SULTAN II. AHMED HAN :
Babası: Sultan İbrahim Han
Annesi: Hatice Muazzez Sultan
Doğum Tarihi: 1643
Vefat Tarihi: 1695
Saltanat Müd.: 1691-1695
Türbesi: İstanbul Süleymaniye
Sultan 2. Ahmed Ve Tahta Çıkışı
l/şevval/l 102-22/Haziran/1691 Cuma günü; 2. Süleyman hân'ın,
vukubulan vefatı üzerine, yine Sultan İbrahim'in, 3. şehzadesi bulunan şehzade
Ahmed, 2. Ahmed unvanıyla, 21. Osmanlı padişahı ve 13. Osmanlı halifesi olarak
Osmanlı tahtına çıkmıştır. Kardeşi 2. Süleyman'ın döneminde; biraz daha rahat
yaşama, şansı bulan yeni padişah, ağabeyi gibi o da şimşirlik denilen ve kafes
diye tâbir edilen yerde, yarım asır yaşamış ve nihayetinde ülkemize padişah
olmuştur. Ancak; kardeşleri gibi yumuşak huylu ve sakin bir çizgi takip
etmiyecek, yaradılışa sahip olduğu müşahede edilmiştir.
Tahta çıktığı şehir Edirne olmuştur. Kendisine yapılan her türlü
tezvir ve iftiraları kaale almayarak, başda sadrıazam, Köprülüzâde Fazı!
Mustafa paşa olmak üzere, devlet hizmetlilerinin herbirini, bulundukları
görevde ibka etmek suretiyle, cidden pek değişik bir usûl sergilediğini
belirtmeden geçemeyeceğiz.
Salankamen Savaşı
Viyana önlerinden yüz geri etmemizden sonra, Avusturya ile Venedik
arasındaki işbirliği neticesi, üzerimize yaptıkları hamleler, bir çok kalemizin
ve beldemizin, ellerine düşmesine sebeb teşkil etmişti. Vaziyeti gözlemleyen
devlet yetkilileri, buldukları çârelerin sayesinde gerileme durdurulmuş, daha
sonra da, yapılan mukabeleler gerileme sırasını onlara yüklemişti. 2. Süleyman
hân'dan müdevver veziriazam Köprülüzâde razıl Mustafa paşa'da adetâ son
hamleye başvurmuş, Avusturya kuvvetlerini tepeleye tepeleye Tuna Nehrinin öbür
kıyısına atmaya muvaffak olmuştu. Ancak bu harekâtı daha ileri merkezlere
taşımak için yaptığı hazırlıklardan biri pek önem taşımaktaydı. Sava Nehri
üzerine köprü kurma çalışmalarını çok kısa zatnanda tamamlayarak, ordunun lojistik
desteğini garantiye alabilmiş olmasaydı. Nitekim lâzım gelenlerin en önemlisi
sayılan mühimmatı bu köprüden Zemlin cahiline geçirmeyi başarmıştı. Varadin
istikametinden gelmekte olan düşman ordusuna Salankamen mevkiinde tesadüf
olunmuştur.
Burada yapılan pek kanlı muharebe esnasında düşman perişan
edilmişti. Avusturyalılar vermiş bulundukları zayiattan yıldıkları bir sırada,
zaferin yüzünü bfzden yana gösterdiği esnada sadrazam elinde piştovu olduğu
halde bir muharip gibi savaşırken, düşman tarafından atılan bir mermi, yiğit
veziriazamın tertemiz alnına isabet ederek şehidler zümresine iltihak etmesine
vesile olurken, cesedi pâkini hemen bulmak da mümkün olmamıştı. Bu arada
Köprülüzâde'nin şe-hadetini, askerin duyması halindeyse meydana gelecek menfi
tesirin önlenmesi gayesiyle, kumandanlarımız arasında bulunan; Koca Halil
Paşa; hemen serdar olarak seçilmiş ve bu zâtın komutasında, savaşın temadisinin
sağlanması yönüne gayret sarfedilmiştir.
Ne var ki; şehid sadrazamında çok sevgili kethüdası, veziriazamın
şehadetini öğrendiğinde, kopardığı vaveyla, asakir-i Osmani'nin durumu
öğrenmesini intaç etmiştir. Bu duyumdan sonra askerin kırılmış bulunan kuvve-i
mâneviyesi, savaşın devamına imkân bırakmamıştı. Vaziyeti kavrama hususundaki
başarısına, Koca Halil paşa, birliklerimizi maharetle geri çekmeyi, eklemeye
muvaffak olmuştur. Belgrad üzerinde toplaşan birliklerimiz, ne hikmete mebni
ise, düşman tarafından J;âkib edilmemiştir. Hâttâ bu bölgede iki sene kadar
süren hçîrbsiz bir döneme girildi. Bu
sırada şehid olan sadrazamın yerine, Ohrili Ali paşa sadarete getirildi. Aü
paşa sadarete gelir gelmez, padişahın yapmadığı, tâyin ve azil fırtınasını
başlattı.
Azilleri bazı idam vakaları takip etti. İş ne zaman Kızlara-ğasına
dayandı hemen devreye Valide Sultan girdi. Böylece Kızlarağası kelleyi
kurtarırken, sadrazam makamından oldu ve Rodos onun sürgün yeri oldu. Yeni
sadrazam Halep valisi Hacı Ali paşa oldu. İstanbul bu sırada avrupa
devletlerinin sefirlerinin doluştuğu yer oldu. İngiltere, Fransa, Felemenk
(Hollanda) ve Avusturya sefirleri adeta avrupanın suih tekli-finide Babıâli'ye
sundular. Musalahanın şartları şöyleydi: a-Avusturya'nın işgal ettiği yerlerin
elin de kalması, b-Kudüs'deki Kamame klişesinin Fransisken papasiarına teslimi
bir de, Osmanlı devletinin daha kuruiuş yılların da, avrupa devletleri arasında
kendilerini ilk tanıyanda, anlaşma yapanda yine ilk defa vergi vermeye başlayan
Raküza cumhuriyetinin, artık vergiden muaf tutulması, imzalanacak
ant-laşmanında aynı zamanda, Rus Çan içinde geçerli olması ve otuz seneyi
kapsaması ileri sürülüyordu. Bunlara inzimamen. Venedik ve Lehistanı alakadar
eden maddeier, pek çok daha ağır hükümler tanıdığından, Osmanlı devleti
tabiatıyla bu tekliflerin reddine, Sancak-ı Şerifi veziriazamın eiine verip
Macaristan ovalarına doğru sefere çıkarmaktan başka çare bulamadı. Beri yandan
topluca teklifleri reddedilen avrupalı elçiler, artık münferid olarak Boğazı
ziyaret etmeyi başladılar. Ohrili Ali Paşa Sadareti Valide Sultan;
Kizlarağa'sını, zor kurtardığı sadrıazamın elinden devletide kurtarmayı uygun
bulmuştu. Çünkü sadrazam, Şam'da ve Basra'da zuhur eden isyanları bastıracağım
bahanesiyle balkan hududundaki ordunun çekip çevrilmesini Koca Halil paşa'ya
bırakmıştı. Öte yandan Şam ve Basra üzerine gitmek yerine Dersaadet'te kalarak,
eskiden kimlere garaz bağlamışsa onları bertaraf etmekle vakit geçirmekte idi.
Köprülüzâde Fazı! Mustafa paşa, vezirleri ve defterdarı ve-de
sadrıazamı bayramlarda padişaha hediye vermekten men etmişi- Ohrili bu
bırakılmış işi yeniden başlattı. Ancak sadrazam Ohrili Ali paşa bir gün ava gitmek
üzereyken avlandı. Sadrıazam, azil ve sürgünde pek seri davranan biriydi. Günün
birinde Darüssaade Ağasını saraydan hemen çıkarmak istemiş, padişaha arza bile
lüzum görmemişti. Saraya da bir araba göndererek Ağanın bindirilerek saraydan
çıkarılmasını emretmişti. Bu hâl padişaha bildirildi. Ağayı almak için sadrazamın
gönderdiği arabaya, padişahın emriyle sadrazam bindirilerek sahile indirildi,
oradan da sürgün yeri olan Rodos'a gitmek üzere gemiye irkâb olundu. Bu zatın
diğer bir lakabı da Arabacı Ali paşa idi. Arabacı Ali paşa 8/re-cep/1
103-27/mart/1692 tarihinde azledildi. Sadarete Merzi-fonlu Çalık Hacı Ali paşa
tâyin olundu. Hemşerisi Kara Mustafa paşa tarafından vakti zamanında himaye
olunma şansına ermişti. Ülkenin bozulan mâli durumunu takviye etmeyi
düşünerek, sarayında bulunan gümüş eşyayı eritip, sikke kesmek, yâni para
basmak üzere seleflerinden, Fâzıl Mustafa paşa gibi gönderme yoluna gitmiştir.
Hacı Ali paşa aynı zamanda serdar-ı ekrem sıfatıyla, Sancak-ı Şerifi hâmil
olarak, Edimeden Belgrad'a geldi. Bu sırada tarihler 1692'nin haziran ayının
sonuydu. Bütün serhad boyu haziran sonundan, aralık ayının ortalarına kadar beş
aydan fazla süren teftiş ge-Çjndi. Aü paşa, padişahın azlettiği defterdarı
savunmuş adetâ Padişaha karşı gelmişti. Fakat; padişahın ısrarını görünce: ,
erbab-ı ırz sözüne inanmıyorsunuz, ben size hizmet e-ernem" diyerek, mührü
hümayunu çıkarıp vermiştir. Çok Urüst ve kibar bir kimse olduğu herkesin ortak
fikridir.
Salankamen Meydan Muharebesi
Aslında yukarıda bahse konu savaşı, bir nebze olsun
an-latmışsakda, neticesi itibarıyla Osmanlı devletinin önemli bir kavşağını
teşkil etmesi, bu savaşın daha geniş bir izah içinde kaleme alınmasını zaruri
kılmıştır. Yılmaz Öztuna bey'in cidden büyük bir eser olan, "Büyük
Türkiye Tarihi" adlı çalışmasının altıncı cildinden özet alıntılarla,
sayfalarımızı süsle-yelim. Bu savaş; 19/zilhicce/l 102-19/ağustos/169V pazar
günü vukua gelmiştir.
