II. BAYEZİD :
Babası: Fatih Sultan Melımed Han
Annesi: Gülbahar Hatun
Doğum Tarihi: 1448
Vefat Tarihi: 1512
Saltanat Müd.: 1481-1512
Türbesi: İstanbul Bâyezid Camii Yanı.
Tahta Geçişi
Tarihin kaydettiği en büyük padişah tarihin yaptığı işleri
aniatrnaya doyamadığı sultan, müslümanların madde ve mânâda kumandanı Yüce
Fatih şehidlik rütbesini takınarak muazzez vücudunu terk eden ruhu cennet
bahçelerine uçtuktan sonra dünyaya nizamat verecek devleti Aliye-i Osmaniye,
Ahmet Sultan'm, üzün Hasan ile yapılan muharebede çok büyük muvaffakiyetler
gösterdikten sonra şiddetli üşütme yüzünden böbrekleri kanamaya başlamış ve
Sultan Fatih Hazretlerini tahta geçmek üzere hazırladığı bu kılıcı kutlu,
yüreği sağlam Şehzade Ahmet Sultan daru bekaya intikalinde geride gözleri
yaşlı baba, kendisini çok seven bir ordu ve milleti İslâmiyye bırakmıştı. Yüce
Fatih bu acıyı da tattıktan sora Gebze civarında ömür defterini kapattığında
tahta geçecek iki şehzade kalmıştı. Bunlar büyük Şehzade Bayezid-i Velî ve
meşhur Cem Sultandı. Bayezid-i Velî'nin merhum Şehzade Ahmed Sultandan da yaşça
büyük olduğu bazı tarihlerde rivayet olunur.
Sultan Fatih'in ordugâhında vefatının askere duyurmak istemeyen
Sadrazam Mehmed Paşa (Nişancı) padişahın ölüm hastalığına yattığını görünce
Amasya'da bulunan Bayezid-i Velî'ye özel ulakla haber göndermişti. Bu arada da
cennet-mekânın cesedi pâkini kapalı bir arabayla İstanbul'a nakletmiş. Naima
tarihinin iddiasına göre Nişancı Mehmed Pa-şa'nın Cem Sultan'ı çok sevmiş
olması münasebetiyle Kara-man'da vailik yapan Şehzade Cem sultana da bir mektup
göndermişti. Meşhur Mizancı Murad bu mevzuuda der ki; «Mehmed Paşa uazİfesi
olan daveti padişah daha vefat etmeden Amasya'da vali olan Şehzade Bayezİd'e
haberci göndermişti. Padişahın vefatından dokuz gün sonra Üsküdar'a gelebilen
Bayezid-İ Velî'nin ta Amasya'dan bu kadar kısa zamanda gelmesi, habercinin
Fatih Hazretlerinin ölümünden bir kaç gün evvel gönderildiğinin delilidir» der
«Yok Padişahın vefatından hemen sonra giden bir habercinin ta Amasya'ya
varması, Bayezİd-l Velî'nin yola çıkıp Üsküdar'a gelmesi dokuz gün gibi kısa
bir müddet içinde mümkün değildir» diye ileri sürer ve Sadrazamın vazifesini
bihakkın başardığını söyler. Ve Cem Sultana mektup yazmasının tahta davet
olmayıb babasının vefatını Şehzade oğula bildiren bir Sadrazam vazifesi
saydığını dile getirir ki, Mizancı Murad Bey'e barda biz de katılırız.
Lâkin Sadrazam Ölüm haberini gizleyemeşi bu sır faş olunca Gebze civarındaki
Yeniçeriler Pendik sahiline gelmişler oradan binmiş oldukları mavnalarla
İstanbul'a gelip Hazreti Fatih'e suikast yapmış olan Yakup Paşa (Jakop)'un
hanesini yağma ederek bu yahudilere lâyık oiduğu dersi vermiştir. Bunu da hemen
burda ilâve etmeye lüzum görürüz ki; milletimizin şu satırları okuduğu andaki
bölük pörçük oluşu, ortalığın bir kan denizine dönmüş olması, asırlar
geçtikten sonra Sion Protokollerinin gösterdiği yola Yahudinin intikamım almaya
çalışırken, bu milletin evlâdlarını bir birine düşürmesinden meydana geldiği
hiç unutulmamalıdır. Biz yine bıraktığımız yere dönelim.
Bu yağmayı ve katil hareketlerini irtikâp eden Yeniçeriler
maalesef bu arada Sadrazam Mehmed Paşa'yı da öldürme hatasına düşmüşlerdi.
Şimdi padişahsız olan devlet bir de sadrazamsız kalmış bulunuyordu. Fakat
devletin, devletlulan makamlarının insanı iseler şaşırmazlar, dolayısıyla
Osmanlı ümerası, âlimi ve me'muru ile devlet olduğundan dolayı derhal tedbir
alınmıştı. Bayezid-i Velî'nin oğlu Korkut Sultan'ın getirilmesi ile doldurulmuş
bulunuyordu. Hazret-i Padişahın vefatının dokuzuncu günü Üsküdar'a varan
Bayezid-i Veli İstanbul'a geçip, Yeniçerilere cülus bahşişini verip saraya
girdi.
Padişah Tabutu Taşıyan Padişah
Sultan Fatih Hazretleri yaptırdığı caminin Kıble tarafındaki
kabrine bütün kumandanlar, vezirler ve İstanbul halkının katılmasıyla
defnedilmek üzere dikkat edilen ve emsalsiz bir manzara şuydu: Bayezid-i Velî,
babasının tabutunu omuziu-yor, götürüyor, yeniden sıraya giriyor yeniden
omuzluyor ve bu kabre kadar böyle devam ediyor. Bu padişah akıbetin ne olduğunu
görüyor ve belki de kendisine çok ağır bir vazife bırakmış babasının ruhundan
istimdad eyliyordu. Defin merasiminden sonra resmî biat merasimi yapıldı.
Sadrazam İs-hak Paşa vazifesinde bırakıldı.
Cem Sultanın Tahtı Saltanat İddiasına Kalkışı
Sadrazam Mehmed Paşa'nın gönderdiği haberci Cem Sultana vasıl
olamamıştı. Çünkü haberci yolda Sultan Baye-zid'in eniştesi Sinan Paşa'ya rastlamış
ve haberciliği hayatıyla beraber bitmişti. Cem sultan babasının vefat ve
ağabeyi Bayezid'in tahta çıktığını haber alınca derhal topladığı kuvvetlerle
Devleti Osmaniyye'nin İstanbul ve Edirne'den evvelki payitahtı olan Bursa'ya
yürüdü. Cem Sultanın Bursa'ya yürüdüğü haberini alan Sultan Bayezid-i Velî,
Ayaş Paşa kumandasında küçük bir birliği Bursa'ya gönderdi.
Bursa ahalisi ise Yıldırım Bayezid Hazretlerinin oğullarını
Bursa'ya verdikleri elem ve üzüntüleri hatırlayıverdiler ve şehrin kapılarını
her iki tarafa da açmadılar. Fakat Cem Sultanın ordusuna yiyecek yardımında
bulunarak reylerinin Cem Sultandan yana olduğunu ihsas etmiş oldular. Çok geçmeden
iki ordu karşı karşıya geldiler, her iki taraftan bir çok insan öldü. Başta
Ayaş Paşa olmak üzere bir çok Yeniçeri ileri geleni esir düştü. Muvaffakiyyet
şimdilik Cem Sultanda kalmış, Bursa ahalisi reyini ihsas ettiği tarafa
kapılarını açmakta artık bir mahzur görmüyordu. Cem Sultan geçici bir
saltanata vasıl olmuştu. Fakat bu saltanat kendisini ilân ettiği ve bir de
Bursa'mn desteklediği bir saltanattan öteye gitmedi. Çünkü topu topu onsekiz
gün sürdü. Bayezid-i Velî Hazretlerinin orduyu hümayunun başında Bursa'ya
gelmek üzere yola çıktığını haber alınca Bursa'da ikamet eden büyük halası
Selçuk Hatunu ve yanında bulundurduğu hatırlı kişilerle Hazreti Padişahın
huzuruna göndermiş ve Anadolu kıtasını kendisine bırakmasını, Rumeli tarafının
da Bayezid-i Velî'nin olmasını teklif ettirmiştir. Hala Sultan Hazreteri, Hazreti
Padişaha bu teklifi çok müşfik bir eda ile aktarmışsa da Bayezid-i Velî
Hazretleri şu meşhur cevabı vermiştir: «Bu kiş-ver-i Rûm bir ser-i puşide-i
arûs-i pür namustur ki, iki dâmad hutbesine tâb götürmez.» Manai münifi şudur
ki; Devlet-i Âliyyei Osmaniyye başı öyle örtülü bir gelindir ki, iki damadın
talebine tahammül edemez, demektir. Böyle mükemmel cevabı veren Hazreti
Padişahı Velî, Bursa'mn üzerine yürümeğe devam eyledi.
Bu yürüyüş Cem Sultanın askerince duyulunca dizler titremeye,
yürekler sızlamaya başladı. Kuvvet ikiye ayrıldı. Bir bölümü derhal doğruyu
bulup Yüce Padişahın yanına gidip aflarını istediler.
Merhameti gani padişah, onlara affı nazar eyledi. Diğer fırka
dağılıp nereye gittikleri bile beli olmadı. Cem Sultan, yalnız kaldığını
anlayınca çaresizlik ve yalnızlık içinde Konya üzerine atını üzengüediğinde
belki de ömrünün sonuna kadar sürecek bir keder koridoruna dalıyordu...
Kısa zamanda Konya'ya Cem Sultan, validesi ve ailesini yanına
alarak Arabistan'a doğru yola revan olurken, Cem Sultanın firarını öğrenen
Hazreti Padişah Dersaadet'e yâni İstanbul'a avdet etti.
Cem Sultanın yanında bulunan aile efradı ve üçyüz kişilik
maiyetiyle Tarsus yolu ile Haleb'e oradan Şam'a, orda biraz ikamet ettikten
sonra Mısır'a niyyetle önce Kudüs'e ordan Gazze'ye ve nihayet Kahire'ye vardı.
Mısır Sultanı Kayıt Bay kendisini pek güze! bir şekilde ka-şıladı.
Kendi evlâdı gibi muamelede bulundu. Kendisi ve maiyetine kalacakları büyük
bir sarayı tahsis kıldı.
Bayezid-İ Velî Hazretlerinin Bürsa'yı Yıkımdan Kurtarması
Cem Sultana yapmış oldukları yardımdan dolayı Orduyu Hümayun'un
mensupları arasında, belki de bir fitne yüzünden Bursa'nın bu yardımının
cezasını ödemesi eğilimli bir kıpırdanma başladı. İllâki Bursa'yı yağma
edeceğiz, diye tutturuldu. Hazreti Padişah, Bursa'nın kendisine bağışlanması
hususunda arzularını bir beyanname ite bildirdi. Fakat bu da bir çare olmadı.
Bunun üzerine Hazreti Padişah nefer başına bin akça olmak üzere bahşiş vererek
bu işi Önledi. Şimdi burda biraz duraklıyalım ve şu izahatı yapmaya çalışalım.
