçludur. Sultan Hanım; kocasının kellesini, padişah babasının iradesinden kurtarma şansını el­de etmişti.

 

Sultan 3. Mustafa; devlet gemisini sevk-i idare etme ve yürütme hususunda arzusu çok olan bir kimse idi. Her işi ta­kip eder, Babıâli'ye tebdili kıyafetle gelir, sadnazamı, kethü-dabeyi (içişleri bakanı), Reis'ülküttabı (hâriciye bakanı) top­lar gizli içtimalar düzenlerdi. Lehistan işlerine Rusya'nın, bur­nunu sokması, askerlerini o tarafa sevketmesini Osmanlı ka­bullenemezdi.    Harp ilânına hazırlıksısız, cephane, mühim­mat kıt diyen Damad Muhsinzâde'nin gösterdiği temaruz, 3. Mustafa'nın azil kararını vermesini getirdi. Aydın da vali olan Hamza Paşa makamı sadarete getirildi. Daha sonra Muhsin­zâde Mehmed Paşa meşhur tarihçilerden Vasıf efendiye an­latmış ki; Padişah ile Muhsinzâde arasında geçen kapalı mü­zakerede sadrazamın her şeyden önce harp hazırlıklarının ta­mamlanması gerektiğini söylediğini ancak savaşa girmeği esas görevi sayan padişahın, adetâ yanıp tutuşmakta oldu­ğundan sadrazamın söylediklerini kaale almadığını, buna bağlı olarak azline karar verdiğini, nakletmiş. Ayrıcada dev­rin İstanbulda bulunan ecnebi sefirleri, bağlı oldukları devlet­lere aynen sadrazamın dediklerinin gerçekleşeceği istikame­tinde görüşler belirten raporlar yolladılar. Netice, Muhsinzâ-de'ninde Bozcaadaya sürgüne gitmesi oldu.

 

Hamza Paşa; vali olduğu Aydin'dan İstanbul'a geldiğinde savaş ile alakalı bir toplantı tertiplendi. Herşey enine boyuna konuşuldu. Alınan son karar, sadrazamın, Rus elçisi ile bir divan halinde olduğu halde yüzyüze bir görüşme yapmasının faydalı olacağı şeklinde oldu. Ne tesadüftür ki! Rusya'nın İstanbul B. elçisi Obrişkof memleketinden yeni bir talimat gei-diğini buna bağlı olarak bir mülakat talebinde bulundu. Ara­dan sekiz gün geçtikten sonra Obrişkof Babıâli'ye davet edil­di. Davete geldiğinde bekleme odasında yarım saat kadar bekletildi. Sadaret salonuna girdiğinde bütün vükelânın sad­razamın etrafında yer aldığına şahid oldu. Sadrazamı, kendi­sini hiç bir karşılama jestine değmez şeklinde kabul tavrı ser­giler gördü. Halbuki daha evvelki kabullerde 'makam-ı sada­retin başında kim olursa olsun nazikâne ve müşfikâne davra­nışlar içinde istikbal edilirdi.

 

Rus b. elçisi Obrişkof, ziyaretinin sebebini ifadeye başla­mak üzereyken sadrazam sözünü kesti ve cebinden bir kâğıd çıkarıp söze başladı: "Meram müzakereye girişmek değildir. Bundan dört sene önce Lehistan'da geçici olarak bulunduru­lacak olan Rusya askerinin, yedi bin nefere indirileceğini, ta-ahhüd eden sen değilmiydin? Halbuki şimdi bu asker sayısını 30 bine iblağ ettiniz." dediğinde Obrişkof, sadnazamı küs­tahça bir davranışla güya tashih ederek 25 bin dediğinde va­ziyeti de itiraf etmiş oluyordu. Sadrazam bu küstahlık üzerine haliyle kızgınlığını ortaya çıkaran bir sesle-Hâin! Hanis! Bu beyanınla yalancılığını ikrar etmiş olmuyormusun? Senin hemşehrilerin; kendilerine aid olmayan bir memlekette icaz eyledikleri habasetden dolayı utanmıyorlarmı? Tatar hânının saraylarından birini yıkan, yer ile yeksan eden size aid toplar değilmi? Sorusundan sonra, meclisi vükelâda alınmış harp ilânını belirten karan senedi imzalaması istendi. Obrişkof da böyle bir kâğıdı imzalamaya mezun olmadığını ifade etti. Bu­nun üzerine savaşın ilânı şifahen kendisine tebliğ edildi. Okunanı dinleyen Obrişkof; "Rusya muharebe iscemezsede, kendisine ilân edilen cengede var kuvvetiyle mukavemet ed­er. "Sözünü söylemiştir. Bu sözü sadaret tercümanı elçinin beyanını; "Rusya dostlukda sabit kademdir, fakat savaş isteniyorsa başka" şeklinde tercüme etmişti. Obrişkof, söylediği­nin aynen tercümesini üç kere taleb etmesine rağmen tercü­man bunlara kulak asmadı.

 

 

 

Rus Elçisine Yedikcıle Zindanı

 

 

Rus elçisi ile yapılan mülakatın bütün safahatı 3. Musta­fa'ya arzedîldi. Bu arada sadaret makamına bitişik bir oda da bekletilmekte olan Obrişkof ve maiyetindekiler, padişah'dan gelecek fermana muntazırdılar. Nihayet beklenen geldi, an­cak munderacatmda emredilmiş olan işlem, Obrişkof ve baştercümanının Yedİkule zindanına hapsedilmesini hâviydi. Bu husus tebliğ olunduğunda sefir bazı kimselerin kendisiyle beraber olmaları istirhamında bulundu. Bu istek kabul edildi. Sefir, iki tercüman, bunların hizmetlerine bakacak, yedi as­kerle birlikte Yedİkule'ye nâkilleri yapıldı. Bu arada Hamza Paşa'nın sadaretten azlinde Kırım Hânı'nsn rolü olmakla be­raber, bulunduğu makama erken çabuk gelmişti. Sarayın bir çok görevlerini deruhte etmişti. Buralarda ki hizmetleri padi-şahlarca makbul görülmüş ki, hanedan'a damad olmakda dahil, yükselip durmaktaydı. Vezaretle, valilik rütbesine yük­seltilerek son geldiği basamak makam-ı sadaret olmuş idi. İsrafa dönük huyu padişahın mizacına uymadığı gibi tecrü­besizliği de hemencik sintıvermişti. Halbuki, tecrübe husu­sunda pekala masum sayılırdı, çünkü onu bu makama geti­renler için, çalıştığı yerler ve buralardaki liyakati bilinmeyen husustan değildi. Bu sıraâa yapılan ilânı harp haberi, gerek denizlerde bulunmakta olan bahriye teşkilâtımıza, gerekse serhad boylarında yaşamakta olan askerlerimize duyuruldu. Bu sırada avrupa da, Rusya, Prusya ve Avusturya ile İngilte­re aralarında bir ittifak kuracakları dedikoduları yayıldı. Bun­lar konuşulup yazıldıkça, devlet-i âlîye, Avusturya'yı kendi yanına çekme manevralarına baş vurdu. Venedik, Flemenk ve Danimarka ile İsveç devletleri ise Bab-ı âli'ye dost olduk­larını belirten beyanlar gönderdiler. İngiltere, asla Rusya ile beraber ittifak ve antlaşma içinde değiliz sözleriyle teminat vermişti. Prusyalılar İse, özel bir beyanname yayınlayarak Osmanlı ile Rusya arasındaki müşkülâtın halline yardımcı ol­mayı, hapse konan Rus elçisinin serbest bırakılmasını taleb etmişti.

 

Devlet-i Osmaniye'nin cevabı; bir defa savaş olmadan arabuluculuk teklifinin kabul edilemeyeceğini belirtmek ol­du. Bu arada da Rus sefiri; devlete verdiği istidanın münde-recatında Osmanlı devleti ile Rusya arasında, onsekiz sene elçilik görevi yaptığını bunun bir hizmet olduğunu ancak mâ­ruz kaldığı muameleyi tafsilatıyla beyan ettiği muamelenin ağır ve haksız olduğunun bulunduğu yerin son derece soğuk ve karanlık, buna bakarak sağlığının etkilendiğini duyurmak İstemişti. Fakat müracaatı kaale alınmadı. Prusya ve İngilte­re sefaret tercümanları babıâli'nin tercümanıyla Rus elçisinin durumunu konuşurken, Rusların savaşın önünü almaktan başka bir düşünce taşımadığını buna bağlı olarak; Prusya ve İngiltere'nin, Rusya ve Osmanlı devletleri arasındaki ihtiiafda arabuluculuk yapmayı hazır olduklarını bildirmekle vazifelen-dirildiklerini beyan ettiler.   Bu savaşın ilân edilmesinde Fran-sanın dahli olduğu, Fransanın Tatar hân'ı ile devamlı haber­leştiği, Fransa konsolosu ile Tatar hânı'nın müsteşarı arasın­da, yapılan konuşmaları nakletmeleri üzerine, babıâli tercü­manı bu ifşaatları makam-ı sadarete duyurmayı vazife ad­detti ve arzetti.

 

Savaş mevsimi olan ilk bahara gelmeden harbin yapıla­mayacağı apaçık ortadayken, son bahar mevsimindeyken harbin ilân edilmesi doğru bulunmayıp, devlet tarafından kendi eksiklikleri bulunurken ve daha bunları tamamlama merhalesine gelmeden yapılan savaş ilânı düşmanın eksiklerinin tamamlanmasına adetâ fırsat takdim edilmiş oldu. So­nunda 1182/ll/zilkade-20/mart/1769 p.tesi günü sadrı-azam ordu ile beraber istanbul'dan yola çıktı.

 

Beri yandan; Yalta'da bulunan sarayı, Rus toplarınca yerle bir edilen Kırım hânı tarafından kendisine yapılmış, bu taar­ruzun intikamını almak maksadıyla üçyüzbin kişilik bir kuv­veti üç kola taksim ederek Rusyanın güney cihetindeki top­raklarını süvarilerinin atlarının nalları ile çiğnedi ve tarumar eyledi. Rusya'nın tasarrufuna pek mükemmel bir cevap ver­miş olan Kırımlı Kerim hân, bu başarısıyla kendisinin kalite­sini de ortaya serip düşmanlarını aleyhine geçirmiş oldu. Kendi yanında bulundurduğu ve Ulah beyi'nin adamı olan Rum asıllı doktoru Siropulo tarafından zehirlenerek öldürül­dü. Böylece Kırım Tatarlarının başına Devlet Giray nasb olundu.

 

 

 

Rusların Hazırlığı

 

 

Sonbaharda yapmış olduğu savaş ilanıyla, büyük bir hata işlemiş bulunan Osmanlı yönetimi, bu yüzden Rus kuvvetle­rinin yapılacağı ilân edilmiş savaşa bir güzel hazırlanması şartlarının adetâ bir gümüş tepside sunulması gibiydi. Şura­ya hemen bir hatıramı çiziktireyim. Karaköse de 1. süvari tü­meni muhabere bölüğünde vatanı vazifemi ifa etmekteyim. Yıl 1960 idi. Üsteğmen Nâmi Tümerkan adlı komutanımız savaş üzerinde ders vermekteydi. Ortaya bir soru attı: "Rus­ların tayyareleri bizim üstümüzde dolaşmağa başladığında ne olur?" Dediğinde; fakir hemen, bizim tayyarelerde Mos­kova üzerinde olur, biz de üstümüzde dolaşanların düşürül­mesini becermeye çalışırız cevabını yapıştırmıştım. Böylece verilen cevabdan pek hoşnud kalan, Nâmi üsteğmenin taltif etmesine nail olmuştum. Katerina elde ettiği bu fırsat saye­sinde 65 bin, kişilik orduyu üç gurub hâline getirip, bütün kişı tâlim ve terbiye ile geçirdi. Bu üç gurubun birincisini Ka-bartay ve Kuban üzerine, 2. kolu Gürcistan beyleri ile Erzu­rum ve Trabzon üzerine, saldırmak stratejisiyle Tiflis'e gön­derdi. 3. kola gelincede bunların vazifesini Lehistan'ı hare­ketsiz tutmak, Karadağlıları savaşa itmek için;para, zabit, si­lah ve cephane ile takviye etmekdİ. Böylece Osmanlı devle­tinin doğu ve batı serhadleri şiddetli, kan dökücü Rus taarruz tehdidine açık hâle gelmiş gibiydi.

 

 

 

Sadrıazama Bakalım

 

 

İstanbul'dan çıktığını yukarıda haber verdiğimiz sadraza­mın, gitmek istediği hedef, Tuna sahillerine ulaşmaktı. An­cak; Rusların bir bölüm kuvveti Dinyester nehrini geçerek, Hotin Kalesini kuşatmıştı. Muhasaraya mâruz kalan kalenin, karşısında bulunan 20 bin kişi civarındaki imdad askeri, baş­larında komutanları Kahraman Paşa olduğu halde saldırıya geçtiler. Ruslar bunlara mukavemet edemeyeceklerini anla­dıklarından, ricata başladılar. Bu savunmanın, Rusları çekil­meye mecbur bırakması haberini almış bulunan İstanbul, işi bir zafer şeklinde telâkki edip de şenliklere başladı bir de 3. Mustafa'ya, Gâzi'lik unvanı verilmesi merasimi yapmışlardı. Mayıs ayı geldiğinde sadrazamın otağı Babadağ'ından İsaak-çı'ya nakledildi. İsaakçıda 20 gün kadar kalındıktan sonra ve arada bir takım eksiklikler giderilip ordan sadrıazamm arzu­suna uyulup bir harp meclisi icra olundu. Bu meclisde sadra­zamı fevkalâde bir jest içinde görüyoruz, bu jest şöyle kendi­ni gösterdi. Sadrazamın açık ve net konuşması; "ben; mes-lek-i askeriyeyi bilmem. Sizler güngÖrmüşler, savaş alanının kurtlan bana beyanlarınızla yol gösteriniz." Bu sözler mec­lisde bir takım şaşkınlıklara sebeb olduysa da, yine de itiraf samimi bir havanın husule gelmesine vesile olmuştu. İçlerin­den biri: Bender üzerine gitmek evlâdır. Dedi. İkinci bir görüş* Hotin üzerine gidilmesi şeklinde oldu. Üçüncüsü ise; Tu-na'nın geçilip inkişaf edecek vaziyete göre hareket tavsiyesi­ni taşımaktaydı. Sadrazam Mehmed Emin Paşa söz alıp: "her ne kadar askerlikden anlamadığımı söylediysemde içime si­nen üçüncü tavsiyeye uymaktır" beyanında bulundu. Tu-na'nın aşılmasından sonra Hantepe denen mahalde bir top­lantı daha icra olundu. Bu sefer de, Bender istikametine gi­dilmesi kararı çıktı. Teşebbüse geçildi, ancak yolda karşıları­na çıkan manialar askerin perişan olmasına yetti. Bunların üstüne üstlük sadrazam da ağır bir hastalıkla yatağa serildi. Ruslara fedakârane yardımcılık yapan lehlilerin düşman mu­amelesine tâbi tutulmaları hakkında orduy-u hümayun ka­zaskeri tarafından okunan fetvalar üzerine karar altına alın­mış durumun ordumuzda bulunan, Lehistan sefiri ve diğer devlet tercümanlarına da tebliğ yapılmıştı. Bu bilgilere agâh olan Leh elçisinin hâinlerin cezalandırılmasını tasvib ettiği, ayrıca 70 bin neferin ihtiyacını karşılayacak miktarda, eızak takdimini Lehistan cumhuriyeti adına taahhüd eyleyerek hiz­met arzına gayret göstermiştir. Rusların bir müddet sonra Hotin üzerine yeniden saldırıya geçerek kuşatmaya devama çalıştığı görüldü.

 

Ne varki kendilerini geçen defa geriye topuklatan Kahra­man Paşa ve kıymetli askeri tekrar karşılarındaydı. Bir müd­det savaştılar. Ancak bu paşanın karşısında tutunamayacak-larını çabuk .anladılar. Yeniden kaçmayı tercih eylediler. Sad­razamın bu arada yine Bender'e teşrifi haberi Kahraman Pa­şaya ulaşmıştı. Hemen hem hastalık geçirmiş, hem de bir­çok zorluklara duçar olmuş sadrazamın ziyaretine koşan Kahraman Paşayı acı bir sürpriz beklemekteydi. Bu sürprizi Kâmil Paşa tarihinde şöyle kaleme almış: "Rusları Hotin ka­lesi önünden kovmaya muvaffak olan Kahraman Paşa, ge­rek kendi isteği, gerekse askerinin terfih hakkında seslendirme yapmaları ve bunu tekrarlamaları üzerine, rütbe-i ve-zaretle taltif edilmişse de, bu talebdeki müşahede olunan usûle aykırılık suç olarak telâkki olundu. Tabii ki bu ölüm cezasının biçilmesini getirdi Kendi ayağıyla sadrazamın ya­nına gelen Kahraman Paşa hakkında verilmiş hüküm ma­alesef tatbike kondu. Kahraman Paşa Öldürülerek bir hata daha yapıldı. Yapılmakta olan seferin başarılı gözüken tek yanı Hotin kalesinin muhafazası idi. Yoksa ortada başarı olarak kabul edilebilinecek bir vaziyete tesadüf edilmiyordu. Bunun sebebini İstanbul sadrazamın nâehil olmasında gördü. Her ne kadar sadrazamın cihet-i askeriyye ilminde, kifayet­sizliği beyanı var idiyse de, devletin en feci hatası Ruslara savaş ilânını pek Önceden yapmış olduğuydu. Bütün diğer bahaneler, bu savaş ilânı meselesinde adetâ kaybolup git­mekteydi. Seferde bulunan kumandanlar; Babıâli'yi aradan çıkararak, Hz. Padişaha sadrıazamın yetersizliğini duyurur­larken, bu arada Babıâli baştercümanı ve eski Buğdan Prensi olan Kalimâki bey'in Rusların tarafına çalıştığı ihbarları yapıl­mıştı. Arkasından da bu ihbaratın icraatları kendini göster­meğe başladı.

 

Birincisini Kalimâki bey'in idam edilmesi teşkil etti. Arka­sından gelen sadrazam Mehmed Emin Paşa'nın azli ve Dimetoka'ya sürülmesini intaç ettirdi. Beterin beteri vardır sö­zü, burada bir daha kendini hatırlattı. Sürgün yolundaki sad­razam Edirne'ye girmek üzereyken yetişen haberci hayatının izâle olunacağını tebliğ etmişti. Emir yerine getirildi ve sabık sadrıazam Mehmed Emin Paşanın başı vücudundan ayrılıp bala batırılıp Dersaadete koşturuldu. Bu baş ibret taşında teşhir olunurken, makam-ı sadaretin yeni emanetçisi Molda-vancı Ali Paşa mührü hümayunu almıştı.

 

 

 

Hotin Rusların Eline Geçiyor

 

 

Cenâb-ı Mevlâ'nın siyanetini, Kahraman Paşa eliyle gös­terdiği Hotin kalesi, zaferin sadakasını vermeyi unutanların hatasının kurbanı olarak maalesef Rusların eline geçti. Sadrı­azam Moldavancı Ali Paşa komutasındaki ordumuz, Rusların Dinyester nehri kıyısındaki birlikleriyle karşılaştı. Yapılan sa­vaşın birinci raundunda Rusları, kahkari bir bozguna uğrat­tık. Savaş alanı silahını bırakıp firarı yeğleyen askerlerin çok­luğundan utanmaktaydı belkide! Çünkü firar eden Rus asker­leri araziyi mühimmat ve cephanelerini bırakarak terk etmiş­lerdi. Ancak pek vakit geçmedi ki Rus kuvvetleriyle yeniden karşılaşıldı. Ve mağlubiyet kısa zamanda bu sefer bizim ta-rafda kalarak, Hantepe mevkiine çekilmek zorunda kaldık. Çekilmesine çekilen birliklerimiz, maalesef Hotin Kalesini yardımsız bırakmıştı. Fırsatı kaçırmayan Ruslar, Abaza Pa­şa'nın askerden tahliyeyi akıl ettiği Hotin Kalesini ele geçirdi­ler. Düşman eline geçmesine iki defa mâni olan Kahraman Paşa'ya, gösterilen muamelenin bedelimiydi bu acı mağlubi­yet? Üzerinde düşünülmesi gerekmeliydi.

 

Abaza Paşaya Hotin'i askerden arındırmasını icâb ettiren sebebin Buğdan'ın muhafazasında, istihdam olunma emrini almış olmasında aramak yanlış olrnaz. Çünkü Hotin kısacık dönemde üç defa Rus taarruzuna mâruz kalmıştı, buna bağlı olarak artık savunmada kalmaya mahkûm bir devreye gir­miş bulunan, devlet-i âliye'den başka bir stratejik yeri savun­ma için, daha az ehemmiyet arzeden yerden vazgeçmesi, za­fiyetin getirdiği kaçınılamaz faturasıdır. Abaza Paşa ve de Buğdan Prensi, Babıâli'den gelen bir emirle, Ruslarla haber­leşen ve onlara sempati besleyen ve de bilfiil onlara savaş­larda muharip olarak katılanlarında memleketten ihraç edilmelerine önem vermeleri hatırlatılmıştı tarih bu sırada 1182/1769 olmuştu. Sadnazam İsaakçı'ya gitti. Arkasından ordu da karışık bir düzen içinde aynı yere gitti. Ruslara karşı fecii bir mağlubiyetin müsebbibleri, Anadolu ve Rumeli vali­lerinin rütbeleri tenzil edilmişti. Böyle bir muameleye gidil­mesinde ahalinin sızlanarak bu zevatı, şikâyet etmesinden kaynaklanmıştı.

