KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN (MUHTEŞEM) :
Babası: Yavuz Sultan Selim
Annesi: Hafsa Hatun
Doğum Tarihi: 1494
Vefat Tarihi: 1566
Saltanat Müd.: 1520-1566
Türbesi: İstanbul Süleymaniye Camii Avlusu.
Sekiz senelik saltanatının nitecesinde milleti Osmaniyye'yi azim
ve sebat dolu irade gücü, Peygamberimiz Efendimizin ruhsatı, Cenab-ı Mevlâ'nın
lûtfu ile Osmanlı tahtını, Hilâfeti rûyi zemin unvanı ile ziynetlendiren Yavuz
Sultan Selim Han vücudu pâkİ ile intikalinde geride tek veliaht ve Şehzade olarak
Kaanuni Sultan Süleyman'ı bırakmıştı.
Bütün ehli İslâm'ın, hattâ Avrupa'nın dahi «büyük» olarak
vasıflandırdıkları bu zatı mübarek, 46 yıl süren Hilâfet ve pa-dişahlığıyla
Devleti Osmaniyye'nin en uzun zaman hükmeden Sultanı olarak mümtaz bir mevki
sahibidir.
Tahta geçtiğinde ilk işi merhum babası zamanında göz altında
bulunan İranlı tüccarları serbest bırakmak ve onların uğradığı zarar ve ziyanı
tazmin etmek olmuştu. Bu hareketi bazı tarihler Yavuz Sultan Selim
Hazretlerinin (hâşâ) hatasını tamir maksadıyla yaptığını söylerler. Bu görüşe
katılmak mümkün değildir. Bu mevzuyu Yavuz Sultan Selim Hazretlerini
anlattığımız kitapta temas ederek en selâhiyetli ağız olan Hasan Can merhumdan
nakletmiştik.
Bu tazminat ödeme ve tüccarların serbest bırakılması doğu
seferlerinin bittiğinin ve küffar üzerine zafer sancaklarının açılmasının
işareti olarak nitelemekteyiz. Bu tesbitimiz, saf-hai saltanat boyunca
kendisini göstermiştir.
Kaanuni Sutan Süleyman tahtın tek vârisi olduğundan pederi
merhumun yerine geçişi hiç bir velvele ve gürültüye se-beb olmadı. Hatta tahta
geçen hazret! Padişah, deviet erkânının vazifelerinde kalmalarını irade
eyledi. Çünkü hizip başı olabilecek bir rakip olmadığından devlet adamları da
kimsenin adamı olmamışlar sadece din-ü devletin bir hizmetkârı olarak
kalmışlardı.
Bu sırada Yavuz Selim Hazretleri tarafından Şam Valiliğine
bırakılmış olan Kölemenlerden Çerkeş Can Berdü Gazali, Kaanuni'nin tahta
geçişinden istifade ederek Çerkeş devleti kurmak üzere isyan etti. Şamdan
kuzeye doğru harekete geçti. Haleb şehrini muhasara ettiği sırada bu haber
zaferler sultanının kulağına erişivermişti.
Kaanuni Sultan Süleyman Han verdiği emirde, Ferhat Paşa ve
Şehsuvaroğlu Ali Bey'e bu fitneyi bastırmalarını bildiriyordu. Netice: Kesin
ve amansızdı. Can Berdü Gazali hem Haleb önlerinde hem de Şam'da iki defa
mağlûp olmuştu. Bu hizmetten kaçarken kendisinin yakın adamlarından biri
tarafından ömür defteri dürülüvermişti. tarihler Hicrî 927/Milâd] 152 i yılını
gösteriyordu.
Kırkaltı yıl süren saltanatının birçokyılını at sırtında, arazide
kurdurduğu çadırlarda bizzat kendisinin katıldığı 13 seferde geçiren Hazreti
Padişahın seferi hümayunlarını kısaca ve sırasıyla buraya almayı uygun gördük.
Dünyada bu kadar uzun zaman sefer yapan ve bu seferlerin her birinin bir zafer
madalyası gibi parıldadığı çok az bir fâniye müyesser olmuştur.
Belgrad Seferi Hümayunu
Yavuz Sultan Selim Hazretleri buyurmuştu ki: Ecdadım şimdiye kadar
yapmış oldukları fütuhatı, ilâhi bir işaret almadan yapmamışlardır. Ben dahi
bu işaretlere muhatap olmadan hiç bir yerin üzerine varmamışımdır. Kaanuni,
babası merhum'un devleti İslâmiyye'yi doğu ve güney canibinden emniyete almış
olmasının neticesi olarak ilk seferin batıya, Belgrad üzerine yapmaya karar
vermişti. Genç Padişah bu sırada 26 yaşırida~5ulunuyordu. Macaristan Kralı,
Padişahın tahta cûlüs merasiminden sonra tebrikte bulunmadığı vebir kaç yıldır
ödemediği vergilerin ödenmesini bildirmek üzere gönderilen Behram Çavuşu idam
ettirince bardağı taşıran damla kendini göstermişti. İslâm'ın adaletle,
kahredici kuvveti Osmanlı sillesi bunların başına inmiş, Belgrad kalesi Osmanlı
sancağına burç olmuş, Karlofça ise bu sancağın semalarında dalgalanmasına ram
olmak mecburiyyetinde kalmıştı. Hicri 927/Milâdî 1521.
Rodos Seferi Hümayunu
Hazreti Padişahın ikinci seferi Rodos üzerine olmuştur. Bu seferin
ehemmiyeti çok büyüktü. Rodos ticarî ve coğrafi bakımdan çok mühim bir
hedefti. Hazreti Fatih burayı daha evvel fetih etmek istemişse de kendisine
müyesser olmamıştı. Yavuz Selim Hazretlerinin Mısır'ı Devleti Aliyye'nin
sınırları içine alışı, Rodos'un fethini icab ettiriyordu. Buna teşebbüs etmeyi
kararlaştıran Yavuz Selim hazırlıkları kifayetsiz bulmuştu. Bu kifayetsiz
buluş Rodos'u almayı gaye edindiğini gösterir. Fakat zatı mübareğin vefatı bu
tasarının gerçekleşmesine İmkân bırakmadı.
Kaanuni Sultan Süleyman, Belgrad seferinden zaferle döndükten
sonra boş durmamıştı. İstanbul tersanesinde bir çok gemi yaptırıp bunlarla
asker nakli için hazırlıklara başlarken... öte yandan Rodos Adası hakimleri
olan şövalyeler, belli bir vergi ödemek, Osmanlı adına para basmak ve Osmanlı'ya
bağlı bir sancak olma şartlarını da bildirmişti. Şövalyeler bu teklifi kabul
etmemişlerdi. Bu teklifin reddi, Devleti Osmaniyye'nin Rodos'a harp ilânına
vesile olmuştu.
Rodos kuşatmasına donanmayı İstanbul'dan gönderen Hz. Padişah
Marmaris'e kadar kara yolu ile gelip Marmaris'te gemiye binmişti. Adaya
çıkılmış fakat merkezi kale çok tahkim edilmiş olduğundan muhasara beş ay
sürdü. Son bir hücum netjcesinde gerek adanın tamamı gerekse şehir Osmanlı
Önünde boyun eğmiş, sancak-ı şerifin hâkimiyyeti tescil olunmuştu.
Rodos'un en büyük klişesi camie çevrilmekle beraber, hemen
yanıbaşında Süleymaniyye adı verilen bir cami inşasına başlandı. Anadolu'dan
bir çok müslüman getirilip oraya yerleştirildi. Bu müslümanlar, evlâdı
fatihandırlar. Çünkü bir toprak parçasının fethi, kalblerin fethiyle
tamamlanmadıktan sonra maksûdu menzile ulaşılmış sayılmaz.
Rodos Adası çok karışık milletlere mensub insanlara sığınma yeri
olmuş bir ada idi. Bu fetih neticesinde sanki Avrupa'nın bir maketi fetih
olunmuştu. Çünkü fetih sırasında gurublar halinde oraya yerleşmiş milletlerin
mensublarının ait oldukları esas ülkelerini saydığımızda bu görüşümüzün
haklılık kazandığı görülür. Bu gurublar şunlardı: Alman, İngiliz, Fransız,
İtalyan, İspanyollar ve Portekizlilerdi.
Bu muhtelif gurubların bağlı oldukları milletler buna çok
kızmışlar ve bunun intikamını almak için aralarında ittihat etmeğe karar
vermişlerdi. Osmanlı Devleti için artık yapılacak iş bunların birleşmelerini
önlemek seri ve kuvvetli ordularla durmadan sefer yapmak, seferi hümayun
olmadığı zamanlarda ise serhad boylarının kahramanları, savaş alanlarının
fedakâr öncüleri akıncı (Seriyye) birlikleri vasıtasıyla onları daima taciz
etmekti. Hazreti Padişah bunu böyle tertib etti. Tarihler Hicri 928 / Milâdi
1522 yılını gösteriyordu.
Mısır Valiliği İsyanı
Rodos seferini muvaffakiyetle bitiren Hazretii Padişah bu seferde
muvaffakiyet gösteren herkesi memnun edici hediye ve iltifatlara gark etmişti.
Bu arada Mısır Valiliğini Mustafa Paşa'ya verdiyse de, bir müddet sonra bu
vazifeyi İkinci Vezir Ahmed Paşa'yajhşaja-Buyurmuştu.
Şunu iyi biliriz ki, ikbal insanların başını döndüren bir
mevhumdur. Allah bütün müslümanları böyle bir akıbetten muhafaza buyursun. Bu
Ahmed Paşa da ihsanı şahaneye nail oluşunu şükür ile karşılayacağına, ayaklan
yerden kesilmiş, başında yeller esmiş ve Cihan Devletini ve Cihan Padişahını
unutarak bağımsızlık hastalığına tutulmuş, adına para bastırmış, hutbelerde
kendi adını okutmaya başlamıştı. Durum Kaanuni Sultan Süleyman Hazretlerinin
et kulağına erişince Ahmed Paşa'nın hayalini söndüren emir, Hz. Padişahın iki
dudağınım arasından çıkmıştı.
Sadrazam makbul ibrahim Paşa ki, aynı zamanda Kaanuni Sultan
Süleyman'ın kız kardeşi ile evli idi. Padişahından aldığı emri derhal yerine
getirdi. Yıldırım hızı ile Mısır'a bir ordu ile varıp, oranın asayişini iade,
Ahmed Paşa'nın ise başını omuzundan alıvermiştir. Böylece ikbal hastalığı
ibretle noktalanan bir sona varmıştı... Hicrî 930/Milâdî 1524.
Mohaç Seferi Hümayunu
Önce Belgrad, sonra Rodos'un Osmanlı hâkimiyyetine geçişi,
akıncıların serhad boylarında hayret veren gerilla tipi vur kaç savaşları
Avrupalıları şaşkına çevirmiş, teessürlerini giderecek bir çare bulamıyorlardı.
Macaristan Kralı ise her fırsatta bunların birleşmelerini temin edecek
propogandalar yapmaya üstün gayret sarfediyordu. Bu propogandalarının
neticesinde bir çok Avrupa devletinden yardım vaadleri aldılar. Bu vaadlere
istinat ederek ilk elde Belgrad'ı geri alma niyyetiyle harekete geçtiler.
Fevkalâde mükemmel işleyen Osmanlı istihbaratı bu niy-yetten
derhal haberdar oldular. Belgrad muhafızları bütün tedbirleri almakla beraber
Hz. Padişaha durumu bildiren habercileri birbiri ardınca gönderdiler.
Haberciler Padişahı hü-nayuna yol alırken Belgrad muhafızları, acilen bir ordu
tertib edip, Tunaserhad beylerinden Mehmed Bey'in kumandasına verip,
Macarlar'la birleşecek olan Ulahlılar üzerine gidilmesi-nj kararlaştırdılar.
Böylece düşmanı çoğalmadan, birleşmeden, yâni tek vücud olmadan durdurmayı
plânlamış oldular.
