III. MURAD :

 

Babası: Sultan II. Selim Han

Annesi: Nur-Bânu Sultan

Doğum Tarihi: 1546

Vefat Tarihi: 1595

Saltanat Müd.: 1574-1595

Türbesi: İ İstanbul’dadır.

 

 

Dünyada 6 erkek, 3 kız evlât bırakan merhum padişah 2. Selim, Devleti Osmaniyye'yi kudretli sadrazam Sokullu Meh-. med Paşa'nın becerikli idaresine tevdi ederek Allah'ın vâsi rahmetine ermişti.

 

Manisa sancağında vazife ifa eden Veliahd Şehzade Murad Sultan pederinin vefatını, sadrazamın gönderdiği haberci va­sıtasıyla heber almıştı. Hicri 955/MiIâdî 1549 yılında 27 ya­şında boşalan tahtı Osmaniye cûlüs etmek üzere-yola çıktı. Sadrazamın gönderdiği gemiyi beklemeden Mudanya iskele­sinde bulunan küçük bir gemiye binmişti. Bu gemi sonradan Padişahın damadı olacak olan meşhur tarihçi Feridun Ah-med Paşa'ya ait bir ticaret gemisi idi. Sultan Murad Bahçe-kapı civarında sahile çıkmıştı. Vakit çok geç olmuş gece ya­nsını geçmişti. Yağmur ve rüzgârlı bir hava hüküm sürerken, Padişah içicek bir yudum su aradıysa da bulamamış ve deniz suyu ile yüzünü yıkamış, karaya çıktığı yere bir çeşme yap­tırmayı vaat etmişti kendi kendine. Hakikaten Padişah ol­duktan bir müddet sonra kendine verdiği sözü yerine getir­miş ve bir çeşme inşa ettirmişti.

 

Sarayın kapısını çalan padişahın yanındakiler, o saatte sa­ray kapısı yalnız sadrazama açılır kaydını ya unutmuşlar ya­da bilmiyorlardı. Çok sonra aralanan kapıdaki muhafızlara vaziyet izah olundu. Padişah ve arkadaşları içeri alındılarsa da öte taraftan sadrazama haber gönderilip durum bildiriîdi. Sadrazam, Padişahı ilk defa görüyor, fakat emin olamıyordu; çünkü, merhum Padişahın daha beş Şehzadesi vardı. Onlar­dan birisi ben veliaht şehzadeyim diye vezir-i âzami aldatabi­lirdi. Sokullu yanına aldığı Padişahı, Nûr Banu Sultan'ın da­iresine götürmüş, oğlunu gören Valide Sultan; aslanım diyerek oğlunun boynuna sarılmış hem oğlunun padişahlığını  de kendi Valide Sultanlığını tescil etmiş oluyordu.

 

Şehzadenin tahtın sahibi olduğunu anlayan veziri âzam Sokullu aynı zamanda eniştesi olduğu padişahın eteklerini öpmüştü. Burada şunu hatırlamadan geçemiyoruz: Mason bir tarih yazarı bu etek öpme vakasını bir dalkavukluk olarak vasıflandırmış ve böylece Kaanuni, 2. Selim Hazretlerinin sadrazamı ve yeni padişahı beşbuçuk yıl sadrazamlığını ya­pan bu muhterem insana hangi saik ve sebebe böyle aşağı­lık bir sıfat yakşıtjrıyor anlamak mümkün değil... Hani bir söz vardır: «Dinime tan eden bari müslüman olsa», siz halifeyi Rûyi zemin'in eteğini öpmeyi dalkavukluk sayarken acaba mensub olduğunuz loca'nın üstâdi'nın neresini öpüyorsunuz. Üçüncü Sultan Murad unvanıyla ertesi gün tahta geçmek için yatağına çekilen şehzade, beri tarafta devletin müdebbir elemanları toplanmış ve rakip şehzadeler hakkında ölüm ka­rarlarını bile almış ve sabah olunca devlet'uğruna canların­dan edilen merhum beş şehzadenin nâaşlarının önüne atıla­cağından dahi habersizdi.

 

Sabah olunca, vezirler, komutanlar, kadılar ve yüksek rüt­beli me'murlar Ayasofya camiine geldiler. Şehzadelerin ölümlerini ya haber almışlar yahut da tahmin etmişlerdi. Hepsi taziyet elbiseleri içinde bulunuyorlardı. Namazdan sonra Padişah Hazretleri Divanhanede tahta çıktığında aynı üzüntü ve elbiselerle donanmıştı. Dağıtılan cûlüs bahşişi bir milyon yüzbin duk'aya baliğ olmuştu. Ramazan ayının yirmi ikinci günü Padişah Hazretleri cedleri gibi, Ebâ Eyyûb-el En-sâri türbesine deniz yolu ile giderek kılıç kuşandı ve dönüşte at üzerinde atalarının türbelerini ziyaret ede ede saray'ı hü-noayuna avdet etti.

 

Ramazan Bayramının birinci günü Devlet Kâtibi Feridun Bey, Hazreti Padişaha Osmanlı Devletinin kuruluşundan o güne kadar padişahların yazmış veya yazdırmış oldukları bi-nikiyüz aitmiş parça evraka havi bir kitap ve o güne kadar Devleti Osmanî tarihini anlatan «Münşeat-ı Selâtin» adlı eseri hediye etti.

 

 

 

İçki Yasağı

 

 

Bir gün Padişah Hazretleri sandalla denizde gezerken sahi­le yakın bir yerden geçiyordu. Deniz kenarında bir kahveha­nede içki içmekte olan bir kaç Yeniçeri sarhoş olmuşlar, Pa­dişahı görünce ellerindeki kadehleri kadırıp Padişahın'sıhhati şerefine içtiklerini bağırarak ilân etmişlerdi. Bu durumu gö­ren Padişah son derece üzülüp, gazaba gelmiş ve Din-i İs­lâm'ın haram kıldığı içkinin kullanılmasının yasak edildiğini ilân eden bir hattı hümâyûn çıkarmıştı. Bu hattı hümâyûn üzerine Sipahiler Askeri İstanbul Subaşı'sını aralarına alıp tartaklamaya girİşmişlerse de duruma muttali olan Sadra­zam yetişmiş Subaşi'yı tartaklanmaktan kurtardıysa da nü­fusunun kırılmasına sebep olacak hareketlere de maruz kal­mıştı. Durumun vahim bir hal aldığını gören Hazreti Padişah, maalesef verdiği emri kimseyi rahatsız etmemek şartıyla içe­bilirler kaydına çevirmekle hem dünyada hem de âhiret'te kolay cevap veremeyeceği bir tâviz vermiş oluyordu.

 

 

 

Portekiz İle Savaş

 

 

Yeni Padişahın tahta geçişi, bütün Avrpua devlet elçileri vasıtasiyle ve muhtelif hediyelerle tebrik olundu ve bu müna­sebetle bunlarla yapılmış sulh antlaşmaları gerek dîvan ge­rekse Hazreti Padişah tarafından müsait karşılandı. Fakat Portekiz Kralı Dük Sebastian türlü sebeb ve bahanelerle müslümanların idaresindeki Fas topraklarına ve oranın Emi-rine müdahalelerde bulunuyordu.

 

Halife-' Rûyizemin olan Osmanlı Padişahı 3. Murad Haz­retleri, Fas Emirinin istimdadına bigane kalamazdı ve kalma­dı Cezayir Beylerbeyi Ramazan Paşa, müslümanlara musal­lat olan bu belâyı def etmekle vazifelendirdi. Kâfi kuvvetle hareket eden Ramazan Paşa, karşısına çıkan küffârı çok şid­detli bir savaştan sonra kafi bir mağiûbiyyete ve Kral Sebas-tiyani'yî se savaş alanında cansız yere serdi. Böylece müslü-manlar kâfirin zulüm ve tasallutundan halâs oldular.

 

1575 senesi milâdisinde Avusturya ve Almanya İmparato­ru İkinci Maksimilyen ölmüş onun yerine Rudolf geçmiş ve Sultan 3. Murad Hazretlerine gönderdiği elçilerle muhtelif he­diyeler sunmuştu. Avusturya topraklan üzerinde ceveSan eden Osmanlı hudut beylerini şikâyet etmeye gelen elçilerle, sekiz senelik bir sulh antlaşması kararlaştırılmıştı.

 

 

 

Osmanlı Devletinin Avrupa'dan Aldığı Vergiler

 

 

Avsturya Devleti Senede otuzbin duka, Erdei beşbin duka, Zantayı tasarruf eden Venedik üçbin, Raküza onikibin, Eflâk onbeşbin, Boğdan yüzellibin duka vergi vermekle mükellefti.