 

Öte yandan ise Yaş'da ve Kalas'da Ruslara mağlup olmuş bulunan Buğdan kumandanı Mehmed Paşa ve Hazinedar Ali Paşa'ya rütbe-i vezaret verildiğinde ahali arasında dedikodu aldı yürüdü.

 

 

 

Kalas'da Müslüman Katliamı

 

 

Kalas'da Rusların kaldırıp götürdüğü Buğdan Prensi Kos-tantİn Mavro Kordato çok geçmeden Yaş'da ölümün kucağı­na düşmüştü. Yerine geçirilmiş olan Kiga hükümeti başkenti Ruslar tarafından esir edilmiştir. Her taraf yağmaya ve yakılı-şa tâbi tutulmuştu ayrıca müslümanların üzerinde bir katliam gerçekleştirilmişti Bükreş şehrinin her tarafında Rusya mu­harebesi! Hayda! naralarının işitilmesiyle birlikte şeyhülislâm tarafından verilmiş oian bir fetva okundu. Bu fetva'da, Rusla­rın gerçekleştirmiş olduğu katliama ve bu hususta verdiği emirlere itaat edip katılan Buğdanh ve Ulah'ların katledilme­lerine, mallarının müsaderesine, eş ve çocuklarının esir olun-masına cevaz verilmekteydi. Ne varki bu fetva son derece ters netice verdi. Buğdan halkının en samimi olanları dahi Rusya'ya tercih kullandılar. Bükreş'in Boyan (bir nevi idare­ci) prensliğin bir takım sembollerini Rusların komiserine tes­lim ettiler. Ayrıca metropolid'le beraber Rus imparatoriçesine sadakat yemini yaptılar. İtaatlarını Petersburg'a gönderdikleri temsilciler vasıtasıyla da ulaştırma yoluna gittiler.

 

Sadrazam Moldavanci Ali Paşa orduyu Babadaği'na çekti. Kalas'da Ruslar, meydana geien çarpışmada yenildiler ve şehri yakmayı ihmal etmeden boşalttılar. Bu arada savaşı kazanan mücahidine padişahın takdir ve ihsanları erişirken, daha dört ayı doldurmamış Moldavancı Ali Paşa makam-ı sadaretten, infisal ettirildi. Boşalan makamı doldurmak üzere eski sadrıazamlardan, Ayvaz Mehmedpaşazâde Halil Paşa aetirilmiştir. Ancak bu zatın göreve getirilmesinde, babasının nâmının pek işe yaradığını söylemek doğru bir iddiadır. Yok­sa Halil Paşa, devlet işlerindeki tecrübesizliği, askeri mesele­lerde bilgisizliği, görünür bir başarısı oimadığı halde bundan bir başarı beklemek umulamazdı. Yeni sadnazam bir çok memuru yerini değiştirme icraatına tâbi tuttu. Bu sırada Ta­tar hân'ı, Buğdan ve Ulah'ın Ruslar tarafından istilâsına bir muhalefet veya mukavemet gösterme tarafında gayret gös­termediğinden azledildi ye yerine Kaplan Giray getirildi.

 

Rus askeri; Fokşan'da kuvvetlerini toplama çalışmalarını idame ettirmeye başladı. İsmail, Ibrail Kolige ve Corcuhe ta­raflarını tehdidle birlikte kontrol altına almaya başladı. Bu vaziyeti haber alan Osmanlı birlikleri serasker Abdi Paşa, ko­mutasında hemencik, Bükreş üzerine yürüyüşe geçti ve he­define yaklaştığı sırada, askere gereken bilgi ve tavsiyeleri yaptıktan sonra askeri orada bıraktı ve Corcuha'yı korumak isteyerek yola çıkmışsa da, Rus generali Setofalk'ın birlikleri­nin vurgununa düşmüştür, üçbin askerini kaybeden Abdi Pa­şa hem Corcuha'yı müdafaa edememiş hem de Bükreş'in Ruslar eline geçmesine mâni olamamıştı. Bu sırada tarihimiz 2/zilkadde/l 183-27/şubat/1770'i göstermekteydi.

 

Buğdan papaslarınin ihaneti Selâtin'e şehrininde Rusların eline geçmesine sebeb teşkil etti. 1/muharrem/l 184-27/ni-san/1770 cuma günü sadrıazamın karargâhı isaakçı'ya ta­şındı. Rusya; istihbaratçılarını ve ajanlarını Mora'ya şevketmisti. Bunların kısm-ı âzamini papas hüviyeti altında gönder­di ve Mora'nın Rumlarla meskûn her mahalli, bu adamların söylevlerine, tahriklerine açık hâle gelmişti. Bu çalışmalara bigane olmayan Rumların ileri gelen reislerinden Panayotİ Pi-naki, kendilerine Osmanlı boyunduruğundan kurtulmalarını telkin eden Rus memurlarla uzunca süren görüşmelerde bu­lundu. Müzakereler nİhayetlendiğinde de, bir iyi niyet gurubu teşekkül ettirerek Ruslara dehalet ettiler.

 

Rusya'dan; Osmanlı devleti ile aralarında husule gelecek meselelerde, koruyuculuklarını üstlenmeleri istirhamında bu­lundular. Rusya devleti bu talebi menfaatinin gereği olumlu bularak vazifeyi üstüne almayı kabullendiğini bir deniz filosu düzenleyip göndererek gösterdi. Bu filoyu takiben kara as­kerlerini de pek kısa zamanda göndereceğini beyan eden bir ahidnâme yolladı. Tanzim edilmiş filo.ıun kumandanlığı Ami­ral Sibiryetofa verilmişti. Filo'da  12 tane saffı harp gemisi, 12 firkateyn Kronştad limanından denize çıktığında, haber derhal İstanbul'a ulaştı. Ne varki istihbaratı bu kadar hızlı ça­lışan devletin bu haberi değerlendirebilecek devlet adamın­dan mahrum olması, Kornştad limanından kalkan gemilerin Akdeniz'e eski adı bahr-i Ahmer'e geçemeyeceklerini zanne­derek, gelen habere sahte damgasını vurdular. İsrarla belirtil­mesine rağmen, günün birinde, bahse konu filonun Akde­niz'de görünmesi haberi sahtecilik, diye suçlayanların gözle­rinin, faltaşı gibi açılmasını temine yetmişti bile. Baltik deni­zinden, Adriyatik denizi yoluyla Bahr-i Ahmer'e yâni Akde­niz'e gelebilmek, sadece Venediklilerin müsamaha göster­mesine ihtiyaç bırakırdı. Venedik hükümeti bu müsamahayı ne için göstermesindi? Gösterdiler böylece de Rus filosu Ak­deniz'de gezinmeye başladı. Babıâli bu vaziyet karşısında; Venedik elçisini azarlamaktan başka bir şey yapamadı. Vü­kelâ babıâlide toplandı. Aldığı karar Mora'daki savunmaya itina edilmesi hususunu âmirdi.

 

Ne varki; amiral Sibiryetof; filosuyla beraber getirdiği ge­mi inşa etmeye yarar malzemeler yanında olduğu halde sa­hile çıkışı gerçekleştirdi. Burada nakliye işlerinde kullanılabi­lecek dört gemi inşa etti. Gemileri Rum isyancılara verdi. Beri yandan Kont Teodor Orlof, yanında beş yüz Rus askeri olduğu halde karaya çıkarak bu beşyüz askerin, sayılarının 50 bin'e varmış, isyancı Rumların idaresine hâkim olamaya­cağı, herkesin göreceği husustur. Bu gurub çıkmış bulundu­ğu Mîsistre şehrinde, bir katliama girişerek dörtyüze yakın müslümani şehid ederlerken memede'ki yavruların minare­lerden aşağı atılması vahşetini işleyerek hangi ruh haleti ve ne kadar zâlim olduklarını, tarih sahifelerinde tabii ki nefretle anılmak üzere tescil ve kaydettirdiler. Burada yaptığı işin vahşi zevkine doyamayan Teodor Orlof'un, Koron şehri 2. hedefi oldu. Ancak maiyetindeki askerin; bu işi beceremeye­ceğini ilk an gösterince, derhal burayı muhasaradan içtinab etti. Teodor'un kardeşi Aleksi Orlof ise; donanmasının bir kaç gemisiyle ve yanındaki asker ile Patras üzerine, sevko-lunmuştur. Patras'ın yardımına korsanların koştuğu ve Mo-ra'hlan öldürmeye başlamasından Aleksi ve maiyetindekiler, kaçmaya mecbur kaldılar.

 

Ruslar; yeniden 15 bin kişilik Mora'lılardan müteşekkil bir isyancı kuvvet teşkile muvaffak oldu. Bunlarda hedef, Tripo-lis kasabasına dalarak hem ganimet toplamak, hem de kesin bir galibiyet temindi.

 

Serasker Paşa; bölgedeki kumandanların askeriyle birleşip bunların karşısına çıktı. Zafer; Mora'lılara değil sadrıazamın kuvvetinde kaldı. Tripolis'de, Patras'da olanlar cereyan etti. avarin'e girmiş bulunan diğer bir Rus subayı Prens Dolifori-ki; Leonetari ve Arkadiye kasabalarını savunanlarla sözde anlaşıp, savunmacıların salimen çıkıp gideceklerini kabul et­mişti. Hâttâ bir sened yapılmış ve bu sened'e Fransa konso!osu da imza atmıştı. Fakat Rumlar bunları hiçe sayarak, müslümanlan katledip, belde'yi yakmışlardı. Aradan fazla bir zaman geçmedi ki, Aleksi Oriof Rumların hepsine birden hi-tab ederek şöyle demekteydi: Eflâk ile Buğdan'da başlamış olan savaşta döğüşenler sizin mezhebinizdendir, bunun için ordaki savaşa dininiz ve hürriyetiniz için koşmalısınız. Daha sonra Koron ile Modon, Rusların muhasarasına düştü. Modon kurtarılınca Ruslar gemilerine binip uzaklaştı.

 

Serasker Paşa bu Modon'u kurtarmak ameliyesini, zafer olarak İstanbul'a bildirdiğinde, derhal şehr-i ayn denilen, kandillerle şehir aydınlatıldı, nice dualar ve sevinç gösterileri yapıldı. Ne var ki; Çeşme limanında bulunan Hüsameddin Paşa komutasında donanmamızın iki korveti, onbeş kalyonu ve bazı gemilerinden müteşekkil bir filosu, Rus donanması ile savaşa giriştiği görüldü.

 

Bu savaş esnasında bizim gemiler tutuşmuş ve yanmaya başlamıştı. Ancak bu gemilerimizden bir tanesi yanmakta o -duğu halde, rotasını Rus donanmasının amiral gemisine doğ­rultmuş ve ona aborda olmaya çalışmıştı. Sonunda, fedakâr­ca bu davranışın maksadı, Cenâb-i Allah (c.c)'ün rüzgârı ya­ver kılması ile tecelli etti. Rusya amiral gemisi yanmaya baş­lamıştı. Amiral Sibiryetof ile Teodor Orîof kendilerini zar zor attıkları bir şalopeyle cehenneme dönmüş amiral gemisinden firara muvaffak oldular. Akabinde cephane ve ateşin bir kori­dorda buluşmaları, geminin patlamasına yediyüz Rus ve is­yancı Moralinin telef olduğu görülmüştür..Mezkûr gemiyi bor-dalayan gemimiz de bu patlamadan nasibini almış ve bazı denizcimizin şehadeti vukubulmuşsa da, Kaptan-ı Derya ve kaptanlar ile levendlerimiz yüzerek selâmet sahiline çıkabil­mişlerdir.

 

Hz. Kanuni Süleyman zamanı ve akabinde, 2. Selim döne­minde meydana gelen Leponta baskınına maruz kalan donanmamizın, uğradığı feci mağlubiyet, beyaz üzerinde bir kara leke gibi karşımıza çıkar. İşte bu 3. Mustafa döneminde vukubulan Çeşme olayında yanıp perişan olması, yukarıdaki bozgunu tarihde yalnız bırakmamıştır.   Bu donanma yangını, Kaynarca antlaşması denen Osmanlı devletinin bir hayli aleyhine olan sulhun imzalanmasına sebeb teşkil etmiştir. Bu Çeşme olayının; galeyân-ı diniye'yi ve milliye'yi gayrete ge­tirdiği görüldü. Donanmamızın yakılmasından mükedder a-hali-i islâm, İzmir'de yaşayan Rumların ve avrupalılann üzer­lerine savlet ederek ihanetlerini haykırmışlardır. Bu arada se-kizyüz kadar kefere telef edilmiştir. Rus donanmasının Ça­nakkale Boğazından geçmesini engellemenin yolunu oraya gönderilen vazifelilerin keşiflerine bağladı devlet. Bunlardan ise, Kale-i Sultaniye denen bölgeye gerek Rumeli gerekse Anadolu yakasına birer istihkâm yapmak fikri, gündeme gel­di. Derhal tatbikata geçildi. Bunlardan birini Rus gemilerinin topa tuttuğu görüldüyse de bir netice alamadıkları da orta­daydı.

 

Ancak Ege denizine doğru yol almakta olan yirmi parçalı bir zahire nakliyesinde kullanılan ticaret filosu Bozcaada'da yol kesen Rus donanmasının eline geçti.

 

 

 

Limni Muhasarası

 

 

Bütün bunlar olurken Kont Orlof Limni Adasını kuşatma altına aldı. Yapılan altmış günlük direnme gelecek için mu­hasara altında olanlara bir umid bahşetmediğinden muhafız­lar Kont Orlof'a müracaatla teslim müzakerelerine giriştiler. Anlaşma ortaya çıktığında vaziyet şu idi. Muhafızlar adayı terk edecek, ancak altı muteber asker Ruslara rehin olarak bırakılacaktı. Anlaşmanın tatbikatına geçildiğinde kaptanı derya Cezayirli Hasan Paşa yirmiüç parçadan meydana gel­miş filosuyla Limni Adasına İmdada yetişmişti. Yapılan mukaveleden haberdar olunca bunun uygulanamayacağını, çünkü kendisinin rızası olmadığını beyan etti. üç gün sonra iki taraf deniz üstünde çok kanlı bir savaşın muharipleri ol­dular. Üstünlük bizim askerimizde kaldı. Hasan Paşa Rusların rehin olarak teslim almış olduğu altı rehineyi iade etmesini Kont Orlof'a bildirdi. Az sonra rehineler serbest bırakılırken Kont Orlof'da gemilerini toplamış, rotasını açıkdenize doğ­rultmuş, Limni'yi Osmanlı zaferine bırakmanın ezikliği içinde suyun üzerinde aheste aheste defolup gitmekteydi.

 

Bu sırada Buğdan civarında askerle dolaşmakta olan sad­razam, Tuna Nehri yakınlarında tutuştuğu bir muharebede ikibin şehid vererek haylİcede mühimmat ve cephane kaybı­na uğramıştı. O sıradada Ruslar Kırım'da bir saldırıya kal-kışmışlarsada, mahalli komutan ve askerleri, bu taarruzu de­fetmeye muvaffak olmayı bilmişlerdi. Tuna üzerinde yaptığı­mız bir köprüyü, çıkmış olan fırtınanın söküp savurduğu, Ruslar'ın, Kili'yi ellerine geçirdiği haberleri sadrazama ulaş­mıştı. Ayrıca asker arasında da itaat ortadan kalkacak rad­deye gelmişti. Sadrazamın hükmü geçmez olmuş, askere sık sık hediyeler, bahşişler verilmek suretiyle işlere sevk oluna-biliyordu, ki bu ordunun içine düşmüş olduğu büyük bir zafi­yetti.

 

 

 

Bender'in Düşmesi

 

 

Ruslar Bender'i taarruzlarına hedef yapmışlardı. Müdafiile-rin bütün gayretlerine rağmen aralıksız on saat süren bir Rus saldırısı Bender'in düşman eline düşmesine sebeb oldu. Bu­nu onsekiz gün süren ve nihayetinde Rusların eline geçen İs-maiyl ve İbraiyl kalelerinin elden çıkması takip etti. Sadraza­mın içinde bulunan hâli içler acısı bîr manzara gösterirken, sayısı aa üçbinden ziyade değildi. Neticede; Kili, İbraiyl ve İsmaiyl elden gitmiş çaresiz sadrazam, otağını Babadağı'na nakle mecbur olmuştu. Ordunun; Babadağına çekilmesinden sonra bir takım değişikliklere tevessül olundu. Kırım Hanlığı Selim Giray'a tevcih edildi. Sadrazam azledilerek Filibe'ye sürgüne gönderilirken, yerine de Bosna Valisi Silahdar Meh-med Paşa getirilmişti. Ne varki bu sırada İbraiyl'in istilâ olun­masından önce, İsmaiyl'de bulunan Rus generali Kont Ro-manzof gönderdiği bir notta ecnebi ülke devletlerinden hiç birinin karışmayacağı bir sulh müzakeresi açma teklifini bil­dirmiş oluyordu. Sadrazam ise; böyle teklife evet demeye padişah tarafından mezun kılınmadığını, taleble ilgili hâli Ba­bıâli'ye bildireceğini notu getiren, Rus miralayına ifade et­mişti. Bu teklife verilen cevabı öğrenmemizden önce şurası bilinmelidir ki; daha önce Dersaadet tarafından vesatet, yâni arabuluculuk için yapılan haberleşme pek dikkat çekici bir hal almıştı. Bu arabuluculuklar pek çok avrupa ülkesine uy­gun gelmekte idi. Bu sayede menfaat elde ediyorlardı. Rus­ya'nın teklifi ise bu aracılara lüzum olmadığı istikametindey­di,   Prusya kralı 2. Fredrik'le, Avusturya imparatoru 2. Jozef gibi iki önemli hükümdar işi başka başka mütalaa etmektey­diler.

 

Babıâli ve Avusturya arasında, bir takım gizli ve nakdi hu-susat üzerinde müzakereler yapılıp antlaşma yapılması, Avusturya elçileri Kont Dokviniç ve Baron Tevgüt'ün çalış­malarıyla gerçekleşebilmişti. Sultan 3. Mustafa'nın ise, hop diye içine atladığı durum, seçtiği politikanın yanlışlığı, bütün hususlarıyla ortaya çıkmış almaktaydı.

 

Yukarıda anlatıldığı gibi; İngiltere ve Prusya elçileri, Fransa ve Avusturya'nın müdehalesinden çekinerek harbin çıkışında sunulan vesatet iki devletin arasında şüpheler uyandırabilme gayretine dönüşmüştü. Buna bağlı olarak Babıâli'ye notalar takdim ederek Yedikule'de hapiste bulunan Rus elçisinin der­hal serbest bırakılmasını istemişlerdi. Bu istekten hiç bir netice hasıl olmayıp, iş ortada durmaktayken, daha sonra Prus­ya kralı ile Avusturya imparatorunun, Nevstad'da vukubulan buluşmalarında geldikleri nokta vesatet yâni arabuluculuk meselesi hakkında aynı düşünmektelerse de, nasıl gerçekle­şeceği hususunda bir ittifak içinde olamamışlardı. Bunun üzerine her iki devlet İstanbul'da bulunan elçilerine yâni Prusya ve Avusturyalı elçilere ayrı ayrı talimatlar verilmiş ve Babıâli nezdinde teşebbüse geçmelerini istemişlerdi.

 

Prusya elçisi Zejlin, Avusturya elçisi Tevgüt talimatları alıp harekete hazırlandılar. Bu sıralarda Belgrad valisinden gelen bir başvuruda; Avusturya imparatorunun dönekliği, hududu­muzda asker yığmasına başladığından, nasıl bir siyasi tavır takınılması hususunda padişah'ın düşüncesini ve emrini sor­maktaydı. Padişah ise, garib sayılacak bir teklifte bulunmuş-du. Şöyleki: Avusturya ve Prusya elçileri aldıkları talimat ge­reğince devletlerinin arabuluculuk tekliflerini Babıâli'ye sun­duklarında, Reisülküttab İsmail Râif efendi, gecenin birinde Avusturya sefiri ile müzakereye girişti. Rusya, Lehistandan uzaklaştırıldığına göre, imparator Jozef'in, Lehistan'a bir kral tâyin etmesi veya Lehistan'ın iki devlet, yâni Osmanlı ve Avusturya arasında taksimini imparator 2. Jozef'in reyine bı­raktı. Böylece evvelemirde devlet-i âliye, İran'in bölüşülmesi işinde Rusya ile anlaştığı gibi, bu defa da Lehistan'ın, Avus­turya ile taksimini ümid etmişti. Bu mülk taksimi politikası­nın tarafı olmak, bizzat devlet-i âüyenin komşuları devletlere, âtideki taksimin kapısını açmıştı. Avusturya elçisi Tevküt'se iletilen talebe cevaben; böyle geniş bir projeye kafa patlat­maya zamanı olmadığını ancak bunun da kan dökülmeden gerçekleşemeyeceğine arabuluculukda esas maksad ise, bunca müddet sürüp gitmekte olan kanlı savaşın sonunu ge­tirmek olduğunu beyan etti.