Mehmed Bey, (Jlahlılann üzerine gitti, onları perişan etti. Bu
savaşta Ulah Beyi Radol yokluk diyarının buldu. Yâni, canı teninden ayrıldı.
Mehmed Bey, Ulah Beyliğini uhdesine aldığını ilân ettikten sonra ulakların
getirdiği haberi alan Padişahın derhal sefere çıktığını ve Belgrad önlerine
geldiğini duyunca hemen orduyu hümayuna katıldı.
Bir müddet Belgrad'da istirahat eden orduyu hümayun Macaristan
üzerine yürümeye başladı. Muhteşem ordu 300.00 asker 300 adet top'la ve
bunların gülleleri, barutları onları çeken atları ile itisadî bir olay meydana
koyuyordu. Çünkü bu kadar büyük bir ordu ne yer, ne içerdi, hele hele helâl ve
haram denilen Cenab-ı Hakk'ın emrine mutî olan bu ordu, hiç kimsenin malına,
tarlasına, bağına, bahçesine yukarıdaki emir manzumesine bağlı olması
hasebiyle tecavüz etmeyince nasıl doyardı? İşte bu olay büyük bir organizasyondur.
Biz sık sık organizasyonu bilmeyenler olarak kendimizi tanımlarken lütfen
ecdadınızın beş asır önce gerçekleştirdiklerine dikkat nazarlarımızı çevirelim
ve bugün bir vilâyetimiz büyüklüğündeki ülkelere yardım almak için el açmamızı
hazin hazin düşünelim...
Orduyu Hümayun Drava nehri kıyısına gelince karşıya geçmek için
bir köprü yapımı icab ettiğini gördü. Ordumuzun imar işlerine bakan birlikleri
nehrin üzerine 80 kulaç uzunluğunda takriben 180 metre boyunda bir köprü
yaptılar. Ve bu köprüden ordunun bütün ihtiyaçları ve askeri rahatça karşıya
geçti. Çok az bir yürüyüşten sonra Mohaç ovasına vardılar.
Macar Kralı Lui ordusuyla harp nizamına girmiş, İslâm ordusuyla
tutuşacağı savaşın kendine bir zafer getireceği ham hayalini yaşıyordu.
Karşısındaki ordunun kuru bir cihangir dâvasından ötede, ilâhî bir işaret
almadan hareket etmekten sakınan yüce bir Padişah ve Halifei rûy-i zemin
kumandasında olduğunu kısır aklı düşünemiyordu.
Macar ordusunun durumunu tesbit eden Hz. Padişah, Orduyu Hümayunu
bizzat tertib edip, başını secdeye koydu ve Cenab-ı Zülcelâlden nusret ve zafer
taleb eyledi. Sonra da zaferlere koşan ünlü beyaz atına binüp hücum emrini
yerdi. Meydana gelen savaş, tarihin kaydettiği en kısa süren meydan
savaşlarından biriydi. Ve yine tarihin kaydettiği en büyük imha savaşlarından
biri idi. Çünkü savaş sadece iki saat sürmüş, sûffar ordusu yirmibin ölüyü
savaş alanında bırakmış, başsız bir vücudun çırpınması gibi kaçacak bir yol
arıyorlardı. Yo! bulamayanlar kendilerini Tuna nehrine atıp, boğulup
gidiyorlardı. Bir bölümü ise İslâm askerinin takibinden kurtulmak için
atlarını bataklıklara sürmüşler ve batağa saplanarak telef olmuşlardı. İşte
bir zafer ümidiyle, kudretli Sultan Gazi Süleyman Kaanuni'nin karşısına çıkan
genç Kral Lui'nin kaşığına bu bataklıkların pislikleri nasib olmuştu. Çünkü o
da atını bataklığa sürenlerle beraberdi. Mohaç kalesi ve Budin kalesi Osmanlı
hududları içine bu zaferin neticesinde dahil oldular. Hz. Padişah zaferin
kendisinde kaldığını her tarafa ferman çavuşları vasıtasıyla bildirdi. Valide
Sultan Hazretlerine tahi bir fetih fermanı gönderdi. Bütün bu mesut olaylar
cereyan ettiğinde tarihler, Hicri 933/Milâdl 1526'yı gösteriyor idi. Bu seferi
hümayun yedi ay kadar sürmüştü.
Dördüncü Seferin Yapılmasına Sebeb Olan Vukuat
Orduyu Hümayun, İstanbul'a avdet ettiğinde Anadolu'nun nizam ve
intizamında bir çalkalanma meydana geldiği mü-ahade olundu. Bu bir
çalkalanmadan ziyade bir isyan havasını andırıyordu. Adalet tevziinin memuru
Hz. Padişah, adalet kürsüsünü terkedince yerine geçenler, aynen hâkimlerin bıraktıkları
kürsüleri, mübaşirler yönetirse nasıl adalet tevzii emin ve makbul olmazsa işte
Hz. Padişahın yokluğu da böyle oluyor birtakım haksızlıklar meydana geliyordu.
Çünkü adalet kılıcını kuşanan hakkıyla kullanmasını da biliyordu.
İstanbul'a teşrifleri derhal Anadolu'daki meydana gelmiş isyan
birikiminin durulmasını, emir buyurduğu tedbirler bu birikiminde kalkmasına
vesile olmuştu.
Sultan Hazretlerinin yokluğunda zekâtın haricinde bazı vergiler
konmuştu. Halbuki İki Cihan Serveri «Malda, zekâttan başka bir şey yoktur»
buyurmuşlardı. Fakat Cenab-ı Cel-le bir çok âyeti kerimelerde vermeyi teşvik
etmiş hatta teşvikten öte emir buyurmuştur. «Veren el, alan elden hayırlıdır»
misali kitabı muhkem, verenleri mükâfatlandıran, vermeyenlere mücazaatlar
gösteren âyeti kerimelerle doludur. Burada dikkat edilirse zekât bir
mecburiyet, diğer verişler ise ihtiyarîdir ve ihtiyari verenler nice mükâfatlara
nail olacakları anlaşılır. Bunları yazarken aklımıza İki Cihan Serveri'nin bir
sefere çıkılacağında «Herkes verebildiği kadar versin, sonra şu meydanda
toplanalım» diye buyurduğunda herkes vereceğini verir ve meydana toplanma
yerine gelirler. İki Cihan Serveri gelenlerin üzerine mübarek nazarlarını
gezdirirler ve Sıddık-i EkB^ Ebû Bekir (R.A.)'ı göremeyince orada toplananlara
sorar: '«Ebû Bekir'i aranızda göremiyorum, nerdedir? Sahabeden bir zat, bir
adım öne çıkar ve şöyle cevap verir: «Ya Resûlullâh; siz verin dediğiniz için
hep verdik. Fakat Ebû Bekir nesi varsa verdi, toplantıya gelebilmesi için
örtünecek bir şeyi dahi kalmadı, o yüzden buraya gelemedi.» Bunun üzerine
Efendimiz, Peygamberimiz Şefaatçimiz ve tek Önderimiz, üzerlerinde bulunan
harmaniyyeyi çıkarıp sahabenin eline verip »Al, bunu ona götür burunsun,
gelsin» buyurdular.
İşte bu büyük sahabe gibi olmak mümkün değildir. Onlar gibi olunca
zaten dünya yeniden İslâm olur ve bütün meşakkatler biter. Bu sebeble ordusu
Avrupa'da küffar önünde harp ederken konulan vergilere itiraz edeceklerin
bulunması, bunların İsyana kadar İşi vardırmaları fazla yadırganacak bir şey
değildir. Zira ne onlar sahabeydi ne de Osmanlı Devleti o devletti. Yanı şunu
unutmamalı ki onlara en yakın olabilen, onlara en lâyık olan yine o Osmanlı ve
yine o Osmanlı Devleti idi. sayfalarımızı bu olayla süsledikten sonra biz yine
mevzuumuza dönelim.
Hz. Padişah, bu konan vergileri kaldırdıktan sonra sadrazamı bu
olayların sonunu alması için vazifelendirdi. Sadrazam da bu işleri hakkıyla
halleyledi. Bu arada Mohaç Zaferinden sonra Akıncılar Tuna boylarında at
koşturuyorlar De-veti Islâmiyye'ye nice kaleler kazandırıp nice kâfir beylerine
boğun eğdiriyorlardı. Beri taraftan Mohaç muharebesinde bataklıkta ölen Macar
Kralı 2. Lu'nin yerini alan Jan Zapol-ya'nın krallığı ihtilâfa sebep olmuştu.
Çünkü Mohaç'tan dört sene evvel Avusturya imprator'u Şarlken ki, mezkûr zamanda
Almanya İmparatoru unvanı da üzerindeydi. Avusturya ve Macaristan Krallığı
kardeşi Ferdinand'a terk etmişti. Orduyu Hümayunun İstanbul'a dönüşünden sonra
Ferdİnand, Zapol-ya'ya karşı harekete geçmişti. Yapılan muharebede Zapolya
yenilmiş ve Erdel'e çekilmişti. Padişaha gönderdiği elçiyle yardım talep eden
Zapolya, Padişahı Şahâne'nin yardımlarına nail olabimişti. Bu yardıma nail
oluşta Sadrazam İbrahim pasa'nın büyük rolü olduğu aşikâr idi. Bu yardım şöyle
oldu: 7apolya'ya Tuna voiu ile ^0 top ve 50 kantar barut gönderilmişti Ve sefere hazır olup işaret beklemesi emir
buyurulmuştu.
Buna mukabil bu durumdan haberdar olan Ferdinand bir elçilik
heyeti göndermiş ve yardım istemek değil, Macaristan'dan alınan yerlerin
iadesi şartıyla bir sulh teklifi getirmişlerdi. Bu tekliften ziyade, elçilerin
teklifi bildirişlerindeki küstahlık ve kabalık, Hazreti Padişahı çok üzmüştü.
Bu üzüntüsünün neticesinde hırslanan Sultan Hazretleri, Çemberlitaş civarında
bulunan elçilik evinde bu heyeti hapis etmiş ve bunların dokuz ay orada mahpus
kalmaları için emir ve irade buyurmuşardı.
Şimdi burda yine çok kısa bir yorum yapalım. Bugün dünyada biz
olsun başka devlet olsun bir elçilik heyetini dokuz ay tevkif eylesin ve buna
mukabil elçiliğin devleti br şey yapmasın mümkün mü? Evet bugün Amerika'nın
elçileri İran Devleti'nin elinde rehine olarak bulunuyorsa da bu olayın tam
neticesi alınmadığından fazla fikir yürütmeğe gelmezse de unutmayalım ki çok
kısa bir müddet evvel, Amerika bunlara kurtarmaya mı dönük? Öldürtmeye mi
dönük? Anlaşılmayan bir sebebten saldırı denemesinde bulunmuştur. Yâni birtakım
zorlama faaliyetlerden çekinmemiştir. İşte Ka-anuni Sultan Süleyman Hazretleri,
İslâm'ı dünya önünde Öyle bir kuvvetli kılan inancın bağlısıydı ki elçileri
dokuz ay tevkifi, karşı tarafın en ufak bir şey yapmasına meydan bırakmıyordu.
O istediğini esir tuttuğu gibi, istediği fermanla istediği neticeyi istihsal
eden bir Padişahı Cihan idi. Bir çok yerde zikredilir ki; Fransa Kralına
yazdığı mektupta «Duyarım ki sen saraylarında kadınlar ve ekekler birbirine
sarılır raks ederlermiş, belki bu sizin âdetlerinize uygundur amma, benim
memaliki şahaneme de bulaşır ve Cenab-ı Hakk'in istemediği bu hal, milletime
musalat olur. Bu fermanımı aldığında tez bu âdeti kaldır. Yoksa bu yaz sonunda
üzerine varır, atımı sarayının bahçesinin havuzunda sularım» mealindeki
sözleriyle Fransa sarayından dansı kaldırtmıştı. Fakat bizler onlara lâyık
torunlar olamayıp yediden, yetmişe bir Avrupa taklitçisi olduk çıktık, maalesef
böyle olduk. İstisnalar vardır, fakat istisna kaideyi bozmaz diye bir deyim
vadır.