 

Bu arada Venedik elçisi, Hazreti Padişahı ve sadrazamı zi­yaretle Padişaha ellibin duka, sadrazama dörtbin duka altını hediye getirdi. Dalmaçya taraflarındaki hudud anlaşılmazlık-ları hal olundu.

 

 

 

Soküllü Mehmed Paşanın Etrafının Temizlenmesi

 

 

Hazreti Padişah, babası merhum Selim gibi Devleti Aliy-ye>yi» müdebbir ve sadık veziriazamın eline bırakmayı dü­şünmedi. Dizginleri eline almaya kararlı idi. Yalnız bu kararlı­lık kendi isteği miydi yoksa uzun yıllar sadareti işgal eden zatın nüfuzundan çekinme miydi? Şunu nutmamak icab eder ki Sokullu Mehmed Paşa Padişahın eniştesi olmakla beraber dîvanın diğer vezirleri de damad idiler şöyle ki: Bu damatlık­lar devlete hizmet edenleri daha yakından kontrol edebilme­nin en mütekâmil bir yoluydu.

 

Sadrazamın etrafını temizleme metoduna başlandığında ilk hedef münşeat sahibi, devlet kâtibi aynı zamanda Sokol-lu'nun mahrem sırlar arkadaşı Feridun Beydi. Kendisini Belgrad sancak beyliğine uzaklaştirmışlar ve yerine bütün usulere aykırı biçimde, Fatih Semaniye Medresesi muallimi Mahmud Çelebi tayin buyrulmuştu. Çok kısa bir 'müddet sonra Sokollu'nun kethüdası esrarengiz şekilde öldürüldü. Az sonra Sokollu'nun amcazadesi olan Budin Beylerbeyi Musta­fa Paşa; Budin cephanesine isabet eden bir yıldırım netice­sinde cephanenin tutuşup yanmasından mesul tutularak kendi muhafızlarının önünde öldürülmüştü.

 

Sokollu'nun etrafı nisbeten temizlenmişti. Bunun yapılma­sını Valde Sultan ve Şemsi Paşa ile Lala Mustafa Paşa olduğu Kâmil Paşa tarihinde sh. 281'de yer alır. Yine bu sırada Kıb­rıs Beylerbeyi olan ve Sadrazam'ın çok yakını olan Arap Ah-med Paşa sert muamelesini bahane eden askeri tarafından paralanarak fecii şekilde öldürüldü. Çok geçmeden Piyaie Paşa ve Şeyhül İslâm Hamid Efendi Hazretleri vefat ettiler. Sadrazam en kıymetli arkadaşlarını arka arkaya kaybeder­ken bilhassa, Piyaie Paşa, ki aynı zamanda bacanağı idi. ve Şeyhül İslâm Efendinin vefatlarından son derece müteessir oldu. Bu sırada kendi kendine Kıbrıs Kralı unvanını veren ve Sokollu'nun bu unvanı, ona hiçbir zaman kullandırtmadığı Yasef Nassi (Yahudi Josef Nassi) ölmüştü.

 

 

 

Soküllunun Şehid Edilişi

 

 

Sokullu Mehmed Paşa musahibine her akşam kitap okutur ve en çok sevdiği mevzuu tarih olmasından dolayı en fazia okudukları kitap Osmanlı Devleti tarihi İdi. İşte o gece musa­hibi, Murad-ı evvel'in Kosova Sahrasında savaştan sonra na­sıl şehid olduğunu okurken gözleri dolan Sokullu Mehmed Paşa mevzuun sonunda, ellerini kadirarak Yarabbi; bize de şehİdlik nasip et diye tazarruda bulunmuş şehid padişahın ruh'u mübarekesine Fâtiha-i Şerif hediyye eylemişti. Ertesi gün kendisi gibi Bosna'lı biri derviş kılığına bürünmüş ve Sadrazama dilekçe verir gibi elini uzatmış, dilekçeyi almak üzere eğilen Sokoilu Mehmed Paşa'nın Allah, Allah diye çar­pan yüreğine kolunun yeninden çıkardığı hançeri saplamış ve Sokoilu Mehmed Paşa'yı arzuladığı şehidliğe, Devleti İslâ-miyye'yi ise istikrarsızlık devrine sokmuş oluyordu.

 

Bunun cezasını el ve ayaklarından dört ayrı istikâmete koşturulacak atlara bağlanmak ve dört parça haline gelmek­le çeken kaatil parçalatılmadan evvel yapılan sorguda kendi­sinin hakkı yendiği için bu işi yaptığını söylemiş açıklamala­rında hiç kimse suçlanmamıştır. Bazı tarihler bu işte 3. Mu-rad'in eli var derken bazı tarihler de Lala Mustafa Paşa'nın marifetiyle oldu derler. Fakat kesin bir delil gösteremezler.

 

Yalnız, Padişahın eii var diyenlere kısaca şu cevabı ver­mek isteriz: Daha evvelki bahislerde söylediğimiz gibi Os­manlı Padişahları tek otoritedir. Onlar Şeyhülislâm ve ulema ile sadece istişare ederler ve kararları kendilerine verirdi. Böyie-hpş olmayan bir tertiple sadrazamını öldürtmek o zat­ların ne sânına ne de mertliğine yakıştırdı. Misâl İstiyorsak hemen bir İki tane verebiliriz. Çandarl: Halil Paşa, önce Mak­bul sonra Maktul İbrahim Paşa gibi fevkalâde büyük şahsiy-yetler padişahların açık emirleri ile İdam olunmuşlardır. Hele bu olayda; Subaşı'nın içki içmek isteyen ve bu hususta emre muhalif olanlarca dövülmesi sırasında sadrazamın dahi da­yak tehdîdleri karşısında kaldığını göz önüne alırsak padişah sadrazamı tutan hangi güçten içtinab edip korkacak da böy­le karanlık tedbir ve tertiblere baş vurmaya lüzum görecektir. Sadrazamın yakınlarının tayin ve ödürülmesi, doğrudan doğ­ruya bir iktidar mücadelesinden başka bir şey değildir. Daha başka bir tabirle devlete hizmeti ancak kendi metod ve gu-ruplarıyla yapabilceklerine kanaat getirmiş olanlarla, mevkii itibarda olanların mücadelesinden başka bir şey değildir. Yal­nız Padişah burada kendine ait sebeblerden dolayı sadraza­mın karşısındaki gurubu tutmuş olabilir.

 

Fakat kimse ona bir cinayet tertibçiliği yüklemeye kalk­masın o zaman iftira etmiş olur ki, dini İslâm'da, iftira edenin ne kadar dehşetli cezalara müstahak olunacağını beyan bu­yurmuştur.

 

Sokullu Mehmed Paşa üç padişaha aralıksız ondört sene sadrazamlık yapmış ve ülkenin bir çok yerlerinde camii, medrese, imarathane ve çeşmeleri kendi parasıyla yaptır­mış, vefatından sonra nâaşı Ebâ Eyyûb-el Ensârî hazretleri­nin yakınında bir türbeye, serveti ise evvelki yoksulluğu göz önüne alınarak devlet hazinesine gelir olarak devredilmiştir. Allah rahmet eyleyip kabri şerifini müzeyyen kılıp nûr içinde yatmasını daim kılsın.

 

 

 

Şah Tahmasb'ın Vefatı

 

 

İran tahtında ellidört yıl hüküm süren Şah Tahmasb vefat ettiğinde, İstanbul'a 3. Murad'ın cülusunu tebrik için gelen Tokmak Han envai çeşit hediyelerle ki bunlar beşyüz deve yükü idi. Hazretİ Padişahın iltifatına mazhar olmuşken ve İran'a dönek üzere yola çıkarken Şah'ın vefat haberi geldi. Şah Tahmasb yerine beşinci oğlu Haydar Mirza'yı veliahd olarak seçmişti. Haydar, babasının yerine tahta geçtiyse de varım gün şahlık makamında kalabildi. Çünkü abiası Perican ve dayısı Şemkaî yirmi yıldır hapiste yatan ismail Mirza'yı şah olarak tahta çıkarmak istiyorlardı. Bunda da muvaffak olduklarında iki cenaze birleşmiş ellidört yıl taht'ta kalan ba­ba yanına yarım gün taht'ta kalabilen veliahd oğlunu alarak kabir yolunu tuttu. Evet biri yarım asır hüküm ferma olurken diğeri anca yarım gün hüküm ferma olabilmişti.