 

Böylece; gerek Tevküt gerek Zejlin, devletlerinin taleb ve arabuluculuklarına dâir Kâimmakamdan bir yazı alıverilme-sine reisül küttapdan gayret göstermesini istediler. Bu isteği tabii karşılayan İsmail Râif efendi, önce kendilerinin bu hu-susda bir talebleri olduğunu belirten nota'mn Babıâli'ye veril­mesini hatırlatmıştı. Bu şart; Zejlin'i hemen, Tevküt'ü ise bu mevzuuda bir haylice tereddüde düşürmekle beraber gecik­tirme, ülkesinin muvafakati ve arabuluculuğunu, tercih ettir­mek teşebbüsünde çıldırmak derecesine varmış oîan İngiliz elçisinin maksadını kolaylaşma mertebesine getirmemek için, İsmail Râif efendinin teklifi kabul görmüştür. Böylece kâimakam, elçiler tarafından verilen notaya cevab olarak, yazdığı yazıda ihtiyatlı bir lisanla herbirinin, müracaatını de­ğerlendirdiklerini ve nota ile teklif ettikleri arabuluculuk hak­kındaki beyanlarını kabul etmiş bulunduğunu kaydetmişti. Bunlar olup biterken ilerleyen zaman 1770/ocak~1183/ra-mazan ayını işaret etmekteydi.

 

Yukarıda Rus generali Romanzof tarafından gönderildiği belirtilen yazı geldiğinde, Reisülküttab ve Nişancı efendiler Avusturya ve Prusya elçileriyle geceyansı içtimaî gerçekleş­tirme yoluna gitmişler, müzakereler neticesinde yapılan tek­liflerde, iki devletin arabuluculuklarını bildiren general Ro-manzofa cevab olarak mahbus bulunan, Rus elçisinin ser­best bırakılma isteğinin, Rusyanın bu cevab üzerine göstere­ceği muvafakata bağlı olduğu hususları kararlaştırılmış, bu şekil üzere de divân-ı hümâyûnun resmi karan ve şeyhülislâ­mın fetvasıyla teyid edilmişti. Muhterem okurlarım görüyor­sunuz ya! Bir devlet zafiyete düştümü buyurgan politika zir­vesinden, müzakerât ilmine vâkıf olmanın ve bu ilmin kes-bettirdiği başarı kadar, müzakerâtta benliğini ve menfaatleri­ni koruyabilir. 3. Mustafa devri, bu müzakerâtın dikkatle ya­pılmasına başladığımız devrin mukaddematını hatırlatır, daha sonraları güç ve kuvvetten kopmanın elim sonucu olan baş­ka siyasi entrikalara, başvurma mecburiyetine düştüğümüz görülecektir.

 

İngiliz sefirinin bütün gayretleri arasında yer alan hususun birincisini bu arabulucuk meselesi teşkil etmekteydi. Bunu temin içinde politik her iftira elçinin başvurduğu çirkin silah­lardan idi. Ama bütün bu ingilizlerin politik manevralar! neti­ce vermemiş, nihayetinde Avusturya elçisi Tevküt ile beş maddelik bir antlaşma çıkarabilmişti Reisülküttab İsmail-Râif efendi. Her iki ülkenin en üst makamı olan padişah ve impa­rator anlaşmayı tasdik etmişlerdi. Bu antlaşmanın gereği olarak; Babıâli Avusturya'ya, bir sene zarfında nakit olarak, 20 bin kese akça, diğer bir deyimle 1 milyon 250 bin florin vermeği kabullenmiş oldu. Ayrıca Küçük Ulah'ı Avustur­ya'ya terk etmekle beraber, bunların tüccarlarının Ödemekte bulundukları rüsumların alınmaması da, anlaşmada yer aldı. Cezayir korsanlarının bu devlete verdiği zararları meydana getiren tasallutlardan korumayı Osmanlı devleti taahhüd etti. Avusturyalılar ise Rusya'nın bizden aldığı araziyi iade etme­ye iknaa çalışacaklarını taahhüd ettikleri, Lehistan vatandaş­larının hürriyetlerinin temininde kefil olduklarını, beyan eyle­mişlerdi.

 

Başvekilleri Prens Dukovniç böyle bir antlaşmamn mutla­ka tasdik edilmesi gereken avantajlarla dolu bulunduğunu görünce, imzayı hemencik bastı. Avusturya elçisi ile paraya dâir yapılan antlaşmanın müzakeresine oturmuşlardı. Artık Prusya ile Avusturya arasında söyleşilen arabuluculuk mese­lesi gündeme getirilmemiş bu müzakerenin sırrından haber­siz Prusya elçisi; başka bir projenin uygulanmasından da şüphelendiğinden verilen sözden dönülmemesi ısrarlarında olup, savaşın ilk gününden beri Rusya'nın, Prusya tarafından yüklenilecek arabuluculuk vazifesine kabul etmek durumunda olduğu sözünü vermiş bulunduğunu söylemekteydi. Ayrı­ca da Ruslar sözünden dönecek olurlarsa, Prusya Avrupa ile sulh için elele verip, devlet-i âliye'nin hukukunu kabul ettir­meğe hazır olduğunu, Babıâli'ye beyan etmiş Rusya devleti ise; hapiste bulunan elçisinin de şartsız tahliyesi gerçekleş­medikçe, arabuluculuk yapmak isteyen talepleri geri çevire­ceğini herkese hissettirmekteydi. Osmanlı hükümeti ve Avusturya arasında yapılmış bulunan, gizli antlaşmanın mü­zakereleri esnasında Avusturya elçisi Tevküt, elçinin tahliye işleminin yapılmasını ilen sürmüş, bizimkiler fazla direnme­den kabul etmişler, tahliyeye ve ülkesine dönme müsaadesi­ni vermeyi uygun bulmuşlardı.

 

Meşhur tarihçilerimizden Vâsıf efendinin Petersburgdan dönerken, yanında getirmiş olduğu imparatoriçenin mektu­bunda, savaşın devamında fayda gören Rusya ve Osmanlı devletinin, düşmanlarının arabuluculuk tekliflerinin kaale alınmaması, vasıta olmadan kendi aralarında sulhu gerçek­leştirmeyi arzuluyan husus yer almışsa, mektubun imzasız olması ciddiyeti zedelemişti. Öteyandan; mektubun imzasız gönderilmesi savaşı arzularruş, davet etmiş bulunan Fran-sa'ninda bakışına denk gelerek, kötü şekilde tefsir olunma­sından çekinilmiş olmasındanmış. Buna karşılık daha evvel Rusya'nın maksadı, Kırım'ı kurtarmak olduğundan, Buğdan ve Eflâk'da müstakil birer beylik tesisi hususuna dayalı ola­rak Avusturya ile yaptığı müzakerâtda apaçık ileri sürmüşdü. Prusya ise; o sıralarda gözü Lehistanın bazı bölümlerinde, bilhassa Pomeral kıtasında odaklanmıştı.

 

Kesinleşen taksimatta, Prusya bir hissenin sahibi olmayı ciddi bir şekilde arzulamaktaydı. Arzusunu hiç çekinmeden Avusturya delegelerine açıkça ifadeden çekinmemişti. An­cak bu hengâme esnasında Ruslar da, Osmanlı devletinin bolüşümünü öngören bir projeyi Viyana kabinesine şöyle sunmuştu: Eflâk ile Buğdan'nın kendisinde kalmasını ister­ken, Avusturya'ya ise, Bosna ve Erdel vilayetlerini vermek­ten hoşnut olacağını imâ eylemişti. Yeni hazırlıkların tamam­lanmasından sonra tekrar başlayan savaşda Yerköy ile Tui-ça, Rusyanın eline geçerken, İsaakçı yanmakdan kurtulama­dı.

 

Bu duraklama esnasında saltanatın gelecekteki padişahı olarak görülen, veliahd şehzade Bayezid ani bir ölümle dâr-ı bekaya intikal etti. Ahali arasında vukubulan rivayetlerde, şehzadenin zehirlenmek suretiyle -öldürüldüğü şayiası vücûd bulmuştu. Sadrazam ile Serasker Paşa, Tuna üzerinde yap­tıkları savaşları bazen kazanıyor, bazen de kaybetmekteydi­ler. Ancak Kırımdaki savaşın feci bir mağlubiyetle neticelen-mesiyle birlikte, burası elimizden çıkıverdi. Sadrazamın ya­nında olduğu halde Babadağı'nda bulunan Selim Giray, as­keri bir meclisin toplantısı sonrasında aldığı bir kararla, Rus­lar tarafından tehdit altındaki Kırıma dönmesi tavsiye edil­mişti. Ecdadından beri Kırım'ın başşehri olan Akçasaraya gelip oturmuştu. Rusların 30 bin askerle ve 60 bin Nogay Tatarlarıyla aniden, Orkapının önüne dayandığı haberi geli­verdi. Selim hân; 50 bin Tatar, 7 bin Türk askeriyle savunma yapmak üzere koşmuşsa da, gerek yanındaki askerler, ge­rekse arkadan imdada koşan 12 bin Tatar askeri bozguna uğradı ve ricata başladı. Prekop kalesi Rusların eline geçer­ken, Hazar denizinin kilidi durumunda bulunan Taman kalesi de Rusyanın eline gelivermişti. Selim Hân; bu feci mağlubi­yet karşısında yapabilecek bir şey kalmadığını gördüğünde, bindiği bir gemi sayesinde İstanbul'a kapağı atmak mecburi­yetinde kalmıştı. Hân Selim'in; bu firarı Tatarların çok çok üzülmesine ve ümidsizliğe düşmesine sebeb teşkil etti. Böy­lece de, Tatarlar büyük kafileler halinde Kırım'dan Anadolu kıyılarına,  muhacerata başlamışlardı. Serasker Paşa bulundudu Karasu mıntıkasından hareketle, Kırım'ın istirdadı için orduyu yola çıkardıysada, Tatarlar kendilerini yenmiş bulu­nan moskoflara, Prens Dolgoriki'ye sadakat yemini törenini Gerçekleştirmişlerdi. İmparatoriçeye bağlılıklarını bildirmiş­lerdi. Kırım halkının göç etmeyenleri itaatlerini sergilediler. Prens Dolgoriki; Keğa, Kerç ve Yenikale şehirlerine de gire­rek zaferyâb oldu. Bu acı sonucun tarihi 13/7/1771-1185/rebiülevvel/30. cumartesi gününü göstermekteydi.

 

Gözleve ile Suadk şehirleri düşman eline geçerken seras­kerin meydana gelen bir çarpışma neticesinde yenilip kuv­vetleri ile birlikte esir düştüğü ve Petersburga götürüldüğü haberleri duyuldu. Beri taraftan Tatarlardan kırksekiz mebus­la birlikte Selim Giray'ın iki oğlu, Petersburga gitmişlerdi. ,1. Katerina nezdinde bağlılıklarını sunmayı hedeflemişlerdi. Prens Dolgoriki, bunların dönmesini Kırım'da bekledi. împa-ratoriçenin buyruğunu yerine getirmek demek olan Şahin Gi­ray'ın oğlu Şirin bey'i Kırım'a han tâyin edip, sandalyesine oturttu. Prens Dolgroki'nin icraatının birincisi, Cengiz Han sülalesinden olan hanların, Osman Gazi sülalesinden olan hakanlar hazeratından, unvan almalarına son vermek olması idi. Böylece Ruslar; Kırım'ın istikiâliyetini ilânda bir oyalama yapmadılar.

 

Mamafih, Ruslar Okzafofla Kilburnu ismini taşıyan şehirle­rin istilasınada teşebbüs ettiler. Fakat güçlü bir Osmanlı mü­dafaası Önce durulmalarına, sonra bozulmalarına, nihayetin­de bozgun halinde firarlarına yolaçtı. 31/ağustos/l 77 1-1185/19/cemaziyelevvel cumartesi. Fakat çok geçmedi ki Rusların Tulçe'yi ele geçirdikleri görüldü. Sadrazam Babada-ğından Hacıoğlupazarına çekilme karan aldı Oradan da kış­lamak üzere askeri Edirne'ye çekmek gerektiğinin hesabını yaparken, bölge ahalisinin kimi silahlarını kuşanmış, kimileri de olduğu gibi toplaşıp, sadrazamın otağına koştular. Apaçık tarzda sadrazama: "Sen Kırım'ı Ruslara verdin! Şimdi de bi­zim topraklarımızimt vereceksin? Diye bir hayli çıkıştılar.   Ya­pılan bu toplu hareket, İstanbul tarafından haber alınınca, İs­tanbul'a gelip ayağının tozuyla huzura çıkmış olan mektupçu başının bu husustaki görüşü soruldu. Ordunun bulunduğu yerden ayrılmaması tensib olundu. Serasker Abdi Paşanında Karasu'daki ordusuna gitmesi, Dağıstanlı Ali Paşa'nında Köstendil üzerine hareket etmesi iradesi çıkdi. Sadrazamın yetersizliği, gösterdiği ihmal sebebiyle zaten azli icab ettiğin­den gereken yapıldı. Yerine de daha önce Ruslara açılan se­fere muhalefeti olan Muhsinzâde tâyin olundu. Yeni sadrı-azam hemen askeri ve mülki idarede bazı İslah hareketleri sergiledi. Rumeli yakasında topladığı onbin askerle Hacıoğ-lupazarına koşup ahaliye moral verebilmesi için Abdi Paşayı gönderdi. Kendisi de Şumnu üzerine gitti. Kırım; Rusların zaptına uğradıktan sonra han'hğı bîr unvanın ötesinde bir şey değildi artık. Tuna Nehrinin öte tarafında bulunan Tatarlar için bir reis tâyini mutlak İcab etmekteydi. Padişah tarafın­dan işbu han'lık Maksud Giray'ın uhdesine tevcihi buyrultusu geldi. Maksud Giray; Şumnu'ya gelerek sadrıazamla görü­şüp, hürmet ve yardıma mazhar olarak kısa zamanda onbin Tatar askeri toplaya bilmişse de bunların haklan her ay veril­mesine rağmen yağmacılıktan vaz geçemiyorlardı. Gerek mülki makamlarda gerekse askeri görevlerde değişiklikler vede tevcihe dönük işler yapılması, Bağdad Valisi Halil Paşa dahi Karadeniz sahilini muhafaza, Rusları Kırım'dan tard edebilmek için düzenlenmiş olan askerlerin seraskerliğine tâ­yin buyruldu. Avusturya ve Prusya ile Babıâli arasındaki ara-buiucuk müzakerelerine söz atlayınca Osmanlı ve Avusturya arasında yukarıda imzalandığını belirttiğimiz antlaşmanın na-kitle alakalı gizli maddelerinden her nasılsa haberdar olmuş bulunan İngiliz elçi Lord Mevri, ödemiş olduğu para sayesin-

 

He antlaşmanın bir nüshasınıda ele geçirmişti. Bunların birer suretini Berlin'le Petersburga postalamıştı. Prusya kralının Rusya'ya vermeğe kefil olduğu senelik bir milyon altun, ağır bir yük teşkil etmeye başladığından, Osmanlı devleti ile Rus­ya arasındaki savaşın sonunun getirilmesine adetâ dua et­mekteydi. Babıâli ile Viyana hükümetlerinin vâki gizli mu­ahedesi hakkında Rusya Çariçe'sinin müteessir olduğu kadar üzülmemişti Prusya hükümeti. Prusya kralının bu mukavele­nin, Rusya ile Osmanlı arasında yapılacak sulhun mukaddi­mesi olarak değerlendirdiğini görüyoruz. Buna karşılık Rus Çariçesi ise, başka bir sebeb yüzünden Prusya kralının hükü­metinden mâli anlaşmanın, yenilenmesini taleb etmekten geri kalmamıştı. Rusya dışişleri nâzın Kont Paynen antlaşma esasını teşkil etmek üzere, Eflâk ve Buğdan ile Tatar emaret­lerinin bağımsızlığı hakkında gerekli olan iki şartın- birinci­sinden sarf-ı nazar edeceğini bir nota ile Avusturya sefirine beyan eylediği gibi, Prusya sefiri Zejlin de, Babıâli'nin Rus murahassı kabulü, buna karşılık Osmanlı devleti de, bir elçi göndererek Buğdan şehirlerinden birinde sulh hakkında mü­zakereye girişilmesine karar verdirmek üzere sadaret kaim-makamına kısa sayılmayacak bir muhtıra göndermişti. Babı­âli "Eğer Rusya murahhası İmparatoriçenin Eflâk ve Buğdan ile Tatar emaretlerinin, istiklâliyetinden sarfınazar edildiğine dâir vaadla ve adı geçen iki devletin heyetleriyle müzakereye yeterli izinle hazırsa, hoş geljniş oluyor. "Şeklinde kısa, net bir cevabla mukabele etmişti. Ancak Rusya ile Prusya'nın; Lehistan'ın bölünmesine dâir tekliflerine, Avusturya'nın da il­tihakı, Viyana kabinesinin, iki devletin yâni Rusya ve Prus­ya nın görüşüne iştiraki, Babıâli karşısındaki vaziyetini tama­men değiştirdi. Avusturya'nın Osmanlı devleti ile parasal bir antlaşma yapılmasına dâir, İstanbul elçisine talimat gönder­mesi, Prusyalı Prens Henri'ninde Petersburg'da bulunduğu döneme ve imparatoriçenin, Lehistanın bölünmesi ile alakalı beyanatını açıkladığı âna rastlamıştı. Az sonra Prusya ile Rusya arasında gizli bir antlaşma imzalanır. Prusya kralı; Le­histan arazisinin bir kısmının kendine bırakılması hâlinde, Rusya'ya Avusturya devletinin saldırıya geçtiği takdirde Prusya, Avusturya aleyhinde olarak silaha davranacağına söz vermiş ve imza atmıştı. Böylece Rusya ile Prusya; Lehis-tanı bölme ve parçalama hususunda anlaşmış olacaklar ki; Avusturya'yı bu işe katılmaya davet etmişler. Avusturya'da bahse konu davete sıcak bakmış olduğundan, İstanbul'daki elçisineyeni talimatlar göndererek, bir kongre davetiyle ev­velce de mütarekeye evet denilmesi lüzumunun, Babıâli'ye bildirilmesi vazifesini vermişti. Avusturya ve Prusya elçileri beraberce, bir nota takdim eylediler. Her biri yaptıkları teklif-de yapılacak sulh antlaşmasının sonunun iyi gelmesini te­menni etmekteydiler. Bu teklif Rus çariçesinin görüşüne uy­gun olması münasebetiyle, Babıâünin mütarekenin usulüne dâir olumlu yaklaşımı iki devlet sefirinin, Rusya başkuman­danı Romanzof'a gönderdikleri gibi sadrazama da gönderilen bilgi ile görüşmeleri başlatmayı sağladılar. Romanzof olsun, Veziriazam olsun, birer vekil vazifelendirerek müzakerelere başlanmasını onaylamış oldular. Sadrazamın nasbettiği vekil Divan-ı Hümayun hacegânından Abdülkerim efendi, Rusya kumandanınca tâyin olunan vekilse Mösyö Simoleyn idi. Ka­radeniz'de seyrü sefere yâni gemilerin dolaşmasına ve müta­rekenin kaç sene için yapılacağına dâir ihtilaf bu zatlar tara­fından nizama bağlandı. Tanzim edilen antlaşma senetleri sadrazama ve Rus başkomutanına gönderildi. Her ikiside kendilerine ulaşan senetleri imzaladılar.

 

1771/10/haziran-l 185/27/sefer pazartesi günü sulhun kesinleştiği tarih olmuştu. Mütareke senedi on bendi hâvi idi. Ayrıca Bahr-i Sefid'de yâni Akdenizde bulunan ve Kalei Sultaniye, diğer bir deyimle Çanakkale boğazını abluka altına almış Rus amirali ile Osmanlı devleti temsilcisi arasında da, on maddelik bir antlaşma senedi tanzim edildi.

 

Kongreye murahhas olarak tâyin edilmiş bulunan Kont Orlofla Obriskofun Yaş şehrine vardıkları haber alınmış, bu­nun üzerine, Osmanlı devleti tarafından kongreye temsilci olarak seçilmiş bulunan, Nişancı Osman efendi ile Ayasofya Şeyhi, İstanbul pâyelilerinden Yâsincizâde ve memuriyetleri esnasında, masraflarını görecek olan bir defterdar ile birlikte hareket edildi ve Şumnu'da sadrıazama mülâki olundu. İsti­şareden sonra toplantının gerçekleşeceği Fokşan'a gelindi. Avusturya sefiri Tevküt, Prusya sefiri Zejlin, ülkelerince bu kongre'de murahhas tâyin edilmiş olduklarından, İstan­bul'dan ayrılırken sadaret kaimmakamina uğramışlar ve bu­rada, birer samur kürk hilatla ödüllendirdikleri gibi, 25 şer bin kuruş harcırah verilerek mükâfata nail edildiler. İstan­bul'dan yola çıkan bu iki müttefik sefir, Rusçuk'a vardıkların­da serasker Ali Paşa tarafından merasimle istikbâl edildiler. Oradan Fokşan'a kongrenin yapılacağı mahalle intikal eyle­diler. İlk toplantıyı; Devlet-i âliye ve Rusya murahhasları kendilerinin tertiplediği bir celsede gerçekleştirdiler. Ne Prus-ya'lıne de, Avusturyalı murahhaslardan hiçbirinin toplantıya davet olunmaması kararlaştırılmıştı. Ancak Mösyö Tevküt, Rus murahhaslarından izahat talebinde bulunmuştu. Tevcih olunan soruya hiçbir şey anlamamış gibi verdikleri cevab: Rusya imparatoriçe'si her iki devletin arabuluculuğunu ne aramış, ne de kabul etmiş.