Okuyucularımız tarihlerden okumuşlardır ki, hele hele Maarif
müfettişlerinden bir masonun tarih dersleri kitapları ortaokul ve liselerde
kırk seneye yakındır okutulur. Bu tarih kitaplarında üzerinde Sofu damgasını
istihfafla yerleştirdiği Ba-yezid'i Velî çok büyük bir osmanlı padişahının
arkasından gelen uyuşuk, sofu, ibadetten başka bir şey yapmazdı, diyerek kırk
senedir nesillere okuttular ve bu nesiller şimdi meyvelerini gözler önüne
seriyor ve onları şaşırtıyor. Ne şaşırırsınız a caanim böyle ektiniz böyle
biçersiniz. Dolma tüfek gibi ecdadımıza istihfaf ederseniz işte onların
ruhaniyyeti asırlar ötesinden yakanıza böyle yapışırlar. Çok iyi düşünmeliyiz
ki, Bursa şehrini yağma etmeyi düşünen bir ordu Sultan Fatih Hazretlerinin
Bizans surlarına dayandığı ordu olduğu halde daha dünkü payitahtını nasıl
yıkıp, yağmaya kalkıyor ve bu derece zaferlerin şaşırtıp şımartması bu üzülecek
vakayı meydana getiriyor. Bayezid-i Velî Hz.leri bu orduyla mı Fatih Hz.lerinin
bıraktığı yerden bayrağı alıp ileri yürüyebilirdi?
Nefs, insanın mutaka yenmesi icab eden bir şey olduğunu, İki Cihan
serveri Efendimiz (S.A.V.) Hazretleri Mekke feth olunduktan sonra meâlen şöyle
işaret buyuruyorlardı: «Kü çük cihad bitti, şimdi büyük cihad başlıyor»
buyurunca saha-bei kiram sordular: «Yâ resûlallah büyük cihad nedir?» Efendimiz
Hazretleri (S.A.V.) buyurdu: «Nefisîerimizdir, nefisle yapılacak mücadeledir».
İşte bin yıllık Bizans'ı yerle bir eden, Hadîsi Şerifle tebşir olunan ordu otuz
sene içinde kendi şehrini yağma edecek hale gelmiş «Sofu» diye tarih dersi
kitaplarında alaya alınan cennetmekân Bayezid-i Velî Hazretleri zor önlemişti.
Yeri gelmişken şunu da anlatmayı lüzumlu görürüz:
Hazreti Fatih, fethi mübinden sonra sarayı hümayununda bir gün
vakit namazlarından birinde imamette bulunurken bir kaç iftitah tekbiri alır ve
her seferinde namazdan çıkıp yeniden tekbir alır (bu bir rivayete göre yediye
baliğ) olunca namaza devam eder. Cemaetfe bulunan meşhur İstanbul kadısı Hızır
Bey sorar: Padişahım bu bid'at neyin nesi? Büyük evliya Sultan Fatih
Hazretleri cevaben:
— Hızır; Ben eskiden namaza durduğumda iftitah tekbiri alınca
Kâbei Muazzama önüme gelir namazımı öylece tamamlardım. Bu namazda ancak
yedinci tekbirde kâbe karşıma geldi, der.
Adaletiyle meşhur Kadı Hızır şu cevabı vermekten çekinmemiş:
— Sultanım size gurur musallat olmuş,
İşte Bizans'ı yerle bir eden ordu, Cihangiri Padişah Hazretleri
Fatih ile daha nice meydanı gazalarda üstün geldiğinen böyle bir araza duçar
olmuş. Neylesin Bayezid-i Velî. Onunla dünyaya ferman okuyabilsin.
Mısır'da Kayitbayın tahsis ettiği köşkten Mekke ve Medine'ye de
gidip iki ay kalan Cem Sultan Osmanlı Devletinin amansız rakibi Karamanoğu
Hanedanının mensubu Kasım Bey'in teşvikleriyle yine saltanat iddiası ile ortaya
çıkmayı düşünmeye başlamıştı. '
Bu düşüncesini tatbike koymak kendisine oniki sene sürecek çevir
ve cefa dolu kâh mahpus, kâh serbest fakat her iki halde de mahzun olacağı bir
macera getirdiği gibi Devleti Aliyye'nin iki kolunu bağlayan gayet kıymetli bir
rehine, Avrupa için Osmanlı'yı daima tehit edebilecekleri bir taht rabiki idi.
Ne var ki bir çok tarihlerde Cem Sultan'ın oniki sene süren bu üzüntülü rehine
hayatı müverrihlerin ona acımasına, dolayısıyla Bayezid-i Velî Hazretlerine
zulm etti mânasına alınacak satırlarla tarihlerini doldurmuşlardır.
Bir müslüman şunu çok iyi bilir ki «Ancak müslümanlar kardeştir»
fetvasınca dünyanın neresinde bir müslümanın ayağına diken battıysa, burnu
kanadıysa kâmil bir mü'min onun izdırabını duymakla kalmaz, onu rahatsız eden
musallatı yok etmeye çalışır. İşte bu Cem Sultan badiresinde Der-saadet'e,
Avrupa'dan pek çok elçiler gelmiştir.
Fakat öyle bir elçilik heyeti gelmiştir ki; Sultan Bayezİd
hazretlerinin merhamet dolu kalbini eritip, gözlerinden kanlı yaşlar akıtacak
kadar üzen elçilik heyeti Endülüs Emevî Devletleri serisinden olan Beni Ahmer
müslüman devletinin elçilik heyetiydi.
Tarık bin Ziyad kumandasında Hicretin 72/Milâdi 696 senesinde
İspanya'ya çıkmışlar ve ilâyı kelimetullah sancağını oranın semalarında
muzafferiyetle dalgalandırmaya başlamışlardı. Yediyüz seneye yakın zamandır
orada yaşayan ve Avrupa'nın üzerine İslâm güneşi gibi doğan bu müslümanlar, Cem
Sultan'ın iddiayı saltanat ettiği yıllarda Katolik Ferdi-nand ve İsabellâ'nın
askerinin önünde sadece hayatlarını kaybetmiyorlar. Maalesef dinlerinden de
ettiriliyordu. Cem Sultan, Papa Sekizinci İnnossan ile mülakatında esaretinin
şikâyetlerini dile getirirken Papa'mn Hıristiyan olunuz, bütün bu çileler
biter, demesiyle kendisine yapılan bu şen'i teklifi kâmil bir müslüman olarak
şiddetle red ederken şöyle söylemişti: «Değil bu çilelerin bitmesi, değil
Osmanlı tahtının tarafıma sunulması cihanın hükümdarlığını bana ihsan etseniz
beni Şeriatı Muhammediyye yolundan ayıramazsınız», dediğinde kendisine bir şey
yapmamışlardı fakat Kurtuba'da, Gırnata'da bütün İspanya'da İslâmı terki, red
edenin evi ocağı söndürülüyordu. İslâm dininin ruhsatına dayanan gizli din
kullanma yâni hıristiyan olmuş gibi davranıp gizli gizli İslâmı yaşamaya
çalışanlar tesbit olunuyorlar ve canlı canlı ateşe atılıyorlardı. Tarihte
yapılan bu uydurma mahkemelere Engizisyon adı verilmiş olup bunun çok büyük
kısmı müslüman-lara tatbik edilmiştir. Biraz da yahudİler ezilmiştir. Fakat hedef
tamamen müslümanlardı. Cem Sultan, Papa'mn elinde iken, Osmanlı'nın bu barbarca
hareketi açıktan önlemeğe imkânı yok gibiydi. Halbuki cennetmekân Hz. Fatih,
Gedik Ahmed Paşa vasıtasıyla çizmenin ucundaki Otrantoyu almakla bir tramplen
temin etmişti. Fakat Cem Sultan'ın saltanat hırsı bu tramplenden istifade
imkânını ortadan kaldırmıştı. O şimdi Avrupalılar için iki şeydi. Birincisi
her sene Baye-zid'i Velî Hz.lerinden kırkbeş bin duka altını almak (diğer yollarla
validesi ve Mısır Sultanından aldıkları başka) bir de Osmanlı'ya karşı çok
yüksek bir şantaj aletiydi.
Elçilerin İspanya'y1 anlatışları Yüce Padişahı ve dinleyenleri
öyle yaraladı ki, Hz. Padişah Meşhur Kemâl Reis'e filosunu hazırlayıp, derhal
imdada koşmasını emr eyledi.
Cem Sultan Napoli'de Hicrî 900/Milâdî 1495 yılında vefat ederken
ağabeyi Bayezid-i Velî Hazretlerine vasiyetini şöyle bildirmiştir. Beni İslâm
topraklarına gömünüz, evlâd ve ayalimi yanınıza alıp himaye buyurunuz.» Cem
Sultan Osmanlı Şehzadelerinin içinde en meşhurudur. Çünkü çektiği üzüntü ve
cefalar Bayezid-i Velî Hazretlerine karşı kullanılmak için daima zikr
olunmuştur. Allah rahmet eylesin.
Venedik Muharebesi
Cem Sultan'ın vefatı üzerine Devleti Aiiyye daha rahat hareket
etmeye başlamıştı. Buna mukabil Venedik basımâne bir tavır takınmaya
başlamıştı. Şüphesiz ki, bunun esas sebebi Bayezid-i Velî'nin Endülüs
müslümanlarına yapmaya karar verdiği yardıma memur Kemal Reis'in filosuna Akdeniz'de
rahat nefes aldırmaması ve yardımın ulaşmaması idi. Hicrî 904 / Milâdî 1499
yılında orduyu hümayun karadan Edirne yoluyla harekete geçti. Rumeli Beylerbeyi
Koca Mustafa Paşa ordunun serdarıydı. Orduyu Mora'ya doğru yürüten Mustafa
Paşa Laponte (İnebahtı) kalesi önüne geldi dayandı. Bu sırada kaptanı deryalığa
tayin olunmuş bulunan Davut Paşa yanma iki büyük denizcimizi de almış
bulunuyordu. Bunlar Kemal ve Burak reislerdi. Onlar da gemilerle. Gelibolu'dan
çıkıp Laponte (İnebahtı) körfezine gelecekler idi. Fakat mevsim icabı suların
çok oynak olması üç ay kadar denizde oyalanmalarına sebeb oldu.
Bu da gösteriyor ki Osmanlı devleti hâlâ mükemmel bir donanma
meydana getirememiş, karalardan yürütmeğe muvaffak oldukları gemileri açık
denizlerde istedikleri yere ya-naştıramıyorlardı. Fakat bundan elli sene sonra Akdeniz!
«Türk gölü» saydıracak Barbaros, Oruç ve Turgut Amiraller
bulunacaktı.
Kahraman Denizciler Ve Büyük Şehid Burak Reis
Havalar sakinieşince donanmamız bir kartal gibi İnebahtı üzerine
süzülmeye başlayınca karşılarında yüzyetmiş parçalık Venedik donanmasını ve o
devrin en ünlü denizciler: olan Amirai Grimani, Amiral Loredano ve Amiral
Armeno'yu buldular.
Burak Reis'in kumanda, Kara Hasan kaptanın idaresindeki gemi
düşman gemilerine doğru hücuma geçti. Venedik donanması Baş Amiral Grimani,
gelen Osmanlı gemisine Karşı Amiral Loredano ve Amiral Armeno'yu gönderdi. İki
düşman gemisi Burak Reis'in kumandasında Kara Hasan kaptanın idaresindeki tek
gemiyi kıskaca almak üzere iki ayrı yönden hücuma geçtiler ve kısa zamanda her
ikisi ve Burak Reis'in gemisine sağdan ve soldan rampa ettiler. Müslümanların
gemisine her iki taraftan kâfir askeri hücuma geçtiler. Artık göğüs göğüse
kılıç kılıca bu dar yerde amansız bir can ahp baş verme savaşı ayyuka çıktı.