 

Sah Haydar'dan boşalan tahta ismail Mirza geçmiş ve çok zâlim bir adam olan yeni şah hemen kardeşlerini öldrütmüş sadece bunlarlardan iki gözü kör olan, Muhammed Mirza taht'ta iddia sahibi olmaz diye sağ bırakıldı. Fakat kör şehza­denin Hamza Mirza ve Abbas Mirza adlı iki oğlu için idam kararlan çıkarılmış, habercilerin yanlarına varmasından ev­vel İsmail Mirza bir gece, fazlaca yuttuğu afyon yüzünden sa­baha uyanamamış ve taht kör'dür dîye hesaba katılmayan Muhammed Mirza'ya kalmıştı. Onun ilk icraatı ise kardeşi Perican'ı idam etirmek olmuştu.

 

Yukarıda bahsettiğimiz değişiklikler ve değişıkliklerdeki in­tizamsızlık devleti Aüyye'nin Iran üzerinde bir takım hesaplar yapmasına sebep olmuştu.

 

 

 

İran Seferi

 

 

Hicrî 985/Milâdî 1577 yılında Sadrazam Sokoliu'nun vefa­tından bir yıl evvel, sadrazamın bütün itirazlarına rağmen La­la Mustafa Paşa serdarlığında İran üzerine bir sefer tertib olundu. Bu seferin yapılmasına dair sadrazarn'ın İtirazları kı­saca, şöyle izah olunabilirdi. Mesafenin uzaklığı, müşkül bir arazi olması, oralarda elde edilecek mülkiyetin muhafazası­nın güçlüğü şeklinde özetlenebilir. Fakat hiç bir müverrih dikkatle incelemek lüzumunu duymamıştır ki; Avrupadaki gelişimler ve bunları çok dikkatle takip eden Sokollu, Reform ve Rönesans mücadelelerinin sonu gelmiş o toplum için müsbet neticeler vermeye başlamıştı. Bu müsbet neticelerin toplanması mutlaka Devleti aliyye aleyhine bir takım ittifak­lara ve tertiblere girişilmesine vesile olacaktı. Bu sebebten sadrazam Doğu hududlarında asakiri İslâmı meşgul etmek­tense, diri tutarak küffârdan geleceklere hazır olma yolunu seçtiği hükmüne rahatça varılır. Şimdi padişahın cûiusu sıra­sında Avrupalılarla sulh antlaşmaları tecdid edilmiş olduğu ileri sürülürse onlar hangi sözlerinde durmuşlardır ki, bu söz­lerinde dursunlar. Neyse biz yine İran seferini kısaca anlat­maya dönelim.

 

Söz konusu sefer onüç yıl sürmüştür. Gürcistan, Dağıstan. Şirvan, Tiflis ele geçirildi ise de bunlar çok pahalıya mâl ol­du. Çünkü bu beldede oturan insanlar savaştan yılmayan ce­sur ve zor şartlara dayanabilecek insanlardı.

 

Yeniçeri ise son derece intizamsız bir birlik haline gelmişti. Şimdi bu eyaletlerin ele geçirilişini kısaca nakl edelim: Ordu, ilk evvelâ Ardahan önlerine geldi. Van Beylerbeyinin orada bu işi bitirmiş olduğu haberini aldı. Van Beylerbeyi ile birle­şen ordu Gürcistan hududu yakınında Çıldır kasabası önle­rinde daha evvel İstanbul'a elçi olarak gelmiş olan Tokmak Han kumandasında olan İran askerleriyle bir savaş yaptı. Za­fer Osmanlı Ordusunda kalmıştı. Çıldır, Akçakale ve Yenikaie Osmanlı hududlarına dahil olmuş oldu. Bu savaşın kuman­danı meşhur Özdemiroğlu Osman Paşa idi. Gürcistan Kralı Davit, Osmanlıların galibiyetini haber olanca selâmeti İran'a kaçmakta buldu. Gürcistan başsız olarak kalmış Osmanlı or­dusuna âmâde olmuştu.

 

 

 

Tiflis'in Feth Olunması

 

 

Özdemiroğlu Osman Paşa Gürcistan'ın büyük bir kısmını ele geçirmiş ve Tiflis önlerine gelmişti. Tiflis ilk defa Osman­lılarca tazyik olunuyor idi. Tiflis halkı bu zaferler ordusunun karşısında görünce hiç mukavemet etmedi. Büyük bir resmî geçid yaparak Tiflis'e dahil olan ordu, Tiflislilere mukavemet yapmamalarının mükâfatı olarak onlara enfes bir resmî ge-cid seyrettirmışti. Fethin ilk Cuma günü Sultan 3. Murad adı­na, Edirne Selimiye Camii baş vaizi Şâir Kurtzâde Vâlihi Efendi hutbeyi irad etmişti.

 

 

 

Köyün Geçidi Zaferi

 

 

Osmanlı ordusu önce Özdemiroğlu Osman Paşa ve bağlı birlikleri ile arkada ise Serdarı Ekrem Lala Mustafa Paşa da­ha büyük kuvvetlerle geliyordu. Özdemiroğlu Osman Paşa, Koyungeçidinde Emir Hân kumandasındaki 20.000 kişilik İran ordusu ile karşılaştı. Derhal hücuma geçen Osmanlı Or­dusu, Lala Mustafa Paşa büyük kuvvetlerle gelene kadar sa­vaş alanının galibi olduğunu ilân etmişti bile. Serdara düşen Özdemiroğlu Osman Paşayı tebrik, kahramanca cenk eden orduyu mükâfatlandırmaktı. O, da zaten öyle yaptı. Serdar-ı Ekrem'ler padişah selâhiyyetlerini seferlerde kullanabildikle­rinden Özdemiroğlu'na vezaret rütbesi tevcih *etti. Lala Mus­tafa Paşa kış yaklaşmakta olduğundan orduyu Erzurum'a götürmeyi istiyordu. Fakat fetih edilen bu topraklan muhafa­za etmekle kolay bir iş değildi. Çünkü İran devleti kafi bir nıağlûbiyyet almış saymıyordu kendisini. Ayrıca söz konusu topraklara en yakın dost belde Kırım Hanlığı idiyse de, biraz daha uzakta yavaş yavaş dünya siyasetine açılmaya başiı-yan Rusya vardı. Kraliçe Elİzabeth İngiliz tüccarlarının rahat gezmelerini temin edebilmek için Rus Çar'ına İmparator hitabıyla başlayan mektuplar gönderiyor, böylece İngiltere'nin dostu ve düşmanı yoktur, sadece rnenfaatlan vardır politika­sının temellerini atıyordu. Daha doğrusu dünyaya bir cana­varın daha çabuk ağırlık koymasına yardımcı oluyordu. Öz-demiroğlu Kafkas Serdarı unvanıyla Şirvan civarında bırakıl­dı.

 

 

 

Birinci Şamahı Zaferi

 

 

Ozdemiroğlu ondörtbin askerle Şamahî üzerine gittiğinde, Safevi ordusu yirmibeşbin kişilik kuvvetle Orus Han komuta­sında oraya gelmiş, öte yandan İmamkulu Şah yanında on-beşbin kişilik kuvvetle Ereş'te karşısına çıkan sadece üçyüz kişilik birliğin komutanı Kaytas paşa ile çarpışmış ve tama­mını mukayese kabul etmez kuvvet dengesi hasebiyle imha etmişti. Kaytas Paşayı yenen İmamkulu, Ereş'e dahil olup Ehli Sünnet ve'1-cemaat itikadındaki müslümanları katliâma tabi tutmuştu. Yediyüz kişilik bîr Osmanlı birliği bunlara sal-dırmışsa da maalesef perişan olmuşlardı.

 

Dersaadet'ten muhtelif emirleri havi fermanlar gönderil­miş, Çerkez, Abaza ve bütün Kafkas kabilelerine ayrıca Kı­rım Hanlığına Ozdemiroğlu Osman Paşa'ya yardım etmeleri bildirilmişti.

 

Safevi Ordusu, Osmanlı Ordusu ile karşı karşıya geldiğin­de savaş çok şiddetli başladı. Fakat iki taraf da kesin bir üs­tünlük sağlayamadı. İlk iki gün İranlılar hâkim gibi idiyseler de üçüncü günü öğle üzeri Kırım Hânı onbeşbin kişilik kuv­vetiyle savaş alamnın bir ucunda görününce savaş talihi yön değiştirdi. Akşam üzeri zafer Osmanlıların olmuştu. Savaş neticesinde esir düşen ürûs Han idam olundu. Tarihler Hicrî 987/Milâdî 1578 yılını gösteriyordu.