 

Hâttâ bir gayri resmi müdehaleden, başka bir şey isteme­miş olduğunu düşündüklerini belirtmişlerdir. Bu iki elçi, Tev­küt ile Zejlinin debdebe ile gelmiş oldukları İstanbuldan, Fok-Şan'daki kongre salonunda bir odaya bile alınmamalarının umulan olmadığı ortadadır. Ayrıca çirkin bir vakadır.  Hâttâ

 

Osmanlı devleti memurları dahi, bu muameleden hayretlere gark olmaktan kendini alamadı. Buna şöyle bir çare buldular Osmanlı murahhasları! Müzakerelerde konuşulanları elifi eli­fine bunlara naklediyorlar, onların tavsiye ettiği istikamette hatt-i harekât tesbit ediyorlardı. Rus murahhas 2. toplantı­da, bütün müzakerelere esas olmak üzere ortaya üç madde koydular.

 

Birincisi; iki devlet arasında anlaşmazlık çıkmasına sebeb olacak hususların yok edilmesine,

 

2.  tanzim olacak mukavelenin her ikisi için menfaatlerine uygun,

 

3.  sü ise; Osmanlı devleti, ahdinden vazgeçerek Rusya ile münasebetlerini kesmiş olduğu iddiasıyla, Rusya'ya tazmi-nat-ı maddiye vermesi maddelerinden ibaretti.

 

Bunlardan ilkini meydana getiren maddede, Tatarların is-tiklâliyeti, ikincisinde ise Osmanlı devletinin bütün sahillerin­de Rusya gemilerinin, istedikleri gibi seyr-i sefer edebilecek­leri gibi, ticari gemilerine de, iltimasa en fazla nail olmuş devlet gemilerine gösterilen kolaylıkta eşitlik istenme husus-da vardı. Birinci madde için uzunca bir müzakere cereyan etti. Çok şiddetli geçen konuşmalarda Osman efendi ezcüm­le; Tatarlara istiklâliyet verilmesi diyanet esaslarına mugayir­dir sözleriyle cevap verilirken, padişahın aynı zamanda halife olduğunu böylece olan hususa muvafakat vermesinin, diya­nete aykırı olduğunu beyanla red etmek yoluna gitmişti.

 

Bundan sonra bazı taleplerede her iki tarafın karşılıklı iti­razları müzakerelerin inkıtaını getirmiştir. İki tarafın murah­hasları da, kendilerini vazifelendirmiş mercilere müracaatla müzakerelerin kesilmesinden dolayı, Rusyanın başkumanda­nı Romanzof ve aynı devletin murahhası Kont Orlofun mu­amelatını hoş bulmadığı gibi, sadrazam da müzakerelerin te­hire uğramasından muzdarib olmuştu.

 

Mütareke döneminin uzatılmasını temin etmek hususunda Hacegândan Vâsıf efendiyi eline tutuşdurduğu bir yazı İle, Rus başkumandanı Romanzofun nezdine koşturdu. Vâsıf efendi geldiği yerde, müzakereleri yürütmüş bulunan Osman efendiye rastgeldi. Bu zâtın gayrimakuİ müdehalelerini ge­çiştirip, Romanzof dan mütareke müddetinin yedi/sekiz ay uzatılmasını talep ettiyse de koparabildiği müddet ancak kırkgün olabildi.

 

Yeniden gündeme gelen müzakerelere; Osmanlı devletin­den Reisülküttâb Abdürrezzak efendi, iki yardımcısı İle birlik­te padişahın fermanıyla tâyin kılındı. Rus başkumandanı ta­rafından da Obriskof gönderildi. Müzakere mahallide Bükreş olarak tensibine karar verildi. Bahse konu şehirde müzakera-ta taraflar başladılar. Daha evvel Prusya ve Avusturya elçile­rinin müzakerelere gönderilmesinde, üçyüzbin kuruş masraf Devlet-i âliye kasasından çıkmasına ve bunların, müzakere­lerde bir faydası görülemediğinden Bükreş'ede gönderme yoluna gidilmedi.

 

Romanzofun kâfi gördüğü kırk günlük müddet, müzake­relerin neticelenmesi hususunda yeterli olmadı. Bu sefer Rusya murahhasının isteği ileyeni müddet dört ay olarak tes­bit olundu. Bu oluşuma Rusya imparatoriçesi de vize vermiş­ti. Obriskof müzakerelerin bu safhasında Tatarların, yâni Kı­rım'ı müzakerelerin son merhalesine bıraktığı görüldü.

 

Tazminat, başka hususlardan dem vurmaktaydı. Bunlar on maddeden teşekkül etmiş çalışmaydı. Kırım'ın istiklâli yine de son maddeye konmuştu. Buna bağlı olarak bir çok mad­de de sağlanmış ittifak baskısıyla son maddede iyi niyetle ele alınma durumuna gelmişti. Hakikaten müzakereler çetin bir çekişme halini almışsa da, kopmaya müsaade olunmadı. Hutbede bundan böyle yine padişahın adını söylemenin ka­bulü, ikincisi olarak ise Tatarlar han'larını kendileri intihab edecekler tarzında uyum sağlandı. Ancak bu seçimi padişa­hın tasdik etme sistemi getirilmiş oldu.

 

Biz burda şunu beyan etmek isterizki; Osmanlı padişahı aynı zamanda müslümanlann halifesi idi. Bu bakımdan Kı­rım'da meskûn mü'minlerin başı olma görevide omuzlann-daydi. Kırım Tatarlarının kism-i âzamıda müslümandilar. Hi­lafet, dini riyaset olması hasebiyle Rusiarbu maddenin, böy­lece kabulüne daha fazla itiraza mecal bulamamış olmalılar. Meseleyi en sona bırakmış olmaları da bunun delilidir diye düşünüyorum.

 

Bu misalden hareketle, 1924'de hilafetin ilgasına dâir ka­nun teklifi BMM'ne geldiğinde, inkilabların müdafii hırçın ve keskin kalem Hüseyin Cahit Yalçın, hilafetin kaldırılmasına, sonuna kadar muhalefet etmekten kendini alamamıştır. Hü­seyin Cahid; Osmanlı Tarihini iyi bilen ve üstelik aslen Arna-vud idi. Fakat hilafet makamının dünya yüzündeki müslü­manlann başı görevinde ipkasını hayati bulmayanlara pek şiddetli hücumlarda bulunmaktan hazer etmemiştir.

 

Bu istidratı keselim kaldığımız yerden tarihimizin akışına devam edelim. Şer'i mahkemelere vazifelenen ulemaya şey­hülislâm tarafından hiçbir ücret alınmadan mezuniyet yâni izin verilecekti. Beride müzakerecilerin ittifak edemedikleri bir husus Kerç ve Yenikale istihkâmlarının, Rusya tarafından zabtı ve kullanılması talebi idi. Reisülküttab Abdürrezzak efendi bahse konu istihkâmı ve kalelerin Tatarlara kalmasını istediği bir hakikatti. Ancak kabul görmeyip, müzakerelerin akametine sebeb olacağıda bir vaka idi. Bu sebebten her iki taraf bu hususu emir yoluyla hâlle karargir oldular. Devletin sahihlerine vaziyeti ulaştırmak hususunu teminen toplantıları kırk günlük bir tatile soktular. Bu tatil bittiğinde yapılan ilk toplantı aslında 27. birleşim idi. Obriskof; devletinin eline tu­tuşturmuş olduğu 7 maddeye havi bir ültimatom ortaya koy-

 

Hu Bu ültimatomda maddeler arasında kabulü gerçekleşmiş harp tazminatı maddesinden feragat edebileceğini beyan et­mekteydi.

 

A)  Tatarların istiklâline Rusya'nın kefil olduğunun kabu­lüyle, Kerç ile Yenikale istihkâmlarının Rusya'da kalması.

 

B)  Rusya'ya aid ticaret ve savaş gemilerinin gerek Kara-denizde gerekse Akdeniz'de serbestçe dolaşımının kabulü.

 

C)  Kırım'da bulunan bütün istihkâmların Tatarlara bırakıl­ması

 

Ç) Buğdan Voyvodası olup, Rusyanın elinde esir bulunan Kiga'nınher sene değil Ragüza Cumhuriyeti hakkında yapıla -geldiği gibiüç senede bir seneiik gelirine eş İstanbul'a bir ver­gi göndermek üzere veraset usulü üzere tekrar emarete tâyin kılınması.

 

D)  Rusyanın İstanbul'da daimi bir büyükelçi bulundurması.

 

E)  Kılburnu'nun mülkiyetinin Rusya'ya terki ve Oksakof istihkâmının yıkılması.

 

F)  Babıâli'nin Rusya hükümdarlarına, padişahlık unvanı vermesine, rum mezhebinde olup memâlik-i Osmaniye de yaşayan kimseler hakkında Rusya'ya himaye hakkı tanın­ması. Hususlarıydı.

 

Bu maddelerle karşılaşan Abdürrezzak efendi; karşılaştığı­mız teklifatın hiç bir maddesi kabul edilecek mevaddan de­ğildir. Yapılacak iş, kanımızın son damlasını akıtmcaya kadar savaşma yoluna gitmekten başka bir görüntüye varmak mümkün değil beyanında bulunarak, heyetin sözcülüğünü yapmış oldu.

 

Obriskof ise önünüze konulmuş teklifi hemen red yoluna gitmeyiniz, padişaha veya kabinenize gönderin tavsiyesinde bulundu. Abdürrezzak efendi bu tavsiyenin altında yatanın taleblerinde kuvvetli bir ısrar olmadığı anlamını fehmetmis olacak ki, hem mesuliyetini paylaşabileceği görüşlere, hem de gizli müzakerelere girişmeğe zaman kazandıracak vasatı yakalamış olmanın huzurunu duyduğundan, teklifi derhal makam-ı sadaretin sahibine yollamayı yeğlemişti.

 

Sadnazamın ordugâhında, kumandanlar vede tecrübeli devlet ricali maddeleri tek tek incelediler. Çeşitli beyanla bir görüş meydana getirdiler ve bir lâyiha halinde padişaha yol­ladılar. Babıâli'de de üzerinde müzakere açılan ültimatom kabule şayan görülmedi. Hele Kerç ve Yenikale'nin Rusya'ya bırakılması bilhassa ulemânın saldırı hedefini teşkil ettive İş padişaha aksetti. Padişah da; Babıâlinin görüşüne uygun mütalaada bulundu. Red haberini sadnazama yollamayı ka­rarlaştırırken bir tavsiyede bulunmaktan kendilerini alamadı­lar. O tavsiye; red haberini mümkün mertebe Rusya'ya tebli­ğin geç yapilmasaydı. Çünkü;ara verilmiş bir savaşın yeni­den başlamasının temini o kadar kolay değildi. Sadrazam Dersaadet'ten gelen talimata uyarak, Abdürrezzak efendiye, kendine verilen talimatın aynını vermeyi akıl işi bildi. Reis efendi sadrazamın duyurduğu bilgi ve talimat dahilinde ceva­bın tamamını Rus murahhaslara ancak üç ayrı toplantı so­nunda vermeyi başarmıştı. Bunun karşısında aldığı cevab-dan müteessir olan Obriskof, vaziyetini imparatoriçeye bil­dirdi. Bu husustaki görüşlerini bildirdi. Ancak ileri sürdükleri Rusya isteklerinde bir değişikliğe gitme şansı bulamadı. Böy­lece savaşa dönmek iktiza ettiğinden yapılacak iş kongrenin dağılış sebebini diğer devletlere bildirmeye yönelik diploma­tik çalışmalara girişilmişti.

 

Ruslar; devletimize hududlan olan her bölge ve yerde sal­dırıya geçtiler. Kırım'da, Kuban civarında, Gürcistan ile Mo-ra'da savaş kızıştığı gibi donanması Kaıa ve Akdenizlerde dolaşmakta, Yunanistan, Suriye, Mısır sahillerini tehdid altına sokmaya başlamıştı. Mısır'da türeyip, devlet-i âliye aleyhin­de isyan bayrağı açan Hicaz ve Mısır'a tasallut eden Şeyh'ül-beled Afi bey ile Mısır sahilinde bulunan Rus filosunun ku­mandanı Kont Orlof, haberleşerek bu asi'ye, Osmanlı devleti aleyhinde kendisine asker ve mühimmat vermek üzere ant­laşma yaptılar. Ali; yapmaya başladığı mütecaviz hareketler neticesinde kısa zamanda Gazze, Remle, Nablus, Yafa, Say-da ve Şam-ı Şerifi zapt etti. Adı geçen Şeyh'ül Beled A!i bey'in kardeşi Ebu Zeheb ağabeyine ihanet etti. Bu Ali bey'in bir lakabı da Bulutkapan idi. Kendisine kıyam eden Ebuzeheb Mehmed bey'i mağlub etti. Mehmed beyin Suri­ye'ye firarı vukubuldu.

 

Burada Osmanlı devletinin emirlerini ifâya çalışan Şo/h Tahir ile haberleşti ve birleşti. Beri yandan; Mısır'ı kendi ida­resi altında toparlamaya muvaffak olan Şeyhülbeled Buiut-kapan Ali bey kardeşi Mehmed bey'in yardımlarını celbede-biimek için, ona emirlik verme yoluna gitti. İşte bu emirlik verilme merasimi esnasında, Mehmed beyin fakirlere çilçil altun dağıttığından, Ebuzzeheb künyesi ahalice verilmişti. Ebu Zeheb'in anlaşmış olduğu Şeyh Tâhir'se, sonraları Fran­sızlarla müthiş savaşlar yapan, Cezzar Ahmed Paşanın selefi­dir. Ali bey ile Şeyh Tâhir, Şam Valisi ve onun yardımcıları Dürzi'ler Sayda'yı sıkıştırdıklarından imdada gitmişlerdi. Bu sırada Akkâ sahillerinde gezinmekte olan Rus deniz filosu, yukarıda da belirttiğimiz karışıklıkların vukubulduğu dönem­de gemilerine erzak temini için müracaatta bulunmuştu. Tâ-nir ise; Rus filo komutanına altıyüz kese akça karşılığında, Sayda üzerine yapmayı düşündüğü hücumda, Rusların yar­dımını talep etmişti. Tâhir'in 6 bin süvari askeri, Ali bey'in askerlerinden 800'ü memlûk, 1000 kadarıda Mağnb piyade askerin müteşekkildi. Sayda'ya gelen Şam Valisi Osman Pa-Şa  10 bin kadar süvariyi, 20 bin kadar nefir-i âmm denilen sivil asker ile Sayda'dan çıkıp, deniz kıyısına geldi. Burada isyancı sayılan Tâhir ve adamlarının hareketini önleme çalış­malarını başlattı. Ruslarca verilen komutla savaşa girişildi. Dürzi'lerin; Osman Paşa takımından kopupda firara koyul­maları Şeyh Tâhir'in mücadeleyi kazanmasına mühim bir te­sir yaptı. Rus filosu ise gemilerinin toplarıyla Beyrut'u bom­bardıman etmiş, üçyüz evin yıkılmasına sebeb olmuştu. Ali bey ise derhal şehre gitmiş, idaresini eie almıştı. Ebu Ze-heb'in askerinin davetine aldanmış, Rusların yardım edecek­lerini vaad etmelerini ve bu vaadlerini almadan, 500 memlûk 1500 deniz askeri ile yola çıkmıştı. Şeyh Tâhir'de Yafa ile Mablus'a doğru yola çıkmıştı.  1773/nisan-1187/muharrem ayı İdi. Bulutkapan Ali bey'in Salihiye'ye varışında 400 Rus askeride kendisine iltihak etti. Mısır'dan gelmiş bulunan Ebuzzeheb ile aralarında çıkan savaşta Mısır askeri, Ali bey tarafını seçer zannına rağmen Ebuzzeheb tarafında kaldılar. Böylece Ali beyin yaralı olarak esareti gerçekleşti. Askeri ise kavganın mağlubu olmuştu. Ali bey yaralı ve esir olarak Mı­sır'a sevk olundu burda üzüntüden veya zehirlenmek suretiy­le bu dünyadan ayrıldı. Bu savaş neticesinde Rus asker ve subaylarından, ancak dört subay sağ kurtulabilds. Bunlarda Ali Bey'in kellesi yanlarında olduğu halde, Ebuzzeheb tara­fından Mısır Valisi Halil Paşanın yanına gönderildi. Vali Paşa bunları Memlûk beyinin sadakatini gösterme vesilesi sayarak Babıâli'ye göndermiştir. Beri tarafdan Tuna Nehri civarında çarpışmalar devam ederken Osmanlı askeri bazen galib, ba­zen de mağlup olmaktayken, Rusçuk'ta Dağıstâni Ali Paşa şanlı bir zaferin sahibi olmuştu. Osman Paşa ise Silistre se­raskeri olarak bir zafer-i mutlak elde etmişti. Rusların başko­mutanı Romanzofun askerlerinden, 8 bin kişi ölmüş ve bir o kadarda  yaralıyı geride  bırakarak bozgun halinde ricata mecbur kalmıştı. Osman Paşa bir başkumandanı yenmenin mükâfatı olarak ilkönce Gazi unvanıyla taltif olunurken bir kürk, bir kılıç ve de, bin kuruş hediyeye nail oldu. Mezkûr savaşın fevkalade kahramanlık.ve yararlılık gösteren zevata-da çeşitli hediyeler padişah tarafından gönderilmişti. Savaş­lar ekim ayına kadar devam etti. Romanzofun askerlerini kışlaklarına götürmezden önce bir savaş daha kazanmak için askerini ikiye taksim etti. Babadağından karşıya geçe­rek, Karasu'da, Dağıstâni Ali Paşa kuvvetlerine saldırıya geçti ve başarıyı yakaldı. Osmanlı askeri mağlup olurken ahali evini barkını terk ederek, balkan denen ormanlara kaç­maktan başka çare düşünememişti.

 

Ruslar bu savaşın arkasından öyle bir katliâm sergilediler-ki emsali zor bulunur cinstendi. Öyleki; kaçmaya gücü ol­mayanlara, ihtiyarlara ve hanımlara hiç acımasız katledildiler Kaçmaya çalışanlar takip edildiler, bataklıklar içinde gaddar­ca öldürüldüler. Küçücük yavrular ise, duvarlara çarpıla çar-pıla söndürüldüler.

 

Rus kuvvetlerinin böyle zaferler kazanarak ilerlemesi Şumnu'da bulunan sadrazamın endişeye düşmesine sebeb oldu. Derhal yapılan bir toplantıda bazı fikirler müzakere edildi. Galip görüşü askerin derhal dağınıklıktan kurtarılıp, toplanması ve düşmanın üstüne varılması istikametinde ol­du. Reisülküttab bu işi üzerine aldı ve askeri toparlayıp, Pa­zarcık denen yerde Rusların başına çöktü ve pek feci bir mağlubiyete uğrattı moskofu. Varna taraflarında ise hem ka­radan hem de denizden muhasaraya giden Ruslar pek büyük bir darbe ile yerlere serildiler. Kalkabilen savuşmaktan başka yol bulamadı. Dağıstanlı Ali Paşanın Karasudaki mağlubiyet haberi İstanbul tarafından öğrenildiğinde, ahali bir yandan ağlayıp sızlanmaktayken, padişah 3. Mustafa ağır bir hastalı­ğın pençesinde kıvranıyordu. Üzücü haberi vermek hiç bir saray görevlisinin ve hükümet adamının harcı olmadı. Sonun da şeyhülislâm Molla Mehmedefendi bu kaçınılmaz haberi padişaha duyurma vazifesini yüklenerek,  huzuruna  vardı. Muzdarip padişah kendisine anlatılanları müşkülat içinde dinleyebildi ve yattığı yerden sıçradı. "Seraskerlerimin yaptı­ğı harplerde aldıkları kötü neticelerden usandım.  Derhal Edirne'ye gitmeliyim" şeklinde yüksek sesle sinirli bir tavırla adetâ inlediği görüldü. O gece sadaret kaymakamı ve reis efendiyi yanına getirtip, düşüncesini onlara da söyledi. Bun­lar 3. Mustafa'nın orduya gitmesinin ilk önce divân-i hümâ­yûnca kararlaştırılmasının gerektireceğini söylediler. Bunun üzerine sabahleyin meclis toplansın iradesini verdi. Toplantı­da, hem ulema hem de vükelâ görüşte ittifak ederek, padişa­hın hâlihazırdaki sefere gitmesi mahzurludur. Bahusus hasta-Iığıda bunu gerçekleştirmeye müsaid değildir diye üretilen esbab-ı mucibe, padişahın savaş alanına çıkmasına engel teşkil etti amma altı hafta sonra vukubulan vefatını kararın yerinde   olduğunu   saymaya   yeterli   bulmak   lâzım. 1187/9/şevval-1773/aralık/25 cuma padişahın vefat günü oldu.