Elçilerin dokuz ay süren mevkufiyetleri sonunda Padişah, onları
hapisten çıkarmış her birine 500'er altın hediye edip şu nutku irad eylemiş
idi. «metbuunuzun henüz bizimle münasebet dostu ve hemciuarisi yok ise de buna
kariben mâlik olduğum bütün kuvvetimle gidip kendisini bulacağım ve istediğini
kendim vereceğimi ifade edebilirsiniz. Öyle söyleyiniz ki ziyaretimize hazır
olsun.»
Kaanuni SultanSüleyman Han Hazretleri bu cevabı verirken kuru bir
lâf kalabalığı söylememiş, bu sözleri ağzından çıkarmadan üç gün önce sadrazam
İbrahim Paşa'yı, Avusturya üzerine yapılacak sefere yılda bir milyon akçe maaş
ile Serdarı Ekrem tayin etmişti.
Nihayet Hicrî 935/Milâdî 1529 senesi Mayısında Padişah Hazretleri
250.000 kişilik muhteşem ordusu ile üçyüz aded top'a hamil olarak
söylediklerini hakikat kılmak üzere Dersa-adet'ten ayrıldı. İlk merhale, daha
evvel tarihin en büyük meydan savaşlarından birini kazanmış olduğu Mohaç
sahrası ve kalesi idi. Otağı hümayun kuruldu. Zapolya altıbin kişilik süvari
kuvvetiyle Padişaha saygılarını sunmak üzere geldi. Padişah bundan memnun oldu.
Oradan Ferdinand'ın taht şehri olan Budin'e gelindi. Şehir muhasaraya alınıp,
teslimi sağlandı. Ve Sekbanbaşı tarafından Zapolya Kral tahtına oturtuldu.
Padişah Hazretleri sonbaharda Viyana Önlerine geldi. Simering
şehrinde otağını kurdu. Öte yandan Sadrazam, San kapısı ile Viyana kapısı
arasındaki sahada yer aidi. Şehrin diğer kapılarının önlerine de orduyu
yerleştirdi. Bu kuvvetlerin yekûnu 120.000'i buluyordu, böylece muhasara yani
Birinci Viyana Muhasarası Hicrî 936/MiIâdî 1530 senesinde bilfiil başlamış
oldu.
Viyanayı savunamayacağını anlıyan Ferdinand Avusturya'nın
içlerine kaçmış ve şehrin muhafazasına 20.000 piyade ile ikibin süvariyi
bırakmıştı. Ancak hâkim surlarla çevrili Viyana şehri 72 adet topla teçhiz
olunmuş ve açık arazide yer alan İslâm mücahidlerinin üzerine ölüm kusmağa
başlamıştı. 27 Eylül'de lâğımlar patlatılmış açılan gediklerden hücum
denenmiş ise de ard arda üç defa tekrarlanan taarruzlar fethi nasib kılmamıştı.
Orduyu hümayun 19 aydır seferde idi. Balkan iklimi kendini göstermiş, erzak
azalmış, doğrusu kabul olunur ki Viyana da iyi mukavemet etmişti. Zaten asıl
niyyet Ferdinand ile bizzat çarpışmak ve onun dersini vermekti. Fakat
Ferdinand, bu kutlu ordunun önüne çıkmağa cesaret edemeyip, memleketinin iç
taraflarına çekilmişti. «Nasıl bir devlettir ki bir yabancı ordu 19 ay onun
topraklarında at sürsün, ikamet etsin ve onun karşısına çıkıp da benim
ülkemde ne arıyorsun demesin, eğer demezse biz de buna devlet-i ada devlet
gibi değil der çıkarız» mealinde bir mektup yazan sadrâzam İbrahim Paşa,
Hazreti Padişahın tasvibi ile muhasarayı kaldırdı. Ve dönüş başladı.
Akıncılar ise kuşatmanın hemen başlangıcında onbeş bin kişilik bir
kuvveti seyyar birlikler halinde muhtelif yön ve cephelerde dalışlar yaparak
hem orduyu hümayunun emniyetini sağlamışlar hem de birçok yerleri basarak
fesat yuvalarını dağıtmışlar idi. Orduyu hümayunun kuşatmayı kaldırdığında,
iltihak için geldiklerine yanlarında 10.000 esir olduğu göz önüne alınırsa ne
kadar büyük muvaffakiyyet göstermiş oldukları anlaşılır.
Budin'e dönen Hazreti Padişah, Viyana önlerine giderken
Macaristan'a kral olarak tayin ettiği Zapolya tarafından saygı ile karşılandı.
Nihayet dersaadet'e dönüldü ve çok az bir zaman sonra şimdiki Sultanahrned meydanında
İbrahim Paşanın konağında Mustafa Sultan, Mehmed Sultan ve Selim Sultanın
sünnet düğünleri yapıldı. Bu düğün üç hafta gece ve gündüz devam etti.
Beşinci Seferi Hümayun
Viyana önlerinden ayrılan İslâm Ordusu, keferenin kalbine
düşürttüğü korkuyu ikibuçuk sene sonra unuttuğunu gördü. Çünkü, Macaristan
Kralını, Şadken ve Ferdinand aralarında birleşerek rahatsız etmeye başladılar.
Şarlken'in ve Ferdi-nand'ın bu yaptıkları yedikleri sillelerin acısını
unuttuklarını gösteriyordu. Ömrü at sırtında geçmekte olan hazreti Padişah
yine ordusunun önüne düştü, bu sopa düşkünlerinin tayınını vermek üzere yola
koyuldu. Bu sefer Şarlken esas hedef olduğundan Almanya'ya harb ilân olundu.
Alman eyaletleri olan bazı yerler baştan ayağa dolaşıldığı halde Şariken
meydan savaşına cesaret edemeyib hep kaçtı. Avusturya Imparator'u Ferdinand ise
korkudan yüreği ağzına gelmiş, Hazreti Padişaha Macaristan işlerine
karışmıyacağına dair söz verip sulh istemişti. Sulh teklifleri daima
Osmanlı'nın kabul ettiği şeydir. Çünkü karşıdan gelen sulh teklifi bir aman
dilemedir. Müslümanlar aman dileyene kılıç vurmazlar. Böylece Avusturya ile
ilk defa sulh yapılmış oldu. Şurada şunu da belirtelim ki, Şarlken, İslâm
Padişahının karşısına çıkamazken durmadan sadrazam İbrahim Paşa'ya mektup
yazar ve sadrazama mektuplarından biraderim diye hitab ederdi. Bu sebebten
Alman tarihçiler Şarlkeni, bu biraderim hitabından dolayı Alman imparatorunu,
Osmanlı Sadrazamı ile aynı mertebede görmeyi intaç ettirdiğinden dolayı tenkit
etmişlerdir Bütün bunlar Hicrî
938-939/Milâdî 1533'de cereyan ediyordu.
Altıncı Seferi Hümayun Irak Seferi
Irak seferi Sultan Kaanuni'nin 6. seferidir. Hicrî 940/Miiâdî
1536'da sona ermiştir.
Tebriz havalisinde Şah İsmail artıkları İranlılar Bitlis civarında
hükümferma olan Bitlis hâkimi, Safevî devletini yeniden ihya etme hayallerine
kapılmış olduklarından, Devleti Osmaniyye'nin zafer sancaklarını o güzel
diyarlarda yeniden dalgalandırmasını icab ettirdi. Sadrazam kumandasındaki
orduyu muazzama Van, Erciş, Adilcevaz, Ahlat tarafların; İranlılardan ve onlara
mütemayil beylerin elinden tekrar alarak sınırlarına dahil eyledi. Osmanlı
Sancağı Tebriz kalesine çekildiğinde Hazreti Padişah da maiyyetindeki büyük bir
ordu ile teşrif edip, Tebriz kal'asını şereflendirdiler. Sdrazam İb rahim
Paşa'nın yapılması kararlaştırılan bütün işleri yaptığını bunları
muvaffakiyyetle bitirilmiş olduğunu gören Kaanuni Sultan Süleyman Han zaferlere
bakan gözlerini ve atının dizginlerini Irak-i Acem'den Irak Arablarına doğru
çevirip, türlü zorluk ve sıkıntılara duçar olarak fakat dudaklarından lâfzı
celâli, elinden kılıcı düşürmiyerek sabırla fetih yolunda yürüyüp, sonunda
Bağdad şehrine vardı. Bağdad kapssını bu şanlı gaziye ve onun mübarek ordusuna
gönül hoşluğu içinde açtı. Bu sırada Fransa'dan gelen Lafavre adlı bir elçi
Padişah Hazlerini ordugâhta ziyaret etmişti. Bu ziyaret iki aniaş-nna ile
neticelenmiş, biri siyasf, diğeri ticarî anlaşmadır. Bun-larglan ticari olanı
»Ahdi Atik» yâni Fransızca Kapitilasyonlar idi. Büitapitilasyonlar sonradan
başımıza belâ olduğu için, Kaanuni Sultan Süleyman Hazretlerini yanlış bir
anlaşma yapmakla suçlayan bir çok kimseler olmuştur. Bunlar çeşitli mevki
sahipleri olduğu gibi Cumhuriyetin ilânından sonra okularda Osmanlı Padişahları
aleyhinde yapılan tedrisatta, çok önemli bir malzeme olarak kullanılmıştır.
Zamanın en zekî, kültürlü ve kudretli Sultanı olan Hazreti Padişah şüphesiz ki
dar ve kısa görüşlü olamazdı. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük amiralini,
Barbaros Hayreddin Paşa'yı Devleti Aliy-ye'nin hizmetine çekebilmiş olan bu
Sultan Ahdi Atik'e imzasını koyarken şüphesiz ki, bu İslâm milletinin en küçük
bir menfaatini dahi gözden uzak tutmamıştır. Fakat bütün anlaşmaların tesiri,
kuvvetli oldukça vardır. Kuvvetini muhafaza edemedikten sonra hangi devletle
olursa olsun, ne şartlarla olursa olsun yapılan anlaşmalar zayıf olanın
aleyhine, kuvvetli olanın lehine işler. Çünkü dünyada kılıçla, kalem birbirinin
desteğine muhtaçtır. Kılıca istinat etmeyen kalem güçsüz, kaleme dayanmayan
kılıç ise kırılmaya mahkûmdur. Nasıl ki cennetmekân Hazreti Fatih Sultan Mehmed
Han, Patrik ve Patrikhaneyi lağvetmiyerek hristiyan dünyasının daima iki başlı
olmasını temin etmiş ve onların ittihadını önlemişti. Kuvvetli olduğumuz
zamanlarda Patrikhane daima istediğimiz istikâmette hareket etmek
mecrubiyyetinde kalmıştır. Fakat salibin, hilâle olan düşmanlığı fırsatını
bulduğu zaman su yüzüne çıkmıştır. Gerek Sultan 2. Mehmed devri, gerekse
mütareke yılları salibin, hilâle karşı haînane ve cani-yane ihanetleri ile
doludur. Kapitilasyonlar bugün bir yalnız tarih ilminin mevzuu değil, çok
dikkatle araştırılacak ve kesin olarak taraf tutmadan karar verebilecek,
Allahtan korkar, Peygamberden utanır ve şer'i şerifi kayıtsız şartsız kabul
eden ve ona ittiba eden iktisatçı, sosyal bilimci, hatta deniz ticareti
ihtisasının elemanlarının işidir. Hicrî tarihi, Milâdî tarihe çevirmesini
bilmeyen sözde ilim adamlarının işi değildir.
Irak seferi nihayete ermiş, Orduyu hümayun zaferle döndüğü yolda
birtakım nizamsızlıkları düzelte düzelte Dersaadet'e doğru yol alırken Sadrazam
Makbul İbrahim Paşa, bir-cOk zaferlerin sahibi hissedarı olduğundan şımarmıştı.