İslâm mücahidleri Allah Allah diyerek düşmanın üzerine atılıyor, onların
kopasıca kafalarını gövdelerinden ayırıyorlar, cehenneme gönderiyorlardı. Fakat
düşman bitecek gibi değil. Burak Reis enli pala ile düşman keleri üzerinde
daireler çizerken durumu tetkiki ihmal etmiyor, şehidlerimizin çoğaldığını
gazilerin azaldığını kendisi dahil yaralı olmayan kalmadığını görünce etrafına
baktı. Rampa etmiş iki düşman gemisi Osmanlı gemisinden ayrılma hazırlıklarına
başlamıştı.
Burak Reis kararını verdi. Biz bu vaziyette galib gelemeyiz o
halde... Hemen geminin barut ambarına inen büyük gazi muhterem şehid;
baruthaneyi tutuşturduğu gibi başta kendini ve müslimini şehidlik rütbesiyle
Peygamberi Zişânın ağu-şuna vâsıl eylerken, keferei fecereyi gemileriyle,
amiralleriy-Ie beraber cehennemin esfeli safilinine göndermeye muvaffak
olmuştu. Denizcilik tarimizin bu mümtaz şehidlerine şu satırları okuyan her
okuyucunun bu cümlenin sonunda bir fatiha okumalarını istirham,ederim...
Üç gemi de berhava olmuş sulara gömülmüştü ki, Venedik
donanmasının savaş alanından kaçmayı kendine gaye edindiği, yaptığı
manevralardan anlaşılmaya başlanmıştı.
Bu mağlûbiyyeti gören Laponte (İnebahtı) kalesi muhafızı
müdafaadan vazgeçib zaferler padişahının ordusuna tesim oluyordu.
Bayezid-i Velî körfezin iki tarafına birer sur yaptırma emrini
verdikten sonra Dersaadet'e döndü. Bu sırada da sadrazam İbrahim Paşa vefat
etmiş yerine Mesih Paşa tayin edilmişti. Hicrî 905/Milâdi 1500 biterken
Bayezid-i Velî Hazretlerinin emriyle kırkbeş parça gemi yaptıran Preveze
Muhafızı Mustafa Paşa Hicrî 906/Milâdî 1501 yılında ânî bir baskına uğradı.
Yapılan gemiler ve limandaki diğer gemiler kamilen düşman tarafından yakıldı.
Kara askerimiz Hicrî 907/1502'de Nâvarin körfezinin bazı mühim
kalelerini feth eylemişti.
Navarın Baskını
Hadim Ali Paşa Moraya, Beylerbeyi olmuş ve o sırada da Osmanlı
Ordusu feth ettiği yerleri bir beyanname ile başta Papa, Fransa, Ceneviz,
Milano dukalığı, Macaristan, İspanya krallıklarına bildirmişti. Bazı tarihlerde
o sırada Papa'nın başkanlığında ve teşvikleri ile bir ehli salib tertibi için
çalışmalar yapıldığı dolayısıyla, böyle beyannameler göndermenin yeri yoktur,
diye tenkidlerde bulundular. Bu beyannamenin onların bu çalışmalarını
olgunlaştırdığını ve ittifakı salip kararı almalarına vesile olduğunu ileri
sürerler.
Biz de deriz ki:
Devleti Aliyye mutlaka her devlet gibi muhtelif ülkelerde casuslar
bulundururdu. Dolayısıyla onların bu çalışmalarının varlığından şüphesizki
haberdardı. Müzakerelerin dönülmez bir noktaya geldiğini görerek bu beyannamelerle
onların üstüne üstüne gitme yolunu tutmasını nedense hesaba katmazlar. Çünkü
düşman ittifakları, tarihte daima içlerinde yan çizenler bulunma şekliyle
tahakuk etmiştir. Bu ehli salibe katılan ülkeler arasında hemen ilk anda bize
hücum edebilecek bir Macaristan olduğunu düşünmek varsa da bizim de ilk önce
hücum edebileceğimiz bir Macaristan olduğunu hesaba katmak icab eder. Kâfirin
kalbine korku düşürmenin politik bir yolu da budur. Ama netice verir veya
vermez o başkadır.
Birdenbire Navarin körfezi önlerinde beliren Venedik Ami-rali
Pizaro ani bir hücumla körfeze dahverdi. Limanda duran oniki gemimizden birini
yakıp batırdı. Diğerini ise zaptetti. İşte o sırada körfezin başına yetişen
ünlü Kemâl Reis körfeze daldı ve Amiral Pizaro'yii perişan eyledi.
İran'ın Meşhur Şah İsmail'inin Meydana Çıkışı
Ehli salib tahakkuk etmiş, Osmanlı ülkesi denizlerde ve karada
küffar ile muhtelif cephelerde çarpışırken aksilikler ve ihanetler de alıp
yürümüştü. Fakat bunun en tesirli ve ha-inane olanı Firakı Daîle (Sapık Fırka)
Şia'dan Şah İsmail'in, Şii propogandası ile beraber sınırlarımızın doğu
kesimine yapığı tecavüzlerdi.
Bu arada Karaman dolaylarında da karışıklıklar çıkmış bunun
altında Mısır Sultanı Karamanzâdelerin olduğu aşikâr idi. Bu da yetmiyormuş
gibi İstanbul'un Galata tarafında bulunan cephanelik bir hainin elleriyle
tutuşturulmuş yangının söndü-rülmesine bizzat çalışan Sadrazam Mesih Paşa,
Galata Kadısı ve Yeniçeri Ağası bu çalışma sırasında hayatlarını kaybettiler.
Bu üzücü durumları biraz dağıtan Hadim Ali Paşa'nın, Midili'yi
işgal etmeye uğraşan Fransız Donanması Amirali Re-vestini'nin üzerine gidip
onun muhasarasını sökmesi, kaçmaya çalışan Fransız filosunun açık denizde
yakalandığı büyük bir fırtınada kamilen batması tesellimiz olmuştu. Hicrî
907/Milâdî 1502.
Şah İsmail Hakkında Kısa Bir Malûmat
Şah İsmail devletini çok sinsi bir şekilde kurmuş. Avrupa
ovalarında at koşturan İslâm mücahidlerinin meşguliyetinden istifade ile
durmadan sapık fikirleriyle Anadolu'nun doğu kesiminde Şiahğm yayılmasına
çalışmıştır. Şah İsmail cesur, faal, edebiyatı kuvvetli fakat son derece zalim
ve gaddar bir insandı. Kurduğu devlette
ırkçılık hâkimdi. B-u devlete Safevî devleti denildi. Meşhur üzün Hasan'ın
kızları münasebetiyle
bu devletin Uzun Hasan'a, dolayısıyla Akkoyunlulara akrabalıkları
vardır. Müritler, tepeleri kızıl, beyaz sarık sardıkları için başlangıçta
kendilerine «Kızılbaş» denirdi. Daha sonra siyah kuzu derisinden kalpak
giymekte karar kıldılar. Osmanlı hududunu geçen Şah İsmail Elbistan'a hücum
etmiş Alaüd-devle'nin oğlu ve torununu esir aldıktan sonra onları şişte kızartıp
ordusuna yedirmiştir. Bu ne vahşi bir adamdır ki ve onu bugün müdafaa edenler
nelerden habersizdirler ki; bugün onlara karşı koymuş mübarek Osmanlı padişahlarına
bühtanlarda bulunurlar.
Şah Kulu Hadisesi
Devleti Osmaniyye meşguliyetinden iç işlerine pek bakama zken bir
de Safevi Şah İsmail'in kışkırtmaları birtakım çetelerin meydana gelmesine sebeb
olmuş hele bunlardan birisi olan Şah Kulu nam bir haydut Bayezid'in Şehzadesi
Korkut Sultanı bile soymuş idi. Bunun üzerine Karagöz Paşa gönderilmişse de bu
herifin tuzağına düşen Paşa ve askerleri şehid olmuşlardır. Bunun üzerine de
halk bu adamın ismini Şah Kulu yerine «Şeytan Kulu» diye isimlendirmiştir.
Sadrazam Hâdim Ali Paşa bu sergerdenin üzerine gitmiş onu ininden çıkarmış ve
Sivas'a doğru kaçmağa mecbur bırakmıştı. Fakat bir tesadüf neticesinde ikisi de
telef oldular. Bir sergerde gebermiş fakat Osmanlı'yı muvaffakiyetleriyle
ziynetlen-diren Hadim Ali Paşa şehid* olup büyük bir kayıp olmuştu devlet için
Müthiş Bir Zelzele Ve Padişahın İkazı
Hicrî 915/Milâdî 1510 yılında o güne kadar görülmemiş şiddette bir
zelzele husule gelmişti ki İstanbul ve civarı bu zelzeleden son derece
müteessir olmuşlar. Hakikaten yer yerinden oynadı tabiri bu felâketli günden
sonra söylenmiş olsa yendir. Dersaadette Hammer'in yazdığına göre 109 adet cami
yıkılmış binlerce ev yer ile yeksan olmuş, kara tarafındaki surların tamamı,
Yedikule'den başlayan saray duvarları temelden, tepeye kadar yıkılmıştır.
Bayezid-i Velî Hazretleri bu duruma çok üzülmüş milleti İslâmiyye'nin günlerini
ve gecelerini çadırlarda bin bir zorluk içinde geçirdiklerini görünce o da
çadıra çıkmıştır. Fakat nedense tarihlerin bazılarında bu çadıra çıkışını
korkup saraydan çıkıp sarayın bahçesine çadır kurdurdu diye yazarlar. Hatta
Edirne tarafında da zelzelenin tahribatı haberi geldiğinde Hazreti Padişah bu
âfetin yaptığı tahribatı yerinde görmek üzere Edirne'ye gidişini dahi
korkaklığa hamledip İstanbul'daki zelzeleden kaçmak şeklinde yorumluyarak
aklın ve Şeriatın almayacağı bir bühtanda, iftirada bulunurlar.
Bu adamlar bilmezler ki, Bayezid Camiinin açılışında Hazreti
Padişah şöyle buyurur.
— Bu camii şerifin ilk
namazını kıldıracak zâtın ikindi namazının dahi sünnetini terketmemiş olmasını
isterim.
Bunun üzerine cemaat'tan hiç kimse imamete çıkamadı. O zaman
Bayezid-i Velî Hazretleri:
Elhamdüilâh; hazarda ve seferde namazımızı terk etmedik bunun
mükâfatı bu dünyada bu namazı bizim kıldırmamız olarak tecelli ediyor.
Buyurup imamete geçti.
Ayrıca bu tarihçiler yeri gelsin gelmesin Bayezid-i Velî için
daima sofu, derviş, inzivayı seven gibi tabirler kullanırlar el-hak doğrudur.
Yalnız şu var ki bu söyledikleri lâkablar ölüm, hayat, dünya nimetleriyle pek
meşgul olmazlar, o rütbe zatlardır ki şüphesiz Bayezid-i Velî de öyle idi. O
zaman yok korktu, yok çadıra çıktı, yok Edirne'ye kaçtı derken ne halt etmeye
dervişliğinden bahsederler. Söyliyelim, içlerinin zehrini kusarlar ve maalesef
bu kusmuklara dalanlar zamanımızda az değidir. Allah onları islâh etsin.