 

 

 

3. Mustafa'nın Şahsiyeti

 

 

Tarihçi Ali Reşad bey, Osmanlı tarihi adlı çalışmasında 3. Mustafa'nın hakkında şunları söylemekde: ".. 3. Mustafa; 1. Mahmud kadar merhamet sahibi olmamakla beraber olduk­ça gayretli, Ruslara adamakıllı düşmanlık taşımanın yüksek şuurunda idi. Rus idealizminin, Osmanlı düşmanlığı yapma­sının gerektirdiğini pekâlâ idrak etmişti. Talihsizliği elindeki yeniçeri ve de asker çeşidi bir bozuluş modasına tutulmuş iken, Ruslar'sa tam aksine, modern avrupa askeri tâlim ve terbiyesini ordusunun teşkilatlanmasını yeniden tanzim edip, uygulamaya başladığından muntazam bir Rus ordusu ve donanmasıyla karşı karşıya kalmıştı. Beriyandan; Katerina av­rupa devletleri nezdinde gösterdiği sulh sever davranışlı gö­rüntü ile çeşitli plâtformlar kurupda, Osmanlının paylaşılma­sını ancak ilk önce hududlarında vurulmasını teklifeden planlarıyla göz doldurmakta, menfaatleri ile pek alakalı, dostluk kurmuş ülkelerin yâni İngiltere ve Fransa ile Avus­turya ve Prusya'y1^3 Osmanlı üzerinden neler koparabiliriz düşüncesine salmayı bilen manevralanyla, her iki cephe de yâni politika meydanında olsun, savaş alanında olsun daha şanslı vaziyete sahipdi. Buna karşılık devlet-i âliye milletin ve askerin inançları sayesinde dayanmayı becerebildi. Rus­larla savaşıp onları yenmek gayesiyle yanıp tutuşan 3. Mus­tafa durmadan bunlarla muhtemel savaşta lâzım olur düşün­cesiyle para biriktirmeği esas işi olarak addetmişti. Ancak; teminine muvaffak olduğu paralar zaferleri getirememişti. Evet, arada bazı muvaffakiyetler görülmüşse de, arkasından gelen darbenin başarıyı üzüntüye çevirmesi, adetâ vaz geçil­mez âdetten oldu.

 

3. Selim doğduğunda cihangir olacağını bir tefeül yaparak söyleyen müneccirnbaşıya inanmış, oğlu Selim'in mutlak ci-hangirâne işler yapacağına itikat etmekteydi. Geçmiş padi­şahların bazıları gibi vezirlerin katline, mallarını müsadereye eyilim taşırdı. Eniştesi Koca Ragıp Paşanın vefatından he­men sonra malının müsaderesini yaptırmıştır. Merhum Ragıp Paşanın, sadareti sırasında ibeklendiği kadar başarılı olma­masında padişah 3. Mustafa tarafından yapılan fazla müde-halelerin rolü olduğu tarihçiler tarafından ileri sürülür. Lâleli Camii ve Üsküdar Ayazma Camii 3. Mustafa'nın yadigârıdır.

 

Onun padişahlık devrinde yaşayan bazı ecnebi hükümdar­ları ve memleketin yetiştirdiği kıymetli zevatın adlarını aşağı­ya alalım. Almanyada; imparator 1. Fransuva 2. Jozef-İngilterede; 2. ve 3. Jorj'iar-Papalıkda; 14. Benuva, 13. Koieman, 14. Koieman- Prusya'da kral 15. Lui-Rusyada imparatoriçe Elizabeth, 3. Petro, Katerina- Fransa'da Kra! 15. Lui vesaire­dir.

 

Memleket içindeki meşhurlarsa: Koca Ragıp Paşa, Muh-sinzâde Mehmed Paşa, Müverrih (tarihçi) Vâsıf efendi, Şâir Haşmet efendi, Şâir Fitnat hanım, Gazi Osman Paşa, Şeyhü­lislâm Feyzullah efendi, Müverrih Resmi Ahmed efendi gibi­leridir. Sultan 3. Mustafa, Sultan 3. Ahmed'in Mihrişah-ha­nımdan dünyaya gelen oğludur. 1129/1717'de doğmuş, 1171/1758'de 42 yaşındayken padişah olmuştur. 16 sene süren padişahlığı sonunda 58 yaşında olduğunda dünya'dan ayrıldığında tarihler 1187/9/şevval-1773/25/ekim/cuma gü­nünü işaret etmekteydi. Mühendishâne-i Bahr-i hümayun ve-de mühendishane-i berri hümayun 3. Mustafa döneminde kurulmuş olup, gerek Deniz Harb Okulu, gerekse Teknik Üniversite bu kuruluşu kendilerinin kuruluş yılı olarak be­nimseyerek, devletteki devamlılığa işaret etmiş olmaktadır­lar.

 

 

 

3. Mustafa'nın Hanımları

 

 

Sultan 3. Mustafa'nın hanımlarının sayısı; Padişahların Ka­dınları ve Kızları Çağatay Uluçay'ın Türk Tarih kurumunca, neşrolunan çalışmasında 98. sahifede, dört olarak gösteril­mektedir. Aynı eserin dip notunda ise, Alderson'un altı evlilik yaptığı iddiası yer almaktadır.

 

Çağatay üluçay, padişah hanımlarını Adilşah Kadın, Ay-nü'lhayat Kadın, Mihrişah Sultan ve Ri'fat Kadın diye belirtir­ken, bu dört isme Alderson şu iki ismi ilâve ediyor; Gülnar ve Fehime adlarını zikrediyor. Y. Öztuna'da 6 diyor. 3. Mus­tafa'nın Adilşah Kadın'ın 1179/1765'de Beyhan Sultanı,1182/1768'de   de   Hadice   Sultanı   dünya'ya   getirdi. 1219/1804'de ölen Adilşah Kadın, Lâleli Camii yanındaki 3. Mustafa türbesinde gömülmüştür.  Aynülhayat  Kadınsa; 1174/1760 yılında Mihrimah Sultanı doğurduysa  da, 1177/1764 kızı Mihrimah Sultanı dört yaşında toprağa ver­dikten sonra kendide çok yaşamadı, aynı sene vefat etti. Bunlarda Lâleli'deki türbede defnolundular. Mihrişah Sultan-sa   3. Mustafa'nın başkadınıdır.  1174/1761 senesinde Şah Sultanı, bir yıl sonra da 3. Selim'i dünya'ya getirdi ve böyle­ce oğlu Selim padişah olunca Valide Sultan unvanı ona na­sip oldu. Çok hayırhah bir kimseydi. Halıcıoğlu Camii nâmı diğeri Mihrişah Sultan Camii 1209/1794 yılında açılmıştır. 1220/1805'de vefat etti ve Eyüb Sultandaki türbesine sak­landı. Rif'at Kadın, padişahın 4. hanımıdır. Evlilikleri saray dışında vukubulmuş, bilahire saraya getirtilmiştir. Haydarpa-şadaki kabrine 1218/ramazan-1803/aralık ayında defnolun-muştur.

 

 

 

3. Mustafa'nın Çocuklari

 

 

3: Mustafa'nın dört hanımından altı tane kızı dünya'ya gel­miştir. Hele bu kızların birincisi olan Hibbetullâh Sultan, ge­rek Sultan Mahmud-u evvelin, gerekse Osman-ı şalisin ço­cukları olmadığından, Osmanlı sarayı otuz yıl bebek viyakla­masından mahrum kalmıştır. Padişahların fazla çocuk yap­malarından şikâyeti olanlar, bu otuz yıla varan hasatsızlıktan umulurki, hayli tövbeye baş vurmuşlardır. Hibbetullâh Sul-tan'ın doğumunu babası 3. Mustafa müthiş bir sevinçle şükür secdelerine kapanarak karşılamıştır. Sadrazam ve şâir Koca Ragıb Paşa, devrin önemli şâiri arasında sayılan meşhur naşmet'e verdiği emirle, velâdetnâme kaleme aldırdı. Şu be-yıtde, yeni doğan yavrunun târihini bildiren bir sanatkârın doğum hediyesi olmuştu: "Bende bir vaki' olur böyle dilâra tarih Oldu gûna tarab âver Hibbetullah Sultan" Velâdetna-mede tarih 1172'dir. Bu milâdi 1759 senesine müsadifdi an­cak üç yıl sonra hayata gözlerini yumdu. Daha sonra babası­nın da kendilerine iltihak edeceği Lâleli Camiindeki 3. Mus­tafa türbesine defnolundu. Mihrimah Sultan, 17/rebiüla-hir/1176-6/kasım/1762 perşembe günü dünya'ya gelmiştir. Bir sene yaşayan bu sultan hanım merhume ablasının yanı­na defnolundu. 1176/1763'de vefat eden Mihrimah sultan'ın validesi Aynülhayat kadındır Üçüncü kız Mihrişah sultan olup 23/cemaziyelevvel/l 176-11/aralık/l 762 pazar günü doğ­muş o da altı yıllık bir ömür sonunda, bir melek gibi ahirete göçmüştür. 1182/1768, CJluçay bu hanımın annesinin adını tesbit edememiştir. Ancak Y. Oztuna değerli eseri hanedan­larda, 2. cilt sh. 232 de Mihrişah'ın Aynülhayat Kadının kızı olduğunu belirtmekte. Hadice sultan 15/6/1766'da doğmuş bir yıl sonra vefat etmiştir. Fatma sultan ise, 9/ocak/1770 dünya'ya gelmiş, 26/mayis/1772'de vefat etmiştir. Reyhan sultan ise çok küçük öldü demekte Y. Öztuna bey. Şah Sul­tan: 3. Mustafa'nın kızıdır. Annesi başkadın Mihrişah Kadın efendidir. 11 74/ramazan/15-21 /nisan/1 761 pazartesi gü­nünde dünya'ya geldi. 3. Selim'in ablasıdır. 1216 senesi Zil­kade- 1802/mart ayında vefat etmiştir. Ölümünde 42 yaşın­daydı. Beyhan Sultan da 3. Mustafa'nın kızıdır. Annesi Adil-şah Kadındır. 2/recep/l 179-1761/aralık/pazar günü doğdu. 1. Abdülhamid tarafından Silahdar Mustafa Paşa ile evlendi­rildi. 1240/15/rebiüievvel-8/kasım/1824 pazar günü vefat etmiş olup, Eyübsultanda Mihrişah Valide Sultan türbesine defnolundu. Hadice Sultan ise; Adilşah kadından 7/muhar-rem/1182-25/mayıs/l 768 çarşamba günü doğmuştur. Esse-yid Mehmed Paşa ile 1. Abdülhamid tarafından evlendirilmiş-tir. Ancak; gerek Beyhan Sultan, gerekse Hadice Sultanlar, valideleri Adilşah kadın'ın 1. Abdülhamid'e ağlayarak yaptığı müracaat neticesinde bu evlenme iradelerini çıkarmıştır. 3. Mustafa'nın iki şehzadesi dünya'ya gelmiştir. Bunlardan ilki olan ve bilahire tahta 3. Selim unvanıyla çıkan Selim, Os-maniı sarayında 27/cemaziyelevvel/l 175-24/aralık/176 l'de dünyaya gelmiştir. Bu sarayda otuz sene, on ay, yirmigün aradan sonra doğan ilk şehzade olmuştur. Annesi Mihrişah Valide sultandır. Şehiden;3/cemaziyelahir/1223-28/tem-muz/1808 perşembe günü dâr-ı bekaya uçdu. 3. Musta­fa'nın ikinci şehzadesi de, Mehmed adı verilen ve dünya'ya geliş tarihi 9/şaban/l 180-10/ocak/1767 cumartesidir. Beş sene, beş ay, yirmidokuz gün yaşayıp; 14/recep/l 1 86 !2/ekim/1772 pazartesi günü çiçek hastalığından vefat et­miştir. Bu vaziyet karşısında 3. Mustafa'nın bir erkek çocuğu, aitı kızı kendisinden önce ve adetâ arka arkaya vefat etmiş­lerdir. Bu sayfanın başında 3. Mustafa'nın altı kızı olmuş de mişsek de, taramalar yapılınca dokuz kızı olduğu görülmüş­tür. Bir erkek, altı kızını toprağa veren bir babanın, hâlipür-melâlini bir düşünelim ve buna inzimamen düşman karşısın­da verilen şehidler, padişahın mânevi evlâdfarı olarak düşü­nülse, 3. Mustafa bu kadar yürek paralayıcı duruma iyi mu­kavemet etmiş diyebiliriz.

 

 

 

3. Mustafa'nın Sadrazamları

 

 

3. Mustafa taht'a geçtiğinde, Damad Koca Mehmed Ragıb Paşa makamı sadarette idi ve onu yerinde ipka eyledi. 23/ramazan/1176-8/nisan/1763 cuma günü vefat münase­betiyle boşalan makamı sadarete 6 ay 23 gün görevde kala­bilen Karahisarlı Nişancı Hamza Hamid Paşa getirildi. 27/re-biü!ahir/1177-l/kasım/1763'de görev sona erdi. Yerine Ba­hir Mustafa Paşa 3. sadaretine getirildi.    4/şevval/ll 78-27/mart/1765'de çarşamba günü azledildi. 1 ay sonra Midilli adasında idam edildi. Muhsinzâde Mehmed Paşa sadarete geldi. Aynı zamanda hanedana damad idi. Babası Muhsinzâ-de Abdullah Paşa da, eski sadrazamlardandı. 22/rebiülev-vel/1182-7/ağustos/1768'de azledildi. Silahdar Hamza Ma­hir Paşa tâyinolundu. 2 ay, 14 gün kaldığı sadaretin sonu az­ledilmek oldu. Bu târih 8/cemaziyelevv el/1 182-20/ekİm/1768 perşenbe oldu. Nişancı Hacı Mehmed Emin Paşa 9 ay, 23 gün sürecek bir sadaret dönemi yaşadı. -Hanı­mı Şahsultan münasebetiyle hanedana dâmad idi. Bunun ayrılışı da, 8/rebiülahir/l 183-12/ağustos/1769 cuma günü­ne denk düşmüştü. Ne varki azlini müteakip, kelleside düşü­rüldü. Kastamonulu Moldavancı Ali Paşa sadarete geldi, 4 ay, 1 gün icraattan sonra; 1 l/şaban/l 183-1769 aralık ayının 12. pazar günü o da, makama elveda dedi. İvazzâde Halil Paşada bu vazifeyi ancak 10 ay, 14 gün sürdürerek 5/re-cep/1184-25/ekim/1770 perşenbe günü kızağa çekildi. Da­mad Silahdar Mehmed Paşa sadrazam oldu ve 23/şa-ban/1184-13/aralık/1770 perşenbe gününde vazifeden ayrıl­dığında, 1 ay, 19 gün işbaşında kalabilmişti. Ancak göreve Hacı Ahmed Paşa, Mehmed Paşaya vekâleten Babadağı'nda kaimmakam olarak tâyin edildi. Bu tâyin idrâkinde güçlük veren sadaret temsilini ortaya çıkardı. 4/ramazan/ 1185-1 l/arahk/1771 çarşanba günü, Silahdar Dâmad Mehmed Paşa azledildi. Yerine Muhsinzâde Mehmed Paşa 2. defa geti­rildi. 3. Mustafa'nın son sadrazamı olmuştur. Yeni padişah 1. Abdülhamid, görevinde ipka eylediğinden onun da birinci sadnazamı olmuştur. Muhsinzâde Mehmed Paşa. Böylece 3. Mustafa'nın, 16 sene, 2 ay, 22 gün süren devrinde makamı sadaret, on kişi tarafından temsil edilmiştir.

 

 

 

3. Mustafa'nın Şeyhülislâmları

 

 

3 Mustafa'nın ilk şeyhülislâmı, 3. Osman'dan müdevver olan Dâmadzâde Feyzullah efendi'dir. 16/cemaziyelev-vel/H71-26/ocak/1758 perşembe günü bu zat tarafından boşaltılan makamı meşihata Mehmed Salih efendi gelmiş, 1 yi!, 5 ay, 5 gün kaldıktan sonra 5/zilkade/l 1 71-30/hazi-ran/1759 cumartesi günü yerini, Çelebizâde İsmail Asım efendiye bırakmıştır. Bu zat şâir ve tarihçidir. Makam-ı meşi­hat vefatı dolayısıyla boşalmıştır. İfta dönemi 7 ay, 6 gün de­vam edebilmiştir. Hacı Velİyeddin efendi bu şerefli vazifeye nasbedildiğinde, 28/cemaziyelahir/l 173-16/şubat/176ö cu martesi tarihi yaşanıyordu. 1 sene, 6 ay, 19 gün sonra yerini Tireli Ahmed efendiye bıraktı.

 

Hattat ve nefis kitablara sahip bir kişiydi. Bayezid kütüp­hanesi, onun bağışıyla zenginlik kazanmıştır. Tireli Ahmed efendi 7 ay, 23 gün, bu vazifeyi ifa etmiştir. Bırakmış olduğu tarih, 5/şevval/l 175-29/nisan/1762 perşembe günü idi. Dürrizâde Mustafa efendi 4 sene, 11 ay, 24 gün makamı me-şîhatte bulundu. 22/zilkade/l 175-23/nisan/1767 ayrıldığı perşembe günü tarihini, taşıyordu. Hacı Velİyeddin efendi, 2. meşihatina getirildi ve makamını, 13/cemaziyelevvel/1182-25/ekim/1768 salı günü vefatıyla terketti. Hemen yerine ge­len ve 1 sene, 4 ay, 8 gün hizmet arzeden, Pirizâde Osman Sâhib efendi de vefatı münasebetiyle vazifesine veda eyledi. Mirzazâde Sâid efendi, 4/zilkade/l 183-2/mart/1770 per­şembe günü geldiği vazifeden istifaen 3 sene, 5 ay, 19 gün sonrada, 1/cemaziyelaahir/l 187-20/ağustos/1773'de ayrıl­dı. Yerine, Şerifzâde Mehmed Şerif efendi geldi, 3. Musta­fa'nın son şeyhülislâmı oldu. Bu vazifesini 6 ay, 8 gün sür­dürdü ve bu dönem zarfında 1. Abdülhamidhân'ın ilk şeyhüiislâmı olma şerefini de ihraz etmişti. Böylece on tane şeyhü­lislâm değişikliği olmuş, bunlardan Veliyeddin efendi, ma-kam-ı meşihata iki defa geldiğinden bir diğer anlayışa bakar­sak, 3. Mustafa dokuz şeyhülislâmla çalışmıştır. 3. Musta­fa'nın Özet Kimliği Sultan 3. Mustafa, Sultan 3. Ahmed'in oğludur. 1129/1717'de dünyaya gelmiştir. 11 71/1 758'de padişah oldu. 1187/1773'de vefat etti yaşı 58 olmuştu. 16 sene süren padişahlığının arkasından Lâleli Camii bitişiğinde yaptırdığı türbesinde medfundur.

 

Sultan Mehmed Fatih zamanında İstanbul'u feth ettikten sonra ezmine-i hayriye yâni hayırlı zaman dediğimiz dönem başlamıştı. Bu devirde geçirdiğimiz iç inkilabîar ve siyaseti­miz h. 857/m. 1453'den h. 1188/1774 senesine kadar ge­çen vakaların özetini gördük. Bu hülasada en çok dikkatimizi çeken bir husus varsa o da, Osmanlı devletinin Balkan yarı­madasında bu yarımadanın üzerinde siyasi birlik kurmuş ol­masıdır. Osmanlı hükümeti bu ada üzerinde sırf kendi siya­setiyle hareket ederek, son devirlerin en büyük imparatorlu­ğunu kurdu. Şimdi haritaya bir göz atıldığında görülecek olan kara hududlarımszın İran'dan Fas'a kadar uzanmakta olduğu görülür. Bu hududlar dahilinde çok çeşitli kavimler bir arada yaşamaktadır. Osmanlı devletinin yükselme dev­rinde iki önemli hal görülmüştür. İşte bu iki hali ben size ec­nebi tarihçilerin yazdığı, eserlerinden özetleyerek naklede­yim. Çünkü elimizde bulunan tarihlerimiz, dünya da yalnız Osmanlı devleti varmış gibi ve bu nazari hüküm ile diğer devletlerin vaziyetine atf-u nazar etmemiştir, hatta bundan istinkâf etmişlerdir. Osmanlı devletinin ikbâli dediğimiz yük­selme devrinde islâmiye-i muazzamanın haysiyetini taşıdı­ğından hristiyan devletleri arasında çok mühim ve yüksek bir yer tutmuştu.