Hatta bir seferinde Şarlken'in elçisine «Ben bir şey istersem Padişah
Hazreteri derhal kabul eder. Padişahımız Efendimiz bir şey isteyip, ben de onun
istediğin istemezsem o şey olmaz» diyerek gurur ve kibir adlı şeytanın kucağına
düşmüştü. Bu seferin dönüşünde de kendisine «Serasker Sultan» unvanını
benimseyince çizmeden yukarı çıkmış oldu. Hicrî 942/Milâdl 1536'da Orduyu
Hümayun Dersaadet'e dahil oldu. Az bir
müddet geçince Sadrazam Makbul ibrahim Paşa, yatağında boğdurularak Maktul
İbrahim Paşa adını aldı. Fakat bu ad onun ölümle buluşmasından sonra aldığı ad
olduğundan o adı kulanamadı. Sadece tarihlerde önce Makbul sonra Maktul adıyla
geçen bir sadrazam oldu. Kaanunî Sultan Süleyman Hazretleri bu Irak seferinde
Bağdad'da dört ay ikamet ettiği sırada İmâm-ı Â'zam Hazretleri'nin, Abdülkâdir
Geylânî (K.S.) kabirlerini buldurup onlara güzel birertürbe inşa ettirmiş
ayrıca İmamı Hanbel Hazretlerinin de kabrine bir türbe yaptırarak İslâm
büyüklerine karşı olan vazifelerini yerine getirmeye çalışmış oldu.
Kanüni'nin Yedinci Seferi Korku Seferi
Korfu seferi Kaanuni Sultan Süleyman Hazretlerinin yedinci seferi
hümayunudur. Muhatabı Venedik Cumhuriyeti'nin şahsında kâfirlerdir. Devlet-i
Osmaniyye daima ahde vefa gösteren bir devlet olarak cihan tarihinde muvafık
muhalif herdesin ittifak ettiği bir devletti. Kendileriyle sulh yaptığı
kirnselere, sadece kâğıt üzerinde yazılanlara riayet etmekle kalmaz, İslâm'ın,
kalbleri İslâm'a ısındırma metodunu da tatbik sahasına kendiliğinden getirir.
Böylece bu asil ve necib nnilletle sulh yapma şerefine nail olanlar huzur
içinde yaşarlardi. Ta ki, bu kendi cibilliyetlerinin icabj, dün öptükleri eii
ısırma, attıkları imzayı mürekkebi kurumadan yaladıkları âna kadar devam eder,
ufak ufak ihanetlere başlar ve nihayet geç kalkan, fakat indiği zaman un ufak
eden Osmanlı yumruğu tepelerine inerdi. O yumruğu yedikten sonra akılları
başına gelir, yeniden sulh yapma yollarını ararlardı. Bu sefer de böyle
olmuştu.
Venedik Cumhuriyeti, Devleti Aliyye ile sulh halinde iken Şarlken
ile sulh ve bir takım anlaşmalar yapmıştı. Halbuki Şarlken'in arası Devleti
Osmaniyye ile son derece gergin hattâ ilâna lüzum görülmemiş bir harp halinde
idi. Şarlken ise donanmasını Tunus üzerine sevk etmiş orayı zabt edip 20.000
müslümanı akıl almaz işkencelerle yok etmiş, âdeta bir katliâm icra etmişti.
Kaanuni Sutan Süleyman Hazretleri 6. seferi olan Irak seferi
hümayununda, denizlerin kontrolü ve Endülüs Emevî Devletinin mensuplarının
İspanyol engizisyonundan kaçmalarına yardım eden gemileri kuzey Afrika'ya
geçebilmeleri için bir emniyet tertibatı olarak Osmanlı donanmasını Barbaros
Hayreddin Paşa Hazretleri kumandasında Akdeniz'de vazifeli kılmıştı. Bu
donanma, söz konusu katliâm haberini alınca İspanya donanmasını ve onun
komutanı olarak meşhur Amiral Anderya Dorya'yı karşısında buldu. Defaatle
yapılan savaşlarda Donanmayı Hümayun o büyük denizci âbid ve zâhid Barbaros
Hayreddin Gazi'nin kumandasında daima zafer buluyor fakat kurnaz Andrea Dorya
bir türlü ele geçmiyordu. Bunlar olurken Hazreti Padişah Irak seferini
bitirmiş ayağının tozunu silmeden Korfu seferi denilen bu sefere başlamıştı.
Korfuya gelen Sultan Hazretleri İspanya, donanmasına yardım yaptıkları için
Korfu'yu zabt etmek üzere muhara-saya aldı. Lâkin Korfu kalesi metanetle
dayandı. İradei Se-niyye muhasaranın kaldırılması şeklinde tecelli ettiğinden,
o
kölge akıncı birliklerinin konroluna bırakılarak kara yoluyla
Hazreti Padişah İstanbul'a döndü. Tarihler o sırada Hicrî 944/MiIâdî 1538
yılını gösteriyordu.
Kanuni'nin Sekizinci Seferi Boğdan Seferi
Boğdan Voyvodası Petro'nun vergilerini ödememesi ve ödeme
hususunda hiçbir gayret göstermemesi âdeta bunları unutur bir tavıra girmesi
Hicrî 945/Müâdî 1539 yılında; Hazreti Padişahın sekizinci seferi olan Boğdan
üzerine yürümesine sebeb oldu. Orduyu Hümayun Boğdan topraklarına daha .
yaklaşırken Petro'ya kaçmaktan başka yapılacak bir şey kalmamıştı. Hazreti
Padişah, kendi sarayında yetiştirmiş olduğu İstefan'ı ki, Petro'nun kardeşi
idi.
Boğdan Voyvodalığına tayin ve iki senede bir Boğdan vergilerini
toplayıp bizzat Voyvoda, Payitahta yâni İstanbul'a getirmekle emir olundu.
Devleti Aiiyye Ordusu yine zaferle Dersaadet'e avdet etti.
Hindistan'ın İmdadına Gidiş
Hindistan'ın Gücürat hâkimi Bahadır Şah, Portekizlilerin devamlı
tevacüzlerinden bizar olmuştu. Gün geçtikçe bu tecavüzlere mukavemeti
azalıyordu. Kâfir Fransuvan'ın dahi yardım istediği, Cihan Sultanı Kaanuni
Sultan Süleyman hazretlerinden yardım istemeyi uygun gördü. Değilmi ki,
müslümanlar bir vücud gibidir. Eğer vücudun bir âzası rahat-sızsa bu bütün
vücudun ızdırap çekmesine sebeb olur. Değilıİ ki Kaanuni Sultan Süleyman
Hazretleri, Devleti Osmaniy-ye'nin Padişahı, din-İ İslâm'ın hâlifesi idi.
Şüphesiz ki bir istimdada, bir yardım talebine bigane kalamazdı...
Derhal kaleme aldığı bir mektupla Hazreti Padişahı yardıma
çağırdı. Halifeyi rûyi zemin olan Kaanuni Sultan Süleyman Han derhal gereken
emirleri verdi. Süveyş'te büyük bir donanma tertib olundu. Kumandanlık seksen
yaşındaki delikanlı, Hadim Süleyman Paşa'ya tevcih olunup o tarafların
meseleleri hâl olunsun meyanında fermanı hümayun bildirildi.
O kahraman Paşa ilerlemiş yaşına rağmen genç bir delikanlı gibi
fütursuzca verilen vazifelen ifaya koyuldu. Hindistan sahillerine yollandı.
Çok kısa zamanda Aden'i feth etmişti. Aden emirini aman verdiği halde sonradan
öldürdüğü ve mal ve mülkünü aldığı rivayetleri bütün Hindistan sahiline
duyuruldu. Bu rivayetler tam açığa çıkmamakla beraber o sırada Osmanlı'dan
yardım taleb eden Bahadır Şah'ın, bir iç darbe ile devrilip onun yerine kardeşi
Mahmud Şah'ın tahta geçmesi ve bu rivayetleri esas ittihaz ederek
Portekizlilere bir anlaşma teklif edip, Osmanlı'ya karşı müşterek tavır
almaları tam manasıyla bir siyasî ihtirastan ibarettir. Doğrusunu Allah bilir.
Dâvetçilerle, Portekizlilerin birleşmesi şüphesiz ki Osmanlı
donanması için büyük bir tehlike teşkil ederdi. Sakalını savaş alanlarında
ağırtan Hadim Süleyman Paşa bunun üzerine hareketinin ağırlığını Yemen üzerine
kaydırmış ve Yemen'in büyük bir bölümünü Osmanlı hududlanna ilâve etmiştir.
Dersaadet'e dönen Hadim Süleyman Paşa, Hazreti Padi-şah'ın takdirlerine
mazhar olmuş ve ilerlemiş yaşına rağmen dünyanın ta öbür ucunda yaptığı
hizmetlerle bu takdir ve iltifatlara haliyle hak kazanmıştı. Kendisine artık
İstirahat etmesi rica olunmuş ve o da bu ricayı bir emir olarak kabul ederek
istirahate çekilmişti. Bugün Rusya ile çarpışan Afganistan'a asker gönderelim
diyen adama; gülenler, yahu hangi zamandayız diyenler, ecdadımızın 440 evvel
yâni Hicri 946/Milâdî 154O'ta seksen yaşında bir paşayı 20.000 askerle
gönderdiğini ve Devleti Aliyye sancağını orada zaferle dolaştırdığım
hatırlasalar acaba biraz kızarırlar mıydı? Bugün dünyanın neresinde olursa
olsun bir müslümanın burnu kanıyorsa ve biz bundan müteessir olmuyorsak ve
buna sebeb olanları lanetlemiyorsak biz ancak zayıf îman sahibi müslü-manlarız,
bunu bilmemiz lâzımdır.
Bazı Mühim Vak'alar
Bu bölümde bazı vak'alara satırbaşları halinde temas ederek
birtakım nakiler yapmayı uygun gördük.
İstanbul çok büyük bir yangın geçirdi. Bu yangın büyük hasara yol
açtı. Yangının arkasından meydana gelen salgın hastalık veba şeklinde teceli
edip, bu salgında Sadrazam Ayaş Paşa dahi vebaya yakalanarak vefat etti.
Sadrazamın vefatı üzerine mührü hümayun İkinci Vezir Lütfi Paşa'ya tevcih
olundu. Ayaş Paşa merhum son derece muhterem bir zat olmakla 120 adet çocuğu
olduğu rivayet olunur.
Şehzade Bayezid Sultan ve Cihangir Sultan'ın sünnet düğünleri,
Mihrimah Sultan ile Rüstem Paşa'nın izdivaçları Haz-reti Padişahın hazır
bulunmasıyla icra olunmuştu.
Macaristan Seferi Dokuzuncu Sefer
Kaanunî Sultan Süleyman Han dokuzuncu seferini; kendisinin kral
tayin ettiği Macar Kralı Jan Zapolya'nın ölmesi ve onun yerine Macaristan
tahtına onbeş güniük oğlu İstefan'ın resmen kral ilân edilmesi ve Avusturya
İmparatoru Ferdi-nand'ın bu durumu kabul etmemesi, Macaristan'ın dahili işlerine
karışmaya başlaması yüzünden yapmak mecburiyetinde kamıştı. Şöyle ki:
Sultan Hazretleri derhal kuvvetli bir ordu tertib edip Macaristan
topraklarına daldı ve atının dizginlerini Budin kala'sı önünde kıstı. Budin'e
vali olarak, Bağdad Valisi Süleyman Paşayı, îstefan rüştünü ispat edince onu
tanıma şartıyla tayin etti. Ayrıca kadı ve memurlar da tayin ederek Budin'in
bir Osmanlı vilâyeti olmasını temin etti. Bu durum Almanya ve Avusturya'yı
istikbal içerisinde korkulara salmaya
sebeb1 urken, ftaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa, ispanya
donanmasını Akdeniz'den koğmuş artık Akdeniz bir Türk
Ölü halini almıştı. Hatta bu arada Nis Şehrini topa tutmuştu.