Edirne'ye kadar gelen Hazreti Padişah Meriç üzerindeki köprünün
yıkıldığını görünce hemen meydanda At Dîvanı yapıp vezirlere şöyle hitab
buyurdu:
«Ey vezirlerim, kadılarım, subaşılanm, ağalarım, beylerim, şu
felâketi görüyorsunuz bu topraklar üzerinde böyle misline rastlanmaz bir âfet
uukubulmamışttr. Ben bunda siz kulların zalimlikle zulüm yaptığınız İntibaını
alıyorum. Ayağınızı denk atın. Vazifenizi adaletle yapınız. Kimseye zulm etmeyiniz.
Bu Cenabı Hak'ın bize bir ikazıdır Ben de bunu size bildiriyorum ki zulüm
irtikâp edeni bu dünyada hal ederim.»
Bu zelzeleden sonra memaliki Osmaniyye'nin her tarafından getirtilen
ustalar ve kalfalar zelzelenin senei devriyesinde bütün yıkıntıları imâr
ettiler. Bu büyük zelzelenin tevlit ettiği yaralar devlet hazinesinin
karşılaması ile çabucak sarılmış oldu. Felâketin senei devriyesinde İstanbul'un
bütün fakirlerine saraydan üç gün yemek verildi. Hazreti Padişah fakirlerle
beraber oturup bu yemeklerden yedi.
Şehzadelerin Taht'a Geçme Kavgaları
Sultan Bayezid Velî Hazretlerinin Şehzadelerinden şehin-şah
Karaman, Korkud Sultan Teke, Ahmed Sultan Amasya, Şehzade Selim (Yavuz Sultan
Selim) Trabzon'da vali idiler. Bu arada onbeş yaşına gelmiş olan Selim'in oğlu
Süleyman (Kaanunî Sultan Süleyman) da Bolu sancağının valiliğini deruhte
ediyor idi. Bu şehzadeler, Fatih kanunnamesi denilen aslında Cengiz Yasasının
Osmanlı Padişahlannca isteneceği şekilde kullanma hakkı söz konusu olan kanun
yüzünden tedirgin oluyorlardı.
Babalarının yaşı ilerledikçe bu korkular bir takım tedbirler alma
çabalarına itiyordu. Kendilerini. Hele Cem Sultan meselesinde bu kanunun
çalıştırılmaması devletin en az oniki sene yerinden kıpırdıyamamasma, Endülüs
memâlikinde ka-tolik zulmünden inleyen müslümanlara yardım yapılmamasına hele
daha mühimi Avrupa devletleri rahat bırakıldığı için çok büyük terakkiler
kaydettiği ortadaydı.
Dolayısıyla devletin başına hangi şehzade geçerse bütün bu
sayılanları göz önüne alarak öbürlerinin ömür defterini dürmesi mutlaktı. Çünkü
bunun yapılması devletin ömrü iktizasından idi.
Yalnız şurada şunu muhterem okuyucularımıza duyurmak isteriz ki,
büyük âlim fâzıl bir zat olan ve devleti Osmaniy-ye'nin son zamanlarında
kadılık dahi etmiş bulunan iki sene kadar evvel intikali âhiret eden Ali Himmet
Berkî merhum Hazreti Fatih'in böyle bir kanunnamesi yoktur diyen bir eser
neşretmiştir. Bu eser Nur Yayınlarından olup bu mevzuu tetkik etmek isteyenler
için tavsiye olunur.
Şehzade Selim Sutan'ın oğlu Süleyman Sultan'ın Bolu Sancağını
uhdesinde bulundurması Sultan Ahmed'in itirazını celbetti. Mülâhazası şuydu:
Kendi vilâyeti Amasya ile Payitaht arasında Şehzade Selim namına bir mania
idi. Hazreti Padişah söylediğinden vaz geçen bir insan olmamasına rağmen
Süleyman Han'ın sancağını Kefe sancağına tahvil etti. Kefe Sancağı ki,
babasının sancağı Trabzon(la karşı karşıyaydı. Bu arada Şehzade Şehinşah
takdir tecelli eylediğinden âlemi âhirete intikal etmişti. Hacca gitmek
bahanesiyle bir ara Mısır'a gitmiş olan Korkud sultan eyaletine dönmüştü. Yolda
gelirken Rodos korsanları kendisini esir alıp yeni bir Cem Sultan olayı meydana
getirmek istedilerse de akıllı davranan Korkud Sultan en yakın sahile çıkarak
yakasını kurtardı. Korsanlar onun gemilerini yağma ettiler. İşte buraya çok
dikkat etmek gerekir. Korkut Sultan âlim, fazıl, şiir ve şâire meftun bir zat
idi. Fakat korsanlardan kaçışı, gemilerinin yağma edilmesi duyulunca ordu yâni
Yeniçeri Beyazid-i Velî'den sonra Padişah olacak Şehzadenin o olamıyacağı kararını
vermişti bile. Zaten gerek merhum Şehinşah gerekse Korkud Sultan aynı meşreb ve
zevk ehli idiler. Şâir, edip ve âlimlerle olmak onlar için çok sevdikleri
işlerdendi.
Halbuki Orduyu Hümayun öyle bir padişah istiyordu ki celâdeti,
cesareti ordudan almasın, kendisinde olan bu sıfatlar orduya inikas etsin. Bu
isteği iki şehzade pek iyi tesbit ediyorlardı. Onlar da Şehinşah ve Korkud
değil Ahmed Sultan ve istikbalin Yavuz Sultan Selimi idiler. Fakat normalde Korkud
Sultan bu İşi alacak gibi görünüyorsa da ki, Hazreti Fatih'in yokluğunda
kaymakamı olarak padişahlığa vekâleti vardı. O da yukarda mezkur olayla en
tesirli güç ordu önüne iflas etmişti.
Baba Hasreti
Şehzade Selim Sultan yirmialtı yıldır babasını görmemişti. Elini
öpmek, hayır duasını almak için dergâhı hümayuna gelmek için izin isteyip bu
arzusunun lûtfu şahaneye mazhar olmasını canı gönülden dilemişti. Fakat
babasının otağından gelen cevap menfî idi. Üstelik yerinde durması
bildiriliyordu. Şehzade Selim Sultan Dersaadet'teki güvendiği adamlarından şu
haberi almıştı. «Burada sadrazam ve vezirler Şehzade Ahmed Sultan'ın tahtın
vârisi olmasını hazırlıyorlar. Ancak Yeniçeri siz şehzademizi tahta istemektedir.»
Selim Sultan bu haberi aldığında ikinci bir haber gönderdi.
Birinci defaki arzusuna Rumeli tarafında bir sancak istemişti. Ve hem de yola
koyulmuştu. Yanına onbin kişilik muhtelif asker sınıfından bir kuvvet de
almıştır. Bu durum yalnız el öpmeğe giden bir Şehzade gidişine benzemiyordu.
Durumu haber almış olan erkânı devlet, Bayezid-i Velî Hazretlerine
müracaat ederek «Selim Sultan'ın bu yaptığı isyandır. Sakın gevşeklik
gösterilmesin, çünkü buna gösterilecek yumuşaklık diğer şehzadelere kötü örnek
olur, onlar da isyana kalkarlar», yollu tedbirler söylediler. Bayezid-i Velî de
bu oğlunun hasretini duyan bir baba, belki de kendisinden sonra Osmanlı
sancağını, Kelime-i Tevhîd bayrağını dalgalandıracak âlemi Padişah gördüğünden
hep sükût ediyordu.
Bayezid-i Velî'nin muvafık görmesiyle «San Gürz» namıyla anılan
Hoca Nureddin nasihatçı olarak gönderildi. Fakat Selim Sultan «Devleti aliyye
idaresizlikten perişan oluyor. Pederimizi görüp bazı maruzatım var bunu yapmadan
başka bir harekette bulunamam ve tabii başka da söz dinliyemem» diye cevap
verdi.
Sadrazam Rumeli Beyerbeyi Hasan Paşa'yi Şehzadenin üzerine
gönderdi. Hasan Paşa, Şehzade uzaklarda sanırken Edirne önlerinde aniden
karşılaştılar. Hasan Paşa yola çıkarken Padişah Hazretleri mümkün mertebe harp
etmeyüz, diye tenbihte bulunmuştu. Hasan Paşa'nın maiyetindeki Yeniçeriler
Şehzade Selim Sultan'ı görünce onu alkışlayıp tezahüratta bulundular. Bu
sırada gelen bir ferman kendisine Semen-dire sancağı verilmiş ayrıca Padişah
Hazretleri yaşadıkça, Sultan Ahmed'in namına saltanattan feragat etmeyeceğini
duyurmuştu. Bunun üzerine Şehzade Selim Sultan kendisine tevdi edilen sancağa
gitmiş idi. Yukarıda bahsettiğimiz Sah Kulu (Şeytan Kulu) hâdisesi cereyan etmesinden
az evvel olan bu olaylar Şeytan Kulu'nun Karagöz Paşa'nın ordusunu
mahvetmesinden, Hadim Ali Paşa'nın onu tedip etmek üzere Anadolu'ya geçmesinden
Sivas'ta hem Şah Kulu'nun hem de Ali Paşa'nın hayat safhalarını kapaması
Şehzadenin yeniden Edirne'ye gelip orayı zabt ederek iddiayı saltanatını yenilemesine
bu vaziyet karşısında Hazreti Padişah Bayezid-i Velî orduyu hümayunun başında
geçmiş ve Çorlu civarında baba-oğul karşılaşmışlardı.
Selim Sultan'ın askerine şöyle bir göz atan Padişah-ı Velî göz yaşlarını
tutamamış ağlamaya başlamakla hücum emrini de verivermişti. Yapılan savaş kısa
sürdü. Selim Sultan'ın kuvvetleri kesin bir mağlûbiyete uğramıştı.
Kendisini Karadeniz sahilindeki gemilere zor atan Şehzade,
kaîmpederi Tatar Hân'ına iltica edebilmişti. Bu üzücü olayın galibi Padişah-ı
Bayezid-i Velî çok düşünceli olarak'ls-tanbul yolunu tutmuştu. Acaba üzün Hasan
devletinin başına gelenler bu mübarek devletin de başına kendi oğullan yüzünden
mi gelecekti?
Hadim Ali Paşa Şehzade Ahmed Sultan tarafını tutar ve tahta onun
cülus etmesini istemekle kalmaz Şah Kulu takibi sırasında Şehzade Ahmed'le bu
mevzuyu konuşurlar, Hazreti Padişahı tahttan feragat için ön çalışmalara dahi
başlamışlardı.
Fakat Şeytan (Şah Kulu vak'asında ölmesi bu tasavvurların askıda
kalmasına müncer olmuştu. Hadim Ali Paşa'nın Osmanlı devletinin savaş
meydanında ilk şehid olan Sadrâzamı olduğu bir çok tarihlerde yer almıştır.
Bayezıd'ı Velı'nın Tahttan Feragati
Babasının karşısında mağlup olan Şehzade Selim Sultan kaîmpederinin
yanma iltica ettiğinde kulağını ve gözünü me-maliki Osmaniyye'nin kalbi,
dünyanın övülmüş şehri İstanbul'dan ayırmıyordu. Hadim Ali Paşa'nın şahadeti,
bir haydut önünde onuru kırılan Yeniçeri askerinin kendisine meylini bilen
Şehzade Selim Sultan yeniden harekete geçmişti.