Osmanlı ordusunda Karaman ve Rumeli Beylerbeyleri, Kral Tökeli
birinci safda yer tutmuştu. Hemen arkalarında Maraş Beylerbeyi Yumak Mehmed
paşa, Şam Beylerbeyi Koca Mustafa paşa vardı Sadaret kethüdası Kör Mustafa
paşa sadrazamı çabuk bir taarruza teşvik etmekteydi. Düşman; başında başarılı
avrupalı komutanların ileri gelenlerinden olan Prens Ludvig olduğu halde endişe
içinde Değirmenlik mevkiinde Türklerin taarruzunu beklemekteydi. Savaş burada
kazanılmazsa, bunu telafi etmek için yıllarca, Macaristan toprakları üzerinde
dolaşmak icab edeceğini düşünen Fâzıl Mustafa paşa, Kırım ordusu gelsin
birlikte hareketetmek istemekteydi. Ancak bu yardımcı, güçten bir ses ve soluk
hâttâ geleceğine dâir en küçük bir emare dahi görünmedi. Tatarların
yetişmesini beklememek büyük hata olarak yorumianır-sada bunların gelmemesi
üzerinde, kafa yormak icab eder diye düşünmek gerekiyor. Ordumuzun Akıncı
askeri, düşman ulaştırma birliklerine ulaşmış ve yediyüz civarında arabayı
yağmalamış, bin kişiden de fazla esir almıştı. Öğleden sonraya ikindiye yakın
dakikalarda iki tarafda toplarını ateş-liyerek savaşın başladığını ilân
ettiler. Prens Ludvig 100 bin kişiyi aşan birliklerini yerinde sabit tutmayı
başardı. Almanlar bu arada epeyi zayiat vermekteydiler. Fâzıl Mustafa Paşa,
düşman hatlarını parçalamanın gerektiği şuurunda, sipahi askerini
yâni süvari birliklerimizi elde kılıç olduğu halde, Ludvig'in birlikleri üstüne
taarruz ettirdi. Orduya hümayun kadısı, İbrahim paşa ve Yeniçeri Ağası saldın
esnasında şe-hadet şerbetini içtiler.
Asker kaybımız, kısa zamanda dörtyüz kişiyi buldu. Çelebi İsmail
paşa öne sürüldü. Paşa Karaman Beylerbeyi idi. Bu kumandanın en önde bulunması
düşmanı bozguna uğratma noktasına getirdi. Cephede görülen manzara, Almanların
savaşı kaybettiği istikametindeydi. Sadrıazam Fâzıl Mustafa Paşa, kesin
neticeyi almak arzusuyla kılıcı elinde öne çıktı. Mücahidleri teşvik ediyordu.
Bir mermi savaşın da, tarihimizin de yönünü değiştiren bir işlev gördü. Mel'un
mermi, ser-dar'ın alnından girerek, şehidler zümresine iltihak etmesine yol
açarken, olan biteni saklayamayan maiyet askeride, şe-hadetin duyulmasını
engelleyemedi. Saflar bu acı kayıb yüzünden sarsıntıya maruz kalıyor,
kendinFüzüntüden yere atanların meydana getirdiği boşlukların, bir
fevkaladeliğe bağlı olduğunu düşünen Marki Ludvig, askerlerini yeniden harb
nizamına sokmağa muvaffak oldu. Saldırı emrinide veren Prens Ludvig, büyük
telefat vermesine rağmen hücuma devam etmekteydi.
Osmanlı mücahidleri üzerlerine gelmekte olan düşman askerine,
canını dişine takıp karşı koymak yerine, insiyaki bir davranışla geri
çekilmeyi, tercihe şayan buluyor. Meydan yavaş yavaş düşman askerinin
kontrolüne geçiyordu. Osmanlı birlikleri; çekiliyor ve Belgrad'a varmaya
çalışmakltaydı. Sa-vaşdan iki gün sonra, Belgrad'a; Kırım süvarileriyle
birlikte gelen Kırım Hân'ı, bozulmuş bir şekilde, Belgrad şehrine dahil olan
Osmanlı alaylarının hâline göz yaşlarını akıtarak seyrettiğini buraya
dercedelim. Bu gözyaşları savaş alanına yeti-şememenin verdiği üzüntüyümü,
yoksa bu birliklerinde geç toparlanmasına sebeb olan otorite yoksunluğumuydu?
Yılmaz Öztuna bey'in mezkur eserinde, bir zamanlar Türkiye
Ordularının Kara Kuvvetleri Kumandanlığı vekâleti görevi ifa etmiş bulunan ve
ne sebebe binaen, kabrinin Üsküdar Bülbülderesi (Dönmeler Mezarlığı)
kabristanında olan merhum orgeneral Necati Tacan, "1690-1696 Kuşatma ve
Meydan Muharebeleri" adlı kitabdan şu malumatı ahzetmis. Biz de önem
taşıyan bu mütalaayı zikri uygun buluyoruz. Necati Paşa, bu esere bu mütalaayı
Yarbaylığı esnasında vermiş:
"Viyana bozgununu telâfi edebilecek olan, nasıl onu kaybeden
adamsa, Salankamen felâketinide sarabilecek yegâne adam da Fâzıl Mustafa Paşa
idi. Kara Mustafa Paşayı, kendi milletinden olan, şahsi düşmanlarının kin ve
hırsı öldürttü Fâzıl Mustafa Paşanın ölümü ise; şerefle olmuş, bir düşman
kurşunuyla şehid düşmüştü. İmparatorluğun asıl kaybı bu idi."
Vuruşarak Çekilme
Salankamen bozgunundan sonra avrupa topraklarımız üzerinde yeni
emeller beslenmeye başlanılması, düşmanlar namı hesabına gayet tabiidir. Neden
bize vuruyorlar diye bir düşünceye vücud veremeyiz. Yapılacak olan, her santim
toprağı müdafaa etmeden terke mecbur kalmamaktı. Serhad boylarının pişmiş
mücahidleri işi bu yönde sürdürmektelerdi. Hâttâ Polonya'nın ünlü kumandanı
Sobieski, bu mücahidler karşısında feci bir mağlubiyete uğramış, Kamaniçe muhasarasını
kaldırdığı gibi, Osmanlı kumandanı Kahraman Pa-şa'nın önünden zor kaçabildi.
Bu olaylar, 1103/1691 sonbaharında cereyan etmekteydi.
1103/ramazan-1692/haziranı Varat'ın Almanların eline geçtiği tarih oldu. Bu
kayıpla Transilvanya ile Macaristan arasındaki pek önemli bir kale elden
çıkmış oluyordu. Aradan birv qeçti geçmedi, Venedik donanması Girit'e askeri
çıkartma /apalak, Hanya'yı kuşatma altına aldı. Kalenin kumandani Ispanakçı
İsmail paşa idi. Düşman başkumandanı amiral Mocen idi. İsmail paşanın elinde
bulunan asker sayısı bin-beşyüz kişi idi. Çivi çiviyi söker hesabı Kandiye
düşman taarruzuna düştü, haberini alan serdar Koca Halil paşa Korent qeçidini
kullandı ve oradan Mora'ya giriş yaptı.
Mora'nın Osmanlı kuvvetlerinin hedefi olduğunu gören düşman
Hanya'da işi çabuk bitirmek durumunda kaldığını anlamıştı. Ispanakçı İsmail
Paşaya teslim olmasını bildiren bir mektubu elçiyle yolladılar. Paşa; bu
mektubun zarfını açmadan elçiye geri verdi. Bir daha teslim talebiyle geldiğin
takdirde kellenin uçurulacağını bilmelisin tenbihini yapmaktan kendini
alamadı.
Venedikliler iki taarruzu arka arkaya icra ettiler. Nevarki
başarılı olmaları mümkün değildi. Hatta Malta'h amiral Porzi bu saldırıların
birinde ikiyüz askeriyle beraber yokluk âlemi nin sakinleri oldular.
Bu sırada Sakız'a gelen Derya kaptanı Vezir Dâmad Yusuf paşa,
Kandiye'ye bir filo gemi gönderdi. Kandiye komutanı Fındık Mehmed paşa,
sekizbin askerle Hanya'ya geldi. Venedik artık bütün ümidini kaybetmiş oldu.
Ağustos sonuna yakın Venedik güçlerini donanmalarına binerken, kendilerini
durmadan telef etmekte olan Fındık Mehmed Paşa, saldırılarından da korunmaktan
başka düşünceleri kalmamıştı.
Saldırgan avrupalı, Osmanlı savunmacıları karşısında, uğradığı
mağlubiyetleri, sayamaz hâle gelmişti. Bu arada;
29Aebiülahir/1104-6/ocak/1693 salı günü, 4. Mehmed hân vefat etti.
Vefat Edirne'de vukubulmuştu. Yaşı ellibir idi.ant tan indirildikten sonra 5
yıl 2 ay menkup olarak yaşa'Ştı istanbul'a getirilen naşı Yenicamiin Mısır
Çarşısına baan tarafında bulunan ve annesi Hatice Turhan Sultan tarafından
yaptırılmış ve bir adı da Havatin Türbesi olan makbe-re defnedildi Bu sırada
sadrazam Hacı Çalık Ali paşanın, padişahla, defterdarın azli hususunda vukubulan
müzakerede istifası gerçekleşti.