Donanmayı hümayun, Roma dolayısıyla Papa'lığın iskelesi sayılan Ostiya'ya
gelince Papa dahil herkesi bir korku almış, Roma'y1 zabt etmeye geliyor zannı
ile milet ne yapacağını şaşırmıştı. Çoluk çocuğunu yanlarına alan aileler mal
ve mülklerini bırakarak kaçacak delik aramaya başladılar. Fransız elçisi,
düşman olarak gelinmediğini bir mektupla bildirerek Romalıların ve Papa'nin
gönlünü biraz ferahlattılar.
Macaristan seferi ve Barbaros Hayreddin Paşa'nın muvaffakiyetleri
Osmanlı Devletinin karalar ve denizlerde en büyük ve kuvvetli olduğunu cihana
bir daha ispatlamış oldu. Tarihler Hicrî 947/Milâdî 1541 yılını gösteriyordu.
Avusturya Seferi Onuncu Sefer
Kaanuni'nin onuncu seferi olan bu sefere Avusturya seferi denilir.
Budin'in, Osmanlı'nın bir vilâyti haline gelmesine tahammül edemiyen Ferdinand,
yeniden bir takım tedariklere girmeğe başladı.
Hazret! Padişah, tedariklerin mahiyyetini öğrenince derhal Ali Bey
kumandasında Tuna'ya 370 gemi ve bol miktarda zahire gönderdi. Hakikaten bu
sefer-i hümayun en mükemmel ve en intizamlı seferlerin arasında zikredilir.
Edirne'den hareket eden orduyu hümayun, Bosna'ya vardığında Bâli Paşa'nın ölüm
haberini aldı. Bâli Paşa'nın vefatına üzülen Sultan, onun yerine Yahya Paşazade
Mehmed Paşa'yı tayin _etti: Önce Valpo şehri sonra Siklos ele geçirildi. Arkasından
Gran fetih olunarak, Bûdin'e ilhak edildi.
Macaristan'ın eski krallarının gömüldükleri Stuhl-Vesen-burgh
şehri de feth olundu. Sancağın idaresi Ahmed Paşaya verildi. Raküza
Cumhuriyetine, Venedik Senatosuna, Fransa Kralına zafernameler gönderilmişti. Çünkü
bütün Macaristan'ın, Avusturyalılar elinde olan yerleri feth olunmuş ve Macaristan
bir Osmanlı eyaleti olmuştur. Peşte'ye gelen orduyu hümayun Kasım ayında
Belgrad'da mücahidini mükâfatlara gark eden Sultan Hazretleri Dersaadet'e
dönmeye hazırlandı. Bu esnada en sevgili şehzadesi Şehzade Mehmed Sultan'ın
vefat haberi geldi. Padişah Hazretleri bu habere çok üzüldü. Ancak ne bir isyan
ne de tuğyan gerekmediğini bilen bir mü'min olarak Yeniçeri mahallesi
yakınlarında şimdiki Şeh-zadebaşı'nda defnini, türbe ve camiyi Mimar Sinan'a
yaptırılma emrini vermişti. Bugün Mimar Sinan'ın eseri olan türbesinde ve
Şehzadebaşı Camii olarak anılan bu külliye günümüz tekniğine kendini hayran
bırakacak bîr âbide olarak müslümanlara hizmete devam ediyor. Hicrî 950/Milâdî
1544.
Iran Seferi Onbirinci Seferi Hümayun
Avusturya seferinden dönen orduyu hümayun ve Hazreti Padişah;
dâhildeki huzursuzlukları tanzim ve yeni seferlere hazırlık sayılacak bir sulh
devresi plânladı ve bu beş sene sürdü. Nihayet Hicrî 955/Milâdî 1549 yılında
onbirinci sefer olan İran seferi geldi çattı. Şöyle ki, İran Şahı Tahmasb, daha
evvel Osmanlıların kendi hududlarına dahil etmiş oldukları toprakları geri alma
hülyasına duçar olmuştu. Bunları yâni bu hülyasını tatbik sahasına koymağa
başladığı an Tahmasb'ın kardeşi Mirza, ağabeyinin yanından kaçıp, Kaanuni
Sultan Süleyman Han'a intisap etti.
Bu intisap; Şah Tahmasb'ın Hazreti Padişaha serzenişli bir mektup
yazmasını icab ettirdi. Şah Tahmasb mektubun dozunu iyi ayarlayamadiğından
hele hele kardeşinin iadesini isteme bahtsızlığına düşmesi açık bir hakaret
sayılırdı. Osmanii Devleti kendisine
sığınan bir adamı iade edecek bir devlet miydi ki böyle bir istekde
bulunuluyordu. Bu açıkça hakaretti. Mektubun cevabı onun üzerine seferi hümayun
olmalı idi ve öyle oldu.
Padişah Hazretleri büyük bir ordu ile Konya istikâmetinde vürüyüşe
geçti. Karaman valisi olan Şehzade Mustafa Sultan fevkalâde bir devlet adamı,
çok kuvvetli ve zekî bir kumandandı. Askeri yanına alıp, Hünkâr babasını
karşılamak ve ona mülâki olmak üzere hazırlıklar yapmıştı. Babasının ordusuna
iltihak ettiğinde Cihan Padişahı çok memnun olmuştu.
Yalnız şu da gözden kaçmamıştı ki, Şehzade Mustafa'nın birlikleri
son derce mükemmeldi ve sanki taht şehrine yerleşecek bir edada idi.
Bunlar olurken Gürcüler, Devleti Aliyye'ye isyan mahrye-tinde baş
kaldırırlar. Bu fitnenin de sahibi İran'dır. Orduyu hümayunun bir bölümü bu
fitneyi bastırmak üzere görevlendirilir. Hazreti Padişah yoluna devam eder.
İstikâmet İran hudududur. Şah Tahmasb'ın ele geçirdiği Van kalesini kurtarır.
Oradan Nahcivan ve Revan üzerine yürünür. O sırada Gürcülerin meşelerini
halleden kuvvetler gelir ve orduyu hümayuna katılırlar.
Şah Tahmasb, hududlarının boyunda gezinen Padişahı zamanı ve
orduyu muazzamayi görünce gerilere çekilmekten başka çare bulamadı. Kış
yaklaşırken orduyu hümayun İstanbul'a döndüğünde tarih Hicrî 957/Milâdî 1551.
Onikinci Seferi Hümayun Nahcivan Seferi Veya Üçüncü İran Seferi
jkinci Vezir Ahmed Paşa batı hududlarımizda serdar olarak ;ırn
bayrağını şerefle dalgalandırıyor, kale üstüne kale fe-jhleri yapıyordu. Bu
cümleden olmak üzere Tamışvar, Lippa
Salimos kaleleri Osmanlı'nın oldu. Bu arada Hadim Ali .jısa da birçok
muvaffakiyetlerden sonra Bûdin şehrine dönüğünde yanında dörtbin esir vardı.
Macaristan ovalan üze-, Avrupa nehirlerinin sularında susuzluk gideren Osanlı
ordusunun atlan, zafer üzerine zafer kazanan süvarile neşe içinde boy
gösteriyorlar, adalet, temizlik ve çalışnlık taşıyorlardı Avrupa'ya...
Bu sırada yine İranlılar Osmanlı hududlarını tecâvüze baş-. Yaşı
altmışa yaklaşan Padişah bu sefere gidip gitmemekte veya serdar tayin edip
etmemek arasında düşüncelere dalmıştı, üzün ve meşakkatli yolculukların yapıldığı
onbir et sefer yapmıştı o kahraman padişah. Seferlerin en gediklisi oydu.
Çünkü muvaffakiyet; onun önderliğinde Osmanlı'ya kendisini ikram ediyordu.
Padişah kararını vermişti. İran Seferini Sadrazam Damad üsteni
Paşa yönetecek, Macar hududlarını kontrola ise İkin-0 Vezir Ahmed Paşa tayin
olundu. Üçüncü Vezir olan Rumeli Şeylerbeyi Sokullu Mehmed Paşa ise İran
seferine takviye olmak üzere Tokat'a gönderilmişti.
Bu sırada; Yeniçerilerin, sultan Hazretlerinin yaşlandığını,
;.fere kumanda edemeyecek kadar yorgun olduğunu, bu sebeble
Şehzade Mustafa Sultan'ın tahta geçmesi icab ettiğini ileri sürmelerinden bahis
eden bir mektup gönderen Veziriam Damad Rüstem Paşa, bu sözlere kendisinden
başka herkesin ittifak ettiğini bildirmesi üzerine Hazreti Padişah orduyu
istirahata, veziriazamı yanına çağırtan emrini gönderdi. Hicrî 959/Milâdî 1553
tarihinde bizzat Sultan Hazretleri sefere çıkacağını bütün menzillere duyurdu.
Sefere çıkan orduyu hümayun Padişah Hazretlerini başlarında görünce
şevkinden ve keyfinden memnuniyetini her an gösteriyordu. Şehzade Bayezid
Saltanat Kaymakamı olarak Edirne'ye gönderilmişti.
Şehzade Selim Sultan ise Bolvadin'de pederine mülâki olmuş ve
elini öpmüştü.
Şehzade Mustafa Sultan ise Ereğli'de babasını karşılamaya çıkmış
fakat bu sefer kendisini bekleyen akıbetten habersiz gelen vüzerayı karşıladı.
Resmî merasim yapıldıktan sonra misafirlerinin hediyelerini veren Şehzade
Mustafa Sultan ertesi günü babasının elini öpmek üzere Otağı Hümayuna hareket etti.
Yolda Yeniçerilerin durmadan Şehzadeyi alkışlamaları, büyük sevgi göstermeleri
Şehzade'nin hayatı için bir dönüm noktası teşkil ediyordu. Bu durum kendisine
yazılan mektubun doğruluğunu gösteriyordu.
Şehzade Mustafa Sultan Otağa girdiğinde babasının öpeceği elini
ararken, kendi hayatına son verecek yedi tane cellâtla karşılaştı. Babasından
istimdad ederken bu yedi dilsiz cellât Şehzadenin hayatını sona erdirdiler.
Şehzadenin cenazesi Bursa'ya defn olunmak üzere gönderilirken, Yeniçerilerin
feveranı üzerine Damad Rüstem Paşa Sadrazamlıktan uzak-iaşıyordu. Şehzade
Mustafa Sultan ceddi İkinci Sultan Murad Han'ın türbesine defnolundu.
Ağabeysinin durumunu haber alan küçük Şehzade Cihangir Sultan üzüntüsünden
hasta olmuş ve kısa bir müddet sonra o da iyileşemiyerek vefat etnişti. Cesedi
Şehzadebaşı camiindeki bir türbeye defn olundu.
Hazreti Padişah iki oğlunun bu ölümü üzerine son derece üzülmüştü.
Oğlu Cihangir'in adına izafeten bir camii yapılmasını emir buyurdu. Bu camii
bugün bulunduğu semte adını vermiştir. Bu seferi hümayun bir İran seferinden
ziyade Şehzade Mustafa Sultan Meselesinin halli olarak da vasıflandırılır bir
çok tarihlerce...
Şehzade Bayezıd Sultan'ın İdamı
Önünde Şehzade Mustafa Sultan'in boğduruluşu, onun üzüntüsünden
rakik kalbine gelen kriz yüzünden hayata veda eden Şehzade Cihangir Sultan
örnekleri dururken, saltanat fırıldağı.çevirmeye gayret için insanın mutlaka
ayrı bir yaratılışı olması icab eder. Şehzade Bayezıd Sultan, Hanedanı
Osmaniyye'nin değerli bir mensubu olarak bu tehlikeli oyunu oynamaya çalıştı
fakat âkibet ona da ölüm sundu.