Bu sırada Antalya'dan hareket eden Korkud Sultan İstanbul'a
gelmiş o da Hazreti Padişahı otuz senedir görmediğini firkatine dayanamadığını
kendisini babasıyla görüştürmek üzere aracı olmalarını Yeniçerilerden isteyerek
aralarına girme arzusunu bildirdi. Yeniçeriler kemali edeple ve büyük saygıyla
kendisini misafir ettiler. Bu arada Yeniçeri Ağası da Şehzade Selim Sultan'ı
İstanbul'a davet etmiş ve şehir kapısında kendisini karşılamıştı. Derhal
saraya gidilip biraderi Korkud Sultan ve vüzera Padişah Hazretleri tarafından
kabul olundu.
Hazreti Padişah birçok nasihatlarda bulundu ise de Şehzade Selim
Sultan, pederinin kendisi lehine tahttan feragatini istedi. O sırada onbeşbin
kadar Yeniçeri ve Sipahi tahtı saltanatta Şehzade Selim'i görmek istediklerini
bildirince bu işin bir ihtilâle, devletin bir kan gölüne dönmesine yüksek
şah-siyyetierinin razı gelmeyeceği Hazreti Padişah «Oğlum Se-lim'in lehine
tahttan feragat ediyorum. Cenab-i Hak devletini müemmen, kılıcını keskin, adaletini
yüksek, askerini sana mutî, hayırlı işlerinde Mevlâm yardımcın olsun» diyerek
Osmanlı devletinin yeni bir dönemi1 in başladığını ilân ettiğinde tarihî zaman
Hicrî 918/Milâdî 1512'yi gösteriyordu.
Sultan 2. Bayezıd'ın Hanımları Ve Çocukları
Sultan 2. Bayezid'in Yılmaz Öztuna'ya göre; 1 1 evlilik yaptığını
kaydediyor Devletler ve Hanedanlar adlı dev çalışmasında. TTK'dan yayınlanmış,
Çağatay üluçay'ın Padişahların Kadınları ve Kızları adlı çalışma da sekiz rakamını
veriyor. Görüldüğü gibi sayıda ihtilaf var bakalım şahıslarda hangi
hanımların izdivacında ittifakları var önce ona bir göz atalım. Çağatay
(Jluçay'ın sekiz adı verilmiş hanımların Oztuna-da var olduğunu söyleyelim.
Olmayanların; Öztuna'nın 6. sırada gösterdiği Gülfem hatun, 9. sırada Fülâne
hatun diye adı bilinmeyen bir hanımsultan ve 10. sırada göstermiş olduğu
Abdülhayy kızı Muhterem hatunlardır.
Bunların sonuncusu Muhterem Hatundan başlayalım ki bu hatun
hakkında bilgi, sadece Bursa'da kabrinin olduğudur vede Abdülhayy isimli bir
zâtın kızı olduğudur. 9. sırada gösterilen Fülâne hanım hakkında da damad
Güveği Sinan Paşanın kızı olduğudur ki bu paşa kapdan-i deryalık yapmıştır. 6.
sırada gösterilen Gülfem Hatun için hiç bir malumat yok. Görüyorsunuz koskoca
padişah hanımlarının hakkında bile doğru dürüst malumat bulmak kabil değil,
nerede has-so'nun, memmo'nun halihayatında bilgi sahibi olalım. Yazmayan bir
milletin, geleceği hâl budur. Her ailenin en azından bir ferdi aile defteri
tutmalı ve en azından vukuatları ve doğum ve vefatları gününde kaydetmelidir
diye buradan tavsiyeyi elzem görüyorum.
Şimdi 2. Bayezid'in hanımlarını üluçay dizaynına göre özetleyelim:
Ayşe hatun; Dulkadıroğullarından Alâüddevle-nin kızıdır ve 1467'de Amasya valiliğinde
bulunan, 2. Bayezid ile izdivacı olmuştur. Yavuz Sultan Selim'in validesi bu
hanımdır. Ayşe hatun 911/1505'de Trabzonda vefat etmiştir.
Bülbül hatun ise Abdullah adlı birinin kızıdır, şehzade Ahmed ile
Hundi Sultan'ı doğurmuştur. Bu şehzade Ahmed'İ 1513'de Yavuz Selim
öldürtmüştür. Bülbül Hatun oğlunun türbesinde yatmakta ölüm tarihi 921/1515
olarak görülmektedir.
Ferahşad hatun; Kefe'de sancak beyi olan oğlu şehzade Mehmed ile
daha ziyade beraber kalmıştır. 912/1507'de Mehmed bey'in vefatı vukubulduğunda
kızları ve kardeşleriyle İstanbul'a geldi. Bu hatunun Silivri'de bazı vakıflar
kurduğu biliniyor. Gülbahar hatun; künyesi Gülbahar ibni Abdüs-samed olduğuna
göre câriye addedilmektedir. Tayyip Gök-bilgin, Yavuz Selim'in annesinin bu
hatunun olduğu iddiası vardır. Gülruh Hatun; tuhaftırki bu kadınefendinin baba
adıda Abdülhayy olarak geçmektedir. Yukarıda Muhterem hanımı tanıtırken,
Abdülhayy kızı olduğunu söylemiştik.
Gülruh Hatun 2. Bayezid'in Alemşah adlı oğlu ile Kamer Sultan adlı
kızının annesidir. Oğlunun sancak beyliği görevlerinde dâima yanında bulunmuş,
onu müptelâ olduğu içkiden kurtarmak için çırpınmış diye öğreniyoruz.
Akhisar'da bir mescid, Aydın Güzeihisar'da ve Duraklı köyünde birer mescid
yaptırmıştır. Gördes, Demirci, Nazilli, Birgide han, hamam ve kervansaraylar
yaptırmıştır. Kabri Bursa'dadir.
Hüsnüşah hatun; Karamanoğullarından Nasuh Bey'in kızıdır. Bu
hanım şehzade Şehinşah ve Sultanzâde hatunun annesidir. Oğlu Şehinşahın
1511'de ölmesi üzerine Bur^a'ya geldi. Manisa Hatuniye Camiini bu hanım
yaptırmış ve Kurşunlu Hanı da 1497' de vakıf olarak yaptırmıştır.
Nigâr hatun; Şehzade Korkut'un ve Fatma Sultanın annesidir.
Babasının adı, Abdullah Vehbi olarak geçmekte, Şehzâ de Korkut Manisa'dan
Antalya sancak beyliğine tâyin olunduğunda da onunla birlikte bulunuyordu.
Aynı sene orada öldü ve Antalya'ya defnolundu, tarih 1503 yılı idi.
Şirin Hatun; bu hatunun baba ismi Abdullah olup, şehza-deside,
Abdullah idi. Oğlu şehzade Abdullah'ın öiümü üzerine, Bursa'ya gelen Şirinhatun
burada ve Mihaliç de birer mektep yaptırdığı gibi Trabzonda da bir mescid
yaptırmıştır. Vefat târihi malum değildir.
2. Bayezid'in kızlarına gelince; Uluçay'a göre 2. Bayezid'in bir
düzine kızı vardır. Öztuna ise bunu onyedi tane olarak tesbit etmiştir. Her iki
listeye bakıldığında onbir isimde ve malumatta ittifak vardır. Şimdide müttefik
olunanları kayda geçelim:
Aynişah Sultan Aşıkpaşazâde târihine göre Uğurlu Meh-med Beyinoğlu
Ahmed Mirza ile 1490'da evlenmiştir. Bursa-da Şirin hatun türbesinde yattığına
göre onun kızı olması muhtemeldir. İstanbulda Beşir Ağa medresesi yanında bir
mektep yaptırmıştır.
Ayşe Sultan Güveyi Sinan Paşanın hanımıdır. 1504'de Sinan
Paşa'nın vefatıyla dul kaldı.
Fatma Sultan, Sofu şehzade Korkut'un kardeşi olup annesi Nigar
hatundur. Güzelce Hasan Beyle evliydi. Bursa'da ölmüştür.
Gevherimülük Sultan, Dukakinzâde Mehmed Bey'in eşidir. Bursa da
vefat etmiş ve Şehzade Ahmed türbesine defnolun-muştur.
Hatice Sultan Faik Paşa'nın karısı olup bir oğlu vardır Ahmed
Çelebi adında, Çukurbostanda bir camii bir mekteb bir de küçük çeşme
yaptırmıştır.
Hundi Sultan 2. Bayezid'in Bülbül hatundan doğan kızıdır.
Hersekzâde Ahmed Paşa ile 889/1484'de izdivaç yapmıştır. Bu İzdivaçdan iki kızı
bir oğlu dünya ya gelmiştir. 917/1511'de öldüğüde söylenir. Sultan Murad'ın
türbesi civarında defnolundu.
(laldı Sultan pek bilinen
tarafı yoktur, Yavuz Selim tahta çıktiğında kendisine tebrik yazmıştır. Sultan
hanım ölünce padişah çocuklarına maaş bağlamıştır.
Kamer Sultan ise Bayezid'in Gülruh adlı karısından doğmuştur.
Bursada annesinin türbesinde gömülüdür. Davud Paşanın oğlu Mustafa Beyle
evliydi. Babası Malkara'nın Sırt köyünü 1491'de kızına vermişti.
Selçuk Sultan da çok hayırsever bir kadındır. 1485'de Mustafa
Paşanın oğlu Mehmed Bey İle evlendi. 1508 yılında vefat etdi ve kendi
yaptırdığı Bayezid Camiindeki türbeye gömüldü.
Şah Sultan, 895/1495'de İskenderiye sancakbeyi Nasuh bey ile
evlendi. Şah Sultan vefat ettiğinde Bursa'da kızk^.rde-şi Hatice Sultanın
yanına defnolundu. Burada ittifak olunanlar tamamlandı.
Şimdi Sultanzâde hatun Bayezidin Hüsnüşah adlı hanımından dünyaya
gelmiştir. Alemşahın kardeşidir. Huma Sul-tan'ın vefatı 1504'den sonra Bali
Paşacâmiini beyi adına yaptırdı. Kabri de oradadır.
İki tane Fülânehanım vardır ki birinin beyi Muslih bey, izdivaç
1504, diğerinin beyi Gazi Yakup Paşa izdivaç 1498dir.
Kamerşah Sultan 1490'da Mustafa Paşa ile evlenmiştir. Fatma Sultan
vefatı, 1512'den öncedir. Candaroğlu damad Mirza Mehmed Paşa ile izdivaç etmiş.
Bayezid-i Velî'nin:
Sadrıazamları
Sadaret makamında bulduğu Karamani Mehmed Paşayı görevden almış ve
yerine, Sarı İshak Paşayı 4/ma-yıs/1481'de, makamı sadarete tâyin etmiştir. Bir
sene sonra ise değişiklik yapılmış, damad Koca Davud Paşa, 1482'de vazifeye
başlamış ve bu görevi aralıksız 15 yıl
olmaküzere 1497'ye kadar sürmüştür. Bundan sonra sadaret Hersekzâde Ahmed
Paşa'ya 8/mart/1497'de verilmiş, 1498'in 10. ayında azledilmiştir.
Yerine Çandarîızâde İbrahim Paşa getirilmiştir. 10 ay sonra
azledilen Çandarh'nm yerine ağustos/1499'da Mesih Paşa getirilmiştir. Mesih
Paşa 2 sene, 3 ay sonra yerini kasım/1501'de Şehid Hadim Atik Ali Paşaya
kaptırmıştır. Bu zat, kasım/l 502'de infisa! etmiş yerine Hersekzâde Ahmed Paşa
7/eylü!/1506'ya kadar 3 sene, 10 ay görevde kalmıştır. 7/eylül/1506'da Hadim
Atik Ali Paşa yine vazifeye tayin olunmuştur.