Yukarılarda naklettiğiniz hususa da devrin önemli tarihçilerinden
bulunan Fındıkhlı Mehmed Ağa, padişahla veziri arasındaki diyalogu aynen
eserine kaydetmiş, meâlen bizde alıyoruz: "-2. Ahmed:
<Ben sana üç defa defterdarı azlettim. Yerine namazını kılan,
doğru istikamet sahibi birini nasb edesin diye hattışe-rif gönderdim. Yine
fermanımı tutmadın.>
-Sadrıazam: <Hangi cürüm ile itham olunduki, azli icab
etsin?>
-Padişah: Bütün memleketime ettiği zülumlardan, Edirne şehri
şikâyetçilerle doldu >
-Sadrıazam: <Hayır padişahım, aslı yoktur. Hünkârıma yalan
bilgi vermişler. Defterdar, bir hizmetkârdır. Kendiliğinden bir işe kaadir
değildir. Ne iş yaparsa benim emrimle yapmaktadır,> Bu sözleri söyleyen
sadrazam elini koynuna sokarak, mührühümayunu çıkardı padişahın hemen yanma
koydu. Bu davranış ve sözier Sultan 2. Ahmed'i gazaba getirdi ve:
<Behey adam, ben öteyegün fukarayı araba yanına getir-tipde
kendim sordum, üzerlerine salınan bidatleri birer birer söylediler. Ben
defterdarı zâlim bellerdim, fakat anlaşıldıki esas zâlim sen imişsin. Emrimi
tutmayan kimse bana vekil olamaz. Getir sende olan emaneti. Şimdi; bir alay
ahali gördün mü padişahı bir adamı bunca uzak yerden getirtip veziriazam
yaptı şimdi de öldürdü, diye bana kızarlar yoksa şimdi senin hakkından
gelirdim, var şimdi dışarda eğlen. Veziriazam geldiğinde, mansib veya tekaüd
ile muradına müsaade olunur.> Çalık Ali paşanın sadaretten istifası
sonrasında sadrazam olan Bozoklu Mustafa Paşa'nın diğer bir künyesi de, Bıyıklı
Mustafa Paşa idi. Sadaret makamına ek olarak ordunun başında sefere
çıktığından, serdar-ı ekrem unvanımda kullanmaya hak kazanmıştı. Temmuz ayının
son günlerinde Rusçuk'a geldi.
Kırım Hân'ı Selim Giray, sadrıazamın yanına erişti. Bu sefer esnasında
daha önce ölmüş bulunan Buğdan(Moldav-ya)voyvodası, Kostantin Kantemir'in
yerinin doldurulması gerektiği ortaya çıktı. Taliplerin birisi Orta Macar'ın
eski kralı Erdel prensi TÖkeli İmre, ölen voyvodanın oğlu Dimitrius Kantemir
idi. Bu Kantemir meşhur bir tarihçi ve notası adıyla anılan müzisyen
Kantemir'den başkası değildi. Fakat sadrazam bu voyvodalığı Prens Kostantin
Duka adlı birisine verdi. Oradan Transilvanya'nın (Erdel) istirdadı manasına
gelen sefer Tuna aşılarak başlatılmış oldu.
Ancak Avusturya imparatorluk ordusu hakkında bilgiler gelince,
istikamet Belgrad üzerine rota değiştirildi. Bir kaç palanga ve kale
askerimizin eline geçti. Belgrad artık uzakta değildi. Ağustos boyunca Kori
Dükü tarafından muhasara alıtnda tutulan Belgradın sıkıntılı günler geçirdiği
esnada, Osmanlı serdarının başındaki ordunun Belgrad'a yakınlaşması, bu Dük'ün
muhasarayı kaldırmaktan başka yapacağı işi olmadığını hatırlatmış oluyordu.
Muhasara sırasında Belgrad Muhafızı Cafer Paşa azim kahramanlıklar göstermiş,
düşmana onbinden az olmayan kayıp verdirmiş, çatışmaların neticesi olarak
dörtbinbeşyüz mücahid de şehadetin ağuşu-na girmişti.
Mustafa Paşa; muhasarayı kaldırmış düşmanı başıboş bırakmamış,
Petervaradin'e kadar takip etmek akıllılığını göstermişti. Selim Giray ise,
Erdel'i bir harmanlamış, 20 bin esir ve külliyetli miktarda ganimet elde
etmiştir. Düşmanın çekilmesiyle rahatlıyan Belgrad, sadrazamın askerlerini
Eylül ortalannda kucaklama imkânı bulabilmişti. Sadrazam ve Kırım hân'ı
Edirne'ye döndüklerinde, Bıyıklı Mustafa paşa Edirne'den ayrılah beşinci ay
dolmak üzereydi. Şubat ayına kadar Edirne'de ikamet eden Selim Giray padişahın
iznini alarak Kırım'a avdet etti.
Seferden sonra Mustafa paşa büyük bir dikkatle içişlerin üstesinden
gelmek niyyetiyle tedbirler sıralamağa başladı. Yapmış olduğu defterli
yoklamada, nice tımar sahiplerinin çoktan ölüp gittiğini, dolaysıyla
katılmaları beklenen savaşlarda görünmemelerinin esbabı mucibesi ortaya çıkmış
oldu. Bir çok kişi bunlar adına ulufe almaya devam ediyorlardı. Defterlerin
düzeltilmesi şart oldu. Böylece devletin giderinde büyük bir eksilme gözlendi.
Hazineye yük tahmil eden bazı delikler tıkandı ve bundan dolayı da Bıyıklı
Mustafa Paşa'nın düşman sayısında büyük bir artış başgösterdi. Düşman sayısındaki
artış, nihayet sadaretin 1105/şaban-1694/mart ortalarında elden gitmesini
temin etti.
Dimetokalı Sürmeli Ali Paşa, vezaretiuzma makamına getirildi.
Sürmeli Paşa bu sırada Trablusşam'da beylerbeyi idi. Bu dönemde de yeni veziriazam
devlet adamları arasında tâyin ve terfi gibi hususlarla uğraşıyor, tabiatıyla
kendi adamlarını işbaşına getiriyor ithamına da maruz kalıyordu. Halbuki
yapılacak iş bunlar değil, Osmanlıyla sulh görüşmeleri yapmak isteyen
hristiyan dünyasına karşı güçlü görünmeyi temin için iççekişmelere sebeb
olacak bu işlemlerden uzak kalmak gerekirdi İngilizlerin Osmanlı ülkesindeki,
büyükelçileri Lord Paget, batı dünyası ile doğu âlemini barışkan yapmak
isteyen niyetiyle sulh müzakerelerini başlatmak tezgâhları dokumaktaydı.
İngilizler, Fransızlar ve Almanlar arasında sıkıntıda, eğer Almanya Osmanlı
devletiyle sulh yaptığı takdirde, Fransızlar Almanya'nın meşguliyet alanına
girecek, böylece İngiltere île fazla meşgul olmaya başlıyan Fransa,
meşguliyetinin bir kısmını artık Almanya üstüne çevirmeye mecbur kalacaktı.
Böylece biraz daha rahat nefes alacaktı. Tam bu sırada İngiliz tüccarlar, belki
de İngiltere ile Osmanlı devleti arasında, bir müzakere mevzuu açabilmek
gayesiyle, Osmanlı ülkesinde müslümanların giydiği kıyafeti lâbis olarak
dolaşmaya başladılar.
Tabii hemen müdehale edilerek, müslüman olmadan müs-lümanlar gibi
Osmanlı topraklarınnda giyinmeye hakları olmadığı söylendi. Yasağa uymaları da
böylece hatırlatıldı. Şimdi aradan geçen üçyüzbeş sene sonra ülkemizde dini büktün
erkek ve hanım kimseler, kıyafetleri münasebetiyle kendi seçtikleri
yöneticileri tarafından dini çağırıştıran kıyafet giymekten men ediliyorlar.
Bu hususta, tahsillerini yapmaları engelleniyor, bir meslek sahibi iseler, mesleklerinin
icrasına müsaade olunmuyor, daha kötüsü bazı fanatikler, hasta kimseler bu
kıyafete bürünmüş iseler, kendilerine-sağlık hizmeti vermekten imtina
etmektedirler. Bir zamanlar ecnebinin ülkemizde giyeceği veya giymeyeceği
kıyafeti kararlaştırmayı selahiyetleri arasında gören ve bunu tatbik eden
anlayıştan, milletimizin mensubu olduğu ve bu mensubiyetinden, müfte-hir olduğu
İslâm dini emirlerine, uygun kıyafet giyenlere ye giymek isteyenlere yapılan
maddi ve mânevi eziyyetlerin dile getirilmesi çalışmamızın bu sayfaları
karartan, kirleten satir-lan olarak nitelendiriyorum, fakat tarihin bu
döneminde yaşadığımızı vede bunları milletimize reva görenleri geleceğimize
şikâyet etmek üzere satırlara dökmekten kendimi ala-mıyorum.
İstikbali bilemiyorum! Her ne kadar ümid var isem de, bu satırları
okuduğunuz tarihte, siz mi bize acıyacaksınız? Allah saklasın biz şimdiden,
size acıyalımmı? Fakat günümüzde yapılan zulümdür. Allah (c.c) dalalete müsaade
ederim, zulme müsaade etmem vaadinin gereği, sizler bu satırları okuyana
kadar, mukarribülklub olan mevlâmızın kalbleri çevirip, zulme son vermesi bir
lâhza'ya bile hacet gerektirmez. Yeter-ki O' "ol" desin.
Bu 1694 tarihinde İngiltere kralı ve Hollanda hükümdarlığını
elinde müştereken tutan Vilyam Orang'ın Hollanda elçisi Kolyeer'de Edirne'ye
gelerek, Lord Paget'in teşebbüslerine güç verme çalışmalarını sürdürdü. Lord
Paget ve Koyeer'in koltuğunda, Osmanlı devleti ile müzakere masasına oturma
şansı bulan Lehistan, Almanya, Venedik temsilcileri umarım ki antlaşmayı
engellemek için Osmanlı'dan öyle aşın "taleplerde bulundularki,
konferanstan netice alınmayı imkânsız hâle koydular. Müzakerelerin kesilmesinin
hemen akabinde Narenta Kalemiz Venediklilerin eline geçiverdi. Pek staretejik
bir mevki olan kaleyi istirdad için iki hücum yapıldı. Ne var-ki; başarı
sağlamak mümkün olmadı. Sürmeli Ali Paşa'nın altı aya yakın bir müddet süren
Varadin Seferi yapıldı. Bu sefer esnasında Petervarad kalesi denen yer Osmanlı
ordusu tarafından muhasaraya alındı. Kuşatma kuvvetleri olan Osmanlı ordusu
yüzbin kişiye pek yakındı. Kırım hân'ı Gazi Gi-ray'da bu kuşatmada hazır
bulunuyordu. Kaleyi savunanların mevcudu 33'bin civarında iken, bir ara 14 bin
kişilik takviye aldılar. Yekünleri 47 bine baliğ oldu. havalar pek yağmurluca gittiğinden
kuşatma her an başarısızlığa meyil gösteriyordu. Kale muhafızı Caprara,
savunmasını pek güzel sürdürüyordu. Yağmur mevsimi ekim ayının girmesiyle daha
da kesafet kazanmıştı buna bağlı olarak muhasaranın kaldırılması muntazam bir
çekilme tarzı tertiplenerek, bir iğne zayiine dahi müsaade olunmadı Sava nehri
üzerinde bulunan Sava köprüsü geçilerek Belgrad'ın içine yerleşildi.