 

Hatta hristiyan devletlerip çoğu ittifaka eyilim gösterdiği halde buna adeta tenezzül edilmeyen tavırlar sergilenmiştir. Ancak; burada ruhi bir hal vardırki, o da, adı geçen hükü­metlere benimseme değil korku verilmiş olmasındandır. Yine başka, bir tarihi hülasada deniliyorki, "Osmanlı devleti o za­manlarda doğu iskelelerinde ticareti, yalnız dost bildiği mil­letlere hasretmişti. Bu tekelci vasıfın en çok fransızlan müs-tefid ettiği aşikârdı. Fakat dikkat edilecek olursa bütün avrupanın gözlerini üzerine devirdiği Hindistania ticari münasebet Osmanlı padişahının keyfi tutumuna bağlıydı. Yâni, Osman­lılar hind ticaret yolunu hegemonyalarına almışlardı. Bu yoll-lari çok eski devirlerde Büyük İskender açmış bulunuyordu. Türklerin gerçekleştirdiği bu durum, hind avrupasını iki yola ayırdı. Bu yüzden avrupalı tüccarlar hindistan hazînelerini ele geçirebilmek için Afrika'yı hatta dünya'yı dolaşmaya mecbur kalıyorlardı. Malumdurki, Türkler fetih ettikleri topraklardaki insanları etkiliyor derinliklere kök salmaktaydı. Başka ka­vimlerin çoğunu taht-ı idarelerin aldılar.

 

Ancak o ırkları asla ne yok edip ne de, yerlerinden sürdü­ler. Ta halife-i Abbasiye döneminde bulundukları Anadolu yaylaları üzerinde yerleşerek vatan edindiler. Balkan yarıma­dası ise yine hristiyanların iskân olduğu biryer olarak kaldı. Osmanlı devletinin ele geçirmiş bulunduğu yarımada da, yalnız rumlar değil, bir zamanlar büyük kuvvet ve satvetini Kostantiniyye kıyılarına kadar ilerletmiş bulunan sırbiyeliler, miladi 13. asırda hristiyan haçlı seferleri ve rumlann yerine yine Kostantiniyyede lâtin devleti kurup ve bu hükümeti mahf eden bulgarlar, bir romanya hükümeti, vardı. Bu genç hükümetler tam beş asır istiklâllerinden mahrum kaldılar. Ruslar ise aynı vaziyete Moğolların istilasıyia duçar olmuşidi. Tarihin ortaya koyup ispat eylediği gibi ruslar ile bu hükü­metlerin hayat ve talihleri arasında kuvvetli bir münasebet vardı.

 

Şurası da unutulmamalıdır ki; Osmanlı devletinin tabiatına girmiş bulunan rumlar, bulgariar, sırplar, romenler dinle mez­heplerini muhafaza etmiş bir zorlama ile asla karşılaşmamış-iardıki bu hâl bütün zamanların en önemli hürriyet ortamı demekti. "Osmanlıların devleti sadece askere dayanır. Millet­leri mağlup etmeyi asker elinde tuttular. Kuruluştaki munta-zamlığı devam ettiremediler. Adeta feth olunmuş ülkelerin içinde ordu kurmuş galib bir millettiler. Hatta avrupada yer­leşme çarelerini bile aramadılar. Yalnız kılıç kuvvetiyle kuru-jan devletler, yine kılıç gücüyle küçülürler. Avusturyalılar, prens Öjen'in komutasındaki maharetli askeriyle macaristam kurtardı. Macarlar her ne kadar, Türk ırkından olsalarda hris-tiyan olduklarınan dolayı avrupanın büyük devletleri arasına kolayca sığınabilmişlerdir. Büyük Petro, geçmişinden olan Kife prensi Vilademir'in doğu imparatoru 2. Bazil'in kızı Ann, 1400 sene-i miladisinde evlendiğini hatırladıkça Kostantiniy-ye (İstanbul)1 üzerinde kendisince bir varislik hakkı vehmetti. İlk önce, Azak kalesini almışsa da, çok geçmeden terketme-ye mecbur kaldı. 2. Katerina, Petro'nun arzu ve emellerini besleme yoluna gitti. Katerina Karadeniz sahilinden, çok faz la sayılacak miktarda araziyi ele geçirdi. Kırım da Sivas'o-pol, Rusya'nın güneyindeki Odesa'yı, ki "bizim tarih lisanı­mızda Hocabey diye anılır" kurdu.   Bizde pek iyi hatırianzki, katolik avusturyahlar ile Ortodoks ruslar h.  12. asırda, os-manlılan dolaysıyla islâm! asya'ya doğru itmekteydiler. Or­talıkta dönen çalışmalar sadece din'len alakalıydı. Bu dîn kavgasına az bir müddet sonra da, Osmanlı hükümetinin mi­rasına konma ve misilsiz güzellikteki ve önemdeki Kostanti-niye'yi ele geçirme harisliği de buna eklenince cephe büyü­müş oldu. Bahr-i sefid yâni Akdeniz'e ve buranın sahillerine ulaşmağa sürükleyen heves, ticaret nokta-i nazarından da pek tatlı olandurumlar göstermeğe başladı.

 

Osmanlı devleti, kötü ida,re, istibdat, cehalet, hile ve hay­dutluklar içinde kalarak, muntazam askerinin bozulma hali almasını engelleyemedi. Böylece de, her geçen sene zarfın­da zaafa sürüklendi. Bu yüzden Hindistan yolu mevcut zaaf ile muhafaza edilemezken, geçidleri zorluyanların işide bin-nisbe kolaylaşmış oluyordu. İngiltere olsun, fransızlar olsun bu yolda görmüş oldukları menfaati anladıklarından, den yolu ile harekete geçtiler.   İşte, "Şark Meselesi" diye çıkan ve elan devam etmekte bulunan "Akide-i Siyasiye" böyle vücud bulmuştur. Şimdi Kaynarca antlaşmasını hiç yoktan icat eden sebeblerin siyasetini bir daha gözden geçirelim: "Rusla­rın Tuna nehri boyundaki galibiyetleri, Adalar denizinde de donanmamızı yakmaları, adalardan bir kaç tanesini istila et­meleri, avrupa da büyük bir sarsıntı meydana getirdi. Os­manlı devletinin vaziyetininde 2. Katerina'nın keyfine kaldı­ğına dair zan meydana geldi.   Bu olayın en çok tesirinde ka­lan ve hisseden Avusturya devleti olmuştu. Adı geçen- devlet bu sırada ise, üç kişi tarafınca yönetilmekteydi. Bunların  1. si imparatoriçe Mariya Tereza', 2. si, 6 yıldır avusturya impa­ratoru olan Mariya Tereza'nin oğlu bulunan 2. Jozef, 3. su ise, imparatoriçe Mariya Tereza'nın akıldanesi, ihtiyar Kauiniç idi.

 

Prusya'yı ise kral büyük Fredrik yönetmekteydi. Rusya'nın galib vaziyette ilerlemekte olmaları Avusturya'yı, mecburen-de Prusya'ya yâni Alman hükümetine yaklaşmaya sevk et­mekteydi ve Öylede oldu. İmparator Josef, büyük Fredrik ile biri Nis diğeri Neustadda olmak üzere iki defa görüştü. Jozef, Silezya vilayeti üzerindeki haklarından vaz geçerek, Osman-Iı-Rus meselesinde Fredrik'in yardımını elde etmeye muvaf­fak oldu. Bu iki hükümdar (alman usulü vatanperveranesİ) "Le systeme patriotique allemand" tabir ettikleri bir çeşit itti­fak esasları kararlaştırarak Rusyay'lan, Fransa'ya karşı biri-birlerine yardımcı oldular. Bu esnada ise Ruslar Kırım'ı zapt ettiler. Selim Giray'ı İstanbul'a kaçırmışlar, Romanzof'un as­kerleri Kağul yâni Tuna boyundaki Kartal ovasında orduları­mızı bozmuşlardı. Avusturya başvekili Kauğniç, 1771 senesi temmuz ayının 7. günü bizimle bir antlaşma yapmaya kal­kıştı. Biz bu antlaşma mucibince Avusturya'ya 1 1 milyon 250 bin florin verecek, küçük Ulahya'yi terk ve Erdel hududunda düzeltmeler yapacakdık. Avusturyalılar ise bize siya-seten ve lüzum olduğunda silahlı yardımda bulunacaklardı. Biz, 25/temmuzda ilk taksit olan 2 milyon florini Zemleyn'e yolladıksa da, adı geçen antlaşmanın suya düştüğünü anla­maktan başka elimize bir şey geçmeyerek netice verdi. Rus­lar, Prusya hükümetinin Avusturya ile ittifak yaptığından ha-berdarolunca hemen yumuşamaya başladı. Fredrik, Kateri-na'ya Lehistandaki payına razı olmayı bilmesini ihtar etmek­teydi. Bir Fransa tarihinde şöyle diyor: "Tuna üzerinde sükûn bulan fırtına Lehlilerin topraklarında başladı" hakikaten bu zavallı devlete bölünme parçalanma ilk defa; Rusya, Prusya ve Avusturya arasında karar altına alınmıştı.

 

Sultan 3. Mustafa, bu uzun savaşa Lehistana girmiş olan 25 bin Rus askeri sebebiyle girişmişti. Ruslar, Kaynarca ant­laşması münasebetiyle Azak, Kerç, Yenikale ve Kilburnu'nu aldılar. Kırım'a istiklâl verdiler. Karadeniz de gemilerinin ser­bestçe dolaşması hakkını elde ettiler.

 

Buna karşılık Avusturyalılar bir tek silah atmadan bizim idaremizdeki Buğdan'a katılmış olan Kızılorman dediğimiz, Bukovine'ye 1771 senesinde, Osmanlı devletine büyük hiz­met yaptık iddiasıyla sahip oldular. Bu hampacılığa sesimizi bile çıkaramadık. Kaynarca antlaşmasının 7. maddesinde Rusya elçilerine, İstanbul Rum klişesi lehine aydınlatıcı bilgi­ler verme, 16. maddesinde olan 10. fıkrası gereğince de, Buğdan ve Eflâk (voyvodalıklarının iktizasına göre korunma ve müsaade) olunmalanyla (heriki devlete lâyık olan dosta­ne itibar icabınca, Rus elçilerinin arzettikleri ifadelerine ri­ayet) edilmek kabul olunmuştu. Bu iki maddeyi biraz daha tetkik edecek olursak, anlarız ki, Rusya devleti, Osmanlı devletinin içişlerine karışabilme hakkını elde etmiş bulun­maktadır. Çünkü bu maddelerin ışığında Ruslar hem memle­ketlerini hem de, Osmanlı uyruğunda bulunan hristiyan ahalinin himayesini üzerine almış bulunuyordu. O sıralarda İs-tanbulda Avusturya siyasi işlerinin vazifelisi oiarak bulun­makta olan meşhur, Tuhgut yazmış olduğu bir mektupda: "Kaynarca antlaşmasının maddelerinin hükmü umumiyesini, Rus heyetini teşkil eden diplomatlarının maharet ve ustalık­larını belirlerken, tam tersi Osmanlı murahhaslarının hama-katini ortaya koyan bir numunedir.

 

Bu antlaşmanın maddelerini yazmada kullanılan tertib-i sanat ile bu günden itibaren devlet-i Osmaniye Rusyanın bir vilayeti makamına inmiştir. "Demiştir. 1188/1774 senesinde­ki vaziyetimiz yukarıya yazdığımız haller dışında bir hâl de­ğildi. Bu antlaşmanın müzakere ve tanziminde vazifeli olan Resmi Ahmed efendi diyorki: "Her tarafdan perişanlık fışkır­makta olan bir zamanda sadnazam dahi gayet ağırhasta olup, tedbir almaya mecali kalmamıştı. İşler bu haldeyken muhasaranın 12. günü murahhaslar, Şumnu'dan çıkıp mare­şalin yanma vardılar. Mareşal ne teklif ederse, buna itiraza derman olmayıp, tazminat olarak da ne kadar para isterse kabulden başka çare yoktu. Hatta devlet sahibi, murahhasla­ra 40 bin keseye kadar İzin vermiş ve İlk önce 20 binden aşağı söz söylemememizi, tenbîh etmişti." Böyle bir selahi-yete sahip ve sıkışmış bir devletin murahhası, diplomasi ma­haret ve ustalığından da mahrum olursa elbette mahud mad­deler böyle ağır ve hiyle bakımından da böyle düzenlenir. " Kaynarca Antlaşmasından Sonra Antlaşmanın 3. maddesin­de Kırım hanlığının bağımsız ve müstakil, hânrın bütün Tatar­ların reyi ve ittifaklarıyla Al-i Cengiz soyundan seçilmesi ya­zılı olduğundan 1188/1774'de Kırımdan Cengiz soyu reisle­rinden ve âlimlerinden ve mirzalarından müteşekkil bir heyet gelerek, Kırım hânlarının önceden olduğu gibi Osmanlı dev­leti tarafından tayin ile seçilmesi, teşrifat ve menşur yollan­masını, hutbeler ve paraların padişah adına basılmasını, Sanip Giray'ın hânlıkda devamının, söz ve yazı  ile arza fırsat buldular.

 

Antlaşmanın başlıca şartlarından olan bu madde müzake­re edildi. Yalnızca hutbe ve para basılması ile teşrifat gönde­rilmesi, maddelerinin taraf-ı devletten olmasına ve metni antlaşmanın, içine koyma Rus hükümetine yazıldı. Bu yazıda Gürcü esirlerini iade meselesi vardı. Gelen cevabda, Ruslar, Gürcü esirleri taleb etmekten feragat ettiklerini bildirdiler. Hân'ın mutlaka Kırım ahalisi tarafından seçilmesi hususunda ısrar buna karşılık para ve hutbe meselesi ile teşrifatçı gön­derilmesini müsaid karşıladılar. Bir kaç gün sonra da, bâbı-âli'de Kaynarca antlaşması tasdiknameleri Rus maslahatgü­zarı Hristofer Petresiyn ile teati olundu. Kırım'a ise mirahm Mehmed Bey ile yalnız menşur ve teşrifat gönderildi.

 

Sulh antlaşmasının tamamlanmasından sonra devlet tara­fından eski süvari mukabelecisi Abdülkerim paşa'ya, huzur da, fıstıki çukaya samur kürk giydirilerek eline de nâme-i hümayun teslim edilip, elçilik görevi ile Petersburg'a gönde­rildi. Altı seneye yakın süren bu Rus seferi, Mora, Mısır, Suri­ye ve Bağdad ile Anadolu'nun orasında, burasında isyan ve istiklal ihtilallerini kıpırdattığı gibi, zahire bakımından da önemli ihtikârların meydanı hazırlanmıştı.

 

Sefer masraflarından başka vezirlerinde sayılarındaki artış hasebiyle sancaklarda, eyaletlerde valiler zulmü arttırmışlar­dı. Sadrazamın konağında şeyhülislam ve devlet adamları ile vezir kethüdalarından kurulu bir meclisde sekiz vezirin rütbe­lerinin kaldırılmasına karar verildi.

 

Ulemaya mahsus arpalıkların mukattaat-ı miriye gibi ilti­zama verilmesine, halka zulüm ettikleri anlaşılan beş arpa-lık'ın kapı kethüdası da, Cezayir'e sürüldü. Arpalık sahipleri­nin namuslu naibler istihdam etmesi için kazaskerlerle, kadı­lara tenbihler yapıldı.

 

Ruslar, Mora'y1 ihtilal ateşine bulaştırırlarken, cesareti ve kahramanlığı İle Silistre başkomutanlığındaki ehliyetli idare ve korkusuzluğuyla emrine verilen Rumeli kumandanlığını hakıyla başaran Müderris Osman Paşayı Bender muhafızlığı­na tayini çıktığı halde gitmemesinden dolayı Eğriboz valiliği­ne tayininden sonra paşa oraya gitmişse de kurulan bir hiyle ile öldürülmüştür. Ahmed Rasİm bey, burada bir izahat ver­miş ona geçiyoruz "İdam olunarak ortadan kaldırılmasına sebeb olan rumeli eyaletinden azli üzerine vali olarak tayin edildiği Eğriboz'a gitmek kararı alan paşa yola çıkar.    Bu arada ise, bâbıâliden çıkan bir hattı hümayunla idamı karar altına alınmıştır. Bu hatla yola çıkan tebdil (değiştirme) ha­sekisi elhac Hüseyin efendi, kıyafetlerini değiştirip, İstanbul-dan yola çıkar. Kendi işine giden bir adam havasındaki hase­ki, Osman paşanın Rumeliden Eğriboza gitmekte bulunan kafilesine yetişir. Bir kaç gün onlarla birlikte seyahat eder. Tabii gizliliğe riayet etmiştir. Eğriboz'a bir kaç konak kala, atını topuklayan haseki, paşa'nın kafilesinden ve paşadan önce gelir. Elindeki idam hükmünü bildiren hattı yeniçeri ağası ve kadiefendiye verip, hükmü bildirir. Ondan sonra da tedbirler alınma yoluna gidilir. Durumun saklı tutulmasıda alınan tedbirlerdendir. Osman paşa beraberindekilerle birlik­te kale kapısına yaklaştığında, şehirdekiler kendisini adet üzere karşılarki, kalenin kapısından Osman paşa girdiğinde, iki kapılı bu kalenin biri kapatılır. Böylece, Osman paşa ma­iyetinden ayrı düşmüş olur. Neden böyle olduğunu sordu­ğunda, kendisine hüküm gösterilir. Çaresizce atından inip, abdestini alır ve teslim-i ruha hazırlanır. (Tarih-î Cevdet) Ta-rih-i Cevdet diyorki: "Osman paşanın idam edilmesi, eski za­manın tasvip olunmaz usûlüne uygun olup, bir adamın iddi­ası gereği kadar subut bulmayınca töhmet ve terbiyesinin derecesini farklı olunca, o farklılığa riayet edilmeden şer'e aykırı ve insaniyete de uymayan adam öldürmenin ve malla­rının müsaderesinin, ne büyük zararlar çektirdiği malumdur." Etrafta türeyen eşkiyadan, Florinalı Muslu, Düzceli Ara-boğlu, Bergama voyvodası Sağıncılı Veli, Bosnalı Yahya ve arkadaşı Baboğlu Zeynel'in yok edilmeleri gerçekleştiği gibi, Maraş eyaleti içindeki, Kılıçlı ve Mandelli aşiretleri de, hizaya getirildi. Kırım hân'ı Sahip Giray, eski han Devlet Giray'ın Ta­tarları tahrik ederek: "Biz istiklâl istemeyiz, sana da itimadı­mız yoktur" dedirtmesi üzerine İstanbul'a gelmiş ve arkasın­dan da Kırım'dan Kalgay Nureddin ve Şeyriyn Ocağı mirza­ları ile ulemasından bir kaç zat bir dilekçe getirerek, geçen sene mirâlemin (Mehmed bey) getirdiği menşur ve teşrifatı Sahip Giray kabul edecek olursa, Kırım'ın istiklaliyetinin tas­dik edilmesinden başka, Yenikale, Kerç ve Kılburun kalele-riyle, Kırım'ın kara tarafından olan giriş yerleri, Ruslarda ka­lacağı Kırım ahalisince öğrenilince, yapılan fevkalade bir toplantıyla İstanbul'a dilekçe gönderilmesine karar verildiği arz olundu.

 

Bu vaziyet karşısında yapılan genel toplantıda Rus büyü­kelçisinin gelişine kadar bu işin dondurulmasına karar veril­di. Heyet, Kabataş'da bulunan Mehmed Eminzâdeler yalısın­da misafir edildi. Sahip Giray ise, bir rivayete göre Tekfurda-ğı (Tekirdağ)nda başka bir rivayete göre de, Çatalca'da otur­ması emreolundu. Genede zamanın haline bakınki, Dolma-bahçe mesiresinde bir ziyafette, şeyhülislam İbrahim bey, sadrazam İzzet Mehmed paşaya, sohbet sırasında Selim ağa adlı babasının yadigar bıraktığını söylediği bir bendesine ge­çen sene olduğu gibi, bu senede mukattaa rica etmiş ve sad­razamda, bu sene 30 kese zamla talibi var, demiş. Şeyhülis­lam bu cevaba, o kadar çok kızmışki hiddetinden pabucunu giymeği dahi unutup ahali ve Tatar heyetinin orada bulundu­ğunu aklına getirmeden, yalınayak arabasına binip yalısının yolunu tutmuş. Cevdet tarihinde: "Durumun nakli karşısında ikisinden birinin azil edilmesi lâzım geldiğinde şeyhülislâm tarafı galib ve sadrazamın tenbelliği ve ağırlığı yüzünden ay­rı, kaimbiraderi Çelebi İsmail ağaya yüz vererek kendisini di­le düşürmüş olmasından, İzzet paşa azledildi. "Diyor.