Anlatılır ki; Şehzade Selim Sultan (sonradan tahta o geçti)
yakınlarından birine sorar:
— Benim için ehali ne düşünür? Cevab ikaz mahiyetindedir.
— Ordu pederinizin yerine Şehzade Mustafa Sultanı, tahtta görmek
ister. Fakat peder ve valideniz; kardeşiniz Bayazıd Sultanı çok seviyorlar.
Sizin lâfınız hiç bir yerde edilmiyor.
Şehzade Selim Sultan'ın cevabı daha muhteşem ve şaşırtıcıdır:
— Ordu varsın Mustafa'nın
padişahlığını istesin; anam ve Padişah babam varsınlar Bayazıd biraderimi
sevsinler. Amma. Cenab-ı Mevlâ isterse taht-ı Osmanî Selim'in olacaktır.
Hakikaten herkes saltanat kavgası için pala sıyırırken, politika
çemberini çevirirken Selim Sultan'ın tevekkülü onun iradei İlâhiyye bahsine
vakıf olduğunun kesin bir işaretidir.
Şehzade Selim Sultan'ın hakikat olan bu sözlerini nakilden sonra
Bayazıd Sultan'ın kaderi olan ölüme nasıl duçar oluğunu kısaca anlatalım.
Şehzade Mustafa'nın idamını emretmek şüphesiz ki Koca padişahı
üzmüştü. İkinci bir evlât acısı eklenince ki, Cihangir Sultan'ın vefatıytı.
Yaralı kalbi baba ilk isyanını yakaladığı Şehzade Bayazıd'ı Hürrem Sultanında
ısrarları ile affetti. Bayazıd yaptığı isyanın farkında olduğundan barış
şerbetini eline tutuşturan babasının sunduğu şerbeti zehirlidir korkusuyla bir
müddet içemeyip endişeyle bekledi. Sultan Kaanuni Hz.leri durumu görünce
oğlunun elinden aldığı bardağı bir dikişte bitirdi. Belki de Sünneti Şerife uygun
içm^ tarzını ilk defa terketmiş oldu koca Padişah.
Evet oğlu ona itimat edememişti. Affa inanamamıştı, banş
merasiminde annesi Hürrem Sultan bulunduğu halde. Bu tereddüd onun bu işlere
yeniden teşebbüs edeceğini gösteriyordu, nitekim etti de...
Şehzade Bayazıd Sultan Amasya'dan, Ağabeyi Şehzade Selim Sultan'a
ki, o sırada Saruhan Sancak Beyi idi, hakaretlerle dolu mektup gönderdi. Fakat
bu mektubu Bayazıd'a yazdıran Mustafa Beğ adlı bir dolapçı olduğu birçok
tarihlerde yazılıdır. Bu haraketlerden haberdar olan Kaanuni Sultan Süleyman;
Sokullu Mehmed Paşa kumandasındaki 20.000 kişilik bir kuvveti Bayazıd SuStan'ın
üzerine gönderdi. Konya ovasında yapılan savaş devlette, yâni Sokullu Mehmed
Pa-şa'dan kaldı. Bayazıd mağlûp ve münhezim olarak İran'a sığındı. İşte bu
İran'a sığınma onun en büyük hatası oldu. Şah Tahmasb Osmanlı'nın böyle bir
şehzadesi eline gelir de se-__Yi-nmez mi? Düşman sevindiren Bayazıd Sultan ne
dereceye düşer...
Kaanuni, Şah Tahmasb'a yazdığı mektupta iltica isteğini kabul
etmemesini yazar, Fakat Şah Tahmasb şu anda politikasına uygun bulmadığından bu
talebi red eder. Ayrıca bizzat Şehzadeyi karşılamaya gider.
Bir müddet sonra Şehzadenin etrafındaki askerî birliğin
kuvvetinden ürkmeye başlıyan Şah, artık Şehzadeyi gözden çıkarmıştır. Kendisini
ve dört çocuğunu tutuklatıp zindana atar. Bu sırada Osmanlı Devleti ile
müzakereler neticelenmiş, Cellât Ali Ağa'ya şah'ın zindanına girip onları
boğmak kalmıştı. Bu beş ceset Sivas'a götürülmüş ve kuzey kapısının yanına
defnolunmuşlardır. Ve hakikaten âlemlerin Rabbi'nin takdiri Şehzade Selim'in
padişahlığımış ki son Şehzade o kalmıştı artık...
'
Kanünı'nın Son Seferi
Hazreti Padişah, evlâtlarını kaybetmenin üzüntüsü bu arada bazı
mühim vaka'alar sebebi ile bir hayli yorulmuş ve yıpranmıştı. Padişahlığı 46
yıla varan bir müddeti bulmuş ve bu kırkaltı yılın yansından çoğu at sırtında,
kılıç elde, göz düşmanda, fikir milleti islâmiyye'nin rahat ve huzurunu, kalb
ile Vacib-ul Vücud'un, yâni Hakk (Cele Celâlühun) emirlerine açık olarak
geçmişti. Süleyman Kaanuni'nin kızı Mihrimah Sultan, kalb gözü açık bir mâna
hanım olarak, İslâm için Ai-lah için cihad etmeyi kendine vazife bilen
babasının bu husustaki en büyük yardımcı ve teşcikçisiydi.
Kaanuni Sultan Süleyman Han'ın Zİğetvar seferi adını alan ve son
seferi olan bu seferi anlatırken şu mealdeki Hadls-i Şerifi okuyucularımıza
hatırlatıyoruz: «Allah yolunda cihad ederken ölenler şehiddirler».
Kaanuni Sultan Süleyman Dersaadet'ten ayrıldıktan sonra
rahatsızlığı arttı. At üstünde durması bile artık ızdıraplar veriyordu. Bunun
için tekerlekli taht'a benzer bir araba yapıldı. Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa
önden ilerleyip arızalı yolları nisbeten düzgünleştiriyor, sevgili
padişahının, o muazzez vücudunun daha az incinmesine gayret gösteriyordu. Böyle
uzun bir müddet yolculuk yapılması Padişaha iyi gelmiş, nisbeten kendisini
toparlamıştı. Bu arada Trakya, Bulgaristan ve Sırbistan geçilmiş idi. Belgrad'a
gelindiğinde Hazreti Padişah Orduyu Hümayunu topladı. Bir resmî.geçid
yaptıktan sonra zaferler kokusunun yabancısı olmayan atının üzerine bindi ve
Tuna böyle at üstünde geçildi.
Macaristan Kralı genç Zapolya, Hazreti Padişahı yanında
asilzadeleri olduğu halde içten gelen bir samimiyyetie karşıladı ve kendisine
çok kıymetli hediyeler sundu. Hazreti Padişah bu durumdan çok mütehassıs oldu.
Zapolya'yı gözlerinden öpüp onun Macaristan Krallığını kuvvetlendireceğini vaat
etmek lûtfunda bulundu.
Zapolya'yı uğurlayan Hazreti Padişah, Drava nehri üzerin de
yüzyirmi dubadan kurulmuş uzun bir köprüden ordusunu geçirterek Erdel
topraklarına varıldı. Kaanuni ikiyüzbin kişilik ordusunun geçişini Tuna'dan
getirttiği bir kalyondan se-retti. Bu ordu sevgili padişahlarını zafer
çığlıkları ile selâmladı.
Bilindiği gibi Bûdin ve Belgrad, Devleti Aliyye'nin bu bölgede
iki kuvvetli istihkamıydı. Buna bir üçüncü istihkâm ilâvesi olarak Zigetvar
kalesini düşünen Padişahı Cihan, orduyu hümayunu Zigetvar kal'asına sevk etti.
Bûdin Beylerbeyi Arslan Paşa orduyu hümayuna zaman kazandırmak
için halisane bir niyetle Salmo Kontu'nun üzerine yürüdü fakat muvaffakiyyet
temin edemedi. Kesin bir mağlûbiyyet de almamış olmasına rağmen yaptığı hatalardan
ikisi çok önemli idi. Birincisi kendi insiyatifiyle düşman ...üzerine
yürümüştü. Halbuki devletin bir politikası vardı. İsti -şaresiz hareket iyi
netice verse bile makbul görülmezdi. Tarih böyle olaylarla doludur. İkincisi
ise Sadrazam Sokulu Mehmed Paşa'ya yediği mektuplar hiyerarşiyi ortadan kaldıran
seviyedeydi.
Şüphesiz ki Aslan Paşa bu hataları biliyordu. Fakat böyle yapmış
olması meselede mevzi olarak haklı olmaya dayanıyordu. Mevzi haklılık genede
haklılığı getirmiyordu. Devleti Osmaniyye bir kılıç gibidir, bir tarafı keskin
bir tarafı ise keskin değildir. Muvaffak olmak için ne lazımsa iste al. Fakat
muvaffakiyet husule gelmezse baş gider. Muvaffakiyet temin olursa elde
ettiğinin bir kaç misli padişah iltifat ve hediyelerine gark olursun.
Aslan Bey'in şansına başı vermek düşmüştü. İki rekât namazı
müteakip boynunu uzattı ve bu iş bitti.
Zigetvar kaesi, Avrupa'nın ünlü kumandanlarından Zîrinyi
tarafından müdafaa olunuyordu. Devleti Osmaniyye kahramanları her zaman takdir
etmiş kahramanoğlu kahramanlara ait bir devletti. Zîrinyi'ye Hırvatistan
valiğini vereceğini kaleyi kan akıtmadan teslim etmesini istediler. Zîrinyi bu
taebi geri çevirdi. Osmanyı'ya düşen bileğinin hakkıyla kaleyi geçirmekti. Ve
hücumlar başladı. Kale son derece metin bir kale olduğundan düşmüyordu. Beri tarafta
Cihan Padişahı çok ağıraşan nefeslerinin arasında mücahidlerin halini soruyor
ve «Ah Zigetvar ne zaman bana yâr olacaksın?» diye söyleniyor, «Bana bu kal'ayı
ne zaman vereceksiniz?» diye Sokulu ve yanındakilere soruyordu.
Zîrinyi, mücahidlerin hücumlarından bunalmış artık talihin yardam
etmeyeceğni anlamış şanına lâyık bir ölüm aramaya başlamıştı ve o bir huruç
hareketiyle elinde kılıçla ölmek olabilirdi...
Zîrinyi bütün askerlerini toplayıp onlara bir hitabede blun-du ve
konuşmasının sonunu şöyle bağladı: «Benimle ölmek istiyeler yanıma gelsin»
deyince 600 kişi yanına geldi. Kılıçlarını çektiler, kapıyı açtılar ve
mücahidlerin üzerine saldırdılar. Daha ilk anda Zîrinyi başına isabet eden iki
mermi ve göğsüne saplanan ok ile arzuladığı Ölüme kavuştu. Fakat daha güzel bir
şeye kavuştu. Civanmerd İslâm askeri bu kumandanın cesedini yerden kaldırıp
bir top arabasının üzerine saygıyia koydular .Kâfir de olsa bir askere gereken
hürmeti nösteren millet şüphesiz ki Zîrinyi'den çok daha büyümüş oluyordu tarih
huzurunda...
Huruç için çıkan Zîrnyi intihar ekibi bir anda yok edilmiş ve açık
kapıdan kaleye dalan mücahidler Zigetvar'ı şanlı Hi-lâl'e kavuşturmuşlarsa da,
otağı hümayununda Cihan Padişahı son nefesini veriyordu. Bir çok tarihler bu
zafer haberini alamadan öldüğünü söyledikleri Kaanuni Sultan Süleyman Han'ın
tazarruları bu kal'anın kendisinin olmasını istediği, duayı kalbiyi yerine
getirdikten başka dua'yı fiili'yi de yerine geiren bu yüce Sultan, Velî
Padişahoğlu, Velî Kaanuni Sultan Süleyman Han elbette alındığını görmüştü.
Çünkü âlemlerin Rabbi Allah (C.C.) velî kularının dualarını kabul ve semeresini
gösterenlerdendir.