 

 

 

İkinci Şamahî Zaferi

 

 

Birinci Şamahî savaşında hezimete uğrayan Safeviler bu sefer bütün güçlerini toplıyarak harekete geçtiler. Safevi or­dusuna Hamza Mirza Başkumandan olarak hükmediyorsa da henüz yaşı onüç civarında olduğundan fiili kumanda Selman Hân'daydı. Kuvvetlerini dört bölüme ayıran Safevi Ordusu 100.000 kişiyi buluyordu. Buna mukabil Ozdemiroğlu Os­man Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri 14.000 kişi idi. Bu sırada Lala Mustafa Paşa; Bağdad Beylerbeyi Hüseyin Paşa ve Kerkük Bey'i Şemseddin Paşazade Mahmud Paşa'ya Safevi topraklarına dalıp ikinci bir cephe açılması talimatı verdi. Ayrıca Anadolu Beylerbeyi Cafer Paşa'ya Revan üzeri­ne yürümesi emredildi. Bu talimatlar yerine getirilince İranlı­lar çok ağır darbe almış oldular. Bütün bunlar olurken Şama­hî meydan savaşı başlamış, mukayese kabul etmez kuvvet farkı kendini göstermeye başlamıştı. Azdan az, çoktan çok gider kaidesi kendisini gösteriyorsa da İranılar yirmibeşbin ölü vererek yetmişbeşbin kişiye düşerken Özdemiroğlu'nun kuvvetleri onbin şehid vererek dörtbin kişiye düşmüştü. İran kuvvetleri kaleye girmişler ve boğaz boğaza bir mücadele sürdüaü sırada Adil Giray'ın kumandasında Kırım süvarileri yetiştiler. Safeviler dahil oldukları kaleyi bırakıp Adil Giray Han'ın üzerine yürüdüler. Bu kuvvetlerin büyük bölümünü pusuya yatıran İranlılar küçük bir kuvvetle Adil Giray'ın üze­rine çullandılar. Kırım süvarileri bunları çok kısa zamanda perişanedip savaştan muzaffer çıktıklarına sevinecekleri an­da, ikinci ve esas kuvvetin saldırısına muhatap oldular ve çok acı bir mağlûbiyete duçar oldular. Adil Giray Hân esir düştü. İran saraylarında yapmış olduğu çapkınlıklar yüzün­den hayatını kaybetti.

 

Özdemiroğlu Osman Paşa elindeki kuvvetlerle ŞamahI ka­lesini müdafaa edemeyeceğini engin tecrübesi ve fevkalâde kararlılığı sayesinde anlayıp Dağıstan taraflarında Demirkapı kalesine çekildi. Buraya Derbent Kalesi de denir.

 

 

 

Meşaleler Zaferi

 

 

Sokollu Mehmed Paşanın şehid edilmesinden sonra dîvan vezirleri sadrazamlık mücadelelerine daldıklarından Özdemi­roğlu yardımsız kalmış ve çok zor durumlar yaşamışsa da bulunduğu zamanın en büyük kumanda dehâsına sahip ol­duğundan İranlılara kesin bir galibiyet yüzü göstermemiş on­lara karşı günümüz tabiriyle gerilla savaşı vererek uzun müd­det yıpratmış ve nihayet iki ordu Şirvan ve Dağıstan hudu­dundaki Küba şehri civarında bilhassa ovasında karşı karşı­ya geldiler. Geçen zaman zarfında Şirvan yine İranlıların eli­ne geçmişti. Özdemiroğlu bu savaşı kazanırsa Şirvan yine Osmanlı Devletinin olacak aksi halde Dağıstan ve Gürcistan fetihleri mânâsızlaşacak ve İran nüfuzu hâkimiyetine gire­cekti.

 

Dört gün süren bu kanlı boğuşma geceleri de savaş de­vam ettiğinden meşaleler yakılmış olmasından dolayı Meşa­leler zaferi adıyla anılır. Dördüncü gün sonunda İran ordusu mağlûp ve münhezim olarak savaş alanını Osmanlı askerine ve onun büyük kumandanına bırakırken Şirvan, devleti Aliy-ye'ye kaldığı gibi Revan yolu da fetih sancaklarının üzerin­den geçmesini bekliyordu. Tarih Hicrî 922/Milâdî 1583'ü gösteriyordu.

 

Meşaleler Zaferinden sonra Revan yolunun Osmanlı san­caklarının üzerinden geçmesini beklediğni yukarda belirtmiş­tik. Üçüncü Murad sanki her an yanında beraber savaştığını saydığı Özdemiroğlu Osman Paşa'ya, sadrazam kaftanını biçmiş ve bu münasebetle paşayı'İstanbul'a çağırtrnıştı. Vezir-    had Paşa'yı yüzbin askerle Revan  (Ermenistan)  fethine -   dermişti. Ferhad Paşa, Revan'a hiç bir mukavemet gör-den dahil olmuş ve yukarıda tavsif ettiğimiz durum ger­çekleşmiş Revan, Devleti Osmaniyye'ye ram olmuştu.

 

 

İstanbul'a dönmek üzere yola çıkan Osman Paşa, Hazreti Padişah'dan aldığı bir irade ile Kırım meselesini hâl etmek üzere otuz yıldır bindiği meşhur ve dillere destan siyah atı Kara-Kaytas'ın başını Kırım Hân'hğı üzerine çevirdi. Kırım meselesi denilen nesne, Kırım Hânı Mehmed Giray, Divan'ın emirlerini dinlemez olmuş ve kendisine bir kaç defa Özdemi-roğlu'na yardıma gitmesi için yapılan çağrılara gereken itaati göstermemiş ve savsaklamıştı. Kuvvetlenmekte olan bir Rus Devletinin varlığı göz önüne alınırsa bu adamın yaptığı yanı­na bırakılacak olursa istikbalde daha feciii durumlarla karşı­laşılabilirdi.

 

Özdemiroğlu Kırım taraflarına gidince Mehmed Giray, pa­şanın geliş sebebini anladığında Kefe yakınındaki Bağçesa-ray'a Osman Paşa'yı davet etmişse de bu dolaba girmeyen Paşa, Kefe şehrine çekildi. Bu durum üzerine Mehmed Giray emrindeki kırkbin Tatar askeri ile söz konusu şehre taarruz etti. Osman Paşa savaşlarda pişmiş bir Serdar olarak şehrin kapılarını çoktan kapattırmıştı. Mehmed Giray şehri muhasa­ra etmekten çekinmedi. Bir aydan fazla muhasaraya, büyük zorluklara göğüs gererek dayanan Paşa, öte yandan divân'a haber göndermiş yardım talebinde bulunmuştu. Bu arada çok ustaca bir politika takip eden Osman Paşa, Kırım Kalga-yı yânj veliahdı olan Alp Giray'ı, hân olarak nasb etmiş böy­lece Kırım süvarilerini iki başlı hale getirmiş bu basardan Alp Giray; Osman Paşa tarafını tutmuş, böylece Mehmed Gi-ray'm kuvvetleri zaafa uğramıştı.

 

Bu sırada ise yanında 10 senedir Konya'da ikamet etmek­te olan ve Hazreti Mevlânâ (K.S.)'ya intisaph İslâm Giray, Sultan 3. Murad Hazretleri tarafından Kırım hanlığına tayin edilmiş olarak Kılıç Ali Paşa'nın donanmasında onbin asker ve otuzbeş kadırga ile gözükünce Mehmed Giray'a muhasa­rayı kaldırıp kaçmak düşmüştü.

 

Osman Paşa tarafından Kırım Hanlığına nasb edilen Alp Giray, bütün hırs ve gurur gibi nefsi azdırıcı hislerden sıyrıla­rak İslâm Giray'a biat etmesi cidden örnek alınacak bir olay tezahür etmişti. Bu muazzam manzaraya şahid olan Osman Paşa'nın gözleri yaşarmış, Mehmed "Giray meselesine beni karıştırmayın sadakat ehline yol göstermek bize düşmez di­yerek aralarından çekilmişti. Böylece Kırım Hanlığı ailesinin hesaplaşmasını kendilerine bırakmış oluyordu.

 

Kaçma yolunu tutan Mehmed Giray'm peşine düşen Alp Giray ağabeyini yakalamış ve kendi yasalarına uygun olarak yay kirişi ile boğdurmuş ve bu gaile hâl olmuş oldu. Tarihler Hicri 922/Milâdî 1583 yılını gösteriyordu.