Halep beylerbeyi Cafer paşa Belgrad muhafızı nasb edildi.
Sadrazam; 1106/rebiülahir/21-8/arahk/1694 tarihinde Edirne'ye avdet etti.
Sakız Ada'sının Elden Çıkışı
Bu kara gün'ün tarihi; 1106/sefer/l. -21/eylül/1694 sa-h'dır.
Venedik donanmasını takviye eden Papalık, Malta ve Floransa filoları bir baskın
plânla 7/ey!ül'de Çeşme'nin karşısında bulunan Sakız limanına geldi. Bu sefere
Françesko Morosini kumanda etmek arzusu taşımışsa da, 1694/ocak ayında Mora
sularında seyrederken ölüm onu sinesine almıştı. Venedik Doç'u bu zat idi.
Yerine kumandan olarak Anton-yo Zeno nasb olundu. 115 parça gemiden oluşan bu
muazzam donanma saldırıya geçtiğinde Sakız'da yer yerinden oynadı. Düşmanın
savurduğu bitmez tükenmez gülleler sivil yerleşim bölgelerinde nice evlerin
berhava olmasına sebeb oluyordu. Ada da ikamet eden rumlar bumbardımandan
haylice etkilendiklerinden kalenin teslim edilmesi babında nümayişler
tertiplediler.
Hâttâ Ada'daki müslümanlardan ele geçirdiklerini Venediklilere
teslim ettiler. Bu kimselerin kısmı âzamini kadın ve çocuklar teşkil ediyordu.
Kale'nin savunmasını üzerine almış bulunan Hasan Paşa, 2. meşihatından'da mazul
bulunan Hoca Saadeddinzâde Feyzullah efendi, Sakız'da sürgündeydi. Feyzullah
efendi ile istişarede bulunan Hasan Paşa "vire" tabiriyle anılan bir
usûlle teslim olmada anlaşma yapıldı. Müslümanların gemilerle taşıyabildikleri
kadar eşyalarıyla birlikte Çeşme'ye nakli gerçekleşti. Ancak bu kadar
toprağımıza yakın adanın düşman eline geçmesi pek mahzurlu idi. Bunun
sıkıntısını da kafes arkasında büyümüş padişah 2. Ahmed bile anladığına
bakarsak, ne önemli olduğu görülür. Ege denizindeki Meis adasının,
Çanakkale'ye bağlı Gökçeada'nın hemen karşısında çıplak göz ile rahatça seçilen
Midilli Adasının yakınlığına müşahid olanlar, bunun önemini bilir. Savaş
hâlinin; başka bir cephesi olan Belgrad'da bulunan serdar-ı ekremine şöyle bir
hatt-ı hümayun yolladı: "Sakız mademki düşman elindedir, bütün
Macarjstan'ı fethetsen makbulüm değildir." Gibi düşündürücü bir
seslenişti. Daha sonra ser-dar'ın eline Edirne'de geçen bir hatt-ı hümayunda:
"Sakız ahvali, içimi yaktı kavurdu. Kurtarılması murâdımdır. İcâbım yerine
getirecekler ile görüşüp ne yapmak lazımsa, bildire-sin. Bu kış Sakız
kurtarılmazsa, bilesinki bütün reisleri katlederim!" Bu hatt-ı hümayunun
büyük tesiri kısa zamanda kendini gösterdi. Evvelâ, Sakız'ın teslim olmasında
taksiri olanlar çeşitli cezalara uğratıldılar. Bunların başiında mazûl ve
sürgün şeyhülislâm Hocazâde Feyzullah efendinin Mısır Sudan bölgesinde Nil
nehri üzerinde bulunan İbrim adasına sürgünü geldi. Ricali devlet sürgünler,
tâyinler, hapisler karşısında her birini muhatap alan fermanlar görüldü.
Padişah 2. Ahmed, istirdad işini görmesi için serdar yaptığı
Misırlıoğlu, padişaha vedaa geldiğinde padişahın, hem iltifat hem de, tehdit
mânası taşıyan ifadesine muhatap oldu: "Sadrazam senin iyi hâlini bana
nakletti, vükelâ heyetide bunu makul ve makbul buldular. Senden ümmidlendim. Sakız'ı
fethe tâyin eyledim. Eğer hata edersen başını keserim!." Batı cephesinde
bunlar husule gelirken, Arab yarım adasındada bazı pürüzler zuhura geldi.
Mekke'nin emniyetini sağlamak amacıyla eski sadrazamlardan Bıyıklı Mustafa paşa,
Şam beylerbeyi İsmail paşa tarafından muhafız olarak bırakıldı. İsmail Paşada
hemen Şam vilâyetine avdet etti.
2. Süleyman Ve 2. Ahmed Dönemi Deniz Harekâtları
Sultan 4. Mehmed'in yerine padişah olan, bir küçük kardeşi 2.
Süleyman devlette devamlılığın gereği faaliyetlere ve başarı aramağa gayrete
devam edilmekteydi. Osmanlı deniz gücü daha yukarıda bildirdiğimiz gibi
denizcilikten yetişmişlerin idaresine teslim olunduğunda grafik başarı
çizgisini gösteriyor kara savaşçılarına terk olunduğunda sıkıntılar başlıyordu.
Takvimler 1688 yılını gösterdiğinde, Venedik Doç'u ölmüş ve bu devletin
idaresini deruhde eden Senato, Amiral Françesko Morosiniyi sergilediği hizmet
hasebiyle Doç olarak seçme kararıaldı. Ancak böyle değerli bir amiralin doç
göreviyle taltifini donanma bir kayıp olarak niteleyeceğinden, vaziyeti göz
önüne alan senato Morosini arzu ettiği takdirde, başkumandanlık selahiyetini
vermişti. O da, he-mence Ağnboz (Eğriboz) Adasına gözünüdikmiş, ancak yaptığı
saldırılar sonunda, ademî muvaffakiyete uğramıştı. İ/ekim/1688'de, Eğriboz
önlerinden çekilmekte olan Morosini belki de ağlıyordu..
Bu sırada kara muharebelerindeki neticeler yüz güldür-mezken, donanma
da savunma donanmasına dönüştüğünden, olsa olsa müdafaadaki başarılar söz
konusu olabiliyordu. Bu bakımdan; deniz savaşlarının getirişi olan mâli ganimetlerin
kesilmesi, devlet hazinesinin de artık zaafa uğramak gibi hâle düşmesinin
sebeblerinden birini teşkil ediyordu. Donanmamız; 1689'da biri Ege denizinde,
diğeri Tuna nehrinin içinde oimak üzere iki cephede vazife görmekteydi.
Kapdanıderya, altı tane kalyon, yirmi çektiri ve oniki firkateynle Eğeye
açılırken, Bıyıklı Ali Paşa da Tuna Nehrinde vu-kubulan savaşlara katılabilmek
için Vidin Muhafızı Hüseyin Paşa ile
birleşip Tuna Nehrindeki stratejik noktaları savunmaya çalışacaktı.
Sultan 2. Süleyman; Bıyıklı Ali Paşayı görevden alıp, yerine
Mezamorta Hüseyin Paşa'yj kapdanıderya yaptı. Takvimler bu sırada
4/ocak/169Ü'ı ve Mezamorta Hüseyin Paşa, kapdanıderya'lığa Cezayir Beylerbeyi
iken bu göreve getirilmişti. Cezayir ahalisi Mezamorta'yı sevmeyip, ne
Beylerbeyliği ne de kapdanıderyahğına taraftar değildiler. Onlar bu vazifeyi,
Tunus Beylerbeyi Hamamcı Mustafa Ağanın tâyini istemekteydiler. Padişah
otuzbeş gün sonra Mezamorta Hüseyin Paşayı azletti, ancak MustafaAğayı
kapdanıderya yapmayıp, eski kapdanıderya İbrahim Paşayı yine aynı göreve nasb
etti. Donanmanın Tuna filosunu da, Mezamorta Hüseyin Paşaya teslim etdi.
ibrahim Paşa ise, hemen on tane kalyon yapılması için emir yayımladı. Bunların
üçünü İstanbul, yedisini de Karadenizdeki tersaneler inşa edecekti. Takvimler
1690 yılını gösterirken, Fâzıl Mustafa Paşa; tanzim ettiği kara birliklerini
sefere götürdüğünde çok daha fazlaca randıman elde etme şansı buldu. Bu kara
askeri İle onsekiz günde Niş Şehrini ele geçirmiş, zamanı uzatmadan, Belgrad'ı
istirdat etmiş olduğunu yukarıda yazmıştık. Belgrad'ın alınmasında, Mezamorta
Hüseyin Paşa, emrindeki Tuna Filosuyla bu armada da, dört kadırga, dört
firkateynden müteşekkildi, hayli faydalı olmuştur. Şunu hemen söyleyelim ki;
denizlerin kontrolü kimin eline geçmişse, o millet bir adım öndedir.