 

Boşalan makama, sadaret kethüdası Derviş Mehmed pasa getirildi. Şeyhülislamda 22 gün sonra görevinden alınıp yeri­ne Salihzade Mehmed Emin efendi meşihate geçti. İzmir de, ahaliye yaptığı zulüm ile tanınmış mukattaa iltizamı, adamla­rı ve bağlılarının fazla olmasından dolayı savaş çıktığında ha­tırı sayılacak işlere yarar diye yaptığı cinayetlere göz yumu­larak kapıcıbaşılık verilip, Sakız adası muhafızlığına tayin edilen sekban taifesinden Avaz Mehmed ağa, şımardıkça şı­marmış, Ruslarla olan savaş esnasında İzmir voyvodası Kara Osmanoğlu Hacı Ahmed ağayı sıkıştırmak için İzmir'i basıp, yağmaya tâbi tutmuştu. Bu herifin cezalanması, kapdan-ı derya Gazi Hasan paşa'ya havale olundu. Paşa da, Karaos-manoğlu ve Suğia sancağı mütesellimi İlyaszâde Ahmed ağa ile mecburen onların yardımlarıyla Avaz'ın 15 kadar bölük-başısını ve kendisini Tire yakınlarındaki Eğridere'de diri ola­rak yakalayıp, idam etti. Ellidört tane avanesini de ölümden beter olan kürek mahkumluğuna koydu. Rusya devleti tara­fından büyükelçi olarak tayin edilmiş bulunan general Nikola Repenin İstanbul'a geldi. Sefir, resmi olarak babıâii'ye geldi­ğinde icab eden tören yapılıp, elçiye samur, maiyetindekilere kakum kürkler hediye olunurken, hizmetlilerine de hilatlar hediye edildi. Sadrazam tarafından da, ziyafete davet oluna­rak, büyük bir misafirperlik gösterilip, saz ve sözle merasim ifa olunmuştur. Burada da yine bir elbise hediye verilmiş, tam donanımlı gösterişli bir at altına çekilmiştir. Galata'daki konağına kadar refakat olunmuştur. Daha sonra Repeniyne, kaptan  paşa,  kethüda bey,  yeniçeri ağası,  reis-ül  küttab (hariciye vekili) tarafından da ziyafetler çekilmiştir.

 

Mısır'ı Bulutkapan Ali bey'in elinden kavga ile alıp onu katletmiş bulunan meşhur Ebuzzeheb, bu sefer üç-dört yıldır yollanmamış olan Mısır hazinesini yolladı. İzahatındada, 1188/1774 senesindenberi zimmetinde olan bakiyeyi öde­mek ve her sene maktu olan malı göndermeye ait şartla af­fedilmesini, Sayda eyaletine tayin olunan Tahir Ömer'in ilk fırsatta isyana teşebbüse kalkacağını bu bakımdan bunun cezalandırılmasıyla, Bulutkapan Ali bey'in elinde kalmış olan malını tahsil etmeyi istida ederek arzda bulundu. Bu taiebier kabul olundu.

 

Ebuzzehep Mısır'ı, yanında 60 bin asker bulunduğu halde terk edip, Yafa'yı kuşatıp ahalisini küçük büyük demeyip katletti. Tahir Ömer şaşkınlıkla Anje Arabanı araşma kaçtı.

 

Ebuzzeheb, Akkâ'ya geldiğinde, Beyrut'ta bulunan iieri gelenler terki diyar ederek, Cebeli Düriz hâkimi Emir Yusuf bile hediyeler yolladı. Sayda mütesellimi Denizli Ahmed ağa ile Ben-i Mütevva! şeyhleri niyaznamelerle yaşamalarını te­min edebildi. Bu başarısından dolayı, Ebuzzehebe vezirlikle birlikte Mısır eyaleti, samur kürk, kılıç ihsan olundu. Ne varki bu sırada ecel kapısını çaldı, alıp götürdü.

 

Onun vefatından sonra yine ona bağlı komutanlardan İb­rahim bey, Mısır'da Şeyhülbeled unvanı verilerek vazifelendi­rildi. Fakat, Tahir Ömer, E*buzzeheb'in vefatından sonra tek­rar isyan meydanına atılmakta gecikmedi. 1189/1775'de Kapdan-ı derya Gazi Hasan paşa ile Şam valisi Azmizâde Mehmed ile Cezzar Ahmed paşa cezalandırmak üzere vazifeli kılındılar. Akkanın topa tutulduğu gün Sayda mütesellimi Denizli Ahmed ağanın tedbirleriyle sırtından mermi ile vuru­lup katledildi. Kaptan paşa Akkâ'ya asker çıkartarak burayı zapt etti. Tahir Ömerin müsteşarı ve bir numaralı adamı oian İbrahim Sabağ'i yakalayıp, Ömer'in mal ve zenginliğinin üs­tesini sorgulattıktan sonra İdam ettirdi. Tahir Ömer'in kıy­metli eşyalarından başka 82 bin kese nakit serveti çıkmıştı. Kaptan paşa, Tahir Ömerin oğullarına emir göndererek, Ak-kâ'ya gelmelerini istemişti. Şeyh Ali Zahir isyan ederek, kar­deşleri, Şeyh Osman ile Said, Ahmed ve Salih Kapudan gel­mişlerdir. Paşa, bunlardan Said'i devlet için kötü sözler söy­lemiş olduğu için idam ettirdi. Cezzar Ahmet paşa ise, bu, sı­ralarda Sayda eyaleti valiliğine tayin edildi. Şeyh Osman ise Akkâ'ya şeyhül beled tayin olduysa da, bir sene sonra Bursa vilayetine vali olarak tayini çıktı. 1190/1776 senesi mühim vakalarından biri, eskiden tımarlı askeri, bahriyede vazife ya­parken denizciliğimizin bozulması, böylece de ocak şekline konması tercihini yaptırmıştı. Ancak bunlarda bir netice ver­memişti. Bunlar anadoluya yayılıp, çiftlik, çubuk basmışlar tahribat ve taarruzlarda bulunmaktaydılar. Levend adı veriien bu sınıfın kaldırılması önemli vukuattandır. Bu askere verilen emir mucibince her tarafdan saldırılarak öldürüldüler. Geride kendini kurtarabilenler Akkâ'da bulunan Cezzar Ahmet pa­şaya iltica ettiler. Burada toplandılar. Tahir Ömer'in oğlu Şeyh Ali Zahir'in cezalanmasını temin etmek maksadıyla Akkâ taraflarına gitmiş bulunan Kaptan paşa, Cezzar ile Az-mizâde Mehmed paşaya emirler gönderip Şeyh Ali'nin ceza­landırılmasını istedi. Levend ağalarından olup, Mehmed pa­şaya iltica etmiş bulunan, Kayserili Ali ağa, Şeyh Zahir'e gö­rünüşte ittifak teklif etmiş ve buna bağlı olarak şeyh yakayı ele vermişti. Ali ağa tarafından öldürüldü. Tahir Ömer'in ha­nedanı zeydan namıyla tanındığı sülale şeyh Zahir'in katle-dilmesiyle yıkılmış oldu.

 

Suriye bölgesi karışıklıklardan kurtulmuyordu. Ömer Tahir ile çocukları gailesi biter bitmez, Cezzar Ahmet paşa mesetesi kendinigösterdi. Cezzar, Zeydan hanedanının mal ve mül­künü zaptettiği gibi, Cebel-i Dürz hâkimi Emir Yusuf'un üstü­ne hücuma geçip yağmaya koyuldu. Öte yandan Kapdan-ı derya Gazi Hasan paşa, Cezzar'ın Saydaya tayin edilmiş ol­masından sıkılmıştı. Bu sırada da Emir Yusufun Hasan paşa­ya bir dilekçe yolladığı görüldü. Bu dilekçede: "Devlet malını size verdiğimizden dolayı, Cezzar paşa beldelerimizi yağma­ya tabi tutmuş durumda.'1 şeklinde şikayetler vardı. Hasan paşanın Beyrut'a gelişinde emirliğe ait malların tamamen, verilmiş olduğundan Beyrut ile Cebel-i Dürz hakimiyetini Emir Yusuf'un üzerinde bırakmış, Cezzar Ahmet paşaya da, "sen yalnız devlet malını ver. Başka şeye de müdehale etme" emrini verdi. Cezzar Ahmed paşa, Kaptan-ı deryanın vermiş olduğu Beyrut, Cebel-i Dürz'e müdehale etme emrine daha Kaptan paşa Akkâ'dan ayrılmadan itaatsizlik gösterip, Emir Yusuf'u sıkıştırmaya başladı.

 

Cezzar, İstanbul'dan destek aldığı gibi, o zamanın en güçlü askeri olan levendlerinin çoğalmasıyla kuvvetlenmekteydi. Bu kuvvetler ile Akkâ'yı bir güzel tahkim etti. Günden güne, serveti de çoğalmağa başladı. Öyle terakki ettiki, Beyrut'u eline aldı. Lübnan'ı da müdehalesinin dışında bırakmayıp, oradaki, emir ve şeyhlerini birbirlerine düşürerek bir hayli paraların sahibi olmayı bildi. Rusya büyükelçisi Repeniynin vazifesi geçiciydi. Daimi orta elçilikle tayin olunmuş bulunan general İstekof'un gelmesiyle Repeniyn'nin memleketine döndüğü görüldü. Halbuki, Kırım'da heyeti teşkil etmiş mu­rahhaslardan olan zatın bir faydası görülemedi. Zaten İstan-oul'da alıkonulmaları birden bire üzücü cevap verilmemesi maksadına dayanmaktaydı. Elçinin dönmesi üzerine kaba­hat reis-ül küttab İsmail Raif Ef. dide imiş gibi, önceden ka­rarlaştırmış oldukları azli cihetine gidilerek, Kıbrıs'a sürgün ettiler.

 

Meşhur Hamidiye imaretinin adı konarak açılışı bu sene yapılarak hizmete sokuldu.

 

 

 

İran Seferi Ve Kırım Meselesi

 

 

Fetihlerini yapmış olduğumuz yerlerle büyüme ve genişle­meyi amaçlamamız, politikamızın esas usûlündendi. Bu poli­tika, Osmanlı hükümetini yer, yer, memleket memleket, baş­ka tarz idarelerin uygulanmasını kabule götürmüştü. Buna bağlı olarak, merkezin idaresiyle, eyalet ve oralara bağlı .yer­lerin idaresi biribirinin aynı olmaz ve tutmazdı. Bilhassa uzak olan vilayetlerde devlet adamı pek karışık surette gitmiş ol­duğundan, zamanımızda dahi bu irtibatsızlık kısmen görül­mektedir. Bağdad fethine ve İran seferlerine verdiğimiz önem bu satıra kadar okuduklarınızda yazılmıştır. "Mısır, Suriye, Yemen, Garb Ocakları ahvali diğer günlerde olduğu, Irak'da oldukça karışık idi. Bağdad nice seferlerden sonra, tamamen zapt edilerek, Irakı Osmanlı devletine bağlamak mümkün ol­du. Yine de, bazı nahiyeleri istiklâllerine sahip bulunuyorlar­dı. Bağdad valileri, Kürdistanı dahi nezaretleri yâni vazifeleri içinde bulundururak, komutanlarını görevden almaya veya tayine selahiyetliydiler. Burada ocaklık olarak bir kısım ha­nedanlar vardı.

 

Meselâ "Baban" hanedanı bunlardan biriydi. Bu hanedanın oradaki gücü pek hatırı sayılırdı. Bunların Kürdistan üzerinde bile nüfuzları geçerliydi fakat hanedan azalarının birbirleriyle dalaşmaları eksik olmayıp, ne Osmanlı hükümeti ne de, İran hükümetini rahat bırakmazlardı. Arab ahalinin ahvali haydut­luk olup, bununda üstüne Basra tarafları kavgasız, hadisesiz kalmazdı. Bağdad eyaleti "Hemedan Fatihi"Hüseyinzâde Ahmed paşa zamanında bir parça sükûn içinde olabildi. Ahmed paşa 1160/1747 senesinde vefat ettikten sonra onun yerine tayin edilen valiler işlerini pek yapamadılar.  1163/1750 senesinde, Ahmed paşanın kölelerinden damadı Süleyman pa­şa, Bağdad valiliğine tayin olununca, bir çok köle satın ala­rak bunları askerlik ve silahşorluk mesleği ile büyütmüştü. Bu sayede de Irak hanedanlarına göz açdırmayıp, Arap ve Kürtleri, itaati altına almıştı. Hatta gece yarıiarı baskın yap­mak, her zamanki işinden olduğundan Ebulleyl lakabıyla ta­nınmıştı. Ne ki; Süleyman paşanın bu tarz idaresi başka bir gailenin çıkmasına sebeb oldu. Bağdad'da bir kölemen ocağı ortaya çıktı. Süleyman paşanın vefatında yedi kethüdasın­dan Bağdad valisi olan Ali paşa diğer kethüdaların rekabeti­ne maruz kalarak, 1188/1773 yılında katledildi. Onun yerine Ömer isimli kethüda vali tayin olundu. İşte bu Ömer Kethüdc zamanında Bağdad'da hakikaten Mısır kölemen ocağına benzer ve onlar gibi heves-i istiklâliyete arzulu bir,ocak ku­ruldu. Ömer paşa zaptı rapta eli yeten biriydi. 1182/1772 Rus savaşı esnasında Irakda çıt bile çıkmamıştı. Yalnız 1186/1771'de çıkan taun hastalığı binlerce ölüme yol aç­mıştı. Bu salgın sonu Bağdad harabeye döndü. Ömer paşa, salgın sonrasında memleketi tan maz kimseleri kullanmağa mecbur kalmıştı. Hükümet idaresi ehil olmayan ellere geçti­ğinde, artık o ülkede karışıklık, kötülüğün kendini gösterme­si beklenmelidir. Baban hanedanının kendi aralarındaki ça­tışmalardan dolayı o taraflarda ihtilale kadar varan haller or­taya çıktı.

 

Bu arada İran'da da vakit vakit ihtilal hareketleri olmakta-idi. Nâdir Şah'ın katledilmesinden sonra Safevilerden veya Nadir'in sülalesinden birinin tahta çıkarılması meselesi gün­deme gelmişti.

 

Bu meseleler arasındayken, Zendiye aşiretinden Kerim hân 1173/1759'da Farisi ve Irak-ı acem ile Horasan'a sahip olmayı başarıp kendisini Şah vekili, ismi vererek İran'a hü­kümdar ilân etti. Bu hükümdarlık ise,  1. Abdülhamid hânın hükümdarlığının başlangıcına rastlamış ve meşru karşılan­mıştı. Babanzâdeler ocakliğ' hanedanı arasındaki mücadele ki, "önemi bakımından Baban sancağı mutasarrıfı Mehmed Paşa ile Kevi sancağı mutasarrıfı olan kardeşi Ahmed paşa arasındaki soğukluk devam etmekteydi. Zend Kerim Han'ı kuşkulandırmış, Mehmed paşanın sığınması üzerine Kerim Han, Bağdad valisi Ömer paşaya korumaya aldığının yine Karaçolan'da yâni Süleymaniye'de kalmasını iltimas etmişti. Ancak, Ömer paşa kabul etmeyince, Kerim Han'da Mehmed paşayı kalabalık bir askerle Karaçolan (Süleymaniye)a yol­ladı. Ahmed paşa da, Osmanlı ve Kürt askeriyle karşı çıka­rak, Mehmed paşayı bozguna uğrattı. Hal bu şekle dönünce, Kerim Han 20 bin askerle Sadık hânı Basra taraflarına gön­derip, oranın muhasarasını emretti. Basra mütesellimine Ömer paşanın yolladığı yardımcı kuvvetleri, İraniler bozma­ya muvaffak oldular. Bağdad'a bile hücum niyeti taşıdıkları anlaşıldı. Bütün bu olan bitenler merkezi hükümet olan İstan­bul'a aksettiğinde İran'a harb ilân etme düşüncesi aldı yürü­dü. Az geçmedi ki Zend Kerim hân'ın bir mektubu geldi. Yapmış olduğu askeri harekatın devleti âliyeyi katiyen hedef almadığı sadece Ömer paşa aleyhinde asker gönderdiğini anlatmaktaydı. Elçilik'vazifesiyle gönderilen meşhur Şâir Sünbülzâde Vehbi efendide, Kerim Hân ile güzelce bir sohbet yapmaktan başka birşey yapamadı.

 

Çünkü Iran, kanşıklılardan sonra muntazam bir yapıya ih­tiyaç gösteren devlet hüviyeti kazanamamıştı. Ancak çok geçmedi ki, Zend Kerim, 1189/1775'de bir kaç koldan, ilerli-yerek Basra taraflarına zararlar verdiği gibi, Bağdad tarafları­nı da bilhassa Derne, Mahrud ve Bedre gibi mukattaalan yağma edip, ahalisini de katliam edip, esir alınan çocukla kadınları ve hanlarından Mehmed Şefia da Kürdistan san­caklarından, Kerkük'e yaklaşarak, Şehrizor'u tazyiği altına aldı- Bu aradada Tiflis hânı Ergili hân'ın da, Zend hân'i ile anlaşmış olduğunu duyuran şayialar yaygınlık kazandı. Bü­tün bu haller Bağdad valisi Ömer paşanın babıâliye bildirdi­ğine görevdi. Halbuki, İrana harb açmak çok büyük bir me­suliyetti. Devleti Osmaniye ise, Şehrizor valisinden, Zend hân'ın barışa yatkın halinden bahseden bilgiler almıştı. Böy­lece hem İran seferini durdurmak hem de, Bağdad'daki köle­men ocağını kökünden yıkmak üzere teşebbüse girişildi. Is-panakçı Mustafa paşa Bağdad valisi tayin olunarak, yanına bir kaç tane vezirde maiyet olarak verilip, yola çıkarıldı. Ömer paşaya ise katledilmek isabet etti. Mustafa paşa mak­tulün mal ve mülkünü zaptettiği gibi, acem seferi bahanesiy­le zengin kimseleri de soymağa başladı. Fakat kölemenlerin kararı gizleyememesinden Ömer Paşanın kethüdası Abdul­lah, Deşharud'da bunları bir araya topladı.

 

 

 

Okuma Parçası

 

 

Aşağıya almış olduğumuz "Rusya Târihi"nin medhali, aziz ve muhterem milletimizin ezeli ve ebedi düşmanı Rusya hak­kında uzun zaman Rusya'da Fransa'nın elçiliğini yapmış bu­lunan Mösyö Kaster'in kaleminden çıkmıştır. Milletimizin her bir ferdinin, geçmiş de Ruslar tarafından şehid edilmiş yakını vardır. En az üçyüzelli yıldır, müslüman milletimizi dünya tâ­rihinden silmek için, Kafkasya'da, Karadeniz'de, Orta As­ya'da Avrupa'da, Balkanların en küçük köyünde bile müslü­man milletimize saldırmayı, gaye-i milliye ve diniye hâline getirmiş, bu milletin hâline ve bizlere nasıl baktıklarını tefek­kür için bu kadar bir yazıyla örneklemek istedik. Metin Hasıcı

 

Fransa'nın Rusya Nezdindeki Elçisi Mösyö Kaster'in kale­minden:

 

 

 

Rusya Târihi

 

 

Mütercim: Divân Tercümanı Yakovaki Efendi - h. 1244

 

SÜNÜŞ

 

Moskova devleti hududları dâhilinde oturan Mösyö M-1828 Kaster adlı elçinin Rusya devleti hakkında toplamış ol­duğu bilgiler ışığı dahilinde ortaya getirdiği fransızca lisânı üzerine yazılmış ve derlenip toparlanmış bir eserdir elinizdeki kitâb.

 

Bahse konu eseri Divân Tercüme kaleminden olan ve

 

Rum hâdisesi üzerine Bursa'ya sürgüne gönderilen Yakovaki adlı mütercimin, devlet-i âliyye ricalinden bazılarının talebi karşısında, mümanaat edemiyerek yaptığı tercüme çalışma­dır.   Bu çalışmanın Moskof devletinin durumu, tarzı ve diğer ülke devletleriyle olan münasebetlerine dönük politikası ve Osmanlı devletiyle vâki siyasetini ibret verici bir eser olarak basiret erbabının gözünde yer tutacağı pek kesindir. Naşir.

 

 

 

Giriş

 

 

Bize yazma ve düşünceleri tercüme edip, duyurma imkânı vereni hep bilirizki Rabbimizdir. Biz de bu imkânı kullanmak­ta kabiliyetimizi târihi vakaları tesbit ve duyurmada gerek geçmiş gerekse dönemeç sayılacak oluşları önemine uygun olarak teşkile vesile olan sebebleri bildirmeye teksif etmeyi düşündük. Pek geniş toprakların sahibi olan devlet-i âliyye-; seniyye; felek elinin yardımıyla bazen sâlimane bir hayat sü­rerken, bazende sert ve karışıklıklar içine düştüğü olur. Os­manlı hududu yakınlarında bulunan, diğer bir tâbirle hem ci­var olan hiristiyan devletlerde, ters davranışlar ayna gibi gö­rünmeye başlamıştı. Târih eserlerinin açıkça gösterdiği dev­letin ve saltanatın ileri gelen ricalinin haklarındaki tetkikleri didik didik yapıp sonuçlandırmak için. beyit'teki gibi: "Ara-fan bayed ne ki darend şart hüzmera Pişteraz dositan da-rıend hâl düşmenân" magazisince uzak ve vâcib yollarda buluşanlar olduğunu kaydetmek şart olmaktadır.

 

Bir müddet Önce günümüz insanlarından bir zat, Bahr-il hamiyyet meali menâkıbet tevarihi efrenciyeden Rusya dev­letinin ahvalini anlatan bir mecelle-i muhtasıranin, yâni kısa bir fikir mecmuasının letafçt veren lisanıyla Türkçeye nâkile ve tercümeye bir mecburiyet-i muktaziyat getirmiştir. Bize yapmamızı gereken çalışmayı hatırlatanlara ademi iktidarı­mızı, liyakatimiz olmadığını aralıksız ve her görüşmemizde beyana gayret edip söylemiş olmama rağmen, benim bunu yapabileceğime liyakatimin herkesten fazla olduğu, daha iyi­sini yine ancak bana aid bir çalışmanın olabileceğini beyanla ısrara devam ettiler.