 

 

 

Sultan 3. Mürad'ın Osman Paşa'yı Kabulü

 

 

- Kahraman oğlu kahraman kumandanın, Hazreti Padişah ile olan buluşmasını Kâmil Paşa'nın tarihî siyasiyye adlı ese­rinden 289. sahifeden metne uygun olarak vermeyi lüzumlu gördük. Böylece bu muhterem padişahların, kahramanları ve Devleti Aliyye'ye hakkıyla hizmet edenleri nasıl takdir ettiği­ni o mükemmel lisanla nakl edilmiş olsun.

 

«Ozdemir Osman Paşa Dersaadet'e vusulunda sureti mah-susada istikbal olunarak avatifi celilei mülükâneye müstağ-rak oldu. Muşarileyha (Osman Paşa) Boğaziçinde kâin yalı köşkünde sehi seniyyei Şehriyâriye cebhe sa rakıiyt oldu­ğunda hilafı mutadı olarak, hoş geldin Osman otur deyu hi-tab buyurrnalaru üzerine Osman Paşa zemin ve damer pus olup iradei seniyyeye muntazır oldukta yine, otur emrine binaen Osman Paşa oturup tekrar kalkmış velhasıl üç defa ira­dei seniyyeye imtisalen oturup tazimen yine kalktıktan sonra dördüncü defada oturup, muharebelerini nakl eylemesi fer­man buyurulması üzerne Osman Paşa iradei şahaneye bila-muttasıl son seferini raz ve beyana beda ile Araş hân'ın mağlûbiyyeti maddesine geldikte Zâtı Şahane sözünü kese­rek, kendi başındaki Tuğ'u çıkarıp Osman Paşa'nın başına takmıştır. Paşa müşalilevna hikâyesine devamla Hamza Mir-za'nın mağlûbiyyeti vak'asının tarifinde yine Hünkâr sözünü kesip «Bunun semeresini görürsün»» buyurarak kend! muras­sa hançerini Osman Paşa'nın beline taktığı gibi müteakiben İmam Kulu Hân'ın bozgunluğu keyfiyetinin istimalında dahi evvelkinden daha âlâ bir tuğ ile Paşa müşaireleyhin ser abu-diyetini tezyin buyurmuşlardı,.

 

Elhasıl Osman Paşa, Kefe'de Tatarların muhasarası tahtın­da Üç, dörtbin askerle ne vecihle mukavemet eylediği ve Hân'ın nasıl kati ve idam olunduğunu tafsilatıyla hikâyesine hitam verdikte Sultan Murad Han Hazretleri mübarek ellerini kadırıp bir çok duadan sonra kendi elbiselerinden bir kat el­bise hediye eylemiştir.» Özdemiroğlu Osman Paşa'nın böyle­ce Sadrazamlığa tayini katileşmiştı.

 

Siyavuş Paşa sadrazamlıktan indirilmiş ve Özdemiroğlu Osman Paşa Sadrazam tayin olunmuştu. Dört aya yakın bir zaman İstanbul'da duran Osman Paşa Kafkas üzerine sefere çıkmak üzere hazırlandı ve Vezir Ferhad Paşayı İstanbul'a çağırdı.

 

DevletLAliyye'nin doğu üzerine yaptığı ve üçyüzbin kilo­metrekare toprak kazandığı bu seferi burda bırakıp biraz da batı yâni küffar üzerine yapılan ve onüç sene sürecek olan sefere bakalım. Yalnız burada şunu hatırlatmak isteriz ki hem doğu hem de batı hududlarında açılmış seferler ortada iken padişahın sefere çıkmamasını rahatına düşkünlüğüne, kadın sözü İle hareket ettiğini, haremin sefere çıkmasına mani ol­duğunu ileri sürenlere siz olsanız hangi tarafa giderdiniz? di­ye sormak gerekir...

 

 

 

Batı Seferi

 

 

Tarihler Hicrî 1001/Milâdî 1592'yi gösterirken iki sene ev­vel oniki sene süren Doğu seferinin sulh müzakereleri ta­mamlanmış ve doğu sınırları sükûnete getirilmişti. Bu arada Şahzâde Veliaht Mehmed Sultan'ın sünnet düğünü yapılmış ve bu muhteşem düğün kırk gün kırk gece sürmüş ve bu arada bir çok fakir giydirilmiş, doyurulmuş, halk bundan çok hoşnut kalmıştı.

 

Yalnız bu düğünde marifet gösterisinde bulunan sanatkâr­lar Padişahı çok memnun etmişler, heyecana kapılan 3. Mu-rad benden ne dilerseniz dileyin buyurarak bir nevi taahhüt altına girmiş bundan istifade eden sanatçılar, Yeniçeri ocağı­na yazılma isteğini ileri sürmüşler Hazreti Padişah vaadinden dönememiş ve bu isteği kabul etmek mecburiyetinde ka­lmıştı. Yeniçeri Ağası bu talebi şiddetle'red etmişse de Hün­kâra söz dinletememiş, inandığı dâvasında samimi olduğun­dan vazifesinden istifa etmek.cesaret ve şecaatini göstermiş­ti. Bilindiği gibi Yeniçeriler muharip yani savaşan bir sınıftı. Sanatkâr insanların yeri muharip sınıf olamaz, muharip sını­fın ihtiyaçlarını gerek imâl gerekse tamir etmeye yarayan bir kuruluş biçiminde olması askerlik tekniğinin icabıdır. Bunda Yeniçeri Ağasının itirazı asker yazılmalarına değil, muharip bir sınıfın içine dahil olma isteklerine karşı çıkıştır. Yoksa Ko­ca Mimar Sinan bir Yeniçeri idi. Fakat sanatkâr tarafı ağır ba­sınca Yeniçerilikten ayrılıp teknik sınıfa dahil olmuş asakiri islâm'ın bir çok nehirleri geçmesine kolaylık sağlamak üzere bir çok köprüler kurmuş, muhasara aletleri geliştirirken or­dudan ayrı değildi. Fakat muharip sınıf olan Yeniçeri'ye de Hahil değildi. Netİceten bu sanatkârların yeniçeri ortalarına kavd edilmiş olması hatalı olmuştur. Ayrıca sanatkârlar dü­şünen ve düşündüklerini söyleyen insanlar oldukları için si-vasete mecburen açık bir kafa yapısına mâliktirler. Bu sanat­kârların orduya muharip sınıfta katılmaları politikaya da ka­rışmalarını ve bunların tesiri altına girmelerini intaç etmiştir. Sokollu Mehmed Paşa'dan sonra Vezareti üzma makamı Os­man Paşa gibi müstesna kabiliyyetler hariç tutulursa tam bir mücadele ile ele geçirilmesi düşünülen bir mevki haline gel­mişti. Bu mücadelede Yeniçerinin her zaman tesiri olurdu. Fakat bu sanatkâr gurubda aralarına girince hizipler çoğal­mıştır. Hatta bu devirden itibaren Şeyhülislâmlar dahi azledi­lir hale gelmişlerdi. O devre kadar Şeyhlİslâmlar makam'a-rından ancak vefat münasebetiyle ayrılırlardı. Şimdi biz yine Batı üzerine açılan seferin sebebini ve 3. Murad zamanın içi­ne giren bölümün izahına dönelim.

 

Bosna Beylerbeyi Hasan Paşa Şartovitz ve Gora şehirlerini zapt ve Bihac kalesinin fetihi münasebetiyle sulhun ortadan kalktığı şeklinde mütalâa eden Avusturya kumandanı, Sis-sek de Hasan Paşanın durumu izah için gönderdiği heyeti kaleden aşağı atmış bazılarını da barut fıçılarına bağlayıp fı­çıları ateşlemiş ve onları böylece şehid etmişti. Bu haberi alan Hasan Paşa çok üzülüp mukabil harekete geçmiş ve 1000 Avusturyalı askeri esir almış bunun üçyüz tanesini İs­tanbul'a göndermişti. İstanbul'a gelen esirler hususen Avus­turya sefarethanesi önünden geçirilerek teşhir edilmişlerdir. Hammer tarihinde bu mevzuda şu satırlara rastlıyoruz. Gün­begün artan Osmanlı zeferleri başta İmparator Rudolf olduğu halde bütün hırİstiyan âlemini sonsuz üzüntülere duçar etmiş ve imparator 2. Rudolf yepyeni bir Çan sistemi kurmuş ve bu Çan'a Türk Çan'ı adını vermişti. Bu tertib günde üç defa sa­bah, öğlen ve akşam çalınıyor ve bu çan sesini duyan hıristiyanlar kiliselere toplanacaklar ve Osmanlılara karşı zafer ka­zanmak için dua edeceklerdi.