Zigetvar, Osmanlı'ya yâr olmuş, Cihan Padişahı ise her zaman
beraber olduğu Rabbine dönmüştü. Sokullu Mehmed Paşa'ya düşen ise durumu hiç
belli etmeden yeni padişah taht'a geçene kadar Hazreti Padişahı sağ
gösterebilmekti. Derhal onun imzalarını kullanarak her tarafa zafernâmeler
gönderip fetih haberlerini müjdeledi. Asker zaferlere kavuştuğundan Zaferler
Padişahına duâ ediyor, Sokullu savaşta muvaffakiyetler gösterenlere hediyeler
sunuyor, Padişah rahatsız olduğundan bu törenlere katılamıyor diyerek fevkalâde
bir şekilde durumu idare ediyordu.
Hazreti Padişahın hayatında 10 sayısı çok büyük tevafuklar
gösterir. Şöyle ki; Dünyaya teşrifleri onuncu asrı Hicrî'nin başlarında
olmuştu. Osmanlı Devleti'nin onuncu padişahı oldu. Kendi zamanında yaşayan on
hükümdarın en şevketlisi ve büyüğüydü. Zamanında en büyük şehirlerin sayı ise
on adetti. Zamanı satanatlannda on sadrazam ve on reis'üi kût-tap vazife aldığı
gibi on adet fetih yapmıştı.
Büyük adamlar, büyük adamların yetişmesine vesile olurlar. Bu
misalden bazı isimleri sayarak cennetmekânın hayatını anlatmaya son verelim.
Denizler Padişahı Barbaros Hayreddin Paşa ve Turgut Reis, Salih
Reis gibi denizciler, Şeyhul İslâm Ebussuud Efendi gibi yüksek dîni otorite,
dünyanın hâlâ hayranlığını muhafaza ettiği Mimar Sinan, şâirlerden Fuzûlî ve
Bakî, meşhur tarihçi Reis'ül Küttap Feridun gibi zatların hâmisi olmuştu.
Mimar Sinan'a yaptırttığı Süleymaniye Câmiinin avlusundaki,
kendinden evvel vefat eden sevgili hanımı Hürrem Sul-tan'Ia aynı türbede ebedî
istirahatgâhlarında uyumaktadırlar. Tarihler Hicrî 974/Milâdî 1568 yılını
gösteriyordu.
Kaanuni Sultan Süleyman Han'ın safhai hayatın: anlatmayı
bitirirken iyi biliyoruz ki, Barbaros Hayreddin Paşa'nin meşhur Preveze
Zaferini hiç anmadık. Halbuki bu, Devleti Osmanİyye'nin kuruluşundan üç asır
sonra dünya denizlerinin hâkimi olduğunu belgeleyen bir zaferdir.Bu zaferi
muhterem M. Ertuğrul Düzdağ Bey'in sadleştirip bu milletin evlâd-larına
kazandırdığı Tercüman Bİnbir Temel eser serisinin 14 ve 15'inci kitabı olan
«Gazavatı Hayreddin Paşa» adlı eserden ikinci cild sh. 188/19l'den aynen nakli
uygun gördük.
Hazreti Barbaros Hayreddin Paşa'nın Preveze Zaferi
Seherde gördüğüm rüya O
«— Allahım, İslâmı kâfirler üzerine kuvvetli kıl! Islama nus-ret
ihsan eyle!»
Diye sabaha kadar tazarru ve niyaz eyledim. Seher vaktinde uyku
ile uyanıklık arasında şunu gördüm:
«Yattığımız limanın yalı kenarında sanki karada bir çok ufacık
serdin balığı çıkmış. Amma ol ufacık serdin balıklarının içinde iki tane karnı
yarık balık vardı. Bunarı seyr eder dururken, bir şahıs bir al ata binmiş dolu
dizgin yanıma geldi, atın başını çekip durdu. Bir peştemal dolusu ufacık
balığı elime verip: Al bunu ya Hayreddin! Halife-i rûy-i zemin olan
şevketlüSultan Süleyman'a peşkeş ver, dedi. Sonra çıkarıp elime bir rik'a
vererek kayboldu. Ben de rik'ayı açıp baktım. Gördüm ki, beyaz kâğıt üzerine
yeşil hat ile — Nasrun min Allahİ ve fethun karib ve beşşiril mü'minîne yâ
Muhammed— deyu yazılmış. Bunu okuyup yüzüme gözüme sürdüm.
«— Sana hamd ve şükürler olsun ya Rabbi!»
Diyerek uykudan uyandım.
Rüyayı kendim tabir ettim:
«— İnşalah ol ufacık balıklar kâfir donanmasını firkateleri ve
sandallarıdır. Erzak ve ganimetlerle islâm askerinin tok doyum olacağına
işarettir. Karnı yarık balıklar ise kâfirlerin kadırgalarıdır. Gâib bilinmez
amma, içinde olan kâfirleri firar etmiş olmalı. Padişah-ı âlem-penah
hazretlerine peşkeş ver dediği peştemal dolusu ufacık balık, inşalah, yakında
Boğ-dan'ın fetih haberi geleceğine işarettir. Çünkü şimdilerde
Padşiah-ı âlem-penah Boğdan üzerine gitmiştir. İçinde nusret
âyeteri yazılı olan rik'a ise, inşallah, Allah'ın yardımı, Pem-gamber'in
mucizesi, enbiyaların himmeti ile düşmana man-sur ve muzaffer olmamıza
işarettir.»
Diyerek hamd ü senalar ettim.
Baktım ki nusret rüzgârı içerden dönmeye başladı. O zaman:
«— Bismillah, tevekkeltü alellah, niyyeti gaza, kasdı kâfir!»
Diyerek mübarek bir saatte salpa eyleyip, bâdbanlan döküp, pupa rüzgârla fecir
vaktinde seksen pare gemi olmak üzere kâfir donanmasının üzerine hücum ettim.
Preveze Savaşı
Kâfir donanmasının ise o gece üzerine bir pus çöktü ki bir
birlerini görmez oldular. Benim limandan çıkacağımı ise hiç zannetmiyorlardı.
— Barbaroşo bizden korktu, gayri limandan taşra çıkmaz.»
Derlerdi.
Zira kâfirler gelip oraya ienger-endâz olalı üç gün olmuştu.
Bizden bir hareket görmediklerinden böyle kanaat getirmişlerdi. Amma, düşman
düşmanın halinden bilmez, demişler. Bizim yattığınız Preveze limanından öyle
olur olmaz rüzgâr ile çıkılmaz idi.
O sebepten çıkışı rüzgârın içerden eseceği bir mübarek saate tehir
etmiş idim. ;;
Seksen pârelik donanmamı üç bölüm ettim. Tenbih ettim ki:
«— Bizim gemi alayı kâfirin alayına karşı olsun. Bizim firkate
alayı firkate alayına, kalite alayı kâfirin kalite alayına mukabil olsun!»
Böylece taksim edip at başı beraber İslâm donanması kâfir
donanmasının üzerine gitmekte olduk.
Amma kâfirler karanlık pusun içinde, demir üzerinde ken-di
havalarında yatırlar idi.
Bizi ardımızdan sürüp oraya getiren nusret rüzgârı, varıp kâfir
donanmasının üzerindeki pusu da dağıttı.
Kâfirler gördüler ki İslâm donanması üzerlerine bindirip varır. O
zaman kâfirlerin içinde, bir ana baba günü bir şaşkınlık, bir rubulya koptu
ki, demek olmaz!
Daha alaca karanlık olduğundan demirlerini kesip birbirlerinin
üzerlerine düşüp kâfirler donanmasiyle müslüman donanması karmakarışık
oldular.
Otuz atı pare geminin önünde o arka, forsa sancaklannı dikip fora
alabanda arslanlar gibi yollu yolunca ateşlerimizi saçarak cenge giriştik.
Kalite alayımız kâfirlerin kalitelerini allak bullak edip kimini
alıp, kimini batırmakta, kimisini ise kâfirler bırakıp kaçmakta idiler.
Firkate alayı dahi, küfür firkatelerinin kimini alıp, kimini
baştan kara edip, kimini dahi boğup gitmekle idiler.
Elhâsıl kâfir donanması münhezim olup, asâkir-i İslâm mansur ve
muzaffer oldu.
Kâfir gemilerinden sekiz paresi kuru tekne olarak on beş tanesi
alındı, yedisi batırıldı.
Kâfir kalitelerinden yedisi cenk ederek, ikisi içindekilerin
bırakıp kaçmasıyle dokuz kalite alındı.
Kâfir firkatelerinden on iki pare firkate alındı. Netice-i kelâm
kâfirlerin yüz yirmi pare donanmayı men-hûselerinden otuz altı adet tekne
alındı, kalanı firar edip gittiler.
Firkateler ve sandallar deryanın yüzünden kâfirleri devşii-iler,
kimisi de boğulup cehenneme gitti. İkibin yüz yetmiş-.eş kâfir esir alındı.
Büyük Ziyafet verdim
Aktarmaları getirip limana koduk, sonra kendimiz de şeametle
tekrar limana girip yattık. Sakatlarımızı onardık. Zira )iz de salkım saçak
olup, iler tutar yerimiz kalmamıştı.
Şehit olan gazilerin kimini deryaya kimini ise Preveze'ye lefn
ettik.
Seksen pare gemideki gazi askerlerden dört yüz şehit, se-ciz yüz
yaralı vardı. Mecruhların yarasını hoşça sardık.
Bu büyük gazanın şükrü için yüzümü secdeye koyup ıamd ü senalar
eyledim.
Sabah olunca kaptanlara ve gazilere büyük ziyafet verdim, yeyip
içip şenlik şâdımanlık ettiler.
Bizler bu sürür ve sevinç içinde iken Boğdan'ın fethi müjdesiyle
Kapıcıbaşı geldi. Kapıcıbaşıyı ihtiyaçtan beri edip göğe erdirdim.
Kaptanlara ve Kapıcıbaşıya gördüğüm rüyayı ve nasıl aynen
çıktığını anlattım-
Görüyorsunuz bir islâm kahramanı en büyük deniz zaferlerini bile
ne kadar tevazu içinde anlatıyor... Bundan ders alınsa yeridir.
Kaanüni Sultan Süleyman'ın Hanımları Ve Çocukları
Yılmaz Oztuna; Kaanuni'nin zevcelerinin sayısını, dört tane olarak
gösterir ve bunlardan 1496'da doğup , 1550'de vefat eden ve adı bilinmeyen
ancak, Mahmud adlı bir şehzadesi bulunan ve kendi makberi Şehzade camiinde
bulunan bir hanımdan haber verir. 1499'da Bursa'da doğmuş Abdullah kızı Mahi
Devran Haseki, 1581'de 82 yaşında
ölmüştür. Evliliği 52 sene sürmüşse de, bunun fiili olmadığını Mahı Devran
Haseki'nin 1534'den sonra oğlunun yanında yaşadığını bildiriyor. 1553'de
yerleştiği Bursa'da, 28 sene muammer olmuş ve oğlu Şehzade Mustafa'nın
türbesine defnolunmuştur. Kaanuni'nin 3. hanımı ise Gülfem Hatun adlı 1497'de
İstanbul- 1 da doğmuş, 65 yaşında
olduğu halde yine İstanbul'da vefat eden bu zevcesi 51 sene süren izdivaç
müddetiyle görülüyor ki evliliği 14 yaşındayken vukubulmuştur. Muraâ-adlı bir
şehzadesini babası boğdurtmuştur. Dördüncü Hatun ise; Hurrem Haseki
Sultandır. 1506'da İstanbulda doğmuştur.