 

Bundan otuzbeş sene önce hükümet sandalyesinde oturan "2. Katerina" isimli Rusya imparatoriçesinin dönemini fran-sızca ibareyle kayd ve zapta muvaffak olan Kaster adlı şah­sın 1182/1768 ile 1202/1787 senelerinde yaşanan seferi Osmaniyan'm o sıralarda da diğer milletlerinde kendi özel maksatlarını kabul ettirebilmek için kullandıkları usûl hayli şümullü olup, nice gizli sırlara, nice desiselere sahip olmala­rından dolayı gelip, yukarıda saydığımız hususları esas kabul edip, gereksiz sözler kaldırılarak, zafiyetleri izâle edilerek ve-de bazı şerhleri de koyma metoduyla frenkçe yazıları'alıp mümkünler gereği açıklanarak, tercüme ve rakamlamak su­retiyle iki kısma taksim eyledim.

 

Birinci bölümde Rusya'nın başlangıcındaki hâlini durumu­nu icmalini yaptıktan sonra maksadımızın esasını teşkil eden 2. Katerina'nin ortaya çıkışından büyük zülûmlar yapLiği 1211/1796 senesine kadar yaptığı bütün işleri yazmak ve ikinci kısmında da, Rusya'nın kara ve deniz gücünü, gelirleri­ni ve masarifatını senevi olarak ve bazı kavaid ve nizamatı dere olundu.

 

Cenâb-i Allah'dan niyazım budur ki; elinizdeki tercüme cesaret-i bendegânemi mücerred emr-ü tenbih-i sâmiye-i ifâ-ı fâriza-yı imtisal ve mutavaat ve öteden beri huşeçin keştizar inayeti olduğum devlet-i âliye-i ebediyet'ül istikrara karınca kadarınca hizmete ve ubudiyete zamanında olmakla yazılı ve sözlü olarak muvaffak etsin kulunu ve ref'et buyu­rurlar bu duayı İnşaallah. Divân-ı Tercümeden Mütercim Ya-kovaki Ef.

 

 

 

Tercümenin Kısm-I Evveli

 

 

Rusya Devletinin İlk Döneminin İcmali

 

Eski zamandan beri Rusya ahalisi avrupanın kuzeyinde Lehistan'ın öte tarafında bulunan arazide yerleşmiş haldey­ken, doğu ve kuzey tarafından dalgalar halinde sökün eden kabile ve kavimlerin bazıları ol tarafda bir vatan edinmek maksadı ile yerleşir, isimlerini ise Rus diye koyup böyle ta­nınma yolunu seçerler. Bu isimle şöhret bulmaktalarken, çok aksi ve kaba topluluk görüntüsü içindelerdir. Bir çok nezâ­ketten mahrum kalabalıklar gelip gelip bahse konu yerlerde yerleşerek cumhuriyet şeklinde bilârabıta ve tanzim, işlerini görmeğe kıyam ederlerdi. Ekseri vakitlerini yakınlarında bu­lunan Leh ve İsveç vede diğerlerini yağmalamaktaydılar. An­cak bu yağmalamaya dönük saldırılar bazen leyhte bazen de aleyhte neticeler vermekteydi.

 

Özellikle Özi suyu içinde peyda ettikleri tekneleriyle Kara­deniz'e çıkarak İstanbul'un Haliç ve Marmara denizinin kıyı­larına kadarda çapul yaparlardı. Daha sonra da, birbirleriyle olan ve sürüp giden kavgaları rahatlarını kaçırırdı. Başlarına bir reis nasbetmeyi uygun görürlerdi. Târih-i hicretin 250. senesinde belde ayanı olan Boyarlar, voyvodalar vesairleri yaptıkları bir içtima sonunda aralarından birini intihab ettiler. Rorik adlı olan biri getirildiği vazifede onyedi sene kadar ömür sürdü. Bunun ölümünden sonra vârisi, senedli olarak meydana gelen teşekkülün emiri gibi oldu.

 

Ahalinin bilinen mizacı üzere zaman zaman ihtilal ateşi aralarında alevlendiğinden ecnebilerden olan Lehli ve İsveçli­ler arasında meydana gelen çatışmalar çıktığı gibi doğu hu-dudları tarafından gelen Cengiz han ve Tatar Kabilelerine ciz­ye verme durumuna düştüler. Krallarının tahtta kalması veya azli hakkında hâttâ azarlanma meselesi Tataristan hâkimlerinin iradelerine tâbi hâle gelmişti. Böylece huzursuz vede bi-rahat olmuşlarsa da, zikredelimki Rorik hanedanından elliiki şahsın hükümeti dâimi ihtilâl ve karışıklık içinde 130 sene devam etmeyi becermiştir. Bunların içinde yer alan 4. İvan geçmiştekilere bakılırsa daha kaliteli ve makul bir şahsiyet ile temayüz etmiştir. Evvelâ çar unvanıyla kral olmuştu. Moskova şehrinde taç giyme törenini gerçekleştirmiş kralları bu zattır ki; döneminde Tatarlar ile arasında meydana gelen anlaşmazlıklar ve ihtilaflar bunların uyanmasına vesile ol­muş, ödemekte oldukları haracı kaldırmak için cesaretlene­rek harekete geçmişlerdir. Doğu taraflarında Kazan ve Ejder­han eyaletlerini geri almaya Tatarlardan kavga ile kurtarma­ya himmet etti. Sibirya eyaletini dahi zapt İle o taraflarda yerleşmiş vahşi kabileleri idaresi altına almıştır. Kırım hân'ı bir o tarafdan, bir bu tarafdan hücuma geçerek bahse konu çar İvan'ın karargâhı olan Moşkoh şehri varoşlarına kadar çapul ve yağma yaptığı görüldü.

 

Bahse konu etmekte olduğumuz Rorik hanedanının yıkılışı sonrasında Rusya toprakları mütegailibe denilen sınıfın eline geçerek 115 sene kadar karışıklıklar ve başlarına geçecek birinde ittifak edememe sıkıntısını yaşadılar. Daha sonra da meydana gelen ittifakda, bu ittifaka <kellim mecmuai millet ile> denmekte olup, Romanof hanedanından Mihaiyl adlı biri üzerinde karar kılındı. Bunun oğlu Aleksi'ki meşhur Deli Pet-ro'nun babasıdır. Hükümet'sandalyesine vâris olması dolay-sıyla oturduğunda, Lehlilerin Ruslardan ele geçirmiş oldukla­rı bölge ve toprakların yeniden eski sahibine dönebiimesini temin için bir istihlasin başlanmasını temin etti. Arkasından ülkesinin her yönüyle terakki etmesini terhin babında çalış­malara koyuldu.

 

Denizci, Hazarla Karadeniz'de mutlaka Rusya'yı temsil et­meli düşüncesini ahaliye yerleştirdi. Hollanda'dan getirtmiş olduğu usta ve kalfalar ile hem gemi sanayiini kurmaya hem de; buraları devam ettireceği düşünülen insanların yetiştiril­mesine başlandı. Çar; üç erkek, altı kız babasıydı. Yerine vâ­ris olacak büyük oğlu altı sene kadar hükmettikten sonra öl­düğünden yerine ikinci oğlu olan İvan gelecekken muhtel'uş şuur olduğundan, Deli Petro dedikleri 3. oğlu henüz 10 ya­şında idi. Küçüklüğü görünüşde mâni ve mahzur olarak ad­dedildi. Buna karşılık kızkardeşlerden Sofiya adlrolani çeşitli hile ve desiselere müracaat ile yönetimi ele geçirmeye çalış­tı. İlk işide Petro'nun tahta oturması hakkında çatışmalar içinde olan destekçileri idam etmeyi plânlayıp duruyordu. Bu arada ikisinin bir arada şerik idaresini, kendisinin vesayeti altında düşündü, biri mecnun, diğeri yaş bakımından sabi ol­duğundan bu tercih pek işine gelmekteydi.

 

Neticede ortak taht işgali gerçekleşti ve Sofiya'da bunların vâsisi olarak yönetimi götürmeğe başladı. Ancak Deli Petro tarafını ilzam eden bazı devlet ricalinin gücünün artmasına müsaade olunmuyor, gizli bir el bu çalışmaları yapanları or­tadan kaldırmaktaydı.

 

 

 

Deli Petro'nun Krallığı

 

 

Deli Petro adlı çar'ın dönemine gelince Rusya devletinin avrupa devletleri arasında nâmı-şânı olmayan bir meçhulden ibaretti. Yazılacak pek de önemli bir takım işlerin sahibide ol­mamışlardı. Yukarıda Rusya'nın iptidai hâlini tasvire çalıştı­ğım esnada pek bir şey koymak mümkün olmamışsa, Deli Petro dönemine kadar da bunun böyle olduğu bir vakıadır. Ancak Petro dönemi ile beraber husule gelenleri tasvire mut­laka ihtiyaç vardır.

 

Adı geçen çar, çocukluğunda çok kötülenmiş tavrı ve ah­lakıyla şöhret bulmuştu. Bir takım adamlarıyla güzel şeylere yönlendirilmişti. Ancak içki ve âlemlerine de itilmişti. Askerin tâlimi ve terbiyesi üzerine asla önem verilmezken, vâsisi Sofiya galizat ve huşunet-ı tâbiiyesine kötü ahlâk eklendikçe bu iş böyle gider sanılıyordu. Ancak, Rusya'ya ecnebi dev­letlerden getirilen çeşitli ilimler ve bunların üstadlan istihdam edildiler. Bilhassa asker ve zabitlerin asli Cenevizli Lafor isimli akıllı ve merd-î kâmilin birinin sohbetine rastladı. La-for'u yanına getirtip, yakın hizmetine aldı. Genellikle nizam ve mülkün yâni devletin kaideler zümresine dönük müzake­reler ve soruların cevaplarını aradılar. Talimli asker kullanma yoluna gidilmesi, yeni harb fennine uygun silahlar kullanımı­na, harp gemisi yapımına ve deniz ilmini uygulama gayreti­ne gidilmeye başlandı. Bunlar olmaktayken Osmanlı devleti Nemçe (Avusturya) ve Lehistan'a vede Venedik üzerine se-fer-i hümayun açmıştı. Rusya devleti geçmiş yıllardan beri Kırım hânlarına vermiş olduğu vergiden halas olabilmek için tercihini Lehistan ve Nemçe tarafına kullandı. Kırım üzerine asker sevk etti. Neticede yapılan antlaşmadan sonra yenik dönen asker vesayet makamında bulunan Sofiya, Asterliç askerini tahrikle ortalığı karıştırdı. Petro'yu idam etme derdi­ne düştü. Adı geçen Petro'nun bütün bu olanlar malumuydu. Hemen ablasının yakınlarının ve müşavirlerinin kendi görüş­lerine aykırı fikir sahiplerini bir yerde toplatma yoluna gitti. Asterlich temini yoluna gitti. <burada asteriich'in ne olduğu hakkında bir malumat verelim: Asterlich, okçu mânasına ge­lir. Pek eski zamanlardan beri Rus askerinin ok kullanması bu ismi ile maruf olmasını gerektirmiştir. Hazarda ve seferde vazifeli olarak yalnız 24 bin kişiden tâlimsiz ve itaatsiz asker idiki, icab ettikçe diledikleri kadar reaya dahi toplayıp, istih­dam ederlerdi.> Bir araya topladığı bu adamları aniden tev­kife tâbi tuttu. Öte yandan mecnun biraderinin ölümü de bu sıralarda vuku buldu. Hicri târihin 1108/1696 senesinde dev­rinin tek başına ve müstakil tasarrufu başlamıştır. Çocukluğundan beri kabullendiği ahlâki reddiye ve betahsis müdavi­mi olduğu hâl baki iken önce nizamın akdeylediği asker maddesinden matlup tanzimini seçerek, ecnebi millet olarak çabucak toplayarak tedarik eylediği 50 neferden ibaret kü­çük bir bölüğü Lafor marifetiyle tâlime teşvik fikriyle kendisi bahse konu bölükde tablazenlik hizmetinde yazılıp lâzım ge­len maaş ve tayinatı ahz ve hizmet-i lâzimesinde inha-i rasia-yı azim eylediğine binaen giderek çoğalan asker ile bölüğü bir büyükçe tabur şeklini aldığı görüldü.

 

Hâttâ devlet-i âliyye ile, Nemçe, Venedik ve Lehistan sefe­rini devam ettirirken Azak üzerine yolladığı ordu ile beraber varan Ruslar maiyetinde bulunduğu bulunduğu generalin emir, tenbihlerine uygun davranarak hizmete ve dönene k-v dar rütbesi alet tedriç ve terfii binbaşı yapılmasıyla rütbesi yükselmişti. Bir tarardan krallığını yapmak, öte tarafdan harb hizmetinde vazife-i tâayyinat ahz edip, yoldaşları ile bilmu-aye memuriyet-i lâzimesini yerine getirir idi.

 

1111/1699'da Karlofça'da padişahça imza olunmuş ant­laşma gereğince, Azak Kalesi Moskofda kalmak şartıyla se­fer ber taraf olalıdan beri Çar, talimli askerin çoğalmasına gayret ve sağlamca eğilim göstermekten nâşi, bu talimli as­ker genellikle ecnebi olarak reis ve subaylar ile yol erkânla-nyla refte refte yâni gide gide onikibin sayısını tutturdular. Meramı Asterlich ocağını tamamen kaldırmaktı Frengistan'a seyahatte, diğer devletlerde tatbik olunmakta bulunan hâl ve durum, fenler ve san'atları tahsil yolu ile öğrenme gayesi esas idi. Asterlich neferlerinin kürsi'i memâliki olan Mosko­va'dan çıkarmak için hudud muhafazasına ayrılmış memur ve uzaklaştırma, Moskova'nın korunması yeni askerin ihti­mamına ve tarzına taklid yapılmakla yaklaşılıp, fitne şüphesi olduğundan Lafor adlı müsteşarını ve üç-dört kişilik muteber ricalini var sayarak Flemenk tarafına tâyin eylediği ikincisi maiyetine etbâ-ı güruhuna iltihaka azimet eyledi.

 

Felemenk'e vardığında gemi inşa etmeye mahsus bir tezgahda marangoz çırağı yazılıp, ücret, yövmiye ile hizmet-i vesâir marangoz amelesinin yemek ve yatmasına kanaat et­mekle bir müddet devam etmekle daha sonra İngiltere'ye geçerek bütün işlere ve hassaten esnâf-ı âdide ve ticaretha­nelerine dikkatli nazarlarla baktı. İlimlerin tamamlayacısı olan hendese (geometri)'yi öğrenmekle, memleketine cjön-mek için Almanya'nın içinden Bec şehrine geldikte hapisde olan bildiğimiz kızkardeşinin asterlich askeri ayaklanıp isyan , ile kalkıp, Moşkoya doğru gitmeye koyuldukları haberi ken­disine ulaştı. Hemen o tarafa ricata mecbur oldu. Vardığında ilk önce Moşkada bulunan talimli askeri asterliç askerini 18 saat mesafede karşılayıp def etmek için hücuma hazırlana­rak, sebat ve metanet göstermiş olduğundan Çar, gayet ka­ba ve şiddetle asterlichin nâm-ı nişanını varlık defterinden yok etme ve helak etme niyetinde olduğunu ilân ile ikibin kadarını bir yere toplayıp, bunları cellâd etmeye fazım gele­cek infazcı bulamadığından kendisi ve yanında vekilleri eliy­le çoğunu idama geri kalanını da bir otlukdan başka bir şey olmayan uzakça bölgelere dağıtarak, hepsini parça parça ve şansız, namsız bırakarak dağıttı. Böylece istiklâle dönük tah­sil ve seyahati esnasında avrupanın hiristiyan devletlerinden harb-i fenni de usta, çeşitli sanayi dallarında imâlata mukte­dir kimseleri seçmedeki isabeti ve mukavele ile bunları istih­dam ve Rusya tarafına göndermesi maksadı olan yeni nizâ­mı yerine getirme esasını aynen yazdığımız gibi becermiş ol­duğundan, bir kaç seneden beri ve mâium-u müsteşarı olan Lefor'dan almış olduğu ve Frenkistanda elde edeceğine inandığı tahsili gerçekleştirmek alelumum yâni bütün milletin ahlâk ve adabını tâlim ve terbiyeyle değiştirmek kanaati­ne vardı.

 

Özetlersek; ecnebiden olan talimli askerin kıyafetini, yeni asker yazılacak, Rus kavminden olanlar çekemeyip, dediko­duya düştüklerinden milletin tamamı, giyeceğini kendisinden olmayan kimselerinkine nasıl benzetmeye, değiştirmeye mu­vaffak kolay olmazdı ve nitekim olmadıda. Devlet ricalinden, vükelânın bazılarından iibas, yâni kıyafet meselesinde bir ta­kım teklifler ve lâyihalar verildiği görüldü. Ancak bunlar ve bu görüşlere sahip olup muhalefete ictisar edenleri pek kat'İ ve şiddetle katliama tâbi tuttuklarını görüyoruz.

 

Kaldı ki; geçmiş dönemde Rusya ile ticareti itİyad eden İn­giltereli gemileri Buz denizi semtinde bulunan Arkancaİu de­dikleri iskeleye yanaşıp gelen; böyle uzak mesafeye men-i ticaret ve çar'ın önceki işlerinden biri mülk-ü devletin servet ve nemasına yâni sermaye ve kârına mesele-i müstâkile olan alış veriş kapısını feth ile celb fâide ve menfaat olmakla frengistana yakın olan Bahr-i Baltık, yâni Baitık denizi sahili­ne iskele ve donanma peyda etmek fikrine düşüp, bu keyfi­yet ise adıgeçen sahilde, İsveç devleti tasarrufunda olan memleketlerin fetihlerine ve ele geçirilmelerine kalmış oldu­ğundan nâşi, İsveçli ile sefer üzere olan Leh ve Danimarka devletleriyle, yeni ölçü ve vifakı yâni yeni anlayışı içinde yaptığı barış sonrasında, İsveç üzerine sefer ilân eyledi. O karışık günlerde İsveç kralı tbulunan Demirbaş denmekle meşhur 12. Karlos <Şarl> bahadır bir kimse olduğundan, bir kaç yerde hasımlarını kahru perişan eyledi. Lehistan ülkesini zaferyab olarak istila etti. Ve Leh kraliyet tahtında adam de­ğiştirmeye muvaffak oldu, bu arada da Rus çan'nı değiştir­mek hülyasını kurmuşsa da, ve çar'ıda ikide birde hezimete uğratmaya muvaffak olmuşsada, hiçbirinde çar ne korkuya ne de ümidsizliğe düştü.

 

Nihayetinde 1121/1710 senesinde Osmanlı devleti hudud­lan yakınında Poltava denen yerde husule gelen savaşda Çar, İsveç askerini pek fecii bozguna duçar etti. Demirbaş'ın hayatının gitmesine ramak kalmıştı, ki Osmanlı hududunu geçerek Bender Kalesine ve muhafızın şahsında tâcidaran padişah-ı âl-i Osman'ın atufetine sığındı.

 

Krallarının bu mağlubiyeti üzerine İsveçde meydana gelen ihtilâlde bir boşluk belirdi ve Ruslar, Baltik sahilindeki birbir çok yeri ele geçirdiler. Eski kralı ise İsveç'in başına getiren çar, Enfarya eyaletinde deniz kenarı olan büyükçe bir yerin imarına karar verdi ve adını da, Petrobork olarak tesbitinde ısrarlı oldu. İmparatorluk lakabımda eski unvanının yanına zamimeten aldı.

 

Deviet-i âliyede iltica etmiş bir mülteci olarak, padişahın sayesinde ömrünü süren Demirbaş Şarl, mâiyetiyle beraber Lehistandan Poynatovski'yi, padişah-ı âi-i Osman'ın huzuru­na gönderip, derhal Rus kuvvetlen üzerine gitmek gerektir. Zafer mutlaka bizde kalacaktır meyanında tavsiyelerle yolla­dı. Yapılan müzakerelerden sonra Baltacı Mehmed Paşa ida­resinde Orduyu hümayun yola çıkarıldı. 1123/1711 senesin­de Buğdan hududlan içinde Prut Nehri kenarında sadrazam, çâr'ı ve ordusunu öyle bir sıkı sıkıya sardıki, Rusyanın yok olması mümkün olabilirdi. Yiyecekleri ve içecekleri tükenmiş Rus ordusu bir kıskaç içine alınmış ve üzerine yapılacak yü­rüyüş, bataklık ve asker arasında ölümü tercih noktasına kalmış gibiydi! Ricat mümkün olmayıp giriftar~ı kemâl-i ızdı-rab ve mayusiyet olacak çarnâçar afv ve imâna teşebbüs ile Azak Kalesi devlet-i âliye'ye geri verilmek ve İsveç kralının memleketine emniyet içinde dönmesine izin verilmek şartıy­la antlaşma imzalanmıştır.