 

Sinan Paşa sulhun bozulmasından dolayı Hasan Paşa'yı sorumlu tutuyor ve bu yüzden kendisine çok kızıyordu. Bu sebebten Rumeli Beylerbeyliğine kendi oğlunu tayin etmiş ve şüphesiz yanlış bir tutumla Hasan Paşayı imdadsız bırakıyor­du. Sissek Kalesini muhasarası sırasında yardımsız bırakıl­ması ve Avusturyalıların tazyiki Paşanın geri çekilmesine se-beb oldu. Bu geri çekilme sırasında otuzbin askeri ile Kulpa nehri köprüsü üzerinden geçerken izdihamdan ve ağırlıktan çöktü. Birçok asker ve Kaanuni Sultan Süleyman Han'ın kızı Mihrimah Sultan'ın sevgili oğlu ve torunu ve bizzat Hasan Paşa sulara gark oldular ve şehitlik rütbesini ihraz ettiler.

 

Sinan Paşa Macaristan üzerine sefer açmak istiyordu. Bu­nu haber alan İmparator Rudolf iki senelik vergiyi Hünkâra göndermişse de bu sırada Hasan Paşa ve Mihrimah Sultan'ın oğul ve torunlarının şehid oldukları haberi gelmiş ahali dahi galeyana gelerek Avusturya sefirinin hapsedilmesi için istek­lerde bulunmuştur. Macaristan üzerine yürümeye karar alan Sinan Paşa Avusturya sefirin de yanına almış bulunuyordu. Fakat Sefir yolda öldü. Sadrazam, bespre ve Palato kalelerini teslim aldıktan sonra Bûdin kalesine kışlamak ükere yola çıkmıştır. Ancak kış yaklaşması münasebetiyle gerek kara gerekse deniz savaşlarına ara vermek âdetken böyle bir ni­yet görmeyen asker söylenmeye başlamış ve ilk fırsatta ge­ce Sinan Paşanın çadırının iplerini kesivermişti. Bu sefere devam etmiyoruz kışlamak zamanıdır demekti. Sinan Paşa bu sebebten Belgrad'a gitmeyi münasip gördü. Bu arada Kir­li Hasan Paşa Avusturyalıların bazı hücumlarına maruz kal­mış ve bir kaç tane küçük kale düşmanın eline geçmişti. Si­nan Paşa Dersaadet'e haber göndermiş asker gönderilmesi talebinde bulunmuştu. Hünkâr 3. Murad yayınladığı irade seile hem Kırım Hânı Gazi Giray hem de Yeniçeri ağası bir çok askerle yardıma vazifelendirilmişti.

 

Sirme sahrasında bütün kuvvetler toplanmış Kırım Hânı dahi gelmişti. İslâm askeri Tuna nehrini geçip Rab şehri ve kalesini muhasara etmişti. Müdafii askerler 20 gün sonra da­yanamayacaklarını anladıklarından eşya ve silâhlarını alıp aitmek şartıyla kaleyi teslime razı olduklarını bildirdiler. Bu istekeri kabul edilip gitmelime müsaade olundu. Bu kelinin teslim alınmasından İslâm askerine bir çok top, mermi ve er­zak kalmıştır. Papa kalesi bir tek silâh patlatılmadan teslim alında.

 

Bundan sonra İslâm askeri kışlamak üzere Budin kalesine çekildi. Hicrî 1002/Milâdî 1593,

 

 

 

Sultan 3. Mürad Han'ın Vefatı

 

 

Tarihler Hicrî 1003/Milâdî 1594 yılın gösterirken 3. Murad Hazretleri Sultan Hanımlardan birini Halil Paşa ile evlendir­dikten sonra yorgun bedeni iyice halsizleşti. Yirmibir yıl sü­ren satanatında ordusu hep savaşmıştı. Kâh zafer sevinci kâh mevzii muvaffakiyetsizlikler bu hassas bünyeli padişahı hırpalıyordu. Bunlar yetmiyormuş gibi bir yandan Safiye Sul­tan'ın devlet işlerine karışmasını önleme gayretleri öte yan­dan Sokollu Mehmed Paşa ve Osman Paşa'dan gayrı sadra­zamların başarısızlıkları, birbirlerine karşı rekabetleri meydan savaşlarında arız olan yorgunluklardan daha fazla idi. İşte bu talthsiz-padişah tarihçilerce pek iyi anlaşılmamış, dünyanın o güne kadar hiç bir devletinin sahip olamadığı büyüklükteki devleti gün geçtikçe kalitesi düşen devlet adamlarıyla idare etmenin zorluğunu hep şahsında hal etme durumunda kal-rnıştır. Tarihçiler Padişah Hazretlerini çok çocuğu var diye bi­le kötü görmek eblehliğine düşmüşlerdir. Bu adamlar hiç duymamışlar ki İki Cihan Serveri buyurmuşlardır: «Evleniniz, çoğalınız ben kıyamet günü sizin çoklunuğuzla övüneceğim.)» Hazreti Padişah yalısında oturmuş Boğazdan geçerken a-det üzere top atışı ile selâmladılar. Bu küçük gemilerin topla­rının sesinden yalının bütün camlan kırıldı ve Hazreti Padişa­hın şöyle söylediği duyuldu. «Eskiden donanmanın bütün ge­mileri beni selâmlamak için toplarını gürletirler de bir tek cam kırılmazdı. Şimdi iki küçük geminin topları bütün cam­lan kırdı, camlar eski camlar o zaman bu hâl nedir?» dedik­ten sonra gülümsedi... Ve ölümünün yakınlaştığını idrak şu­uru içinde Rabbine yöneldi. Dualar etti, etti ve Devleti Osma-niyye'nin yirmidört milyon kilometre kare büyüklüğündeki mesahasından bir türbe içinde üç arşınlık bir toprağın ebedi­yete kadar sahibi olarak bu âlemi terk eyledi.

 

Cenab-ı Hakk mekânını Cennet eylesin. Allah rahmetini esirgemesin.

 

 

 

3. Murad'ın Hanımları Ve Çocukları

 

 

3. Murad'ın ilk hanımı Safiye Sultandır. Venedik'de 1550'de doğan bu hanım, 1605'de Eski saray denen yerde İstanbul'da vefat etdi. Yaşı 55 civarındaydı vefat etdiğinde. Venedikli Bafo ailesinin bir ferdi olup, babası Korfu vâlisiydi. Zaten Venedikten, Korfuya giderken, Adriyatik denizinde, içinde olduğu geminin, korsanların eline geçmesi ile başla­yan çizgi sonunda onu, dünya devleti olan Osmanlı haneda­nında, valide sultan makamına çıkarttı.

 

Öztuna; izdivacının Manisa'da 1565'de olduğunu yazar. Evlilik müddeti 3. Murad'ın ölüm gününe kadar, 30 sene de­vam etdi. Bu evlilikte; 3. Mehmed unvanıyla padişah olan, şehzade Mehmed'i ve Ayşe Sultanı dünya'ya getirdi. Hayli hayır sahibi validelerden biridir. Eminönü'ndeki Yeni Camiin arazisini satınalan ve temellerini attıran Safiye Valide sultanır Kaimvalidesi Nurbanû Sultan Valide ile Osmanlı devleti siyasi meselelerinde at oynatmışlardır ifadeleri sıklet olarak fazladır ancak mutlakıyet idaresinde bir padişahın hanımı ve­ya annesiyle müşaverede bulunması, tahtını ve kendisini ko­ruması hususunda, bazı görevlerde istihdam etmesi hiçde anormal durum sayılmamalıdır. Son zamanlarda; piyasada, Safiye Sultan adı ile basılıp satılan pespaye bir roman, târi­hinden ve ecdadının ahlâkı hamidesinden bihaber kimselerin çok rahat iğfal edilecekleri tarzda kaleme alınmış bir sürü edeb dışı ve gerçekle alakası olmayan vede şen'i maksada dayalı, siyasi bir cinayetin ucuz âleti olarak yayımlanmış ve milletine yabancılaşan kimselerin, ecdadını bıçaklaması için eline verilmiş kötü bir silahdır. Herkes şunu iyi bilmelidir ki, insanoğlu dünyaya ne olarak geleceğini kendisi seçmez. Bu Cenab-ı Hakk'ın bir takdiridir. Tecellîi İlâhiye, bizlere lutf et­miş de, anne ve babası müslüman kimseler olarak dünya'ya getirtmiş. Böylece hayatımızın çizgisinide bu din'in teklif etti­ği, helâl ve haram hududları arasında sürdürdüğümüz de ilâ­hi ve ebedi saadete ereceğiz.