Bu seferki sadareti, temmuz/151 l'e kadar 4 sene, 10 ay sürmüştür.
İki sadaretinin toplamı 5 sene, 10 ayı bulmuştur. 7/151 l'den 30/9/151 l'e
kadar 2 ay olmak üzere, Hersekzâde yine sadarete getirilmiştir. Bunun yerine
gelen sadrıazam Koca Mustafa Paşa 1 sene, 3 ay kaldığı görevden infisal ettiğinde
târihler ara!ık/1512'yi gösteriyordu.
Ancak Koca Mustafa Paşanın bu sadareti içinde 24/ni-san/1512'de
Osmanlı tahtına, Yavuz Sultan Selim geçtiği için bu zâta Bayezid-i Velî'nin
son, Yavuz'un ilk sadnazamı dense yanlış oimaz. Böylece Bayezid-i Velî'de, 12
defa mü-hürvermiş ve mühür almıştır. Ancak bu 12 seferin üçünü, Hersekzâde
Ahmed Paşaya, 2 defa Şehid Ali Paşaya, yâni dokuz kişiyle sadareti
geçiştirmiştir.
Bayezid-İ Velî Hazretlerinin Vefatı Ve Şahsiyyeti
Bayezid-i Velî Hazretleri tahttan feragat ettikten sonra İstanbul'da
oturmak istemedi. Zaten daha evvelden tahttan feragat etmeyi düşünmüş
olduğundan doğduğu yer olan Di-metoka'daki sarayı tamir ettirmiş idi.
Tahtı terk ettikten sonra hasta olarak yanında az bir maiy-yeti
ile Dimetoka'y3 gitmek üzere yola çıktı. Yeni Padişah Yavuz Sultan Selim
surların kapısına kadar tahtı revan içinde giden babasının yanında yaya olarak
yürüyor onun engin tecrübesine dayanarak verdiği nasihatlan can kulağıyla dinliyordu.
Kafile sur dışına çıkınca Yavuz Selim Hazretleri, Padişahı sabık babasını bir
müddet de atla takip ettikten sonra onun ellerini öpüp tekrar hayır duasını
alıp sekiz sene sürecek cihangirlik hayatının başlangıcına dönerken babasıyla
belki bir daha hiç görüşemeyeceğini biliyordu. Çünkü onlar sırlar bilen gönül
padişahları idiler aynı zamanda.
Hazreti Bayezid-i Velî Dimetoka'ya varamadı... «Rabbine dön» emri
kendisine Havsa kasabası yakınlarında erişti ve muazzez ruhu vücudu pâkİnden
ayrılıp cennet bağçelerine uçtu. Altmış iki yıllık ömrün tam yarısı otuzbir
yılı Devleti Aliyyei Osmaniyye tahtını bihakkın doldurmakla geçti. Cen-netmekân
babası Hazreti Fatih'ten devir aldığı devlet ikimil-yon İkiyüz ondort bin km2
iken vefatında ikimilyon üçyüz yetmişüç bin km2ye baliğ olmuştu. Donanmayı
hümayunun kurulmasının ehemmiyet verildiği devrini ilerideki haleflerinin
yapacakları fütuhatların hazırlık devresi olarak kabul etmek gerekir. Hazreti
Padişah uzun boylu, çok kuvvetli bir padişahtı. Onun kurduğu yaylan hiç kimse
kuramazdı. Nakşibendî tarikatının bir mensubu olmasına delil olarak Buhara'da
olan Şeyh Efendi Hz.lerinin dergâhına bugünkü yaklaşık değerle 7,5 milyar
lirayı her yi göndermesini ileri sürebiliriz. Tarihlerde içki içtiği söylenirse
de bu tamamen bir iftiradır. İkindi namazının sünnetini terketmeyecek kadar
Şeriatı gar-rayı Ahmediyye'ye Hakikat mertebesinden bağlı zatı padişahın kesin
haram olan bir şeyi istimal etmesi hiç mümkün müdür? Ey okuyucu kendine bir
sor; Ben ikindi ve yatsı namazının ilk sünnetlerini acaba son üç ay içinde kaç
defa terkettim ve sonra hazarda ve seferde milleti İslâmiyye'nİn mes'uliyeti
boynuna olan Hazreti Padişahın şu sünneti terk etmemesindeki sebeb olan ihlâsı
düşün sonra da o içki içerdi diyen tarihlere notunu ver.
Hazreti Padişah, Türkçe'nin en ince sırlarını bildiği gibi Farsça,
Arabça, Çağatay ve Uygur alfabesini iyi bildiği rivayeti gayet kuvvetlidir.
Zaten manevî sultanların ruhi sultaniy-yelerinin bilmediği lisan mı vardır?
Padişah Hazretleri kendi yaptığı camiin bahçesine defne-dilmiştir.
Bu camii, üniversitenin ön kapısında Hazreti Bayezid-i Velî'nin zahirî
mezarına havî olarak kollara benzer mina-releriyle üniversite gençliğini
kendisine davet ediyorlar. Alla-ha şükür olsun bugün o Üniversiteden çıkıb
manevî dünyasını zenginleştirmeğe çalışan îmanlı müslüman bir gençlik Hazreti
Padişahın bergüzârı bu camii şerîfde ibadetini yapabiliyor çok şükür. Şunu da
söylemek isteriz ki bu camii şerifin imamı Cuma günleri Hazret-i Bayezid-i
Velî'nin vasiyyeti icabı hutbeye eğri kılıçla çıkar.
Kâmil bir mü'min olan Bayezİd-i Velî'nin vefat haberini alan bir
çok mü'min şehirlerde müslümanlar «Gaaib cenaze namazı» kıldılar. Kansu
Gavrî'nin dahi Kâhire'de Bayezid'i Velî'nin vefatını duyunca «Gaaib cenaze
namazın kıldığı rivayet olunur.
Hattat ve şâir olan Padişah Hazretleri, şiirlerini «Adnî»
mahlasıyia yazardı.
Merhum padişahın şu sözü Yavuz Sultan Selim'in daima düsturu
olmuştu: «Arusî saltanat taksim kabul etmez.»
İnşaalah şu satırlarla merhum Padişahı anlatmaya gayret ettik.
Allah'ın rahmeti üzerine olsun, şefaatlerine de nail oluruz.
Sultan 2. Müradtn Deniz Hareketleri
Yeri gelmişken hemen söyleyeyim ki, bizim 1880 sonrası yetişen
insanımız koyu bir batı hayranıdır ifadesine ilâveten onların her terimine
yapışmak da adetlerindendir. Nitekimde; yazmakta olduğumuz kitabın, engin
bilgisi ve denizciliğin mütehassis derecesinden en üst rütbelere varmış zat
olan, merhum Amiral Afif Büyüktuğrui kendisini bu kompleksden kurtaramamış
olmalıki, bin yıllık târihimizde kullandığımız terim olan, şehzade kelimesi
yerine prens kelimesini padişahların erkek çocukları için kullanmayı yeğ
tutması ne kadar hazindir.. Bu hâli gösteren hem de Çelebi Mehmed'e üit olduğu
ileri sürülen şüpheli tedbirine bir atf-u nazar edelim. "Sultan Çelebi
Mehmed, her halde Osmanlı tarafındaki prens mücadelelerini zararlı görmüş
olacaklar ki bu gibi mücadelelerin, kendi ölümünden sonra da tekrarlanmaması
İçin, kendisine pek uygun gördüğü bazı önlemler almıştı. En büyük oğlu 19
yaşındaki Prens Murad (Sultan 2. Murad) adıyla Edirne'de hükümdarlık makamına
yükselicek, 2. oğlu 12 yaşındaki Prens Mustafa Germiyan Bey'i nezdinde
kalacak, 3. oğlu Prens Ahmed, Aydınoğlu Bey'i nezdine gidecek, 4. oğlu Prens
Yusuf (sekiz yaşında) ile 5. oğlu 7 yaşındaki Mah-mud'da harçlıkları Mehmed
Çelebi tarafından verilmek koşuluyla Bizans İmparatorluğu sarayına
gönderilecekti. Lakin bunlardan üçüncü oğlu Prens Ahmed babasının ölümünden
önce vefat etmişti." Demektedir.
Muhterem okurlar; bu günkü hayat anlayışımız ve olaylara
bakışımızla bu tedbir hakkında doğrumu? Yanlış mı olduğu hususunda fikir
beyanına pek imkân bulunamaz. Yalnız hemen yazarın buradaki ifadesinde bir
eksikliği hatırlatmamız iazım gelmektedir. Bildiğimiz kadarıyla, o dönemin
bilhassa müslümanlar arası münasebetlerde söz, ahid veya akit'in o kadar
geçerliliği bulunuyordu ki, bunları çiğnemek şerefsizlik getireceğinden
gayrimüslimler dahi bunu yapmaktan çekinirlerdi.
İkincisi ise, mütekabiliyet hususu yer alırdı rehinde olma adı
verilecek olsada böyle muamelelerde. Yâni; Germiya-noğiu'nun yanına
yazarımızında nezdine kelimesi olarak belirttiği gibi gönderilme olayı,
Germiyanoğlu'nun da bir vârisinin Osmanlı terbiyesi içinde yetişmesi için
padişahın nezdine gönderildiği gözönüne alınmalıdır nitekim Sultan Çelebi
Meh-med'in vefatından sonra dirayetli vezirlerin arasında zikredilen,
Yahşioğlu Celaleddin Bayezid Paşa'nın prensleri Bizans sarayına göndermediğini,
sadece Mustafayi Germiyan Bey'i nin yanına yolladığı görülmüştür.
Sultan 2. Murad; Osmanlı donanmasının güçlü olması gerektiğini
Gelibolu önlerinde yapılmış olan Loredano-Çalı Bey ismi diğeri olan Osmanlı-Venedik
savaşı neticesinden çıkara-bilmişti. Bunun için ikili bir yaklaşım takip etmiş,
Venedik ile Ceneviz arasında deniz politikası geliştirirken, kurmuş olduğu
gemi yapımı casusluk teşkilâtıyla kendi donanmanı kendin yap, kampanyasını
sesizce açmıştı. Günümüzde buna teknolojik bilgi casusluğu dendiği gibi
sanaayii transferi denmektedir. Hakikaten bu teşkilât iyi çalışmış, Sultan 2.
Meh-med'in yâni Fâtih'in gemilerinin Bizans surları önünde görüldüğünde 2.
Murad öncesiyle, Fâtih'in gemilerinin azim farkı, bilhassa Eğriboz savaşında
görülecektir. Bu noktaya geldiğimizde merhum Amiral Afif Bey'in, şu tesbitine
mutlaka işaret etmek isterim. Çünkü; bu gün bile bu tesbit geçerliliğini
haykırmaktadır. ".Böyle bir coğrafya üzerinde yaşamak isteyen bir devlet,
yalnız kendisini savunmak için değil ekonomiye dayanan bir imparatorluk kurmak
açısından da kudretli bir deniz gücüne sahip olması gerekiyordu.