Bu bakımdan; ibrahim Paşa Akdenize açılmak mecburiyetinde oluşu,
ordu-yu hümayuna yardıma gelmek üzere Mısır'dan gemilerle yola çıkacak bölge
askerinin yol emniyetini sağlamak için, düşman tasallutundan korumak münasebetiyle,
bilhassa İskenderiye ile Rodos arasında Venedik saldırısına açık bölgeyi asker
yüklü gemilerin selâmeti için güvende tutmak mecburiyetine kilitlenmişti.
Nitekim; İbrahim Paşa, pek büyük gemilerle nakledilen söz konusu
askeri, Rodos'tan çok daha süratli giden kadırgalara almak suretiyle
İstanbul'a götürmüş böylece hayli pratik bir işlem gerçekleşmişti. Fâzıl
Mustafa Paşanın verdiği emir üzerine Mezamorta Hüseyin Paşa Ali Paşa ile birlik
olmuş Vidin, Orşuva ve Feth-i İslâm kalelerimde istirdat etmişlerdi. Deniz
mevsiminin sona ermesi üzerine İstanbul'a gelen Mezamorta Hüseyin Paşa,
padişahla görüşmüş ve bu görüşmede açıkça padişaha, Venediklilerle uğraşmak
böyle sekiz kalyon ile yürümez dedikten sonra çok daha fazla kalyon yapılması
teklifini ileri sürmektende içtinab etmedi. Osmanlı deniz kuvvetlerinin gemi
bakımından olsun, bahriyeli yetiştirme hususundaki kısırlığı, açık deniz
âleminde hükmümüz açısından pek önemsenir halde olmamamıza sebeb olmuştu
Venedik; Osmanlı kıyı savunmasına dâir bilgiler için casuslarını
görevlendirdi.
Bu casuslar; Avlonya'da pek az Osmanlı gücü bırakıldığını haber
vermişlerdi. Bu bilgiye istinaden, Amiral Kornam Av-lonya'ya yaptığı ani bir
gece baskınında, şehri ele geçirdiği görüldü. Draç üzerine hücuma geçen bu
amiral, Draç'ın müthiş savunması karşısında şaşıp kalmıştır. Peşinden yaptırdığı
tahkikat sonunda Draç'ın düğüm noktalarının, güçlü bir yapı içinde olduğunu
öğrenmiştir.
Bilindiği gibi, 2. Süleyman 1691 yılında Hakk'ın rahmetine
kavuşmuş ve yerine kardeşi 2. Ahmed Osmanlı tahtına oturmuştu. Yukarıda
bahsettiğimiz deniz ile ilgili safahatın, bu döneme aid olduğunu ayrıca
belirtmeğe lüzum olmadığını düşünüyorum ve bu ifadeden sonra tafsilatına
geçeceğimiz deniz hareketlerininde 2. Ahmed dönemine aid olduğunu tebarüz
ettirmeye, ayrıca gerek görmüyorum.
Tuna filosunun; Mezamorta Paşa komutasındaki mühim hizmetlerini
yukarıda arz eylemiştik, bu filo iyi idare olunduğunda muhakkak faydası
namütenahi olabilirdi. (Nitekim; Ali Paşa'nın komutan olmasından hemen sonra
filoya Tetel Kalesinin istirdadı görevi verildi. Tuna filosu levendlerine,
Meh-med Reis adlı hemdenizci hem de levendlikten yetişme idare kudretine hâiz
bir komuta ediyordu. Bu filo Belgrad istikametinde hareket ederek yukarı doğru
seyir etmiş ve bahse kaleyi feth için Avusturya kuvvetlerine saldırmış ve
sonunda onları mağlup etmiş kaleyi de istirdad etmişti. Deviet ricalinin
birbirini geçmek üzere, yarışma içinde olması, muhakkak devletimizin lehine
bir durumdur. Osmanlı İslâm devleti, bin yıldır kılıcı olduğu din-î islâmın
mübeşşirinin, "hayırda yarışınız" tavsiye-i peygamberisine uydukları
takdirde yarışın tabiiki ülke lehine neticeler vereceği şüphesizdir fakat bu
yanşa; şer'l şerife mugayir, yalan, entrika ve iftira sokmaya çalışanlar hem
ağır bir günahın akıbetine kendilerini hazırlamalılar hem de, bu haksız
rekabetin kendilerine aetireceği başarısızlığa mahkûm olmalarını bilmeleri
gerekirdi. Ne var-ki; rekabetin böylesine müsbet tarafını tutmak gerekirken,
menfiyatı tercih yolunu seçenler, Tuna Filo komutanını padişaha askerin
disiplinini bozuyor töhmetiyle fitlediler. Bunu ileri sürenler böyle bir
suçlamanın ağırlığını düşünmüşler, ancak Ali Paşa'nın böyle bir işlem içinde
olmayacağını bildikleri bir vakıadır. Ne var ki maksat, Ali Paşa'nın yükselen
trendini durdurmak olduğuna göre doğruyu bilmenin ne önemi olabilirdi? Padişah
böyle bir suçlamayla itham olunan kimseyi savunmak yerine görevi Mustafa Reis
adlı birine ihale ediverdi. Avusturya orduları kurmayları, Tuna nehrini bir
ikmâl yoluna dönüştürmek için daha önceden kararlaştırdıkları 800 adet, nehir
teknesi denen, altları düz olarak yapılmış büyükçe kayıkları malzeme
doldurarak Salankamen mevkiine geldiler. Mustafa Reis; bizim askeri
kuvvetlerimize yardım götürürken bu Avusturya teknelerini görmüş ve üstelik
savaş malzemesiyle dolu idi.
Mustafa Reis, gördüğü bu teknelerin üzerine çullanmak için dakika
kaybetmedi. Yaptığı hücumda bîr haylisini batırdı. Kimini âteşe düşürdü, bir
çoğunu da esir aldı. Bu yüzden birliklerimizin eline geçen çeşitli ihtiyaçları
karşılıyacak ikmal malzemesi çokçok miktarda idi. 19/ağustos/1691 'de,
yukarılarda anlatmaya çalıştığımız gibi Ordumuzun galibiyet ibresiyle buluştuğu
esnada, Fâzıl Mustafa Paşanın o mübec-cel alnına isabet eden hâin kurşun,
sadece veziriazamı değil, gülümsernekte olan zaferi de, elimizden alıp
götürmüştü. Ordumuz bozulmuştu; böylece Mustafa Reisin getirdiği takviye
malzemesini verebileceği veya onu kullanabilecek, bir güç ortada görünmüyordu.
Reis, gemilerden malzemenin tamamımda çıkaramaması-na rağmen ziyan
olmasın diye bu malzemeyi Belgrad'a geıi götürmüştü. Bu geri götürme işi mi?
Yoksa görevden aldığı Ali Paşa hakkında kanaatini değiştirecek bir dönemimi buldu,
bilemiyoruz amma Ali Paşayı yeniden Tuna Filosu riyasetine tâyin etmişti. Ali
Paşa; kurulan siyasi entrika sonunda görevden olduğu gibi değeri daha sonra
anlaşıldığından yeniden vazifeye dönmesi doğrunun yardımcısının Allah (c.c)
olduğunun bir misâlidir. Amma öyle fırıldıklar olur ki, fitneye hedef olan
mazlum olarak ahirete bile intikal eder ki, bu da takdir-i hüdâyı ezelidir.
İşte bu Ali Paşa, görevine avdet etmesi sonucunda birliklerimize hem muharip
olarak fiilen yardım edecek hem de ikmâl hususunda, Tuna'yı en istifadeli
şekilde kullanmamız için aldığı vazifeleri icra edecekti. Bu arada
Avusturyalıların, Erdel'e daha kestirme yoldan geçebilmek için bir köprü
yaptıklarının haberini aldığında, hemen o tarafa koşup, burada biriken düşmanı
saldırısıyla perişan eyledi ve peşinden, düşmanın yaptığı köprüyü yıkmak suretiyle,
Avusturyanın emellerine büyük bir darbe vuruken, görevde liyakatini bir defa
daha, ispata muvaffak oldu. Bunun sonucunda da deniz galibiyetlerinin dolaylı
olarak, kara savaşlarına büyük yardım sağladığını da belirtmeden geçemeyeceğim.
Ama yine de, Ali Paşanın Eğriboz muhafızlığına atandığını, Helvacı Yusuf
Paşanın 16/ocak/ 1692'de kapdan-ı deryalığa getirildiğini görüyoruz.
Bu saraydaki bardaklarda ve kurnalarda su görerek yetişmiş,
Helvacı Yusuf Paşa, Kaptan paşa'ya tahsis edilmiş eyalet vergilerinin
toplanmasında, en başarılı tahsildar dense yeri olan, bir kimsedir. O, ne yeni
gemiler yapımına ne de le-vendlerin eğitimlerine önem verdi, ha şu unutulmamalı
ki, korsanların üzerine gitmeye önem verdi. Bu dönemde birbirinden ayrı olarak
ağıza alınması kabil olmayan iki kelime vardı. Bunun ilki Çanakkaleboğazi,
diğeri ise Venedik idi. Bu iki kelimeden biri anıldığında, derhal öbürü yanında
yer alıyordu.
İşte Helvacı Yusuf Paşa Paşa donanmanın başında Çanak-kaleboğazına
geldiğinde, küçük bir filoyu yolladı ve Venedik Donanmasının hangi sularda
olduğunu keşfettirdi. Sonra da; ona hiç görünmeden, vergileri bu donanmadan da
bahsetmek suretiyle, daha kolayca toplama yolunda kullanmaktan imtina etmedi.
Böyle bir kapdanıderyanın başında olduğu donanmayı hümayun, ülkenin hangi
denizinde, kâğıttan bile olsa sandal yüzdürmemizi sağlayabilir?
Amma iş sadece kılıçda olmadığı, o kılıcın kabzasını tutan elin
miyarının önemi olduğu insanlık âleminin tecrübeli fertlerinin, kabul ettiği
gerçeklerdendir. Vergi toplama tutkusuyla muttasıf, Yusuf Paşa, Rumeli
kıyılarımızda âlîkıran başkesen olan, Çaylak Yorgi adını taşıyan bir korsanın,
bilhassa Pira-veşte de ahaliye, büyük bir zülüm getiren hareket içindeydi ve bu
Yorgi'nin beş fırkateyn'den kurulu korsan filosu, korsanlığını devam
ettirmekteydi.