 

Başka din mensubu olarak dünyaya gelmiş insanların, ha­yatları boyunca çevrelerinin kendilerini sürüklediği hay huy içinde ömrünün nefes sayısını tüketip, "Yolun varmazsa Mu-hammed'e kalktı kervan/ Kaldın dağlar başında" beyitinin, mâna-i münifi içinde fırsatı değerlendirememiş olur bizim anlayışımızda.

 

İşte Safiye Sultan bir soylu gayri müslim olarak, geldiği dünyada görünüşü hayli üzücü bir korsanlık sonunda, hayatı nasıl Tebeddülata uğruyor. Bundan bir ders çıkarırsak, intele-jans hareketlerin husule getirmek istediği maksadlann önünü tıkamış oluruz. Bu bakımdan her memleket evlâdı, kendi tâ­rihini milletinin düşmanı olmayan hatta ecdadını seven kim­selerin kaleme aldıklarını, tetkik ve mütalaa ederse, hıyanet tuzaklarına düşmekten kurtulmak kendiliğinden hâsıl olur.

 

Kocası 3. Murad'ın Ayasofya Cami avlusundaki türbesine defnolunan Safiye Sultanın, bir halifeyi dünyaya getiren ha­nım ve bir halifeye 30 yıl zevcelik yapmış, bir mü'mine ola­rak kabul etmek ve hayırlarını, Rabbimizin kabul eylemesini dilemek bir müslüman olarak, hepimizin vazifesidir.

 

3. Murad'ın

 

 2. hanımı Şâh-ı Huban Haseki olup, hakkında­ki bildiğimiz Bahçekapı'daki türbesinde yattığı ve vakıflarının olmasından haberdarız.

 

3.  Hanımı Şems-i Ruhsar Haseki'nin de 1613'Hen evvel vefat ettiğine dâir malumat sahibiyiz, bir de Rukİye Sultan-hanımın annesi olduğu ve Medine'de vakfiyesi bulunduğu­dur.

 

4.  Hanımı hakkında bize ulaşansa sadece adının Nâzper-ver Haseki olduğudur.

 

5.  hanımının adı meçhul kalmış fakat babası Eflâk Beyi Mircea olduğu bilgisi mevcuddur.

 

3. Murad'ın 102 tane çocuğu olduğunu, nazarı dikkate alırsak burada sayılan hanımların, bu rakkamın altından kal­kamayacakları da pek açık olarak ortadadır. Osmanlı aile anlayışı, batılı ve gayri müslim anlayışın getirdiği anlayışa pek sıcak bakmaz. Dolaysıyla da onların tam tersine aileyi kendi özel dünyasının bir uydusu olarak kabul eder ve mü­cevherini paylaşmak istemeyen bir bayan kıskançlığı Os­manlı insanının damarlarında dolaşan kan gibidir vede böyle olması içinde illâ dindar olması da gerekmemektedir. Bu ba­kımdan Safiye Sultan, kocası Murad'ın cariyelerle, hasekiler ile yaşamasını bir mesele hâline getirmemiş, o, başkadın oi-ma otoritesini bu yaklaşımı ile muhafaza etmeyi akıl etmiştir. Tabii Nurbânû Validenin, oğlu Murad'ı anne duygusuyla geli­ni Safiye'nin pençesinden kurtarmak arzusuyla! Her gün sunduğu cariyelerle soğukluk temin etmeye çalışırken, Safi­ye sultan ile 3. Murad gibi şâirave tasavvufa meyli yüksek bir şahsın, karısına olan yakınlığı demekki sadece şehevî hislerle bağlanmış olmayıp, fikri yakınlığında tesirini taşıyor-muş- Bu bakımdan Nurbânû validenin bu gayretleri daha Manisa'dayken başlamış 81 tane şehzade ve sultanhanım sandukası kabirleri doldurdu. Bu yavruların çoğunluğu be­bekken vefat etdiler. Yalnız Manisa'da şehzadeler türbesinde 1575'den önce ölen, 3. Murad şehzadelerinin sayısı, biri ye­tişkin şehzade, 8'i küçük yaşta şehzade ile 14 tane kız ço­cuklara aid sanduka bulunmaktadır. 1595 yılında 3. Murad'ın hayatta olan kızlarının sayısı 28 idi. 3. Mehmed'in tahta çıktı­ğı günde nizâm-ı âlem için, hepsi aynı günde boğdurulan 19 şehzadenin babaları da, 3. Murad idi. Şimdi biz kızlardan bahsederek sayfalarımızı süsleyelim.

 

Yedi sultanhanım hakkında elimizde malumat var. Bunla­rın başını Safiye Sultan'ın kızı Ayşe hanımsultan çeker, Mani­sa'da 1570'de dünya'ya geldi. Vefatında 35 yaşındaydı ve târih 15/mayis/1605 idi. Başından üç izdivaç geçti bunlar sı­rasıyla; Kanijeli İbrahim Paşa, 2. si sadnazam Yemişçi Hasan Paşa ve 3. süde Güzelce Mahmud Paşadır. Vefatında babası 3. Murad'ın türbesine defn olunarak hayırhah bir insan ola­rak anıldı.

 

Fatma Sultanhanım ise üç izdivaçda onun yapmış olduğu­nu görüyoruz 1580'de doğan bu sultanhanım, 40 yaşında hayat çizgisinin sonuna geldiğinde târihler 1620 yılını göste­riyordu. 1. evliliği, Boşnak Halil Paşa ile yapıldı. Bu evlilik 10 yılı bir kaçgün aşkın sürdü. Paşanın vefatı üzerine 2. evlilik 1555 doğumlu Cafer Paşayla vukubulmuştur. Bu eşi de, ilk ^şi Halil Paşada Fatma Sultanhanımdan 25 yaş büyüktüler. Cafer Paşa 6 yıl sonra öldüğünde 48 yaşındaydı ve Fatma sultanhanım henüz 23 yaşındaydı. 3. dâmad ise Hızır Paşa olmuştu bu zat 1610'da öldüğünde Fatma sultanhanım bir daha evlenmedi. Ancak bu izdivaç müddeti hayli kısa sürdü.

 

Hatice Sultanhanım ise, Cerrah Mehmed Paşa ile 1598'de evlendi. Altı yıl süren bu eviilik 28/aralık/1604'de Paşanın ölümü ile noktalandı. Hatice Sultanhanım için malumat bun­dan ibaret olup, doğum ve vefat gibi târihleri mevcud değil­dir.

 

Mihrimah Sultanhanım diğer 3. Murad kerimesi oiup, do­ğumu 1592 olarak biliniyor. Vefatında babasının türbesinde defnolunmuş, izdivacı ise Mirahur Dârnad Ahmed Paşa ile 21/şubat/1613'de yapılmıştır. Evliliği beş sene sürmüştür. Paşanın 1618'deki vefatıyla son bulmuştur.

 

Fahriye Sultanhanım ise; 1594'de doğmuş babasının vefa-tindaysa henüz bir yaşında idi. 1656'da vukubulan vefatında 62 yaşının içindeydi. Bu hanımsultan da iki defa izdivaç yap-mıştırki ilkini Çukadar Ahmed Paşayla 21/şubat/16 1 3'de gerçekleştirmiştir. İkincisi ise 1619'da Dâmad Sofu Bayram Paşa ile olmuştur bu izdivaç 8 yıl sürmüştür. Bayram Paşa 1627'de vefat etmişti bundan sonra Fatma Sultanhanım 29 yıl dul olarak yaşamıştır.

 

Mihriban Sultanhanım'da diğer bir kızıdır 3. Murad'sn. El­deki malumat sadece Kapıcıbaşı Topal Mehmed Ağa Üe 21/şubat/1613'de yaptığı izdivacdır. Dikkat buyurulur sa 21/şubat/1613 târihi sultanhanimlann bazılarının, izdivaç tâ­rihi olarak görülüyor. Demek ki padişah 3. Mehmed kız kar­deşlerini, toplu bir evlilik töreniyle nikahlamış aynı günde. Nitekim mikâhlan kıyanında, Haçova meydan muharebesi­nin mânevi fâtihinin de şeyhülislâm Hoca Saadeddîn Efendi olduğunu da hemen hatırlatalım.