Târih otoritelerimiz Osmanlı Devletinin sadece donanmasından söz
edip, denizgücü terimine kulak vermedikleri için, bu gün bile, donanma yapmak
isteğinin var olmasına rağmen, deniz gücüne, önem verilmemiş, bu yüzden avrupa
devletlerinin teknik gelişmelerinden sonra imparatorluk çöküntüsüne
bağlanmıştır. Bu konuda İtalyan amirali Giuseppe Fioravanzo şunları yazmıştı:
<Târihte, yalnız osmanh imparatorluğu denizlere sahip çıkma
mücadelesi yapmamış tam tersi kendi mallarını, yüksek imtiyazlar vererek
başkalarına yaptırmıştır. Bu imparatorluğun târihten yok olmasının nedeni
budur.> Osmanlı'yı yıkma plânlarından biri de 2. Murad döneminde gündeme
gelmiştir. Bunun; denizlerle ve denizcilikle alakalı tarafı münasebetiyle
temas etmeye lüzum gördük. Şöyle ki; Timur-lenk karşısında mağlup olan
Yıldırım'ın çocukları, devr-i fetret de taht-ı Osmaniye oturabilmek için her
biri Bizans muavenetinin yanında olmasını temin için, bu devletle girdikleri
münasebetlerinde bazı vaadlerde bulunmuşlardır. Bunların en büyüğü olan ve
yanında, çok tecrübeli bir vezir olan Çan-darlı Ali Paşa olduğu halde Süleyman
Çelebi, taht-ı osmani-ye cülus ettiğinde «Gelibolu'yu, taa Aynaroz'a kadar
bütün Ege kıyılarını, Eflâk'a kadar olan Karadeniz kıyılarını ve de Teselya'yı,
Bizans'a bırakacaklarını beyan etmişlerdi.» Burada şehzadelerin birbirlerine
düşmesinin nerelere vardığını gösterdiği gibi bunun hakiki mânasının yüz yıldan
bu yana binlerce müslümanın şehafleti karşılığında devletin geldiği maddi ve
mânevi büyüklüğünün, tahtın sahibi olma uğruna, nasıl feda olunacağını ortaya
koyması bakımından da ehemmiyet arzeder. Yine Bayezid'in oğullarından olup
Ankara savaşı esnasında kaybolan küçük şehzade Mustafa'yı, Venedik ve
Cenevizliler boğuşacaklarına ellerine alıp onla anlaşarak işe koyulsalardı,
Osmanlı devletinin Anadoluya dönmeleri daha önce sağlanmış olacaktı. Mustafa
Çelebi, Bizans iie yaptığı antlaşmanın gereği yukarıda adı geçen kıyıları verme
vaadini yapan bir başka şehzade olarak, sözünü tutmanın garantisini ispat için
oğlunu Bizans'ta rehine razı gelmişti.
Bu arada; Bizans imparatoru; Manuel Paleolog Osmanlı devletini şu
politikasıyla zaafa itmek istiyordu. Bunun her bir maddesinde deniz faktörü yer
alıyordu.
1-Gelİbolu'yu almak bu sayede iki bloklu devlet haline geleceğini
ümid ettiği Osmanlının denizlerde bir varlık olamayacağı
2-Denizden elde edilen iradın kesilmesinin, Osmanlıyı
ekomomikbakımdan yoksulluğa itmeği sağlamak
3-Rumeli kıtasında bulunan ve destekledikleri Çelebi Mustafa,
Sultan 2. Murad mücadelesini tırmandırmak, Anadolu'daki Türkmenbeylerini de
Mustafa taraftarı olmaya ve Mu-rad'a karşı birleşmeye sevk etme çalışmalarıydı.
Bizans'ın bu plânına uymayı kabullenen Mustafa Çelebi, 1421 eylül ayında
Gelibolu'ya çıkmıştır. Mustafa Çelebi'nin yanında Ay-dınoğlu Cüneyt Bey
danışman olarak bulunuyordu. Bu daha sonra Çelebi'nin veziriazamı olmuştu.
Gelibolu ahalisi ve civarı bu şehzadeye itaat ettiler. 2. Murad;
bunların Gelibolu'ya çıkışlarını önlememişti. Edirne üzerine yürüyen Mustafa
Çelebi, Gelibolu kalesinin, kendi kuvvetlerine geçtiği haberini
aldığındaBizans'dan kalenin kendilerine teslimi teklifi geliverdi. Buna
karşılık, Mustafa Çelebi Gelibolu ahalisinin buna razı olmayacağını ileri
sürerek uygun bulmadığını bildirdi. Bu hadise, Bizans'ın müracaat rotasını 2.
Murad'a çevirdiğini yazar Dukas'a ait târihin 95. sahi-fesinde.
Gelibolu'nun elden gitmesiyle birlikte donanma üssü ve bizatihi
donanma Mustafa Çelebi'nin eline geçmişti. İstanbul'un Fâtih'i Sultan
Mehmed'in fetihten sonra idam ettiği
Çandarlı Halil Paşa o sırada iyi bir diplomat olarak 2. Murad'ın
sadrıazamıydı. Bizansa; Gelibolu ve şehzadeleri geri vermek istisna diğer
hususatı müzakereye ve tâvize yatkın olduğunu ihsas eden, beyanlar gönderdi.
Mustafa Çelebi'den ağzı yeni yanmış Bizans, sadnazamın yoğurdunu üfleyerek yeme
karan almış bu bakımdan yapılan teşebbüs netice vermemekle birlikte, Bizans'ı
bekle göre itmeye de yaramıştı.
2. Murad balkanlar da yaptığı fetihleri durdutmuş, herkes ile sulh
içinde olmak yolunu seçmişti. Çünkü; Mustafa Çelebi olayı bütün ciddiyeti ile
inkişaf etmekteydi. Eski donanmasının kendine yapamadığı yardımı veya diğer
bir tâbirle, kendisine verebileceği zararı önlemek kastıyla Tuz parası alacaklı
olduğunu hatırladığı Foça Valisi Giovanni Adorna\a, alacağını bağışladığını
bunun karşısında kendisine gemi ve askeri yardım yapmasını bildirdi. Kabul
edilince Cenevizliler olayları sadece tâkib etme durumuna düştüler. Mustafa
Çelebi; Osmanlının eski donanmasının mâliki olarak, Anadolu yakasına geçerken
20/ocak/1422 tarihi gelmişti. Ulubatgölü kenarında müdafaaya hazırlanan 2.
Murad'da Aydınoğiu Cü-neyd Bey'e, kendisine iltihak ettiği takdirde Aydın
Valiliğinin-verileceği haberini uçurdu. Cüneyd bu haber üzerine Mustafa'yı
kaderiyle başbaşa bırakıp davete katıldığı gibi, uğradığı yerlerde Mustafa
Çelebi'nin memleketi Bizans'a satmış olduğunu da yaydığı görüldü.
Neticede bu savaş sonrasında Sultan Murad galip gelmişti.
Yakalanan Mustafa'nın idânl ettirildiği görüşünün karşısında Eflâk üzerinden
Kefe'ye kaçtığını ileri sürenlerde bulunmaktadır. Sultan 2. Murad; bütün
mücadelenin Bizans'ın entrikalarından neşet ettiğini anladığından, dedesi
Yıldırım, babası Çelebi Mehmed gibi o da, İstanbul'u hem bu fitnekeş devleti
ortadan kaldırmak hem de, İki Cihan serveri (s.a.v.)'in, müjdesini
gerçekleştiren olmak arzusuyla muhasara altına aldı.
Bu muhasarası ellibeş gün sürdü. Yine Bizans'ın fırıldağı, Anadolu
beylerinin başta Karamanoğlu olduğu halde Çanda-roğulları ve diğerlerini
dizginlemek mecburiyeti doğdu. Padişahın bu seferki hedefi Selanik oldu.
Selanik balkan ticaretini denizlere çıkaran bir limandı.
Mo-ra'daki Modon, Koron ve Navarin limanlan da Akdeniz deniz ticaret yollarının
emniyetini sağlayan önemli noktalardı. Böyle bir limanın Osmanlıların
muhasarasına maruz kalması Venedik'in aklını başından alıvermişti. Selanik
muhasarası Mora'nın çanlarının çalması demekti ve Turhan Bey, bu çanları
çaldirtacak akınları başlatmıştı.
Sarcıca Bey Ve Donanma
Yukarıda 2. Murad'ın bir casusluk teşkilatı vücuda getirip-de
donanma inşaasına karar verdiğini yazmıştık. Bu teşkilat geçen zaman dilimi
içinde semeresini vermiş 1424'de üç gali, 1427'de onüç gali yapmaya muvaffak
olmuştu. Bir sene sonra da yâni 1428 yılında gemi sayısı kırka iblağ edilmişti.
Saruca Bey, bu gemilerin bir bölümünden meydana getirdiği
filoyla, Koron ve Modon üzerine bir sefer tertipledi. Bu seferin en iş gören
tarafolarak karşımıza çıkan Düzmece Mustafa'nın Selanik'ten çıkamamasını temin
etmesidir. Bu filo hareketlerinin ortaya koyduğu mühim sonuç, denizdeki
gemilerimiz karadaki kuvvetlerimizin işini hafifletirken, Ceneviz ve Venedik
cumhuriyetlerine muhtaciyetimiz azalıyordu.
Ayrıca Ada Dukalıkları Osmanlı filoları karşısında daha da
tedirgin hâle gelmişti. Selanik kara tarafından bizzat padişah 2. Murad'ın
kuşatmasına tutulurken, deniz cihetinden de Hamza Beyin komutasındaki Osmanlı
filosuyla karşı karşıya gelmişti. Selanik bu tazyike ancak 29/mart/1430'a kadar
mukavemet edebilmiş idi. Selanik Osmanlıya râm olmuştu. Zâten çok geçmeden de
4/eyiül/1430'da Osmanlı-Venedik antlaşması yapıldı, bu dört maddelik bir antlaşma
olup şöyleydi:
1-Selanik ve dolaylanna^Osmanlılar egemen ve sahip olacaklar
2-Lepanto limanıyla Arnavutluğu da, Venedikliler egemen ve sahip
olacaklardı.
3-Venedikliler, Osmanlılara yıllık olarak, 236 bin duka al-tunu
vergi vereceklerdi.
4-Türk ticaret gemileri; Ege denizinde serbestçe seyri se-fain
yapabileceklerdi. Görüldüğü gibi; bu maddeler Osmanlı
402
OSMANLI TARİHİ
lehine olduğu ortadadır. Osmanlı deniz kuvvetleri ve hareketlerinin
gelişmesi 2. Murad'ın koyduğu prensiple yavaş yavaş terakki etmiştir. Oğlu
Sultan 2. Mehmed'inde donanmaya aynı ehemmiyeti verdiği izahtan varestedir.
Nitekim; İstanbul Fethi esnasında donanmamızın durumu bütün sara-hatıyla,
Güstav Şulomberje adlı Fransız akademi azasınm; "Türk Muhasarası"
adıyla yazdığı eseri Osmanlıcasından tahlil ve bunun özetini de Sultan Fâtih
bölümünün nihayetine okuma parçası adıyla koyduk.
Sultan Fâtih'in İstanbul'u fethinden sonraki, donanma ve deniz
hareketlerine özetle yer vermeye çalışalım. Amiral Afif Büyüktuğrul merhum, değerli
eserinin 1. cildinin 140. sahife-sinde, aynen şunları söylüyor:
"Fâtih Sultan Mehmed'in, gelişi güze! kararlara değil de iyi
düşünülmüş politik-stratejik kararlara dayandığı yaptığı hareketlerden
anlaşılabilirdi. Herhalde onun hazırladığı plânların, Osmanlı devletini, bir
devlet olmaktan çıkararak impra-torluğa dayandığın! rahatça söyleyebilirdik.