Yusuf Paşa, üç firkateyn ile beş çektiriden, meydana gelen küçük
bir deniz birliğinin başında İstanköylü Mehmed Bey'i vazifelendirdi. Mehmed
Bey, Çaylak Yorgi'yi bulunca onunla sert bir savaş yaptı ve içlerinde Yorgi'de
olduğu halde, dört gemisini esir alarak Yusuf Paşaya getirip teslim etdi.
Morosini'nin; Venedik Doç'u olması sonrasında, kafasını ilk
taktığı yer, Girid Adasını almak olmuştu. Bunda muvaffak olduğu takdirde, Ege
ve Doğu akdeniz sularında Venedik döneminin eski şaşaasına dönmesini başarmış
olacaktı. BÖyie bir kararı uygulamanın startıda, Girid'in, Hanya Kalesi önlerinde
Venedik ile Papa filolarının yanında, Floransa ve Malta filolarını bir araya
getirmek suretiyle verilmiş oldu. Bu start sonunda ilk saldırı olarak 1692'de,
Hanya kalesi yanındaki Top limanına asker çıkararak, burada karaya ayak basan
askerleri, Hanya'ya doğru yürüyüşe geçirdiler. Buna karşılıkda,
deryakaptanı'nın stratejik düşünceden mahrum yönetim anlayışı,
istihbaratsızlıkla ve temkinli olma gibi, mühim unsurlardan bihaberâne,
tatbikatlı olunca Girid önünde bulunmayı akıl edemediği gibi, Venediklilerin
Suda limanına sokulmalarına müsaade etmemeside gerekirdi!
Heyhatki heyhat! Hanya kalesinde bu sırada binbeşyüz kişilik bir
savunma askeri bulunuyordu ve bunların başında da; Ispanakçı İsmail Paşa bulunmaktaydı.
Kandiya kalesinin muhafızlığı da, Fındık Mehmed adlı bir zâtın elindeydi. En
yakın yardım istenecek olan Fındık Mehmed'e haber uçuran, Ispanakçı İsmail
Paşa, kapdanıderya'ya da haber göndermeyi ihmal etmedi.
Bu haber Helvacı Paşa'ya ulaştığında, yapması gereken derhal
donanmayı hümayunun taarruza uğrayan yere, en yakın olan gemilerini göndermek
olduğu gibi ana donanmayı da, lâzım gelen tertibatı da almak üzere tedbirlere
tevessül olunması İcâb etmesine rağmen, onun yaptığıysa, vak'ayı padişaha
bildirmek oldu. Allah'dan padişah hemen meseleye el koyup, Şaban Ağa
komutasında ikibin yeniçeri, malzeme ve mühimmat göndermeyi emrederken,
cebecilerden bin kişiyi topçulardanda beşyüz kişiyi, kapdanıderyanın gemilerle
Girid'e götürmesi hakkında emir verdi.
Ayrıca Mezamorta Hüseyin Paşayada, İskenderiye limanından, bin
kişilik savaşçı asker alıp Girid Adasına gitmesini de bildirmesi büyük bir
isabetdi. Bununda dışında Venediklilerin eteğini tutuşturmak içinde bunların
Mora Yarımadasındaki topraklarına, bir kara savaşı açarak çelme hareketi
"başlattı. Mora'daki; Venedik toprakları üzerine açılan, kara savaşını
padişah, Mora seraskeri Halil Paşa ile Eğriboz ve Yanya Sancak beyleri Ali
Paşa'ya verdi. Halil Paşa'nın buradaki savaşları bir seri halinde devam
ederken, başarılı neticeler verdi. Ancak; deniz tarihi ile ilgili
kaynaklarımızdan olan merhum Büyüktuğruî'un, buradaki savaşların, Girid'deki
muharebelere bir faydası olmadı, nazariyesi hakkında da bir çift laf
söylemeden geçemeyeceğiz. Merhum amiral; demekteki; ".. Giridadasındaki;
Hanya kalesi muhafızları, düşmanlarının üstün bir teknik kullanarak oradan
buradan kale duvarlarını delmelerine rağmen cedlerine yakışır tarzda cesaretle
dÖ-ğüştüler. Venedik kuvvetlerini yenilgiye uğrattılar." Biz de deriz ki;
eğer padişah; Mora'daki Venedik topraklarına karşı bir savaş açtırmasaydı,
Venedikliler bütün güçleriyle Ada üzerine çullanabilirdi. Bunu önleyen de,
Venediklilerin üzerine, Mora topraklarının üzerine açılmış seferdir. Bu
seferin açılması, Venedikle ortak hareket eden diğer ortaklarda da, bize de bir
savaş açılabilir düşüncesi saptamıştır. Böylece de Girid'deki saldırılan
birnev'i taciz hareketi olarak kalmıştır. Hiç değilse bu safhada böyle
kalmıştı. Girid Adasındaki Osmanlının, saldırıları önleme başarısı Mora
yarımadasındaki Venedik topraklarının, beldelerinin, Halil Paşanın saldırıları
sayesinde, Girid üzerindeki Hanya Kalesi cihetine yapılan saldırıların,
arkasının gelmemesini temin ettiği gibi Venedik senatosu Osmanlının Mora üzerindeki
harekâtının, kendi üzerinde tevlid ettiği üzüntüyü yeni doçları amiral
Françesko Morosiniye, donanmanın başına geçip de her iki cephedeki durumu
düzeltmesini istemişlerken, 1692 yılında Tuna nehrindeki Tuna filomuz,
Avusturya cephemize, ikmal yapmaya devam etti. Avusturyalıların; bu sırada
nehir üzerinde faaliyet göstermemesi, koskoca mevsimi savaşsız geçirmemize
böy-lecede bize yaradığını söyleyebiliriz.
Öte tarafdan filomuz, kara cephemize bol miktarda asker, cephane
ve malzeme taşımakla vakti değerlendirdi. 1693 ve 1694 senelerine dâir deniz
harekatını Venedik Doç'u Françesko Morosinİ 25/mayıs/1693'de donanmasının
başına geçti ve ilk kararı da Osmanlı tarafının Girid Adasına ve Mo-raya
malzeme göndermek hususunda denizlerden istifade etmesini menetmeye çalışmak
şeklinde verdi. Böyle bir görevi Çanakkaleboğazının girişini tutmak ve Cezayir
beylerbeyliğine bağlı kalyonların Osmanlı donanmasını takviye etmesine mâni
olmak, şeklinde düşündü ne zaman, garb ocakları da denen, Cezayir beylerbeyliği
kalyon filoları, donanmay-ı hümayuna iştirak etmişse Venedik donanması
Osmanlılar karşısında mağlub olmaktan kurtulamamışlardı.
Bu hususu; Osmanlı devlet adamları bir türlü anlayamamışken,
Venedik Doç'u Françesko Morosinİ İse, hiç hatırından çıkarmamaktaydı.
Morosinİ; Çanakkaleboğazı önüne gelirken, Mora yarımadasındaki Halil Paşa ise,
Venedik'e aid kaleleri hemen hemen ele geçirmekteydi ki bu yakın tehlike idi.
Savaşlarda yakın tehlike; önlenmesi ilk husus sayıldığından, Amiral Morosinİ
kurmaylarından gelen Çanakkaleye değil, Mora'ya varıp orayı kurtaralım
teklifini uygulanır buldu hemence, Nidra ve Psara Adalarını elimizden aldı ve
peşinden de Korent Körfezine daldı. Allahdan; Françesko Morosi-ni, 1693 yılı
son aylarında eceliyle ölmesi üzerine Venedikliler, aynı değerde bir komutan
bulamadıklarından savaş düzenlerinde, değişiklik yapmak mecburiyetinde
kaldılar ve yeni seçilen Doç, Sakız Adasını almak sureti ile İzmir'e doğru
giden deniz yollarını da kontrol etmek gibi başka bir stratejiyi benimsemişti.
Ayrıca Sakız; Girid Adasına sevkedecekleri takviye birlikleri için Osmanlılar
tarafından, bir çeşit iskele olması, Sakız'ın, savaş stratejisi içinde
Venediklilerce görülmesi yanlış bîr seçim sayılmazdı. İşin başkacabir yönünü
de, târihi hakikat bakımından ortaya koymakta ne derece doğrudur tahkike
muhtaçsa da, merhum amiral Büyüktuğrul, İs-tanköy, Midilli ve Bozcaada
ahalisinin Osmanlı devletinin bu adalara gönderdiği muhafız birliklerinin
yönetiminden, hiç de hoşnut olmamışlardı. Sakız halkı, öteki adalarda ki
ahalinin de başında geliyordu.
Sakız ahalisi; evvelâ padişaha, temsilciler yollamış ve yeniçerilerin
ahaliyi rahat bırakmadıklarını evlerini yağma et-tiklerini ve de, ailelerine
saldırdıklarından şikâyet etmişlerdi. Bu şikayetin sonunda da, Osmanlı
devletine sadık kalacaklarını bildirmek suretiyle, Sakız Adasının kendileri
tarafından yâni, Sakız ahalisinin idaresine, bırakılmasını rica etmişlerdi.
Osmanlı devletine de asla ihanet etmyeceklerine, namusları üzerine yemin ederek
teminat vermişlerdi.
Padişah Sultan 2. Ahmed, bu sözlere inanmış ve yeniçerileri yavaş
yavaş Sakız Adasından çekmeye başlamıştı. Aslında da Osmanlı muhafız
kuvvetlerinin Ada halkına hiçbir zulüm ve saldırı hareketleri olmamıştı. Ada
halkı bu büyük iftirayı, adadaki savunmayı zayıflatmak için yapmışlardı nitekim
savunma zayıfladığında adanın Venedikle bağlantıları kuvvetlenmişti. Sonunda da
Ada, Osmanlı Devletinden koparılıp, Venedik'e bağlanması hususunda senatoda
kara alınmaya kadar gitmişti. Venedik donanmasıda 115 parça kalyon ve
çektiriyle, 8/eylül/1694 günü Sakız Ada'sının önüne-geldi.