Ortodoks bir rahibin kızıdır, Müslüman olmadan önceki esas adı Aleksandra
Lisovska'dır ve Roksalan'da denmektedir. Evlendiğinde oda 14 yaşında olup, 38
yıl dünyanın en büyük devlet başkanının hanımı olarak yaşamıştır. 1558'de
vefatın da Sü-leymaniye Camiindeki türbesine gömüldü. Muhteşem Ka-anuni'ye dört
şehzade bir Sultanhanım doğurdu. Kızı Mihrimah olup, erkek çocukları, Mehmed,
Selim, Bayezid, Cihangir ve Abdullah adlı şehzadelerdi. Çok hayrat
yaptırmıştır. Mimar/Sinan'ı çok çalıştırmıştır. Bir de Üluçay'a göz atalım
,.bak-alim bu hususda neler yazmış! Üluçay bey, Hurrem Sultan, Mahidevran ve
Gülfem Hatundan bahsetmekle beraber adı bilinmeyen hanımdan bahsetmez ancak
Kaanuninin başka eşleri olabileceğimde beyan eder. Gülfem Hatun'unsa
öldurulduğunu yazar. Ancak kabir taşında şehide-i saide yazıyor olması yâni
kutlu şehid mânasına gelen bu ifadenin kötü bir eylemin sahibi olmadığını akla
getiriyor. Hurrem Sultan hakkında üluçay menşei hakkında pek çok çeşit rivayet
ileri sürmüştür. Ancak İstanbul'da doğdu dememiştir. Mahidevran hatunun, Hurrem
Sultan ile hayli didiştiği ancak galibiyetin Hurrem'de kaldığı, su götürmez.
Kaanuni'nin kızlarına gelince Gluçay, Mihrimah hanımsultanin ve
Raziye hanımsultan'ın kızından başka kız yazmamaktadır. Mihrimah Sultan
Kaanuni'nin tek kızı olduğu-hususu, Yahya Efendiye ait türbede medfun ve kabir
taşında "Tasasız Raziye Sultan Kaanuni Sultan Süleyman kerimesi ve Yahya
Efendinin mânevi kızı" olduğu yazılı olması böylece bir tashihe uğramış
oluyor.
Bunun yanında Mihrimah Sultan'in İstanbul'da 1522'de doğduğu ve
25/ocak/1578'de Istanbulda vefat babasının türbesine defnolunmuştur. Çok
hayırhah bir hanımdır. Edirne-kapı'daki Sinan yapısı Camii bu hanımsultan
yaptırmış ve adıyla anılmaktadır. İzdivacı 1539'da Rüstem Paşa ile olmuştur.
Rüstem Paşa daha sonra sadrıazam yapılmıştır. Hurrem Sultan-Mihrimah ve Rüstem
Paşa Kaanuniden sonra, padişah olması muhtemel olan şehzade Mustafa'yı ki bu
şehzade Mahidevran hatunun oğludur saf dışı bıraktılar. Mustafa'nın
boğdurulmasın da paylan olduğu rivayeti vardır. Sevilen şehzadenin katlini, bu
üçlünün işi olarak tahmin eden askerin tatmini için ve belki de evlâdının
zayiinde dahli olduğunda şüphesi olduğundan olabilir. Rüstem Paşayı sadaretten
azletti. Mihrimah Sultan daha sonra annesi Hurrem Sultan'ın vefatı üzerine,
babası Kaanuni'nin, dert ortağı olduğu görüldü. Babasından sonra Osmanlı
tahtına geçen 2. Selim ve onun oğlu 3. Murad zamanında da pek saygı gördü ve
Hâla Sultan diye lakablandı.
Hemen ilâve edelimki Üsküdar'da İskele camii diye konuşulması
tercih edilen camiin asıl adı ve yaptıranı bu Mihrimah Sultandır. Dünyanın
hayran olduğu padişah Kaanuni Sultan Süleyman baba olarak çok müşfik olmakla
beraber devlet reisi olması hasebiyle devletin âli menfaati hususunda pek
realist bir anlayış sahibidir.
Kırkaltı yıl süren devrinin bir evlâddan ziyade devlet reisi
olacak anlayışıyla yetiştirilen şehzadeler, bu uzun saltanat dönemini sabırla
bekleme gücünü gösteremediler. Şehzade katliyle bu padişahı suçlayanlar, hiç de
şehzadelerin sabırsızlığını göz önüne almadılar ve târih yorumlarını
yaptıkları istikamet tabiatıyla doğru bir neticeye varamadı.
Yılmaz Öztuna değerli eseri Devletler ve Hanedanlar adlı
çalışmasında Kaanuni'nin erkek evlâd sayısını onbeş olarak göstermektedir.
Bizde bu bilgileri özetlemek suretiyle aktaralım efendim:1512'de doğup,
1521'de 9 yaşında ölen Mah-mud, 1515'de doğan ve Konya Ereğli'de 6/kasım/1553
babası tarafından boğdurulan, Mustafa, Amasya'da 1526'da doğup, Bursa'da
1533'de boğdurulan Mehmed, sadece Ölüm târihi bilinen Konya'da medfun Ahmed,
1521'de İstanbul'da doğup, 22 yaşında 1543'de Manisa'da Çiçek hastalığından
ölen Mehmed, bebekken ölen Abdullah, 1524'de doğan ve bilahire 2. Selim
unvanıyla tahta çıkan Selim, 1525'de doğup, 1562'de Kazvin'de İran Şahına
verilen sipariş üzerine öldürttürülen Bayezİd, 1543'de Kütahya'da doğup, Kazvin'de
1562'de Şah'ın marifetiyle boğdurulan Orhan, yine Kütahya, Kazvin hattı içinde
1545 doğum, 17 yaşında 1562'de boğdurulan Osman, aynı hatta 14 yaşında
öldürü--leh Abdullah, 3 yaşında Bursa'da boğdurulan Mehmed, İstanbul'da
1531'de doğup, Ağabeyi veliahd Mustafa'nın idamında geçirdiği şok'a bağlı
olarak vak'adan 21 gün sonra 27/kasıml553'de vefat eden Cihangir ki
İstanbuldaki Cihangir semti bu şehzadenin adına kurulmuştur. 1554'de doğup,
sekiz yaşında 1562'de vefat ettiği bilinen ve hakkında başka bilgide bulunmayan
Orhan'ı böylece sizlere naklettik.
Kaanüni Sultan Süleyman'ın Sadrıazamları Ve Şeyhülislamları
Kaanuni Sultan Süleyman; tahta cülus etdiğin de makamı sadaretde
baba yadigârı Pîri Mehmed Paşayı buldu. 27/5/1523'de sadarete Pargalı bir
devşirme olan, önce makbul sonra maktul lakabı ile anılan İbrahim Paşayı
getirdi. Aynı zamanda damat olan İbrahim Paşanın bu görevi; 15/3/1536 yılına
kadar, 12 sene 8 ay, 11 gün sürdü ve hayatının idamla izale edilmesiyle işin
sonuna gelindi. Bu sefer sadarete, Ayaş Mehmed Paşa tâyin olundu. Bu zâtın
sadareti ise; 3 sene, 3 ay, 29 gün sürdü ve vazifeye veda ettiğinde târih
13/7/1539'u gösteriyordu.
Dâmad Lütfi Paşa; î sene, 9 ay, 15 gün süren sadaretinden hanımı
ile yaptığı bir kavga yüzünden ve asabına hakim olamayarak bıçağına sarılması,
kaimpederi padişahın mührü elinden almasına sebeb oldu. Târih ise 27/nisan/l
541 idi. Hadim Süleyman Paşanın getirildiği sadaret te bu zâtın dönemi 3 sene,
7 ay, 1 gün sürebildi. Ayrıldığında takvim yaprağında, 28/11/1544 târihi yer
alıyordu. Mihrimah sultanha-nımın kocası dâmad Rüstem Paşa geldiği sadarette 8
sene, 10 ay, 8 gün gibi kısa olmayan bir zaman diliminde icraat yaptı.
Şehzade Mustafa'nın babası Kaanuni'nin emriyle boğdurulmasına yol
açan entrikalarda karısı Hurrem ve kızı Mihrimah ile birlikte dâmad Rüstem'i
sorumlu gören Kaanuni, kızı ve karısına kıyamadığından, acıyı Rüstem Paşanın
elinden mührü hümayunu almakla iktifa etdi.
Bu sırada, 1553/ekim'inin 6. günü olmuştu ve bu sefer makam-ı
sadarete Dâmad Kara Ahmed Paşa getirildi. Onun dönemi de 1 sene, 11 ay, 23 gün
sürdü. Târihler 29/9/1555 idi Her halde Hurrem ve Mihrimah Sultanhanımlar Kaanuni'nin
yüreğini soğuttular ki sadaret mührü yine Rüstem Paşanın avuçlarına konuldu.
Fakaat târihler, 10/temmuz/156ri gösterirken Rüstem Paşa hem hayatını hem de
sadareti kaybediyordu, böylece bu döneminin 5 sene, 9 ay, 11 gün ve İki
sadaretinin toplamı ise, 14 sene, 7 ay, 19 gün sürmüş oluyordu.
Rüstem Paşanın vefatından sonra çıkan serveti asırlarca konuşulan
bir büyüklük göstermekteydi. Yerine Semiz Ali Paşa sadnazam tâyin olundu ve bu
zât da 3 sene 11 ay, 19 gün ülkenin iki
numaralı insanı olarak vazife yaptı. Bunun arkasından büyük vezir Sokullu Tavil
Mehmed Paşa'y1 sadaretde görüyoruz ve üç padişaha hizmet eden uzun sayılacak
bir döneme imza attığını görüyoruz. Sadaret dönemi de aralıksız 14 sene, 3 ay,
15 gün sürdü. Eğer bir komplo ile suikasta uğramasa idi daha hayli muammer
olurdu makamı sadaretde. Ne varki Kaanuni'nin vefatında Sokullu veziriazamdı
ve bu muhteşem padişah son dönemini böyle değerli bir veziriazam ile geçirmişti
onun vefatını maharetle saklamıştı hem dünyadan hem de ordusundan. Kaanuni 46
yıl süren taht-ı saltanatında 10 defa mühür alıp vermiş ve bunun ilkini görevde
bulduğu Pîri Mehmed paşadan almak olmuştur. Rüstem Paşayıda iki defa vazifeye
getirdiğinden on defa değişen sadnazamm, ilkini kendinin bizzat tâyin etmediğinden
Rüstem Paşayı da düşersek dokuz kişi ile çalıştığına kanaat getirebiliriz. Bu
muhteşem padişahın şeyhülislâmları ise göreve geldiğinde vazife başında bulduğu
Zenbilli Ali Efendi, 22 sene, 8 ay süren makam-ı meşihatde ki görevi
1525/se-nesi 10. ayında Hakk'ı yürüyünce İbni Kemâl lakablı Kemâlpaşazade Ahmed
Şemseddin Efendi hz. ferine tevcih etdi. Bu muhterem zât; 8 sene, 6 ay kaldığı
vazifeden, vefatı münasebetiyle ayrıldılar ve 16/nisan/1534 takvim
yaprağındaki tâ-rihdi. Sadullah Sadi Efendi 16/4/1534'den, 21/2/1539'a kadar 4
sene, 10 ay 4 gün kaldığı görevden vefat üzerine ayrıldı. 12. şeyhülislâm ise
Çivizâde Muhyiddİn Efendi bu göreve geldiğinde 3 sene, 8 ay kaldı. 1542'nin 10.
ayında Hz. Mev-lânaya küfrettiği için görevinden alındı. 13. şeyhülislâm
Is-partalı Abdülkadir Hamidi Efendi, 3 ay vazife yaparak hastalandı ve
çekildi. 14. şeyhülislâm Fenârizâde Muhyiddİn Efendi de 2 sene, 9 ay vazifede
kalabildi ve hastalığından dolayı, istifa etdi. Osmanlı'nın 15. şeyhülislâm
Mehmed Ebu ussuud Efendi makam-ı meşihate geldi 28 sene, 10 ay bu makamda kaldı
ancak Kaanuni'nin son şeyhülislâmı bu zatdır. Buradan anlıyoruz ki 46 yıllık
saltanat döneminde Kaanuni Süleyman Hân, yedi şeyhülislâmla çalışmıştır.