Çünkü Osmanlı devletinin o günlerde yaşadığı topraklar, stratejik ve ekonomik
olarak değerlendirilirse, Osmanlı devletini bir imparatorluğa hâttâ dünya
imparatorluğuna benzetebiliriz. (Amerika henüz keşfedilmiş ve Doğu'ya doğru
deniz ticaret yoiîarı henüz bulunmamıştı). O zamanlarda Ortadoğudan gelen
deniz ticaret yollan; Osmanlı devletinin kıyılarından geçtiği gibi yine
devletin topraklarından geçen nehir yollan da, ayrı bir e-konomik değerler
taşımaktaydı.
Daha önce Roma ve Bizans imparatorlukları da bu değerler yüzünden
çok uzun bir süre yaşamışlardı. Demek ki; Os-manh imparatorluğunun çok uzun bir
3Üre mutiu yaşaması ekonomik olarak denizlere bağlanmasına bağlıydı.
"Sultan Fâtih; yukarıda belirtilen tesbit istikametinde cihan devleti ve
bunu geıçekleştiren hükümdar olarak kara da yapacağı isti-
SULTAN 2. BÂYEZİD (VELİ)
403
laları denize de indirmenin şart olduğu idrâki içinde, Venedik ve
Ceneviz cumhuriyetlerinin rekabeti, her iki ülkeyi mamur ve müreffeh kıldığı
gibi, denizlerin hâkimi konumuna çekmişti. Bunlarla mücadeleyi akıllıca yapmak
ve onları geride bırakarak cihan devleti olma gereğine uygun olarak Boğazları
kalelerle takviye ederken, Gelibolu'da yepyeni bir tersane ve gemiler yapma
kararı aldı.
Sultan Fâtih, bîr çok ilimde behresi olmakla birlikte, târihi
vakıaları, Osmanlı devlet anlayışının gereği olarak bütün arka plânı ile
öğrenmiş bulunduğundan, Osmanlı-Venedik filolarının Gelibolu önlerindeki
kapışmasında, topsuz Osmanlı gemileri Gelibolu kalesinin toplarının
himayesinde, zafer kazandığı sonra atış menzili dışına çıkan düşman
gemilerini, takibe kalkışması hatasından 29/mayıs/1416'da filomuzun
mağlubiyeti ve kumandan Çalı Bey'in şahadetini elbet bilmekteydi.
Kale toplarının müdafaa bakımından önemine de müdrikti. Mitekim;
İstanbul Fethi esnasında 26/ekim/1452'de Rumeli-hisar (Boğazkesen)ına
koydurduğu topu, dur ihtarına aldırmayıp, geçmeye cüret eden Antonio Riso
idaresindeki Venedik gemisini, hisar kumandanı Firuz Bey verdiği ateş emriyie
boğazın sularına gark etmiş olduğunu da unutacak hafızalardan değildi genç
Fâtih. Bu tecrübeler ışığında Çanakkale ve Karadeniz (İstanbul) boğazlarını,
toplar ile mücehhez kılarak tanzim etti.
Kudretli bir donanmaya sahip devletler boğaz savunmasında fazla
zorlanmazlar. Çünkü öyle devletler düşman gemilerini açık denizde karşılar ve
kıyılarını onların tecavüzünden korurlar. Nitekim Osmanlı donanması dünyanın en
güçlü donanması" olduğunda Akdeniz gölümüz olduğundan boğazlar sıkıntıya
girmemekteydi. Bizim boğazlarımız dünya bakımından her zaman stratejik olduğu
malumdur. Bu bakımdan bu
404
OSMANLI TARİHİ
geçitler ticaret gemilerine her zaman açık olmalı, sadece harp
gemilerinin geçişine kapalı veya kontroilü geçişe tâbi olmalıdır.
Ünlü Bizans tarihçisi Kritvulos Fâtih'in Gelibolu'da i 2 çektin,
80 adet iki güverteli, 55 adet de küçük olmak üzere 147 parçadan müteşekkil bir
donanma hazırladığını, 20 bin Azep yâni denizci hazırladığını göz önüne alarak
târihine şunu "Fâtih; donanmaya kara kuvvetlerinden fazla önem verdi"
yazmaktan kendini alamamıştır. Sultan Fâtih ilk olarak Ege denizinin kudretli
ve tek hâkim gücü olmayı kararlaştırmıştı. Balkanlar ve Ege dâima elinin altında
olduğu takdir de, bir kara ve deniz devleti ortaya çıkacaktı. Mora üzerine
giderken gözünü Ege Adalarına dikiyor, Sırbistan yürüyüşüyse, ona Adriyatik
denizinin kıyılarına ne zaman gideceğini soruyordu sanki.. Gözünü diktiği
adalar; Rodos, Eğriboz, Midilli, Taşoz, Limni, İmroz, Semendirek, Enez, Girit
gibi yerlerdi. Osmanlı donanmasının başında Hamza Bey bulunmaktaydı artık. İstanbul'un
Eminönü ilçesi hududianndaki Kadırga semtinde büyük bir tersane yaptırılmış,
Haliç'teki tersane de pek büyüktü ve yeni kumandan Hamza Bey eski yapılmış
gemileri, düşük kalitede bulmuş önce otuz tane, peşinden iki yüz tane gemi
yapımına başlatmıştı. Bunların 25 tanesi üç sıra kürek-îi, 50 taneside iki sıra
kürekli olup kalanı tek sıra kürekti olup ilk deneme Rodos ve Sakız'a olacaktı.
Hamza Bey kuvvetli bir savunma kaleleri olduğunu gördüğü bu hedeflerin, kıyı
ve köylerine baskın yaparak onların morallerini bozmayı tercih etti. Fâtih
Sultan Mehmed'in deniz hareketlerine son vermeden, Papa 3. Kalikstus'un
hazırlattığı bir haçlı seferi 1457'de Eğede kendini gösterdiğinde, Katalanlı
Lodovico bu filonun başındaydı.
Limni, Taşoz teslim oldu. İmroz'a sıra geldiğinde burada ki Vali
mesabesinde olan Kritivulos, Papa'nın amiraline, verdiği hediyelerle adayı
işgalden kurtarmayı başardı. Bu sırada
SULTAN 2. BAYEZİD (VELİ)
405
Midilli Adfası dukası, Papa donanmasının Ege sularında olmasının
şimarıklığıyla, Osmanlı kıyılarına saldırılarda bulunmaya başlamıştı. Bunu cezalamak,
Midilli'nin alınması Hadım İsmail Paşaya tevcih edildi. İsmail Paşa burayı
muhasaraya almış oniki gün sonra çekilmeğe karar vermişti. Midilli halkı
bunlara direnirken gözleri ufukta Katalan-Papa filosunu gözlemişlerdi. Fakat
gelen giden olmamış, Midilli Dukası Osmanlı ile iyi geçimin gerektiğine kani
olmuştu. Fakat bu kani oluş bir samimi idrakten olmayıp, kendilerinden bir
ortak bulamamasından kanaklanıyordu ve Fâtih'e yaptığı af ricası kabul
gÖrdüyse de, uzun süreceğe benzemiyordu. 1462'de Osmanlı donanması Mahmud
Paşaya teslîmen Midilli üzerine sefere çıkıldı. Bu donanmaya Ayvalik'dan
iltihakı sağlanan kara askeri de çıktı. Mahmud Paşa kansız alış için teklifte
bulundu. Duka kabul etmedi. İşgal gerçekleşti.
Osmanlı donanması ve kara harekâtı Karadeniz ve bölgesine
umumiyetle birlikte yapıldı. Şimdi de Bayezid-i Veli dönemine bakmak sureti
ile, bu padişahın deniz hareketlerine göz atalım.
Denizlerde Osmanlı devletinin en kuvvetli rakibinin Venedik
olduğunu bilen Bayezid deniz meselesine babasının bıraktığı yerden ele aldı ve
terakki ettirmeye başladı. Kendisince koyduğu kaide "Osmanlı devleti
deniz gücünde kayba uğrarsa, Ömrü kısalır" idi. Bu halde yapılacak iş;
Garp Ocakları denilen Fas, Tunus, Cezayir gibi yerlerden denizci-ler ve bilhassa
değerli kaptanlar getirtmek ve meslek bakımından güçlenmek. Tersaneleri daha
fazla üreten ve yeni bulunacak tekniklere açık hâle getirmek. Gemilerin mümkün
mertebe büyüklerini imâl etmek ve teknik üstünlüğü elde etmek. Kaptan olarak
Kemal Reis ile Burak Reis Kaptan-ı Derya Davut Paşanın yanına gelerek vazife
aldılar ve denizciliğimize büyük bir ivme kazandırdılar. Amiral Afif
Büyüktuğrui merhum bakın bu zevat için kalemini nasıl oynatmış: ".Ke~
406
OSMANLI TARİHİ
mâl ve Burak Reisler; tersane yapmak, yeni gemiler imal etmek,
savaş talimatları yapmak suretiyle mesaiye gayret göstermişler, bir çok savaş
bunlara riayet ediliğinden başarıyla sonuçlanmıştır. Davut Paşa, Burak Reis ve
Kemâl Reis Osmanlı donanmasına ilmi savaş şekillerini getirenlerdir. Yine bu
değerli denizcilerin tavsiyesiyle 2. Bayezid; İzmit, Sinop ve Gemlik'de birer
tersane daha yaptırmaya başladı. Bu arada Preveze'de 40 tane gali yapıldığı
denizcilik târihimizde yazıyor bahse konu dönemde 20 büyük gemi, 67 tane kadırga
yapılmıştı. Bu gemilere bin kişi konuyor ve birer tane sağ ve solda olmak üzere
top konduğu gibi, birde kıç tarafında top bulunmaktaydı. Daha önce Osmanlı
gemileri, ecnebi gemilerinin toplarına karşı çanaklara yerleşmiş okçular
vasıtasıyla, ok atarak savaş veriyorlardı. Karadenize akan nehirlerin gemi
seyri sefainine uygun olanları, korsanların kıyılara saldırıp, büyük zararlar
vermelerine sebeb oluyordu. Karadeniz mutlaka bir göl hâline getirilmeliydi.
Kemâl Reisin târih sahnesine çıkması, Osmanlı deniz târihinin dönüm noktasıdır.
Gerçi donanma Fâtih Sultan Mehmed'den beri dünyanın birinci sırada
deniz gücünü koruyordu. Fakat Kemâl Reise kadar Osmanlılar, Aydınoğlu umur Bey
dışında deha sahibi bir amiral yetiştirmemişlerdi. Kemâl Reisin ortaya çıkması
denizcilerimiz için bir hareket kaynağı olmuştu." Dedikten sonra şunu
ilâve eder: "..Kemâl Reis; Derya kaptanı Davut Paşa ve hükümdara,
Osmanlıları İspanya'daki Endülüs Müs-lümanlarına yardıma koşmak gerektiğini
anlatan olmuştur." Kemâl Reis; 1511'de Gelibolu'ya dönerken şiddetli bir
fırtınada gemisi battı ve kendisi boğularak şehid oldu. Kemâl Reis;
haritasıyla meşhur Pîrî Reisin hem amucası hem de hocasıydı. Kemâl Reisin uzun
menzilli toplan gemilere koydurması büyük yenilikti.