Gemilerde 20 bin kişiye varan, bir çıkarma birliği bulunmaktaydı.
Ada muhafızı Hasan Paşa; bu büyük kuvvete karşı savunmayı kale de bulunan
sadece, 1170 askerle başarmak zorundaydı. Bu kuvvetlere; kapdanıderyanın 2 bin
kişilik le-vend kuvvetleride eklenmiş bulunuyordu. Venedikliler çıkarma
işlemini 9/eylül günü başlattı. Askerler karaya çıkarken aemilerin topları
kaleyi çok sıkı bir ateş salvosuna tutmuşlardı. Hasan Paşa sadece 350 askerle
yaptığı karşı saldırı ile Venediklileri; zor duruma düşürmüştü. Bu cesur saldın
karşısında Venedikliler belkide askerlerini gemilere bindirip, Sakız
Ada'sından uzaklaşacaklardı.
Ancak Adanın hristiyan ahalisi, silaha sarılıp Osmanlılara ihanet
etmeleri, Hasan Paşanın başarıyı tamamlamasına engel oldu. Hristiyan ahali
silaha sarılıp vede çeteler kurmuş Hasan Paşanın kuvvetlerini arkadan tehdit
etmeye başlamıştı. Osmanlı ailelerini yakalayıp götürmeleri, evlerini yakmaları,
kadınlara saldırmaları, askerimizin kuvvei mâneviyesini hayli bozmuştu.
Venedikliler; ertesi günde karaya onbeş kadar top çıkardılar içkaleyi çok
yakın mesafeden tehdit etmeye başladılar. Hristiyan halk, bu arada da
yakaladıkları müs-lümanlan, Venediklilere teslim etmişlerdi. Yıllarca komşuluk
yaptıklarını hiç düşünmeden ölüme atı vermişlerdi.
Venediklilerin; Sakız Adasını muhasarası sekiz gün sürdü. Kale
içindeki binalar yıkılıp yakıldığı gibi, kale duvariarında-da insan
kitlelerininde kolayca girip çıkabilecekleri büyük delikler açılmıştı. Böyle
ağır bir durumda bin kadar Osmanlı askeri 20 bin Venedik askeri vede topçusuna
karşı durmak zorunda kalmıştı. Venedikli komutan; bu ağır durumu bildiği içinde
son saldırıdan evvel bizimkilere, kaleyi teslim etmelerini teklifetdi. Ada'da
sürgün olarak yaşayan eski şeyhülislâm da, teslim olmanın yerinde bir hareket
olacağına dâir fetva verdi. Böylece; Hasan Paşa kale'yi, Venediklilere teslim
etti. Venedikliler teslim şartları içindeki madde icabı, ada'da-ki Osmanlı
askerini İzmir'e götürürlerken, Sakız Adaşımda tamamen işgale muvaffak oldular.
Bütün bu olup bitenler cereyan etmekteyken, Helvacı Yusuf Paşa komutasındaki
do-nanmay-ı hümayun, Çanakkale şehri önünde demirli oiarak yatmaktaydı. Sakız
Ada'sınmda, işgaiedilmek üzere olduğu haberini alan, Mezamorta Hüseyin Paşa'nın
kapdaniderya'ya yaptığı teklif, donanmanın hemen harekâta geçmesi şeklinde
olmuştu. Ancak; Helvacı Yusuf Paşa, cephane noksanlığı, müretebat eksikliği ve
îevendlerin yetersizliğini önesürerek, savaşmanın doğru olmayacağını bu
bakımdan Çanakkalede kalınmasını emretti. Barış zamanların da bile, tam tekmil
ve hazır olarak beklemesi gereken domamay-i hümayunun bizzat kapdan-ıderyası
tarafından ileri sürülen eksiklikler, bunları ifade eden zâtın bizzat kendi
suçu olduğunu iddia ve ifade etmemize herhalde kimsenin itirazı yoktur.
Allah'dan Kalyon filosu komutanı Mezamorta teklifinde ısrar etmiş
ve kapdan-ı deryaya yaptığı baskı sonunda donanmanın harekete geçmesini temin
edebilmiş idi. Osmanlı donanmasının Sakız adası üzerine yelken açtığını haber
alan düşman 38 kalyon, 4 mavna, 20 kadar da çektiri Üe donanmamıza karşı Sakız
adasından yola çıktılar. Helvacı Yusuf Paşa düşman donanmasının kendisine doğru
harekâta geçtiğini haber aldığında kendisini Midilli adasına dar atarken,
Kalyon filosunuda İzmir'e sevk etdi.
Venedik donanması; Midilli adasına sığınmış olan Yusuf Paşayı ıska
geçerek kendini, Mezamorta Hüseyin Paşa'nın kalyon filosuna saldırmak
bakımından hedef seçmişti. İzmir'deki, İngiliz, Hollanda ve Fransız konsolosları,
İzmir önlerinde gördükleri Venedik donanmasının niyetinden ürktüler.
Çünkü bu donanmanın açacağı ateş ve saldın, bütün dev-jetlerin
mallarını da yok edebileceğini düşündürmekte idi. Bu korkunun etkisi altında,
konsoloslar biraraya gelip, Venedik donanma komutanından, İzmir'e askeri
harekât yapmaması hususunda ricada bulundular. Zaten; Venediklilerin böyle bir
hareket yapma niyetleri olmadığı ileri sürülebilir. Osmanlı kalyon filosunun
îzmirden hareket edeceğini haber alan düşman, demir almış ve İzmir körfezinden
uzaklaşmıştı. İzmirde-ki Osmanlı kalyon filosu, İzmirden hareket etdi ve
kendisinden çok üstün kuvvette olan düşmanlarla karşılaşmamak için, yaptığı
manevra ile Çanakkale'ye ricat etdi. Venediklilerin Sakız Adasını almaları
padişah 2. Ahmed'in derin üzüntülere düşmesine yol açtığı gibi, Sakız Muhafızı
Hasan Paşay; izmirden yanına celbetti. Olanı biteni, onun ağzından dinledi,
nihayetinde Hasan Paşa'yı müdafayı iyi yapamadığı için haps ettirdi. Bu
hususda, amiral merhum Büyüktuğrul şu mütalaayı serdediyor;
Bizde, bu mütehassıs denizcinin mütalaasını sahifemize alarak
nakletmeyi uygun bulduk. Halbuki ada'nın düşmanın eline geçmesi, elli yıldan
beri ihmal edilen deniz meselelerinin tabii ve çok acı bir sonucuydu. Asıl
sorumlular donanmalarını savaşa hazırlamayı ve savaşta da idareyi bilemiyen
saray çıkışlı vezirlerden seçilen deryakapdanları idi. Bu sorumluluğun
nedenini, padişah vede vezirleri övmeyi meslek edinmiş târih otoritelerimizin,
belirtmemesinde aramak lâzımdır. Osmanlı târihi araştırması yapan ve
eserlerini, belgelere göre yazan yabancı otoritelerin, hem vezir hem de derya
kapdanlarının hem de dış politikayı yöneten vezirlerin nasıl rüşvetle
çalıştıklarını açık seçik ortaya dökmüşlerdir. Helvacı Yusuf Paşada bunlardan
bir tanesiydi. Demekte.
Bu mütalaa hakkında da bir teşehüd miktarı itirazımız olacaktır.
Çünkü, prensip olarak ecnebi yazar çizer ve müverrih, yâni tarihçilerin, tertib
yapmayacaklarına merhum amiralimizin nereden emin olduğuna kendim cevap
bulamıyorum. Fakat şunu da söylemekten kendimi alamıyorum: Günümüzde bu kadar
geniş imkânlarla mücehhez olan rüşvet tesbit mekanizmaları, bir rüşveti ispata
kâfi gelmezken, Helvacı Yusuf Paşa da dahil olmak üzere nasıl bir mekanizma ile
aldıkları rüşvetin delillerini küffara verebilmişler. Meçhul! Bu hususda
merhum amiralimiz; adı geçen eserinin 2. cildinin, sahife 196. da 144. 'dip
notunda şunlara istinad ettiğinide kelimesi kelimesine nakledelim de, merhum
amiralin bu rnü-talaasındaki rüşvetle ilgili beyanlarına medar olan iddiayı sizlere
de okuma imkânı sağlayalım: "Özellikle Fransız deniz tarihçisi Amiral
Charriare 1848'yıhnda, Pâris'de yayımladığı <Negotiation de la France dans
le Ievant> (Fransa'nın Doğuda Yaptığı Müzakereler) adlı kitabında Osmanlı
vezirlerine ve Kapdan-ıderyalarına verdiği hediyelerin günlük listelerini
yayımlamıştır. İtalyan Profesör CamiIIo Manfronİ de yayımladığı;
<İtikadsız> adlı kitabında Kral François ile oğlu Kral 2. Pied'in Osmanlı
vezirlerini rüşvete nasıl alıştırdığını iddia eder."
Görüldüğü gibi merhum amiralde, dip notun sonunu iddia eder
lafzıyla bitirdiğine göre bunun bir iddia olduğunu, teslim etmiş oluyor. Hele
amiral Charrer'in ise hediye lafzını kullanması gönül isterdi ki, bizim
padişah ve sadrıazamlarımızin ve de vüzeramızin ecnebilere verdikleri
hediyelerin, güniük listelerini tutsalardı. Fakat; hediye de olarak alınsa
birinden bir isteği karşısında adil olmak zordur. Ancak hiyanet-i vataniye ve
din-i mübine mugayir davranışların başında geldiğinden rüşvet iddiasını ciddiye
almamak gerekir diye düşünüyorum. Sultan 2. Ahmed denizcilikten yetişmiş bir
kapdan-ıderyanin donanmayı tanzim edeceğine, kıyılarımızı sağlamlaştmp
savunabileceğine inanç taşıyordu. Mısırlıoğlu ibrahim Paşa-n,n 13/arahk/1694
târihinde, Sakız Adası harekâtına kumandan olarak tâyin edilmesi vaziyetin
düzelmesine vesile oldu. Zira donanmayı tanzime çalışılırken öte tarfadan da,
Sakız Adasını geri alma hazırlıkları başlatıldı.