 

Yine hanımsultanlardan 3. Muradın kızı Rukiye Sultanha­nım vardır ki, o da toplu nikâh içinde izdivacını Dâmad Nak­kaş Hasan Paşa ile yapmıştır ve kendisinin sadece vefat târi­hi hakkında bilgi vardır o da 1623'ün Temmuz ayıdır. Bu Ha­san Paşa iki defa Yeniçeri Ağalığına getirilmiştir. Yeniçeri Analık aörevini bu günün kara kuvvetleri kumandanlığına eş Örmek kabildir. Busuretle 3. Murad'ın kızlarının, yedi tanesi-in biyografisi hakkında kısa da olsa malumat arzettik. Kar­deş katlinin belkide en büyüğünün yaşandığı 3. Mehmed'in cülusu döneminin fecaatini yaşayan şehzadeler olmuştur. Padişah olan 3. Mehmed'in dışında babalarından önce vefat etmiş olan ve bunlardan adlan malum olanları yazalım, pe-şindende cülus münasebetiyle, katliam gibi infazların kurba­nı olan masum şehzadelerin adlarını zikredelim: Şehzade Os­man; doğumu 1573 Manisa, vefatı 24/2/1587 İstanbul, yaşı: 14'3. Murad Türbesine defnolundu. Şehzade Süleyman ve Cihangir aynı gün de doğan, belki de ikiz olan bu kardeşler altı aylık iken aynı günde 1585'in 8. ayında vefat etmişler ve Dede'leri 2. Selim'in türbesine, ı'tırnak olunmuşlardır. Yine Şehzade Mahmud, Murad 1595'den önce, küçükken vefat etdiler. Cülusa bağlı ölümlerin en yaşlısı, 17 yaşında olan ve aynı zamanda babası gibi değerli bir şâir olan Şehzade Mus­tafa ki aynı zamanda 3. Mehmed'in veliahdi idi. O ve aşağı­da adları yazılı şehzadeler bu katliamın talihsiz kurbanlarıydı. Şehzade Bayezid 16 yaşında, Abdullah 15 yaşında, Selim 14 yaşında, Cihangir 10 yaşında, Abdurrahman 10 yaşında, Ha­san ve Ahmed'de 10 yaşlarındaydılar. Şehzade Yakup ve aşağıda adları yazılı şeh-zâdeler 8 yaş civarındaydılar: Alem-şah, Yûsuf , Hüseyin, Korkut, Ali, İshak, Ömer, Alaaddin, Dâvûd, Osman şehzadelerdi. Bu yavrular Âl-1 Osman'dan ol­manın kaderini yaşadılar.

 

 

 

  3. Murad'ın Sadrıazam Ve Şeyhülislâmları

 

 

3. Murad'ın tahta çıktığında Dede ve baba yadigârı ve de aynı zamanda eniştesi olan Sokullu Mehmed Paşa sadaretde bulunuyordu. Tabiiki bu kudretli ve başarılı sadrıazama muamelesi görevinde bırakması oldu. 12/ekim/1579'da şehid edilen bu enişteye fazla üzüldüğünü görmediğimiz padişah yerine Semiz Ahmed Paşayı sadnazam yaptı. Bunun dönemi ise 6 ay, 16 gün sürebildi. 38. sadnazam olarak Sokulluzâde Lala Kara Mustafa Paşa tâyin olunduğunda târih 28/ni-san/1580 idi. Ne varki 3 ay, 8 gün sonra bu sadnazam infisal etdi. 39. sadnazam olarak 7/ağustos/1580'de Koca Sinan Paşa sonunda beş defa üstlenmiş olduğu sadaretinin ilkine 7/ağustos/1580'de başladı. 2 sene, 4 ay, 18 gün sonra Dâ-mad Kanijeli Siyavuş Paşaya yerini bıraktı. Siyavuş Paşanın sadareti başladığında târih 24/araIık/1582 olup, bu zâtın dö­nemi ise 1 sene, 7 ay, 5 gün sürebildi. Bu sadrıazamin yerine Kafkasya fâtihi, 41. sadnazam Ozdemiroğlu Osman Paşa getirildiğindeyse, takvimler 28/temmuz/1584'ü gösteriyordu. Dönemi 1 sene, 3 ay, 3 gün süren Özdemiroğlu'nu takip eden 42. sadnazamın, Hadim Mesih Paşa olduğunu görüyo­ruz ve bu görevde 5ay, 16 gün kalıp, 15/nisan/1586'da tek­rar Kanijeli ibrahim Paşanın sadarete tâyin edilmesiyle karşı­laşıyoruz. İbrahim Paşanın 2. sadaretinin ilkinden daha uzun müddet 2 sene, 11 ay, 17 gün sürmesine şahidoluyoruz. Onun yerine bu sefer tensib 2/nisan/1589'da başlamak üze­re, Koca Sinan Paşa üstüne yapıldı, l/ağustos/1591'e kadar 2 sene, 3 ay, 29 gün sürdü. Onun peşindende 43. Osmanlı sadrıazamı olarak Ferhat Paşa makam-i sadarete tâyin olun-duysa da 8 ay, 3 gün sonra infisal etdi. Kanijeli İbrahim Paşa bu zatın yerine 3. ve son sadaretine başladığında târih 4/ni-san/1592 idi. 9 ay, 24 gün, sonra 1593'de hizmeti noktalan­dığın da 3 sadaretinin müddetinin; 5 sene, 3 ay, 16 gün oldu- . ğunu görüyoruz. Koca Sinan Paşaya yine sadaret makamı görünüyor ve o da 3. sadaretine 28/ocak/1593'de başlıyor görevi 16/şubat/1595'e kadar 1 sene, 11 ay, 19 gün sürdür­dü. Bu seferki sadareti, 3. Murad'ın son sadrıazamı olmasını

 

tirdi- Böylece 3. Murad'ın sekiz sadrıazamla çalıştığını bunlardan Koca Sinan Paşanın üç defa, yine Kanijeli ibrahim paşanın sadaretinin de, üç defa vukubulduğunu hesaba ka­tarsak, mührü hümayun 11 defa el değiştirmiş oluyor.

 

3. Murad'ın şeyhülislâmlarına gelince, padişah tahta câlis olduğunda Konyalı Mahmud Efendi makam-ı meşihat de idi. Vefatıyla yerine 17. Osmanlı şeyhülislâmı olarakda Kadızâde Ahmed Şemseddin Efendi 16/ekim/1577'de geldiği makamı vefatıyla boşalttığında, geride 2 sene, 7 ay, 10 gün süren bir hizmet dönemini bırakmış 25/mayıs/1580'de Hakk'a yürü­müş oldu.

 

Onun yerine Malûlzâde Mehmed Efendi 1 sene, 7 ay, 27 gün, sürdürdüğü görevden, istifaen ayrıldığında târih 21/ocak/1582 idi. 19. şeyhülislâm Çivizâde Hacı Mehmed Efendi ki daha önce babasının Kaanuni tarafından, Hz. Mev-lânaya küfrettiği için görevden alınmış olması da bu zâtın meşihate getirilmesine, engel olmadığını hatırlatmak isteriz. 5 sene, 3 ay, 16 gün süren bu dönemin sonunda şeyhülislâm Efendi Hakk'a yürüdü. 20. şeyhülislâm olarak Müeyyetzâde Şeyhi Abdülkaadir Efendiyi meşihatde görüyoruz. 3/ni-san/1589'da azlediğinde geride 1 sene, 10 ay, 28 gün sür­müş hizmet bırakmıştı. Bostanzâde Mehmed Efendi 9/ma-yıs/1592'de azline kadar 3 sene, 1 ay, 6 gün hizmet verdi.

 

Yerine Ankaralı Hacı Bayramzâde Hacı Zekeriyya Efendi de 1 l/temmüz/1593'e kadar yâni vefat târihine kadar, ma­kam-ı meşihatde bulundu. Bostanzâde ise 2. meşihatine başladi-_v_e.4 sene, 8 ay, 11 gün süren görevden vefatıyla ay-nldı. Ancak 3. Murad'ın sonuncu şeyhülislâmı olmuştu Bos­tanzâde merhum. Böylece 3. Murad'ın saltanat döneminde Çalıştığı şeyhülislâm sayısı sekiz kişi olmakla beraber Bos­tanzâde 2 defa meşihate geldiğinden makam dokuz defa el değiştirmiş olmaktadır.