Tunus, Cezayir vede Trablusgarp Beylerbeyliklerine yâni qarb
ocaklarına, bütün kalyonlarını donanmay-ı hümuyunu güçlendirmek için İstanbul'a
gönderilmesini padişah emretti. Mısırlıoğlu İbrahim Paşa; Kapdan-ıderya
makamında durmakta olan Helvacı Yusuf Paşanın bu makamdan alınmasını
padişahdan açıkça tâleb etti. Sultan 2. Ahmed; kapdan-ıder-yanın kusurlarını
bildiğinden, bu talebi kabul etti. Helvacı Yu~ suf Paşayı Midilliye sürerken,
suistimallerden dolayı kabarmış servetini de, müsadere yoluyla haziney-i
devlete mâl et-di.
Köyün Adaları Muharebesi
Sultan 2. Süleyman ve 2. Ahmed dönemi, deniz harekâtları,
hakkındaki böiüme geçmeden evvel 2. Ahmed devri içinde, Sakız Adasının
elimizden nasıl çıktığını anlatmaya çalışmıştık. Bu çalışmamızın diğer târih
kitaplarından biraz farklı olarak, gözetilen hususu denizcilikle ilgili vakaları,
mümkün mertebe tafsilatlı vermeye çalışmaya gayretimizdir. Denizlerin;
milletler hayatındaki ehemmiyeti hâla yeteri kadar biz de idrak
olunamamasıdırki, bizim şu anda aziz vatanımızın üç tarafının denizle çevrili
olmasını nazarı dikkate almamız gerekmektedir. 1695 yılı deniz harekâtı bu
hususda şans Osmanlı tarafindaydı. Donanmada artık denizcilikten yetişmiş bir
deryakapdan-i yönetimi götürmekteydi. Mısırlı-oğlu İbrahim Paşa bütün
komutanları toplamış, Osmanlı donanmasının mevcud durumuna ilave edilmesi
gerekenleri, bütün komutanların fikrini almak suretiyle tesbit etmeye çalışmıştı.
Toplantıya iştirak eden Doğramacı Mehmed'le Ağa-oğlu Salih Paşa ve Mezamorta
Hüseyin Paşa, pek önemli kimseler oldukları gibi hayli mühim ifadeler
kulandılar.
Bu toplantıda oy birliğiyle alınan ilk karar, en kısa zamanda
düşman donanmasıyla bir muharebe yapılması olmuştu. Eğer, düşman donanmasının
mağlubiyeti sağlanmadıkça, Çeşme limanında toplanan, Osmanlı kara ordusu
savaşçıları da yola çıkarılamazdı. Kararların içinde düşmanın çektiri-lerine
karşı, bizim çektiriler, düşman'ın kalyon ve mavnalarına karşı bizimkileri,
yâni vasıtaların biribirine denk düşenler kullanılacaktı. Harekâtın merkezi
olarak İzmir ana üs tesbit edildi. Foça yakınlarındaki Durak limanı da İleri üs
olarak kullanılmasına karar alındı. Donanmayı hümayun, Durak limanına intikal
ettiğinde Venedikliler vaziyetin haberdarı olmuş, 20 kalyon, 6 mavna, 24
çektiriden müteşekkil donanmalarını Sakız Adası istikametine hareket
ettirdiler. Koyuna-daları civarına gelip demir atan düşman donanması burada
akıbeti beklemeğe başladı. Deniz rüzgârsız olduğundan donanmalar hemen bir
savaş yapma imkânı bulamadılar. 18 gün birbirleriyle tutuşma imkânı
bulamadılar.
10/şubat/l 695'de Osmanlı donanması Durak limanından kalkıp
Karaburun'a geldi. Ancak, rüzgar yine kesildiğinden, gemiler Karaburun'da
demirlemek ihtiyacını hissetti. Savaş 1 l/şubat/1695 günü oldu. Sabahtan akşama
kadar sürdü. Venedikliler yılmıştı. Osmanlı donanmasında tek bir çektîri-nin
sakatlanması karşısında, Venedik donanmasınmsa üç kalyonu ve üç çektirisi
yanmış neticeten savaş dışı kalmıştı. Venedik donanması karanlık bastığında
savaşı bırakmış, Koyun Adalarında küçük bir limana sığınmışlardı. Osmanlı
do-nanmasıda gerekli tamirlerini yapabilmek için Eğri limanına gitme
mecburiyetini hissetmişti. Târihler bu deniz savaşını Koyun Adaları Muharebesi
olarak anacaktı. Aradan onbir gün geçtince sonra yâni 22/şubat/1695'de Sakız
savaşı adını alan bir savaş yapıldıki Sakız Adası yeniden Osmanlı sancağına
kavuşmuş oldu.
2. Ahmed'in Şahsiyeti
Padişah 2. Ahmed Sakız'ın istirdadını dünya gözüyle temaşa
etmeden ahirete intikal etti. Tarih, 1106/cemaziyela-hir/20-6/şubat/1695 pazar
gününü göstermekteydi. Yılmaz Öztuna bey, 2. Ahmed'in saltanatının merhum
ağabeyi 2. Süleyman ile günü gününe aynı süreyi tamamladığını beyan etmektedir,
bu sürenin, 3 sene, 7 ay ve 14 gün demektedir. Enterasandır.
Vefat ettiklerinde 52 yaşma pek az bir gün kalmıştı. İsmail Hakkı
(Jzunçarşılı; 2. Ahmed için şu tanımlamayı yapmakta: Kültürlü bir kimse olup,
4. Mehmed, 2. Süleyman hânlara bakarak pek ileri seviyedeydi. Türkçe, Farisice
şiirlere düşkün olup, Arabçadan da anlardı. Bir kaç tane Kuran yazdığı,
şehzadeliğinde tuttuğu günlük, Uzunçarşıh tarafından, bende diye duyurulmuştur.
2. Ahmed yanlışında İsrar etmeyen nâdir kimselerdendir. Hâttâ
fırsatını eide eder etmez, bunu tashihe ehemmiyet veren bir kimsedir. Kıymetli
devlet adamları bulmakla birlikte dış tesirlerle bunları görevlerinden çabuk
azlederdi. Divan toplantılarını asla aksatmaz, haftada dört gün çalışılmasını
tekrar meriyete sokan bu zattır.
Büyük amiral Mezamorta (yarı öiü) Hüseyin paşa, meşhur Selim Giray
hân önemli devlet adamı olarak, Şeyh Osman Dede, Mustafa Itri efendi,
Çömlekcİzâde Recep efendiler musikişinaslar olarak, şâir olarak da Nâbi
tarihçi Müneccimbas; Ahmed Dede, hattat olarak da meşhur Hafız Osman'ı devrin
güzide insanları olarak görüyoruz.
2. Ahmed'in Hanımları Ve Çocukları
Muazzez Sultan'ın oğlu oian 2. Ahmed hân'ın karısı, Râbia Sultandır.
Rabia Sultan 1692 senesinde Selim ve İbrahim adı verilecek olan ikizleri
dünya'ya getirerek, padişah kocasını pek sevindirmiş, olmadık zenginlikte
hediyelerle, 2. Ahmed tarafından taltif olunmuştur. Daha sonra Rabia Sultan,
Asiye Sultanı dünyaya getirmiştir. Bu sultan hanım, çocuk yaşta vefat etmiştir.
Alderson, 2. Ahmed'in eşlerinden Şayeste hanımdan bah-sedersede,
kısa dönem süren padişahlığı bu hususta pek vesika bırakmaya imkân bulamamış
olacak ki meşkûk kalmış oluyor.
2. Ahmed'in Sadrıazamları
2. Ahmed hân'ın ilk
sadrazamı Salankamen meydan muharebesinin, muhterem şehidi Köprülüzâde Fâzıl
Mustafa pasadır. Onun şehadetinden sonra Arabacı Ali paşa 6 ay, 29 gün süren
sadaretten sonra infisal etmiştir. Metinde bu sadrı-azamdan bahs edilmiştir,
üçüncü sadrazam Merzifonlu Hacı Ali paşa olmuştur. 1 sene, 1 gün vazifede
kalabilmiştir.
4. sadrazam ise Bıyıklı Mustafa paşadır. 1 seneyi tamamlamaya 12
gün kala azledilmiştir. 5. ve son sadrazam Sürmeli Ali paşa oldu. 14/mart/l
694de geldiği sadaretten, 2/mayıs/1695'de, 2. Mustafa'nın ilk sadrazamı olarak
istifa etmiştir.
2. Ahmed'in Şeyhülislâmları
2. Ahmed hân Osmanlı tahtına çıktığında, Hocazâde Fey-zullah Fevzi
efendi makam-ı meşihatte bir seneden fazladır bulunmaktaydı. 1 O/mart/l 692'de
az! ve sürgüne giden Fey-zullah Feyzi yerine lO/mart/1692'de Çatalcalı Ali
efendi, 19/nisan/1692'ye kadar vazifede kaldı makamını vefatı ile boşalttı.
Feyzullah Fevzi efendi yeniden makam-ı meşihate nasb olundu. 2 sene 2 ay 3 gün
süren vazifeden sonra yerine Sadreddinzâde Mehmed Sâdık efendi
22/haziran/1694'de geldiği makamı meşihatte 2. Ahmed'in son şeyhülislâmı oldu.
6/şubat/l695de vefat eden 2. Ahmed'den sonra Osmanlı tahtına geçen 2.
Mustafa'ya 1 ay kadar şeyhülislâmlık yaptı.
Sultan 2. Ahmed; büyük ceddi Kaanuni Sultan Süleyman'ın türbesinde
medfundur. Ağabeyi 2. Süleyman'da aynı yerdedir. Sultan 2. Ahmed devrinin; ecnebi
devletlerdeki muasırları şunlardı: Almanya'da 1. Leopold, İngiltere'de kral
3. Giiyom, Papa makamında
12. İnnosan, Rusya'da 1. Petro, Fransa'da 14. Lui.